Filiz Zabcı | Ankara University (original) (raw)
Videos by Filiz Zabcı
Kamusal alan kavramı nasıl tanımlanabilir? Kavramla ilgili tartışmalar nelerdir? Günümüzdeki soru... more Kamusal alan kavramı nasıl tanımlanabilir?
Kavramla ilgili tartışmalar nelerdir?
Günümüzdeki sorunlar açısından kamusal alan nasıl ele alınabilir?
161 views
Papers by Filiz Zabcı
Bu yazı, uzun bir süredir merakımı cezbeden ve aslını görme şansım olmadığı halde fotoğraflarını ... more Bu yazı, uzun bir süredir merakımı cezbeden ve aslını görme şansım olmadığı halde fotoğraflarını seyretmekten büyük zevk aldığım Osman Hamdi Bey’in Genesis (Yaratılış) tablosu üzerine amatörce bir denemedir. Tablo, zihnimin hep bir köşesinde olduğu için, bir çalışma vesilesiyle yaptığım okumalar ile tablodaki unsurlar birbiriyle kendiliğinden ilişkilendi. Yani bu yazı, amaçlanmış olmaktan çok tesadüfî kesişmelerin bir sonucudur.
Demokrasi: Kavram, Kurum, Süreç (der. Menderes Çınar), İletişim Yayınları, 2023
Hakikat Sonrası: Siyaset, Felsefe, Medya, Uluslararası İlişkiler (der. Bülent Özçelik), Ankara: Nika Yayınevi, s. 13-30, 2021
Hakikat, Retorik ve Siyaset, Oxford Sözlüğü'nün 2016'da "hakikat sonrası"nı yılın kelimesi seçmes... more Hakikat, Retorik ve Siyaset, Oxford Sözlüğü'nün 2016'da "hakikat sonrası"nı yılın kelimesi seçmesinden sonra yoğun bir biçimde siyaset ve hakikat arasındaki uyuşmazlık sorununa parmak basmaya çalışıyoruz. Bu yeni bir sorun değil; yalan ve aldatma ile bir arada düşünülen siyasetin hakikatle uyuşmazlığı...
HAKİKAT SONRASI (der. Bülent Özçelik)
Monthly Review Türkiye, 2018
On dokuzuncu yüzyıl, her çağ gibi içinde çatışmacı eğilimleri barındırır. Bir yandan bilim ve tek... more On dokuzuncu yüzyıl, her çağ gibi içinde çatışmacı eğilimleri barındırır. Bir yandan bilim ve teknolojide yaşanan müthiş gelişme, pozitivist düşüncenin doğuşu ve ilerleme düşüncesine eşlik eden akılcılık, öte yandan yeni bir din ve ahlak meselesi. Yüzyılın büyük çatışmalarının üstesinden gelinmesi, özellikle de şehre akan köylülerden, proleterlerden, mülksüzleşen zanaatkarlardan oluşan "tehlikeli sınıfların" ılımlaştırılarak düzene entegre edilmesi, pozitivist ve muhafazakâr düşünürlerin kucaklarında bulduğu bir sorun olur. Düzen ve ilerlemenin birlikte gerçekleştirilmesi için pozitif bilimlerin oynadığı rol sınırlıdır. August Comte bir "insanlık dini" önerir, Durkheim ise "seküler yeni bir din"den söz eder. Fransız Devrimi'nin yarattığı hızlı değişime ve alt üst oluşa kuşkuyla bakan düşünürler, dinin "eski rejim"de yerine getirdiği ideolojik işlevin ortadan kalktığını görüyor ve toplumu bir arada tutacak yeni bir ahlakın, seküler bir toplumsal normun gerekliliğine vurgu yapıyorlardı. Devrim rüzgârından etkilenen ama feodal ilişkilerin ve monarşinin ağırlığını koruduğu Almanya'da ise, din konusu siyasi tartışmalarla bambaşka bir ilişkiye giriyor, siyasi eleştiri din eleştirisi yoluyla yapılıyordu. Almanya'daki muhafazakârlığın düşünsel taşıyıcılarından biri haline gelen sağ Hegelci yoruma meydan okuyan ve ilerici fikirleri savunan Genç Hegelciler, baskıcı siyasi otoriteye yönelttikleri muhalefeti din eleştirisi yoluyla yapıyorlardı.1 Felsefeye gönül vermiş bir genç olan Marx'ın düşünceleri Almanya'nın siyasi koşulları ve Genç Hegelciler'in etkisi ile biçimlenir. Ancak bu etkilenme, Marx'ın tüm düşünsel yaşamında olduğu gibi sadece belli bir döneme aittir. Din tartışmaları, Hegel'den ve yakın olduğu Sol Hegelci çevreden kopmasının bir aracı olur. Marx, felsefe yoluyla din eleştirisinin zemin hazırladığı keskin eleştirel tutumu daha ileri bir noktaya taşır; Genç Hegelciler'i eleştirerek felsefe ile bağını koparır. Bu nedenle Almanya'da din eleştirisi onun düşünsel serüveninin en önemli kayma noktalarından birisi haline gelir; yeni bir kavrayışa ve yeni bir yönteme geçiş için son derece elverişli düşünsel malzemeler sağlar. Marx, felsefe ile dinin eleştirisine yönelir, bu eleştiri Paris'e uzanan yolculuğunda felsefenin eleştirisi halini alacak, Paris'teki yıllarından sonra ise kendisine yeni bir rota, ekonomi politiğin eleştirisine giden bir yol seçecektir.
Siyaset üzerine düşünmenin başladığı dönemden itibaren; yani Antik Yunan düşüncesindeki siyaset f... more Siyaset üzerine düşünmenin başladığı dönemden itibaren; yani Antik Yunan düşüncesindeki siyaset felsefesinden beri üzerine en çok düşünülen konulardan biridir, siyasal rejimleri ve rejimdeki yozlaşmaları nasıl anlayacağımız ve bunun nasıl önüne geçilebileceği sorunu. Platon'dan itibaren rejimleri tanımlama, ortaya çıkma ve bozulma nedenlerini ortaya koymaya yönelik incelikle işlenmiş geniş bir düşünce mirası bulunuyor. Cumhuriyetçi gelenek, bu mirasın ağırlıklı bir kısmını sırtında taşıyor. Antik kökenlerinden başlayarak Machiavelli ve Madison'a kadar uzanan geniş bir tarihsel kapsam içinde, cumhuriyetçilik, yurttaşlık erdemi, siyasal katılım, siyasal yozlaşma, hukukun üstünlüğü gibi temalar etrafında dönerek "karma yönetim" düşüncesi üzerinde düğümleniyor.
KAMUSALLIK VE SİVİL TOPLUM ARASINDA CUMHURİYET Cumhuriyet, sivil toplum ve kamusal alan gibi sayı... more KAMUSALLIK VE SİVİL TOPLUM ARASINDA CUMHURİYET Cumhuriyet, sivil toplum ve kamusal alan gibi sayısız tartışmanın ve farklı yorumların söz konusu olduğu kavramlar hakkında bir değerlendirme yapmak ve hatta bu kavramları Türkiye'de Cumhuriyet tarihi ile ilişkilendirmek son derece zorlayıcı bir düşünsel çalışmayı önümüze koyuyor. Böyle zorlu bir çalışmayı gerçekleştirme iddiası içinde olmaksızın, tartışmalı noktaları belirlemek ve üzerine sorgulamalar yapılabilecek bazı saptamalar sunmak istiyorum. Kavramların kendi başlarına sunduğu zorlukla bir ölçüde başa çıkabilmek için cumhuriyet kavramı etrafında örülmüş bir sunumu deneyeceğim. Cumhuriyet kavramı ile başlarken, sosyal bilim metodolojisinde artık apaçık bir gerçek haline gelmiş olan bir noktayı belirtmek isterim: Belli bir zaman içinde farklı yaklaşımların sunduğu farklı tanımlar mevcut olabildiği gibi [statik çeşitlilik], tarihsel süreç içinde cumhuriyet yönetimi ve uygulamalarının pek çok farklı örneğine de rastlarız [dinamik çeşitlilik]. Bu çeşitlilik, diğer kavramlarda olduğu gibi, cumhuriyet kavramında da ortak bir tanıma varmada en belirgin engellerden biri olarak duruyor. Cumhuriyet kavramı söz konusu olduğunda, geçmişin düşünsel mirasından ve tarihsel deneyimlerinden yararlandığımız gibi içinde yaşadığımız dönemde cumhuriyet fikri üzerine geliştirilmiş son derece geniş bir incelemeler bütünü de yolumuza ışık tutacaktır. Tarihsel ya da ampirik gerçeklik ile kavramsal soyutluk arasında o bitmek bilmez gidiş-geliş, her kavram için olduğu kadar cumhuriyet için de geçerlidir.
Economic Transitions to Neoliberalism in Middle-income Countries: Policy Dilemmas, Economic Crises, Forms of Resistance. (ed. A. Saad-Filho ve G. Yalman), Routledge, 2010, s. 90-105.
The occupation of Iraq by the US is a striking example of the relationship between war and politi... more The occupation of Iraq by the US is a striking example of the relationship between war and politics, as it demonstrates that war has become a key mechanism for the expansion of neoliberal policies and financialisation. During the Clinton administration, many indirect military interventions have been legitimated by the strategy called ‘humanitarian intervention’. The Bush administration planned a new national security strategy which included a doctrine of ‘preemptive war’ against ‘terrorist and hostile states’. This strategy paved the way to the occupation of Afghanistan and Iraq. It is obvious that, as a strategy ‘preemptive war’ shifted the US foreign policy toward a more aggressive stance.
From a critical point of view, it is possible to claim that by this strategy the US aims not only to access but also to control the energy resources; that is, the control of the direction of pipelines and production. At the same time, preemptive war is a strategic element of the general policy of expansion of corporate capitalism to regions and countries in which neoliberal policies yet to be implemented. In the case of the invasion of Iraq, the war became an instrument of toppling Saddam’s interventionist state and implementing neoliberal economic policies. The new economic agenda and new economic laws (especially the Iraqi oil law) paved the way for privatisation of Iraqi oil and opened the market for foreign oil companies. This chapter examines the relationship between the expansion of neoliberal globalisation policies and the strategy of preemptive war by focusing on the implementation of radical liberalisation policies and realisation of sweeping advantages of multinational corporations in Iraq after the invasion.
Batı'da bir düşünce geleneği olarak liberal demokrasinin içinden doğan çoğulculuk, ilk ortaya çık... more Batı'da bir düşünce geleneği olarak liberal demokrasinin içinden doğan çoğulculuk, ilk ortaya çıktığından bu yana değişikliğe uğrasa da güncelliğini korumaktadır. Çoğulculuğu siyasal düşünce geleneği olarak ele aldığımızda, liberal demokrasinin geçtiği evrelere bağlı olarak, çoğulculuğun da temel önermelerini koruyarak farklılaştığını görebiliyoruz.
Aristoteles, Plybios ve Machiavelli'den hareket ederek siyasal yozlaşma temasını tartışan makale,... more Aristoteles, Plybios ve Machiavelli'den hareket ederek siyasal yozlaşma temasını tartışan makale, kapitalizm ve faşizm üzerine bazı değinmeler ile sonlanıyor. Bu çalışma, düşünce tarihi içinde siyasal yozlaşmanın önlenmesi için ne tür çözüm önerileri geliştirildiğine dair bir sorunun /sorgulamanın ürünü sayılabilir.
T he last decade has witnessed a tendency for the right to use violence to be handed into private... more T he last decade has witnessed a tendency for the right to use violence to be handed into private hands. A huge private military industry is emerging which, as well as having serious eff ff ff ff ffects on our daily life, exerts an destructive infl fl fl fl fluence on the state and established institutions, and on the way the law is commonly understood. The main reason for this development, which will have certain political, military and legal eff ff ff ff ffects on the structure of all countries whether developed or under-developed, has been the presentation of new opportunities for colonialism. In this article, the main focus will be on private military companies, which play a crucial role in the violent policies of colonialism, as well as in recent wars. What are the advantages to colonialist powers of using these companies, whether external to or 'attached' to national armies; and why are they needed now more than they were previously?
Henüz geçeceği patikaları bilmediğimiz XXI. yüzyılın başlarındaki iki gelişme, 2007-2008 ekonomik... more Henüz geçeceği patikaları bilmediğimiz XXI. yüzyılın başlarındaki iki gelişme, 2007-2008 ekonomik krizi ile 2011 isyanları ve protestolar sağanağı, şimdiden yüzyıl tarihinin iki temel dönemeci gibi duruyor. Her ne kadar ikincisi, birincisine bir tepki olarak yorumlansa da iki gelişme de küreselleşmeci ya da yeni liberal politikaların son demlerini yaşadıklarına dair bir öngörü doğuruyor. Dünya çapında bir ideoloji ve hatta bir yaşam tarzına dönüştürülmeye çalışılan liberalizm eskisi ve yenisiyle bir meşruiyet sorunu yaşıyor şimdi. 80'ler ve 90'lar, "Başka Bir Alternatif Yok" [TINA] şiarı ya da F. Fukuyama'nın "İdeolojiler öldü" tezi ile siyasal sloganlar tarihine yenilerini armağan etmişti oysa. Ancak önce ekonomik kriz, ardından 82 ülke 155 şehirde birbiri ardına patlak veren protestolar, bir şeyin başlangıcının ve sonunun bazı siyasi kadrolar, uluslararası güçte sermayedarlar ya da teknokratlarca kolay kolay ilan edilemeyeceğini gösterdi. ABD ve Avrupa'da zincirleme tepkime gibi birbiri ardı sıra gerçekleştirilen ve genel olarak Occupy (İşgal Et) şeklinde adlandırılan eylemler, tam da alternatifi olmadığı iddia edilen bir sisteme ve ideolojiye duyulan derin bir rahatsızlığı ve öfkeyi dışa vuruyordu. 15 Mayıs 2011'de Madrid ve Barcelona'da Öfkeliler (Indignados) hareketi (ya da diğer adıyla 15-M hareketi) ile başlayan ardından Yunanistan, Portekiz, İngiltere, İsrail ve ABD'ye yayılan mücadeleler. 1 Farklı isteklerin, çıkarların, dünya görüşlerinin, yaşam tarzlarının, yaş gruplarının biriktiği, bir araya toplandığı bu hareketler, yeni politik eylem biçimlerine ilişkin öngörülerimizi güçlendirecek pek çok ipucu taşıyor. Aynı zamanda pek çok soruyu da gündeme getiriyor: Geniş kitle tabanına dayanan parti ve sendikalardan kopuk, onların etkisi dışında şekillenen bir mücadele ağı gittikçe gelişiyor ve yerleşiyor mu? Yeni mücadele ve protesto biçimlerinin içerdiği sınıfsal kesim nedir ve hangi yaş gruplarının ağırlığı kendisini gösteriyor? Farklı istemler söz konusu olmakla birlikte, bu farklılıkların toplandığı "ortak" bir istemler dizisinden söz etmek mümkün mü? Kapitalizme ve liberal sisteme karşı nasıl bir tavır geliştiriliyor; sadece eleştiriyle yetinen reformcu bir tavır mı yoksa dönüştürmeyi hedefleyen daha radikal bir tavır mı? Bu hareketlerin metropollerde, özellikle şehir meydanlarında gerçekleştiğine dair bir genelleme yapmak mümkün olabilir mi? Eylemlerin kalıcılığı ve etkisi değerlendirilirken, örgütlenme ve politik liderlik sorunu için yeni bir tartışma açılabilir mi?
Antik çağdan beri siyaset felsefesinin en değerli ve en tartışmalı kavramlarından biri olan ortak... more Antik çağdan beri siyaset felsefesinin en değerli ve en tartışmalı kavramlarından biri olan ortak iyilik ya da kamu yararının 1 , bugün gen ve bilişim teknolojilerindeki baş döndürücü değişime tanıklık eden, küresel ısınma, çevre kirliliği, nükleer silahlanma gibi kozmopolit sorunlarla kuşatılmış, gittikçe toplumsal ve siyasal sorunlara ilgisizleşen insan için anlamı nedir ya da ne olmalıdır?
Her bilimsel disiplinde olduğu gibi, siyaset biliminde de bazı kavramlar zaman zaman öne çıkar, d... more Her bilimsel disiplinde olduğu gibi, siyaset biliminde de bazı kavramlar zaman zaman öne çıkar, daha yaygın kullanılır ve çalışmalarda başat hale gelirler. İnsanlar siyaset üzerine düşünmeye başlayalı beri, belli dönemlerde üretilen ya da yeniden biçimlendirilen, belli dönemlerde ise geri çekilen ya da unutulan, sonra yeniden hatırlanan ve günün sorunlarına çareler üretmek için işlevsel hale getirilmeye çalışılan kavramlar vardır. Kamusal alan da bunlardan biri.
Kamusal alan kavramı nasıl tanımlanabilir? Kavramla ilgili tartışmalar nelerdir? Günümüzdeki soru... more Kamusal alan kavramı nasıl tanımlanabilir?
Kavramla ilgili tartışmalar nelerdir?
Günümüzdeki sorunlar açısından kamusal alan nasıl ele alınabilir?
161 views
Bu yazı, uzun bir süredir merakımı cezbeden ve aslını görme şansım olmadığı halde fotoğraflarını ... more Bu yazı, uzun bir süredir merakımı cezbeden ve aslını görme şansım olmadığı halde fotoğraflarını seyretmekten büyük zevk aldığım Osman Hamdi Bey’in Genesis (Yaratılış) tablosu üzerine amatörce bir denemedir. Tablo, zihnimin hep bir köşesinde olduğu için, bir çalışma vesilesiyle yaptığım okumalar ile tablodaki unsurlar birbiriyle kendiliğinden ilişkilendi. Yani bu yazı, amaçlanmış olmaktan çok tesadüfî kesişmelerin bir sonucudur.
Demokrasi: Kavram, Kurum, Süreç (der. Menderes Çınar), İletişim Yayınları, 2023
Hakikat Sonrası: Siyaset, Felsefe, Medya, Uluslararası İlişkiler (der. Bülent Özçelik), Ankara: Nika Yayınevi, s. 13-30, 2021
Hakikat, Retorik ve Siyaset, Oxford Sözlüğü'nün 2016'da "hakikat sonrası"nı yılın kelimesi seçmes... more Hakikat, Retorik ve Siyaset, Oxford Sözlüğü'nün 2016'da "hakikat sonrası"nı yılın kelimesi seçmesinden sonra yoğun bir biçimde siyaset ve hakikat arasındaki uyuşmazlık sorununa parmak basmaya çalışıyoruz. Bu yeni bir sorun değil; yalan ve aldatma ile bir arada düşünülen siyasetin hakikatle uyuşmazlığı...
HAKİKAT SONRASI (der. Bülent Özçelik)
Monthly Review Türkiye, 2018
On dokuzuncu yüzyıl, her çağ gibi içinde çatışmacı eğilimleri barındırır. Bir yandan bilim ve tek... more On dokuzuncu yüzyıl, her çağ gibi içinde çatışmacı eğilimleri barındırır. Bir yandan bilim ve teknolojide yaşanan müthiş gelişme, pozitivist düşüncenin doğuşu ve ilerleme düşüncesine eşlik eden akılcılık, öte yandan yeni bir din ve ahlak meselesi. Yüzyılın büyük çatışmalarının üstesinden gelinmesi, özellikle de şehre akan köylülerden, proleterlerden, mülksüzleşen zanaatkarlardan oluşan "tehlikeli sınıfların" ılımlaştırılarak düzene entegre edilmesi, pozitivist ve muhafazakâr düşünürlerin kucaklarında bulduğu bir sorun olur. Düzen ve ilerlemenin birlikte gerçekleştirilmesi için pozitif bilimlerin oynadığı rol sınırlıdır. August Comte bir "insanlık dini" önerir, Durkheim ise "seküler yeni bir din"den söz eder. Fransız Devrimi'nin yarattığı hızlı değişime ve alt üst oluşa kuşkuyla bakan düşünürler, dinin "eski rejim"de yerine getirdiği ideolojik işlevin ortadan kalktığını görüyor ve toplumu bir arada tutacak yeni bir ahlakın, seküler bir toplumsal normun gerekliliğine vurgu yapıyorlardı. Devrim rüzgârından etkilenen ama feodal ilişkilerin ve monarşinin ağırlığını koruduğu Almanya'da ise, din konusu siyasi tartışmalarla bambaşka bir ilişkiye giriyor, siyasi eleştiri din eleştirisi yoluyla yapılıyordu. Almanya'daki muhafazakârlığın düşünsel taşıyıcılarından biri haline gelen sağ Hegelci yoruma meydan okuyan ve ilerici fikirleri savunan Genç Hegelciler, baskıcı siyasi otoriteye yönelttikleri muhalefeti din eleştirisi yoluyla yapıyorlardı.1 Felsefeye gönül vermiş bir genç olan Marx'ın düşünceleri Almanya'nın siyasi koşulları ve Genç Hegelciler'in etkisi ile biçimlenir. Ancak bu etkilenme, Marx'ın tüm düşünsel yaşamında olduğu gibi sadece belli bir döneme aittir. Din tartışmaları, Hegel'den ve yakın olduğu Sol Hegelci çevreden kopmasının bir aracı olur. Marx, felsefe yoluyla din eleştirisinin zemin hazırladığı keskin eleştirel tutumu daha ileri bir noktaya taşır; Genç Hegelciler'i eleştirerek felsefe ile bağını koparır. Bu nedenle Almanya'da din eleştirisi onun düşünsel serüveninin en önemli kayma noktalarından birisi haline gelir; yeni bir kavrayışa ve yeni bir yönteme geçiş için son derece elverişli düşünsel malzemeler sağlar. Marx, felsefe ile dinin eleştirisine yönelir, bu eleştiri Paris'e uzanan yolculuğunda felsefenin eleştirisi halini alacak, Paris'teki yıllarından sonra ise kendisine yeni bir rota, ekonomi politiğin eleştirisine giden bir yol seçecektir.
Siyaset üzerine düşünmenin başladığı dönemden itibaren; yani Antik Yunan düşüncesindeki siyaset f... more Siyaset üzerine düşünmenin başladığı dönemden itibaren; yani Antik Yunan düşüncesindeki siyaset felsefesinden beri üzerine en çok düşünülen konulardan biridir, siyasal rejimleri ve rejimdeki yozlaşmaları nasıl anlayacağımız ve bunun nasıl önüne geçilebileceği sorunu. Platon'dan itibaren rejimleri tanımlama, ortaya çıkma ve bozulma nedenlerini ortaya koymaya yönelik incelikle işlenmiş geniş bir düşünce mirası bulunuyor. Cumhuriyetçi gelenek, bu mirasın ağırlıklı bir kısmını sırtında taşıyor. Antik kökenlerinden başlayarak Machiavelli ve Madison'a kadar uzanan geniş bir tarihsel kapsam içinde, cumhuriyetçilik, yurttaşlık erdemi, siyasal katılım, siyasal yozlaşma, hukukun üstünlüğü gibi temalar etrafında dönerek "karma yönetim" düşüncesi üzerinde düğümleniyor.
KAMUSALLIK VE SİVİL TOPLUM ARASINDA CUMHURİYET Cumhuriyet, sivil toplum ve kamusal alan gibi sayı... more KAMUSALLIK VE SİVİL TOPLUM ARASINDA CUMHURİYET Cumhuriyet, sivil toplum ve kamusal alan gibi sayısız tartışmanın ve farklı yorumların söz konusu olduğu kavramlar hakkında bir değerlendirme yapmak ve hatta bu kavramları Türkiye'de Cumhuriyet tarihi ile ilişkilendirmek son derece zorlayıcı bir düşünsel çalışmayı önümüze koyuyor. Böyle zorlu bir çalışmayı gerçekleştirme iddiası içinde olmaksızın, tartışmalı noktaları belirlemek ve üzerine sorgulamalar yapılabilecek bazı saptamalar sunmak istiyorum. Kavramların kendi başlarına sunduğu zorlukla bir ölçüde başa çıkabilmek için cumhuriyet kavramı etrafında örülmüş bir sunumu deneyeceğim. Cumhuriyet kavramı ile başlarken, sosyal bilim metodolojisinde artık apaçık bir gerçek haline gelmiş olan bir noktayı belirtmek isterim: Belli bir zaman içinde farklı yaklaşımların sunduğu farklı tanımlar mevcut olabildiği gibi [statik çeşitlilik], tarihsel süreç içinde cumhuriyet yönetimi ve uygulamalarının pek çok farklı örneğine de rastlarız [dinamik çeşitlilik]. Bu çeşitlilik, diğer kavramlarda olduğu gibi, cumhuriyet kavramında da ortak bir tanıma varmada en belirgin engellerden biri olarak duruyor. Cumhuriyet kavramı söz konusu olduğunda, geçmişin düşünsel mirasından ve tarihsel deneyimlerinden yararlandığımız gibi içinde yaşadığımız dönemde cumhuriyet fikri üzerine geliştirilmiş son derece geniş bir incelemeler bütünü de yolumuza ışık tutacaktır. Tarihsel ya da ampirik gerçeklik ile kavramsal soyutluk arasında o bitmek bilmez gidiş-geliş, her kavram için olduğu kadar cumhuriyet için de geçerlidir.
Economic Transitions to Neoliberalism in Middle-income Countries: Policy Dilemmas, Economic Crises, Forms of Resistance. (ed. A. Saad-Filho ve G. Yalman), Routledge, 2010, s. 90-105.
The occupation of Iraq by the US is a striking example of the relationship between war and politi... more The occupation of Iraq by the US is a striking example of the relationship between war and politics, as it demonstrates that war has become a key mechanism for the expansion of neoliberal policies and financialisation. During the Clinton administration, many indirect military interventions have been legitimated by the strategy called ‘humanitarian intervention’. The Bush administration planned a new national security strategy which included a doctrine of ‘preemptive war’ against ‘terrorist and hostile states’. This strategy paved the way to the occupation of Afghanistan and Iraq. It is obvious that, as a strategy ‘preemptive war’ shifted the US foreign policy toward a more aggressive stance.
From a critical point of view, it is possible to claim that by this strategy the US aims not only to access but also to control the energy resources; that is, the control of the direction of pipelines and production. At the same time, preemptive war is a strategic element of the general policy of expansion of corporate capitalism to regions and countries in which neoliberal policies yet to be implemented. In the case of the invasion of Iraq, the war became an instrument of toppling Saddam’s interventionist state and implementing neoliberal economic policies. The new economic agenda and new economic laws (especially the Iraqi oil law) paved the way for privatisation of Iraqi oil and opened the market for foreign oil companies. This chapter examines the relationship between the expansion of neoliberal globalisation policies and the strategy of preemptive war by focusing on the implementation of radical liberalisation policies and realisation of sweeping advantages of multinational corporations in Iraq after the invasion.
Batı'da bir düşünce geleneği olarak liberal demokrasinin içinden doğan çoğulculuk, ilk ortaya çık... more Batı'da bir düşünce geleneği olarak liberal demokrasinin içinden doğan çoğulculuk, ilk ortaya çıktığından bu yana değişikliğe uğrasa da güncelliğini korumaktadır. Çoğulculuğu siyasal düşünce geleneği olarak ele aldığımızda, liberal demokrasinin geçtiği evrelere bağlı olarak, çoğulculuğun da temel önermelerini koruyarak farklılaştığını görebiliyoruz.
Aristoteles, Plybios ve Machiavelli'den hareket ederek siyasal yozlaşma temasını tartışan makale,... more Aristoteles, Plybios ve Machiavelli'den hareket ederek siyasal yozlaşma temasını tartışan makale, kapitalizm ve faşizm üzerine bazı değinmeler ile sonlanıyor. Bu çalışma, düşünce tarihi içinde siyasal yozlaşmanın önlenmesi için ne tür çözüm önerileri geliştirildiğine dair bir sorunun /sorgulamanın ürünü sayılabilir.
T he last decade has witnessed a tendency for the right to use violence to be handed into private... more T he last decade has witnessed a tendency for the right to use violence to be handed into private hands. A huge private military industry is emerging which, as well as having serious eff ff ff ff ffects on our daily life, exerts an destructive infl fl fl fl fluence on the state and established institutions, and on the way the law is commonly understood. The main reason for this development, which will have certain political, military and legal eff ff ff ff ffects on the structure of all countries whether developed or under-developed, has been the presentation of new opportunities for colonialism. In this article, the main focus will be on private military companies, which play a crucial role in the violent policies of colonialism, as well as in recent wars. What are the advantages to colonialist powers of using these companies, whether external to or 'attached' to national armies; and why are they needed now more than they were previously?
Henüz geçeceği patikaları bilmediğimiz XXI. yüzyılın başlarındaki iki gelişme, 2007-2008 ekonomik... more Henüz geçeceği patikaları bilmediğimiz XXI. yüzyılın başlarındaki iki gelişme, 2007-2008 ekonomik krizi ile 2011 isyanları ve protestolar sağanağı, şimdiden yüzyıl tarihinin iki temel dönemeci gibi duruyor. Her ne kadar ikincisi, birincisine bir tepki olarak yorumlansa da iki gelişme de küreselleşmeci ya da yeni liberal politikaların son demlerini yaşadıklarına dair bir öngörü doğuruyor. Dünya çapında bir ideoloji ve hatta bir yaşam tarzına dönüştürülmeye çalışılan liberalizm eskisi ve yenisiyle bir meşruiyet sorunu yaşıyor şimdi. 80'ler ve 90'lar, "Başka Bir Alternatif Yok" [TINA] şiarı ya da F. Fukuyama'nın "İdeolojiler öldü" tezi ile siyasal sloganlar tarihine yenilerini armağan etmişti oysa. Ancak önce ekonomik kriz, ardından 82 ülke 155 şehirde birbiri ardına patlak veren protestolar, bir şeyin başlangıcının ve sonunun bazı siyasi kadrolar, uluslararası güçte sermayedarlar ya da teknokratlarca kolay kolay ilan edilemeyeceğini gösterdi. ABD ve Avrupa'da zincirleme tepkime gibi birbiri ardı sıra gerçekleştirilen ve genel olarak Occupy (İşgal Et) şeklinde adlandırılan eylemler, tam da alternatifi olmadığı iddia edilen bir sisteme ve ideolojiye duyulan derin bir rahatsızlığı ve öfkeyi dışa vuruyordu. 15 Mayıs 2011'de Madrid ve Barcelona'da Öfkeliler (Indignados) hareketi (ya da diğer adıyla 15-M hareketi) ile başlayan ardından Yunanistan, Portekiz, İngiltere, İsrail ve ABD'ye yayılan mücadeleler. 1 Farklı isteklerin, çıkarların, dünya görüşlerinin, yaşam tarzlarının, yaş gruplarının biriktiği, bir araya toplandığı bu hareketler, yeni politik eylem biçimlerine ilişkin öngörülerimizi güçlendirecek pek çok ipucu taşıyor. Aynı zamanda pek çok soruyu da gündeme getiriyor: Geniş kitle tabanına dayanan parti ve sendikalardan kopuk, onların etkisi dışında şekillenen bir mücadele ağı gittikçe gelişiyor ve yerleşiyor mu? Yeni mücadele ve protesto biçimlerinin içerdiği sınıfsal kesim nedir ve hangi yaş gruplarının ağırlığı kendisini gösteriyor? Farklı istemler söz konusu olmakla birlikte, bu farklılıkların toplandığı "ortak" bir istemler dizisinden söz etmek mümkün mü? Kapitalizme ve liberal sisteme karşı nasıl bir tavır geliştiriliyor; sadece eleştiriyle yetinen reformcu bir tavır mı yoksa dönüştürmeyi hedefleyen daha radikal bir tavır mı? Bu hareketlerin metropollerde, özellikle şehir meydanlarında gerçekleştiğine dair bir genelleme yapmak mümkün olabilir mi? Eylemlerin kalıcılığı ve etkisi değerlendirilirken, örgütlenme ve politik liderlik sorunu için yeni bir tartışma açılabilir mi?
Antik çağdan beri siyaset felsefesinin en değerli ve en tartışmalı kavramlarından biri olan ortak... more Antik çağdan beri siyaset felsefesinin en değerli ve en tartışmalı kavramlarından biri olan ortak iyilik ya da kamu yararının 1 , bugün gen ve bilişim teknolojilerindeki baş döndürücü değişime tanıklık eden, küresel ısınma, çevre kirliliği, nükleer silahlanma gibi kozmopolit sorunlarla kuşatılmış, gittikçe toplumsal ve siyasal sorunlara ilgisizleşen insan için anlamı nedir ya da ne olmalıdır?
Her bilimsel disiplinde olduğu gibi, siyaset biliminde de bazı kavramlar zaman zaman öne çıkar, d... more Her bilimsel disiplinde olduğu gibi, siyaset biliminde de bazı kavramlar zaman zaman öne çıkar, daha yaygın kullanılır ve çalışmalarda başat hale gelirler. İnsanlar siyaset üzerine düşünmeye başlayalı beri, belli dönemlerde üretilen ya da yeniden biçimlendirilen, belli dönemlerde ise geri çekilen ya da unutulan, sonra yeniden hatırlanan ve günün sorunlarına çareler üretmek için işlevsel hale getirilmeye çalışılan kavramlar vardır. Kamusal alan da bunlardan biri.
Soğuk savaşın ardından, "yeni dünya düzeni" olarak adlandırılan dönem, hegomonik bir güç olarak b... more Soğuk savaşın ardından, "yeni dünya düzeni" olarak adlandırılan dönem, hegomonik bir güç olarak beliren ABD'nin "büyük vaadi" ile başladı: "Demokrasiyi dünyada yaygınlaştırmak". Bu "büyük" vaad, yoksulluk, adaletsizlik ve şiddet dolu bir dünyayı kurmak biçiminde gerçekleşti ve iki "siyasi/askeri" araca dayandı: İnsani müdahale ve yönetişim.
GİRİŞ 2008 Nisan'ın ortalarında, gıda fiyatlarının hızla arttığı günlerde, Dünya Bankası Başkanı ... more GİRİŞ 2008 Nisan'ın ortalarında, gıda fiyatlarının hızla arttığı günlerde, Dünya Bankası Başkanı Robert Zoellick bir elinde pirinç torbası diğer elinde ekmekle gazetelerde boy gösteriyor ve hükümetlere uyarılar yolluyordu. Dünyanın pek çok ülkesinde açlık tehdidi insanları sokağa dökmüştü; Haiti'deki ayaklanmalar ve yağmalar hükümetin ancak ölümle sonuçlanan önlemleriyle bastırılmıştı. Gıda ve enerji fiyatlarındaki hızlı artış Mısır'da, Endonezya'da, Bangladeş'te, Etiyopya'da ve Filipinler'de ayaklanmalara neden olmuştu. Zoellick, Haziran 2008'de düzenlenecek olan G-8 toplantısını beklemenin bile hata olacağını, son üç yılda gıda fiyatlarının ikiye katlandığını ve geliri düşük ülkelerde 100 milyon insanın açlıkla karşılaşacağını söylüyor, Haiti'ye gıda programı dâhilinde ek olarak 10 milyon dolar yardım bağışlandığını belirtiyordu (Milliyet, 15 Nisan 2008, Cumhuriyet, 15 Nisan 2008). Yaşanan trajedi, açlık, aslında beklenmedik bir şey değildi. Bunca yıldır Dünya Bankası ve diğer uluslar arası finans kuruluşları, yiyecek başta olmak üzere insanların sağlık ve eğitim gibi temel gereksinmelerinin sağlanmasını piyasanın vahşi kurallarına ve uluslar arası şirketlerin spekülasyonlarına terk edilmesi gerektiğini ısrarla savunmamışlar mıydı? Onlar değil miydi, "serbest pazar"ın insanlığa tatmadığı mutluluklar yaşatacağını ve özgürlük yolunu açacağını söyleyenler? İmzalanan onca serbest ticaret anlaşmasıyla, kendi yağı ile kavrulan ülkeler, Batının büyük uluslar arası şirketlerinin genetiği ile oynanmış gıda ürünlerine bağımlı hale getirilirken, Dünya Bankası alkış tutmamış mıydı? Çok değil, kısa bir süre önce, Banka, yoksulluk rakamlarını güncelliyor ve yoksulların sayısının öngörülenden çok daha fazla olduğunu açıklıyordu. 2005'te, sadece gelişmekte olan ülkelerde yoksulların sayısı (1.25 doların altında günlük gelirleri olanlar) 1.4. milyarı buluyor; yani 4 insandan biri yoksul. Bu Dünya Bankası için beklenmeyen bir rakam; çünkü 1990 yılında yapılan tahminler, yoksul sayısının 2005'te bu rakamdan 400 milyon daha az olacağı üzerineydi. 1 Birleşmiş Milletler Dünya Gıda Programı'nın verilerine göre ise, dünyada açlık sorunu çeken 2 milyar insan bulunuyor; bu sayının % 90'ı kronik açlık çekiyor; çocuk ölümlerinin % 58'i beslenme yetersizliği yüzünden. Üstelik yetersiz beslenen 5 yaşın 1 Dünya Bankası'nın internet sayfasında, 28 Ağustos 2008 tarihi taşıyan güncellemeye dayanıyor bu rakamlar. Bkz "World Bank Updates Poverty Estimates for the Developing World", http://econ.worldbank.org/WBSITE/EXTERNAL/EXTDEC/EXTRESEARCH (Erişim tarihi, 1 Eylül 2008)
Yazı dizisindeki hayali adada geçen olayları bir gazetecinin ağzıyla anlatır Arcayürek. Gazeteci ... more Yazı dizisindeki hayali adada geçen olayları bir gazetecinin ağzıyla anlatır Arcayürek. Gazeteci adadan ayrılırken son düşüncesinin ne olduğu sorusuna Arcayürek şöyle yanıt verir: "Bu son diktamen de başımıza geldi ama… Bu da gün gelecek gidecek! O gün, ben kitapta ada diyorum siz Türkiye diyebilirsiniz; bu ülke yine bizim, özgür ve gerçek ileri demokrat olacak!" FİLİZ ZABCI Coup d'état'ya ilk kez Cüneyt Arcayürek'in Cumhuriyet gazetesinde 1985 yılında yayımlanan bir yazı dizisinde rastlamıştım. 1980 darbesinden bir yıl sonra üniversiteye başlamıştım. Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde aldığımız derslerin de etkisiyle, son sınıfa geldiğimizde, içinden geçtiğimiz siyasi süreçleri artık belli kavramlarla birlikte anlamaya, çözümlemeye çalışıyorduk. Mesela askeri darbeler ile faşizm arasındaki farkı ya da benzerliği tartışıp duruyorduk. Fransızcada "darbe" anlamına gelen coup d'état sözcüğünü yazı dizisinin başlığı yapan Arcayürek ise siyasi bir çözümleme derdi olmadan hayali bir adada gerçekleşen "hayali bir darbe"yi anlatıyordu. Bu yazı dizisi, 12 Eylül darbesine karşı yazılmış en etkili eserlerden birisiydi ("Eser" diyorum çünkü daha sonra roman olarak yayımlandı ve bir seri olarak ikinci, üçüncü kitapları da çıktı). Bu kitaplarında yazar, Türkiye'deki siyasi durumu büyük bir beceri ile hicvediyordu. Şu son beş gündür yaşadıklarımız artık bir hiciv malzemesi olamayacak kadar "absürt" geliyor insana. 104 Amiral'in, Türkiye'nin uluslararası plandaki çıkarlarını ve laiklik ilkesini korumak adına kaygılarını dile getirdikleri imza metni hakkında kopan gürültüden söz ediyorum. Metinde "buram buram darbe iması" olduğu yönünde üst düzeyden açıklamalar gelmekte gecikmedi ve arkasından hızlı soruşturmalar, Ergenekon-Balyoz Davaları'nı anımsatacak şekilde sabahın erken saatinde eve baskınlar ve gözaltılar… Ve evet bir de devletin üst düzey görevlilerinden amirallere
Eğer insan, düşünen ve konuşan bir varlık olarak, düşüncelerini ifade edemiyorsa, insanı insan ya... more Eğer insan, düşünen ve konuşan bir varlık olarak, düşüncelerini ifade edemiyorsa, insanı insan yapan, insanın doğasına özgü en temel nitelik bastırılmış demektir. İnsandan koparılamayacak bu niteliğin yok edilmeye çalışılması, insanın ortadan kaldırılması anlamına gelir.
Bir ülkenin yöneticilerinin konuşmalarında nasıl bir dil kullandıkları o ülkenin siyasi kültürü h... more Bir ülkenin yöneticilerinin konuşmalarında nasıl bir dil kullandıkları o ülkenin siyasi kültürü hakkında bilgi verebilir. Aynı zamanda siyasi liderlerin ya da genel olarak siyasetçilerin sözcük seçimi, onların nasıl bir siyasi yaklaşıma sahip olduklarının bir göstergesidir. Sözgelimi, eğer bir yönetici "benim vatandaşım", "benim bakanım" gibi sözcükler kullanarak yurttaşları ve kurumları kendine ait gibi gösteriyorsa ya da düpedüz böyle görüyorsa, onun, demokratik hukuk devleti düşüncesine uzak olduğunu düşünebiliriz kolaylıkla. Beslendiği siyasi kültür de kişisel, duygusal ve cemaatçi bağların belirleyici olduğu "geleneksel" bir kültürdür. Oysa bırakalım demokratik devleti, "modern" devlet dahi kişisel bağlardan sıyrılmış bir yapıdır. Modern devlet, "kamusal" bir otoritedir. Bu anlamda kamusallık, yönetimin kişisellikten uzaklaşmasını ifade eder. Devletin yönetiminde bulunan kişiler ile devletin kurumları özdeş değildir. Bunu biz siyasi söz dağarcığımızda yer alan iki sözcük ile çok güzel anlatırız: "Hükümet" ile "devlet". Hükümetler geçicidir, devlet ise kurumsal olduğu için kalıcıdır. Devletin varlığı, bir hükümetin, bir "kişi"nin ya da bir "parti"nin varlığına ve geleceğine bağlı değildir. Bunu devletin modern egemenlik kavramının ilk geliştiği ülkelerden biri olan Fransa'da kısaca şöyle ifade etmişlerdi: "Kral Öldü, Yaşasın Kral". Krallar gelir geçer,
Cumhuriyetin, halkçı-kamucu-dayanışmacı politikalar ile güçlendirilmesinde sorunlar yaşadığımızı ... more Cumhuriyetin, halkçı-kamucu-dayanışmacı politikalar ile güçlendirilmesinde sorunlar yaşadığımızı kendimize itiraf etmeliyiz. Neoliberal politikalara karşı durmanın bir yolu da, cumhuriyetin kamusal yarar ve ortak iyi gibi değerlerinin yeniden diriltilmesi ve öğretilmesinden geçiyor. Filiz Zabcı Bazı sosyal bilimciler bir yandan kapitalizmin "ruh"undan söz ederler, bir yandan da kapitalizmin, ruha ilişkin değerlerin ve dünyanın büyüsünün yittiği bir sosyal-ekonomik yapıyı içerdiğini dile getirirler. Zaten "ruh" derken, metafizik bir anlam yüklemekten çok, bir şeyin temel yapısını, mahiyetini anlatmak isterler. Aslında, Antik dünyada da "ruh"un bu türden bir kullanımına rastlıyoruz. Tamamen akıl yürütmeye ve gözleme dayalı siyasal rejimlere ilişkin tanımlama ve sınıflandırmalarda dahi bunu görebiliyoruz. Her siyasal rejimin kendine özgü bir karakteri, yapısı, ruhu (ethos) vardır. Ruh ya da ethos, inançlardan, ahlaki değer ve davranışlardan, alışkanlıklardan oluşan bir yapıya karşılık gelir. Bir bakıma kültür olarak düşünebiliriz onu. On sekizinci yüzyılda, yine oldukça eski bir düşünsel geleneğin devamı olarak siyasal rejim sınıflandırmalarına başvurur siyaset felsefecileri. Bunlardan biri Montesquieu'dür ve yaptığı üçlü sınıflandırmada her siyasal rejimin bir ilkesi (ruhu) olduğundan söz eder. Siyasal rejimlerden biri olan Cumhuriyetin dayandığı temel ilke erdemdir. Montesquieu, cumhuriyetin en iyi yönetim biçimi olduğunu düşünür. Düşünürün yaptığı siyasal rejim sınıflandırmasında dikkat çeken nokta, cumhuriyet ile
Türkiye bir süredir "hukuk devleti" değil "yasa devleti" olarak yönetilmektedir. Yapılan yasalard... more Türkiye bir süredir "hukuk devleti" değil "yasa devleti" olarak yönetilmektedir. Yapılan yasalarda ve yasa değişikliklerinde temel-evrensel hukuk normları gözetilmediği gibi, iktidardakiler "kendi yasa anlayışları" içinde yaptıkları yasalara dahi kendilerini bağlı görmemektedirler, bırakın Anayasa Mahkemesi kararlarını.
Kötülüğün sonu gelmiyor. Zaten kötülüğün sona erdirilebileceği gibi bir düşünce, insanın en temel... more Kötülüğün sonu gelmiyor. Zaten kötülüğün sona erdirilebileceği gibi bir düşünce, insanın en temel düşünme kalıpları ve yöntemlerine aykırı bir durum değil midir? Kötü yoksa iyi de yoktur. Tıpkı aydınlığın karanlık olmadan olamayacağı gibi. O halde bu, insanın başlangıçtan beri yüz yüze olduğu ortadan kaldıramayacağı, kendisini aşan bir gerçeklik olamaz mı?
Dinsel hoşgörünün gerçekleşmesi, dinsel alanda siyasal bir zorun bulunmamasına bağlıdır. Devlet, ... more Dinsel hoşgörünün gerçekleşmesi, dinsel alanda siyasal bir zorun bulunmamasına bağlıdır. Devlet, insanların düşüncelerine müdahale edemeyeceği gibi, onların inançlarına ve ibadet biçimlerine de karışamaz. Hakikat, siyasal zorun ya da devletin tekelinde değildir. Hakikati yaratan siyasal zor olamaz. Doğru dinin olduğu kadar, doğru yaşamın ne olduğuna da dinsel kurumlar ya da devlet karar veremez.
Öngörülerden üzerinde durulmayı en fazla hak edenlerden biri olan kapitalizmin "çökeceğine" dair ... more Öngörülerden üzerinde durulmayı en fazla hak edenlerden biri olan kapitalizmin "çökeceğine" dair düşünceyi ele alalım. Hatta bu, bazıları için bir öngörü olmaktan çıkmış, neredeyse bir kehanete dönüşmüş durumda. Bir "çöküş" beklentisi, kendisini şu ya da bu şekilde var ediyor şimdilerde.
Koronavirüsün yarattığı bu yeni durumun bir kriz anına; yani bir yol ayrımına ve sonrasında keski... more Koronavirüsün yarattığı bu yeni durumun bir kriz anına; yani bir yol ayrımına ve sonrasında keskin bir dönüşümü haber veren belirleyici bir ana denk gelip gelmediğini önümüzdeki dönemde göreceğiz. Ancak sağlık sistemindeki bu kâr ve piyasa mantığının insanlığın ne denli zararına olduğu, kolektif belleğimizde kuşku bırakmayacak bir biçimde "kalıcı" olarak yer alacaktır.
Anayasaların ruhu vardır ve toplumların değerleri, gelenekleri, örf ve adetleri, yaşayış tarzları... more Anayasaların ruhu vardır ve toplumların değerleri, gelenekleri, örf ve adetleri, yaşayış tarzları, alışkanlıkları bu ruhun kaynağını oluşturur. Siyasal rejimlerin ya da anayasaların ilkeleri toplumun kültürel dokusuna göre biçimlenir. Siyasal-hukuksal yapı ile toplumsal-kültürel yapı arasındaki bağı ortaya koymadıkça anayasaların (siyasal rejimlerin) biçimlerini anlamak ve açıklamak mümkün değildir. Çok basitçe ifade ettiğim bu düşünceyi geliştiren Montesquieu (on sekizinci yüzyıl), siyasal rejimler ile içinden doğdukları toplumsal-kültürel yapı hakkındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalışmıştı. Çalışmalarının ulaştığı sonuçlardan biri, doğu toplumlarında despotik rejimlerin bulunduğu ve bu rejimlerin " korku " ya dayandığıydı. Ona göre, bu toplumlarda sadece yönetici (despot) özgürdü, diğerlerinin köleden farkı yoktu. Montesquieu, doğu toplumlarını bir ayna gibi kullanarak on sekizinci yüzyılda Fransa'daki mutlakıyetçi anlayışı, sınırsız ve keyfi iktidarı eleştiriyor, güçler ayrımının özgürlük için vazgeçilmezliğini vurguluyordu. Ama ne Doğu'ya gitmişti ne de nesnel bir gözle o coğrafyayı inceleme imkânı vardı. Bir açıdan haklıydı, Türk-İslam siyaset geleneğinde, tebaanın (ya da reayanın) özgürlüğü gibi bir sorunun başat bir yeri olduğunu söylemek herhalde mümkün değil. Bir yönetimin ya da yöneticinin adil olması, halkın özgür olması koşuluna bağlı değildir. Adalet daha çok, halkın karnını doyurmak; orduyu beslemesi için çalışmasını ve vergi ödemesini mümkün kılan " güvenli " bir yaşamı ona bahşetmekti. Bu gelenekte, mutlakıyetçi bir devlet anlayışı ile adalet kavramı iç içe geçer. Sadece bundan ibaret değildi ama. Örneğin Kâbusname'de adalet, beyliğin sözüne sadık olması, meşru olmayan işlerden sakınması, aceleciliği terk etmesiydi. Nizâmülmülk'ün Siyasetname'sinde adalet, hükümdarın hilm (yumuşaklık), af ve tevazu sahibi olması; mülkün ve devletin sarsılmaması için akıl ve tecrübe sahiplerine danışmasıydı. Yusuf Has Hacip'in Kutadgu Bilig'inde adalet, hükümdarın; açgözlü, yalancı, zalim, kibirli ve mağrur olmaması, acelecilikten ve hiddetten uzak durmasıydı. İşleri doğruluk ile halletmesi, üçayak üzerinde duran tahtı bir tarafa eğmemesi, halkın tümünü gözetmesiydi. Devletin adil olması ile yöneticinin adil olması arasında doğrudan bir ilişki öngörülmüştü. Devletin kalıcı olması için adil olması, adil olması için de yöneticilerin adil olmaya yöneltilmesi gerekirdi. Yöneticinin kişiliğinde, hal ve tavırlarında, insafında ve erdeminde cisimleşen bir adaletti bu. Bugün iktidar ve toplum olarak bizim adaletten anladığımız nedir acaba?
Türkiye'de siyasal rejim üzerine tartışmalar ve düşünsel üretim hız kazanmış durumda. Faşizm üzer... more Türkiye'de siyasal rejim üzerine tartışmalar ve düşünsel üretim hız kazanmış durumda. Faşizm üzerine çeviriler yapılıyor, makaleler yazılıyor; otoriteryanizm, Bonapartizm, diktatörlük, yarışmacı otoriterlik vb. kavramlar daha fazla siyasi dil dağarcığımız içinde yer buluyor ve analitik araçlar olarak değer kazanıyor.
Gittikçe güvencesizleştiğimiz ve güvensizleştiğimiz bir toplumda yaşadığımızı söyleyip duruyoruz ... more Gittikçe güvencesizleştiğimiz ve güvensizleştiğimiz bir toplumda yaşadığımızı söyleyip duruyoruz ya; bilgi de bu güven erozyonunun dışında kalmış değil. Sosyal medya başka bir iletişim aracı ile yakalayamayacağımız bilgi ve haberleri elimizin altında bulmamızı sağlıyor; ama öte yandan büyük bir bilgi bombardımanı ve kirliliği ile yüzleşmek durumunda kalıyoruz. Irak ve Afganistan işgalleriyle gündeme gelen özel askeri şirketler içinde en fazla vukuatı olan ve bu yüzden de üzerine en fazla konuşulan Blackwater bu bilgi kirliliğine tipik bir örnek. Şirket ile ilgili bir internet araştırması yapmaya kalktığınızda, neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar veremeyeceğiniz bir dizi haber ve yalanlama ile karşılaşıyorsunuz. İnsanı epeyce bir heyecana sürükleyen ve "Gizli ve karanlık işlerin parlak örneklerinden biri daha!"diye düşünmeye iten bir haber buluveriyorsunuz. Sonra daha ayrıntılı bir inceleme yapmaya karar verdiğinizde, bu haberi yalanlayan başka haber ve yazılar karşınıza çıkıyor. Ve en önemlisi, internetteki bilgi kirliliğinden bağımsız olarak, şirketi "aklama" ve meşru kılma" niyetiyle, bizzat şirket tarafından bazı bilgilerin bir sır gibi saklandığına, hatta hafıza silme operasyonu gerçekleştirmek için ad değiştirme gibi kurnazca tekniklere başvurulduğuna tanık olabiliyorsunuz.
Irvin Yalom’un Türkçe’ye çevrilen kitabı, Spinoza Problemi (İngilizce baskısı 2012), baskı rejiml... more Irvin Yalom’un Türkçe’ye çevrilen kitabı, Spinoza Problemi (İngilizce baskısı 2012), baskı rejimleri, faşizan yönetimler, totaliter devletler olduğu sürece güncelliğini ve önemini yitirmeyecek sorular ile bizi karşı karşıya bırakıyor: “Irkçı ve baskıcı düşünceler nasıl bir kişilik yapısı içinde serpilip gelişir? Böyle bir kişiliğin iç dünyası nasıl biçimlenir? Ne tür düşünsel ve duygusal arka plan bu düşüncelerin gelişimi için uygun bir zemin sağlar?” Bu çok çarpıcı ve kitabın sonuna kadar işlenmiş soruların bir başka soru ile birleştirildiğini görüyoruz: “Özgür ve bağımsız düşünce nasıl bir kişilik yapısının ürünüdür ya da özgür düşüncenin içinde beslenip gelişeceği özel bir düşünce ve duygu bileşiminden söz edebilir miyiz?”
Kapitalizm içindeki genel eğilimlerin iyi analiz edilmeli. Ekonomik sistem içindeki güç merkezler... more Kapitalizm içindeki genel eğilimlerin iyi analiz edilmeli. Ekonomik sistem içindeki güç merkezlerindeki kayma, sınıfsal değişimler, liberal demokrasinin krizi ve doğanın tahribatına kadar pek çok konu hakkında bilgi sahibi olmadan sol bir program hazırlanması imkânsız. BİRGUN.NET 14 Temmuz, 2019 09:39 23 Haziran İstanbul seçimlerinin ardından Türkiye'deki yeni siyasi durumu, toplumun değişim talebini, muhalefetin oluşan bu yeni durumda imkânlarını ve Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ardından Avrupa'daki siyasi durumu Filiz Zabcı ile konuştuk. >>23 Haziran'da yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi, iktidar bloku açısından ciddi bir yenilgi ile sonuçlandı. AKP'nin çoğunluğa dayalı kitle gücünü ilk kez bu denli kesin biçimde kaybettiği bu seçim sonucunu nasıl yorumlarsınız? Başka pek çok açıdan yorumlandı ama ben iki şeyi vurgulayayım, geniş bir yelpazeyi içeren muhalefet cephesinin ihtiyaç duyduğu liderlik ve ülkenin ihtiyaç duyduğu hakemlik. Ekrem İmamoğlu'nun sergilediği liderlik performansı seçim başarısında azımsanmayacak bir rol oynadı. Hitabet yeteneği, mücadele ruhu, insanlarla iletişim kurma ve inandırıcı olma, çalışkanlık gibi özellikleri önemliydi Aslında bunların ötesinde ben bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Liderlik öz-bilinç gerektirir; yani nereden geldiği, ne olduğu ve nereye doğru gittiğine dair bir bilgi ve bu bilginin yönlendirici olduğu bir akıl. İmamoğlu çocukluğundan gençliğe, yetişkinliğinden geleceğine dair bize siyasi reklam amacıyla bir hikâye sunmadı. Kendisi tam da geçmiş yaşantısı ve şu anı ile nerede ve nasıl bir misyon yüklenmiş olduğuna dair bir bilince sahipti ve tüm yaşantısı, tecrübeleri, birikimleri, değerleri, bilgileri ve inançları ile buna hazırlanmış olduğu konusunda çok inandırıcı bir algı yarattı. İmamoğlu'nun kendine biçtiği misyon toplumsal bir yankı buldu. Muhalefet cephesinin ihtiyaç duyduğu bir lider adayına dönüştü.
Türkiye'de yaşanan, bir 'alternatifsizlik' krizidir 11.03.2018 08:42 BİRGÜN PAZAR " Sağ popülist ... more Türkiye'de yaşanan, bir 'alternatifsizlik' krizidir 11.03.2018 08:42 BİRGÜN PAZAR " Sağ popülist partilerin ekonomide korumacılık ile yatırımları canlandırma ve istihdamı artırma vaatleri, işçi sınıfı ve yoksullar için cezbedici. Bu şartlarda, ancak, neoliberal politikalara eleştirel olan ve en önemlisi net bir hedef ve program ortaya koyan sol partiler gerçek bir alternatif olabilir " TWEET PAYLAŞ + Berkant Gültekin berkantgultekin@birgun.net Dünyada yükselen popülizm, son olarak İtalya seçimlerinde de kendisini gösterdi. 'Merkez' partilerin gücünü yitirdiği bir sürecin içinde olduğumuz açık. Neoliberal ekonomi politikalarının yarattığı toplumsal çöküntü ve buna bağlı olarak gelişen tepki, özünde sağ içerikte olsun radikal söylem kullanan siyasi hareketlere ilgiyi artırıyor. Konuyla ilgili olarak görüşlerine başvurduğumuz Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Filiz Zabcı, durumun sınıfsal boyutuna dikkat çekiyor. Türkiye'de de benzer bir durumun yaşandığını işaret eden Zabcı'ya göre, solun toplum gözünde alternatif olabilmesi için, neoliberal politikaları hedef alan bir strateji izlemesi gerekiyor. >>Son birkaç yıldır siyasi popülizm hem dünyanın hem de Türkiye'nin gündeminde. Geçen hafta sonu İtalya'da yapılan parlamento seçimlerinde sağ popülist ittifak, tek başına iktidar kuracak orana ulaşamasa da sandıktan birinci çıktı. Toplam yüzde 37 oy alan sağ ittifak içinde en fazla oyu yüzde 17'yle faşist diye nitelenen Kuzey Ligi adlı oluşum kazandı. Popülizm ve faşizm arasındaki ilişkiyi nasıl açıklarsınız?
Batı demokrasilerinde merkezde yer alan geleneksel siyasal partiler, gittikçe zayıflıyor. Bunun a... more Batı demokrasilerinde merkezde yer alan geleneksel siyasal partiler, gittikçe zayıflıyor. Bunun arkasında özellikle sol ve sosyal demokrat partilerin neoliberal ekonomik politikaları benimsemeleri yatıyor. Radikal bir söylemle yola koyulan hareketlerin içinde türeyebileceği bir siyasal boşluk ortaya çıktı" TW EET PAYLAŞ + YAŞAR AYDIN / yasaraydin@birgun.net Dünyada sağ popülizm yükseliyor. Sağ popülistler iktidara geldikleri ülkelerde ise süratle otoriterleşiyor. Dünyanın birçok yerinde iktidara yürüyen sağ popülizmi besleyen ana etkenler neler? Sağ popülizm halkı nasıl ikna ediyor ve en önemlisi Türkiye'de Erdoğan çizgisi nereye oturuyor? Tüm bu soruları Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden Prof. Dr. Filiz Zabcı ile konuştuk.
Çok az sayıda insanın ölümü, yaşamın anlamı ve değeri üzerine düşünmeye iter. Bunlardan biri Sokr... more Çok az sayıda insanın ölümü, yaşamın anlamı ve değeri üzerine düşünmeye iter. Bunlardan biri Sokrates'in ölümüdür. Edebiyatta ise, Tolstoy'un muhteşem eseri İvan İlyiç'in Ölümü, boşa geçirilmiş bir hayatın en son damlasının ne kadar acı verici olduğu üzerine bir söyleşidir. Tolstoy, ölüm üzerinden yaşam hakkında bir düşünme sürecine davet eder bizi. Alan Parker'in filmi, "David Gale'in Yaşamı" ise, Tostoy'un tersine, Gale'in yaşamından yola çıkarak ölüm üzerine düşünmeye çağrı çıkarıyor. Ölüm cezasına çarpıtılmış bir felsefe profesörünün sorduğu "Nasıl iyi bir ölüm olabilir?" sorusunu, onun yaşamını odağa alarak beyazperdeye yansıtıyor. Aslında Tostoy ya da Parker, her ikisi de yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide nefes alıp veren karakterleri sahneye çıkararak, "Yaşamın anlamı nedir?" gibi ebedi-ezeli bir soruyu önümüze koyuyorlar. Parker'in filminin katmanlarını birbirinden sıyırarak üçlü bir yoruma gidebiliriz belki. En yüzeyde yer alan katmana, seyircisini yanıltmak istercesine bir sorun iliştiriyor yönetmen: Ölüm cezası karşısında nasıl bir tutum takınmak mümkün olabilir? Ve filmin kurgusu öyle gelişiyor ki, seyirciyi gayret sarf etmesine hiç gerek olmadan şu sonuca ulaştırıveriyor: Ölüm cezası telafi edilemez bir cezadır; bu yüzden de reddedilmesi gerekir. Hazır bir soruya, hazır bir cevap! Değil mi? Ancak sadece bu soru ve yanıt üzerinden işlenen bir eser olarak yorumlarsanız, sıradan bir Holywood ürünü olmaktan öteye geçmeyecektir film. Bu durumda Parker'ın tuzağına düşmüşsünüz demektir! Öyleyse ikinci katmana geçelim ve Gale'in bir felsefe profesörü olmasından yola çıkalım. Filmin başlangıç kısmındaki sahnelerden birini hatırlayalım: Gale, Üniversite'de (ABD'nin en prestijli üniversitelerinden Harvard'da çok yetenekli ve hatta dahi olarak görülen bir profesördür) ders vermektedir. Dersin son dakikalarında Lacan'ın fantezi üzerine düşüncesinden söz eder. "Arzu nesnesi" olarak tanımladığı ve insanların hayatları boyunca ulaşmaya çalıştıkları, bir fantezi olmaktan ötürü değer taşıyan, ulaşıldığı an değerini ve anlamını yitiren, ele geçirilmiş boş bir nesneye dönüşen isteklerimizden söz eder Lacan ve insanların bu istekler peşinde yaşamlarını harcadıklarını belirtir. Oysa, der, Gale, Lacan bize yaşamın anlamının başka bir yerde olduğunu göstermeye çalışır: Hayatını ideallerin uğruna yaşabilmekte ve başka insanlar için bir şeyler yapabilmekte. Gale, öğrencilerine tutkuyla anlattığı Lacan'ın bu düşüncelerini yaşamına geçirmiş bir kişilik olarak çıkar filmin ilerleyen sahnelerinde. Ölüm cezasına karşı hızlı bir muhalefet yürüten DeathWatch'un önemli ve etkili üyelerinden biridir; hatta bu örgütün vitrindeki yüzüdür. Kadın arkadaşı … ile birlikte kamuoyunu bu konuda uyarmak ve etkilemek için canhıraş çalışırlar. Talihsiz bir olay, okuldan atılan öğrencisiyle cinsel ilişkiye girmesi, Gale'in hayatını alt üst eder. Karşımıza, bilgili, ne yaptığını bilen, mücadeleci felsefe profesörü yerine, bir anlık zevk için (Lacan'ın düşüncelerinin tam tersine) iradesini ve tüm hayatını mahkum eden, alkolik,
SEMİNER Konuşmacı: Filiz ZABCI Şöyle bir bölümleme yaptım: Bugünkü sunuş kapsamı içerisinde klasi... more SEMİNER Konuşmacı: Filiz ZABCI
Şöyle bir bölümleme yaptım: Bugünkü sunuş kapsamı içerisinde klasik emperyalizm kuramlarına değineceğim. Yarın da 1945 sonrası dönemin temel tartışmalarına ele alacağım. Bugünkü sunuşun temel çerçevesi daha çok klasik emperyalizm kuramları olacak. Politik bir dile nasıl çevrilebilir bilmiyorum, aslında ağır bir teorik çerçevesi var bu tartışmaların, ama biraz şemalaştırmak tehlikesi söz konusu olsa da, ben bu tartışmaları özet bir biçimde vermeye çalışacağım.
A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü, 1997
Mekân Sempozyumu, Mimarlar Odası Samsun Şubesi, Samsun, 12 Aralık 2019.
Postmodernist düşünceye ve eğilimlere ne kadar karşı olursak olalım, içinden geçtiğimiz dönemde, ... more Postmodernist düşünceye ve eğilimlere ne kadar karşı olursak olalım, içinden geçtiğimiz dönemde, modern dünyanın siyasi, kurumsal ve toplumsal yapısında derin değişimler