FERDA Osmanoğlu | Duzce University / Düzce Üniversitesi (original) (raw)
Uploads
Drafts by FERDA Osmanoğlu
16. Yüzyıl Osmanlısında Kadına Şiddet, 2022
Kadına yönelik şiddet, zaman içinde önlenmesine yönelik tedbirler alınmış olsa da
16. Yüzyılda Kötülükte Ortaklık: Ailecek Hırsız Olmak Saadet MAYDAER Değerlendirme / Ferda OSMANOĞLU, 2021
' in yapmış olduğu bu çalışmanın ana teması başlıktan da anlaşılacağı üzere "hırsızlık" tır. Anca... more ' in yapmış olduğu bu çalışmanın ana teması başlıktan da anlaşılacağı üzere "hırsızlık" tır. Ancak bu çalışmanın içeriği bize Osmanlı toplumunun sınıflar arası ekonomik şekillerini, Osmanlı hukukunun işleyişini, dönemin kıymetli eşyalarının neler olduğunu, organize hırsızlık şebekesinin psikolojik durumlarını ve kadının Osmanlı toplumundaki hareket sahasını göstermektedir. Bu duruma örnek olarak çalışmada: "Bu toplumda bir kadın, sokağındaki evlerden gelen gürültü patırtının kaynağını bulmak için tek başına dışarı çıkıp, evlerin kapılarına teker teker kulak kabartıp, birkaç kişi arasında meydana gelen bir kavganın söz konusu olduğunu anladığında kapıyı açtırıp, içeriye girip, boğazına sarılarak malı çalınmaya çalışılan komşusunun hayatını kurtarabilmektedir." bu cümle bulunmaktadır. Ancak yazar bu durum ile yetinmeyip kişiyi böylesine bir müdahaleye sevk eden etkenin "müteselsil kefaletin" yani mahallede işlenen faili meçhul bir suçta mahallelinin ortak sorumluluk taşımasının büyük rolü olduğunu ifade etmiştir. Fakat bu durum hırsızlara caydırıcı bir etken olarak yansımamış hatta hırsızlığın camiden halı, hamamdan peştamal çalmaktan dükkânların çatıları üzerindeki kurşunları sökmeye kadar geniş bir yelpazede gerçekleşmiştir. Bununla birlikte klasik dönem Osmanlı Bursa'sında en fazla hırsızlık yapılan mekân olarak karşımıza yüzde 25,71 oranında evler çıkmaktadır. Ayrıca kişilerin hırsızlık için gece değil de gündüzü seçmelerinde, Osmanlı toplumundaki ev tipolojilerinin sonucunda geceleri aile üyelerinin bir odada kalması ve evin gündüze oranla daha kalabalık olması gösterilebilir. Yazar çalışmasında bütün bu olayları içerisinde barındıran iki ailenin hırsızlıkta ortaklık yapması olayını baş köşeye koymuştur. Bu kişilerin hırsızlık yapma biçimleri ve çalınan malları saklama yöntemlerini belirtmiştir. Fazla detaya inmeden sadece olayları Fazla detaya inmeden sadece olayları özetlemek gerekirse, bu kişiler çaldıkları mallar ile yakalanmış, malların bir kısmı sahiplerine iade edilmiş ve yargı karşısındaki akıbetleri henüz yapılan çalışmalarda belirlenememiştir. Ancak Osmanlı hukuk sisteminin yargıya varasıya kadarki işleyiş biçimi belirtilmiştir. Çalışmasında fazlaca ancak bir o kadar önemli detaylar veren yazar sahibine teslim edilen malların tahmini değerlerini bile bir metinde geçen grafik üzerinden vermiştir. Ayrıca yazar çalışmasında Bursa Şer'iyye Sicilleri ve ikincil kaynaklardan yararlanmıştır. Çalışmanın genel bağlantıları gayet düzgün ve anlatış biçimi oldukça sadedir. Son olarak 16. Yüzyıl Osmanlı toplumunda bulunan bu kimselerin yapmış oldukları suçları
Oturduğu Ahır Sekisi, Söylediği Saray Türküsü: Kostaklanma Biçimi Olarak At Sahipliği Üzerine Nurcan ABACI Değerlendirme / Ferda OSMANOĞLU
ABACI bu makalesinde dönemimizdeki tarih yazımının yöntemini animasyon tekniği ile bağdaşlaştırma... more ABACI bu makalesinde dönemimizdeki tarih yazımının yöntemini animasyon tekniği ile bağdaşlaştırmaktadır. Ayrıca yapılmış olan bu çalışmada yönetici sınıfa özenen alt tabakaların iti-bar alametlerinden birisi olarak at sahipliğinin ne manaya denk düştüğü görünür kılınmaya çalışılmıştır. Makale anlatımı açısından açıklayıcı bir anlatım biçimi tercih edilmiştir. Budurum do-layısıyla çalışmanın boyutu farklı yönlere doğru şekil almıştır. Yazar çalışmasında anlatımını pekiştirmek, okuyucuya daha iyi bir izlenim verebilmek için betimlemelere yer vermektedir. Bu durum her ne kadar konunun anlaşılabilirliğini kolaylaştırsada okuyucu tarafından olayın altının dol-durulmaya çalışıldığı izlenimi yaratabilmektedir. Çalışma bütününce yazar okuyucuya bazı sorular sorarak bu soruları çalışma içerisindeki bilgileri yargılayarak cevap oluşturma eğilimi içerisine gir-melerini istemiştir. Bu sayede günümüz tarihçilerinin metodolojik sorunlarına birer ışık tutma eğili-mi içerisine girmiştir. Ayrıca yazar çalışmanın ana konusunun sebebiyetini psikolojik açıdan değer-lendirmeye almıştır. Yapmış olduğu psikolojik saptamalar neticesinde dönemin insanı ile günümüz insanı arasındaki düşünsel farklılıkları ortaya koymuştur. Yazarın da yapmış olduğu saptamaya göre burada işleyen psikolojik mekanizmanın kökeninde ilgi çekmek, intikam almak ve başarıları parlat-mak yer almaktadır. Yazar yapmış oluğu çalışmanın ana temasının dışına çıkarak farklı eğilimlere yönelmiş bundan mütevellit yapılan araştırmanın özüne inmek zahmetli bir çaba olarak okuyucuya güçlük yaratmıştır. Yapılmış olan bu çalışmanın dışarıdan bakılan bir gözle yapısı itibariyle akade-mik bir çalışmadan çok duygu ve düşünce eğilimli bir araştırma metni olarak görülmesi yüksek bir ihtimaldir. Çünkü yazarın metinde kullanmış olduğu üslupun bu denli duygu yönelikli olması yapı-lan çalışmanın ciddiyetini ve önemini büyük yönde etkilemiştir. Yazarın bu yapıda bir çalışma biçi-mini özümsemiş olması kendisini döneminin tarihçileri arasından ayıran bir özelliğe sahip olmasını sağlamıştır. İnsanlar arasındaki farklılıklar her toplum gurupları içerisinde önem teşkil etmiştir, bu durum ise farklılıkları ile dikkat çeken kişilere ayrıcalık olarak geri dönmüştür. Yazarın yapmış ol-duğu psikolojik saptamalar ise kendisinin düşünce biçimini okura karşı yönlendirmede yol aracı ola-rak görev yapmıştır. Yazar yapmış olduğu çalışmasında kendi düşüncelerinin ve elde ettiği bilgile-rim doğru bir biçimde anlaşılmasına dikkat etmiştir. Bundan mütevellit çalışmasında dipnot kısmına ve örneklendirmelere yer vermiştir. Yazar çalışmasında kendisini şu şekilde ifade etmektedir: «ben de herkes gibi ilgi çekmeye çalışrım: Hangi kelimenin nerede yer alması gerektiği konusunda vakit harcayıp, öğrencilerimin beğenmesin-den mutluluk duyarım. Söylediklerinin gerçeği ne ölçüde yansıttığının önemi yoktur. Çevremi, kur
Biraz Merhamet Edin Efendim: Köle Selim'in Mağduriyeti Zübeyde Güneş Yağcı Değerlendirme / Ferda Osmanoğlu, 2021
'nın yapmış olduğu bu çalışmanın ana teması kölelerine eziyet eden sahiplerin ve kölelerin akıbet... more 'nın yapmış olduğu bu çalışmanın ana teması kölelerine eziyet eden sahiplerin ve kölelerin akıbetidir. Çalışmada birçok davadan örnekler verilmiştir. Bu davalar genellikle kölelerine eziyet eden sahiplerin hapse atılması ile sonuçlanmıştır. Ancak buradan hareketle Osmanlı bünyesindeki kölelik anlayışı ve özellikleri ile uzak diyarlardaki kölelik özelliklerinin farklılıkları üzerinden Osmanlı'da bulunan kölelik haklarının genişliğine değinilmeye çalışılmıştır. Kölesine karşı zulüm eden, işkencede bulunan kişilerin kölelerinin şikâyeti sonucu hapse attırılmış ve bununla da kalmayarak bu köleler hür bir yaşama kavuşmuşlardır. Afrikalı bir köle olan Selim'in sahibinden gördüğü zulme dayanamayıp kaçmasını ve yakalandıktan sonra sahibi tarafından uzuvlarından kesilmesini ana olay olarak çalışmada ele alan yazar, bununla yetinmeyip farklı ama sonucu aynı olan birçok örnekte bulunmuştur. Okuyucuya soru sormak ve bu soruyu cevaplandırmasında yol göstermek çalışmanın hitap değerini yükseltmiştir. Ayrıca anlaşılması zor yerlerin dipnot kısmı ile uzunca anlatılması çalışmanın anlaşıla bilirliğini güçlendirmiştir. Efendi-köle ilişkisi bağlamında İslam'ın getirmiş olduğu en önemli değişiklik, kölenin haklarının bulunduğunun kabul edilmesidir. Köle-efendi ilişkisine dair Selim üzerinden ele alınan bu çalışmanın ana hedefi, bize kölelerin efendileri tarafından istekleri doğrultusunda cezalandırılamayacağını göstermektir. Yazar çalışmasının giriş ve gelişme kısımlarında gayet başarılı olurken sonuç kısmında çalışmanın konusu ve ehemmiyetine yakışmayan bir metin ile bitirmeyi makul görmüştür. Çalışmada anlatılan bu olayların sadece köle efendi ilişkisinden ve İslam'ın bu davranışlara karşı koymasından ibaret olmasını varsaymak bu çalışmaya yapılmış en büyük saygısızlık olur. Ancak yazar bile kendi çalışmasına böyle bir sonucu yakıştırmayı yeğlemiştir. Çalışmada fazlasıyla ikincil kaynaktan ve yeteri kadar da arşiv belgelerinden yararlanılmıştır.
Alsace - Lorraıne, 2021
Alsace - Lorraine; Fransa, Federal Almanya, Belçika, İsviçre arasında bulunmaktadır ve sınır bölg... more Alsace - Lorraine; Fransa, Federal Almanya, Belçika, İsviçre arasında bulunmaktadır ve sınır bölgesidir.
Rhine Irmağı dışında; doğuda sınırları belirsizdir. Federal Almanya ile sınır oluşturan Rhine’in yanı sıra Moselle, Saar ve İli bölgenin diğer önemli ırmaklarındandır. Bölgenin ekonomisi, tarım, endüstri ve madencilik
etkinliklerine dayanmaktadır. Nüfusun büyük çoğunluğu Katolik kilisesine bağlıdır. Bununla birlikte bazı köylerde Protestanlık görülmektedir.
Hayali olduğu kadar gerçek de olan bir Seyahatname denemesidir.
Cadı, iyi veya kötü kişilere karşı kullanılabilecek seçkin güçlere sahip olduğu düşünülen bir kiş... more Cadı, iyi veya kötü kişilere karşı kullanılabilecek seçkin güçlere sahip olduğu düşünülen bir kişidir. Çoğunlukla anneden kızına, çok daha az olarak da oğula geçen bir güçtür bu. Erken Ortaçağ'dan itibaren Avrupa'da cadıların varlığına ilişkin inancın yaygınlığı biliniyor. Charlemagne ve diğer Frank kralları bu inanç ve uygulamaları batıl ve kötücül olarak yorumluyor ve idam dâhil ağır cezalara tâbi tutuyorlardı. Ancak bu dönemde, genelde yüksek sınıflardan "okült bilimlerle" uğraşan eğitimli erkeklerin etkinliklerine büyü denilmekteyken; yoksul, eğitimsiz ve kadın olanların aynı konulardaki çalışmalarına ise "cadılık" yaftası yapıştırılmıştır. Kilise konseyleri ise, bu dönemde cadılık inancını kimi zaman salt batıl inanç ve paganlık kalıntısı olarak görüyor, kimi zaman ise bastırılması gereken güncel ve gerçek bir tehdit olduğunu ilân ediyordu. Kilisenin bu dönemdeki asıl uğraşısı, eskil pagan inanç ve pratiklerini zayıflatmak ve Kilisenin otoritesini zayıflatan "sapkınlığa" karşı mücadele etmekti. Yine de bütün bu olanlara bir bütün olarak bakıldığında, erken Ortaçağ Kilisesi için "cadılık", cahil halkın yanılsamasından ibaretti. 15.yüzyıldan itibaren cadılığa ilişkin yeni bir modelin ortaya çıktığı ve Hristiyan teologların konuya büyük ilgi göstermeye başladıkları görülmektedir. Bu yeni modelde artık cadıların kendi başlarına büyü uygulayan bireyler olarak değil, güçlerini şeytanla yaptıkları sözleşmeden alan sapkın ve satanik bir tarikatın mensupları olarak kabul görürler. Kilise ile devlet arasındaki işbirliği Geç Ortaçağ'da ve özellikle de Reformasyon döneminde daha da pekişti. İktidarın bir kolu yasayı koyarken diğeri de uyguluyordu. Bu olgu, dinsel ideolojinin politik rolünü açık bir şekilde gözler önüne serer ve sapkınlık suçlamalarının yerini alan cadı çılgınlığının, Avrupa'da sınırları aşan niteliğini de açığa çıkarır. Artık "cadı" her türlü başkaldırının ve "dünyanın tersine dönmesinin simgesi olmuştur.1484'de iki Dominiken rahip Heinrich Kramer ve Johann Sprenger, Papa VIII. Innocentus'un emriyle Almanya'daki cadılık konusunda araştırma yapmakla görevlendirildiler ve iki yıl sonra sonuç, Hristiyan ülkelerde demonoloji konusunda son sözü söyleyen bir ansiklopedi olarak kabul gören "Malleus maleficarum" (Cadı Çekici) oldu. Cadılar, Avrupa tarihinde spesifik olarak "Kötülükler Prensi"nin yeryüzündeki temsilcileri sayıldılar. 1484'te Kramer ve Spenger'e cadı mezalimini sistematize etme emrini veren "Summis desiderantes" fermanı yayımlandıktan sonra 1487-1669 arasında Malleus Maleficarum'un en az 30 baskısı yapıldı. Kilise böylece, cadıyı Hristiyanlığın karşıtı olan ve her türlü zulmü uygulamanın meşru olduğu dehşet verici bir figüre dönüştürdü. Artık cadılığın varlığına inanmamak başlı başına sapkınlık işaretiydi ve cezalandırılması şarttı. Kutsal kitabın "büyücüleri yaşatmayacaksın" emrine binaen cadılara karşı başlatılan bu savaş büyük ölçüde insanın ölmesine sebep olmuştur. En tutucu hesaplamalar bile katledilenlerin sayısını 100 bin civarında vermektedir. Katolik Kilisesi'nin başlatmış olduğu bu savaşa Protestan Kilisesi de katıldı hatta daha da genişletti. 1592'de rahip Cornelius Loos'un yazdıkları çarpıcıdır: "Zavallı yaratıklar işkence altında hiç yapmadıkları şeyleri itiraf ediyorlar… böylelikle zalim kasaplar masum hayatları yok ediyorlar ve sonra yeni bir simyacılıkla insan kanından altın ve gümüş elde ediliyor." Gerçekten de kurbanların yakıldığı odunların ve bağlandıkları iplerin parası bile gene onlardan alınıyordu ve her bir işkence biçiminin ayrı bir parasal bedeli vardı. Toplumda bulunan varlıklı kesimin elinde bulunan malları işlemekte veya kullanmakta köylülerden iş gücü almayarak, hatta bölgede bulunan esnafın bile köylülerle olan ticaretini kesmesiyle birlikte ortaya çıkan yoksul kısım kapı kapı dolaşarak yardım isteyen ve yardımın karşılığında iyi veya kötü dua etmeleri ve cadılık yapmak ile suçlanmalarının bir oluşu sebebiyle cadılık suçlamalarında artış söz konusu olmuştur. Tarihçi H. R. Trevor-Roper, Katolik ve Protestan Kilisesi'nin girmiş olduğu bu cadılık savaşına Yunan Ortodoks Kilisesinin katılmadığını beyan etmektedir. Gerçekten de 1054'teki bölünmenin Ortodoks tarafında kalan Slav ülkeleri, Katolik Polonya dışında, Hristiyanlık tarihinin en kötü epizodlarından birinin parçası olmaktan kurtulmuş oldular. 16.yüzyılda arazinin neredeyse tümünün "çitlendiği" (komünal araziye el konduğu) Essex'te cadı avları ve idamların çok yaygın olduğu belgelenmişken, özel arazi mülkiyetinin bulunmadığı Britanya adalarında neredeyse hiç cadı avı kaydı yoktur. Kırsal kapitalizmin yaygınlaşmasıyla el ele giden arazi gaspları, insanlar arası sosyal mesafenin artması gibi etkenlerin cadı mezaliminde önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Ortodoks Hristiyanlığın vazgeçilmez bir bileşeni olan, kadının ve kadın bedeninin aşağılanması cadı avlarının gerekçelendirilmesinde en önemli katkıyı sundu.
Papers by FERDA Osmanoğlu
Bu makalede Ömer Lütfi Barkanilk olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 400 çadırlı bir Türk bo... more Bu makalede Ömer Lütfi Barkanilk olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 400 çadırlı bir Türk boyundan teşekkül etmesi hadisesinin farklı tarihçiler tarafından yorumlanmasının ve elde edilen sonuçların günümüzde ne kadar da çürütülebilir tespitler olduğundan bahsetmektedir.
Books by FERDA Osmanoğlu
AVRUPA TARİHİ - J.M. ROBERTS , 1998
J.M. Roberts Avrupa'nın değişen tarihini ve insanlarını buz devri ve klasik uygarlıklardan başlay... more J.M. Roberts Avrupa'nın değişen tarihini ve insanlarını buz devri ve klasik uygarlıklardan başlayıp Hıristiyanlığın yükselişine ve modern çağda Avrupa entegrasyonuna kadar izliyor. Avrupa Tarihi kitabı farklı dönemlere yayılan Avrupalı kimliğinin gelişimini de farklı biçimlerde geniş kapsamlı bir şekilde anlatıyor.
Alsace and Lorraine From Caesar to Kaiser , 2021
FOREWORD THE War of 1914, exciting interest ia past problems as well as in a stormy present, has ... more FOREWORD
THE War of 1914, exciting interest ia past
problems as well as in a stormy present,
has turned the attention of the general
public to the make-up of Etiropean nations. This
is the excuse for giving a large subject short shrift,
—it being one that may again be a vital topic.
The stories of Alsace and of Lorraine are scattered
about on the pages of English histories or told
concretely in little accessible foreign literature, and
time-pressed readers may find a connected sketch
of their evolution convenient. What I have tried
to do was to bring a few landmarks on a long
road into consecutive line. May they be at
least signposts to the more curious.
16. Yüzyıl Osmanlısında Kadına Şiddet, 2022
Kadına yönelik şiddet, zaman içinde önlenmesine yönelik tedbirler alınmış olsa da
16. Yüzyılda Kötülükte Ortaklık: Ailecek Hırsız Olmak Saadet MAYDAER Değerlendirme / Ferda OSMANOĞLU, 2021
' in yapmış olduğu bu çalışmanın ana teması başlıktan da anlaşılacağı üzere "hırsızlık" tır. Anca... more ' in yapmış olduğu bu çalışmanın ana teması başlıktan da anlaşılacağı üzere "hırsızlık" tır. Ancak bu çalışmanın içeriği bize Osmanlı toplumunun sınıflar arası ekonomik şekillerini, Osmanlı hukukunun işleyişini, dönemin kıymetli eşyalarının neler olduğunu, organize hırsızlık şebekesinin psikolojik durumlarını ve kadının Osmanlı toplumundaki hareket sahasını göstermektedir. Bu duruma örnek olarak çalışmada: "Bu toplumda bir kadın, sokağındaki evlerden gelen gürültü patırtının kaynağını bulmak için tek başına dışarı çıkıp, evlerin kapılarına teker teker kulak kabartıp, birkaç kişi arasında meydana gelen bir kavganın söz konusu olduğunu anladığında kapıyı açtırıp, içeriye girip, boğazına sarılarak malı çalınmaya çalışılan komşusunun hayatını kurtarabilmektedir." bu cümle bulunmaktadır. Ancak yazar bu durum ile yetinmeyip kişiyi böylesine bir müdahaleye sevk eden etkenin "müteselsil kefaletin" yani mahallede işlenen faili meçhul bir suçta mahallelinin ortak sorumluluk taşımasının büyük rolü olduğunu ifade etmiştir. Fakat bu durum hırsızlara caydırıcı bir etken olarak yansımamış hatta hırsızlığın camiden halı, hamamdan peştamal çalmaktan dükkânların çatıları üzerindeki kurşunları sökmeye kadar geniş bir yelpazede gerçekleşmiştir. Bununla birlikte klasik dönem Osmanlı Bursa'sında en fazla hırsızlık yapılan mekân olarak karşımıza yüzde 25,71 oranında evler çıkmaktadır. Ayrıca kişilerin hırsızlık için gece değil de gündüzü seçmelerinde, Osmanlı toplumundaki ev tipolojilerinin sonucunda geceleri aile üyelerinin bir odada kalması ve evin gündüze oranla daha kalabalık olması gösterilebilir. Yazar çalışmasında bütün bu olayları içerisinde barındıran iki ailenin hırsızlıkta ortaklık yapması olayını baş köşeye koymuştur. Bu kişilerin hırsızlık yapma biçimleri ve çalınan malları saklama yöntemlerini belirtmiştir. Fazla detaya inmeden sadece olayları Fazla detaya inmeden sadece olayları özetlemek gerekirse, bu kişiler çaldıkları mallar ile yakalanmış, malların bir kısmı sahiplerine iade edilmiş ve yargı karşısındaki akıbetleri henüz yapılan çalışmalarda belirlenememiştir. Ancak Osmanlı hukuk sisteminin yargıya varasıya kadarki işleyiş biçimi belirtilmiştir. Çalışmasında fazlaca ancak bir o kadar önemli detaylar veren yazar sahibine teslim edilen malların tahmini değerlerini bile bir metinde geçen grafik üzerinden vermiştir. Ayrıca yazar çalışmasında Bursa Şer'iyye Sicilleri ve ikincil kaynaklardan yararlanmıştır. Çalışmanın genel bağlantıları gayet düzgün ve anlatış biçimi oldukça sadedir. Son olarak 16. Yüzyıl Osmanlı toplumunda bulunan bu kimselerin yapmış oldukları suçları
Oturduğu Ahır Sekisi, Söylediği Saray Türküsü: Kostaklanma Biçimi Olarak At Sahipliği Üzerine Nurcan ABACI Değerlendirme / Ferda OSMANOĞLU
ABACI bu makalesinde dönemimizdeki tarih yazımının yöntemini animasyon tekniği ile bağdaşlaştırma... more ABACI bu makalesinde dönemimizdeki tarih yazımının yöntemini animasyon tekniği ile bağdaşlaştırmaktadır. Ayrıca yapılmış olan bu çalışmada yönetici sınıfa özenen alt tabakaların iti-bar alametlerinden birisi olarak at sahipliğinin ne manaya denk düştüğü görünür kılınmaya çalışılmıştır. Makale anlatımı açısından açıklayıcı bir anlatım biçimi tercih edilmiştir. Budurum do-layısıyla çalışmanın boyutu farklı yönlere doğru şekil almıştır. Yazar çalışmasında anlatımını pekiştirmek, okuyucuya daha iyi bir izlenim verebilmek için betimlemelere yer vermektedir. Bu durum her ne kadar konunun anlaşılabilirliğini kolaylaştırsada okuyucu tarafından olayın altının dol-durulmaya çalışıldığı izlenimi yaratabilmektedir. Çalışma bütününce yazar okuyucuya bazı sorular sorarak bu soruları çalışma içerisindeki bilgileri yargılayarak cevap oluşturma eğilimi içerisine gir-melerini istemiştir. Bu sayede günümüz tarihçilerinin metodolojik sorunlarına birer ışık tutma eğili-mi içerisine girmiştir. Ayrıca yazar çalışmanın ana konusunun sebebiyetini psikolojik açıdan değer-lendirmeye almıştır. Yapmış olduğu psikolojik saptamalar neticesinde dönemin insanı ile günümüz insanı arasındaki düşünsel farklılıkları ortaya koymuştur. Yazarın da yapmış olduğu saptamaya göre burada işleyen psikolojik mekanizmanın kökeninde ilgi çekmek, intikam almak ve başarıları parlat-mak yer almaktadır. Yazar yapmış oluğu çalışmanın ana temasının dışına çıkarak farklı eğilimlere yönelmiş bundan mütevellit yapılan araştırmanın özüne inmek zahmetli bir çaba olarak okuyucuya güçlük yaratmıştır. Yapılmış olan bu çalışmanın dışarıdan bakılan bir gözle yapısı itibariyle akade-mik bir çalışmadan çok duygu ve düşünce eğilimli bir araştırma metni olarak görülmesi yüksek bir ihtimaldir. Çünkü yazarın metinde kullanmış olduğu üslupun bu denli duygu yönelikli olması yapı-lan çalışmanın ciddiyetini ve önemini büyük yönde etkilemiştir. Yazarın bu yapıda bir çalışma biçi-mini özümsemiş olması kendisini döneminin tarihçileri arasından ayıran bir özelliğe sahip olmasını sağlamıştır. İnsanlar arasındaki farklılıklar her toplum gurupları içerisinde önem teşkil etmiştir, bu durum ise farklılıkları ile dikkat çeken kişilere ayrıcalık olarak geri dönmüştür. Yazarın yapmış ol-duğu psikolojik saptamalar ise kendisinin düşünce biçimini okura karşı yönlendirmede yol aracı ola-rak görev yapmıştır. Yazar yapmış olduğu çalışmasında kendi düşüncelerinin ve elde ettiği bilgile-rim doğru bir biçimde anlaşılmasına dikkat etmiştir. Bundan mütevellit çalışmasında dipnot kısmına ve örneklendirmelere yer vermiştir. Yazar çalışmasında kendisini şu şekilde ifade etmektedir: «ben de herkes gibi ilgi çekmeye çalışrım: Hangi kelimenin nerede yer alması gerektiği konusunda vakit harcayıp, öğrencilerimin beğenmesin-den mutluluk duyarım. Söylediklerinin gerçeği ne ölçüde yansıttığının önemi yoktur. Çevremi, kur
Biraz Merhamet Edin Efendim: Köle Selim'in Mağduriyeti Zübeyde Güneş Yağcı Değerlendirme / Ferda Osmanoğlu, 2021
'nın yapmış olduğu bu çalışmanın ana teması kölelerine eziyet eden sahiplerin ve kölelerin akıbet... more 'nın yapmış olduğu bu çalışmanın ana teması kölelerine eziyet eden sahiplerin ve kölelerin akıbetidir. Çalışmada birçok davadan örnekler verilmiştir. Bu davalar genellikle kölelerine eziyet eden sahiplerin hapse atılması ile sonuçlanmıştır. Ancak buradan hareketle Osmanlı bünyesindeki kölelik anlayışı ve özellikleri ile uzak diyarlardaki kölelik özelliklerinin farklılıkları üzerinden Osmanlı'da bulunan kölelik haklarının genişliğine değinilmeye çalışılmıştır. Kölesine karşı zulüm eden, işkencede bulunan kişilerin kölelerinin şikâyeti sonucu hapse attırılmış ve bununla da kalmayarak bu köleler hür bir yaşama kavuşmuşlardır. Afrikalı bir köle olan Selim'in sahibinden gördüğü zulme dayanamayıp kaçmasını ve yakalandıktan sonra sahibi tarafından uzuvlarından kesilmesini ana olay olarak çalışmada ele alan yazar, bununla yetinmeyip farklı ama sonucu aynı olan birçok örnekte bulunmuştur. Okuyucuya soru sormak ve bu soruyu cevaplandırmasında yol göstermek çalışmanın hitap değerini yükseltmiştir. Ayrıca anlaşılması zor yerlerin dipnot kısmı ile uzunca anlatılması çalışmanın anlaşıla bilirliğini güçlendirmiştir. Efendi-köle ilişkisi bağlamında İslam'ın getirmiş olduğu en önemli değişiklik, kölenin haklarının bulunduğunun kabul edilmesidir. Köle-efendi ilişkisine dair Selim üzerinden ele alınan bu çalışmanın ana hedefi, bize kölelerin efendileri tarafından istekleri doğrultusunda cezalandırılamayacağını göstermektir. Yazar çalışmasının giriş ve gelişme kısımlarında gayet başarılı olurken sonuç kısmında çalışmanın konusu ve ehemmiyetine yakışmayan bir metin ile bitirmeyi makul görmüştür. Çalışmada anlatılan bu olayların sadece köle efendi ilişkisinden ve İslam'ın bu davranışlara karşı koymasından ibaret olmasını varsaymak bu çalışmaya yapılmış en büyük saygısızlık olur. Ancak yazar bile kendi çalışmasına böyle bir sonucu yakıştırmayı yeğlemiştir. Çalışmada fazlasıyla ikincil kaynaktan ve yeteri kadar da arşiv belgelerinden yararlanılmıştır.
Alsace - Lorraıne, 2021
Alsace - Lorraine; Fransa, Federal Almanya, Belçika, İsviçre arasında bulunmaktadır ve sınır bölg... more Alsace - Lorraine; Fransa, Federal Almanya, Belçika, İsviçre arasında bulunmaktadır ve sınır bölgesidir.
Rhine Irmağı dışında; doğuda sınırları belirsizdir. Federal Almanya ile sınır oluşturan Rhine’in yanı sıra Moselle, Saar ve İli bölgenin diğer önemli ırmaklarındandır. Bölgenin ekonomisi, tarım, endüstri ve madencilik
etkinliklerine dayanmaktadır. Nüfusun büyük çoğunluğu Katolik kilisesine bağlıdır. Bununla birlikte bazı köylerde Protestanlık görülmektedir.
Hayali olduğu kadar gerçek de olan bir Seyahatname denemesidir.
Cadı, iyi veya kötü kişilere karşı kullanılabilecek seçkin güçlere sahip olduğu düşünülen bir kiş... more Cadı, iyi veya kötü kişilere karşı kullanılabilecek seçkin güçlere sahip olduğu düşünülen bir kişidir. Çoğunlukla anneden kızına, çok daha az olarak da oğula geçen bir güçtür bu. Erken Ortaçağ'dan itibaren Avrupa'da cadıların varlığına ilişkin inancın yaygınlığı biliniyor. Charlemagne ve diğer Frank kralları bu inanç ve uygulamaları batıl ve kötücül olarak yorumluyor ve idam dâhil ağır cezalara tâbi tutuyorlardı. Ancak bu dönemde, genelde yüksek sınıflardan "okült bilimlerle" uğraşan eğitimli erkeklerin etkinliklerine büyü denilmekteyken; yoksul, eğitimsiz ve kadın olanların aynı konulardaki çalışmalarına ise "cadılık" yaftası yapıştırılmıştır. Kilise konseyleri ise, bu dönemde cadılık inancını kimi zaman salt batıl inanç ve paganlık kalıntısı olarak görüyor, kimi zaman ise bastırılması gereken güncel ve gerçek bir tehdit olduğunu ilân ediyordu. Kilisenin bu dönemdeki asıl uğraşısı, eskil pagan inanç ve pratiklerini zayıflatmak ve Kilisenin otoritesini zayıflatan "sapkınlığa" karşı mücadele etmekti. Yine de bütün bu olanlara bir bütün olarak bakıldığında, erken Ortaçağ Kilisesi için "cadılık", cahil halkın yanılsamasından ibaretti. 15.yüzyıldan itibaren cadılığa ilişkin yeni bir modelin ortaya çıktığı ve Hristiyan teologların konuya büyük ilgi göstermeye başladıkları görülmektedir. Bu yeni modelde artık cadıların kendi başlarına büyü uygulayan bireyler olarak değil, güçlerini şeytanla yaptıkları sözleşmeden alan sapkın ve satanik bir tarikatın mensupları olarak kabul görürler. Kilise ile devlet arasındaki işbirliği Geç Ortaçağ'da ve özellikle de Reformasyon döneminde daha da pekişti. İktidarın bir kolu yasayı koyarken diğeri de uyguluyordu. Bu olgu, dinsel ideolojinin politik rolünü açık bir şekilde gözler önüne serer ve sapkınlık suçlamalarının yerini alan cadı çılgınlığının, Avrupa'da sınırları aşan niteliğini de açığa çıkarır. Artık "cadı" her türlü başkaldırının ve "dünyanın tersine dönmesinin simgesi olmuştur.1484'de iki Dominiken rahip Heinrich Kramer ve Johann Sprenger, Papa VIII. Innocentus'un emriyle Almanya'daki cadılık konusunda araştırma yapmakla görevlendirildiler ve iki yıl sonra sonuç, Hristiyan ülkelerde demonoloji konusunda son sözü söyleyen bir ansiklopedi olarak kabul gören "Malleus maleficarum" (Cadı Çekici) oldu. Cadılar, Avrupa tarihinde spesifik olarak "Kötülükler Prensi"nin yeryüzündeki temsilcileri sayıldılar. 1484'te Kramer ve Spenger'e cadı mezalimini sistematize etme emrini veren "Summis desiderantes" fermanı yayımlandıktan sonra 1487-1669 arasında Malleus Maleficarum'un en az 30 baskısı yapıldı. Kilise böylece, cadıyı Hristiyanlığın karşıtı olan ve her türlü zulmü uygulamanın meşru olduğu dehşet verici bir figüre dönüştürdü. Artık cadılığın varlığına inanmamak başlı başına sapkınlık işaretiydi ve cezalandırılması şarttı. Kutsal kitabın "büyücüleri yaşatmayacaksın" emrine binaen cadılara karşı başlatılan bu savaş büyük ölçüde insanın ölmesine sebep olmuştur. En tutucu hesaplamalar bile katledilenlerin sayısını 100 bin civarında vermektedir. Katolik Kilisesi'nin başlatmış olduğu bu savaşa Protestan Kilisesi de katıldı hatta daha da genişletti. 1592'de rahip Cornelius Loos'un yazdıkları çarpıcıdır: "Zavallı yaratıklar işkence altında hiç yapmadıkları şeyleri itiraf ediyorlar… böylelikle zalim kasaplar masum hayatları yok ediyorlar ve sonra yeni bir simyacılıkla insan kanından altın ve gümüş elde ediliyor." Gerçekten de kurbanların yakıldığı odunların ve bağlandıkları iplerin parası bile gene onlardan alınıyordu ve her bir işkence biçiminin ayrı bir parasal bedeli vardı. Toplumda bulunan varlıklı kesimin elinde bulunan malları işlemekte veya kullanmakta köylülerden iş gücü almayarak, hatta bölgede bulunan esnafın bile köylülerle olan ticaretini kesmesiyle birlikte ortaya çıkan yoksul kısım kapı kapı dolaşarak yardım isteyen ve yardımın karşılığında iyi veya kötü dua etmeleri ve cadılık yapmak ile suçlanmalarının bir oluşu sebebiyle cadılık suçlamalarında artış söz konusu olmuştur. Tarihçi H. R. Trevor-Roper, Katolik ve Protestan Kilisesi'nin girmiş olduğu bu cadılık savaşına Yunan Ortodoks Kilisesinin katılmadığını beyan etmektedir. Gerçekten de 1054'teki bölünmenin Ortodoks tarafında kalan Slav ülkeleri, Katolik Polonya dışında, Hristiyanlık tarihinin en kötü epizodlarından birinin parçası olmaktan kurtulmuş oldular. 16.yüzyılda arazinin neredeyse tümünün "çitlendiği" (komünal araziye el konduğu) Essex'te cadı avları ve idamların çok yaygın olduğu belgelenmişken, özel arazi mülkiyetinin bulunmadığı Britanya adalarında neredeyse hiç cadı avı kaydı yoktur. Kırsal kapitalizmin yaygınlaşmasıyla el ele giden arazi gaspları, insanlar arası sosyal mesafenin artması gibi etkenlerin cadı mezaliminde önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Ortodoks Hristiyanlığın vazgeçilmez bir bileşeni olan, kadının ve kadın bedeninin aşağılanması cadı avlarının gerekçelendirilmesinde en önemli katkıyı sundu.
Bu makalede Ömer Lütfi Barkanilk olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 400 çadırlı bir Türk bo... more Bu makalede Ömer Lütfi Barkanilk olarak, Osmanlı İmparatorluğu’nun 400 çadırlı bir Türk boyundan teşekkül etmesi hadisesinin farklı tarihçiler tarafından yorumlanmasının ve elde edilen sonuçların günümüzde ne kadar da çürütülebilir tespitler olduğundan bahsetmektedir.
AVRUPA TARİHİ - J.M. ROBERTS , 1998
J.M. Roberts Avrupa'nın değişen tarihini ve insanlarını buz devri ve klasik uygarlıklardan başlay... more J.M. Roberts Avrupa'nın değişen tarihini ve insanlarını buz devri ve klasik uygarlıklardan başlayıp Hıristiyanlığın yükselişine ve modern çağda Avrupa entegrasyonuna kadar izliyor. Avrupa Tarihi kitabı farklı dönemlere yayılan Avrupalı kimliğinin gelişimini de farklı biçimlerde geniş kapsamlı bir şekilde anlatıyor.
Alsace and Lorraine From Caesar to Kaiser , 2021
FOREWORD THE War of 1914, exciting interest ia past problems as well as in a stormy present, has ... more FOREWORD
THE War of 1914, exciting interest ia past
problems as well as in a stormy present,
has turned the attention of the general
public to the make-up of Etiropean nations. This
is the excuse for giving a large subject short shrift,
—it being one that may again be a vital topic.
The stories of Alsace and of Lorraine are scattered
about on the pages of English histories or told
concretely in little accessible foreign literature, and
time-pressed readers may find a connected sketch
of their evolution convenient. What I have tried
to do was to bring a few landmarks on a long
road into consecutive line. May they be at
least signposts to the more curious.