Osman Şenol | Canakkale Onsekiz Mart University (original) (raw)
Papers by Osman Şenol
Kibris Adasi stratejik bir konumdadir. Orta Dogu, Orta Asya ve Kafkaslardaki enerji kaynaklarinin... more Kibris Adasi stratejik bir konumdadir. Orta Dogu, Orta Asya ve Kafkaslardaki enerji kaynaklarinin dis dunyaya bir konumdadir. Orta Dogu’da etkili olabilmek icin onemli bir sicrama tahtasi pozisyonundadir acilmasini saglayan. Ada, Guneyden Akdeniz’e emniyetli bir sekilde inmek, bolgedeki deniz ulasimini kontrol altinda tutan karasulari, kita sahanligi ve hava sahasinin kontrolu ve stratejik savunma derinligi acisindan Turkiye icin de oldukca onemli bir bolgededir. 1960 yilinda olusturulan Kibris Cumhuriyeti’nin yapisi adada ki Rumlarin ve Turklerin buyuk oranda islerini, varliklarini kendilerinin duzenlemeleri ve ayri varliklarini korumalari esasina dayanan bir arada yasamayi ongoren bir yapiydi. Fakat Rumlarin, bu hakki reddetmesi ve buna yonelik siddet uygulamalari nedeniyle bu formul bozulmustur Kibris sorunudur. AB Kibris sorununu uyelik icin bir koz olarak kullanmaktadir. AB,2004 yilinda Guney Kibris Rum Kesimini tam uye yaparak hem uluslararasi hukuka aykiri . Kibris Turk toplu...
Lojistik "kargoculuk" değil, geniş bir tedarik zinciri yönetimidir. Lojistik kelimesi ilk olarak ... more Lojistik "kargoculuk" değil, geniş bir tedarik zinciri yönetimidir. Lojistik kelimesi ilk olarak Yunan uygarlığındaki askeri alanda kullanılmaya başlanmış ve daha sonrada askeri alanda sık ve etkin bir kullanım ile günümüze kadar gelmiştir. Lojistik, kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere her türlü ürünün, hizmetin ve bilgi akışının çıkış noktasından varış noktasına kadar taşınmasının etkili ve verimli bir biçimde planlanması ve uygulanması olarak tanımlanabilir.1 Lojistik "kargoculuk" değil, geniş bir tedarik zinciri yönetimidir. Bir ürünün, hizmet ve insan gibi kaynakların, ihtiyaç duyulan yerde ve istenen zamanda temin edilmesi için bir aracı, herhangi bir pazarlama veya üretim organizasyonunun en temel ögelerinden bir tanesi ve tüm bu süreçleri işleterek, ihtiyaçların en düşük maliyetle karşılanıp gerekli sürecin tamamlanmasıdır. Büyük İskender lojistik sürecini çok iyi yöneterek kazandı Lojistik, Yunanca " Logistikos " kelimesinden türemiştir. Bu sözcük, " hesap kitap yapma bilimi " , " hesapta becerikli " anlamına geliyor. Bir başka görüşe göre lojistik, " Logic " ve " Statistics " kelimelerinin birleşmesinden meydana geliyor.2 Lojistik kelimesi ilk olarak Yunan uygarlığındaki askeri alanda kullanılmaya başlanmış ve daha sonrada askeri alanda sık ve etkin bir kullanım ile günümüze kadar gelmiştir. Büyük İskender, askerî harekâtları esnasında lojistik sürecini çok iyi yönetmesi nedeniyle, on bir yıl süren askerî harekât (MÖ 334-323) gerçekleştirebilmiş, Makedonya'nın doğusundaki yabani bölgelerden geçerek o güne kadar bilinen yerlerin sınırlarını aşarak, Hindistan'a ulaşmış. Büyük İskender tedarik zincirinde yaptığı düzenlemeler ile binlerce kişilik ordusunu çok daha uzak mesafelere, çok daha etkin bir şekilde götürebilmiş, ordusunun ihtiyaçlarını tam ve zamanında karşılayabilmiş ve nihayetinde de Pers Ordusu'na karşı önemli bir stratejik üstünlük sağlayarak zafere ulaşmıştır. Dünden bugüne teknolojiyle beraber elbette çok şey değişti. Şimdi 2300 yıl öncesini kenara bırakıp bugüne bakacak olursak, lojistiğin bugün de çok önemli ve değerli olduğunu görebiliriz. Türkiye fırsat cenneti Gelir açısından küresel lojistik piyasasının, 2015 yılında US$8,5 trilyon ABD dolarından, 2023 yılına kadar US$15,5 trilyon ABD dolarına yükselmesi, 2015 'ten 2024 'e kadar %7,5 bileşik yıllık büyüme oranı (CAGR) kaydetmesi, hacim olarak ise, piyasanın 2016 ile 2024 yılları arasında bileşik yıllık büyüme oranı % 6 olarak gerçekleştirmesi beklenmektedir.3 %65'ten fazlasını 24-54 yaş arasındakilerin oluşturduğu nüfusu ile Türkiye, Avrupa'nın en büyük ve en genç iş gücü havuzlarından birine sahip olması nedeniyle, yatırımcılar sektörün farklı taleplerini karşılamak için nitelikli iş gücünü, rekabetçi bir maliyetle kolaylıkla istihdam edebiliyor. Jeopolitik konumu gereği Doğu ile Batı'yı, Asya ile Avrupa kıtalarını birbirine bağlayarak, küresel ticaret için önemli bir kesişme noktasında yer almanın yanı sıra stratejik konumu bakımından dört saatlik uçuş mesafesi içerisinde toplam 1.6 milyar nüfuslu, milli geliri 30 trilyon doları aşan, toplam küresel ticaretin neredeyse yarısına karşılık gelen bir dış ticaret hacmine sahip birçok pazara erişim sunmaktadır. Türkiye'nin Doğu Avrupa, Orta Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya kolay erişim imkânı sağlayan avantajlı coğrafi konumu, bölgedeki taşımacılık faaliyetleri için bir üs işlevi görmesini sağlamaktadır. Türkiye 'de lojistik sektörü, günümüzdeki hacmiyle ülke milli gelirinin yaklaşık %13'ünü oluşturmaktadır.4 Bu oranı artırmak ve küresel sermayede daha fazla pay sahibi olmak amaçlı olarak, 2014-2018 yılları arası Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda " Türkiye'nin lojistikte bölgesel bir üs olması " ve bu sayede lojistik maliyetin düşürülmesi, ticaretin geliştirilmesi ve rekabet gücünün artırılması temel amaç olarak belirlenmiştir.
Onların 'yana' olma ve 'karşı' olmalarından sakının gözlerinizi. Çok doğruluk, çok haksızlık vard... more Onların 'yana' olma ve 'karşı' olmalarından sakının gözlerinizi. Çok doğruluk, çok haksızlık vardır, seyreden öfkelenir. i Günümüz durumunu en iyi özetleyen kelamlardan bir tanesidir paylaştığım. Terörün amaçlarından biri insanları dehşet yoluyla korkutup sindirmek ise, diğeri de toplumsal kaosa yol açarak toplumsal düzenin bozulmasını sağlamaktır. Doğu ve Güneydoğu 'da yaşayan veya oradan ayrılarak farklı illere göç etmiş vatandaşların, belki biraz daha esmer diye, belki şivelerinden kaynaklı olarak terörist veya destekçisi sanılarak darp edilmesi, araçlarının yakılması, iş yerlerinin kundaklanması, Doğu 'ya sefer yapan otobüslerin taşlanması gibi, terör örgütünün esas ulaşmayı planladığı kaos ortamını yaratmak için gerekli olabilecek yardımın örgüte yapılmaması amacıyla tüm toplumun sağduyulu davranması gerekmektedir. Bu metanet sağlanamadığı taktirde PKK 'dan daha büyük bir sorunla karşı karşıya kalacağız demektir. Devletin ve toplumun bu noktada daha birleştirici davranarak sabır, soğukkanlılık ve kararlılık temelinde hareket etmesi gerekecektir. Ve o bölgede yaşayan halkın da toplumsal baskıdan kaçış amacıyla PKK 'nın yanında yer almak zorunda kalmaması için kucaklanması gerekecektir. Türkiye otuz yılı aşkın zamandır PKK terörüyle birlikte yaşamaktadır. Dünyanın hiçbir yerinde bu denli ölüm saçan bir örgüt doğmamıştır. En kanlı örgütlerden olarak bilinen IRA ii dahi eylem yaptığı süre boyunca (1960 – 2000), 650 sivil olmak üzere toplamda 1800 kişinin ölümünden sorumluydu. Oysaki PKK terörüne bakıldığında otuz, kırk binlerle ifade edilmektedir. 2009 'dan bu yana çözüm süreci kapsamında yürütülen müzakereler nedeniyle ateşkes ilan edilip çatışmasızlık ortamı oluşturulmuştu. Tam her şey yoluna girecek gibi bir algı oluşmaya başlamışken, dünyanın artık Türkiye 'ye farklı gözlerle bakmaya başladığı, olumlu eleştirilerin sıklıkla yapıldığı uzun bir süreç sonrası, seçim dönemi ve yine temel nedeni seçim olan istikrarsızlıklar neticesinde kaotik bir ortam meydana gelmiş ve ne yazık ki tıpkı eskisi gibi tekrar her gün ölümler konuşulur hale gelinmiştir. Sivil unsurlara zarar vermemek adına sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi nedeniyle, bir ebeveynin, kızının naaşını evindeki buzdolabında tutmak zorunda kaldığında çözüm süreci son bulmuştur denilebilir... Seçim süreci analiz edildiğinde, HDP oylarını yükselterek barajı geçmiş ve savunduğu ideolojiyi daha geniş bir kitleyle meclise taşıyabileceği demokratik ortamı elde etmiştir. HDP 'nin çözüm sürecinin siyasi partisi olarak mecliste başarı elde etmiş olması hem iktidar hem de PKK için tehdit algısına yol açmıştır. HDP 'nin güçlenmesi, PKK 'nın silahı tamamen bırakmasına veya silahlı saldırı yapmayacak olmasına yol açması beklenirken, bugün PKK en kanlı eylemlerine imza atmaya başlamış ve bu tutumuyla HDP 'nin güçlenmesine darbe vurmuştur. Peki PKK 'nın silahı 6 milyon seçmenden daha mı güçlü ? Yoksa yaşanan süreç PKK 'nın kendi içerisindeki (HDP, Öcalan ve Kandil kapsamında) bir rant kavgası mı. PKK, çatışmasızlık ortamı yaratıldığı düşünülen dönemde, dağdan şehre inerek silahlanma süreçlerinin alt yapısını oluşturmuş ve gerekli silah stoklarını tamamlamıştır. Çözüm sürecinde örgüt silahlanırken devlet neredeydi ? Gerçekten bu kadar vurdumduymaz
AB Kıbrıs sorunuyla Temmuz 1990'da Güney Kıbrıs'ın tüm ada adına AB'ye üyelik başvurusunda bulunm... more AB Kıbrıs sorunuyla Temmuz 1990'da Güney Kıbrıs'ın tüm ada adına AB'ye üyelik başvurusunda bulunması ve AB'nin Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmasını takiben üyelik müzakerelerinin başlayacağını bildirmesiyle söz konusu olmuştur. Ancak AB, Haziran 1994'te Korfu Zirvesi'yle birlikte tutumunu büyük ölçüde değiştirmiştir. Zirvede Avrupa Konseyi, Kıbrıs sorununun çözümünü üyelik müzakerelerinin başlaması için bir ön koşul olarak öne sürmeden Kıbrıs'ın bir sonraki genişleme dalgasında yer almasına karar vermiştir. Birliğin karar değişikliğinde iki faktör özellikle etkili olmuştur. Birincisi Yunanistan, Kıbrıslı Rumların Birliğe kabul edilmemesi durumunda Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Birliğe katılmalarını veto etme tehdidinde bulunmuştur. İkincisi yine Yunanistan Kıbrıslı Rumlarla üyelik müzakerelerinin başlaması halinde Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne katılmasını veto etmeyecekti ve Mart 1998'de Kıbrıslı Rumlarla üyelik müzakerelerine başlanmıştır. Aralık 1999'daki Helsinki Zirvesi, AB-Kıbrıs ilişkilerinde dönüm noktası olmuştur. Helsinki'de Türkiye'ye aday ülke statüsü verilmiştir. Çünkü Birlik, Türkiye'nin Kıbrıslı Türklere Ada'da bir çözüme ulaşmaları konusunda baskı yapmasını ve Ada'nın bölünmüş olarak Birliğe üye olması durumunda Türkiye'den gelebilecek olumsuz tepkilerin gecikmesini istiyordu. Birliğin bu amacı, Helsinki'de aldığı bir diğer kararda açıkça ortaya çıkmıştır. Bu kararda, Türkiye, Kıbrıs sorunu konusundaki çözüm önerilerini sonuca ulaştıracak adımlar atmazsa AB Konseyi'nin sorunun Türkiye'nin kabul edeceği biçimde çözülmesini beklemeden G.Kıbrıs'ın AB ile entegrasyonuna karar verebileceği açıkça ortaya koyulmuştur. Helsinki Zirvesi'nden sonra Türkiye'nin AB üyeliğinin Kıbrıs sorununun çözülmesi halinde mümkün olabileceği belirtilmiştir. AB'nin Aralık 2002'deki Kopenhag Zirvesi'nde de belirtildiği gibi bir çözüme ulaşılması halinde AB, Kıbrıs'ın üyeliğine Kıbrıslı Türkler bağlamında karar verecek, ancak çözümün olmaması halinde ise Kıbrıslı Türklerin birliğe katılma süreçleri askıya alınacaktı. Nitekim sorunu çözmeye yönelik en kapsamlı girişim olan Annan Planı'nın 24 Nisan 2004'teki referandum ile Kıbrıslı Rumların çoğunluğu tarafından reddedilmesinden sonra 1 Mayıs 2004'te sadece Kıbrıslı Rumlar " Kıbrıs Cumhuriyeti " adı altında AB üyesi olmuştur[1]. Kıbrıs sorununun analizini yapabilmek için öncelikle Ada'nın jeopolitik ve jeostratejik öneminin kavranması gerekmektedir. Adayı elinde bulunduran güç, her zaman Türkiye'den Mısır'a, Lübnan'dan İran'a kadar olan bölgeyi kontrol edebilecek konuma sahip olacaktır. Türkiye üzerinden Ortadoğu'ya açılamayan güçler, Adayı amaçları için kullanmak istemişlerdir. Yıllardan beri Yunanistan'ın Ada'da yaptığı politika, Enosis; yani Rum egemenliğinde tüm Kıbrıs'ta hâkim olacak bir Rum Cumhuriyeti'nin kurulması ve Türk halkının azınlık statüsüne düşürülmesidir. Rumlar, bu politikalarına ulaşabilmek için Türk tarafının yaptığı uzlaşma çağrılarına hep ret yanıtını vermiştir. 1950'li yıllarda adada meydana gelen bağımsızlık istekleri sonucunda adada bulunan topluluklar(Rumlar ve Türkler) ile ilgili devletler (Türkiye, Yunanistan ve İngiltere) arasında Londra ve Zürih'te yapılan anlaşmalar sonucunda 1960'ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak; bundan kısa bir süre sonra adada Rumların (Yine Enosis politikası gereğince) adayı Yunanistan'a ilhak etmelerinden kaynaklanan sorunlar baş göstermiş, bu da gerilimi arttırmıştır. 1974 yılında Yunanistan iktidarını elinde bulunduran Albaylar Cuntası, adayı oldu-bittiye getirip Yunanistan'a bağlamak üzere Cumhurbaşkanı Makarios'a darbe düzenlemiştir. Bu olayın ardından garantör ülke olan Türkiye, garantörlük hakkının bir gereği olarak adaya müdahale etmiş ve adanın kuzey kesimi Türk kontrolüne geçmiştir. Türkiye'nin adaya müdahalesi kesinlikle savunma ve barış amaçlıdır. Çünkü adada Türk halkına karşı acımasız kıyımlar yapılmıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda, BM ve AT, Kıbrıs sorununun çözümü için girişimlerde bulunmaya başlamıştır. BM çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yapılan girişim Denktaş'ın ödün vermemesi üzerine sona ererken, ikinci girişim AT'den gelmiştir. AT, bu konuda yapılacak en akıllı işin Denktaş'ı aradan çıkartmak ve Türkiye ile yapılacak pazarlık sonucunda Kıbrıs sorununa çözüm bulunması gerektiğini düşünmekteydi. Bunun için Türkiye'nin AT'ye üyeliğinin koşullarından biri olarak Kıbrıs sorunu ileri sürülmeye başlandı. AT bu düşüncesini Haziran 1990'da Dublin Zirvesi'nden sonra yayınlanan bildiride ortaya koymuş, Türkiye'nin toplulukla ilişkilerinin Kıbrıs sorununun başlangıcını belirtmiştir. 24 Haziran 1994'te Korfu Adası'nda gerçekleştirilen AB zirvesinden sonra yayımlanan " Beyaz Sayfa " adlı sonuç bildirgesinde ise Kıbrıs ve Malta'nın Birliğin genişleme programına alındığını, AB üyeliğine buradan sonra alınacaklar içinde bu iki ülkeye öncelik tanınacağı resmen açıklanmıştır. KKTC'nin başvuruya karşı tutumuna genel olarak bakıldığında, Kıbrıs'ta bir uzlaşma sağlamak için BM gözetiminde sürdürülen görüşmeler devam ederken Rum kesiminin 3 Temmuz 1990 tarihinde AB'ye üyelik başvurusunda bulunması ve bu tek taraflı ve kurucu antlaşmalara aykırı başvuruların amacının ekonomik değil siyasi olduğu görülmektedir[2]. Avrupa Birliği maalesef bu konuda da yine objektif davranamamıştır. AB'nin Kıbrıs Türk halkının itirazlarına rağmen Rumların tek taraflı başvurularının kabul edilerek işleme koyulması, Rum tarafının Kıbrıs konusundaki uzlaşmazlığını daha da arttırmıştır. Rum tarafı Kıbrıs'ta varmak istediği hedefe zaten AB yoluyla
Türkiye’nin Avrupa Birliği serüveni 12 Eylül 1963’te imzalanan Ankara Anlaşması’na dayanmaktadır.... more Türkiye’nin Avrupa Birliği serüveni 12 Eylül 1963’te imzalanan Ankara Anlaşması’na dayanmaktadır. 1963 Ankara Anlaşması ve 23 Kasım 1970’te imzalanıp, 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol, AET/AB - Türkiye ilişkilerinin tarihsel seyrini değerlendirmede iki önemli belgeyi oluştururlar.(1) 1963’ten bu yana Avrupa Birliği sürecinde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bunlardan en önemlilerinden birisi 1973 Katma Protokol’dür.
Lojistik, kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere her türlü ürünün, hizmetin ve bilgi akışının ç... more Lojistik, kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere her türlü ürünün, hizmetin ve bilgi akışının çıkış noktasından varış noktasına kadar taşınmasının etkili ve verimli bir biçimde planlanması ve uygulanması olarak tanımlanabilir.[1] Lojistik "kargoculuk" değil, geniş bir tedarik zinciri yönetimidir. Bir ürünün, hizmet ve insan gibi kaynakların, ihtiyaç duyulan yerde ve istenen zamanda temin edilmesi için bir aracı, herhangi bir pazarlama veya üretim organizasyonunun en temel ögelerinden bir tanesi ve tüm bu süreçleri işleterek, ihtiyaçların en düşük maliyetle karşılanıp gerekli sürecin tamamlanmasıdır.
Bir dizi bağlayıcı insan hakları standartlarına göre yasaklanmış, belirli bir kişi veya gruba; be... more Bir dizi bağlayıcı insan hakları standartlarına göre yasaklanmış, belirli bir kişi veya gruba; belli özelliklerinden dolayı farklı muamele yapılması, önyargılı davranılması ve birey veya toplumların ötekileştirilmesine yol açmasına neden olan insan hakları ihlaline ayrımcılık denir. Bu durum, kainatın varoluşundan bugüne değin devam etmiş ve çeşitli aralıklarla büyük geçiş dönemleri yaşanmasına neden olmuştur. 1215 Magna Carta ile bu duruma dikkat çekilmiş, 1789'da Fransa Meclisi'nin onayladığı İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'yle devam etmiş ve 1948 yılında ise Birleşmiş Milletler tarafından; erkek, kadın ve çocukların temel hak ve özgürlüklerinin belirlendiği; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yayımlanmıştır. Bu bildirge, birçok ulusal ve uluslararası yasanın temelini oluşturmaktadır. Yaşam, özgürlük, eğitim, sağlık, yiyecek, barınma ve toplumsal hizmetler de dahil olmak üzere daha birçok insani temel haklarda, ülkelerin üst düzey refah seviyesine ulaşılabilmeleri amacıyla düzenlemeler yapılmakta ve bu alanda birçok çalışma gerçekleştirilmektedir. Fakat, hala dünyanın en gelişmiş diye düşünülen ülkelerinde dahi, birçok ayrımcılığa şahit olunmaktadır. Bu ayrımcılıklar ise; kadına, engellilere,marjinal gençlik gruplarına, yaşlılara, eşcinsellere ve etnik azınlıklar gibi birçok topluluğa karşı gerçekleşmektedir. Bu ayrımcılıklar sonucu; bazı insani hakların engellenmiş olması ve bu grup veya bireylerin toplumdan dışlanmış olması sebebiyle, toplumlardan kopmalar yaşanabilmektedir. Bu ayrıştırmalar nedeniyle yaşanan kopmalar da, toplumun her kesiminden insanlar yer almaktadır. Bugünün dünyasına bakıldığında ise, genelde bu durum gençler ve kadınlar üzerinde yaşanmaktadır. Ataerkil yaşam tarzı nedeniyle erkeklerin genellikle baskın olduğu toplumlarda, kadınlar baskılar sonucu ayrımcılığa maruz kalabilmektedirler. Yine, kadınlarda olduğu gibi, toplumlardan dışlanan gruplardan olan eşcinseller, en çok unuttuğumuz grup olduğunu düşündüğüm engelliler, etnik azınlıklar ve diğer marjinal gruplar da bu dışlanmalara maruz kalabilmektedirler. Toplumlardan dışlanmalar sonucu ayrımcılığa maruz kalan insanlar; temel insan haklarına yeterince sahip olamadıkları gibi, bir de toplumsal hayata sosyal, siyasal ve ekonomik yönden uzak kalmaktadırlar. İnsanların ötekileştirilmesi onların özgüvenini etkileyerek, bilgi ve kapasite eksikliği yaşadıkları algısına yol açmaktadır. Toplumdaki algılardan kaynaklanarak, ayrımcılığa uğrayan gruplara empoze edilen aşağılanmışlık psikolojisi nedeniyle, bu insanların toplumsal yaşama katılımı zorlaşmaktadır. Bu da, insanları suç işlemeye itmekte ve insanların bir daha toplumla kaynaşamayacağı bir duruma düşmelerine yol açmaktadır. Bu nedenle, bu insanlara yönelik, topluma katılımı sağlamak amaçlı çalışmalar gerçekleştirilmelidir. Bu noktada onlara; topluma faydalı birer birey olabilecekleri ve bunun için önlerinde herhangi bir engelin olmadığı düşüncesi aşılanmalıdır. Yine, toplumdaki yüz yüze ilişkilerde bu ayrımcılığa maruz kalan insanlara, sosyal medyayı kullanabilmesi ve fikirlerini, görüşlerini bu şekilde aktarabilmesi sağlanabilirse, birileri tarafından dikkate alındığı düşüncesi onların toplumdan kopmasını engelleyecektir. Sosyal medyanın ve internetin aktif bir şekilde kullanılması ayrıca, ayrımcılığa maruz kalan insanlar için oluşturulan/oluşturulacak olan aktivite ve projeleri daha sağlıklı bir şekilde takip
Kibris Adasi stratejik bir konumdadir. Orta Dogu, Orta Asya ve Kafkaslardaki enerji kaynaklarinin... more Kibris Adasi stratejik bir konumdadir. Orta Dogu, Orta Asya ve Kafkaslardaki enerji kaynaklarinin dis dunyaya bir konumdadir. Orta Dogu’da etkili olabilmek icin onemli bir sicrama tahtasi pozisyonundadir acilmasini saglayan. Ada, Guneyden Akdeniz’e emniyetli bir sekilde inmek, bolgedeki deniz ulasimini kontrol altinda tutan karasulari, kita sahanligi ve hava sahasinin kontrolu ve stratejik savunma derinligi acisindan Turkiye icin de oldukca onemli bir bolgededir. 1960 yilinda olusturulan Kibris Cumhuriyeti’nin yapisi adada ki Rumlarin ve Turklerin buyuk oranda islerini, varliklarini kendilerinin duzenlemeleri ve ayri varliklarini korumalari esasina dayanan bir arada yasamayi ongoren bir yapiydi. Fakat Rumlarin, bu hakki reddetmesi ve buna yonelik siddet uygulamalari nedeniyle bu formul bozulmustur Kibris sorunudur. AB Kibris sorununu uyelik icin bir koz olarak kullanmaktadir. AB,2004 yilinda Guney Kibris Rum Kesimini tam uye yaparak hem uluslararasi hukuka aykiri . Kibris Turk toplu...
Lojistik "kargoculuk" değil, geniş bir tedarik zinciri yönetimidir. Lojistik kelimesi ilk olarak ... more Lojistik "kargoculuk" değil, geniş bir tedarik zinciri yönetimidir. Lojistik kelimesi ilk olarak Yunan uygarlığındaki askeri alanda kullanılmaya başlanmış ve daha sonrada askeri alanda sık ve etkin bir kullanım ile günümüze kadar gelmiştir. Lojistik, kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere her türlü ürünün, hizmetin ve bilgi akışının çıkış noktasından varış noktasına kadar taşınmasının etkili ve verimli bir biçimde planlanması ve uygulanması olarak tanımlanabilir.1 Lojistik "kargoculuk" değil, geniş bir tedarik zinciri yönetimidir. Bir ürünün, hizmet ve insan gibi kaynakların, ihtiyaç duyulan yerde ve istenen zamanda temin edilmesi için bir aracı, herhangi bir pazarlama veya üretim organizasyonunun en temel ögelerinden bir tanesi ve tüm bu süreçleri işleterek, ihtiyaçların en düşük maliyetle karşılanıp gerekli sürecin tamamlanmasıdır. Büyük İskender lojistik sürecini çok iyi yöneterek kazandı Lojistik, Yunanca " Logistikos " kelimesinden türemiştir. Bu sözcük, " hesap kitap yapma bilimi " , " hesapta becerikli " anlamına geliyor. Bir başka görüşe göre lojistik, " Logic " ve " Statistics " kelimelerinin birleşmesinden meydana geliyor.2 Lojistik kelimesi ilk olarak Yunan uygarlığındaki askeri alanda kullanılmaya başlanmış ve daha sonrada askeri alanda sık ve etkin bir kullanım ile günümüze kadar gelmiştir. Büyük İskender, askerî harekâtları esnasında lojistik sürecini çok iyi yönetmesi nedeniyle, on bir yıl süren askerî harekât (MÖ 334-323) gerçekleştirebilmiş, Makedonya'nın doğusundaki yabani bölgelerden geçerek o güne kadar bilinen yerlerin sınırlarını aşarak, Hindistan'a ulaşmış. Büyük İskender tedarik zincirinde yaptığı düzenlemeler ile binlerce kişilik ordusunu çok daha uzak mesafelere, çok daha etkin bir şekilde götürebilmiş, ordusunun ihtiyaçlarını tam ve zamanında karşılayabilmiş ve nihayetinde de Pers Ordusu'na karşı önemli bir stratejik üstünlük sağlayarak zafere ulaşmıştır. Dünden bugüne teknolojiyle beraber elbette çok şey değişti. Şimdi 2300 yıl öncesini kenara bırakıp bugüne bakacak olursak, lojistiğin bugün de çok önemli ve değerli olduğunu görebiliriz. Türkiye fırsat cenneti Gelir açısından küresel lojistik piyasasının, 2015 yılında US$8,5 trilyon ABD dolarından, 2023 yılına kadar US$15,5 trilyon ABD dolarına yükselmesi, 2015 'ten 2024 'e kadar %7,5 bileşik yıllık büyüme oranı (CAGR) kaydetmesi, hacim olarak ise, piyasanın 2016 ile 2024 yılları arasında bileşik yıllık büyüme oranı % 6 olarak gerçekleştirmesi beklenmektedir.3 %65'ten fazlasını 24-54 yaş arasındakilerin oluşturduğu nüfusu ile Türkiye, Avrupa'nın en büyük ve en genç iş gücü havuzlarından birine sahip olması nedeniyle, yatırımcılar sektörün farklı taleplerini karşılamak için nitelikli iş gücünü, rekabetçi bir maliyetle kolaylıkla istihdam edebiliyor. Jeopolitik konumu gereği Doğu ile Batı'yı, Asya ile Avrupa kıtalarını birbirine bağlayarak, küresel ticaret için önemli bir kesişme noktasında yer almanın yanı sıra stratejik konumu bakımından dört saatlik uçuş mesafesi içerisinde toplam 1.6 milyar nüfuslu, milli geliri 30 trilyon doları aşan, toplam küresel ticaretin neredeyse yarısına karşılık gelen bir dış ticaret hacmine sahip birçok pazara erişim sunmaktadır. Türkiye'nin Doğu Avrupa, Orta Asya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'ya kolay erişim imkânı sağlayan avantajlı coğrafi konumu, bölgedeki taşımacılık faaliyetleri için bir üs işlevi görmesini sağlamaktadır. Türkiye 'de lojistik sektörü, günümüzdeki hacmiyle ülke milli gelirinin yaklaşık %13'ünü oluşturmaktadır.4 Bu oranı artırmak ve küresel sermayede daha fazla pay sahibi olmak amaçlı olarak, 2014-2018 yılları arası Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda " Türkiye'nin lojistikte bölgesel bir üs olması " ve bu sayede lojistik maliyetin düşürülmesi, ticaretin geliştirilmesi ve rekabet gücünün artırılması temel amaç olarak belirlenmiştir.
Onların 'yana' olma ve 'karşı' olmalarından sakının gözlerinizi. Çok doğruluk, çok haksızlık vard... more Onların 'yana' olma ve 'karşı' olmalarından sakının gözlerinizi. Çok doğruluk, çok haksızlık vardır, seyreden öfkelenir. i Günümüz durumunu en iyi özetleyen kelamlardan bir tanesidir paylaştığım. Terörün amaçlarından biri insanları dehşet yoluyla korkutup sindirmek ise, diğeri de toplumsal kaosa yol açarak toplumsal düzenin bozulmasını sağlamaktır. Doğu ve Güneydoğu 'da yaşayan veya oradan ayrılarak farklı illere göç etmiş vatandaşların, belki biraz daha esmer diye, belki şivelerinden kaynaklı olarak terörist veya destekçisi sanılarak darp edilmesi, araçlarının yakılması, iş yerlerinin kundaklanması, Doğu 'ya sefer yapan otobüslerin taşlanması gibi, terör örgütünün esas ulaşmayı planladığı kaos ortamını yaratmak için gerekli olabilecek yardımın örgüte yapılmaması amacıyla tüm toplumun sağduyulu davranması gerekmektedir. Bu metanet sağlanamadığı taktirde PKK 'dan daha büyük bir sorunla karşı karşıya kalacağız demektir. Devletin ve toplumun bu noktada daha birleştirici davranarak sabır, soğukkanlılık ve kararlılık temelinde hareket etmesi gerekecektir. Ve o bölgede yaşayan halkın da toplumsal baskıdan kaçış amacıyla PKK 'nın yanında yer almak zorunda kalmaması için kucaklanması gerekecektir. Türkiye otuz yılı aşkın zamandır PKK terörüyle birlikte yaşamaktadır. Dünyanın hiçbir yerinde bu denli ölüm saçan bir örgüt doğmamıştır. En kanlı örgütlerden olarak bilinen IRA ii dahi eylem yaptığı süre boyunca (1960 – 2000), 650 sivil olmak üzere toplamda 1800 kişinin ölümünden sorumluydu. Oysaki PKK terörüne bakıldığında otuz, kırk binlerle ifade edilmektedir. 2009 'dan bu yana çözüm süreci kapsamında yürütülen müzakereler nedeniyle ateşkes ilan edilip çatışmasızlık ortamı oluşturulmuştu. Tam her şey yoluna girecek gibi bir algı oluşmaya başlamışken, dünyanın artık Türkiye 'ye farklı gözlerle bakmaya başladığı, olumlu eleştirilerin sıklıkla yapıldığı uzun bir süreç sonrası, seçim dönemi ve yine temel nedeni seçim olan istikrarsızlıklar neticesinde kaotik bir ortam meydana gelmiş ve ne yazık ki tıpkı eskisi gibi tekrar her gün ölümler konuşulur hale gelinmiştir. Sivil unsurlara zarar vermemek adına sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi nedeniyle, bir ebeveynin, kızının naaşını evindeki buzdolabında tutmak zorunda kaldığında çözüm süreci son bulmuştur denilebilir... Seçim süreci analiz edildiğinde, HDP oylarını yükselterek barajı geçmiş ve savunduğu ideolojiyi daha geniş bir kitleyle meclise taşıyabileceği demokratik ortamı elde etmiştir. HDP 'nin çözüm sürecinin siyasi partisi olarak mecliste başarı elde etmiş olması hem iktidar hem de PKK için tehdit algısına yol açmıştır. HDP 'nin güçlenmesi, PKK 'nın silahı tamamen bırakmasına veya silahlı saldırı yapmayacak olmasına yol açması beklenirken, bugün PKK en kanlı eylemlerine imza atmaya başlamış ve bu tutumuyla HDP 'nin güçlenmesine darbe vurmuştur. Peki PKK 'nın silahı 6 milyon seçmenden daha mı güçlü ? Yoksa yaşanan süreç PKK 'nın kendi içerisindeki (HDP, Öcalan ve Kandil kapsamında) bir rant kavgası mı. PKK, çatışmasızlık ortamı yaratıldığı düşünülen dönemde, dağdan şehre inerek silahlanma süreçlerinin alt yapısını oluşturmuş ve gerekli silah stoklarını tamamlamıştır. Çözüm sürecinde örgüt silahlanırken devlet neredeydi ? Gerçekten bu kadar vurdumduymaz
AB Kıbrıs sorunuyla Temmuz 1990'da Güney Kıbrıs'ın tüm ada adına AB'ye üyelik başvurusunda bulunm... more AB Kıbrıs sorunuyla Temmuz 1990'da Güney Kıbrıs'ın tüm ada adına AB'ye üyelik başvurusunda bulunması ve AB'nin Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmasını takiben üyelik müzakerelerinin başlayacağını bildirmesiyle söz konusu olmuştur. Ancak AB, Haziran 1994'te Korfu Zirvesi'yle birlikte tutumunu büyük ölçüde değiştirmiştir. Zirvede Avrupa Konseyi, Kıbrıs sorununun çözümünü üyelik müzakerelerinin başlaması için bir ön koşul olarak öne sürmeden Kıbrıs'ın bir sonraki genişleme dalgasında yer almasına karar vermiştir. Birliğin karar değişikliğinde iki faktör özellikle etkili olmuştur. Birincisi Yunanistan, Kıbrıslı Rumların Birliğe kabul edilmemesi durumunda Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin Birliğe katılmalarını veto etme tehdidinde bulunmuştur. İkincisi yine Yunanistan Kıbrıslı Rumlarla üyelik müzakerelerinin başlaması halinde Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne katılmasını veto etmeyecekti ve Mart 1998'de Kıbrıslı Rumlarla üyelik müzakerelerine başlanmıştır. Aralık 1999'daki Helsinki Zirvesi, AB-Kıbrıs ilişkilerinde dönüm noktası olmuştur. Helsinki'de Türkiye'ye aday ülke statüsü verilmiştir. Çünkü Birlik, Türkiye'nin Kıbrıslı Türklere Ada'da bir çözüme ulaşmaları konusunda baskı yapmasını ve Ada'nın bölünmüş olarak Birliğe üye olması durumunda Türkiye'den gelebilecek olumsuz tepkilerin gecikmesini istiyordu. Birliğin bu amacı, Helsinki'de aldığı bir diğer kararda açıkça ortaya çıkmıştır. Bu kararda, Türkiye, Kıbrıs sorunu konusundaki çözüm önerilerini sonuca ulaştıracak adımlar atmazsa AB Konseyi'nin sorunun Türkiye'nin kabul edeceği biçimde çözülmesini beklemeden G.Kıbrıs'ın AB ile entegrasyonuna karar verebileceği açıkça ortaya koyulmuştur. Helsinki Zirvesi'nden sonra Türkiye'nin AB üyeliğinin Kıbrıs sorununun çözülmesi halinde mümkün olabileceği belirtilmiştir. AB'nin Aralık 2002'deki Kopenhag Zirvesi'nde de belirtildiği gibi bir çözüme ulaşılması halinde AB, Kıbrıs'ın üyeliğine Kıbrıslı Türkler bağlamında karar verecek, ancak çözümün olmaması halinde ise Kıbrıslı Türklerin birliğe katılma süreçleri askıya alınacaktı. Nitekim sorunu çözmeye yönelik en kapsamlı girişim olan Annan Planı'nın 24 Nisan 2004'teki referandum ile Kıbrıslı Rumların çoğunluğu tarafından reddedilmesinden sonra 1 Mayıs 2004'te sadece Kıbrıslı Rumlar " Kıbrıs Cumhuriyeti " adı altında AB üyesi olmuştur[1]. Kıbrıs sorununun analizini yapabilmek için öncelikle Ada'nın jeopolitik ve jeostratejik öneminin kavranması gerekmektedir. Adayı elinde bulunduran güç, her zaman Türkiye'den Mısır'a, Lübnan'dan İran'a kadar olan bölgeyi kontrol edebilecek konuma sahip olacaktır. Türkiye üzerinden Ortadoğu'ya açılamayan güçler, Adayı amaçları için kullanmak istemişlerdir. Yıllardan beri Yunanistan'ın Ada'da yaptığı politika, Enosis; yani Rum egemenliğinde tüm Kıbrıs'ta hâkim olacak bir Rum Cumhuriyeti'nin kurulması ve Türk halkının azınlık statüsüne düşürülmesidir. Rumlar, bu politikalarına ulaşabilmek için Türk tarafının yaptığı uzlaşma çağrılarına hep ret yanıtını vermiştir. 1950'li yıllarda adada meydana gelen bağımsızlık istekleri sonucunda adada bulunan topluluklar(Rumlar ve Türkler) ile ilgili devletler (Türkiye, Yunanistan ve İngiltere) arasında Londra ve Zürih'te yapılan anlaşmalar sonucunda 1960'ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Ancak; bundan kısa bir süre sonra adada Rumların (Yine Enosis politikası gereğince) adayı Yunanistan'a ilhak etmelerinden kaynaklanan sorunlar baş göstermiş, bu da gerilimi arttırmıştır. 1974 yılında Yunanistan iktidarını elinde bulunduran Albaylar Cuntası, adayı oldu-bittiye getirip Yunanistan'a bağlamak üzere Cumhurbaşkanı Makarios'a darbe düzenlemiştir. Bu olayın ardından garantör ülke olan Türkiye, garantörlük hakkının bir gereği olarak adaya müdahale etmiş ve adanın kuzey kesimi Türk kontrolüne geçmiştir. Türkiye'nin adaya müdahalesi kesinlikle savunma ve barış amaçlıdır. Çünkü adada Türk halkına karşı acımasız kıyımlar yapılmıştır. Bu gelişmeler doğrultusunda, BM ve AT, Kıbrıs sorununun çözümü için girişimlerde bulunmaya başlamıştır. BM çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yapılan girişim Denktaş'ın ödün vermemesi üzerine sona ererken, ikinci girişim AT'den gelmiştir. AT, bu konuda yapılacak en akıllı işin Denktaş'ı aradan çıkartmak ve Türkiye ile yapılacak pazarlık sonucunda Kıbrıs sorununa çözüm bulunması gerektiğini düşünmekteydi. Bunun için Türkiye'nin AT'ye üyeliğinin koşullarından biri olarak Kıbrıs sorunu ileri sürülmeye başlandı. AT bu düşüncesini Haziran 1990'da Dublin Zirvesi'nden sonra yayınlanan bildiride ortaya koymuş, Türkiye'nin toplulukla ilişkilerinin Kıbrıs sorununun başlangıcını belirtmiştir. 24 Haziran 1994'te Korfu Adası'nda gerçekleştirilen AB zirvesinden sonra yayımlanan " Beyaz Sayfa " adlı sonuç bildirgesinde ise Kıbrıs ve Malta'nın Birliğin genişleme programına alındığını, AB üyeliğine buradan sonra alınacaklar içinde bu iki ülkeye öncelik tanınacağı resmen açıklanmıştır. KKTC'nin başvuruya karşı tutumuna genel olarak bakıldığında, Kıbrıs'ta bir uzlaşma sağlamak için BM gözetiminde sürdürülen görüşmeler devam ederken Rum kesiminin 3 Temmuz 1990 tarihinde AB'ye üyelik başvurusunda bulunması ve bu tek taraflı ve kurucu antlaşmalara aykırı başvuruların amacının ekonomik değil siyasi olduğu görülmektedir[2]. Avrupa Birliği maalesef bu konuda da yine objektif davranamamıştır. AB'nin Kıbrıs Türk halkının itirazlarına rağmen Rumların tek taraflı başvurularının kabul edilerek işleme koyulması, Rum tarafının Kıbrıs konusundaki uzlaşmazlığını daha da arttırmıştır. Rum tarafı Kıbrıs'ta varmak istediği hedefe zaten AB yoluyla
Türkiye’nin Avrupa Birliği serüveni 12 Eylül 1963’te imzalanan Ankara Anlaşması’na dayanmaktadır.... more Türkiye’nin Avrupa Birliği serüveni 12 Eylül 1963’te imzalanan Ankara Anlaşması’na dayanmaktadır. 1963 Ankara Anlaşması ve 23 Kasım 1970’te imzalanıp, 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe giren Katma Protokol, AET/AB - Türkiye ilişkilerinin tarihsel seyrini değerlendirmede iki önemli belgeyi oluştururlar.(1) 1963’ten bu yana Avrupa Birliği sürecinde önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bunlardan en önemlilerinden birisi 1973 Katma Protokol’dür.
Lojistik, kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere her türlü ürünün, hizmetin ve bilgi akışının ç... more Lojistik, kişilerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere her türlü ürünün, hizmetin ve bilgi akışının çıkış noktasından varış noktasına kadar taşınmasının etkili ve verimli bir biçimde planlanması ve uygulanması olarak tanımlanabilir.[1] Lojistik "kargoculuk" değil, geniş bir tedarik zinciri yönetimidir. Bir ürünün, hizmet ve insan gibi kaynakların, ihtiyaç duyulan yerde ve istenen zamanda temin edilmesi için bir aracı, herhangi bir pazarlama veya üretim organizasyonunun en temel ögelerinden bir tanesi ve tüm bu süreçleri işleterek, ihtiyaçların en düşük maliyetle karşılanıp gerekli sürecin tamamlanmasıdır.
Bir dizi bağlayıcı insan hakları standartlarına göre yasaklanmış, belirli bir kişi veya gruba; be... more Bir dizi bağlayıcı insan hakları standartlarına göre yasaklanmış, belirli bir kişi veya gruba; belli özelliklerinden dolayı farklı muamele yapılması, önyargılı davranılması ve birey veya toplumların ötekileştirilmesine yol açmasına neden olan insan hakları ihlaline ayrımcılık denir. Bu durum, kainatın varoluşundan bugüne değin devam etmiş ve çeşitli aralıklarla büyük geçiş dönemleri yaşanmasına neden olmuştur. 1215 Magna Carta ile bu duruma dikkat çekilmiş, 1789'da Fransa Meclisi'nin onayladığı İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi'yle devam etmiş ve 1948 yılında ise Birleşmiş Milletler tarafından; erkek, kadın ve çocukların temel hak ve özgürlüklerinin belirlendiği; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi yayımlanmıştır. Bu bildirge, birçok ulusal ve uluslararası yasanın temelini oluşturmaktadır. Yaşam, özgürlük, eğitim, sağlık, yiyecek, barınma ve toplumsal hizmetler de dahil olmak üzere daha birçok insani temel haklarda, ülkelerin üst düzey refah seviyesine ulaşılabilmeleri amacıyla düzenlemeler yapılmakta ve bu alanda birçok çalışma gerçekleştirilmektedir. Fakat, hala dünyanın en gelişmiş diye düşünülen ülkelerinde dahi, birçok ayrımcılığa şahit olunmaktadır. Bu ayrımcılıklar ise; kadına, engellilere,marjinal gençlik gruplarına, yaşlılara, eşcinsellere ve etnik azınlıklar gibi birçok topluluğa karşı gerçekleşmektedir. Bu ayrımcılıklar sonucu; bazı insani hakların engellenmiş olması ve bu grup veya bireylerin toplumdan dışlanmış olması sebebiyle, toplumlardan kopmalar yaşanabilmektedir. Bu ayrıştırmalar nedeniyle yaşanan kopmalar da, toplumun her kesiminden insanlar yer almaktadır. Bugünün dünyasına bakıldığında ise, genelde bu durum gençler ve kadınlar üzerinde yaşanmaktadır. Ataerkil yaşam tarzı nedeniyle erkeklerin genellikle baskın olduğu toplumlarda, kadınlar baskılar sonucu ayrımcılığa maruz kalabilmektedirler. Yine, kadınlarda olduğu gibi, toplumlardan dışlanan gruplardan olan eşcinseller, en çok unuttuğumuz grup olduğunu düşündüğüm engelliler, etnik azınlıklar ve diğer marjinal gruplar da bu dışlanmalara maruz kalabilmektedirler. Toplumlardan dışlanmalar sonucu ayrımcılığa maruz kalan insanlar; temel insan haklarına yeterince sahip olamadıkları gibi, bir de toplumsal hayata sosyal, siyasal ve ekonomik yönden uzak kalmaktadırlar. İnsanların ötekileştirilmesi onların özgüvenini etkileyerek, bilgi ve kapasite eksikliği yaşadıkları algısına yol açmaktadır. Toplumdaki algılardan kaynaklanarak, ayrımcılığa uğrayan gruplara empoze edilen aşağılanmışlık psikolojisi nedeniyle, bu insanların toplumsal yaşama katılımı zorlaşmaktadır. Bu da, insanları suç işlemeye itmekte ve insanların bir daha toplumla kaynaşamayacağı bir duruma düşmelerine yol açmaktadır. Bu nedenle, bu insanlara yönelik, topluma katılımı sağlamak amaçlı çalışmalar gerçekleştirilmelidir. Bu noktada onlara; topluma faydalı birer birey olabilecekleri ve bunun için önlerinde herhangi bir engelin olmadığı düşüncesi aşılanmalıdır. Yine, toplumdaki yüz yüze ilişkilerde bu ayrımcılığa maruz kalan insanlara, sosyal medyayı kullanabilmesi ve fikirlerini, görüşlerini bu şekilde aktarabilmesi sağlanabilirse, birileri tarafından dikkate alındığı düşüncesi onların toplumdan kopmasını engelleyecektir. Sosyal medyanın ve internetin aktif bir şekilde kullanılması ayrıca, ayrımcılığa maruz kalan insanlar için oluşturulan/oluşturulacak olan aktivite ve projeleri daha sağlıklı bir şekilde takip