Yunus Emre Tozal | Catholic Theological Union (original) (raw)

Papers by Yunus Emre Tozal

Research paper thumbnail of Ali Akay: “Hâlâ maddilik aşılamadı, Ipad kitabın yerini alamadı.”

Ayraç Dergisi, 2010

Ali Akay, Paris'te Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilimi okudu. Türklerde Devletçi İktidarın Oluşu... more Ali Akay, Paris'te Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilimi okudu. Türklerde Devletçi İktidarın Oluşumu adlı tezini 1986'da savundu. Mimar Sinan Üni. Sosyoloji Bölümü öğretim üyesidir. Çeşitli dergilerde sanat-sosyoloji ve felsefe makaleleri yayımlanmıştır. Çağdaş sanat sergilerinde küratörlük ve sanat eleştirmenliği yapmaktadır. Toplumbilim dergisinin kurucusu ve editörüdür. Kendisiyle bilişim sosyolojisi, yeni metin üretimi, bilgi edinilen öznenin durumunu ve Wikipedia, Youtube ve Facebook gibi iletişim ağlarının fonksiyonları üzerine konuştuk.

Research paper thumbnail of Mimar ve Mühendis, Sayı 68: Siber Güvenlik

Mimar ve Mühendis, 2012

Siber Güvenlik, bilgileri izinsiz erişimlerden, kullanımından, ifşa edilmesinden, yok edilmesinde... more Siber Güvenlik, bilgileri izinsiz erişimlerden, kullanımından, ifşa edilmesinden, yok edilmesinden, değiştirilmesinden veya hasar verilmesinden koruma işlemi olarak tanımlanmaktadır. Bu konu ülkemizde son dönemlerde kendilerine “Redhack” ve “Anonmymous” gibi isimler veren bilgisayar korsanlarının (Hackers) saldırıları ile ön plana çıkmıştır. Her ne kadar ön plana çıksa da şüphesiz Siber Güvenlik alanında bilinenler bilinmeyenlerle kıyaslanamayacak kadar azdır. Durumun ciddiyetinin farkına varılması ile Siber Güvenlik Kurumu’nun oluşturulmasından, bilgisayar korsanlarından kurulan bir ordu kiralanmasına kadar ileri gidilmiştir. Peki çoğu alanda olduğu gibi bu alanda da gelişmiş ülkelerin seviyesini yakalamaya çalışan ülkemizde, ülkelerin savaş nedeni saydıkları Siber Güvenlik konusunda ne yapabilir?

Research paper thumbnail of Nail Olpak: İnsan Unsurunu Şehre Yeniden Kazandırmamız Lazım

Mimar ve Mühendis, 2012

14. MÜSİAD Uluslararası Fuarı ve 16. Uluslararası İş Forumu (IBF) için Türkiye'ye gelen yabancı i... more 14. MÜSİAD Uluslararası Fuarı ve 16. Uluslararası İş Forumu (IBF) için Türkiye'ye gelen yabancı iş adamları, MUSİAD Fuarı ve Forumu'nda
bir araya geldi. Fuarın açılış konuşmasında MUSİAD Genel Başkanı Nail Olpak, işbirliğinin özlemiyle iş adamları olarak, ülkelerin hep birlikte kalkınmasına katkı sağlamak amacıyla, her yıl kilometrelerce yol kat ettiklerini söyledi.

Research paper thumbnail of Bulgaryalı Ali Hepimizin Hikâyesidir

Mimar ve Mühendis, 2012

1940’lı yıllardan başlayarak 70'li yıllara kadar uzanan öyküsü ile hem hüzünlü, hem neşeli ve coş... more 1940’lı yıllardan başlayarak 70'li yıllara kadar uzanan öyküsü ile hem hüzünlü, hem neşeli ve coşkulu kimi zamansa heyecanlı ve romantik bir film olan Uzun Hikaye, senarist Yiğit Güralp’in tanımıyla çok ama çok iyi insanların saf ve ölümsüz aşklarını adalet ve doğruluk üzerine inşa etme mücadelelerini anlatan bir yapıt. Edebiyat dünyasında özellikle hikaye alanında kendine özgü üslubu ve özgünlüğüyle tanınan Mustafa Kutlu’nun aynı adlı eserinin sinemaya uyarlanması olan filmin yönetmenliğini Osman Sınav üstlenirken, senaryo uyarlamasını ise Yiğit Güralp kaleme almış. Filmin başrolünü Kenan İmirzalıoğlu üstlenirken kadroda kendisine Altan Erkekli, Güven Kıraç, Zafer Algöz, Cihat Tamer, Tuğçe Kazaz ve Ushan Çakır isimleri eşlik ediyor.

Research paper thumbnail of Kentsel dönüşüm ‘Aziz İstanbul’u imar edebilir mi?

Mimar ve Mühendis, 2012

Yahya Kemal için şehir olmaktan ileri bir anlam barındıran İstanbul; vatanın birliği, tarih şuuru... more Yahya Kemal için şehir olmaktan ileri bir anlam barındıran İstanbul; vatanın birliği, tarih şuuru, mimarlık sanatı, musiki ve maviliğine doyum olmayan denizdir. Örneğin Süleymaniye, Yahya Kemal’e bütün memleketin varlığını aksettiren bir manzara gibidir. O manzarada “mübarek” ve “garip” bir “âlem” mevcuttur. Peki, Yahya Kemal’in Aziz İstanbul’u, 1453’ten günümüze ihtişamıyla, insanı esir alan yapısıyla gelen bu kutlu şehir, ilk ne zaman fire vermeye, yabancılaşmaya başlamıştır?

Research paper thumbnail of Zorunlu Eğitime Veda: Bilginin Aracısızlaştırılması

Ayraç Dergisi, 2010

Viyana'da Hırvat bir baba ve Seferat-Yahudi bir annenin oğlu olarak dünyaya gelen Ivan İllich, ba... more Viyana'da Hırvat bir baba ve Seferat-Yahudi bir annenin oğlu olarak dünyaya gelen Ivan İllich, babasının gelir durumu sebebiyle daha küçük yaşlardan itibaren pek çok ülkeyi gezip görme imkânına kavuşmuş, birçok yabancı dili öğrenerek toplumları analiz etmiş Avusturyalı bir filozoftur. Çağdaş batı kültürü, eğitim, çalışma hayatı, enerjinin kullanımı, ekonomik gelişme, sağlık vb. konular üzerine eleştirel incelemeler kaleme aldı. Florence Üniversitesi'nde Histoloji ve Kristalografi, Vatikan'da Pontifical Gregorian Üniversitesi'nde teoloji ve felsefe, Salzburg'da Ortaçağ Tarihi eğitimi alan Ivan İllich’in, öğrenimin kurumlaştırılmasını sorguladığı makalelerden oluşan “Okulsuz Toplum” (Deschooling Society) kitabının Celebration of Awareness tarafından yayımlanmasıyla İllich’in görüşleri çok daha geniş bir çevrede tanınmaya başladı. Bu yazımızda görüşleri, toplumu ve değerleri analiz biçimi her zaman şaşırtıcı, kışkırtıcı ve doğrudan olan İllich’in ve Fransız anarşist Catherine Baker’ın eğitime ve toplum hayatına bakış açılarından yola çıkarak, öğrenciler ve öğretmenleri, yetişkinler ve çocukları karşılaştıracağız. İki radikal ismin eğitimin kurumlaştırılmasına ilişkin düşüncelerini irdeleyip, Okulsuz toplum”dan yola çıkarak zorunlu eğitimin psikososyal boyutlarını ele alacağız. Son kısımda ise eğitimin sanal dünyayı da içinde barındırmasıyla, bilgiye aracısız bir şekilde ulaşılmasının öğrencilere etkilerini inceleyeceğiz.

Research paper thumbnail of Endülüs'ten Fas'a: Mirasın İzinde Yaşayan Bir Medeniyet

Sabit Fikir, 2024

Endülüs entelektüel zenginliği, bilimsel ilerlemeleri, kültürlerarası hoşgörüsü ve dünya medeniye... more Endülüs entelektüel zenginliği, bilimsel ilerlemeleri, kültürlerarası hoşgörüsü ve dünya medeniyetine yaptığı katkılarla, yalnızca İslam medeniyeti ve İslam tarihi için değil, dünya tarihi için de eşsiz bir değere sahiptir. Endülüs kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan Maria Rosa Menocal, Endülüs’ü "kültürlerarası bir mozaik" olarak tanımlamıştır. Menocal’a göre İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik arasında bir arada yaşamanın (convivencia) en başarılı örneğini tarihte Endülüs temsil etmiştir ve Avrupa'nın Rönesans dönemine bilim, sanat, mimari ve felsefe alanında giden yolları da Endülüs açmıştır. Otoriteler tarafından modern tarih yazımı ve sosyoloji alanlarının öncüsü ve kurucusu olduğu söylenen İbn Haldun’a göre de Endülüs, "medeniyetlerin yükseliş ve düşüş döngüsü" içinde bilim ve kültürde zirveyi temsil etmektedir. Hatta İbn Haldun, Endülüs’te üretilen bilimin ve sanatın Arapça aracılığıyla Batı’ya taşındığını ve Avrupa’nın entelektüel uyanışında hayati bir rol oynadığını savunur. Peki, Endülüs’e bugün 20.yy.da baktığımızda neler görebiliriz? Endülüs’ten bugün içinde bulunduğumuz modern dünyaya taşıyabileceğimiz değerler nelerdir?

Research paper thumbnail of Ayraç Dergisi 11: Türk Romanı ve Modernite

Ayraç Dergisi, 2010

Türk Romanı ve Modernite Akademik makalelere sıkışmış bazı fikirlerin, felsefî düşüncenin dar dai... more Türk Romanı ve Modernite
Akademik makalelere sıkışmış bazı fikirlerin, felsefî düşüncenin dar dairesine mahkûm edilmiş bazı kavramların ve edebiyatın pek de konuşulmayan bazı meseleleri Ayraç’ta yer buluyor. Bu sayıda dosya yazıları, bu arzunun tezahürü olarak sizleri bekliyor. Kitapların dünyasının yekpare bir karşılığı olmadığını düşünen Ayraç ekibi, “Türk Romanı ve Modernite” başlığıyla tasarladığı dosyada, modern romanın ilki kabul edilen Ahmet Hamdi Tanpınar’ı İsa Karaaslan, onu sonralayan isim olarak Yusuf Atılgan’ı Necati Bulut, modern romanın kelime ve kavram dağarcığını zenginleştiren Oğuz Atay’ı Ahmet Bozkurt ve İbrahim Tüzer; modern romana büyülü bir tat katan Hasan Ali Toptaş’ı Günay Güner; Türk romanını ayrıntıya koşturan İhsan Oktay Anar’ı Mehmet Sarı yazdı. Modern romanın sınırlarını, dosyada değinilen yazarların bu sınırlarla ilişkisini ortaya çıkarıyor.

Enis Batur ile Türk Romanı ve Orhan Pamuk üzerine Söyleşi
Modern romanın en güncel temsilcisi olan Orhan Pamuk’u Enis Batur ile konuşan Ayraç ekibi, Enis Batur ile Türkiye’de eleştiri geleneğini, roman kuramını, Türk şirinin romanla ilişkini, romanın modernleşmesine katkısını konuşmuş. Uzun ama keyifli bir söyleşi gerçekleştiren Ayraç ekibi, Enis Batur ile Tanpınar’ı, Yusuf Atılgan’ı, Oğuz Atay’ı yapıtlarıyla ve Türk romanına yaptıkları katkılarıyla konuşmuşlar.

Ulysses, Hamlet ve Kafka!
Bu sayıda ilgi çeken yazıların başında Mukadder Erkan’ın James Joyce’un Ulysses kitabı üzerine, Enver Gülşen’in Shakespeare’in Hamlet’i üzerine ve Ahmet Sarı’nın “Kafka’nın Gizli Odaları” başlıklı yazısı dikkatleri çekiyor. Ayrıca Yunus Emre Tozal ve Mehmet E. Şimşek, “entelektüel” üzerine değerlendirmelerde bulunmuşlar.

Ali Emre Şiiri ve Mustafa Kutlu

İbrahim Tenekeci’nin “Müslüman Bir Çığlık: Ali Emre ve Şiiri” isimli yazısı ve Ali Görkem Userin’in Mustafa Kutlu’nun son kitabı Zafer Yahut Hiç’e dair yazdığı inceleme, bu sayının yine öne çıkan yazılarından. Ali Görkem Userin, Kutlu külliyatını inceleyerek, “Zafer Yahut Hiç”i tahlil ediyor, hikâyenin diğer Kutlu hikâyeleriyle olan ilişkisini de inceliyor.

12 Eylül’de Toplatılan Kitaplar Dizini
Ayraç İnceleme dosyamızda Funda Edeş’in darbe döneminde toplatılan kitaplarla ilgili “12 Eylül’ün Kelepçeli Kitapları” yazısını ve H. Ömer Özden’in Ramazan Kitapları incelemesini özellikle okunması gereken yazılardan. Funda Edeş, hazırladığı dosyayla 12 Eylül’de toplatılan kitapları hangi sebeplerden ötürü toplatıldıklarıyla birlikte, kitapları da inceleyerek bir dosya hazırlamış.

Başka Neler Var?
Nurullah Turan, Türkiye’de Otantik Felsefe İmkânı’nı, Emre Demir Carriére ve Umberto Eco’nun birlikte yazdığı Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın kitabını, İhsan Tevfik Gazanfer İban’ın Karamanlılar ve Yunan Harfli Türkçe kitabını tahlil etmiş. Rabia Öter Bernard Shaw’ın Pygmalion isimli eserinden yola çıkarak sosyalizm ve kadın üzerine ve Abdullah Yavuz Altun Bukowski’nin Kasabanın En Güzel Kızı üzerine birer tahlil yazmış. Gülşah Elikbank, Fantastik Kitaplar köşesinde J.R.R Tolkien’in Hobbit ve Ursula K.Le Guin’in Yerdeniz Büyücüsü kitaplarını kaleme almış.

Research paper thumbnail of Harvard’dan Turkcell’e: Bir hayalin teknolojiye dönüşen hikâyesi

Yeni Şafak, 2024

Fırat Demirel iyi ki Süreyya Ciliv’in hayatını kitaplaştırmış; onun sayesinde, yalnızca bir lider... more Fırat Demirel iyi ki Süreyya Ciliv’in hayatını kitaplaştırmış; onun sayesinde, yalnızca bir liderin başarılarını değil, aynı zamanda kararlılığın, yenilikçiliğin ve cesaretin insan hayatını nasıl dönüştürebileceğini öğreniyoruz. Ciliv’in hikâyesi, teknoloji dünyasının sınırlarını zorlayan bir liderin, en büyük yatırımı insanın kendine ve çevresine yapması gerektiğine dair güçlü bir mesaj taşıyor. Sezai Karakoç’un şiirindeki gibi Ciliv, dünyada olup bitenler için mücadele veren, Turgut Cansever’in hayat felsefesiyle “dünyayı güzelleştirmek” için kendisini adayan sıradışı liderlerden biri. Bu kitap, gençlere, her zorluktan bir fırsat çıkarma gücünü, risk almanın önemini ve başarıdan daha değerli olanın, geride bırakılan anlamlı bir miras olduğunu hatırlatıyor. Süreyya Ciliv, yalnızca dijitalleşmenin değil, aynı zamanda umut ve vizyonun lideri olarak, bugünün ve yarının liderlerine ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Onun yaşam felsefesiyle, “Daha güzel bir dünya mümkün” diyen herkes, kendi potansiyelini gerçekleştirme yolunda cesaret bulacak.

Research paper thumbnail of Enis Batur: Kar romanını yaklaşık 65. sayfada bırakmak durumunda kaldım. Bu ızdıraba daha fazla dayanamadım.

Ayraç Dergisi, 2010

Şiirleri, denemeleri, eleştiri yazıları ve düzinelerce kitabıyla takdir toplayan ünlü entellektüe... more Şiirleri, denemeleri, eleştiri yazıları ve düzinelerce kitabıyla takdir toplayan ünlü entellektüel Enis Batur, Orhan Pamuk'un Kar eserini 65 sayfa okuyabildiğini ve o ızdıraba daha fazla katlanamadığını söyledi.

Aylık Kitap Tahlili ve Eleştiri Dergisi'nin Eylül 2010 Tarihli 11. Sayısında Enis Batur ile yapılan geniş bir röportaj yer aldı. Ayraç ekibiyle söyleşen Enis Batur, söz Orhan Pamuk'tan açılınca, Ünlü Yazarın karizmasını sarsacak ifadeler kullandı. Batur, dergi editörlerinden Yunus Emre Tozal'ın "Pamuk'un edebiyatı özelinde, onun romanlarındaki politik katmanları nasıl çözümlemek makul olur? Pamuk'un politik söylemlerinin romanlarında eritildiği ve satır arası okumalarda sıklıkla karşımıza çıktığı fikrine katılır mısınız?" sorusu üzerine şu ifadeleri kullandı:

ORHAN PAMUK YAZAR OLMAKTAN ÇIKTI FİGÜR OLDU

"Birincisi itirafta bulunayım, ben epeydir Orhan Pamuk okumuyorum. Dolayısıyla okuduğum kadarından söz edebilirim ancak. (gülüşmeler) Kar romanını yaklaşık 65. sayfada bırakmak durumunda kaldım. Bu ızdıraba daha fazla dayanamadım. Hemen hemen her cümlesinde ayağım takıldı, düşüp kafamı gözümü yardığım için… Tamam, iyi bir yazar bozuk cümleler kurabilir ama bu kadar da olmaz, bir tür arıza, hecelerin yerinin şaşırmasından okuyamaz hale geldim. Dolayısıyla yarısını okuduğum bir yazardır Pamuk. İlk yarısını okuduğum, ikinci yarısını okuyamadığım bir yazar.

Siyasi boyutuna gelince, Kara Kitap’ta ciddi bir siyasi boyut vardı. Ve bence romana iyi yedirilmişti, yeterince aydınlık ya da net olup olmadığıyla alakalı eleştiriler olduğunu biliyorum ama edebiyat yapıtının işi de kürsü nutukları atmak değil. Sen onun netliğini aydınlığını kendi gözünden ayar yaparak keşfediyorsun güya. Kaldı ki onun temel tezinin, kaygısının o olduğunu da sanmıyorum. Bir roman yazmak için oturmuş masaya sonuçta. Siyasetin edebiyatın içindeki doğru kullanımı, Kara Kitap’taki gibi olmalı diye düşünüyorum. Parmak kaldırıp nutuk atacaksan, bul bir kürsü kendine, gir bir siyasi partiye, bir derneğe bir sivil toplum örgütüne ne yapacaksan yap. Ama bunu dosdoğru edebiyatın içine soktuğun zaman, genelde trajik ürünler ortaya çıkıyor, okunmaz kitaplar. Bir de siyaset öyle bir halt ki, yirmi sene sonra uzun uzadıya bir anlamı yok. Güncel boyutu nedeniyle tüm geçerliliğini yitirebiliyor, arkeolojik bir unsura dönüşüyor. 30lu yılların sol tandanslı dünya edebiyatındaki romanlarını düşünüyorum da, şimdi okuyamıyorsun, gülmeye başlıyorsun.

Şimdi Orhan Pamuk, bir noktadan sonra yazar olmaktan çıktı, figür oldu. Kendi de bunu seçti, buna oynadı. Bu figür olma durumu, ona Nobel’i getirdi. Sanıyorlar ki iş Nobel’le bitti, hayır, Nobel’den sonrası çok şey getirdi. Bir iş adamı kadar dolu bir takvimi var şimdi Orhan’ın önünde. Harvard Üniversitesine, oradan Çin’e, oradan bilmem nereye konferansa gidecek, bir yazar yaşantısı da değil yani onunkisi… Yazar dediğin, bir ofiste bilgisayarla yazıyorsa bilgisayarda, benim gibi hala kağıt kalemle yazıyorsa kağıt kalemle işini yapan adamdır ama daha önceki örneklerden de biliyoruz, işte Sartre örneği, Camus örneğinden… İş bir boyutta yazarın kendi kontrolü altında olmaktan çıkıyor, yazarı altına alıyor. Bundan kurtulan yok mu? Samuel Beckett Nobel ödülü aldığı zaman Nobel komitesi ona ulaşamadı. 3.5 ay boyunca aradılar, çok az dostu vardı zaten, onlar da bildikleri halde bilmiyoruz diyorlardı. Büyük ihtimal Beckett’e duyurdu onlar Nobelciler seni arıyor diye. “Ben buradayım” diye çıkmamış ortaya adam. Sonra komite çaresizce duyuruyor Beckett’e verdik diye. Gene temas yok. Tören var, temas yok, dolayısıyla tören yok. Sonra işte para var, parayı verecekler ama temas yok, yayınevine yazıyorlar “parayı vermek zorundayız, bir banka hesap numarası verin” diye, parayı gönderiyorlar en sonunda, o parayı da nasıl kullandığını biliyoruz Beckett’in. Bir sürü fakir fukaraya yardım ediyor, kendine kullanmıyor. Dolayısıyla Beckett, Nobel’in sonuçlarından hiç yara almadan devam etmeyi bilmiş. Burada durum o değil ama. O figür, Orhan’ı aldı eline ve bırakmaya niyeti yok. Zordur da yani. Telefonun çalıyor, Kanada başbakanı arıyor. “Ben şu anda şiir yazıyorum” deyip kapatabiliyorsan çok iyi, kapatamıyorsan bittin. (gülüşmeler)

Research paper thumbnail of Düşünsel Üretimin Mimarı: Entelektüel

Ayraç Dergisi, 2010

İnsanın kendi üzerinde düşünmesi, varoluşsal bir ihtiyacını karşıladığı kadar bilgi düzeyiyle de ... more İnsanın kendi üzerinde düşünmesi, varoluşsal bir ihtiyacını karşıladığı kadar bilgi düzeyiyle de alakalı bir durum olduğundan, insanın derinliğini ve kendine dair bilinç yoğunlaşmasını net bir şekilde da ortaya koyması, çarpıtıcıdır. Çünkü nasıl ki yağmur durmadan önce şiddetini arttırıyorsa, su çağlayana yaklaşırken akışını hızlandırıyorsa, insanın da anlam dünyasını keşfi, “benlik farkındalığının” ortaya çıkışıyla sonuçlanırsa anlam kazanır. Bu yüzden düşünce üretmek, biriktirme işlemi yapmak ya da düşünce üretim sürecini genişletmek değildir. Baudrillard’ın deyimiyle suyun sıcaklığını 80 derecede tutmak hiçbir şeye yaramaz. Su kaynamayacak ve sadece durmadan buharlaşacaktır. Mühim olansa, 80 dereceden öteye ulaşmaktır. Entelektüel’in orta çıkış süreci, ben’lik farkındalığının ortaya çıkmasıyla başlayan bir süreci ifade eder.

Research paper thumbnail of Ayraç Dergisi 10: Postmodernist Portreler

Ayraç Dergisi, 2010

Postmodern felsefeye yas tutma eylemi Ayraç’ta bu ay okuyacağınız yazılar, postmoderniteye bir gi... more Postmodern felsefeye yas tutma eylemi
Ayraç’ta bu ay okuyacağınız yazılar, postmoderniteye bir giriş mahiyetindeler. Yapısökümcülerin açtığı yoldan giderek, bir çatı kurmamayı, kuramsal olarak bir izlek tayin etmemeyi daha uygun gördük haliyle. Yalnızca, Derrida’nın yaptığı gibi belki, bize yeni şeyler düşünme imkânı tanıyan bazı kimselerden bahsederek, düşünme alışkanlıklarımızı gözden geçirme imkânını sorguladık. Türkiye için gerçekten ‘yeni’ olan bazı kavramları, birinci elden işlemeye çalıştık. Bu minvalde Derrida’yı Ali Utku ve Mukadder Erkan, Michel Foucault’u Abdullah Yavuz Altun, Gilles Deleuze’ü Enver Gülşen inceledi.

Paradigma Yayınlarının kurucusu,
Sosyolog mütercim Hüsamettin Arslan ile söyleşi
İlk söyleşimizi de dosya konusu üzerinden sosyolog mütercim Hüsamettin Arslan ile yaptık. İdeolojilerin tükendiği, liberalizmin her şeyi kuşattığı bir çağda çevirinin kıymetinden postmoderniteye, söylem üzerinden kurulan iktidar kavramından şiir çevirinse, Türkiye'de felsefenin Türkçeleşmesi ile ilgili sorunlardan felsefi-sosyoloji eserlerine gereken ilginin gösterilmemesinin sebeplerine kadar birçok konuyu konuştuk. Yer yer muhabbete, tarihe, insanın ontolojik olarak bağlı olduğu imgelere kayan söyleşimizi, keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

İlk şiir kitabı yayınlanan Ahmet Edip Başaran ile söyleşi
Bu sayıda ikinci söyleşimizi “Oyunbozan” isimli ilk şiir kitabı yayınlanan Ahmet Edip Başaran ile yaptık. Gençliğinde tayinler nedeniyle göçmen yaşayan bir şairin etkilendiği imgelerden cumhuriyet sonrası şiirinin karakterine, şiirin getirdiği sorumluluktan ölümü heceleyen, ‘Merhaba’ bizim duamızdır” diyen bir şairin şiir serüvenini okuyacaksınız. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

Başka neler var?
Yunus Emre Tozal Ali Şeriati ve Julien Benda’nın “aydın” kavramlarını karşılaştırırken, Cemil Üzen ve Mehmet Ulukütük Wittgenstein üzerine yayınlanan iki önemli kitabı tahlil etti. Ahmet Bozkurt’un “Gülmenin Halleri” başlıklı yazısı, İbrahim Tenekeci’nin “Şiirde Kelime Seçimi” başlıklı yazısı, Mustafa Yalçınkaya’nın “Thomas Hobbes’un Leviathan’ına Karşılaştırmalı Bir Bakış” başlıklı yazısı ve Ahmet Sarı’nın “Thomas Bernhard Sözlüğü” incelemesi bu sayının dikkat çeken yazıları.

Nurullah Turan ‘Kilişenin Yapısökmü’nü, H. Ömer Özden Erzurum’un Cinis köyü üzerine yazdı. Ramazanın gelişiyle birlikte açılan Dini Yayınlar Fuarı üzerine Funda Edes, e-kitap üzerine Furkan Arık Ayraç Haber bölümündeler.

Bir sonraki sayıda görüşmek üzere,
İyi okumalar…

Research paper thumbnail of Sosyolog ve mütercim Hüsamettin Arslan: “Türkiye bir entelektüel çöl.”

Ayraç Dergisi, 2010

Hüsamettin Arslan sosyal bilimci, Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi. 19... more Hüsamettin Arslan sosyal bilimci, Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi. 1979 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal İdari ve Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü'nden mezun oldu. 1979-1981 yılları arasında aynı fakültede yüksek lisans yaptı ve "Ondokuzuncu Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğun'da Sanayileşme Girişimleri" konulu bir yüksek lisans tezi hazırladı. Doktorasını 1986-1991 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nde yaptı ve doktora bittikten sonra yayınlamış bulunduğu "Epistemik Cemaat / Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi" (Paradigma Yayınevi, İstanbul 1992) adlı bir doktora tezi hazırladı. Çalışmakta olduğu Sosyoloji alt bilim dalı “Genel Sosyoloji” ve “Metodoloji”. Bilgi Sosyolojisi, Bilim Sosyolojisi, Sosyal Bilimlerde Yöntem ve Hermeneutik alanlarında çalışıyor. Çeşitli dergilerde bilgi, bilimsel bilgi ve bilim üzerine makaleleri ve yabancı dillerden çevirdiği sosyoloji ve felsefe kitapları var. Halen Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde profesördür.
Kendisiyle Postmodernite, Çeviri, Türkiye’de Felsefe yayıncılığı ve Felsefe’ye bakış açısı üzerine konuştuk.

Research paper thumbnail of Tarihsel Gezintinin Eleştirel Mihmandarı: Aydın

Ayraç Dergisi, 2010

Her dönemde etkili olan aydın, belki de en etkili konumuna günümüzde kavuşmuş, pek çok modern sür... more Her dönemde etkili olan aydın, belki de en etkili konumuna günümüzde kavuşmuş, pek çok modern süreçten geçerek ve kendisini yenileyerek, yapısal bütünlüğünde ve işlevinde meydana gelen önemli değişimlerle, toplum nezdinde taraflı bir hale gelir olmuştur. Aydının taraflı bir hale gelir olması, onun saygınlığını tartışılır hale getirmiş, imgelerin ve göstergelerin dönüştürücüsü konumunda bulunan aydının işlevleri, modern toplumun bütünlüğüyle birlikte değişime uğramıştır.

Günümüzde siyasi ihtiraslar diğer ihtiraslarla birlikte şimdiye dek görülmemiş bir şekilde evrensellik, tutarlılık, kesinlik ve üstünlük kazanmış, tarih boyunca hiç ifade edilemeyen ihtirasların siyasi dönüştürücülüğü, aydının işlevselliğini genişleterek eleştirel bir mihmandar konumunu pekiştirmiştir. Kendi konumlarının bilincinde olan günümüz aydınları, Benda’nın deyimiyle “ihtiraslı bir niteliğe bürünerek” insanlık tarihi boyunca daha önce erişilemeyen ahlaki boyutları ele alıp tartışmaya açmışlar, insanların kalplerini fethetmişler, düşünsel eylemleriyle tarihsel bir gezinin mihmandarlığını üstlenmişlerdir. Bu mihmandarlık, aydınları tarihsel zorunluluğun parçası olduklarını iddia etmelerini sağlayacak ideolojik aygıtlarla donatmış, hemen her toplumda toplumun hiyerarşik olarak tabakalara ayrılmasıyla, bilgi, inanç gibi toplumsal ayrışmaların imgelerini kendilerinde toplayarak, aydınların bulundukları çağda tarihsel bir kimliğe bürünmelerini sağlamışlardır. Günümüzde “aydın” olarak adlandırılan bu zümreye, değişik çağlarda ve toplumlarda farklı adlar verilmiş, farklı işlevsel boyutları ortaya çıkmıştır. Pareto’nun eliti veya seçkinleri, Weber’in karizmatik liderleri, İslam medeniyetinin âlim, ârif ve hekimi, Osmanlı’nın havas ve uleması, Fransa’nın entelijiyansı, günümüz Batı dünyasının entelektüeli gibi değişik adlandırılmalar, tam anlamıyla karşılamasa da “aydın” zümresini ifade etmek için kullanılagelmiştir.

Research paper thumbnail of Ayraç Dergisi 9

Ayraç Dergisi, 2010

“Her dergi bir okuldur.” diyordu Cemil Meriç. İnsanlar yetiştirir. Fikirler doğurur. Okul aynı za... more “Her dergi bir okuldur.” diyordu Cemil Meriç. İnsanlar yetiştirir. Fikirler doğurur. Okul aynı zamanda ekol demekti. Meriç’in en çok yakındığı da, yaşadığı topraklarda bir “gelenek” yani bir “ekol”, bir başka ifadeyle bir “okul” bulunmayışıydı. ‘Okul insanlar’ vardı belki. Tarık Zafer Tunaya’ya en büyük tavsiyesi de buydu. Okullaşan insanlar yetişmesini gözlüyordu, her insanın etrafındakileri büyütmesini, fikirlerle buluşturmasını istiyordu. Yunan’dan, Mısır’a; Kuzey Avrupa’dan Hint’e uzanan bir rotada gezinirken onun zihni, geleneğinden koparılmış bir ülkenin güdük kalışına, “Sen bir azgelişmişsin!” hitabına razı olmuş bir entelijansiyanın çaresizliğine üzülüyordu. 13 Haziran 1987’de öldüğünde, gözleri okumaktan kör olmuştu. Onun dünyası, kitapların dünyasıydı. Jorge Luis Borges’le aynı kaderi paylaşmıştı. Kitaplarla dolu bir kütüphanede yaşayan ‘aydın’ körlükle imtihan edilecekti; Borges buna “Tanrının ironisi” dedi.

Borges körlüğün, “bir yaz akşamı gibi ağır ağır” geldiğini söyler. Şikâyet edilecek bir şey değildir. Zamanla alışır. Meriç de körlüğe alışmıştır bir bakıma. Kızı Ümit Meriç ona kitap okuyarak hayatla arasında bir köprü kurmaya çalışır. Kitap okumayı nefes almak gibi gören Cemil Meriç’in oksijen çadırıdır adeta. Ümit Meriç, “Bilgiye aç bir fırına kürekle kömür atmak” diye niteler bu okuma seanslarını. Doymak bilmeyen bir zihindir Meriç’inki. Beklediği, özlediği, aradığı entelijansiya da böyledir. Günlüklerinde şikâyet ettikleri genelde bu konuda yoğunlaşır; merak etmemek, fikir üretmemek, ezberden öteye geçememek. Dergileri bu nedenle önemsiyor Meriç. Toplumu harekete geçirecek, insanları fikirler etrafında toplayacak, fikir işçiliğini ön plana çıkaracak bir ütopya onunki.

Research paper thumbnail of Bejan Matur: Şiiri dört elementle yazıyorum.

Ayraç Dergisi, 2010

90lı yılların sonunda en sıkı şiir okurları için bile anlaşılması imkânsız hale gelmiş Türk şiiri... more 90lı yılların sonunda en sıkı şiir okurları için bile anlaşılması imkânsız hale gelmiş Türk şiiri içinde sadeliğiyle ve kendine özgü sesiyle dikkat çekmiş, dilbilgisel açıdan değilse de anlam açısından dille oynayan, şiirlerinde doğup büyüdüğü coğrafyanın binlerce yıllık geçmişini barındırırmışçasına derin anlamlar yakalayan bir şairden söz ediyoruz: Bejan Matur. Renklerin, toprağın, suyun ve ateşin hakikatle yoğrulduğu sesleri keşfeden, sessizliğin sesini şiiriyle buluşturan Bejan Matur’un şiirinde aslolan unsur, atmosferdir. Sözcüklerden kendine bir dünya inşa eder ve onun içinde kâinatla hemhal olarak sakin sakin yürümeye başlar. Bejan Matur ile Cihangir’de bir söyleşi gerçekleştirdik.

Research paper thumbnail of Yangın Kulesindeki Nöbetçi: Aydın

Ayraç Dergisi, 2010

‘Aydın’a dair yazmanın; günümüzde yazıp çizmeye çabalayan herkesin boynunun borcu gibi sebepsiz b... more ‘Aydın’a dair yazmanın; günümüzde yazıp çizmeye çabalayan herkesin boynunun borcu gibi sebepsiz bir düşüncenin, yaptığı işin ne olduğunu sorgulamaya dair bir algının yazarlar tarafından sürekli oluşturulmasından yanayım. Yazmanın en büyük işlevi de bu değil mi? Aydın, karanlıkları aydınlatacak ışığı tutmalı, en başta kendisi olmak üzere toplumu ışığın arkasından götürmeli. Aydının atacağı her adımın, düşünsel eylemi başlatmaya yönelik çalışmaları hızlandıracağından ve tefekkür etmeye başlayacak kalplerdeki çabayı tetikleyeceğinden hiç şüphem yok. Lokomotif görevi gören aydın’ın aynaya bakarak “ne yapmalı, nasıl yapmalı, kiminle yapmalı?” gibi sorularla toplumu muhatap kılması, düşünce üretimi aşamasında toplumun zihin dünyasının ontolojik zeminini genişleteceğini söylemek mümkün. Böylece, pratik özneyi gerçekleştirerek düşünsel eylemde mesafe kat edebilecek cevapların keşfedilmesinde önemli mihenk taşlarının konumlarını tespit eden aydın’ın, toplumdaki fonksiyonunun daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. Aydın’ın sorunlara dair çözümlerde kullanılacak metotların arttırabileceğini göstermesi yeterli.

Peki, o halde aydın kimdir? Kendi değerlerini tanıyan ve üzerinde yürüdüğü medeniyet katmanlarının farkında olan aydın, herkesin kendi doğru ve eğrilerini özgürce seçebileceği bir ortamda, Enis Batur’un deyimiyle “benim doğrum budur” diyen ile “benim doğru bildiğim herkesin doğrusu olmalıdır” diyen arasındaki uçurumu kapatmayı kendisine tek doğru olarak tanımlayan kişidir. Aziz Nesin’in ifadesiyle, hiçbir olaydan ‘Bana ne?’, ‘Neme gerekir?’ diyemeyen, sorumunun ağırlığını ve tedirginliğini duyan, duymakla da kalmayıp tepkisini gösteren kişidir.

Research paper thumbnail of Ayrac Dergisi 8

Ayraç Dergisi, 2010

Matbaanın icadı, yazılı kültürün demokratikleşmesi, herkesin "yazılı" bilgiye erişebilmesi adına ... more Matbaanın icadı, yazılı kültürün demokratikleşmesi, herkesin "yazılı" bilgiye erişebilmesi adına bir dönüm noktasıydı. Gutenberg, ilk olarak İncil basmaya başlamıştı. Avrupa'da elden ele dolaştı, Gutenberg'in İncil'i. Din adamlarının tekelinde olan "kutsal bilgi", bir anda herkesin kullanımına sunulmuştu. Romanlar, şiirler, gazeteler... Ve manifesto çağı başlamış oldu. Bilginin kolay erişilebilir olmasının, tekeli kırdığı ve belli iktidarları sona erdirdiği muhakkak. Fakat bütün bu "yazının demokratikleşmesi" sürecinden çıkardığımız bir başka ders, eleştiri imbiğinden geçmeyen bilginin, anlam üretmekten çok anlam tüketmeye başlamasıydı.

Edilgen okur, bir süre sonra yazının şekillendirdiği bir dünyanın figüranı olmaya mahkûm edilmişti. Flaubert'in Madam Bovary'si Paris'in görkemli yaşantısını, aristokrasinin şaşaalı hayatını okuduğu romanlardan öğrenmişti. Tutku, bir kelimeydi her şeyden önce. Sayfanın üzerinde beliriyordu ve içine çekiyordu. "Ah kelimeler ve onlara inanmanın saadeti..." diyecekti Ahmet Hamdi Tanpınar yıllar sonra. Yazının bu kısa serüveni, anlamlılığın da serüveniydi bir süre için. Anlamlar, kelimelerle ifade ediliyordu ve harfler bir dilin imkânları arasında en derli toplu olanlardı.

Research paper thumbnail of Çizgide 30. yılını aşan sanatçı Hasan Aycın: “Çizginin dışında bir şeyle ifade-i merama güç yetirebilseydim, çizmezdim.”

Ayraç Dergisi, 2010

İsmet Özel çizgilerinizi “Çizgi yardımıyla, çizginin dışına taşma isteği” olarak değerlendiriyor.... more İsmet Özel çizgilerinizi “Çizgi yardımıyla, çizginin dışına taşma isteği” olarak değerlendiriyor. Çizgilerinize bakış açınız nasıl? Sanatçıya ürünüyle alakalı “neden” diye bir soru sorulmaz ama biraz açabilir misiniz bu konuyu, neden çizgi?

Çok önceleri “Çizgi alanında benim bir yerim varsa ya da olacaksa, orada çizer olan Hasan Aycın olarak değil, Hasan Aycın olan çizer olarak bulunmak isterim” demiştim. Bu düşüncem hiç değişmedi. Dünyanın ahiretin tarlası olduğuna dair bir hadîs-i şerîf hatırlıyorum. Burada ne ekersek orada onu hasat edeceğiz. Bir de şöyle söylediğimi hatırlıyorum: “Çizginin dışında bir şeyle ifade-i merama güç yetirebilseydim, çizmezdim.” Henüz bir şeyler yazmış değildim o zamanlar, sadece çiziyordum. Gerçi yazmaya başlayınca ikisinin imkânlarının ayrı olduğunu gördüm; yerleri ayrıymış.

Research paper thumbnail of Billurlaşan İmge: Çizgisel Simülasyon

Ayraç Dergisi, 2010

Görsel sanatlar içerisinde çizgi sanatının tarih boyunca olayları belgelemek, tarihsel süreci bel... more Görsel sanatlar içerisinde çizgi sanatının tarih boyunca olayları belgelemek, tarihsel süreci belleklere kazımak, düşünce ve felsefenin gelişime katkıda bulunmak gibi önemli fonksiyonları olduğunu söyleyebiliriz. İnsanın özünü anlayabilmesi, öze dönük bir düşünsel eylemi, yaratıcı bir süreç olan çizme eylemiyle ortak kılan noktada, insan-hakikat ilişkisi imgeler aracılığıyla etkileşebilir. Görme, göz önüne getirebilme ve ifade etme algının biçimlenmesinde önemli bir rol oynar. Göz aracılığıyla nesnelerin bellekte dönüştürülerek simgeleştirilmesi, anlamın ve algının özüne yapılan bir yolculuk gibidir. Çizim yapılandıkça anlam ve algı biçimlenir, imge billurlaşır.

Research paper thumbnail of Ali Akay: “Hâlâ maddilik aşılamadı, Ipad kitabın yerini alamadı.”

Ayraç Dergisi, 2010

Ali Akay, Paris'te Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilimi okudu. Türklerde Devletçi İktidarın Oluşu... more Ali Akay, Paris'te Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilimi okudu. Türklerde Devletçi İktidarın Oluşumu adlı tezini 1986'da savundu. Mimar Sinan Üni. Sosyoloji Bölümü öğretim üyesidir. Çeşitli dergilerde sanat-sosyoloji ve felsefe makaleleri yayımlanmıştır. Çağdaş sanat sergilerinde küratörlük ve sanat eleştirmenliği yapmaktadır. Toplumbilim dergisinin kurucusu ve editörüdür. Kendisiyle bilişim sosyolojisi, yeni metin üretimi, bilgi edinilen öznenin durumunu ve Wikipedia, Youtube ve Facebook gibi iletişim ağlarının fonksiyonları üzerine konuştuk.

Research paper thumbnail of Mimar ve Mühendis, Sayı 68: Siber Güvenlik

Mimar ve Mühendis, 2012

Siber Güvenlik, bilgileri izinsiz erişimlerden, kullanımından, ifşa edilmesinden, yok edilmesinde... more Siber Güvenlik, bilgileri izinsiz erişimlerden, kullanımından, ifşa edilmesinden, yok edilmesinden, değiştirilmesinden veya hasar verilmesinden koruma işlemi olarak tanımlanmaktadır. Bu konu ülkemizde son dönemlerde kendilerine “Redhack” ve “Anonmymous” gibi isimler veren bilgisayar korsanlarının (Hackers) saldırıları ile ön plana çıkmıştır. Her ne kadar ön plana çıksa da şüphesiz Siber Güvenlik alanında bilinenler bilinmeyenlerle kıyaslanamayacak kadar azdır. Durumun ciddiyetinin farkına varılması ile Siber Güvenlik Kurumu’nun oluşturulmasından, bilgisayar korsanlarından kurulan bir ordu kiralanmasına kadar ileri gidilmiştir. Peki çoğu alanda olduğu gibi bu alanda da gelişmiş ülkelerin seviyesini yakalamaya çalışan ülkemizde, ülkelerin savaş nedeni saydıkları Siber Güvenlik konusunda ne yapabilir?

Research paper thumbnail of Nail Olpak: İnsan Unsurunu Şehre Yeniden Kazandırmamız Lazım

Mimar ve Mühendis, 2012

14. MÜSİAD Uluslararası Fuarı ve 16. Uluslararası İş Forumu (IBF) için Türkiye'ye gelen yabancı i... more 14. MÜSİAD Uluslararası Fuarı ve 16. Uluslararası İş Forumu (IBF) için Türkiye'ye gelen yabancı iş adamları, MUSİAD Fuarı ve Forumu'nda
bir araya geldi. Fuarın açılış konuşmasında MUSİAD Genel Başkanı Nail Olpak, işbirliğinin özlemiyle iş adamları olarak, ülkelerin hep birlikte kalkınmasına katkı sağlamak amacıyla, her yıl kilometrelerce yol kat ettiklerini söyledi.

Research paper thumbnail of Bulgaryalı Ali Hepimizin Hikâyesidir

Mimar ve Mühendis, 2012

1940’lı yıllardan başlayarak 70'li yıllara kadar uzanan öyküsü ile hem hüzünlü, hem neşeli ve coş... more 1940’lı yıllardan başlayarak 70'li yıllara kadar uzanan öyküsü ile hem hüzünlü, hem neşeli ve coşkulu kimi zamansa heyecanlı ve romantik bir film olan Uzun Hikaye, senarist Yiğit Güralp’in tanımıyla çok ama çok iyi insanların saf ve ölümsüz aşklarını adalet ve doğruluk üzerine inşa etme mücadelelerini anlatan bir yapıt. Edebiyat dünyasında özellikle hikaye alanında kendine özgü üslubu ve özgünlüğüyle tanınan Mustafa Kutlu’nun aynı adlı eserinin sinemaya uyarlanması olan filmin yönetmenliğini Osman Sınav üstlenirken, senaryo uyarlamasını ise Yiğit Güralp kaleme almış. Filmin başrolünü Kenan İmirzalıoğlu üstlenirken kadroda kendisine Altan Erkekli, Güven Kıraç, Zafer Algöz, Cihat Tamer, Tuğçe Kazaz ve Ushan Çakır isimleri eşlik ediyor.

Research paper thumbnail of Kentsel dönüşüm ‘Aziz İstanbul’u imar edebilir mi?

Mimar ve Mühendis, 2012

Yahya Kemal için şehir olmaktan ileri bir anlam barındıran İstanbul; vatanın birliği, tarih şuuru... more Yahya Kemal için şehir olmaktan ileri bir anlam barındıran İstanbul; vatanın birliği, tarih şuuru, mimarlık sanatı, musiki ve maviliğine doyum olmayan denizdir. Örneğin Süleymaniye, Yahya Kemal’e bütün memleketin varlığını aksettiren bir manzara gibidir. O manzarada “mübarek” ve “garip” bir “âlem” mevcuttur. Peki, Yahya Kemal’in Aziz İstanbul’u, 1453’ten günümüze ihtişamıyla, insanı esir alan yapısıyla gelen bu kutlu şehir, ilk ne zaman fire vermeye, yabancılaşmaya başlamıştır?

Research paper thumbnail of Zorunlu Eğitime Veda: Bilginin Aracısızlaştırılması

Ayraç Dergisi, 2010

Viyana'da Hırvat bir baba ve Seferat-Yahudi bir annenin oğlu olarak dünyaya gelen Ivan İllich, ba... more Viyana'da Hırvat bir baba ve Seferat-Yahudi bir annenin oğlu olarak dünyaya gelen Ivan İllich, babasının gelir durumu sebebiyle daha küçük yaşlardan itibaren pek çok ülkeyi gezip görme imkânına kavuşmuş, birçok yabancı dili öğrenerek toplumları analiz etmiş Avusturyalı bir filozoftur. Çağdaş batı kültürü, eğitim, çalışma hayatı, enerjinin kullanımı, ekonomik gelişme, sağlık vb. konular üzerine eleştirel incelemeler kaleme aldı. Florence Üniversitesi'nde Histoloji ve Kristalografi, Vatikan'da Pontifical Gregorian Üniversitesi'nde teoloji ve felsefe, Salzburg'da Ortaçağ Tarihi eğitimi alan Ivan İllich’in, öğrenimin kurumlaştırılmasını sorguladığı makalelerden oluşan “Okulsuz Toplum” (Deschooling Society) kitabının Celebration of Awareness tarafından yayımlanmasıyla İllich’in görüşleri çok daha geniş bir çevrede tanınmaya başladı. Bu yazımızda görüşleri, toplumu ve değerleri analiz biçimi her zaman şaşırtıcı, kışkırtıcı ve doğrudan olan İllich’in ve Fransız anarşist Catherine Baker’ın eğitime ve toplum hayatına bakış açılarından yola çıkarak, öğrenciler ve öğretmenleri, yetişkinler ve çocukları karşılaştıracağız. İki radikal ismin eğitimin kurumlaştırılmasına ilişkin düşüncelerini irdeleyip, Okulsuz toplum”dan yola çıkarak zorunlu eğitimin psikososyal boyutlarını ele alacağız. Son kısımda ise eğitimin sanal dünyayı da içinde barındırmasıyla, bilgiye aracısız bir şekilde ulaşılmasının öğrencilere etkilerini inceleyeceğiz.

Research paper thumbnail of Endülüs'ten Fas'a: Mirasın İzinde Yaşayan Bir Medeniyet

Sabit Fikir, 2024

Endülüs entelektüel zenginliği, bilimsel ilerlemeleri, kültürlerarası hoşgörüsü ve dünya medeniye... more Endülüs entelektüel zenginliği, bilimsel ilerlemeleri, kültürlerarası hoşgörüsü ve dünya medeniyetine yaptığı katkılarla, yalnızca İslam medeniyeti ve İslam tarihi için değil, dünya tarihi için de eşsiz bir değere sahiptir. Endülüs kültürü üzerine yaptığı çalışmalarıyla tanınan Maria Rosa Menocal, Endülüs’ü "kültürlerarası bir mozaik" olarak tanımlamıştır. Menocal’a göre İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik arasında bir arada yaşamanın (convivencia) en başarılı örneğini tarihte Endülüs temsil etmiştir ve Avrupa'nın Rönesans dönemine bilim, sanat, mimari ve felsefe alanında giden yolları da Endülüs açmıştır. Otoriteler tarafından modern tarih yazımı ve sosyoloji alanlarının öncüsü ve kurucusu olduğu söylenen İbn Haldun’a göre de Endülüs, "medeniyetlerin yükseliş ve düşüş döngüsü" içinde bilim ve kültürde zirveyi temsil etmektedir. Hatta İbn Haldun, Endülüs’te üretilen bilimin ve sanatın Arapça aracılığıyla Batı’ya taşındığını ve Avrupa’nın entelektüel uyanışında hayati bir rol oynadığını savunur. Peki, Endülüs’e bugün 20.yy.da baktığımızda neler görebiliriz? Endülüs’ten bugün içinde bulunduğumuz modern dünyaya taşıyabileceğimiz değerler nelerdir?

Research paper thumbnail of Ayraç Dergisi 11: Türk Romanı ve Modernite

Ayraç Dergisi, 2010

Türk Romanı ve Modernite Akademik makalelere sıkışmış bazı fikirlerin, felsefî düşüncenin dar dai... more Türk Romanı ve Modernite
Akademik makalelere sıkışmış bazı fikirlerin, felsefî düşüncenin dar dairesine mahkûm edilmiş bazı kavramların ve edebiyatın pek de konuşulmayan bazı meseleleri Ayraç’ta yer buluyor. Bu sayıda dosya yazıları, bu arzunun tezahürü olarak sizleri bekliyor. Kitapların dünyasının yekpare bir karşılığı olmadığını düşünen Ayraç ekibi, “Türk Romanı ve Modernite” başlığıyla tasarladığı dosyada, modern romanın ilki kabul edilen Ahmet Hamdi Tanpınar’ı İsa Karaaslan, onu sonralayan isim olarak Yusuf Atılgan’ı Necati Bulut, modern romanın kelime ve kavram dağarcığını zenginleştiren Oğuz Atay’ı Ahmet Bozkurt ve İbrahim Tüzer; modern romana büyülü bir tat katan Hasan Ali Toptaş’ı Günay Güner; Türk romanını ayrıntıya koşturan İhsan Oktay Anar’ı Mehmet Sarı yazdı. Modern romanın sınırlarını, dosyada değinilen yazarların bu sınırlarla ilişkisini ortaya çıkarıyor.

Enis Batur ile Türk Romanı ve Orhan Pamuk üzerine Söyleşi
Modern romanın en güncel temsilcisi olan Orhan Pamuk’u Enis Batur ile konuşan Ayraç ekibi, Enis Batur ile Türkiye’de eleştiri geleneğini, roman kuramını, Türk şirinin romanla ilişkini, romanın modernleşmesine katkısını konuşmuş. Uzun ama keyifli bir söyleşi gerçekleştiren Ayraç ekibi, Enis Batur ile Tanpınar’ı, Yusuf Atılgan’ı, Oğuz Atay’ı yapıtlarıyla ve Türk romanına yaptıkları katkılarıyla konuşmuşlar.

Ulysses, Hamlet ve Kafka!
Bu sayıda ilgi çeken yazıların başında Mukadder Erkan’ın James Joyce’un Ulysses kitabı üzerine, Enver Gülşen’in Shakespeare’in Hamlet’i üzerine ve Ahmet Sarı’nın “Kafka’nın Gizli Odaları” başlıklı yazısı dikkatleri çekiyor. Ayrıca Yunus Emre Tozal ve Mehmet E. Şimşek, “entelektüel” üzerine değerlendirmelerde bulunmuşlar.

Ali Emre Şiiri ve Mustafa Kutlu

İbrahim Tenekeci’nin “Müslüman Bir Çığlık: Ali Emre ve Şiiri” isimli yazısı ve Ali Görkem Userin’in Mustafa Kutlu’nun son kitabı Zafer Yahut Hiç’e dair yazdığı inceleme, bu sayının yine öne çıkan yazılarından. Ali Görkem Userin, Kutlu külliyatını inceleyerek, “Zafer Yahut Hiç”i tahlil ediyor, hikâyenin diğer Kutlu hikâyeleriyle olan ilişkisini de inceliyor.

12 Eylül’de Toplatılan Kitaplar Dizini
Ayraç İnceleme dosyamızda Funda Edeş’in darbe döneminde toplatılan kitaplarla ilgili “12 Eylül’ün Kelepçeli Kitapları” yazısını ve H. Ömer Özden’in Ramazan Kitapları incelemesini özellikle okunması gereken yazılardan. Funda Edeş, hazırladığı dosyayla 12 Eylül’de toplatılan kitapları hangi sebeplerden ötürü toplatıldıklarıyla birlikte, kitapları da inceleyerek bir dosya hazırlamış.

Başka Neler Var?
Nurullah Turan, Türkiye’de Otantik Felsefe İmkânı’nı, Emre Demir Carriére ve Umberto Eco’nun birlikte yazdığı Kitaplardan Kurtulabileceğinizi Sanmayın kitabını, İhsan Tevfik Gazanfer İban’ın Karamanlılar ve Yunan Harfli Türkçe kitabını tahlil etmiş. Rabia Öter Bernard Shaw’ın Pygmalion isimli eserinden yola çıkarak sosyalizm ve kadın üzerine ve Abdullah Yavuz Altun Bukowski’nin Kasabanın En Güzel Kızı üzerine birer tahlil yazmış. Gülşah Elikbank, Fantastik Kitaplar köşesinde J.R.R Tolkien’in Hobbit ve Ursula K.Le Guin’in Yerdeniz Büyücüsü kitaplarını kaleme almış.

Research paper thumbnail of Harvard’dan Turkcell’e: Bir hayalin teknolojiye dönüşen hikâyesi

Yeni Şafak, 2024

Fırat Demirel iyi ki Süreyya Ciliv’in hayatını kitaplaştırmış; onun sayesinde, yalnızca bir lider... more Fırat Demirel iyi ki Süreyya Ciliv’in hayatını kitaplaştırmış; onun sayesinde, yalnızca bir liderin başarılarını değil, aynı zamanda kararlılığın, yenilikçiliğin ve cesaretin insan hayatını nasıl dönüştürebileceğini öğreniyoruz. Ciliv’in hikâyesi, teknoloji dünyasının sınırlarını zorlayan bir liderin, en büyük yatırımı insanın kendine ve çevresine yapması gerektiğine dair güçlü bir mesaj taşıyor. Sezai Karakoç’un şiirindeki gibi Ciliv, dünyada olup bitenler için mücadele veren, Turgut Cansever’in hayat felsefesiyle “dünyayı güzelleştirmek” için kendisini adayan sıradışı liderlerden biri. Bu kitap, gençlere, her zorluktan bir fırsat çıkarma gücünü, risk almanın önemini ve başarıdan daha değerli olanın, geride bırakılan anlamlı bir miras olduğunu hatırlatıyor. Süreyya Ciliv, yalnızca dijitalleşmenin değil, aynı zamanda umut ve vizyonun lideri olarak, bugünün ve yarının liderlerine ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Onun yaşam felsefesiyle, “Daha güzel bir dünya mümkün” diyen herkes, kendi potansiyelini gerçekleştirme yolunda cesaret bulacak.

Research paper thumbnail of Enis Batur: Kar romanını yaklaşık 65. sayfada bırakmak durumunda kaldım. Bu ızdıraba daha fazla dayanamadım.

Ayraç Dergisi, 2010

Şiirleri, denemeleri, eleştiri yazıları ve düzinelerce kitabıyla takdir toplayan ünlü entellektüe... more Şiirleri, denemeleri, eleştiri yazıları ve düzinelerce kitabıyla takdir toplayan ünlü entellektüel Enis Batur, Orhan Pamuk'un Kar eserini 65 sayfa okuyabildiğini ve o ızdıraba daha fazla katlanamadığını söyledi.

Aylık Kitap Tahlili ve Eleştiri Dergisi'nin Eylül 2010 Tarihli 11. Sayısında Enis Batur ile yapılan geniş bir röportaj yer aldı. Ayraç ekibiyle söyleşen Enis Batur, söz Orhan Pamuk'tan açılınca, Ünlü Yazarın karizmasını sarsacak ifadeler kullandı. Batur, dergi editörlerinden Yunus Emre Tozal'ın "Pamuk'un edebiyatı özelinde, onun romanlarındaki politik katmanları nasıl çözümlemek makul olur? Pamuk'un politik söylemlerinin romanlarında eritildiği ve satır arası okumalarda sıklıkla karşımıza çıktığı fikrine katılır mısınız?" sorusu üzerine şu ifadeleri kullandı:

ORHAN PAMUK YAZAR OLMAKTAN ÇIKTI FİGÜR OLDU

"Birincisi itirafta bulunayım, ben epeydir Orhan Pamuk okumuyorum. Dolayısıyla okuduğum kadarından söz edebilirim ancak. (gülüşmeler) Kar romanını yaklaşık 65. sayfada bırakmak durumunda kaldım. Bu ızdıraba daha fazla dayanamadım. Hemen hemen her cümlesinde ayağım takıldı, düşüp kafamı gözümü yardığım için… Tamam, iyi bir yazar bozuk cümleler kurabilir ama bu kadar da olmaz, bir tür arıza, hecelerin yerinin şaşırmasından okuyamaz hale geldim. Dolayısıyla yarısını okuduğum bir yazardır Pamuk. İlk yarısını okuduğum, ikinci yarısını okuyamadığım bir yazar.

Siyasi boyutuna gelince, Kara Kitap’ta ciddi bir siyasi boyut vardı. Ve bence romana iyi yedirilmişti, yeterince aydınlık ya da net olup olmadığıyla alakalı eleştiriler olduğunu biliyorum ama edebiyat yapıtının işi de kürsü nutukları atmak değil. Sen onun netliğini aydınlığını kendi gözünden ayar yaparak keşfediyorsun güya. Kaldı ki onun temel tezinin, kaygısının o olduğunu da sanmıyorum. Bir roman yazmak için oturmuş masaya sonuçta. Siyasetin edebiyatın içindeki doğru kullanımı, Kara Kitap’taki gibi olmalı diye düşünüyorum. Parmak kaldırıp nutuk atacaksan, bul bir kürsü kendine, gir bir siyasi partiye, bir derneğe bir sivil toplum örgütüne ne yapacaksan yap. Ama bunu dosdoğru edebiyatın içine soktuğun zaman, genelde trajik ürünler ortaya çıkıyor, okunmaz kitaplar. Bir de siyaset öyle bir halt ki, yirmi sene sonra uzun uzadıya bir anlamı yok. Güncel boyutu nedeniyle tüm geçerliliğini yitirebiliyor, arkeolojik bir unsura dönüşüyor. 30lu yılların sol tandanslı dünya edebiyatındaki romanlarını düşünüyorum da, şimdi okuyamıyorsun, gülmeye başlıyorsun.

Şimdi Orhan Pamuk, bir noktadan sonra yazar olmaktan çıktı, figür oldu. Kendi de bunu seçti, buna oynadı. Bu figür olma durumu, ona Nobel’i getirdi. Sanıyorlar ki iş Nobel’le bitti, hayır, Nobel’den sonrası çok şey getirdi. Bir iş adamı kadar dolu bir takvimi var şimdi Orhan’ın önünde. Harvard Üniversitesine, oradan Çin’e, oradan bilmem nereye konferansa gidecek, bir yazar yaşantısı da değil yani onunkisi… Yazar dediğin, bir ofiste bilgisayarla yazıyorsa bilgisayarda, benim gibi hala kağıt kalemle yazıyorsa kağıt kalemle işini yapan adamdır ama daha önceki örneklerden de biliyoruz, işte Sartre örneği, Camus örneğinden… İş bir boyutta yazarın kendi kontrolü altında olmaktan çıkıyor, yazarı altına alıyor. Bundan kurtulan yok mu? Samuel Beckett Nobel ödülü aldığı zaman Nobel komitesi ona ulaşamadı. 3.5 ay boyunca aradılar, çok az dostu vardı zaten, onlar da bildikleri halde bilmiyoruz diyorlardı. Büyük ihtimal Beckett’e duyurdu onlar Nobelciler seni arıyor diye. “Ben buradayım” diye çıkmamış ortaya adam. Sonra komite çaresizce duyuruyor Beckett’e verdik diye. Gene temas yok. Tören var, temas yok, dolayısıyla tören yok. Sonra işte para var, parayı verecekler ama temas yok, yayınevine yazıyorlar “parayı vermek zorundayız, bir banka hesap numarası verin” diye, parayı gönderiyorlar en sonunda, o parayı da nasıl kullandığını biliyoruz Beckett’in. Bir sürü fakir fukaraya yardım ediyor, kendine kullanmıyor. Dolayısıyla Beckett, Nobel’in sonuçlarından hiç yara almadan devam etmeyi bilmiş. Burada durum o değil ama. O figür, Orhan’ı aldı eline ve bırakmaya niyeti yok. Zordur da yani. Telefonun çalıyor, Kanada başbakanı arıyor. “Ben şu anda şiir yazıyorum” deyip kapatabiliyorsan çok iyi, kapatamıyorsan bittin. (gülüşmeler)

Research paper thumbnail of Düşünsel Üretimin Mimarı: Entelektüel

Ayraç Dergisi, 2010

İnsanın kendi üzerinde düşünmesi, varoluşsal bir ihtiyacını karşıladığı kadar bilgi düzeyiyle de ... more İnsanın kendi üzerinde düşünmesi, varoluşsal bir ihtiyacını karşıladığı kadar bilgi düzeyiyle de alakalı bir durum olduğundan, insanın derinliğini ve kendine dair bilinç yoğunlaşmasını net bir şekilde da ortaya koyması, çarpıtıcıdır. Çünkü nasıl ki yağmur durmadan önce şiddetini arttırıyorsa, su çağlayana yaklaşırken akışını hızlandırıyorsa, insanın da anlam dünyasını keşfi, “benlik farkındalığının” ortaya çıkışıyla sonuçlanırsa anlam kazanır. Bu yüzden düşünce üretmek, biriktirme işlemi yapmak ya da düşünce üretim sürecini genişletmek değildir. Baudrillard’ın deyimiyle suyun sıcaklığını 80 derecede tutmak hiçbir şeye yaramaz. Su kaynamayacak ve sadece durmadan buharlaşacaktır. Mühim olansa, 80 dereceden öteye ulaşmaktır. Entelektüel’in orta çıkış süreci, ben’lik farkındalığının ortaya çıkmasıyla başlayan bir süreci ifade eder.

Research paper thumbnail of Ayraç Dergisi 10: Postmodernist Portreler

Ayraç Dergisi, 2010

Postmodern felsefeye yas tutma eylemi Ayraç’ta bu ay okuyacağınız yazılar, postmoderniteye bir gi... more Postmodern felsefeye yas tutma eylemi
Ayraç’ta bu ay okuyacağınız yazılar, postmoderniteye bir giriş mahiyetindeler. Yapısökümcülerin açtığı yoldan giderek, bir çatı kurmamayı, kuramsal olarak bir izlek tayin etmemeyi daha uygun gördük haliyle. Yalnızca, Derrida’nın yaptığı gibi belki, bize yeni şeyler düşünme imkânı tanıyan bazı kimselerden bahsederek, düşünme alışkanlıklarımızı gözden geçirme imkânını sorguladık. Türkiye için gerçekten ‘yeni’ olan bazı kavramları, birinci elden işlemeye çalıştık. Bu minvalde Derrida’yı Ali Utku ve Mukadder Erkan, Michel Foucault’u Abdullah Yavuz Altun, Gilles Deleuze’ü Enver Gülşen inceledi.

Paradigma Yayınlarının kurucusu,
Sosyolog mütercim Hüsamettin Arslan ile söyleşi
İlk söyleşimizi de dosya konusu üzerinden sosyolog mütercim Hüsamettin Arslan ile yaptık. İdeolojilerin tükendiği, liberalizmin her şeyi kuşattığı bir çağda çevirinin kıymetinden postmoderniteye, söylem üzerinden kurulan iktidar kavramından şiir çevirinse, Türkiye'de felsefenin Türkçeleşmesi ile ilgili sorunlardan felsefi-sosyoloji eserlerine gereken ilginin gösterilmemesinin sebeplerine kadar birçok konuyu konuştuk. Yer yer muhabbete, tarihe, insanın ontolojik olarak bağlı olduğu imgelere kayan söyleşimizi, keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

İlk şiir kitabı yayınlanan Ahmet Edip Başaran ile söyleşi
Bu sayıda ikinci söyleşimizi “Oyunbozan” isimli ilk şiir kitabı yayınlanan Ahmet Edip Başaran ile yaptık. Gençliğinde tayinler nedeniyle göçmen yaşayan bir şairin etkilendiği imgelerden cumhuriyet sonrası şiirinin karakterine, şiirin getirdiği sorumluluktan ölümü heceleyen, ‘Merhaba’ bizim duamızdır” diyen bir şairin şiir serüvenini okuyacaksınız. Keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

Başka neler var?
Yunus Emre Tozal Ali Şeriati ve Julien Benda’nın “aydın” kavramlarını karşılaştırırken, Cemil Üzen ve Mehmet Ulukütük Wittgenstein üzerine yayınlanan iki önemli kitabı tahlil etti. Ahmet Bozkurt’un “Gülmenin Halleri” başlıklı yazısı, İbrahim Tenekeci’nin “Şiirde Kelime Seçimi” başlıklı yazısı, Mustafa Yalçınkaya’nın “Thomas Hobbes’un Leviathan’ına Karşılaştırmalı Bir Bakış” başlıklı yazısı ve Ahmet Sarı’nın “Thomas Bernhard Sözlüğü” incelemesi bu sayının dikkat çeken yazıları.

Nurullah Turan ‘Kilişenin Yapısökmü’nü, H. Ömer Özden Erzurum’un Cinis köyü üzerine yazdı. Ramazanın gelişiyle birlikte açılan Dini Yayınlar Fuarı üzerine Funda Edes, e-kitap üzerine Furkan Arık Ayraç Haber bölümündeler.

Bir sonraki sayıda görüşmek üzere,
İyi okumalar…

Research paper thumbnail of Sosyolog ve mütercim Hüsamettin Arslan: “Türkiye bir entelektüel çöl.”

Ayraç Dergisi, 2010

Hüsamettin Arslan sosyal bilimci, Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi. 19... more Hüsamettin Arslan sosyal bilimci, Uludağ Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi. 1979 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal İdari ve Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü'nden mezun oldu. 1979-1981 yılları arasında aynı fakültede yüksek lisans yaptı ve "Ondokuzuncu Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğun'da Sanayileşme Girişimleri" konulu bir yüksek lisans tezi hazırladı. Doktorasını 1986-1991 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü'nde yaptı ve doktora bittikten sonra yayınlamış bulunduğu "Epistemik Cemaat / Bir Bilim Sosyolojisi Denemesi" (Paradigma Yayınevi, İstanbul 1992) adlı bir doktora tezi hazırladı. Çalışmakta olduğu Sosyoloji alt bilim dalı “Genel Sosyoloji” ve “Metodoloji”. Bilgi Sosyolojisi, Bilim Sosyolojisi, Sosyal Bilimlerde Yöntem ve Hermeneutik alanlarında çalışıyor. Çeşitli dergilerde bilgi, bilimsel bilgi ve bilim üzerine makaleleri ve yabancı dillerden çevirdiği sosyoloji ve felsefe kitapları var. Halen Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde profesördür.
Kendisiyle Postmodernite, Çeviri, Türkiye’de Felsefe yayıncılığı ve Felsefe’ye bakış açısı üzerine konuştuk.

Research paper thumbnail of Tarihsel Gezintinin Eleştirel Mihmandarı: Aydın

Ayraç Dergisi, 2010

Her dönemde etkili olan aydın, belki de en etkili konumuna günümüzde kavuşmuş, pek çok modern sür... more Her dönemde etkili olan aydın, belki de en etkili konumuna günümüzde kavuşmuş, pek çok modern süreçten geçerek ve kendisini yenileyerek, yapısal bütünlüğünde ve işlevinde meydana gelen önemli değişimlerle, toplum nezdinde taraflı bir hale gelir olmuştur. Aydının taraflı bir hale gelir olması, onun saygınlığını tartışılır hale getirmiş, imgelerin ve göstergelerin dönüştürücüsü konumunda bulunan aydının işlevleri, modern toplumun bütünlüğüyle birlikte değişime uğramıştır.

Günümüzde siyasi ihtiraslar diğer ihtiraslarla birlikte şimdiye dek görülmemiş bir şekilde evrensellik, tutarlılık, kesinlik ve üstünlük kazanmış, tarih boyunca hiç ifade edilemeyen ihtirasların siyasi dönüştürücülüğü, aydının işlevselliğini genişleterek eleştirel bir mihmandar konumunu pekiştirmiştir. Kendi konumlarının bilincinde olan günümüz aydınları, Benda’nın deyimiyle “ihtiraslı bir niteliğe bürünerek” insanlık tarihi boyunca daha önce erişilemeyen ahlaki boyutları ele alıp tartışmaya açmışlar, insanların kalplerini fethetmişler, düşünsel eylemleriyle tarihsel bir gezinin mihmandarlığını üstlenmişlerdir. Bu mihmandarlık, aydınları tarihsel zorunluluğun parçası olduklarını iddia etmelerini sağlayacak ideolojik aygıtlarla donatmış, hemen her toplumda toplumun hiyerarşik olarak tabakalara ayrılmasıyla, bilgi, inanç gibi toplumsal ayrışmaların imgelerini kendilerinde toplayarak, aydınların bulundukları çağda tarihsel bir kimliğe bürünmelerini sağlamışlardır. Günümüzde “aydın” olarak adlandırılan bu zümreye, değişik çağlarda ve toplumlarda farklı adlar verilmiş, farklı işlevsel boyutları ortaya çıkmıştır. Pareto’nun eliti veya seçkinleri, Weber’in karizmatik liderleri, İslam medeniyetinin âlim, ârif ve hekimi, Osmanlı’nın havas ve uleması, Fransa’nın entelijiyansı, günümüz Batı dünyasının entelektüeli gibi değişik adlandırılmalar, tam anlamıyla karşılamasa da “aydın” zümresini ifade etmek için kullanılagelmiştir.

Research paper thumbnail of Ayraç Dergisi 9

Ayraç Dergisi, 2010

“Her dergi bir okuldur.” diyordu Cemil Meriç. İnsanlar yetiştirir. Fikirler doğurur. Okul aynı za... more “Her dergi bir okuldur.” diyordu Cemil Meriç. İnsanlar yetiştirir. Fikirler doğurur. Okul aynı zamanda ekol demekti. Meriç’in en çok yakındığı da, yaşadığı topraklarda bir “gelenek” yani bir “ekol”, bir başka ifadeyle bir “okul” bulunmayışıydı. ‘Okul insanlar’ vardı belki. Tarık Zafer Tunaya’ya en büyük tavsiyesi de buydu. Okullaşan insanlar yetişmesini gözlüyordu, her insanın etrafındakileri büyütmesini, fikirlerle buluşturmasını istiyordu. Yunan’dan, Mısır’a; Kuzey Avrupa’dan Hint’e uzanan bir rotada gezinirken onun zihni, geleneğinden koparılmış bir ülkenin güdük kalışına, “Sen bir azgelişmişsin!” hitabına razı olmuş bir entelijansiyanın çaresizliğine üzülüyordu. 13 Haziran 1987’de öldüğünde, gözleri okumaktan kör olmuştu. Onun dünyası, kitapların dünyasıydı. Jorge Luis Borges’le aynı kaderi paylaşmıştı. Kitaplarla dolu bir kütüphanede yaşayan ‘aydın’ körlükle imtihan edilecekti; Borges buna “Tanrının ironisi” dedi.

Borges körlüğün, “bir yaz akşamı gibi ağır ağır” geldiğini söyler. Şikâyet edilecek bir şey değildir. Zamanla alışır. Meriç de körlüğe alışmıştır bir bakıma. Kızı Ümit Meriç ona kitap okuyarak hayatla arasında bir köprü kurmaya çalışır. Kitap okumayı nefes almak gibi gören Cemil Meriç’in oksijen çadırıdır adeta. Ümit Meriç, “Bilgiye aç bir fırına kürekle kömür atmak” diye niteler bu okuma seanslarını. Doymak bilmeyen bir zihindir Meriç’inki. Beklediği, özlediği, aradığı entelijansiya da böyledir. Günlüklerinde şikâyet ettikleri genelde bu konuda yoğunlaşır; merak etmemek, fikir üretmemek, ezberden öteye geçememek. Dergileri bu nedenle önemsiyor Meriç. Toplumu harekete geçirecek, insanları fikirler etrafında toplayacak, fikir işçiliğini ön plana çıkaracak bir ütopya onunki.

Research paper thumbnail of Bejan Matur: Şiiri dört elementle yazıyorum.

Ayraç Dergisi, 2010

90lı yılların sonunda en sıkı şiir okurları için bile anlaşılması imkânsız hale gelmiş Türk şiiri... more 90lı yılların sonunda en sıkı şiir okurları için bile anlaşılması imkânsız hale gelmiş Türk şiiri içinde sadeliğiyle ve kendine özgü sesiyle dikkat çekmiş, dilbilgisel açıdan değilse de anlam açısından dille oynayan, şiirlerinde doğup büyüdüğü coğrafyanın binlerce yıllık geçmişini barındırırmışçasına derin anlamlar yakalayan bir şairden söz ediyoruz: Bejan Matur. Renklerin, toprağın, suyun ve ateşin hakikatle yoğrulduğu sesleri keşfeden, sessizliğin sesini şiiriyle buluşturan Bejan Matur’un şiirinde aslolan unsur, atmosferdir. Sözcüklerden kendine bir dünya inşa eder ve onun içinde kâinatla hemhal olarak sakin sakin yürümeye başlar. Bejan Matur ile Cihangir’de bir söyleşi gerçekleştirdik.

Research paper thumbnail of Yangın Kulesindeki Nöbetçi: Aydın

Ayraç Dergisi, 2010

‘Aydın’a dair yazmanın; günümüzde yazıp çizmeye çabalayan herkesin boynunun borcu gibi sebepsiz b... more ‘Aydın’a dair yazmanın; günümüzde yazıp çizmeye çabalayan herkesin boynunun borcu gibi sebepsiz bir düşüncenin, yaptığı işin ne olduğunu sorgulamaya dair bir algının yazarlar tarafından sürekli oluşturulmasından yanayım. Yazmanın en büyük işlevi de bu değil mi? Aydın, karanlıkları aydınlatacak ışığı tutmalı, en başta kendisi olmak üzere toplumu ışığın arkasından götürmeli. Aydının atacağı her adımın, düşünsel eylemi başlatmaya yönelik çalışmaları hızlandıracağından ve tefekkür etmeye başlayacak kalplerdeki çabayı tetikleyeceğinden hiç şüphem yok. Lokomotif görevi gören aydın’ın aynaya bakarak “ne yapmalı, nasıl yapmalı, kiminle yapmalı?” gibi sorularla toplumu muhatap kılması, düşünce üretimi aşamasında toplumun zihin dünyasının ontolojik zeminini genişleteceğini söylemek mümkün. Böylece, pratik özneyi gerçekleştirerek düşünsel eylemde mesafe kat edebilecek cevapların keşfedilmesinde önemli mihenk taşlarının konumlarını tespit eden aydın’ın, toplumdaki fonksiyonunun daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum. Aydın’ın sorunlara dair çözümlerde kullanılacak metotların arttırabileceğini göstermesi yeterli.

Peki, o halde aydın kimdir? Kendi değerlerini tanıyan ve üzerinde yürüdüğü medeniyet katmanlarının farkında olan aydın, herkesin kendi doğru ve eğrilerini özgürce seçebileceği bir ortamda, Enis Batur’un deyimiyle “benim doğrum budur” diyen ile “benim doğru bildiğim herkesin doğrusu olmalıdır” diyen arasındaki uçurumu kapatmayı kendisine tek doğru olarak tanımlayan kişidir. Aziz Nesin’in ifadesiyle, hiçbir olaydan ‘Bana ne?’, ‘Neme gerekir?’ diyemeyen, sorumunun ağırlığını ve tedirginliğini duyan, duymakla da kalmayıp tepkisini gösteren kişidir.

Research paper thumbnail of Ayrac Dergisi 8

Ayraç Dergisi, 2010

Matbaanın icadı, yazılı kültürün demokratikleşmesi, herkesin "yazılı" bilgiye erişebilmesi adına ... more Matbaanın icadı, yazılı kültürün demokratikleşmesi, herkesin "yazılı" bilgiye erişebilmesi adına bir dönüm noktasıydı. Gutenberg, ilk olarak İncil basmaya başlamıştı. Avrupa'da elden ele dolaştı, Gutenberg'in İncil'i. Din adamlarının tekelinde olan "kutsal bilgi", bir anda herkesin kullanımına sunulmuştu. Romanlar, şiirler, gazeteler... Ve manifesto çağı başlamış oldu. Bilginin kolay erişilebilir olmasının, tekeli kırdığı ve belli iktidarları sona erdirdiği muhakkak. Fakat bütün bu "yazının demokratikleşmesi" sürecinden çıkardığımız bir başka ders, eleştiri imbiğinden geçmeyen bilginin, anlam üretmekten çok anlam tüketmeye başlamasıydı.

Edilgen okur, bir süre sonra yazının şekillendirdiği bir dünyanın figüranı olmaya mahkûm edilmişti. Flaubert'in Madam Bovary'si Paris'in görkemli yaşantısını, aristokrasinin şaşaalı hayatını okuduğu romanlardan öğrenmişti. Tutku, bir kelimeydi her şeyden önce. Sayfanın üzerinde beliriyordu ve içine çekiyordu. "Ah kelimeler ve onlara inanmanın saadeti..." diyecekti Ahmet Hamdi Tanpınar yıllar sonra. Yazının bu kısa serüveni, anlamlılığın da serüveniydi bir süre için. Anlamlar, kelimelerle ifade ediliyordu ve harfler bir dilin imkânları arasında en derli toplu olanlardı.

Research paper thumbnail of Çizgide 30. yılını aşan sanatçı Hasan Aycın: “Çizginin dışında bir şeyle ifade-i merama güç yetirebilseydim, çizmezdim.”

Ayraç Dergisi, 2010

İsmet Özel çizgilerinizi “Çizgi yardımıyla, çizginin dışına taşma isteği” olarak değerlendiriyor.... more İsmet Özel çizgilerinizi “Çizgi yardımıyla, çizginin dışına taşma isteği” olarak değerlendiriyor. Çizgilerinize bakış açınız nasıl? Sanatçıya ürünüyle alakalı “neden” diye bir soru sorulmaz ama biraz açabilir misiniz bu konuyu, neden çizgi?

Çok önceleri “Çizgi alanında benim bir yerim varsa ya da olacaksa, orada çizer olan Hasan Aycın olarak değil, Hasan Aycın olan çizer olarak bulunmak isterim” demiştim. Bu düşüncem hiç değişmedi. Dünyanın ahiretin tarlası olduğuna dair bir hadîs-i şerîf hatırlıyorum. Burada ne ekersek orada onu hasat edeceğiz. Bir de şöyle söylediğimi hatırlıyorum: “Çizginin dışında bir şeyle ifade-i merama güç yetirebilseydim, çizmezdim.” Henüz bir şeyler yazmış değildim o zamanlar, sadece çiziyordum. Gerçi yazmaya başlayınca ikisinin imkânlarının ayrı olduğunu gördüm; yerleri ayrıymış.

Research paper thumbnail of Billurlaşan İmge: Çizgisel Simülasyon

Ayraç Dergisi, 2010

Görsel sanatlar içerisinde çizgi sanatının tarih boyunca olayları belgelemek, tarihsel süreci bel... more Görsel sanatlar içerisinde çizgi sanatının tarih boyunca olayları belgelemek, tarihsel süreci belleklere kazımak, düşünce ve felsefenin gelişime katkıda bulunmak gibi önemli fonksiyonları olduğunu söyleyebiliriz. İnsanın özünü anlayabilmesi, öze dönük bir düşünsel eylemi, yaratıcı bir süreç olan çizme eylemiyle ortak kılan noktada, insan-hakikat ilişkisi imgeler aracılığıyla etkileşebilir. Görme, göz önüne getirebilme ve ifade etme algının biçimlenmesinde önemli bir rol oynar. Göz aracılığıyla nesnelerin bellekte dönüştürülerek simgeleştirilmesi, anlamın ve algının özüne yapılan bir yolculuk gibidir. Çizim yapılandıkça anlam ve algı biçimlenir, imge billurlaşır.