Kansu Yıldırım | Ankara University (original) (raw)
Papers by Kansu Yıldırım
Sanayi sektörünün artan enerji ihtiyacını karşılamak üzere oluşturulan politikaların odak noktası... more Sanayi sektörünün artan enerji ihtiyacını karşılamak üzere oluşturulan politikaların odak noktası küresel enerji trendlerine bağımlı. “Sanayide yeşil dönüşüm”, “düşük karbon ekonomisine geçiş”, “sıfır karbon” şeklinde anılan politikalar, uluslararası ölçekte yenilenebilir enerji piyasasının büyüklüğüyle doğru orantılı. Düşük karbonlu yenilenebilir enerji teknolojilerine yapılan küresel yatırımların toplamı 2023 yılında 1,77 trilyon dolara ulaştı.
Küresel kapitalizme her açıdan mutlak biçimde entegre olmuş Türkiye’nin enerji sektörünü ve bununla ilgili kamu politikalarını belirleyen, 2030 yılına kadar yenilenebilir enerjiye yılda 4 ila 6 trilyon dolar arasında yapılması planlanan yatırım pastasıdır.
İstanbul Sanayi Odası’nın “Endüstriyel Yemek Sanayii 2023” raporuna göre Türkiye pazarının potans... more İstanbul Sanayi Odası’nın “Endüstriyel Yemek Sanayii 2023” raporuna göre Türkiye pazarının potansiyel büyüklüğü 7 milyar doların üzerindedir. Sektörde faaliyet gösteren kayıtlı 5 bin 192 şirket ve çok sayıda kayıt dışı şirket, “hazır yemek imalatı”, ikram hizmeti”, “dışarıya yemek sunan diğer işletmeler” olarak üç grupta faaliyet gösteriyor.
Türkiye’de endüstriyel yemek sanayi pazar büyüklüğü potansiyelinin 22,2 milyar TL civarında olduğu tespit edilse de, şu anda sektörün pazar büyüklüğü 4,5 milyar dolar civarındadır. Mevcut pazarın yüzde 80’i özel sektörden oluşurken, toplam ulaşılabilir pazarın yüzde 63’ünü kamu sektörü oluşturuyor. Mevcut pazara bakıldığında yaklaşık 3,6 milyar dolar pazar büyüklüğüne sahip özel sektörün yüzde 13’ünü özel okullar, üniversiteler, hastaneler ve huzurevleri oluşturuyor.
Endüstriyel yemek şirketlerinin ve yemek piyasasının hem işlem hacminin hem de müşteri portföyünün genişlemesi ihale havuzunu da büyütüyor. Kamu ve özel sektörde toplam hizmet alımı şeklinde 2020 yılında 2 bin 11, 2021 yılında 2 bin 277, 2022 yılında 2 bin 753, 2023 yılında 2 bin 756 yemek ihalesi yapıldı. 2024 yılının ilk üç ayında 410 yemek ihalesine çıkıldı. Son dört yılda yaklaşık 10 bin yemek ihalesi yapıldı.
Türkiye ile dayanışma amacıyla başlatılan uluslararası seferberliğin en önemli ayağını küresel fi... more Türkiye ile dayanışma amacıyla başlatılan uluslararası seferberliğin en önemli ayağını küresel finans ve sermaye kurumlarının kredi ve likidite “yardımları” oluşturuyor. Kredileri salan en önemli üç kurum, Dünya Bankası (DB), Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) ve Uluslararası Finans Kurumu (IFC). Verilen kredilerin büyük çoğunluğunda yer alan ortak terminolojide “kalkınma”, “yeniden inşa”, “sürdürülebilir büyüme”, “karbon emisyonu”, “yeşil dönüşüm” ve “yeşil finansman” terimleri geçiyor. Avrupa Yeşil Mutabakatında yer alan ilkeler çerçevesinde şekillenen kredilerin temel özelliği, hem reel üretimi karakterize etme yoluyla, hem de finansal piyasalar aracılığıyla “yeşil kapitalist” üretim modelinin egemenliğini kurmak, merkez ülkelerin sanayi sistemlerini ve paradigmalarını ihraç ederek mevcut bağımlılık ilişkilerini derinleştirmektir.
Türkiye kapitalizminin, Çin’den Avrupa’ya doğu-batı koridorlarındaki ve Afrika’dan Rusya’ya kuzey... more Türkiye kapitalizminin, Çin’den Avrupa’ya doğu-batı koridorlarındaki ve Afrika’dan Rusya’ya kuzey-güney koridorlarında değer zincirlerindeki konumunu güçlendirmeye dönük adımların başında, ticaretin ve sevkiyatın atar ve kılcal damarlarını oluşturan lojistik politikaları gelir.
Bu doğrultuda Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından hazırlanan “2053 Ulaştırma ve Lojistik Ana Planı”; Türkiye’nin mevcut transit gelirleri, ihracatın artırılması ve buna bağlı olarak nakliyat ve sevkiyat maliyetlerinin düşürülmesi, uluslararası ticari koridorlara göre ulaştırma ve lojistik merkezlerinin konumlandırılması, lojistik yatırımlarının planlanması gibi pek çok başlığı içerir.
Ana Plan incelendiğinde kapitalizmin Anadolu coğrafyasına dağılımı, yani sermayenin mekânsallaşmasına göre üretimin ve ulaşımın yeniden düzenlenmesinin izleri görülebilir. Türkiye’nin hem kara-hava-demiryolu taşımacılığında transit geçiş̧ ülkesi olması, hem de navlunların menşei veya varış yeri olması, uluslararası ticarette ve taşımacılıkta önemli bir uğrağa dönüştürür. Asya ile Avrupa arasında yıllık ortalama 75 milyar dolarlık taşımacılık değeri de Türkiye lojistik haritasını şekillendiren önemli bir faktördür. Bu bağlamda raporda dikkat çeken başlıklardan birisi, demiryollarının inşasına ayrılan kaynak ve yeni hatların yapımıdır.
Anadolu topraklarının yerli ve yabancı sermayeli maden şirketleri arasında paylaşılması, emperyal... more Anadolu topraklarının yerli ve yabancı sermayeli maden şirketleri arasında paylaşılması, emperyalist işbölümüne göre gerçekleşen, büyük ölçekli mülksüzleştirme ve kaynak transferi stratejisidir. Bankacılık ve borsacılık sistemleriyle, ticaret ve değer zincirleriyle birbirine bağlanan küresel kapitalizmde madencilik faaliyetleri emperyalist yayılmacılığın önemli araçlarındandır. Endüstriyel ve enerji hammaddeleri, metalik madenler, doğal taşlar gibi yeraltı kaynaklarının çıkarılmasının ve uluslararası pazara açılmasının kolaylaştırılması amacıyla madencilik faaliyetlerinin olduğu yerlerde yeni nesil sömürgeci pratikler, bölge halklarını toprağından ve suyundan eden çeşitli yöntemler uygulanır.
Engels, Marx’tan daha önce işçilerin “adil bir iş günü için adil bir ücret” almalarına rağmen nas... more Engels, Marx’tan daha önce işçilerin “adil bir iş günü için adil bir ücret” almalarına rağmen nasıl sömürüldüklerini açıkladı. Engels: "Burjuvazi [proletere] yaşam araçlarını ancak 'denk' bir çalışma sunması karşılığında” önerebilir ve “proleterin rüştüne ermiş, sorumlu bir taraf olarak özgür seçimiyle davranıyormuş; özgür, sınırlanmamış rızasıyla bir sözleşme yapıyormuş gibi bir görünüm kazanmasına bile izin verir” ancak “proleter, hukuken ve gerçekte burjuvazinin kölesidir”. Bu nedenle “bugünün işçisi, sanki özgürmüş gibi görünür; çünkü o bir kere ilk ve son kez satılmaz; gündelik, haftalık, yıllık olarak parça parça satılır; özgürmüş gibi görünür, çünkü onu, sahibi bir başkasına satmaz; bunun yerine belli bir kişinin kölesi olmadığı, tüm mülk sahibi sınıfın kölesi olduğu için, kendisi, kendini satmaya zorlanır”. Marx daha sonra bu kavramı, işverenler tarafından satın alınan bir nesne olarak “emek gücü” kategorisinde tam olarak geliştirecektir.
https://www.siyasaliktisat.com/post/engels-roberts-yildirim
Benjamin Selwyn, "Poverty Chains and Global Capitalism" makalesinde küresel değer zincirlerini, n... more Benjamin Selwyn, "Poverty Chains and Global Capitalism" makalesinde küresel değer zincirlerini, neoliberalizmin dünya çapında siyasi olarak baskın hale geldiği anda ortaya çıkan "yoksulluk zincirleri" olarak adlandırmaktadır. 1 Bu ismi vermesindeki nedenlerden birisi, küresel değer zincirlerinin-tedarik ve ticaret ile sınırlı kalmayarakücret ve çalışma politikasını da belirleyen yapısının yoksulluğu yeniden üretmesidir. Küresel değer zincirleri, devletlerarası ticarete ve ulusal çapta üretime ivme kazandırırken, ulusötesi şirketler için ücretleri emek gücünün değerinin altına düşürerek sömürüyü artırmak için tasarlanmış örgütsel ve mekansal düzenlemeyi temsil eder. Bu gibi düzenlemeler sonucunda 1995-2015 arasında işçilerin küresel gelirdeki payı azalırken, en üst dilimdeki çokuluslu şirketlerin kârları artmıştır. Küresel değer zincirlerinin dizilimini belirleyen temel faktör, endüstriyel ve askeri jeopolitik güç dengelerinin emperyalist işbölümü çerçevesinde oluşma biçimidir. Salgın döneminde değer zincirlerinde yaşanan sorunların reel sektörü, ticareti ve piyasaları olumsuz etkilemesi üretken sermayenin önemini bir kez daha göstermiştir. ABD ve Çin arasında başlayan ticaret savaşlarının peşinden salgının eklenmesiyle birlikte emperyalist devletlerin öncelikli stratejisi, devasa ölçekli meta üretimini yeniden ulusal sınırlara çekerek (reshoring) küresel zincirlerde söz sahipliği kazanmak olmuştur. Küresel değer zincirlerinin yükselişini hızlandıran kapitalist mekansallaşma türlerinden birisi serbest bölgelerken, diğeri de serbest bölgelerin bir alt türü olan "Export Processing Zone" (EPZ) olarak adlandırılan "serbest üretim bölgesi" veya "ihracat işleme bölgesi" olarak dilimize çevrilen üretim/ticaret alanlarının oluşturulmasıdır.2 ILO'nun "Global trends in EPZs/ SEZs" isimli raporuna göre 1975 yılında 25 ülkede 79 adet "ihracat işleme bölgesi" bulunurken, bu sayı 2006 yılında 130 ülkede 3 bin 500'ün üzerine çıkmış, bu bölgelerde çalışan işçi sayısı 66 milyon civarına ulaşmıştır.3
“Ekmek pahalıydı, emek ucuzdu; kazandığı ancak boğazlarına yetiyordu. … karısıyla ortaklaşa giydi... more “Ekmek pahalıydı, emek ucuzdu; kazandığı ancak boğazlarına yetiyordu. … karısıyla ortaklaşa giydiği bir gocuğu vardı, o da iyice yıpranmış̧, yüzüne bakılır yanı kalmamıştı.”
Tolstoy’un İnsan Ne ile Yaşar?’da bir ayakkabıcının hikâyesini anlatırken yazdığı bu satırlar, ondan 138 yıl sonra, gündelikçi olarak çalışan ev işçisi Züleyha’nın kendi hikâyesini anlattığı sözlerinde yankılanıyor: "Kızımın kıyafetlerini, ayakkabılarını giyiniyorum. Kızımın ayakları 37 numara. Ben 38 numara giyiyorum, sıkıyor. Çocuklara ‘rahatım’ diyorum ama rahat değil.” Çaresizliğe yazılı bu yokluk, kapitalizmin dünya sistemi haline gelmesiyle birlikte aradan geçen bir yüzyılı aşkın zamanda hem yerkürenin her yerini kapladı, hem de onlarca yıla yayılarak ‘sürdürülebilir’ sefalete büründü. Yokluğun izdüşümlerini aynılaştırarak insanları ve hikâyelerini birbirine benzeten, kitleleri biteviye çalışma döngüsüne hapsederek dün aristokrat soyluyu bugünse kapitalist burjuvayı semirten faktörler aynı ilksel nedenden besleniyor.
Lenin, Ekim Devrimi'nin ikinci yılındaki (Mart, 1919) bir konuşmasında "Sovyet iktidarı nedir?" d... more Lenin, Ekim Devrimi'nin ikinci yılındaki (Mart, 1919) bir konuşmasında "Sovyet iktidarı nedir?" diye sorar. Lenin'in sorusu, didaktik ve propagandif niteliklerinden ziyade, temel bir soruna dikkat çekmeye yöneliktir: "Ülkemizde Sovyet iktidarının örgütlenmesinde birçok aksaklık bulunduğunu iyi biliyoruz. Sovyet iktidarı, mucizeler yaratan bir sihir değildir." Bu sözle devrimci momentin nesnel sınırlarına işaret edilirken, 'iktidar olmak' ile 'dönüşümü gerçekleştirmek' arasındaki mesafe, özeleştirel bir yerden değerlendirilir. Ekim Devrimi'nin 'sihir' olmadığını söyleyen Lenin, aynı konuşmasında "[Sovyet iktidarı] Cehaleti, kültürsüzlüğü, barbarca bir savaşın sonuçlarını, yağma dolu kapitalist düzenin ürünü olan kötülükleri hemen öylece bir gece yok edemez" diye ekler. Öyledir ki, Devrim'in dördüncü yıldönümünde (Ekim, 1921) yaptığı konuşmada da "Geri adımlarımızı ve hatalarımızı düzeltmek ve Sovyet ilkelerinin mükemmellikten hâlâ çok uzak olan pratiğe uygulanmasını iyileştirmek için azimle çalışacağız" şeklinde benzer özeleştirel vurgusunu yineler.
https://www.siyasaliktisat.com/post/sovyet-iktidari-sinif-diktatorlugu-yildirim
Emperyalizm bunalım döneminin içerisinden geçerken önünde iki kritik sorun vardır. Bunlardan ilki... more Emperyalizm bunalım döneminin içerisinden geçerken önünde iki kritik sorun vardır. Bunlardan ilki, ticaret savaşları ve salgından sonra küresel kapitalist sistemin yeniden düzenleme aşamasında ortaya çıkan liderlik bunalımıdır. İkincisi, IMF raporlarında da görüldüğü üzere, küresel değer üretimi Çin ve Doğu Asya-Pasifik bölgesine doğru kayarken değer ve tedarik zincirlerinin nasıl şekillendirileceği ve ticaret "hub"larının nasıl konumlandırılacağı bunalımıdır. JP Morgan ekonomistlerinin analizlerine göre, küresel şirket kârlarının büyümesi Güney’e kaymaktadır.
Nazilere ve cinai pratiklerine (imha, soykırım, öjeni, vd.) dair küresel kanaatin tersyüz olması, Ukrayna'da ve Filistin'de görüldüğü üzere bir tür imdat çekici olarak siyasi devre içerisine alınması, faşist ethos’un kültürel motifin daha ötesinde canlandırılması, dünya sisteminin içine girdiği bunalım momentiyle ilgilidir.
https://www.siyasaliktisat.com/post/emperyalizm-nazifikasyon-yildirim
Başkanlık sisteminin devletin ve gündelik hayatın tüm alanlarında hukuki kodifikasyonunu tamamlay... more Başkanlık sisteminin devletin ve gündelik hayatın tüm alanlarında hukuki kodifikasyonunu tamamlayacak ve Türkiye kapitalizminin ihtiyaçlarına doğrudan cevap verecek “yeni” kurucu perspektif arayışıdır. Kuşkusuz bu arayış hakim ideolojiye uygun olarak biçimlenecektir.
Ülkenin her yeri mahalle arası merdiven altı atölyelerden yeni kurulan organize sanayi bölgelerine dek üretim üssüne dönüştürülürken ve üretimi sürdürmek için daha fazla agresifleşirlerken hem kurumsal meşruiyet hem de sermayenin sınırsız tahakkümü için referans metne ihtiyaçları vardır.
Henry Veltmeyer ve James Petras, The New Extractivism kitabında Latin Amerika üzerinden toprak ga... more Henry Veltmeyer ve James Petras, The New Extractivism kitabında Latin Amerika üzerinden toprak gaspı ya da Dünya Bankası terminolojisinde “toprak ediniminde büyük ölçekli yabancı yatırım” diye nitelendirilen, yıkıcı çevresel sonuçları içeren ve emperyalist metropoller tarafından kontrol edilen sömürgeciliğin bir boyutunu incelerler. Bu çerçevede, uluslararası piyasalar için büyük miktarlarda ve yüksek yoğunlukla yeraltı ve yerüstü kaynaklarının “çıkarılmasını” tanımlamak için kullanılan “ekstraktivizm”,[1] ülkelerin ticaret ve ihracat faaliyetlerinin önemli bir bileşenidir. “Ekstraktivist” modelin hareket noktası, meta-dışı alanların çokuluslu tekellerin üretim ve pazar stratejisi doğrultusunda metalaştırılması, doğanın ve toprağın topyekûn sömürülerek ticaret nesnesine dönüştürülmesidir.
Türkiye kapitalizminin “ekstraktivist” eğilimle gelişiminde, yani başta halka ait tüm doğal alanların kamusal veya özel girişimlere açılmasında süreklileşmiş ilksel birikimin şiddeti, toprak ve arazi gasbını, mülksüzleştirmeyi ve doğal kaynak sömürüsünü mümkün kılmaktadır.
https://www.siyasaliktisat.com/post/madencilik-sektorunun-dinamikleri-yildirim
Üretim ve endüstri birimlerinin belirli bölgelerde ve illerde yoğunlaşması, sosyoekonomik eşitsiz... more Üretim ve endüstri birimlerinin belirli bölgelerde ve illerde yoğunlaşması, sosyoekonomik eşitsizlikten kaynaklandığı kadar, üretken sermayenin yoğunlaşmasına ve merkezileşmesine bağlı olarak gelişiyor. Sermayenin gerek ulusal gerekse uluslararası pazarda genişleme eğilimi artış gösterdiği oranda, lojistik, sevkiyat, ham maddeye ve emek gücüne erişim hızını artırması, rekabet için zamana karşı yarışması kaçınılmazlaşıyor. Marx’ın ifadesiyle, sürekli genişleyen bir dolaşım çerçevesi üretmenin yollarından bir tanesi aynı dolaşım çerçevesi içinde daha çok üretim odağının yaratılmasıdır. Deprem tahminlerinden hareketle üretimin Anadolu’ya yayılmasında deprem dışındaki faktörler de etkilidir.
Sermaye temsilcilerinin açıklamalarından ve öne çıkan raporlardan anlaşıldığı kadarıyla üretimin Marmara havzası dışında İç Anadolu ve Doğu Akdeniz sathına yayılması, üretimin niteliğine göre endüstri birimlerinin kompartmanlaştırılması, alt-işverenlik ilişkileriyle birbirine bağlı büyük sermaye ve KOBİ sermayesinin kısa ve orta vadeli çıkarlarıyla örtüşüyor.
Teknoloji yoğun üretim yapan sermayeyi Marmara ve Batı Ege havzasında, emek yoğun üretim yapan sermayeyi İç Ege / İç Anadolu / Kuzey Akdeniz / Güneydoğu Anadolu hattında konumlandırma projesinin sorunsuz işlemesi iki faktörle mümkündür: Birincisi, emeğin demografik hareketliliğinin görece durağanlaşması veyahut iç göçün bu projeye göre sürmesi. Özellikle ucuz emeğe dayalı iş gücü piyasasının olduğu sanayi bölgelerinde göçmen emeğinin varlığı. Ücret pazarlığını ve hak arayışını ortadan kaldırmak için siyasal zorun devreye girmesi. İkincisi ise burjuvazinin farklı fraksiyonları arasında eş güdüm ve dengeyi sağlayabilecek, sermayenin yeniden mekansallaşmasını kontrol edebilecek güçlü ve etkin bir devlet aygıtı.
Massimo De Angelis, günümüzdeki ticaret modellerini kapitalizm öncesi ticaret faaliyetlerinden ay... more Massimo De Angelis, günümüzdeki ticaret modellerini kapitalizm öncesi ticaret faaliyetlerinden ayıran özelliğin kapitalist yeniden üretimin karakteri olduğunu yazmıştı.[1] Çağdaş ticaret, belirli bir pazar ölçeğinde mübadele ve rant ilişkilerini üretmesinin dışında, metadışı alanları metalaştırarak ticaretin daha doğrusu kapitalizmin etkinlik alanını genişletir. De Angelis’in çerçevesini izlersek üretimin küresel niteliği sonucunda oluşan meta zincirinin her bir parçası birbirine bağlı olduğundan ötürü ticari faaliyetler şirketler arası olmaktan çıkarak, sermayenin uluslararasılaşmasının seyrine göre biçim kazanır. Bu denli yoğunlaşan ticari faaliyet Türkiye'yi küresel kapitalizmin etkinlik sahasının ötesine taşıyarak devletin uluslararasılaşmasını hızlandırmaktadır.
Bu yazıda küresel sermaye hareketlerinin bir ifadesi olarak ticaret üzerinden sermayenin ve devletin uluslararasılaşmasının Türkiye’yi ne derece etkilediğini, uluslararası sermayenin taleplerine başta lojistik dahil nasıl yanıt üretmeye çalışıldığına dair bir kesit sunulacak.
https://www.siyasaliktisat.com/post/kuresel-ticaret-tedarik-zinciri-yildirim
Depremde inşaat sektörünü besleme, emek gücünü yeniden üreterek işyerlerine gönderme amaçları doğ... more Depremde inşaat sektörünü besleme, emek gücünü yeniden üreterek işyerlerine gönderme amaçları doğrultusunda ihaleler yoluyla sermaye transferi, ilksel birikim ve mutlak artık değer sömürüsü çıkar ve ihtiyaçlar hiyerarşisinde en tepelerde yer alırken, halkın somut ihtiyaçları en altlardadır. Devletin konumlanışı bu bağlamda neoliberalizm tarafından belirlenir. Neoliberal devlet mimarisinde egemen olan bürokrasinin işleyişi devlet-sermaye ilişkilerinin cisimleşmesidir. Loïc Wacquant’ın Pierre Bourdieu’nün “bürokrasi alanı” kavramından yola çıkarak açıkladığı neoliberalizm ve devlet ilişkisi, depremde halka yavaş, sermayeye hızlı davranma motivasyonunu anlamayı kolaylaştırabilir.
“Bürokrasi alanı”, devletin tabakalaştırma ve sınıflandırma makinesi olarak yeniden yapılandırılmasına işaret eder. Piyasaya direnişin üstesinden gelmek ve piyasa koşullarından kaçış stratejilerini dizginlemek için belirli koşullarda devletin devreye girmesi gerekir. Neoliberalizm, süregelen bir siyasi yaratım olarak piyasayı etkin biçimde besleyip teşvik edecek bir odağa sokma derdindedir.
Yeni E Dergisi
Türkiye proleter ordusu büyümektedir. TÜİK’in istatistiklerine göre sanayi, inşaat ve ticaret-hi... more Türkiye proleter ordusu büyümektedir.
TÜİK’in istatistiklerine göre sanayi, inşaat ve ticaret-hizmet sektörleri toplamında ücretli çalışan sayısı Şubat 2022’de 13 milyon 614 bin 855 kişi iken Şubat 2023’te yüzde 6,6 artışla 14 milyon 515 bin 554 kişiye yükseldi. Söz konusu ayda ücretli çalışan sayısı sanayi sektöründe yıllık bazda yüzde 4,2, inşaat sektöründe yüzde 15,4 ve ticaret-hizmet sektöründe yüzde 6,7 artış gösterdi.[12]
Bunu daha iyi anlamak için geçmiş yıllarla mukayese edebiliriz. 2009 yılında 7 milyon 216 bin 465 ücretli çalışan varken işçi sayısı yüzde 100’den fazla artışla Şubat 2022 itibarıyla 14 milyon 515 bin 554’e ulaşmış durumda. İşçileşme hızı yüzde 100’leri geçerken aynı dönemde nüfus artışı ise yüzde 18’lerde seyretti. Nüfus artış hızından daha yüksek işçileşme hızı söz konusudur. Benzer bir seyir çocuk işçilik için geçerlidir. Çocuk nüfusun toplam nüfus içindeki oranı düşerken 15-17 yaş grubundaki çocukların işgücüne katılma oranı 2021’de 16,4 iken 2022’de yüzde 18,7’ye çıkmıştır.[13]
TÜSİAD, MÜSİAD, TÜRKONFED, TOBB vb. farklı dinamikleri ve siyasi eğilimleri temsil eden sermaye örgütlerinin Türkiye’nin işçi havzası olarak büyümesinden sonuna kadar istifade etmesini mümkün kılan etmen, düşük ücretlerdir.
https://mavidefter.net/turkiye-isci-cumhuriyeti-biz-ne-oluyuz-ne-sag/
Modern Zamanlar’daki fabrika sahnesinde, sürekli somun sıktığı için etrafındaki her şeyi somun ol... more Modern Zamanlar’daki fabrika sahnesinde, sürekli somun sıktığı için etrafındaki her şeyi somun olarak algılayan, sekreter kadının giysisindeki düğmeleri somun gibi görerek anahtarla sıkmaya çalışan, bandın üzerinde sürüklenen işçi, bilişsel yoksunlaşmanın tasviri olarak değerlendirilebilir. Huw Beynon’un Working of Ford’ta belirttiğinin aksine, montaj bandında işçilerin kendine ait kısmi de olsa zaman yaratabileceği alanlar ve anlar, üretim programının içerisinde kalmakta, bu program tarafından belirlenmektedir. İşçi, bandın karşısındaki arkadaşıyla şakalaşırken bile bedenen bandın ritmine bağlı kalmakta, üretimin zaman çizelgesine uyum göstermeyi sürdürmektedir. İşçinin kapitalist denetime adaptasyonu yoğunlaştıkça, Baldamus’un belirttiği üzere, içsel ve dışsal yoksunlaşması artacaktır. Belirli anların ve alanların kontrolünün tamamıyla sermayeye geçmesi, üretimin “modern” karakteridir.
https://mavidefter.net/kubur-kapitalizm-sermayenin-cisimizle-derdi-ne/
"Asrın Felaketi" diye lanse edilen deprem doğal bir afet. Ne zaman sermayenin dinamikleri ve piya... more "Asrın Felaketi" diye lanse edilen deprem doğal bir afet. Ne zaman sermayenin dinamikleri ve piyasa etiği ile birleşip ivme kazanırsa o zaman "kapitalizmin felaketi"ne dönüşüyor. Sermaye açısından ise ne deprem ne sel ne kasırga ne savaş, tek bir felaket var: Birikim krizi. Birikim krizi, arz ile talep arasındaki dengesizlikten doğan ve pazarla sınırlı kalan devresel dalgalanmalardan farklı olarak, tüm toplumsal formasyonu etkileyen bir kriz türüdür. Sermaye birikim süreçlerinin tıkanması, sermaye ilişkisinin yeniden üretilememesi, siyasal alanda temsil krizi görünümleriyle cisimleşir. Birikim krizinin üstesinden gelirken çeşitli yollar izlenir. İdari ve hukuki düzenlemeler, meta-dışı alanların metalaştırılması, özelleştirmeler, yeni değerlenme alanlarının yaratılması, genel ücret seviyesinin düşürülmesi, piyasa despotizmi gibi çeşitli araçlarla ve stratejilerle müdahale edilir. Ne var ki kapitalist üretim tarzı yıkıcı çelişkilere sahiptir; “belli bir noktanın ötesindeki her tür iyileştirmeyi dışlar” ve her ne kadar toplumsal üretim süreçleri birleştirilse de “zenginliğin iki kaynağı olan toprağı ve işçiyi kurutarak” yoluna devam eder (Karl Marx, Kapital I).
https://www.birgun.net/makale/finansal-oligarsinin-olum-enstrumani-afet-tahvilleri-423627
Kapitalizm her zaman servetin birikimi ve yoğunlaşması ile ilgili olmuştur. Marx ve Engels bu olg... more Kapitalizm her zaman servetin birikimi ve yoğunlaşması ile ilgili olmuştur. Marx ve Engels bu olguyu ilk kez Komünist Manifesto'da dile getirdiler. Thomas Piketty de bize bunu hatırlattı. Ancak asla kapitalizmde zenginliğin kişiselleşmesi ve bunun toplum için anlamına odaklanmadılar. En son yayınlanan Amerika'daki en zengin kişiler listesi servetin sürekliliğini ve kişiselleşmesini akla getiriyor.
Böylelikle işçi sermaye dolaşımının basit bir parçasına dönüştürülür, iş süreci kadar işçi üzerin... more Böylelikle işçi sermaye dolaşımının basit bir parçasına dönüştürülür, iş süreci kadar işçi üzerinde de eksiksiz denetim sağlanır. Üretimin bu aşamasında kurulan egemenlik, Marx’ın Formen’de vurguladığı bir başkasının iradesinin mülk edinilmesine dayalı egemenlik biçimini üretir. Sermayenin inşa ettiği egemenlik ilişkisi, sadece ekonomik alanla sınırlı kalmaz, siyasal ve toplumsal düzeyde egemenliği pekiştirir.
Thomas Bernhard’ın “Olaylar”[1] kitabındaki bir öykü, işçileri her koşulda üretime devam etmesi gereken ruhsuz birer makine derekesine indirgerken toplumun genelini de kayıtsızlığa ve eylemsizliğe sürükleyen bu yabancılaşma döngüsünü tasvir eder. Giyotine benzeyen bir makine, yavaş yavaş akan bir plastik kütleden büyük parçalar kesmekte, bu kesilmiş parçaları kontrol eden ve onları büyükçe bir kartonla saran kadın işçilerin oturduğu hareketli şeride düşürmektedir. İşçilerden birisi yanlışlıkla makinenin içine düşer ve başı kopar. Kadının kesik başı, kopan plastik parçaları gibi akan şeride inerken, diğer işçiler kapıldıkları dehşet nedeniyle bağıramazlar ve çalışma rutinine uygun bir şekilde, başı alıp bir kartona yerleştirirler. Üretim bandı akmaya, işçiler “şok” doktrini eşliğinde çalışmaya devam eder.
Sanayi sektörünün artan enerji ihtiyacını karşılamak üzere oluşturulan politikaların odak noktası... more Sanayi sektörünün artan enerji ihtiyacını karşılamak üzere oluşturulan politikaların odak noktası küresel enerji trendlerine bağımlı. “Sanayide yeşil dönüşüm”, “düşük karbon ekonomisine geçiş”, “sıfır karbon” şeklinde anılan politikalar, uluslararası ölçekte yenilenebilir enerji piyasasının büyüklüğüyle doğru orantılı. Düşük karbonlu yenilenebilir enerji teknolojilerine yapılan küresel yatırımların toplamı 2023 yılında 1,77 trilyon dolara ulaştı.
Küresel kapitalizme her açıdan mutlak biçimde entegre olmuş Türkiye’nin enerji sektörünü ve bununla ilgili kamu politikalarını belirleyen, 2030 yılına kadar yenilenebilir enerjiye yılda 4 ila 6 trilyon dolar arasında yapılması planlanan yatırım pastasıdır.
İstanbul Sanayi Odası’nın “Endüstriyel Yemek Sanayii 2023” raporuna göre Türkiye pazarının potans... more İstanbul Sanayi Odası’nın “Endüstriyel Yemek Sanayii 2023” raporuna göre Türkiye pazarının potansiyel büyüklüğü 7 milyar doların üzerindedir. Sektörde faaliyet gösteren kayıtlı 5 bin 192 şirket ve çok sayıda kayıt dışı şirket, “hazır yemek imalatı”, ikram hizmeti”, “dışarıya yemek sunan diğer işletmeler” olarak üç grupta faaliyet gösteriyor.
Türkiye’de endüstriyel yemek sanayi pazar büyüklüğü potansiyelinin 22,2 milyar TL civarında olduğu tespit edilse de, şu anda sektörün pazar büyüklüğü 4,5 milyar dolar civarındadır. Mevcut pazarın yüzde 80’i özel sektörden oluşurken, toplam ulaşılabilir pazarın yüzde 63’ünü kamu sektörü oluşturuyor. Mevcut pazara bakıldığında yaklaşık 3,6 milyar dolar pazar büyüklüğüne sahip özel sektörün yüzde 13’ünü özel okullar, üniversiteler, hastaneler ve huzurevleri oluşturuyor.
Endüstriyel yemek şirketlerinin ve yemek piyasasının hem işlem hacminin hem de müşteri portföyünün genişlemesi ihale havuzunu da büyütüyor. Kamu ve özel sektörde toplam hizmet alımı şeklinde 2020 yılında 2 bin 11, 2021 yılında 2 bin 277, 2022 yılında 2 bin 753, 2023 yılında 2 bin 756 yemek ihalesi yapıldı. 2024 yılının ilk üç ayında 410 yemek ihalesine çıkıldı. Son dört yılda yaklaşık 10 bin yemek ihalesi yapıldı.
Türkiye ile dayanışma amacıyla başlatılan uluslararası seferberliğin en önemli ayağını küresel fi... more Türkiye ile dayanışma amacıyla başlatılan uluslararası seferberliğin en önemli ayağını küresel finans ve sermaye kurumlarının kredi ve likidite “yardımları” oluşturuyor. Kredileri salan en önemli üç kurum, Dünya Bankası (DB), Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası (EBRD) ve Uluslararası Finans Kurumu (IFC). Verilen kredilerin büyük çoğunluğunda yer alan ortak terminolojide “kalkınma”, “yeniden inşa”, “sürdürülebilir büyüme”, “karbon emisyonu”, “yeşil dönüşüm” ve “yeşil finansman” terimleri geçiyor. Avrupa Yeşil Mutabakatında yer alan ilkeler çerçevesinde şekillenen kredilerin temel özelliği, hem reel üretimi karakterize etme yoluyla, hem de finansal piyasalar aracılığıyla “yeşil kapitalist” üretim modelinin egemenliğini kurmak, merkez ülkelerin sanayi sistemlerini ve paradigmalarını ihraç ederek mevcut bağımlılık ilişkilerini derinleştirmektir.
Türkiye kapitalizminin, Çin’den Avrupa’ya doğu-batı koridorlarındaki ve Afrika’dan Rusya’ya kuzey... more Türkiye kapitalizminin, Çin’den Avrupa’ya doğu-batı koridorlarındaki ve Afrika’dan Rusya’ya kuzey-güney koridorlarında değer zincirlerindeki konumunu güçlendirmeye dönük adımların başında, ticaretin ve sevkiyatın atar ve kılcal damarlarını oluşturan lojistik politikaları gelir.
Bu doğrultuda Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı tarafından hazırlanan “2053 Ulaştırma ve Lojistik Ana Planı”; Türkiye’nin mevcut transit gelirleri, ihracatın artırılması ve buna bağlı olarak nakliyat ve sevkiyat maliyetlerinin düşürülmesi, uluslararası ticari koridorlara göre ulaştırma ve lojistik merkezlerinin konumlandırılması, lojistik yatırımlarının planlanması gibi pek çok başlığı içerir.
Ana Plan incelendiğinde kapitalizmin Anadolu coğrafyasına dağılımı, yani sermayenin mekânsallaşmasına göre üretimin ve ulaşımın yeniden düzenlenmesinin izleri görülebilir. Türkiye’nin hem kara-hava-demiryolu taşımacılığında transit geçiş̧ ülkesi olması, hem de navlunların menşei veya varış yeri olması, uluslararası ticarette ve taşımacılıkta önemli bir uğrağa dönüştürür. Asya ile Avrupa arasında yıllık ortalama 75 milyar dolarlık taşımacılık değeri de Türkiye lojistik haritasını şekillendiren önemli bir faktördür. Bu bağlamda raporda dikkat çeken başlıklardan birisi, demiryollarının inşasına ayrılan kaynak ve yeni hatların yapımıdır.
Anadolu topraklarının yerli ve yabancı sermayeli maden şirketleri arasında paylaşılması, emperyal... more Anadolu topraklarının yerli ve yabancı sermayeli maden şirketleri arasında paylaşılması, emperyalist işbölümüne göre gerçekleşen, büyük ölçekli mülksüzleştirme ve kaynak transferi stratejisidir. Bankacılık ve borsacılık sistemleriyle, ticaret ve değer zincirleriyle birbirine bağlanan küresel kapitalizmde madencilik faaliyetleri emperyalist yayılmacılığın önemli araçlarındandır. Endüstriyel ve enerji hammaddeleri, metalik madenler, doğal taşlar gibi yeraltı kaynaklarının çıkarılmasının ve uluslararası pazara açılmasının kolaylaştırılması amacıyla madencilik faaliyetlerinin olduğu yerlerde yeni nesil sömürgeci pratikler, bölge halklarını toprağından ve suyundan eden çeşitli yöntemler uygulanır.
Engels, Marx’tan daha önce işçilerin “adil bir iş günü için adil bir ücret” almalarına rağmen nas... more Engels, Marx’tan daha önce işçilerin “adil bir iş günü için adil bir ücret” almalarına rağmen nasıl sömürüldüklerini açıkladı. Engels: "Burjuvazi [proletere] yaşam araçlarını ancak 'denk' bir çalışma sunması karşılığında” önerebilir ve “proleterin rüştüne ermiş, sorumlu bir taraf olarak özgür seçimiyle davranıyormuş; özgür, sınırlanmamış rızasıyla bir sözleşme yapıyormuş gibi bir görünüm kazanmasına bile izin verir” ancak “proleter, hukuken ve gerçekte burjuvazinin kölesidir”. Bu nedenle “bugünün işçisi, sanki özgürmüş gibi görünür; çünkü o bir kere ilk ve son kez satılmaz; gündelik, haftalık, yıllık olarak parça parça satılır; özgürmüş gibi görünür, çünkü onu, sahibi bir başkasına satmaz; bunun yerine belli bir kişinin kölesi olmadığı, tüm mülk sahibi sınıfın kölesi olduğu için, kendisi, kendini satmaya zorlanır”. Marx daha sonra bu kavramı, işverenler tarafından satın alınan bir nesne olarak “emek gücü” kategorisinde tam olarak geliştirecektir.
https://www.siyasaliktisat.com/post/engels-roberts-yildirim
Benjamin Selwyn, "Poverty Chains and Global Capitalism" makalesinde küresel değer zincirlerini, n... more Benjamin Selwyn, "Poverty Chains and Global Capitalism" makalesinde küresel değer zincirlerini, neoliberalizmin dünya çapında siyasi olarak baskın hale geldiği anda ortaya çıkan "yoksulluk zincirleri" olarak adlandırmaktadır. 1 Bu ismi vermesindeki nedenlerden birisi, küresel değer zincirlerinin-tedarik ve ticaret ile sınırlı kalmayarakücret ve çalışma politikasını da belirleyen yapısının yoksulluğu yeniden üretmesidir. Küresel değer zincirleri, devletlerarası ticarete ve ulusal çapta üretime ivme kazandırırken, ulusötesi şirketler için ücretleri emek gücünün değerinin altına düşürerek sömürüyü artırmak için tasarlanmış örgütsel ve mekansal düzenlemeyi temsil eder. Bu gibi düzenlemeler sonucunda 1995-2015 arasında işçilerin küresel gelirdeki payı azalırken, en üst dilimdeki çokuluslu şirketlerin kârları artmıştır. Küresel değer zincirlerinin dizilimini belirleyen temel faktör, endüstriyel ve askeri jeopolitik güç dengelerinin emperyalist işbölümü çerçevesinde oluşma biçimidir. Salgın döneminde değer zincirlerinde yaşanan sorunların reel sektörü, ticareti ve piyasaları olumsuz etkilemesi üretken sermayenin önemini bir kez daha göstermiştir. ABD ve Çin arasında başlayan ticaret savaşlarının peşinden salgının eklenmesiyle birlikte emperyalist devletlerin öncelikli stratejisi, devasa ölçekli meta üretimini yeniden ulusal sınırlara çekerek (reshoring) küresel zincirlerde söz sahipliği kazanmak olmuştur. Küresel değer zincirlerinin yükselişini hızlandıran kapitalist mekansallaşma türlerinden birisi serbest bölgelerken, diğeri de serbest bölgelerin bir alt türü olan "Export Processing Zone" (EPZ) olarak adlandırılan "serbest üretim bölgesi" veya "ihracat işleme bölgesi" olarak dilimize çevrilen üretim/ticaret alanlarının oluşturulmasıdır.2 ILO'nun "Global trends in EPZs/ SEZs" isimli raporuna göre 1975 yılında 25 ülkede 79 adet "ihracat işleme bölgesi" bulunurken, bu sayı 2006 yılında 130 ülkede 3 bin 500'ün üzerine çıkmış, bu bölgelerde çalışan işçi sayısı 66 milyon civarına ulaşmıştır.3
“Ekmek pahalıydı, emek ucuzdu; kazandığı ancak boğazlarına yetiyordu. … karısıyla ortaklaşa giydi... more “Ekmek pahalıydı, emek ucuzdu; kazandığı ancak boğazlarına yetiyordu. … karısıyla ortaklaşa giydiği bir gocuğu vardı, o da iyice yıpranmış̧, yüzüne bakılır yanı kalmamıştı.”
Tolstoy’un İnsan Ne ile Yaşar?’da bir ayakkabıcının hikâyesini anlatırken yazdığı bu satırlar, ondan 138 yıl sonra, gündelikçi olarak çalışan ev işçisi Züleyha’nın kendi hikâyesini anlattığı sözlerinde yankılanıyor: "Kızımın kıyafetlerini, ayakkabılarını giyiniyorum. Kızımın ayakları 37 numara. Ben 38 numara giyiyorum, sıkıyor. Çocuklara ‘rahatım’ diyorum ama rahat değil.” Çaresizliğe yazılı bu yokluk, kapitalizmin dünya sistemi haline gelmesiyle birlikte aradan geçen bir yüzyılı aşkın zamanda hem yerkürenin her yerini kapladı, hem de onlarca yıla yayılarak ‘sürdürülebilir’ sefalete büründü. Yokluğun izdüşümlerini aynılaştırarak insanları ve hikâyelerini birbirine benzeten, kitleleri biteviye çalışma döngüsüne hapsederek dün aristokrat soyluyu bugünse kapitalist burjuvayı semirten faktörler aynı ilksel nedenden besleniyor.
Lenin, Ekim Devrimi'nin ikinci yılındaki (Mart, 1919) bir konuşmasında "Sovyet iktidarı nedir?" d... more Lenin, Ekim Devrimi'nin ikinci yılındaki (Mart, 1919) bir konuşmasında "Sovyet iktidarı nedir?" diye sorar. Lenin'in sorusu, didaktik ve propagandif niteliklerinden ziyade, temel bir soruna dikkat çekmeye yöneliktir: "Ülkemizde Sovyet iktidarının örgütlenmesinde birçok aksaklık bulunduğunu iyi biliyoruz. Sovyet iktidarı, mucizeler yaratan bir sihir değildir." Bu sözle devrimci momentin nesnel sınırlarına işaret edilirken, 'iktidar olmak' ile 'dönüşümü gerçekleştirmek' arasındaki mesafe, özeleştirel bir yerden değerlendirilir. Ekim Devrimi'nin 'sihir' olmadığını söyleyen Lenin, aynı konuşmasında "[Sovyet iktidarı] Cehaleti, kültürsüzlüğü, barbarca bir savaşın sonuçlarını, yağma dolu kapitalist düzenin ürünü olan kötülükleri hemen öylece bir gece yok edemez" diye ekler. Öyledir ki, Devrim'in dördüncü yıldönümünde (Ekim, 1921) yaptığı konuşmada da "Geri adımlarımızı ve hatalarımızı düzeltmek ve Sovyet ilkelerinin mükemmellikten hâlâ çok uzak olan pratiğe uygulanmasını iyileştirmek için azimle çalışacağız" şeklinde benzer özeleştirel vurgusunu yineler.
https://www.siyasaliktisat.com/post/sovyet-iktidari-sinif-diktatorlugu-yildirim
Emperyalizm bunalım döneminin içerisinden geçerken önünde iki kritik sorun vardır. Bunlardan ilki... more Emperyalizm bunalım döneminin içerisinden geçerken önünde iki kritik sorun vardır. Bunlardan ilki, ticaret savaşları ve salgından sonra küresel kapitalist sistemin yeniden düzenleme aşamasında ortaya çıkan liderlik bunalımıdır. İkincisi, IMF raporlarında da görüldüğü üzere, küresel değer üretimi Çin ve Doğu Asya-Pasifik bölgesine doğru kayarken değer ve tedarik zincirlerinin nasıl şekillendirileceği ve ticaret "hub"larının nasıl konumlandırılacağı bunalımıdır. JP Morgan ekonomistlerinin analizlerine göre, küresel şirket kârlarının büyümesi Güney’e kaymaktadır.
Nazilere ve cinai pratiklerine (imha, soykırım, öjeni, vd.) dair küresel kanaatin tersyüz olması, Ukrayna'da ve Filistin'de görüldüğü üzere bir tür imdat çekici olarak siyasi devre içerisine alınması, faşist ethos’un kültürel motifin daha ötesinde canlandırılması, dünya sisteminin içine girdiği bunalım momentiyle ilgilidir.
https://www.siyasaliktisat.com/post/emperyalizm-nazifikasyon-yildirim
Başkanlık sisteminin devletin ve gündelik hayatın tüm alanlarında hukuki kodifikasyonunu tamamlay... more Başkanlık sisteminin devletin ve gündelik hayatın tüm alanlarında hukuki kodifikasyonunu tamamlayacak ve Türkiye kapitalizminin ihtiyaçlarına doğrudan cevap verecek “yeni” kurucu perspektif arayışıdır. Kuşkusuz bu arayış hakim ideolojiye uygun olarak biçimlenecektir.
Ülkenin her yeri mahalle arası merdiven altı atölyelerden yeni kurulan organize sanayi bölgelerine dek üretim üssüne dönüştürülürken ve üretimi sürdürmek için daha fazla agresifleşirlerken hem kurumsal meşruiyet hem de sermayenin sınırsız tahakkümü için referans metne ihtiyaçları vardır.
Henry Veltmeyer ve James Petras, The New Extractivism kitabında Latin Amerika üzerinden toprak ga... more Henry Veltmeyer ve James Petras, The New Extractivism kitabında Latin Amerika üzerinden toprak gaspı ya da Dünya Bankası terminolojisinde “toprak ediniminde büyük ölçekli yabancı yatırım” diye nitelendirilen, yıkıcı çevresel sonuçları içeren ve emperyalist metropoller tarafından kontrol edilen sömürgeciliğin bir boyutunu incelerler. Bu çerçevede, uluslararası piyasalar için büyük miktarlarda ve yüksek yoğunlukla yeraltı ve yerüstü kaynaklarının “çıkarılmasını” tanımlamak için kullanılan “ekstraktivizm”,[1] ülkelerin ticaret ve ihracat faaliyetlerinin önemli bir bileşenidir. “Ekstraktivist” modelin hareket noktası, meta-dışı alanların çokuluslu tekellerin üretim ve pazar stratejisi doğrultusunda metalaştırılması, doğanın ve toprağın topyekûn sömürülerek ticaret nesnesine dönüştürülmesidir.
Türkiye kapitalizminin “ekstraktivist” eğilimle gelişiminde, yani başta halka ait tüm doğal alanların kamusal veya özel girişimlere açılmasında süreklileşmiş ilksel birikimin şiddeti, toprak ve arazi gasbını, mülksüzleştirmeyi ve doğal kaynak sömürüsünü mümkün kılmaktadır.
https://www.siyasaliktisat.com/post/madencilik-sektorunun-dinamikleri-yildirim
Üretim ve endüstri birimlerinin belirli bölgelerde ve illerde yoğunlaşması, sosyoekonomik eşitsiz... more Üretim ve endüstri birimlerinin belirli bölgelerde ve illerde yoğunlaşması, sosyoekonomik eşitsizlikten kaynaklandığı kadar, üretken sermayenin yoğunlaşmasına ve merkezileşmesine bağlı olarak gelişiyor. Sermayenin gerek ulusal gerekse uluslararası pazarda genişleme eğilimi artış gösterdiği oranda, lojistik, sevkiyat, ham maddeye ve emek gücüne erişim hızını artırması, rekabet için zamana karşı yarışması kaçınılmazlaşıyor. Marx’ın ifadesiyle, sürekli genişleyen bir dolaşım çerçevesi üretmenin yollarından bir tanesi aynı dolaşım çerçevesi içinde daha çok üretim odağının yaratılmasıdır. Deprem tahminlerinden hareketle üretimin Anadolu’ya yayılmasında deprem dışındaki faktörler de etkilidir.
Sermaye temsilcilerinin açıklamalarından ve öne çıkan raporlardan anlaşıldığı kadarıyla üretimin Marmara havzası dışında İç Anadolu ve Doğu Akdeniz sathına yayılması, üretimin niteliğine göre endüstri birimlerinin kompartmanlaştırılması, alt-işverenlik ilişkileriyle birbirine bağlı büyük sermaye ve KOBİ sermayesinin kısa ve orta vadeli çıkarlarıyla örtüşüyor.
Teknoloji yoğun üretim yapan sermayeyi Marmara ve Batı Ege havzasında, emek yoğun üretim yapan sermayeyi İç Ege / İç Anadolu / Kuzey Akdeniz / Güneydoğu Anadolu hattında konumlandırma projesinin sorunsuz işlemesi iki faktörle mümkündür: Birincisi, emeğin demografik hareketliliğinin görece durağanlaşması veyahut iç göçün bu projeye göre sürmesi. Özellikle ucuz emeğe dayalı iş gücü piyasasının olduğu sanayi bölgelerinde göçmen emeğinin varlığı. Ücret pazarlığını ve hak arayışını ortadan kaldırmak için siyasal zorun devreye girmesi. İkincisi ise burjuvazinin farklı fraksiyonları arasında eş güdüm ve dengeyi sağlayabilecek, sermayenin yeniden mekansallaşmasını kontrol edebilecek güçlü ve etkin bir devlet aygıtı.
Massimo De Angelis, günümüzdeki ticaret modellerini kapitalizm öncesi ticaret faaliyetlerinden ay... more Massimo De Angelis, günümüzdeki ticaret modellerini kapitalizm öncesi ticaret faaliyetlerinden ayıran özelliğin kapitalist yeniden üretimin karakteri olduğunu yazmıştı.[1] Çağdaş ticaret, belirli bir pazar ölçeğinde mübadele ve rant ilişkilerini üretmesinin dışında, metadışı alanları metalaştırarak ticaretin daha doğrusu kapitalizmin etkinlik alanını genişletir. De Angelis’in çerçevesini izlersek üretimin küresel niteliği sonucunda oluşan meta zincirinin her bir parçası birbirine bağlı olduğundan ötürü ticari faaliyetler şirketler arası olmaktan çıkarak, sermayenin uluslararasılaşmasının seyrine göre biçim kazanır. Bu denli yoğunlaşan ticari faaliyet Türkiye'yi küresel kapitalizmin etkinlik sahasının ötesine taşıyarak devletin uluslararasılaşmasını hızlandırmaktadır.
Bu yazıda küresel sermaye hareketlerinin bir ifadesi olarak ticaret üzerinden sermayenin ve devletin uluslararasılaşmasının Türkiye’yi ne derece etkilediğini, uluslararası sermayenin taleplerine başta lojistik dahil nasıl yanıt üretmeye çalışıldığına dair bir kesit sunulacak.
https://www.siyasaliktisat.com/post/kuresel-ticaret-tedarik-zinciri-yildirim
Depremde inşaat sektörünü besleme, emek gücünü yeniden üreterek işyerlerine gönderme amaçları doğ... more Depremde inşaat sektörünü besleme, emek gücünü yeniden üreterek işyerlerine gönderme amaçları doğrultusunda ihaleler yoluyla sermaye transferi, ilksel birikim ve mutlak artık değer sömürüsü çıkar ve ihtiyaçlar hiyerarşisinde en tepelerde yer alırken, halkın somut ihtiyaçları en altlardadır. Devletin konumlanışı bu bağlamda neoliberalizm tarafından belirlenir. Neoliberal devlet mimarisinde egemen olan bürokrasinin işleyişi devlet-sermaye ilişkilerinin cisimleşmesidir. Loïc Wacquant’ın Pierre Bourdieu’nün “bürokrasi alanı” kavramından yola çıkarak açıkladığı neoliberalizm ve devlet ilişkisi, depremde halka yavaş, sermayeye hızlı davranma motivasyonunu anlamayı kolaylaştırabilir.
“Bürokrasi alanı”, devletin tabakalaştırma ve sınıflandırma makinesi olarak yeniden yapılandırılmasına işaret eder. Piyasaya direnişin üstesinden gelmek ve piyasa koşullarından kaçış stratejilerini dizginlemek için belirli koşullarda devletin devreye girmesi gerekir. Neoliberalizm, süregelen bir siyasi yaratım olarak piyasayı etkin biçimde besleyip teşvik edecek bir odağa sokma derdindedir.
Yeni E Dergisi
Türkiye proleter ordusu büyümektedir. TÜİK’in istatistiklerine göre sanayi, inşaat ve ticaret-hi... more Türkiye proleter ordusu büyümektedir.
TÜİK’in istatistiklerine göre sanayi, inşaat ve ticaret-hizmet sektörleri toplamında ücretli çalışan sayısı Şubat 2022’de 13 milyon 614 bin 855 kişi iken Şubat 2023’te yüzde 6,6 artışla 14 milyon 515 bin 554 kişiye yükseldi. Söz konusu ayda ücretli çalışan sayısı sanayi sektöründe yıllık bazda yüzde 4,2, inşaat sektöründe yüzde 15,4 ve ticaret-hizmet sektöründe yüzde 6,7 artış gösterdi.[12]
Bunu daha iyi anlamak için geçmiş yıllarla mukayese edebiliriz. 2009 yılında 7 milyon 216 bin 465 ücretli çalışan varken işçi sayısı yüzde 100’den fazla artışla Şubat 2022 itibarıyla 14 milyon 515 bin 554’e ulaşmış durumda. İşçileşme hızı yüzde 100’leri geçerken aynı dönemde nüfus artışı ise yüzde 18’lerde seyretti. Nüfus artış hızından daha yüksek işçileşme hızı söz konusudur. Benzer bir seyir çocuk işçilik için geçerlidir. Çocuk nüfusun toplam nüfus içindeki oranı düşerken 15-17 yaş grubundaki çocukların işgücüne katılma oranı 2021’de 16,4 iken 2022’de yüzde 18,7’ye çıkmıştır.[13]
TÜSİAD, MÜSİAD, TÜRKONFED, TOBB vb. farklı dinamikleri ve siyasi eğilimleri temsil eden sermaye örgütlerinin Türkiye’nin işçi havzası olarak büyümesinden sonuna kadar istifade etmesini mümkün kılan etmen, düşük ücretlerdir.
https://mavidefter.net/turkiye-isci-cumhuriyeti-biz-ne-oluyuz-ne-sag/
Modern Zamanlar’daki fabrika sahnesinde, sürekli somun sıktığı için etrafındaki her şeyi somun ol... more Modern Zamanlar’daki fabrika sahnesinde, sürekli somun sıktığı için etrafındaki her şeyi somun olarak algılayan, sekreter kadının giysisindeki düğmeleri somun gibi görerek anahtarla sıkmaya çalışan, bandın üzerinde sürüklenen işçi, bilişsel yoksunlaşmanın tasviri olarak değerlendirilebilir. Huw Beynon’un Working of Ford’ta belirttiğinin aksine, montaj bandında işçilerin kendine ait kısmi de olsa zaman yaratabileceği alanlar ve anlar, üretim programının içerisinde kalmakta, bu program tarafından belirlenmektedir. İşçi, bandın karşısındaki arkadaşıyla şakalaşırken bile bedenen bandın ritmine bağlı kalmakta, üretimin zaman çizelgesine uyum göstermeyi sürdürmektedir. İşçinin kapitalist denetime adaptasyonu yoğunlaştıkça, Baldamus’un belirttiği üzere, içsel ve dışsal yoksunlaşması artacaktır. Belirli anların ve alanların kontrolünün tamamıyla sermayeye geçmesi, üretimin “modern” karakteridir.
https://mavidefter.net/kubur-kapitalizm-sermayenin-cisimizle-derdi-ne/
"Asrın Felaketi" diye lanse edilen deprem doğal bir afet. Ne zaman sermayenin dinamikleri ve piya... more "Asrın Felaketi" diye lanse edilen deprem doğal bir afet. Ne zaman sermayenin dinamikleri ve piyasa etiği ile birleşip ivme kazanırsa o zaman "kapitalizmin felaketi"ne dönüşüyor. Sermaye açısından ise ne deprem ne sel ne kasırga ne savaş, tek bir felaket var: Birikim krizi. Birikim krizi, arz ile talep arasındaki dengesizlikten doğan ve pazarla sınırlı kalan devresel dalgalanmalardan farklı olarak, tüm toplumsal formasyonu etkileyen bir kriz türüdür. Sermaye birikim süreçlerinin tıkanması, sermaye ilişkisinin yeniden üretilememesi, siyasal alanda temsil krizi görünümleriyle cisimleşir. Birikim krizinin üstesinden gelirken çeşitli yollar izlenir. İdari ve hukuki düzenlemeler, meta-dışı alanların metalaştırılması, özelleştirmeler, yeni değerlenme alanlarının yaratılması, genel ücret seviyesinin düşürülmesi, piyasa despotizmi gibi çeşitli araçlarla ve stratejilerle müdahale edilir. Ne var ki kapitalist üretim tarzı yıkıcı çelişkilere sahiptir; “belli bir noktanın ötesindeki her tür iyileştirmeyi dışlar” ve her ne kadar toplumsal üretim süreçleri birleştirilse de “zenginliğin iki kaynağı olan toprağı ve işçiyi kurutarak” yoluna devam eder (Karl Marx, Kapital I).
https://www.birgun.net/makale/finansal-oligarsinin-olum-enstrumani-afet-tahvilleri-423627
Kapitalizm her zaman servetin birikimi ve yoğunlaşması ile ilgili olmuştur. Marx ve Engels bu olg... more Kapitalizm her zaman servetin birikimi ve yoğunlaşması ile ilgili olmuştur. Marx ve Engels bu olguyu ilk kez Komünist Manifesto'da dile getirdiler. Thomas Piketty de bize bunu hatırlattı. Ancak asla kapitalizmde zenginliğin kişiselleşmesi ve bunun toplum için anlamına odaklanmadılar. En son yayınlanan Amerika'daki en zengin kişiler listesi servetin sürekliliğini ve kişiselleşmesini akla getiriyor.
Böylelikle işçi sermaye dolaşımının basit bir parçasına dönüştürülür, iş süreci kadar işçi üzerin... more Böylelikle işçi sermaye dolaşımının basit bir parçasına dönüştürülür, iş süreci kadar işçi üzerinde de eksiksiz denetim sağlanır. Üretimin bu aşamasında kurulan egemenlik, Marx’ın Formen’de vurguladığı bir başkasının iradesinin mülk edinilmesine dayalı egemenlik biçimini üretir. Sermayenin inşa ettiği egemenlik ilişkisi, sadece ekonomik alanla sınırlı kalmaz, siyasal ve toplumsal düzeyde egemenliği pekiştirir.
Thomas Bernhard’ın “Olaylar”[1] kitabındaki bir öykü, işçileri her koşulda üretime devam etmesi gereken ruhsuz birer makine derekesine indirgerken toplumun genelini de kayıtsızlığa ve eylemsizliğe sürükleyen bu yabancılaşma döngüsünü tasvir eder. Giyotine benzeyen bir makine, yavaş yavaş akan bir plastik kütleden büyük parçalar kesmekte, bu kesilmiş parçaları kontrol eden ve onları büyükçe bir kartonla saran kadın işçilerin oturduğu hareketli şeride düşürmektedir. İşçilerden birisi yanlışlıkla makinenin içine düşer ve başı kopar. Kadının kesik başı, kopan plastik parçaları gibi akan şeride inerken, diğer işçiler kapıldıkları dehşet nedeniyle bağıramazlar ve çalışma rutinine uygun bir şekilde, başı alıp bir kartona yerleştirirler. Üretim bandı akmaya, işçiler “şok” doktrini eşliğinde çalışmaya devam eder.
[Der. Özay Göztepe] Türkiye’de yaşanan konjonktürel gelişmeler Orta Doğu’ya, Orta Doğu’daki geliş... more [Der. Özay Göztepe] Türkiye’de yaşanan konjonktürel gelişmeler Orta Doğu’ya, Orta Doğu’daki gelişmeleri ise emperyalizmin ulaştığı yeni aşamaya bakarak kavramak gerekmektedir. Emperyalizm üzerine güncel tartışmalar klasik emperyalizm kavramsallaştırmasının yaşanan birtakım dönüşümleri açıklamak için yeniden formüle edilmesi gerektiğinde uzlaşmaktadırlar. Sermayenin uluslararasılaşmasının yeni aşamaları ve devletin uluslararasılaşması emperyalizmin güncel formunun tartışmak için başlangıç noktasını oluşturur.
Sermayenin uluslararasılaşmasının ilk aşaması malların serbest dolaşımını içerir. BM, GATT, IMF ve DB dolayımıyla koordine edilen ilk aşamada merkez kapitalist ülkeler arasındaki malların serbest dolaşımı mümkün hale gelmiştir. İkinci aşama ile birlikte çevre ülkeler söz konusu serbest dolaşıma dâhil edilmiştir. Merkez ülkelerde yaşanan aşırı birikim krizi, Fordist uzlaşının çöküşü az gelişmiş ülkeleri serbest dolaşım alanı olmasına yönelik düzenlemelerin nesnesi haline getirmiştir. Üçüncü aşma ise Sovyetlerin dağılması süreci ile birlikte ortaya çıkmış, öncelikle Doğu Avrupa serbest dolaşım alanına dönüşmüştür. Sermayenin uluslararasılaşmasının üçüncü aşaması ise 2000’li yıllar ile birlikte sınırlarına ulaşmış , sermayenin yeni değerlenme alanlarına ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Anılan yıllarda öncelikle Orta Doğu kısmen de Afrika, özellikle Kuzey Afrika, sürecin yeni hedefi haline gelmiştir(Özdemir, 2014: 39-45). “Büyük Orta Doğu Projesi” ilgili sürecin siyasal projesi olarak nitelendirilebilir.
Kolektif emperyalizmin günümüzdeki taleplerinin odağında Orta Doğu bölgesi bulunur. Söz konusu talepler daha önce alım satıma tabi olmamış bölgenin yer altı ve yer üstü kaynaklarının metalaştırılmasını hedefler. İlgili metalaştırma istekleri (neo)liberal devlet biçimini ve kapitalist hukuksal düzenlemeleri bölge ülkelerine dayatır. Özellikle petrol kaynaklarına sahip ülkelerin petrol kuyularını, arazilerini, işletmelerini ve benzerlerini özel sektörün alım satımına tabi olmasını amaçlar. Ancak Körfez ülkeleri sahip oldukları petrol kaynaklarından elde ettikleri serveti bahsi geçen kolektif emperyalist taleplere direnç oluşturabilmek için kullanmaktadır (Özdemir, 2014: 136-148).
Körfez ülkelerinin “direniş”lerinin esas yönelimi kolektif emperyalizmin taşıyıcıları ile yaşadıkları gerilimi Orta Doğu ülkelerine taşımalarıdır. Birinci strateji kolektif emperyalist talepleri karşılayan, neoliberal reformları gerçekleştiren, dünya ekonomisi ile bütünleşmeye çalışan ülkelerin (Mısır, Tunus, Filistin, Libya v.b.) ekonomilerinde petro-dolarlara dayanan birikimleri dolayımıyla yatırımlarını arttırmayı kapsar (Hanieh, 2015). İkinci strateji bölgede siyasal istikrarının yitirmiş ülkelere (Suriye, Yemen v.b.) müdahil olmayı ve Körfez’in çevresinde bir hat oluşturmayı içerir. Üçüncü strateji ise bölgede ve dünyadaki kolektif emperyalizmin yürütücüsü olmayan ülkelerle (Rusya, Çin v.b.) ittifak arayışına dayanır. İlk iki stratejinin yatırım yapılan ve müdahil olunan ülkede siyasal temsil olanaklarını zorlanarak yürütülür ve kolektif emperyalizmden kaynaklı çelişkiler ilgili ülkelere taşınır.
Hazırlayanlar: Kemal İnal, Nuray Sancar, Ulaş Başar Gezgin. Makaleden: "Bu yazıda vurgulamaya çal... more Hazırlayanlar: Kemal İnal, Nuray Sancar, Ulaş Başar Gezgin. Makaleden: "Bu yazıda vurgulamaya çalıştığımız husus, ifadesini sol-liberal ve liberallerde bulan, sertleşen siyasal atmosferin nedeni olarak Erdoğan’ın ya da başka siyasetçilerin söylemleriyle sınırlayan bakış açısının geçerli ve doğru olmadığıdır. Bir kişinin verili bir toplumsal formasyonda sadece söylemleriyle (ekonomi veya ideoloji) yapısal ilişkileri dönüştürmesinden çok mevcut yapısal ilişkilerin söylemi ve söylemin ait olduğu benliği/bilinci belirlemesi söz konusudur. Erdoğan’ın kamplaştırıcı ve pejoratif söyleminin kaynağında kendisinin de konumlandığı maddi bir şebeke bulunmaktadır: Muhafazakâr ve siyasal İslamcı söylemler, tam da bu ideolojilerin kümelendiği bir söylemsel formasyonda şekillenir. Bu söylem ya da söylemler kendi içerisinde çelişki arz edebilir; çünkü, Gramsci’nin de “çelişkili sınıf bilinci”ni tanımlarken ortaya koyduğu gibi, benliği ve bilinci yoğuran çok fazla belirleyeni olan toplumsal ilişkiler sistemi mevcuttur. Ancak bunun kurumsal haznesi, devlet yapısıdır. Bu yazıda üzerinde durduğumuz otoriter devlet biçimi, söylemleri ve kişiliği üst-belirleyen mevkide, otoriteryen söylemi de biçimlendirir. Sınıfsal ilişkilerin karşılaşmasına tanıklık eden devlet yapısında, söylemler de karşılaşarak değişir ve dönüşür. Erdoğan için de söylenen “değişti” görüşlerinin arkasındaki budur. Ne var ki, Erdoğan değişmemiş aksine değiştirme eğilimindeki bir siyasi figürü canlandırmaktadır. Erdoğan’ın uluslararası toplantılarda devlet liderlerini azarlayan kahramanlık tavırları ile balkonda sigara içenlere karışan zabıta tavırları, muktedir ve müstehzi söylemleriyle birlikte, otoriteryen kişiliğin izdüşümlerinden kaynaklanmaktadır. Bu figür, mevcut devlet biçiminin ve rejimin niteliğiyle simbiyoz halinde olup, koşullara göre seyri dalgalanmaktadır."
The History of the Left From Marx to the Present kitabının Utku Özmakas ile birlikte editörlüğü. ... more The History of the Left From Marx to the Present kitabının Utku Özmakas ile birlikte editörlüğü. Çeviri: Soner Torlak, Kemal Özdil.
Marx'tan Bugüne Solun Tarihi, nihai hedefi olarak "insani özgürleşme"yi tarif etmiş olan Solun kuramsal bakış açılarının doyurucu bir tarihçesini sunuyor. Kant, Hegel ve Spinoza'dan Marx'a ulaşan, Batı Marksizmi ve Frankfurt Okulu'nu kat ederek sendikalizm, konsey komünizmi, liberteryen sosyalizm, anarşizm, sürrealizm ve sitüasyonizme uzanan alternatif bir sol siyaset teorisi tarihi olan kitap, bütün bu akımların birbirine açıldığı kanalların ve dip akıntılarının izini sürüyor.
Gündelik hayatın eleştirisi ile ekonomi politiğin eleştirisinin bir araya getirilmesi iddiasından hareketle kaleme alınan Marx'tan Bugüne Solun Tarihi, bugün liberal demokrasi, otoriter devlet ve faşizmin oluşturduğu şeytan üçgenine hapsedilmeye çalışılan insanlığa da kendi meydan okumalarının tarihini hatırlatmaya soyunuyor. Nihayet, özgürlükçü düşünce, devrimci praksis ve sosyolojik analiz örneklerinden yararlanarak, bugün dünyanın dört bir yanında ve bu topraklarda sosyo-ekonomik ve politik değişim adına yürütülen taze mücadelelerle doğrudan ilgili bir biçimde, bahsi geçen "henüz olmayan"ın nasıl "derhal"e dönüştürülebileceğini göstermeyi amaçlıyor. (Arka Kapak)
Der. Ali Murat Özdemir. Çalışmaya katkı sunan diğer yazarlar Ali Murat Özdemir, Ayşe Cebeci, Ebub... more Der. Ali Murat Özdemir. Çalışmaya katkı sunan diğer yazarlar Ali Murat Özdemir, Ayşe Cebeci, Ebubekir Aykut, Emre Soran, Engin Sune, Muhammed Kürşad Özekin, Göksu Uğurlu. Girişten: <<Kansu Yıldırım’ın çalışması Tunus bağlamında mevcut gerilimlerin kuramsal parametrelerini incelemeye devam ediyor. “Arap Baharı” teriminin sınıfsal içeriği bütün kitap için geçerli bir kuramsal katkı olarak yazarın çalışmasının ilk alt-başlığını oluşturuyor. Siyasal arka-planı ele alan ikinci alt-başlık Tunus araştırmaları için önemli bir tarihsel döküm vermekte iken üçüncü alt-başlık Tunus’ta mevcut devletin neo-liberal talepleri karşılamak konusundaki yapısal sınırlarını (ve özgünlüklerini) tarihsel süreç içerisinde ele alıp somut olaylar bağlamında sergiliyor. Sayılanlar dışında çalışmanın iki hususta yaptığı vurguyu da burada belirtmek gerekir: Bunlardan ilki ilkel birikim süreçleri üzerindeki teorik titizlenme ikincisi ise kitap boyunca sıklıkla kullanılmakta olan düzenleme teriminin kuramsal içeriğinin tespitidir. Düzenleme Okulu’nun ilk dönem kuramcıları tarafından ortaya konulan haliyle düzenleme, kapitalist üretim ilişkilerinin yeniden üretimiyle sonuçlanan -yegâne kaynağı siyasal iktidar olmayan- öznesiz bir sürece karşılık gelmektedir. Düzenleme ilgili toplumsal formasyonun tarihsel özelliklerine bağlı olarak biçimlenir. Bu bağlamda, Kolektif Emperyalizm ancak geçmiş düzeneklerin sunduğu imkân ve sınırlılıklar bağlamında işleyen (Jessop’un terimiyle patika bağımlılık da denilebilir) süreçlere dayanarak kendi dönüştürücü taleplerini öne sürmektedir. Yazarın bitirdiği gibi bitirir isek: “[Politika yaparken] Kritik nokta, Tunus’taki doğrudan yabancı yatırımları tehlikeye atmadan farklı toplumsal sınıfların desteğini alacak politik iktidarı tesis edebilmektir. Bu nedenle hegemonik güç yarışındaki ülkeler için, sosyalist bir alternatif hariç, kapitalist çizgide yer almak ve Körfez tarafından ihraç edilen çelişkilerin alıcısı olmamak koşuluyla tüm otoriter, otokratik, despotik, diktatöryel seçenekler kabul edilebilirdir [yeter ki devlet biçiminde gerekli dönüşümlerin başlatıcısı olsunlar]. Kolektif emperyalist dizaynın şu an için ucu açıktır”.>>
Karl Marx'ın Neue Rheinische Zeitung’un 62. sayısında çıkan makalesinin tercümesi. Der. Önder KUL... more Karl Marx'ın Neue Rheinische Zeitung’un 62. sayısında çıkan makalesinin tercümesi. Der. Önder KULAK, Arka kapak: Karl Marx ve Friedrich Engels elinizdeki derlemede kapitalist üretim tarzının temel bir öğesine dikkat çekiyorlar: Serbest Ticaret.
Marx ve Engels, bir yandan serbest ticaretin işçilere ancak yıkım getirdiğini gösterirlerken, diğer yandan ikiyüzlü burjuvaların nasıl işlerine geldiğinde serbest ticarete karşı gümrük vergileri gibi onlarca çeşit koruma vergisine tutunduklarını ifşa ediyorlar. İngiltere, Fransa, Almanya ve diğer Kıta Avrupa'sı ülkelerindeki korumacı ticaret yanlıları ile serbest ticaret yanlıları arasında başlayan polemikleri takip eden ve tartışmaya dâhil olan Marx ve Engels, konuyu üç perspektifte ele alıyorlar: Serbest ticaretin sermaye ilişkilerini nasıl şekillendirdiği, liberal entelektüellerinin yanılgıları ve serbest ticaretin işçi sınıfına politik ve ideolojik imkân sağlayıp sağlamadığı. Bu çerçevede, ataerkil üretim sürecinin tasfiye edilişi; serbest ticaretin, burjuvazinin hangi fraksiyonlarına fayda sağladığı; aristokratik yapının neden ömrünü doldurduğu; işçi sınıfı açısından korumacılığın mı yoksa serbest ticaretin mi dikkate alınması gerektiği; sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşması süreçlerinde serbest ticaretin önemi gibi pek çok konu başlığını 1845-1888 tarihleri arasında kaleme aldıkları metinlerden görebiliyoruz.
Serbest Ticaret yazıları Marksist teori ve pratikte sermayenin zaman-mekânsal yayılışının ekonomik ve politik öncüllerine dair tarihsel maddeci bir çerçeve sunuyor. “Serbest ticaret nedir? Sermayenin özgürlüğüdür.” Karl Marx
Karl Marx'ın “Kölnische Zeitung’un No. 179’daki Başmakalesinin tercümesi (Melek ZORLU ile birlikt... more Karl Marx'ın “Kölnische Zeitung’un No. 179’daki Başmakalesinin tercümesi (Melek ZORLU ile birlikte) Der. Önder KULAK, Arka Kapak: Karl Marx’ın düşünce dünyası uzun ve meşakkatli bir düşünsel yolculuk sonunda oluşmuş ve olgunlaşmıştır. Ve Marksistler arasındaki hermeneutik didişmeler bu düşünce dünyasını anlamanın öyle hiç de düz bir yol olmadığını gösterirler. Bu didişmeler sırasındaki kritik hatalardan birisi de Marx’ın bu yolculuğun henüz başındaki adımlarını görmezden gelmektir. Bizler bu hatadan kaçınmak üzere; bu yolcuğu geriye doğru sarıp kaynağına doğru takip ettiğimizde, Marx'ın ayak izlerini izlediğimizde, 1830'ların sonlarına ulaşırız.
Bu tarihler (1838-1845) Marx'ın o günkü düşünce dünyasına başlıca tohumları ektiği bir dönemin başlangıcıdır. Bu tohumların kimileri ya hemen ya da yıllar sonra filizlenmiş, bu filizlerin kimileri olgunluk döneminde korunmuş ve büyütülmüş, kimileri ise daha sonra terkedilmiştir. Marx'ı kendi kaleminden, birbirleriyle ilişkili metinlerinden izlemenin önemli olduğuna inandığımızdan ötürü, odağı Genç Marx'a, yani erken dönem eserlerine, hatta belki de "Marx'ın kendisinin bile unuttuğu" metinlerine çeviriyoruz. Bu çabanın Marx’ı daha iyi anlamada önemli bir katkı sunacağını düşünüyoruz. Çoğunluğu daha önce Türkçe’ye çevrilmemiş yirmi metin “Felsefe Tartışmaları”, “Toplum, Hukuk ve Siyaset”, “Basın Özgürlüğü ve Sansür” ve “Ek” kategorileri altında, on yedi başlık halinde toplanmıştır.
Der. Ali Murat Özdemir, Arka Kapak: İçinde bulunduğumuz kaotik durum, "piyasanın ürettiği şiddet"... more Der. Ali Murat Özdemir, Arka Kapak: İçinde bulunduğumuz kaotik durum, "piyasanın ürettiği şiddet", "devletler-arası silahlı şiddet", "üretim alanında bağımlılık ilişkilerine hâkim olan normlardaki şiddet" gibi ayrı başlıklar altında açığa çıkan kapitalist şiddet türlerinin toplam etkisine denk gelmektedir.
Önümüzdeki dönemde yüzleşeceğimiz farklı şiddet biçimlerinin tümü, belirli uğraklarında, uluslararası hukuk tarafından işletilecek; mevcut iktidarlar, kendi hareket ilkelerini uluslararası hukukun gerektiğinde icat edilen, gerektiğinde yeniden yorumlanan geniş normlar ve ilkeler deposundan sağlayacaklardır. Bu süreç çoktan başlamıştır. Anılan koşullar altında, uluslararası hukuk daha önce olmadığı kadar günlük yaşantımızı biçimendirmeye, günlük haber ve yorumlarımızı dönüştürmeye koyulmuştur.
Emperyalist hayalet, hukuk söylemi içerisinde kendi meşruiyetini ararken, "ortklığın/birlikteliğin" dili tabiiyetin diline; ilgili toplumların olası kahramanları çirkin bir komplonun failine dönüşmektedir.
Elinizdeki kitap temel olarak Sovyet sonrası dönemin küresel dinamiklerini okumak için en uygun başlangıç noktasının uluslararası hukuk olduğu saptamasından hareketle, küreselleşen vahşetin ekonomi politiğini yapmaya çalışmış ve uluslararası hukukun dönüşüm dinamiklerini sorugulamıştır. Sosyal bilimlerin uluslararası hukuka yönelik tavrı yeniden belirlenirken kimin hayaletiyle uğraştığımızı bilmek, hem uluslararası hukuku anlamak hem de sürece müdahale edebilmek için elzemdir.
(Ebubekir AYKUT ile birlikte) Ed. Mete K. Kaynar, Arka Kapak: "Türkiye solu neye muhaliftir?" Tü... more (Ebubekir AYKUT ile birlikte) Ed. Mete K. Kaynar, Arka Kapak:
"Türkiye solu neye muhaliftir?" Türkiye solunun siyasi cinayetler, direnişler, mitingler, açlık grevleri, tutuklamalar ve idamlarla dolu tarihini gözümüzde canlandırdığımızda bu soru okuyucuya ilk bakışta garip görünebilir. Ancak, soruyu farklı bir şekilde sorarak bu tuhaflığı ortadan kaldırmak mümkün: Türkiye solu gerçekten muhalif olabilmiş midir? Resmî ideolojinin ne kadar uzağında, dışında, ondan biçim ve öz olarak ne kadar farklı, ona ne kadar alternatif/muhalif bir düşünce bütünü, bir politik dil, bir weltanschauung ortaya koyabilmiştir? Sol, kendi tarihsel süreci içinde bu konuda ne kadar başarılı olabilmiştir?
Ne yazık ki, 1920'lerden günümüze, Türkiye solunun ana akımları, partileri, dergileri ve/ya çevrelerine baktığımızda, bu soruya gönül rahatlığı ile evet cevabı verebilmek için epey düşünm
Mitosların yapıtaşı mahiyetindeki ast-üst ilişkisinin eşdeğer kategorilerin (canlı-cansız/somut-s... more Mitosların yapıtaşı mahiyetindeki ast-üst ilişkisinin eşdeğer kategorilerin (canlı-cansız/somut-soyut) dışına çıkarılışı ise ancak analojiler sayesinde mümkündür. Ezen-ezilen, koruyan-korunan, güçlü-zayıf, vb. ikiliklerin tümü için objeler saptanır. Bürokratik ve gündelik yaşamdaki hiyerarşiye de sirayet eden ikilikler sınıfsal çelişkilerin üzerini örterek kitle psikolojisini kurucu fikirle uyumlulaştırır. Kalabalıkları “kurucu” fikrin gerekliliğine ikna eden mitosların işlevi bu noktada belirginleşir. Paydaşlığı sağlayan mitoslar, bireylerin paylaştığı söyleme uygun olarak kurucu fikir içerisindeki konumunun altını çizer. Patriyarkanın cisimleştiği konumlanmada, eşdeğer olmayan kategoriler sıklıkla erkek ve kadın bedenine ilişkin (fiziksel ve duygusal kapasitelerinin) önkabullerin soyutlamalara aktarılmasına dayanır. Erkek, güçlü ve otoriter mizaç dolayımıyla “koruyucu”; kadın, narin ve kırılgan mizaç dolayımıyla “korunan” imgelerle eşitlenir. Ulus-devlet fikri bağlamında mitosun içerdiği soyutlama düzeyi açısından erkek “asker” olarak resmedilirken, kadın “vatan” olarak işlenir. Güçlünün zayıfı koruduğu kompozisyonda biyolojik farklılık eşitsizlik biçiminde kristalize olur ve kadınlar, birileri tarafından sahip çıkılması gereken anlam kümelerine dönüştürülür.
“Namus” ve “mahrem” sözcükleriyle içeriklendirilen anlam kümelerinde kadınlar, dinci veya milliyetçi ideolojilerde kendi bedenlerinin taşıyıcıları olmaktan çıkmıştır. Milliyetçi hareketler içinde ve uluslaşma süreçlerinde kadınların aldıkları rollerin büyük çoğunluğu, aksiyomatik olmayan bir görev bilinci ve pronatalizmle şekillendirilir. Kadınlar “ulusun anneleri” olarak korunması gereken bir obje iken, aynı zamanda “ulusu bağrında yetiştiren” bir anne olarak da savunulması gereken bir “özne”dir. Nesneleşme hali, “bana” ve ”bize ait” bir kadın bedenine değmemesi gereken “namahrem el” üzerinden örülür ve “vatan” imgesi ile kadınlar arasında özdeşlik yaratılır.
Bu makalede ise IŞİD’i besleyen ve büyüten makro-siyasi analizlerin dışına çıkarak örgütün ontolo... more Bu makalede ise IŞİD’i besleyen ve büyüten makro-siyasi analizlerin dışına çıkarak örgütün ontolojisine, içsel dinamiklerine ve motivasyon kaynaklarına değineceğiz. “Çatışma içinde süreklilik” olarak adlandıracağımız faşist reaksiyoner çizgiye yaklaşmasından bahsedeceğiz. Örgüte ilişkin bir tür biyografi çıkartırken, oryantalizm ve oksidentalizm ikiliğinin ne kadar açıklayıcı olduğunu değerlendireceğiz ve sınıfsal bağlamda örgüte katılım dinamiklerini sorgulamaya çalışacağız. Son olarak IŞİD’in mutlaklaşma eğilimi taşıyıp taşımadığını proto-devlet tartışması ve kitle psikolojisi üzerinden inceleyeceğiz. Faşizmin ideolojik, duygulanımsal (affect) ve süreklilik (continuity) öğeleri ile IŞİD’in eylem hattı arasında bir benzerlik olup olmadığını tartışmaya açacağız.
Sayı Editörleri: Savaş Ergül, Emre Özcan
"Hegemonya kavramsallaştırması bağlamında zor ve rıza olarak bu iki öğe, aslında daha derin ilişk... more "Hegemonya kavramsallaştırması bağlamında zor ve rıza olarak bu iki öğe, aslında daha derin ilişkilere göndermelerde bulunmaktadır. Michel Foucault’un da modern devlet bağlamında denetleme, gözetleme ve disiplin pratiklerini daha genel bir kavramsal başlıkta kullandığı biyoiktidar kavramı, tam da, Gramsci’nin zor ve rıza dolayımıyla modern devletin iplerini ve zincirlerini nasıl gergin tuttuğunu bir noktaya kadar açıklamaktadır."
Sayı Editörleri: Ebubekir AYKUT
"Cumhuriyet, soceitas veya universitas evrende, organik veya mekanik toplumda, özne veya nesneleş... more "Cumhuriyet, soceitas veya universitas evrende, organik veya mekanik toplumda, özne veya nesneleştirilmiş birey inşasında hangi dönemsel aktörler ve toplumsal ilişkilerle olsun, özündeki proje fikrini mütemadiyen korumuştur diyebiliriz. Çünkü cumhuriyet, bir kez daha, modern toplumlar ölçeğinde bir hegemonya projesidir. Detaylandıralım: Hegemonya sınıf-bağıntılı ama mutlak biçimde sınıf bilinci taşıması gerekmeyen nesnel konumları verili bir sınıfın, başka bir sınıf fraksiyonunun siyasal, kültürel, etik-moral önderliği altında konumlanmasını ve örgütlenmesini gerektirmektedir."
Sayı Editörleri: Bora ERDAĞI & Kansu YILDIRIM
"Tarihsel ölçekte kapitalist devlet biçimlerinde ekonomik ve siyasi krizin iki türlü ölü doğumu g... more "Tarihsel ölçekte kapitalist devlet biçimlerinde ekonomik ve siyasi krizin iki türlü ölü doğumu gerçekleşmiştir. İlki faşizmdir; ikincisi otoriter devlet modelidir. Faşizm, Dimitrov’un tabiriyle burjuvazinin en kanlı iktidarıdır. Bu, doğru ancak eksik bir tanımlamadır çünkü faşizm, ekonomik ve siyasi krizin tüm umutları tükettiği melankolik bir atmosferde alt orta-orta-üst orta sınıfların, bunların siyasal ve ekonomik temsilcilerinin teşekkülünden oluşan tarihsel bloğun iktidarına dayanır."
Sayı Editörleri: Nurçin İLERİ & Eylem YENİSOY ŞAHİN
"Devlet, liberal-hümanist paradigma içerisinde konuşlanmış olanların veya anarşizm içerisinden sö... more "Devlet, liberal-hümanist paradigma içerisinde konuşlanmış olanların veya anarşizm içerisinden söylem üretenlerin , kısmen de ana akım Marksistlerin kavradıkları üzere kendinden menkul bir varlık değildir. Nevi şahsına münhasır niteliklerle donatılmış karaktere sahip olmadığı gibi, tüm tarihsizleştirme çabalarına karşın, tarihsiz de değildir. Devlet, ontolojik açıdan, belirli ilişkiler uzamında başı ve sonu olan bir yapıdır; Lenin’in yahut Althusser’in tabiriyle “özel bir gövdeye” sahip “makinedir”. Basındaki ve gündelik yaşamdaki konuşmalarda devlete şahsiyet yükleme girişimleri bir tarafa, devlet, gerçekte “şahsiyetsizdir”. “Şahsiyetsizlik” devletin tarihselliğinden ve pek çok farklı türden ilişkileri içeren bir alanı muhteva etmesinden kaynaklanır."
Sayı Editörleri: Bora ERDAĞI & Utku ÖZMAKAS
"Teritoryal mantık uyarınca ülkenin ve bölgenin geçmişteki ruhunu yeniden canlandıran AKP, alt-em... more "Teritoryal mantık uyarınca ülkenin ve bölgenin geçmişteki ruhunu yeniden canlandıran AKP, alt-emperyal arzuları siyasal düzey üzerinden kitlelere kendi çıkarlarına göre sunmaktadır. İlaveten, göstermelik diplomatik kavgalarla bu durumu güncelleyerek devam ettirmektedir. Kapitalist çıkarlar açısından öne çıkan iki ekonomik siyasa vardır: Birincisi, AKP, uluslararası tekeller için iç pazardaki doğrudan yabancı yatırım sınırlarını genişletmektedir. İkincisi, sermayenin mekânlaşmasını (AVM, otel, sağlık kampusu,vb.) ve mekânların metalaşmasını (HES) hiçbir hükümet döneminde olmadığı kadar hızlandırmaktadır. "
Sayı Editörleri: Bora ERDAĞI & Utku ÖZMAKAS
"...Werner Bonefeld’in “The Politics of Globalisation: Ideology and Critique” ( ) makalesinde “Ta... more "...Werner Bonefeld’in “The Politics of Globalisation: Ideology and Critique” ( ) makalesinde “Tarih tam da öldüğü ilan edildiğinde sürprizlerle ortaya çıkar: Bu tarihin mi yoksa tarih yaratmanın mı ironisidir?”cümlesi herkesin dikkatini çekecektir. Ancak bu cümle siyasal düzeyde okura veya kitlelere motivasyon kazandırmak için propaganda amaçlı yazıldığı varsayılırsa kabul edilebilirdir. Çünkü küreselleşmenin uzamsal siyasetini “teorik” düzeyde inceleyen metindeki bu ibare, Marx’ın, 18 Brumaire ve Komünist Manifesto’daki iddialarının, Althusser’in bu metinleri tartıştığı John Lewis’e Cevap’taki argümanlarının yeniden gündeme gelmesine neden olur. “Tarihi yapan insandır, ancak verili koşullar altında” iddiası, siyaset felsefesinde belirli düşünürler tarafından çeşitli kavramlar etrafında sıklıkla tartışıldığı gibi dünyayı ve toplumu anlamaya çalışan, onu değiştirmeye çalışan Marksizm içinde de nice teorik kavgaların fitilini ateşlemiştir. Bir dilemma olarak tarif edilebilecek yapı ile özne arasındaki ilişkinin niteliği sorunsalı Sınıf, İnsan, Kurum kavramları etrafında tartışılır. Nitekim bu sorunsal tek tek her Marksisti iki kez düşünmeye sevk eder."
Sayı Editörleri: Onur Kartal & Savaş Ergül
http://kampfplatz.blogspot.com.tr/2012/10/1.html
Marx, Kapital’in III. Cildinde “sermaye, emek, toprak!” derken sermayenin bir şey olmadığını, ken... more Marx, Kapital’in III. Cildinde “sermaye, emek, toprak!” derken sermayenin bir şey olmadığını, kendisini bir şeyle ortaya koyan, bu şeye toplumsal karakter kazandıran, toplumun belirli bir tarihsel oluşumuna ait olan, belirli ve toplumsal bir üretim ilişkisi olduğunu vurgular. İlişkili başka bir vurgu, Kapital’in I. Cildinde de ifade edilmiş, “kapitalist üretim tarzının, genel olarak toplumsal üretim sürecinin tarihsel olarak belirlenmiş bir biçimi” olduğuna dair vurgusudur. Bu iki vurgudaki kesişim noktası, kapitalist üretim tarzının ve sermayenin “maddi ve üretilmiş üretim araçlarının” toplamından ibaret olmadığıdır.
Marx’ın belirttiği üzere “toplumsal üretim süreci” insan yaşamının “maddi varlık koşullarının üretim sürecidir”: “maddi varlık koşullarını ve karşılıklı ilişkilerini, yani onların belirli olan iktisadi toplum biçimlerini üreten ve yeniden üreten bir süreçtir”. Kapitalist üretim süreci, prekapitalist üretim süreçlerinde olduğu üzere belirli maddi ilişkilerde gerçekleşir. Eyleme süreci kadar düşünme biçimleri de bu ilişkiye içkindir. Çünkü Marx’ın III. Ciltte altını çizdiği üzere, “toplumsal üretim süreci … üretim ilişkilerinin kendilerini ve dolayısıyla bu sürecin taşıyıcılarını … üreten ve yeniden üreten bir süreçtir” (bkz. Bölüm 48).
Herkes filozof olabilir mi? Bu soruya yanıt arayanlardan birisi Althusser’dir. Filozof Olmayanlar... more Herkes filozof olabilir mi? Bu soruya yanıt arayanlardan birisi Althusser’dir. Filozof Olmayanlar İçin Felsefeye Giriş’te “Son kertede filozof dediğin nedir? Şöyle derdim: Teori alanında savaşan bir adam”. Althusser, “idealist felsefenin egemenliği” ve “sırra ermişler”e hitap eden ezoterik dili nedeniyle felsefenin ayrıcalıklı hale getirilmeye çalışılan konumuna itiraz eder ve ekler: “Hayır, felsefe, felsefe öğretmenlerinin malı değildir. (Diderot, Lenin, Gramsci ile birlikte) ‘Her insan filozoftur’ demekten korktular”. Tıpkı Gramsci’nin aydınlar üzerine yazarken “herkesin aydın olduğu söylenebilir: fakat toplumdaki herkes aydınların işlevine sahip değildir” tespitinde olduğu üzere...
BirGün Kitap - no 176 Dosya: Olağanüstü Hal
Türkiye’nin son on yıllık siyasi tarihi bir tür kompakt dosya gibi diyebiliriz. AKP döneminde eko... more Türkiye’nin son on yıllık siyasi tarihi bir tür kompakt dosya gibi diyebiliriz. AKP döneminde ekonomi alanından ideoloji alanına çok sayıda değişiklik gerçekleşti ve bunların bazıları bir dönem popüler olan bir şiar gibi “ezber bozan” türdendi. Milli Görüş geçmişini, neoliberal ve muhafazakâr bir günce ile buluşturan AKP’nin alâmetifarikası, “değişim” olarak telaffuz ettiği süreci kendi özelinde işletmesinden ziyade Türkiye’nin kodlarını değiştirirken kullanmasıydı. Tamamlanmamış bu süreçte, rejimin bakiyesi tükenmeye başladı; ekonomide küresel çaptaki 2008 krizi ile yalpalamaya başlayan AKP, siyasette Gezi ve Aralık operasyonlarıyla temsil krizine, ideolojide ise temsil ettiği dünya görüşünün toplumsal karşılığının yitimiyle baş başa kaldı. Hegemonik ölçeği daralan pek çok siyasi iktidar gibi AKP de özgürlükleri cendereye alarak, kazanılmış demokratik hakları rejimin zaruretlerine göre yeniden kurgulayarak gücünü pekiştirmeye çalıştı. Bu dönemi “karşı-devrim” olarak değerlendiren Taner Timur, “AKP’nin Önlenebilir Karşı-Devrimi” eserinde okuyucuya tarihsel ve teorik birikimi eşliğinde titiz bir analiz sunuyor.
Liberal teoride, diktatörlük kavramı en yalın ifadesiyle demokratik olarak nitelendirilmeyen yöne... more Liberal teoride, diktatörlük kavramı en yalın ifadesiyle demokratik olarak nitelendirilmeyen yönetim şekillerini tanımlamak için kullanılır. Liberal yaklaşımların diktatörlüğe dair analitik bir tanım koyamamasının, buna karşın genellemelere başvurmasının başlıca nedeni, kavramın karşıtı olarak kabul ettikleri temel kıstasın, yani “demokratik olmayan” tiplerin hem tarihsel bağlamda hem de pratik açısından çok çeşitli olmasıdır. Tek bir tanımla ifade edilemeyen diktatörlük kavramını, liberal düşünürler, bu nedenle şabloncu biçimde görünür kılmaya çalışmışlar ve yeri geldiğinde bilimsel düzeyden siyaset düzeyine sıçrama yaparak propagandaları için araçsallaştırmışlardır. Jacques Ellul Propaganda: The Formation of Men’s Attitudes kitabında propagandayı incelerken belli bir siyasal-ideolojiye karşı toplu seferberlik oluşturmadan bahseder; diktatörlük tanımı da liberaller tarafından pejoratif içerikle propaganda için kullanılmıştır.
Alex Callinicos’un 2000’li yıllara girerken kaleme aldığı Eşitlik eseri, kendi dönemine özgü bir ... more Alex Callinicos’un 2000’li yıllara girerken kaleme aldığı Eşitlik eseri, kendi dönemine özgü bir tartışmayı ve düşünürler arası çapraz muhakemeyle eşitlik ideasına ilişkin bir izleği okuyucuyla buluşturmaktadır. Callinicos, Britanya’da sol içerisinde cereyan eden ve Blair’in Yeni İşçi Partisi hükümeti üzerinden eşitlik siyasalarına ilişkin ampirik bir tartışmaya da girerek, eşitliğin teorik ve pratik yansımalarını irdelemektedir. Eserinin can alıcı noktası ise ideaya ilişkin iz takibidir: Kronolojiyle ifade edersek, Callinicos, 1600’lerdenAmerikan Bağımsızlık Bildirgesine, Fransız Devrimi’nden Marx, Rawls, Balibar, Bidet, Cohen, Bobbio, Dworkin ve diğerlerine eşitlik ideasının metinlerde ve toplumsal yaşamda somutlaşma biçimlerini incelemektedir. Belirtmek gerekir ki kitap boyunca kilit isimler, Marx ve Rawls’tır.
Bazılarının zannettiği gibi emperyalizm 19. veya 20. yüzyılda bir anlama sahip olup, 21. yüzyılda... more Bazılarının zannettiği gibi emperyalizm 19. veya 20. yüzyılda bir anlama sahip olup, 21. yüzyılda yerini küreselleşmeye bırakmış, modası geçmiş bir kavram değildir. Emperyalizm, Lenin’in ifadesiyle çürüyen ve asalak kapitalizm olarak “üstyapıya” da tekabül eder (Lenin, Mart 1919). Georges Labica’ya göre Lenin’in kullandığı “üstyapı” ifadesi emperyalizmin hem üretim sürecine hem burjuvazinin siyasal faaliyetlerine hem de devlet biçimine gönderme yapar. Yani emperyalizm kavramını duyduğumuzda ekonomik süreçler kadar ulusal ve uluslararası ölçekteki siyasi gelişmeleri de bütünsellik içinde kavramamız gerektiği ortaya çıkar. Bu çerçevedeki maddeci bir perspektiften güncel gelişmelere baktığımızda olan biteni çözümlemek daha sağlıklı hale gelir. Tıpkı Hamide Yiğit’in derlediği “AKP’nin Suriye Savaşı” kitabında olduğu gibi.
Jacques Rancière ise kavramı, yani demokrasiyi, sınırlandırmak yerine farklı epistemolojik süzgeç... more Jacques Rancière ise kavramı, yani demokrasiyi, sınırlandırmak yerine farklı epistemolojik süzgeçlerden geçirerek haritalandırmaktadır. Rancière Demokrasi Nefreti eserinde bu tip bir entelektüel işlem gerçekleştirmektedir; güncel ile geçmiş arasında salınımlı bir hatta, çeşitli örnekler eşliğinde kavramın akıbetini, alımlanma ve algılanma biçimini sorgulamaktadır. Demokrasinin sadece bir yönetim tekniği olmadığını, modern toplum ve siyasete dair tartışılmakta olan olgu ve olaylara ilişkin bir etki alanı barındırdığı okuyucuya sunmaktadır.
“Kapitalist Ulusal Refah Devleti”nin krizi sınıfların siyasal hâkimiyet yoğunlukları değişmeye ba... more “Kapitalist Ulusal Refah Devleti”nin krizi sınıfların siyasal hâkimiyet yoğunlukları değişmeye başlamıştır. Yeniden organize edilen devlet aygıtlarının aracılığıyla sermayedarların ortak çıkarları büyük ölçüde toplumun genel çıkarı haline getirilmiştir. Söz konusu kapitalist strateji, kendisini kamu hizmetlerinin sunumunda cisimleştirmiş ve yeniden üretmiştir. Özellikle nüfusun biyolojik ve fizyolojik devamlılığı açısından kritik öneme sahip sağlık hizmetleri gibi mevzubahis olduğunda bu strateji kendisini iki farklı surette göstermektedir. İlki, sağlık ve sosyal güvenlik sistemini makro boyutta ilgilendiren yapısal değişikliklerdir. İkincisi, ilkiyle bağlantılı olarak, sistemin sunucularında görevli emek-gücünün sınıfsal konumlarıyla ilişkilidir.
Paris Komünü’nden bugüne kentler, iktidarı hedefleyen, iktidar bloğu içerisinde çatlak yaratmak i... more Paris Komünü’nden bugüne kentler, iktidarı hedefleyen, iktidar bloğu içerisinde çatlak yaratmak isteyen veya sisteme alternatif bir örgütlenme modeli deneyimleme arzusunda olan muhalif kesimler için özel bir öneme sahiptir. Kentler, imara açılmış yerler, parklar, yollar ve kanalizasyon sistemlerinden oluşan, üst üste bindirilmiş binaların kümelendiği alanlar değildir. Üretimin, tüketimin, bölüşümün ve dolaşımın, buna paralel, eşitliğin ve eşitsizliğin, rekabetin ve ortaklığın iç içe geçtiği yeniden-üretim mekânlarıdır. Daha doğrusu, kapitalist üretim ilişkilerinin ideolojik, ekonomik ve siyasal düzeylerde devamlılığı için gerekli canlı ve cansız varlıklara ev sahipliği yapan ünitelerdir. Bu perspektif doğrultusunda kentler, sınıf karşılaşmalarının ve çatışmalarının alanıdır ve kentlerin yönetilmesi işi, toplumsal sınıflar için öncelikli bir gündemdir. Bu da Marksizm içerisinde mekân-iktidar ilişkisinin özgül bir boyutunu oluşturur.
Son zamanlarda rejim sorunu ve rejimin nereye doğru gittiği sorusu üzerine çokça yazılıp çizildi.... more Son zamanlarda rejim sorunu ve rejimin nereye doğru gittiği sorusu üzerine çokça yazılıp çizildi. Bu tartışmalar esnasında “otoriterlik”, “totaliterlik”, “diktatörlük” gibi pek çok kavram anıldı. Ne var ki her kavramın tarihsel ve toplumsal olarak farklı bir bağlamının bulunduğu ve belirli bir siyasi tercihe göre kullanıldığı da aşikâr. BirGün Kitap olarak bu kavramların ortaya çıkış sürecini, arasındaki ayrımları, tarihsel örneklerini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Bölümü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Filiz Zabcı ile konuştuk.
James O’Connor gibi iktisatçılara göre krizler ve onları izleyen genişleme dönemleri kapitalizmin... more James O’Connor gibi iktisatçılara göre krizler ve onları izleyen genişleme dönemleri kapitalizmin yeniden yapılanmasını sağlar. Çelişkilerle malul olan kapitalist üretim tarzı için krizler aynı zamanda sermaye birikiminin ve siyasetinin restorasyonu için birer “imkândır”. Pek çok ülkede yaşanmış krizlerin en önemlilerinden birisi, “finans hegemonyasına yol açan” ve neoliberalizmi tarih sahnesine çıkartan 1970’lerin sonundaki krizdir. 1977 krizi, sadece ekonomik tedbirlerle sınırlı kalmamış, toplumları siyasi, ideolojik ve kültürel olarak yeniden düzenleyen geniş ölçekli hegemonya projelerini ve birikim modellerini gündeme getirmiştir. Türkiye’de bu durumun hem askeri zoru hem de piyasa zorunu içeren yansımaları 24 Ocak Kararları ile başlamıştır diyebiliriz. Öncelikle 24 Ocak Kararlarına yol açan atmosferi kısaca inceleyelim.
Son yıllarda yabancı yatırımları çekebilmek veya uluslararası finansal birleşmelere eklemlenebilm... more Son yıllarda yabancı yatırımları çekebilmek veya uluslararası finansal birleşmelere eklemlenebilmek için Türkiyeli siyasetçiler, bürokratlar ve sermayedarlar ciddi bir gayret sarf ediyorlar. Onlar için en önemli ölçüt, Türkiye’nin “görünürlüğü”. Nitekim 31 Mayıs 2013 tarihinden itibaren Gezi Parkı Protestosu ile Türkiye hem uluslararası kurumların açıklamaları ve raporlarında hem de medya kuruluşlarının haberlerinde ve internet ağlarında muazzam bir “görünürlüğe” kavuştu. Görünürlüğün sağladığı “imaj”, AKP ve ona yedeklenmiş sermaye fraksiyonları açısından negatif mahiyete sahipken yaklaşık on yıldır politik temsilde arka plana atıldıklarını düşünenlerden işsizlikle uğraşan, geçim sıkıntısı çeken, mülksüzleşen ve barınma sıkıntısı çekenlere kadar geniş kitleler için tepkilerini gösterebildikleri bir halk hareketinin ta kendisiydi. Ekonomik, politik ve ideolojik pek çok öğeyi içerisinde barındıran bu hareketlerde sadece Türkiye’deki aktivistler, kadınlar, akademisyenler, öğrenciler, memurlar, işçiler, işsizler birbirinden etkilenmedi. Tüm dünyayı gezen bir “heyula” misali Gezi Parkı Protestoları farklı coğrafyalardaki aktivistlere ve direnişlere de esin kaynağı oldu.
2-10 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 32. İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı Prof. Dr. Tan... more 2-10 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek 32. İstanbul Kitap Fuarı’nın Onur Yazarı Prof. Dr. Taner Timur’un çalışmaları, eserleri ve yaşamı hakkında bir sergi düzenlenecek. Prof. Dr. Timur, BirGün Kitap Eki'ne verdiği röportajda Gezi direnişinin analizini yaptı
On bir yıllık tek başına iktidar süreci, pek çok ilki de beraberinde getirdi. Kamu mimarisini, sa... more On bir yıllık tek başına iktidar süreci, pek çok ilki de beraberinde getirdi. Kamu mimarisini, sağlık ve eğitimi yeniden düzenleme, emek piyasasını ekonomik olduğu kadar ideolojik öğelerle disipline etme, vb. Ama en önemli ilklerden bir tanesi, özgüven ve karizmatiklik eşliğinde beliren AKP’nin siyasal dili oldu. AKP’nin temel dinamiklerinden birisi, proaktif dış siyasetin de önemli bir unsuru olan özgüvendir. Özgüvene dayalı iç ve dış siyaset AKP’yi besleyen ve büyüten öğe olmasının dışında, kitlelerin AKP’ye bakışını şekillendiren bir öğedir. 12 Eylül Referandumu sürecinde askeri vesayetle yahut devletin derinliklerindeki çetelerle mücadele edeceklerini duyurduklarında, bu özgüveni de işletmişlerdi: AKP’nin devlet aygıtlarını işletme kapasitesinin yanında önemli bir siyasal aktör olduğunu, bir nevi rüştlerini ispatlamaya koyulmuşlardı. Özgüvene dayalı siyaset, Başbakan Erdoğan’ın “karizmatik liderlik” özelliğiyle birleştiği ölçüde AKP’nin erişim alanlarının sınırlarını genişletiyordu.
Üç kıtada kitleleri eylemlere ve çatışmalara iten başlıca faktörleri iki başlıkta sıralayabiliriz... more Üç kıtada kitleleri eylemlere ve çatışmalara iten başlıca faktörleri iki başlıkta sıralayabiliriz. İlki, 2008 yılından itibaren tüm dünyayı sarsan ekonomik krizin, siyasette ve sosyal güvenlikteki yansımalarının alt ve alt-orta sınıflara fatura edilmesi; resesyon sonrası pek çok beyaz yakalının işsiz kalması ve ABD’de konut piyasasındaki balonun patlaması ve mağduriyetlere gösterilen reaksiyonlar. Diğeri, Kuzey Afrika ülkelerinde baş gösteren kapitalizmin azgelişmiş ülkelerde yarattığı yoksulluk ve yoksunluğa paralel, beyaz yakalı işsizliği, gıda krizi ve yerleşik siyasi iktidar hanedanlıklarının toplumun farklı kesimleri üzerindeki artan baskılarına duyulan tepkiler. Bu iki faktörün oluşturduğu bileşke, gerek Arap isyanlarında olduğu üzere otoriteleri sarstı, iktidarların değişimine neden oldu; gerekse yeni bir muhalefet kültürünün oluşması için teknoloji ile mekân arasındaki ilişkinin alternatif yönlerine dikkat çekti. Ancak kitlelerin ve mekânların ölçeğini biraz daha büyülttüğümüzde kapitalizmin esas (ekonomik-siyasal iktidar) savaşımının tekil mekânlardan ziyade halk kesimlerinin yaşadığı kentler üzerinde gerçekleştiğini görürüz.
Fredric Jameson’ın Kapital’i Sahnelemek kitabını, Kapital’i inceleyen, betimleyen, Kapital’e iliş... more Fredric Jameson’ın Kapital’i Sahnelemek kitabını, Kapital’i inceleyen, betimleyen, Kapital’e ilişkin birincil ve ikincil tartışmaları yürüten diğer kitaplardan ayıran en önemli iki özelliği şöyle izah edebiliriz: Birincisi, Jameson’ın ekonomik düzeye gömülü kalmadan, Marx’ın siyasal iktisada dair kavramsallaştırmalarını felsefi düzeyde ele alması; ikincisi, Jameson’ın nevi şahsına münhasır dili ve yorumları. İlaveten belirtmek gerekir ki, Jameson, Kapital’in ilk cildi üzerinden kavramları ve kategorileri haritalandırırken, yani Kapital’i sahnelerken, kışkırtıcı ve spekülatif çeşitli yorumlamalarda ve çıkarsamalarda da bulunmayı ihmal etmiyor. Jameson, Kapital’i bütüncül bir sistem olarak okumayı yeğliyor.
AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından günümüze polis sayısı 122 binden 240 bine yükseldi; yani %... more AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından günümüze polis sayısı 122 binden 240 bine yükseldi; yani % 88’in üzerinde bir artış yaşandı. Emniyet Genel Müdürlüğü’ne ait suç istatistiklerine baktığımızda adi suçlar, cinayetler, nitelikli dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırma, uyuşturucu ticareti veya eşya kaçakçılığı gibi suçlarda ilgili yıllar arasındaki artış % 88’ler düzeyinde değil. Bu iki istatistiksel bilgi mukayese edildiğinde akıllara şu soruyu getirebilir: “Polis, araç ve ekipman sayılarındaki bu denli artış neye işaret ediyor?” veya “İleri demokrasi evresinde rejimin (niceliksel ve niteliksel) polisleşme eğilimini nasıl açıklayabiliriz?”. Her iki soru, farklı noktalardan hareket ederek polis sayısı ve polisleşme ile tanımlanan güvenlik olgusundaki güncel veçheyi anlamayı kolaylaştırabilir.
Nail Satlıgan, Sungur Savran ve E. Ahmet Tonak’ın farklı zaman dilimlerinde kaleme aldıkları maka... more Nail Satlıgan, Sungur Savran ve E. Ahmet Tonak’ın farklı zaman dilimlerinde kaleme aldıkları makalelerden oluşan Kapital’in İzinde, Kapital’in 145. yaşının kutlandığı bir dönemde okuyucuyla buluştu. Türkiye’de Marksist düşüncenin önde gelen üç ismi tarafından oluşturulan eser, Marx’ın ve Marksizm’in yapıtaşı sayılabilecek düşüncelerin ekonomik, ideolojik ve siyasi haritalandırmasını yapıyor. Marksizm’in teorik uzamının genişliğini de gösteren Kapital’in İzinde, siyasal iktisadın eleştirisinden kapitalizmin dinamiklerinin tahliline, değer teorisi üzerine yapılan ampirik ve teorik tartışmalardan dönüşüm sorununa, Marksist ekollerin ve Sraffa geleneğinin sınanmasına, Kapital’in plan sorunundan devlet ve komünizm üzerine değerlendirmelere değin dumanı üstünde pek çok konuyu işliyor. Bu kısa değerlendirme yazısında Kapital’in İzinde’de öne çıkan üç başlık incelenecek: “Siyasal iktisat”ın tarihsel analizi ve eleştirisi; Kapital, Grundrisse ve Marx’ın yazışmalarından hareketle kapitalist devlet tartışması; Marx’ın açık uçlu bıraktığı komünizme ilişkin epilog; yani “son söz”.
"Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 4. Ulusal Kongresi Program Akışı" 16 Kasım 2013 Cumartesi * "Çal... more "Sağlık Çalışanlarının Sağlığı 4. Ulusal Kongresi Program Akışı"
16 Kasım 2013 Cumartesi
* "Çalışmak Sağlığa Zararlıdır"
Yürütücü: Meral Türk - Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı AD
Annie Thebaud-Mony
INSERM (Fransız Ulusal Sağlık ve Tıbbi Araştırmalar Enstitüsü)
* Sağlıkta Sermaye-Emek: Tekelleşme-Parçalanma; GELECEK?
Yürütücü: Arzu Çerkezoğlu (DİSK/Dev Sağlık-İş Genel Başkanı)
- Kansu Yıldırım
Ankara Tabip Odası Sağlık Politikaları Uzmanı
- Eriş Bilaloğlu
Toplum ve Hekim Dergisi Hakem Kurulu Üyesi
TÜRK SOSYAL BİLİMLER DERNEĞİ tarafından düzenlenen 13. ULUSAL SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ'nde "KOLEK... more TÜRK SOSYAL BİLİMLER DERNEĞİ tarafından düzenlenen 13. ULUSAL SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ'nde "KOLEKTİF EMPERYALİZM II" oturumunda yapılan sunum.
4 - 6 Aralık 2013 / ORTA DOĞU TEKNİK ÜNİVERSİTESİ KÜLTÜR ve KONGRE MERKEZİ
Mülkiye Dergisi, 2020
Kent, modernleşme süreciyle birlikte toplumsal yaşamın asli zemini haline gelmiştir. Bu nedenle k... more Kent, modernleşme süreciyle birlikte toplumsal yaşamın asli zemini haline gelmiştir. Bu nedenle kentin ve kamusal alanın yöneticiler eliyle nasıl tasarlandığını incelemek toplumsal yaşamın şekillenişine dair önemli ipuçları sunar. Örneğin, eşit katılımı temele alan kentsel tasarımlar, daha demokratik bir yaşamın payandaları arasında yer alır. Tam aksine eşitsizliği temele alanlarsa demokratik katılım duygusunu zedeler. Bu nedenle kamusal alanın tasarımıyla yurttaşlık duygusunun güçlendirilmesi ya da zayıflaması arasında güçlü bir ilişki olduğu söylenebilir. Neoliberalizmle birlikte kamusal alanın tasarlanmasında önemli değişiklikler görülmeye başlanmıştır. Zaten mevcut olan eşitsizlik, söz konusu değişimlerle birlikte iyiden iyiye derinleşmiştir; çünkü neoliberalizm, yanlış ve basit bir şekilde demokratik katılımı ekonomik güçle özdeşleştirir.
Bu bağlamda toplumsal eşitsizliğin son dönemlerde en göze çarpan örneklerinden birini ‘dışlayıcı mimari’ veyahut ‘hasmane mimari’ olarak nitelenen kamusal düzenleme pratikleri oluşturmaktadır. Dünyanın dört bir yanında sayısı giderek artan bu pratikler, temel olarak kentsel uzamı potansiyel bir ‘suç mahalli’ olarak gören, böylelikle kamusal alanı ‘önleyici müdahaleler’le düzenlemeye çalışan bir güvenlik yaklaşımını dışa vurmaktadır. Ne var ki, bu süreçte kimin ‘suçlu’ veyahut neyin ‘suç’ olduğu muğlaklaşmaktadır. Dolayısıyla bu pratiklerin asıl amacının ne olduğu üzerinde düşünmeye değer bir soru konusudur. Bu çalışmada öncelikle söz konusu ayrımcı ve dışlayıcı pratiklerin örnekleri ele alınacak; böylelikle uygulamanın genel yapısı gözler önüne serilecektir. Ardından bu pratiklerin dayandığı güvenlik paradigması çözümlenerek aslında kentsel alanın düzenlenmesinde ölçütün güvenlik değil, sermaye birikimi olduğu gösterilmeye çalışılacaktır. Sonuçta da dışlayıcı mimari uygulamalarının aslında öncelikle mukimleri aktif tüketicilere dönüştürmeye çalışan neoliberal ideolojinin bir ürünü olduğu iddia edilecektir. Bu sürecin ikinci sonucuysa tüketici olamayan mukimlerin ‘kentsel hayaletler’e dönüşmesidir.