Aziz Tekin | Istanbul Arel University (original) (raw)

Uploads

Papers by Aziz Tekin

Research paper thumbnail of Yüksek Lisans Tezi: Kürt Romanında Türk İmgesi

Research paper thumbnail of Di Romana Gundikê Dono De Wek " Êdin " Temsîliyeta Tirkan Kovara Zarema, Hejmar 10, 2017

Abstract Several works on the reproduction of reality in literary works - in particular the produ... more Abstract
Several works on the reproduction of reality in literary works - in particular the production of identity, image and imagination - were leading the way of the work done here. As it is widely known, the creation of "the other" was the most effective way to reproduce and establish a specific reality firmly. In this work, we are taking a closer look on the representation and imagination of the Turkish in Mahmut Baksi's novel Gundikê Dono (The Village of Dono). This novel is carrying traces of the time, place and society it was written in and thus provides the opportunity to take a different look at the society's collective memory, from which the novelist takes its ideas from. We will analyze the novel and its specifical image creation by its humiliating, excluding or including approaches to the other's physical appearance, ways of dressing, housing, attitude and belief. All this will be explained with the help of the examples given in the novel.

Keywords: Image, Imagination, Collective Memory, Identity, Othering, Unconsciousness

Research paper thumbnail of BRECHT'İN YABANCILAŞTIRMASINDAN HAREKETLE DOGVİLLE ARAMIZDA ÇİZİLEN SINIR

Sahne bugünde yüksektedir ama artık dipsiz bir uçurumdan yükselir gibi değildir, bir kürsüye dönü... more Sahne bugünde yüksektedir ama artık dipsiz bir uçurumdan yükselir gibi değildir, bir kürsüye dönüşmüştür. Şimdi amaç, bu kürsüye yerleşmeyi başarmaktır. Walter Benjamin Geleneksel sinemanın amacı, izleyiciyi hayatın keşmekeşsinden sıkıntılarından, uzaklaştırarak onlara bir nevi hayali bir dünya sunmaktır. Geleneksel sinemanın kullandığı teknik, binlerce yıllık dram geleneğinden alınan, neden –sonuç ilişkisine dayalı, korku, sevgi, heyecan, hayıflanma, gerilim ve en sonda da rahatlama ve arınma(katarsis) duygularını harekete geçiren klasik dramatik yapıdır. Aristotales'ten devralınan bu yapı izleyicideki tutkuların temizlenmesi olarak tanımlanır. Aristotales'in bu formülasyonu yıllardan beri kullanılmaktadır. Eskiden tiyatroda kullanılan bu yapı –hala da kullanılmaktadır-günümüzde sinema üzerinden devam ettirilmektedir. Bu klasik yapıya bir karşı çıkış olarak Epik Tiyatro teorisini kuran Brecht, sinema ve tiyatro anlayışında derin değişmeler yaratmıştır. Brecht'in estetik kuramının temelinde 8 tane kavram vardır. Naivete, Mesel Çalışması, Epizotik anlatım, Gestus, Yabancılaştırma, Tarihselleştirme, Anlatımcı yapı, Göstermeci oyunculuk. Biz bu yazımızda Brecht'in bu 8 kavramından " Yabancılaştırma " üzerine duracağız. Bunu Lars von Trier'in Dogville filmi üzeriden yapacağız. Elbette filmde Brechtin kurumsulaştırdığı bu kavramlardan birçoğu yer almaktadır, yer yer bunlara değineceğiz ama yazının ana konusu filmde " Yabancılaştırma " olacaktır. Özet şeklinde söze başlayacaksak Brecht'eki yabancılaşma Marx'ın belirttiği kişinin kendi emeğine yabancılaşmanın yabancılaştırılmasıdır. Marx'ta ki yabancılaşan birey Brecht'in yabancılaştırmasıyla tekrar kendine, emeğine, özüne dönmektedir. Geleneksel sinema ve tiyatroda ol(a)mayan bu kavram ilk defa 1936'da Brecht tarafından yazılan " Çinlilerin Tiyatrosu Üzerine " adlı eserinde kullanılmıştır. Mutlu Parkan Brecht Estetiği ve Sinema adlı kitabında, Brecht'in bu kavrama yaklaşımını şöyle açıklamaktadır: " Modem toplumlarda yabancılaşma 'insancıl anlamların yitirilmişliğidir. Brecht ise, 'insancıl anlamları' bulmak için yabancılaştırma kavramına yönelir. Brecht, kendisini bu yönelişe götüren olayı şöyle açıklamaktadır: " Oyunlarımı, Marx'ın Kapital'ini okuduğumda anladım.(…) Bu sözlerimle, Marx'ı okuduğumda, farkında

Research paper thumbnail of "YANKI YERİNE SES OLMAYA NİYETLİ YENİ KUŞAK" SUDAN KORKAN ADAMLAR FİLMİ ÜZERİNDEN FARKLI KÜRT KUŞAKLARININ İZLENİMİ

Her kuşak kendi problematiğini doğurur ve bir sonraki kuşağa aktarır. Bu anlamıyla kuşaklar kültü... more Her kuşak kendi problematiğini doğurur ve bir sonraki kuşağa aktarır. Bu anlamıyla kuşaklar kültür sanat ve medeniyet aktarmanın yanı sıra devasa problemleri de kendinden sonrakilere bırakır. Günümüz kuşağının tartıştığı birçok sorun yüzlerce yıl önceden kalan kuşağın bakiyesidir. Ortadoğu özelinde baktığımızda, yaşanan birçok savaş bir anlamda kültürel emperyalizm uzantılı ve bu emperyalizmin yarattığı haksızlıkların savaşlardır. Her sistemin kendi kuşağının karakterini oluşturduğunu varsayarsak 100 yıla yakın Türkiye Cumhuriyetinin ulus devlet yaratma sürecinde farklı karakterde kuşakların belirginleştiğini söyleyebiliriz. Cumhuriyet boyunca oluşmuş üç Kürt kuşağın olduğunu görebilmekteyiz. Birincisi, cumhuriyetin kurulduğu dönemde Kürt isyanlarına öncülük eden kuşak, ikincisi ilk kuşağın bastırılmasıyla kendisinden sonraki suskunluk dönemi kuşağı da diyebileceğimiz 1940 ve 1980 arası kuşağı ve bir diğeri son kuşak olan Kürt çocuklarının metropollerde üniversitelerle tanışması, savaşın içinde doğup büyüdükten sonra sistemi sorgulayıp sarsar hale gelen kuşak diye ayırabiliriz. Bu kuşakların her biri farklı şartlarda büyüdü ve kendilerine özgü algılamalara sahip oldular. Özünde bir kültür varlığı olan insan değişimini içgüdülerin yerini kültürün almasıyla ileri bir evreye taşınmıştır. Kültür, insanın yalnız çevresine uyma olanağı vermedi aynı zamanda çevreyi kendi ihtiyaçlarına göre tasarlama şansı da bahşetti. Bu tasarlama süreci kuşaktan kuşağa farklılık göstermektedir. Sudan Korkan Adamlar filmi üzerinden iki farklı Kürt kuşağını seçtiğim bu yazıda, kuşaklar arasında mücadele yöntemlerinin farklı olduğunu görebiliyoruz. Bu mücadele yöntemleri toplumsal ve kolektif hafızanın pratikleşmesi ve bunun kültürel bellek üzerinden deneyime tabi tutulması ve bu belleğin kitleleri harekete geçirme gücü ve hareketin şeklini belirleme yetisinin olduğunu anlayabilmekteyiz. Johann Gottfried Herder'e göre 'Her ulus kendi kültürü içinde kendi yazgısını gerçekleştirmelidir.'[2] Çünkü her kültür kendi içinde insanlığın farklı bir yanını dile getirir. Herder'in belirttiği kendi yazgısını belirleme hakkı her iki Kürt kuşağının elinden alınmıştır. Eski Kürt kuşak dediğimiz kişiler bunu kabul etmektedir ama yeni kuşak diye tanımladığımız kişiler ellerinden alınan yazgısını belirleme yetisini tekrar kazanmak niyetindedir. Kültür toplumsal bir olgu olduğu için kolektif bir karakter kazanmaktadır, bu da kişinin bireysel birikiminin ötesine taşınmasını sağlar. Bu kolektivizm kuşakların mücadele yöntemlerine de yansımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ve PKK gerillaları arasındaki çatışmalardan bahsedildiğinde genel olarak savaşla büyümüş, bir nevi savaşın içine doğmuş kuşağın savaş ve barış durumuna kendisinden öncekilerden farklı bir noktada durduğunu ve olayları farklı okuduğu söylenir. Her ne kadar bu savaş durumu devam eden bir süreç olsa da –bu birçok açıdan somut bir söylemin oluşmasına engel olmaktadır-yapılan yorumlardan, aktörlerin açıklamalarından böyle olduğunu anlıyoruz. Bu yazıda Selim Akgül ve Seren Gel tarafından çekilen Mêrên Ji Avê Ditirsin (Sudan Korkan Adamlar) (2011)[3] filmi bağlamında yeni ve eski Kürt kuşağının devletle ilişkisi ve olaylara bakış açısı üzerine duracağız.

Research paper thumbnail of AURA'SINI KAYBEDEN SANAT YAPITI; YA DA HİÇSİZLEŞEN SANAT BENJAMİN'İN SANAT KAVRAMINI VE YENİDEN ÜRETİLEBİLİRLİĞİ ANLAMADA BİR DENEME

Tarihin her döneminde, o dönemin politik özeliğine, düşünme tarzına, teknolojik gelişmelerine ve ... more Tarihin her döneminde, o dönemin politik özeliğine, düşünme tarzına, teknolojik gelişmelerine ve zevklerine bağlı olarak değişik sanatsal anlatım biçimleri doğar. Zevk, insan doğasının bilinmeyen yönlerinin ortaya çıkartılması kadar, toplumsal yapıyı belirleyen ve sınırları az çok belli olan yaşam koşullarına bağlı olarak biçimlenir. Kralların etkin olduğu dönemindeki sanatta, portelerde hükümdarlara yaraşır bir görünüm sergileme hevesi baskındı. Bu ancak ve en iyi portelerde yapılabiliyordu. Aynı şey burjuvazinin egemen olmaya başladığı dönemde de geçerli bir savdır. Aydınlanma Çağı ve akabinde sanayi devriminin bütün hayatı olduğu gibi sanatı da kökten değiştirmesi kaçınılmazdı. Bunu şu şekilde formüle edebiliriz; Bu sanatsal üretimler; toplumun gereksinimlerinden ve geleneklerinden doğar ve bir şekilde bunları yansıtır. Toplumsal yapıdaki ve teknolojideki her değişim beraberinde sanatsal anlatım biçimlerini de dönüştürdü. 19. yy. makinelerin hüküm sürdüğü dönemde sadece portrelerdeki yüzler değişmedi, bunun yanı sıra sanatsal üretim şekilleri de değişime uğradı. Bu yeni teknolojik gelişmeler (litografi vb.) sanatın geçireceği evrimde çok önemli belirleyenler oldu. Bu değişimi en iyi gözlemleyebileceğimiz, bu değişimin getirdiği sorunları, açmazları ya da olanakları en iyi anlayabileceğimiz metinlerden bir tanesi de Walter Benjamin'in 1935 yazıp yayınladığı " Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı " adlı eseridir. Bu yazıda da konu edeceğimiz metin olan bu makale, yazıldığı tarihten bu yana tartışma konusu olmuş, birçok çalışmaya kaynaklık etmiş bir çalışmadır. Makale temel olarak kapitalizmin yükseliş dönemine denk gelen bir çağda sanat yapıtının bundan etkilenmesi üzerine durmaktadır. Bunu da teknolojinin sanatsal üretimi ve teknolojiyle aracılanmış sanat ürünün yeniden üretimini sorunsallaştırmaktadır. Walter Benjamin'in de dâhil olduğu Frankfurt Okulu modern toplum üzerine yaptıkları eleştirilerinde, teknolojinin ve bu teknolojinin sermayedarlarının toplum üzerinde kurmuş oldukları tahakküm ilişkileri üzerine durmaktadırlar. Eleştirel teoriye dâhil olan bu okul ağırlıklı olarak kültürel çalışmalar ile kültürel üretim, ekonomi politik, kültürel yapıtların sınıfsal mücadelede aracı haline gelmesine kadar çeşitli alanlarda tezler ortaya koymuşlardır. Her ne kadar Benjamin okulun diğer üyelerinden belli oranda farklı düşünse de kültürün toplumu manipüle ettiğine inanırlar. Bunu da 'Kültür Endüstrisi' olarak kavramlaştırdıkları tezlerinde kültürün toplum tarafından değil egemen olan sınıflar tarafından üretildiğine bağlamaktadırlar. Buda mevcut olan haksız durumun devam etmesinden başka işe yaramadığını söylemektedirler. Sanatın yeniden üretilmesini izlerini Marx'ta da görebilmekteyiz. Marksist teorinin özünü oluşturan kapitalist üretimin eleştirisi ve karşı bir sistem oluşturma istenci sanatta da kendisini göstermiştir. Seri üretimin bütün alanlarda etkin olduğu bir dönemde bunu sanatta da kendini göstermesi kaçınılmazdı. Giséle Freund Fotoğraf ve Toplum adlı eserinde sanatın tekniğin olanaklarıyla yetiden üretim döneminde zanaat olmaktan çıkıp nasıl sanayi dönüştüğünü şu cümleleriyle belirtmektedir: " 1867 yılında atölyede yüzden fazla işçi çalışıyordu ve o döneme kadar bir zanaat olarak kabul edilen çoğaltım mesleği, artık bir sanayi dalına dönüşüyordu. " (Freund, 2006:91) Benjamin bu tartışmaların ayyuka çıktığı bir dönemde bunu yazması birazda dönemin tartışma çerçevesiyle bağlantılıydı. Sanatta kapitalist üretimin en belirgin olduğu alan kuşkusuz görüntüydü ve bununla bağlantılı olarak fotoğrafçılıktı. Sanat, fotoğraf makinesinin bulunmasıyla büyük dönüşüme uğramıştır.

Thesis Chapters by Aziz Tekin

Research paper thumbnail of Yüksek lisans Tezi: Kürt Romanında Türk İmgesi

Kürt Romanında Türk İmgesi, 2020

Bu tezde, içinde bulunduğu edebi gelenek açısından önem arz eden; Erebê Şemo'nun Şivanê Kurmanca ... more Bu tezde, içinde bulunduğu edebi gelenek açısından önem arz eden; Erebê Şemo'nun Şivanê Kurmanca (Kürt Çoban-1935), Mahmut Baksi'nin Gundikê Dono (Dono Köyü-1988), Mehmed Uzun'un Bîra Qederê (Kader Kuyusu-1995), Abbas Abbas’ın Şivanê Berxan (Kuzu Çobanı-2004), Bavê Nazê'nin Miriyê Heram (Necis Ölü-2009) ve Rênas Jiyan’ın Bacanên Pelçiqî (Ezilmiş Domatesler-2017) adlı Kürt romanlarında Türk karakterlerin nasıl ele alındığı ve öteki olarak Türk imajının nasıl oluşturulduğu incelenmiştir.

Research paper thumbnail of Yüksek Lisans Tezi: Kürt Romanında Türk İmgesi

Research paper thumbnail of Di Romana Gundikê Dono De Wek " Êdin " Temsîliyeta Tirkan Kovara Zarema, Hejmar 10, 2017

Abstract Several works on the reproduction of reality in literary works - in particular the produ... more Abstract
Several works on the reproduction of reality in literary works - in particular the production of identity, image and imagination - were leading the way of the work done here. As it is widely known, the creation of "the other" was the most effective way to reproduce and establish a specific reality firmly. In this work, we are taking a closer look on the representation and imagination of the Turkish in Mahmut Baksi's novel Gundikê Dono (The Village of Dono). This novel is carrying traces of the time, place and society it was written in and thus provides the opportunity to take a different look at the society's collective memory, from which the novelist takes its ideas from. We will analyze the novel and its specifical image creation by its humiliating, excluding or including approaches to the other's physical appearance, ways of dressing, housing, attitude and belief. All this will be explained with the help of the examples given in the novel.

Keywords: Image, Imagination, Collective Memory, Identity, Othering, Unconsciousness

Research paper thumbnail of BRECHT'İN YABANCILAŞTIRMASINDAN HAREKETLE DOGVİLLE ARAMIZDA ÇİZİLEN SINIR

Sahne bugünde yüksektedir ama artık dipsiz bir uçurumdan yükselir gibi değildir, bir kürsüye dönü... more Sahne bugünde yüksektedir ama artık dipsiz bir uçurumdan yükselir gibi değildir, bir kürsüye dönüşmüştür. Şimdi amaç, bu kürsüye yerleşmeyi başarmaktır. Walter Benjamin Geleneksel sinemanın amacı, izleyiciyi hayatın keşmekeşsinden sıkıntılarından, uzaklaştırarak onlara bir nevi hayali bir dünya sunmaktır. Geleneksel sinemanın kullandığı teknik, binlerce yıllık dram geleneğinden alınan, neden –sonuç ilişkisine dayalı, korku, sevgi, heyecan, hayıflanma, gerilim ve en sonda da rahatlama ve arınma(katarsis) duygularını harekete geçiren klasik dramatik yapıdır. Aristotales'ten devralınan bu yapı izleyicideki tutkuların temizlenmesi olarak tanımlanır. Aristotales'in bu formülasyonu yıllardan beri kullanılmaktadır. Eskiden tiyatroda kullanılan bu yapı –hala da kullanılmaktadır-günümüzde sinema üzerinden devam ettirilmektedir. Bu klasik yapıya bir karşı çıkış olarak Epik Tiyatro teorisini kuran Brecht, sinema ve tiyatro anlayışında derin değişmeler yaratmıştır. Brecht'in estetik kuramının temelinde 8 tane kavram vardır. Naivete, Mesel Çalışması, Epizotik anlatım, Gestus, Yabancılaştırma, Tarihselleştirme, Anlatımcı yapı, Göstermeci oyunculuk. Biz bu yazımızda Brecht'in bu 8 kavramından " Yabancılaştırma " üzerine duracağız. Bunu Lars von Trier'in Dogville filmi üzeriden yapacağız. Elbette filmde Brechtin kurumsulaştırdığı bu kavramlardan birçoğu yer almaktadır, yer yer bunlara değineceğiz ama yazının ana konusu filmde " Yabancılaştırma " olacaktır. Özet şeklinde söze başlayacaksak Brecht'eki yabancılaşma Marx'ın belirttiği kişinin kendi emeğine yabancılaşmanın yabancılaştırılmasıdır. Marx'ta ki yabancılaşan birey Brecht'in yabancılaştırmasıyla tekrar kendine, emeğine, özüne dönmektedir. Geleneksel sinema ve tiyatroda ol(a)mayan bu kavram ilk defa 1936'da Brecht tarafından yazılan " Çinlilerin Tiyatrosu Üzerine " adlı eserinde kullanılmıştır. Mutlu Parkan Brecht Estetiği ve Sinema adlı kitabında, Brecht'in bu kavrama yaklaşımını şöyle açıklamaktadır: " Modem toplumlarda yabancılaşma 'insancıl anlamların yitirilmişliğidir. Brecht ise, 'insancıl anlamları' bulmak için yabancılaştırma kavramına yönelir. Brecht, kendisini bu yönelişe götüren olayı şöyle açıklamaktadır: " Oyunlarımı, Marx'ın Kapital'ini okuduğumda anladım.(…) Bu sözlerimle, Marx'ı okuduğumda, farkında

Research paper thumbnail of "YANKI YERİNE SES OLMAYA NİYETLİ YENİ KUŞAK" SUDAN KORKAN ADAMLAR FİLMİ ÜZERİNDEN FARKLI KÜRT KUŞAKLARININ İZLENİMİ

Her kuşak kendi problematiğini doğurur ve bir sonraki kuşağa aktarır. Bu anlamıyla kuşaklar kültü... more Her kuşak kendi problematiğini doğurur ve bir sonraki kuşağa aktarır. Bu anlamıyla kuşaklar kültür sanat ve medeniyet aktarmanın yanı sıra devasa problemleri de kendinden sonrakilere bırakır. Günümüz kuşağının tartıştığı birçok sorun yüzlerce yıl önceden kalan kuşağın bakiyesidir. Ortadoğu özelinde baktığımızda, yaşanan birçok savaş bir anlamda kültürel emperyalizm uzantılı ve bu emperyalizmin yarattığı haksızlıkların savaşlardır. Her sistemin kendi kuşağının karakterini oluşturduğunu varsayarsak 100 yıla yakın Türkiye Cumhuriyetinin ulus devlet yaratma sürecinde farklı karakterde kuşakların belirginleştiğini söyleyebiliriz. Cumhuriyet boyunca oluşmuş üç Kürt kuşağın olduğunu görebilmekteyiz. Birincisi, cumhuriyetin kurulduğu dönemde Kürt isyanlarına öncülük eden kuşak, ikincisi ilk kuşağın bastırılmasıyla kendisinden sonraki suskunluk dönemi kuşağı da diyebileceğimiz 1940 ve 1980 arası kuşağı ve bir diğeri son kuşak olan Kürt çocuklarının metropollerde üniversitelerle tanışması, savaşın içinde doğup büyüdükten sonra sistemi sorgulayıp sarsar hale gelen kuşak diye ayırabiliriz. Bu kuşakların her biri farklı şartlarda büyüdü ve kendilerine özgü algılamalara sahip oldular. Özünde bir kültür varlığı olan insan değişimini içgüdülerin yerini kültürün almasıyla ileri bir evreye taşınmıştır. Kültür, insanın yalnız çevresine uyma olanağı vermedi aynı zamanda çevreyi kendi ihtiyaçlarına göre tasarlama şansı da bahşetti. Bu tasarlama süreci kuşaktan kuşağa farklılık göstermektedir. Sudan Korkan Adamlar filmi üzerinden iki farklı Kürt kuşağını seçtiğim bu yazıda, kuşaklar arasında mücadele yöntemlerinin farklı olduğunu görebiliyoruz. Bu mücadele yöntemleri toplumsal ve kolektif hafızanın pratikleşmesi ve bunun kültürel bellek üzerinden deneyime tabi tutulması ve bu belleğin kitleleri harekete geçirme gücü ve hareketin şeklini belirleme yetisinin olduğunu anlayabilmekteyiz. Johann Gottfried Herder'e göre 'Her ulus kendi kültürü içinde kendi yazgısını gerçekleştirmelidir.'[2] Çünkü her kültür kendi içinde insanlığın farklı bir yanını dile getirir. Herder'in belirttiği kendi yazgısını belirleme hakkı her iki Kürt kuşağının elinden alınmıştır. Eski Kürt kuşak dediğimiz kişiler bunu kabul etmektedir ama yeni kuşak diye tanımladığımız kişiler ellerinden alınan yazgısını belirleme yetisini tekrar kazanmak niyetindedir. Kültür toplumsal bir olgu olduğu için kolektif bir karakter kazanmaktadır, bu da kişinin bireysel birikiminin ötesine taşınmasını sağlar. Bu kolektivizm kuşakların mücadele yöntemlerine de yansımaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ve PKK gerillaları arasındaki çatışmalardan bahsedildiğinde genel olarak savaşla büyümüş, bir nevi savaşın içine doğmuş kuşağın savaş ve barış durumuna kendisinden öncekilerden farklı bir noktada durduğunu ve olayları farklı okuduğu söylenir. Her ne kadar bu savaş durumu devam eden bir süreç olsa da –bu birçok açıdan somut bir söylemin oluşmasına engel olmaktadır-yapılan yorumlardan, aktörlerin açıklamalarından böyle olduğunu anlıyoruz. Bu yazıda Selim Akgül ve Seren Gel tarafından çekilen Mêrên Ji Avê Ditirsin (Sudan Korkan Adamlar) (2011)[3] filmi bağlamında yeni ve eski Kürt kuşağının devletle ilişkisi ve olaylara bakış açısı üzerine duracağız.

Research paper thumbnail of AURA'SINI KAYBEDEN SANAT YAPITI; YA DA HİÇSİZLEŞEN SANAT BENJAMİN'İN SANAT KAVRAMINI VE YENİDEN ÜRETİLEBİLİRLİĞİ ANLAMADA BİR DENEME

Tarihin her döneminde, o dönemin politik özeliğine, düşünme tarzına, teknolojik gelişmelerine ve ... more Tarihin her döneminde, o dönemin politik özeliğine, düşünme tarzına, teknolojik gelişmelerine ve zevklerine bağlı olarak değişik sanatsal anlatım biçimleri doğar. Zevk, insan doğasının bilinmeyen yönlerinin ortaya çıkartılması kadar, toplumsal yapıyı belirleyen ve sınırları az çok belli olan yaşam koşullarına bağlı olarak biçimlenir. Kralların etkin olduğu dönemindeki sanatta, portelerde hükümdarlara yaraşır bir görünüm sergileme hevesi baskındı. Bu ancak ve en iyi portelerde yapılabiliyordu. Aynı şey burjuvazinin egemen olmaya başladığı dönemde de geçerli bir savdır. Aydınlanma Çağı ve akabinde sanayi devriminin bütün hayatı olduğu gibi sanatı da kökten değiştirmesi kaçınılmazdı. Bunu şu şekilde formüle edebiliriz; Bu sanatsal üretimler; toplumun gereksinimlerinden ve geleneklerinden doğar ve bir şekilde bunları yansıtır. Toplumsal yapıdaki ve teknolojideki her değişim beraberinde sanatsal anlatım biçimlerini de dönüştürdü. 19. yy. makinelerin hüküm sürdüğü dönemde sadece portrelerdeki yüzler değişmedi, bunun yanı sıra sanatsal üretim şekilleri de değişime uğradı. Bu yeni teknolojik gelişmeler (litografi vb.) sanatın geçireceği evrimde çok önemli belirleyenler oldu. Bu değişimi en iyi gözlemleyebileceğimiz, bu değişimin getirdiği sorunları, açmazları ya da olanakları en iyi anlayabileceğimiz metinlerden bir tanesi de Walter Benjamin'in 1935 yazıp yayınladığı " Tekniğin Olanaklarıyla Yeniden Üretilebildiği Çağda Sanat Yapıtı " adlı eseridir. Bu yazıda da konu edeceğimiz metin olan bu makale, yazıldığı tarihten bu yana tartışma konusu olmuş, birçok çalışmaya kaynaklık etmiş bir çalışmadır. Makale temel olarak kapitalizmin yükseliş dönemine denk gelen bir çağda sanat yapıtının bundan etkilenmesi üzerine durmaktadır. Bunu da teknolojinin sanatsal üretimi ve teknolojiyle aracılanmış sanat ürünün yeniden üretimini sorunsallaştırmaktadır. Walter Benjamin'in de dâhil olduğu Frankfurt Okulu modern toplum üzerine yaptıkları eleştirilerinde, teknolojinin ve bu teknolojinin sermayedarlarının toplum üzerinde kurmuş oldukları tahakküm ilişkileri üzerine durmaktadırlar. Eleştirel teoriye dâhil olan bu okul ağırlıklı olarak kültürel çalışmalar ile kültürel üretim, ekonomi politik, kültürel yapıtların sınıfsal mücadelede aracı haline gelmesine kadar çeşitli alanlarda tezler ortaya koymuşlardır. Her ne kadar Benjamin okulun diğer üyelerinden belli oranda farklı düşünse de kültürün toplumu manipüle ettiğine inanırlar. Bunu da 'Kültür Endüstrisi' olarak kavramlaştırdıkları tezlerinde kültürün toplum tarafından değil egemen olan sınıflar tarafından üretildiğine bağlamaktadırlar. Buda mevcut olan haksız durumun devam etmesinden başka işe yaramadığını söylemektedirler. Sanatın yeniden üretilmesini izlerini Marx'ta da görebilmekteyiz. Marksist teorinin özünü oluşturan kapitalist üretimin eleştirisi ve karşı bir sistem oluşturma istenci sanatta da kendisini göstermiştir. Seri üretimin bütün alanlarda etkin olduğu bir dönemde bunu sanatta da kendini göstermesi kaçınılmazdı. Giséle Freund Fotoğraf ve Toplum adlı eserinde sanatın tekniğin olanaklarıyla yetiden üretim döneminde zanaat olmaktan çıkıp nasıl sanayi dönüştüğünü şu cümleleriyle belirtmektedir: " 1867 yılında atölyede yüzden fazla işçi çalışıyordu ve o döneme kadar bir zanaat olarak kabul edilen çoğaltım mesleği, artık bir sanayi dalına dönüşüyordu. " (Freund, 2006:91) Benjamin bu tartışmaların ayyuka çıktığı bir dönemde bunu yazması birazda dönemin tartışma çerçevesiyle bağlantılıydı. Sanatta kapitalist üretimin en belirgin olduğu alan kuşkusuz görüntüydü ve bununla bağlantılı olarak fotoğrafçılıktı. Sanat, fotoğraf makinesinin bulunmasıyla büyük dönüşüme uğramıştır.

Research paper thumbnail of Yüksek lisans Tezi: Kürt Romanında Türk İmgesi

Kürt Romanında Türk İmgesi, 2020

Bu tezde, içinde bulunduğu edebi gelenek açısından önem arz eden; Erebê Şemo'nun Şivanê Kurmanca ... more Bu tezde, içinde bulunduğu edebi gelenek açısından önem arz eden; Erebê Şemo'nun Şivanê Kurmanca (Kürt Çoban-1935), Mahmut Baksi'nin Gundikê Dono (Dono Köyü-1988), Mehmed Uzun'un Bîra Qederê (Kader Kuyusu-1995), Abbas Abbas’ın Şivanê Berxan (Kuzu Çobanı-2004), Bavê Nazê'nin Miriyê Heram (Necis Ölü-2009) ve Rênas Jiyan’ın Bacanên Pelçiqî (Ezilmiş Domatesler-2017) adlı Kürt romanlarında Türk karakterlerin nasıl ele alındığı ve öteki olarak Türk imajının nasıl oluşturulduğu incelenmiştir.