Muhammet Caner ILGAROĞLU | Ege University (original) (raw)
Uploads
Papers by Muhammet Caner ILGAROĞLU
ATEBE Journal for Religious Studies
Bu makale, iTenticate yazılımınca taranmıştır. İntihal tespit edilmemiştir/This article has been ... more Bu makale, iTenticate yazılımınca taranmıştır. İntihal tespit edilmemiştir/This article has been scanned by iTenticate. No plagiarism detected. Etik Beyan/Ethical Statement: Bu çalışmanın hazırlanma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyulduğu ve yararlanılan tüm çalışmaların kaynakçada belirtildiği beyan olunur/It is declared that scientific and ethical principles have been followed while carrying out and writing this study and that all the sources used have been properly cited (Luay Hatem YAQOOB-Muhammet Caner ILGAROĞLU).
Cumhuriyet Theology Journal , 2022
Emotions are human attributes that are directly related to the epistemic, ethical, and aesthetic ... more Emotions are human attributes that are directly related to the epistemic, ethical, and aesthetic aspects of human beings.
While man builds a meaningful, valuable, and beautiful life, gets motivation from emotions along with the mind. Emotions, with
their multifunctional aspect, are means for determining, activating, directing, influencing, transforming, restraining, and
sometimes manipulating human intentions, attitudes, and actions. For this reason, any research that treats human actions,
especially morality, has to deal with emotions. The way to know the human being is to understand his emotions in his practical life.
Therefore, in the gap between the stability of the theoretical and the dynamism of life, emotions become the subject of philosophical
research. It is not easy to express the dynamic aspect and unbounded nature of emotion within the limits of language. However, for
human beings, emotions are effective in their decision-making processes, intentions, orientations, and choices, in which they
understand themselves, the universe, nature, matter, individuals, societies, goodness, evil, valuable and non-valued things, cope
with facts and events, manage their practical life, stands out as dynamic, functional and cognitive attributes inherent in all these
processes. Man experiences a wide variety of emotional states in his daily life. Thus, he has constantly changed moods with these
emotional states he experiences. These experiences can be caused by external factors as well as by the influence of the internal
dynamics of the human being. In terms of his social life, man has a dynamic moral life that gives emotional reactions and receives
emotional effects. In this context, emotions enable man to establish a balance between himself and the self of the society in which
he lives and determine his basic orientations. Emotions are motivating faculties that motivate a man to act and guide his
imaginations, and evaluations of the past, present, and future. Regret is an emotion of moral self-control that addresses the self and
internally organizes and constructs its morality. This emotion plays a central role, especially in the field of moral values, with its
nature that affects man both in individual and social life. Regret, in its simplest form, appears in the form of a bitter feeling that
includes the negative judgment of man's past action or inaction and is expressed with the expression of a wish. The emotion of
regret is formed by the effect of internal influences in humans. Like most moral emotions, regret includes both a phenomenological
sense and a cognitive judgment. Regret which is a psychologically and conceptually complex emotion, reveals a series of emotions
such as sadness, disappointment, longing, nostalgia, and sometimes the relief of not regretting something. Regret can also manifest
itself as a strong, motivating sadness and a passionate complaint that things are not going as planned. It is an experience of pain,
often retrospective, that shapes our present and future. Regret is an emotion that arises with awareness, usually expressing
disapproval of what the person did, wishing it to be different, upset, ashamed, or guilty. Regret is part of human self-control, which
encourages man to learn from past and present mistakes and to correct future behavior. This emotion is a corrective and healing
sense of moral self-control that arises as a result of one's internal accounting for one's actions. Regret is a necessary consequence
of man's moral nature. This emotion stems from the fact that he is a being that can choose, that is, his moral freedom. For regret to
occur, the moral action must have taken place as a result of a choice to be made among at least two alternatives. Therefore, the
prerequisite for repentance is freedom. The reciprocal roles of reason and emotion on our thoughts and actions are particularly
evident in the phenomenon of regret. For that reason, regret, whether in the practical or theoretical field, is an emotion related not
only to the emotional side of humans but also to the cognitive side. The fact that regret is a state of sadness that occurs when a
person realizes his mistake on a phenomenon that has been experienced in the past or whose effect continues today, shows that it
is an emotion of evaluation. Since the activating aspect of the emotions will be backward dysfunctional in regret, this incentive
aspect manifests itself in the direction of preventing the repetition of the regretful situation in the future. Thus, a sad situation in
the past will pave the way for a moral evolution from negative to positive, from destructive to constructive. In this article, the
nature, value, and functionality of the regret will be analyzed and interpreted from a philosophical point of view, taking into account
the principles of emotion ethics, and its conceptual and theoretical framework.
Zihinsel yaşamımızın hiçbir yönü, varlığımızın niteliği ve anlamı bakımından duygulardan daha öne... more Zihinsel yaşamımızın hiçbir yönü, varlığımızın niteliği ve anlamı bakımından duygulardan daha önemli değildir. Hayatı yaşamaya değer ve bazen de bitmeye değer kılan duygulardır. Duygular, bir anlamda neyin hayati derecede önemli ve değerli olduğunun göstergeleridir. Bu nedenle, klasik filozofların çoğunun anlaşılır duygu teorilerine sahip olması ve son yıllarda duyguların bir kez daha felsefenin odağı haline gelmesi şaşırtıcı değildir.
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi
Duygular; insanın epistemik, etik ve estetik yönleriyle doğrudan ilişkili varoluşsal öznitelikler... more Duygular; insanın epistemik, etik ve estetik yönleriyle doğrudan ilişkili varoluşsal özniteliklerdir. İnsan anlam-lı, değerli ve güzel bir hayat kurarken akılla birlikte duygulardan motivasyon almaktadır. Duygular, çok fonk-siyonlu yapısıyla insanın niyet, tutum, tavır ve eylemlerini belirleme, harekete geçirme, yönlendirme, etkile-me, dönüştürme, frenleme ve bazen de manipüle etme araçlarıdır. Bu nedenle ahlak başta olmak üzere insan eylemlerini problem edinen her araştırma, duyguları ele almak durumun¬dadır. İnsanı tam anlamıyla tanıma-nın yolu, pratik yaşantısı içerisinde ortaya çıkan duygusallığını anlamaktan geçer. Dolayısıyla teorik olanın durağanlığı ile hayatın akışkanlığı arasındaki uçurumda duygular, felsefi bir soruşturmanın konusu olmakta-dır. Duygunun dinamik yapısını ve sınır çizilemeyen doğasını dilin sınırları içerisinde ifade etmek kolay değildir. Bu-nunla birlikte insan için duygular, kendini, evreni, doğayı, maddeyi, bireyleri, toplumları, iyiyi, kötüyü, değerli o...
Al-Farabi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Dec 28, 2021
Çiçekler her daim güzeldir ve güzelliği sembolize ederler. Dünyayı bir bahçe olarak tasavvur eder... more Çiçekler her daim güzeldir ve güzelliği sembolize ederler. Dünyayı bir bahçe olarak tasavvur edersek bu bahçenin en kıymetli çiçeği nasıl ki insan olmaktaysa öyle de çiçeklerin en kıymetlisi lâledir. Çünkü lâlenin de tıpkı insanınkine benzer bir hikâyesi vardır. İnsan nasıl varlıklar arasında biricik ise lâle de çiçekler arasında biriciktir. İnsan nasıl türlü türlü, çeşit çeşit, renk renk, başka başka ise lâle de gerek biçimiyle gerek renkleriyle ve gerekse cins ve türleriyle çeşit çeşittir. Evren nasıl ki adeta insan için var olmuşsa ve nasıl ki insan evrene özellikle gönderilmiş bir varlıksa lâle de güzelliğiyle, rengârenk oluşuyla adeta yeryüzüne özellikle gönderilmiş bir çiçektir. Lâle, kendisinden en yüksek sanatkârların ilham aldığı bir sanat çiçeğidir. Büyüleyici güzelliği beyitleri, mısraları süslemiş; nakkaşlar, ebruzenler, hakkaklar, oymacılar, mermerbürler, çiniciler ve daha nice sanatkârlar kâğıtları, suları, metalleri, ahşapları, taşları, çinileri ve çamurları desen desen lâle motifleriyle bezemişler. Lâle, Türk sanatının vaz geçilmez bir sembolü olmuş, mezar taşları bile lâle motifleriyle süslenmiştir. Bu makalenin amacı, çokkültürlülüğün hâkim olduğu çağımızda lâle sembolü üzerinden dostluğun değerini ve birlikte yaşama ahlakını felsefî olarak değerlendirmek ve alegorik bir yaklaşımla değerlerin insan hayatı için önemini vurgulamaktır.
İslâm ve Batı’nın bilim anlayışı, ancak ilişkili oldukları inanç ve kültür köklerinden neşet eden... more İslâm ve Batı’nın bilim anlayışı, ancak ilişkili oldukları inanç ve kültür köklerinden neşet eden kendine özgü dünya görüşü ve evren tasavvuruna sahip medeniyetleri bağlamında anlaşılabilir. İslâm’ın ilim/bilim anlayışı bireyin ve toplumun kemâlini ve mutluluğunu amaçlayan bir motivasyona sahiptir. Öyle ki o, Allah’ın iradesini ve onun yaratma gayesini önceleyen tevhidî bir bilgi, varlık ve değer algısını taşımaktadır. Buna karşın Batı medeniyetinin tekno-bilimi, mutlak hakikat anlayışı yerine inşâî (itibârî) hakikati benimsemiştir. Söz konusu ideolojik bilim yaklaşımı piyasa ekonomisi, güç ve konforu hedeflemiş, kölelik ve sömürüyü hedefleyerek onları yüceltmiştir. Bu makale, özellikle son iki yüzyılda Batı medeniyetinin tekno-bilimsel gelişimi ve dünya üzerindeki kapital tahakkümü karşısında İslâm medeniyetinin bilim/ilim anlayışının geri, çaresiz ve Müslüman toplumların mahkûm ve mazlum olduğu gerçeğinden hareketle bu durumun temel nedenlerini felsefî bakış açısıyla ele alarak he...
According to Ibn Khaldūn, man is a social entity deeply influenced by the geo-economics-politics ... more According to Ibn Khaldūn, man is a social entity deeply influenced by the geo-economics-politics of the environment in which he lives. The effect is seen as so strong that nearly all of these structures in their relationship to human beings are dominated by it. In this system, we see human beings as a creature who is both able to adapt himself to the environment and able to evolve in this harmony. From the perspective of Ibn Khaldūn, man cannot be evaluated or defined separately from the environmental conditions, the technique and architecture he has developed. Ibn Khaldūn sees the primary source of this change to be the desire to make life both more prosperous and bearable. Therefore, the most natural motivations that affect man’s desire to alter the natural world are the environmental challenges that he encounters. The challenges that are imposed upon man in the natural world are those that have led to human progress. From badāwa (nomadic society) to ḥaḍāra (sedentary society) and...
Al Farabi Sosyal Bilimler Dergisi, 2021
ÖZET Çiçekler her daim güzeldir ve güzelliği sembolize ederler. Dünyayı bir bahçe olarak tasavvur... more ÖZET Çiçekler her daim güzeldir ve güzelliği sembolize ederler. Dünyayı bir bahçe olarak tasavvur edersek bu bahçenin en kıymetli çiçeği nasıl ki insan olmaktaysa öyle de çiçeklerin en kıymetlisi lâledir. Çünkü lâlenin de tıpkı insanınkine benzer bir hikâyesi vardır. İnsan nasıl varlıklar arasında biricik ise lâle de çiçekler arasında biriciktir. İnsan nasıl türlü türlü, çeşit çeşit, renk renk, başka başka ise lâle de gerek biçimiyle gerek renkleriyle ve gerekse cins ve türleriyle çeşit çeşittir. Evren nasıl ki adeta insan için var olmuşsa ve nasıl ki insan evrene özellikle gönderilmiş bir varlıksa lâle de güzelliğiyle, rengârenk oluşuyla adeta yeryüzüne özellikle gönderilmiş bir çiçektir. Lâle, kendisinden en yüksek sanatkârların ilham aldığı bir sanat çiçeğidir. Büyüleyici güzelliği beyitleri, mısraları süslemiş; nakkaşlar, ebruzenler, hakkaklar, oymacılar, mermerbürler, çiniciler ve daha nice sanatkârlar kâğıtları, suları, metalleri, ahşapları, taşları, çinileri ve çamurları desen desen lâle motifleriyle bezemişler. Lâle, Türk sanatının vaz geçilmez bir sembolü olmuş, mezar taşları bile lâle motifleriyle süslenmiştir. Bu makalenin amacı, çokkültürlülüğün hâkim olduğu çağımızda lâle sembolü üzerinden dostluğun değerini ve birlikte yaşama ahlakını felsefî olarak değerlendirmek ve alegorik bir yaklaşımla değerlerin insan hayatı için önemini vurgulamaktır.
FELSEFE DÜNYASI, 2021
Düşüncenin, varlıkla olan irtibatının en kapsamlı ve en derinlikli biçimi olarak felsefe, bilmeni... more Düşüncenin, varlıkla olan irtibatının en kapsamlı ve en derinlikli biçimi olarak felsefe, bilmenin konusu olabilecek her şeyi problem edinebilmektedir. İnsanlığın içinde bulunduğu ahlak krizini göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki felsefenin öncelikli problem alanını
ahlaki değerler oluşturmaktadır. Özellikle de ahlaki değerlerin kaynağı ve insanın bu değerlere bağlanması sorunu felsefi bir problem olarak ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla felsefi düşünce, insanın iç dünyasına yönelmek, bu dünyaya ışık tutmak ve böylece söz konusu probleme tutarlı çözümler üretmek durumundadır. Ahlaki değerlerin kaynağı, inşası, algılanması, benimsenmesi ve hayata aktarılması ile ilgili teorilerin düşünce tarihindeki seyrine baktığımızda büyük ölçüde aklın merkeze
alındığını görmekteyiz. Çağdaş zamanlara gelindiğindeyse bilimsel, teknolojik ve sosyal
gelişmelerin etkisiyle felsefi araştırmalarda yeni paradigmaların kendini gösterdiğine
şahit olmaktayız. Örneğin insanın bilişsel yetileri yanında duygulanımları ve duyguların
insanın ahlaki yargılarındaki rolü önemli bir araştırma alanı olarak kendini göstermiştir.
Felsefi yaklaşımların tarihsel süreci içinde “pathos” olarak tanımlanan ve ahlak
teorilerinin kavramlaştırılmasında akli süreçlerin bir zaafı olarak tanımlanan duygular,
günümüzde hem bilimsel hem de felsefi araştırmalarda önem kazanmıştır. Son yüzyılda
duygular, nörobilimsel araştırmaların odağında yer almıştır. Felsefe ise duygularla ilgili
önem ve önceliğini bütünsel bakış açısıyla devam ettirmekte ve söz konusu bu araştırmalara
ışık tutmaktadır. Özellikle yapay zekâ çalışmalarında bilinç problemi ile birlikte
duygular önemli bir çalışma alanı oluşturmaktadır. Bunun yanında duyguların, insanın
ahlaki varoluşu açısından harekete geçirici rolü ve ahlaki değerlerle ilişkisi, önemli bir
araştırma alanı oluşturmaktadır.
Duygu konusu, her ne kadar ortak bir alan olsa da onunla ilgilenen bilimlerin yöntemleriyle
felsefenin yöntemi birbirinden farklıdır. Salt bilimsel anlayış, insanı sadece biyo-
kimyasal nitelikleri açısından ele almakta, hayatın içinde duyguları ile bütünleşerek
kendini var eden, ahlâkî değerler üzerine kurulmuş ilişkileri olan ve kendini sanatla ifade
edebilen insanı izah etmekte yetersiz kalmaktadır. İnsanın ahlaki varoluşunu, onun sahip
olduğu akıl-duygu bütünlüğü içerisinde hakiki anlamda ancak bilimsel yöntemlerin ulaşamayacağı
sorgulamalar yapabilen, merkezinde duygu meselesi olan felsefi soruşturmalar
başarabilecektir.
İnsana verili olduğunu öngördüğümüz adalet duygusunun ahlaki değerlerle ilişkisini
duygu ve ahlak felsefesi perspektifinden ele almayı hedefleyen bu çalışma, Antik Yunan’dan
günümüze duygu ve ahlakın ilişkilendirildiği felsefi yaklaşımları incelemek suretiyle
duygu-değer ilişkisini ve bu ilişkinin merkezinde yer aldığını iddia ettiğimiz adalet
duygusunun mahiyetini ve fonksiyonelliğini ortaya koymaya çalışacaktır.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2018
Insan davranislarini, olan ve olmasi gereken acisindan ele alan cagdas bilimsel arastirmalarda uc... more Insan davranislarini, olan ve olmasi gereken acisindan ele alan cagdas bilimsel arastirmalarda uc tur perspektifin (naturalist, pragmatist ve toplumsal insaci) agirlikta oldugu gorulmektedir. Bu bakis acilarinin ortak ozelligi, insan davranislarini salt bilimsel bir arastirma alani icerisinde ve metafiziksel bir zeminden bagimsiz olarak ele almalaridir. Insani, yeryuzundeki siradan bir canli gibi dusunen; onu biyolojik varligina indirgeyip, metafizik yonunu yadsiyan bu yaklasimlar, Bati felsefesinde metafizigin, mutlak bilim karsisinda yok sayilmasinin bir sonucu olarak ortaya cikmistir. Bati felsefesinden mulhem bu yaklasimlarin aksine Islam dusuncesi, insani, herhangi bir varlik olarak gormemekte; onun bilincine, duygularina, ahlâki ozelliklerine ve dolayisiyla metafiziksel niteligine surekli vurgu yapmaktadir. Oyle ki Islâm dusuncesinin merkezinde yer alan Kur’ân-i Kerim, hem duygulari ele alan hem de duygularin nasil ahlâki degerlere donusebilecegi konusunda yol gosteren bunun d...
Al Farabi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 2019
Ibn Haldun, insanin ahlâkiliginin, yasadigi ortamin sosyo-ekonomik yapisindan derin bir sekilde e... more Ibn Haldun, insanin ahlâkiliginin, yasadigi ortamin sosyo-ekonomik yapisindan derin bir sekilde etkilendigini iddia etmektedir. Ona gore soz konusu bu etki o denli gucludur ki neredeyse insanla iliskili bu yapilarin tumunu birden determine etmektedir. Bu sistemde insan, hem yasadigi ortama uyum saglayan hem de bu uyum icerisinde kendisini tekâmul ettirebilen bir varlik olarak karsimiza cikmaktadir. Ibn Haldun’un perspektifinden bakildiginda insan, yasadigi cevresel sartlardan, gelistirdigi teknikten ve mimariden ayri olarak ele alinamaz ya da tanimlanamaz. O, hem yasadigi ortami degistiren hem de bu degisim icinde degisen varliktir. Ibn Haldun’a gore bu degisimin temel gayesi, hayati kolaylastirma ve refaha kavusma istegidir. Dolayisiyla insanin tekâmulunu saglayan motivasyonlarin en tabii olani karsilastigi zorluklardir. Zorluklar, insani zinde ve guclu kilan unsurlardir. Bedevilikten hadarilige oradan da umrânin refahina dogru ilerleyen insan, bu surecte astigi her zorluk sayesind...
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, 2019
MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2019
This study attempts to explore the non-English major college EFL teachers' beliefs and practices ... more This study attempts to explore the non-English major college EFL teachers' beliefs and practices at three universities by quantitative and qualitative approaches. Through one and a half months' data collection, this study found that all of the participants were able to articulate their own teaching beliefs though, their teaching practices were not a hundred percent consistent with their professed beliefs due to some contextual factors. Thus, this study hopes to arouse colleges' attention on teachers' beliefs and to help college teachers realize the significance of teachers' beliefs to their teaching and professional development.
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2019
Altın çağını VIII-XIII. Yüzyıllar arasında yaşamış olan İslam düşüncesinin en temel özelliklerind... more Altın çağını VIII-XIII. Yüzyıllar arasında yaşamış olan İslam düşüncesinin en temel özelliklerinden biri, eşzamanlı ya da artzamanlı olarak süregelen, dinamik kelâm-felsefe tartışmalarına sahip olmasıdır. "Tehâfüt geleneği" biçiminde adlandırılan bu tartışmaların hiç şüphesiz ilki ve en meşhuru, Gazzâlî'nin, başta İbn Sinâ olmak üzere filozofları eleştirmek için kaleme aldığı ""Tehâfütü'l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eseriyle başlayan tartışmadır. Gazzâlî, şu üç meselede filozofların küfre girdiğini iddia etmiştir: Allah ile beraber âlemin kadîm sayılması, Allah'ın tikelleri bilemeyeceği ve ölümden sonraki hayatta bedensiz dirilişin gerçekleşmesi. Biz bu çalışmada âlemin ezelîliği meselesini İbn Sina, Gazzâlî ve Hocazâde'nin görüşlerini karşılaştırmak suretiyle ele alıp inceleyeceğiz.
MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2019
İslam düşüncesinin en temel özelliklerinden biri, eşzamanlı ya da artzamanlı olarak süregelen, di... more İslam düşüncesinin en temel özelliklerinden biri, eşzamanlı ya da artzamanlı olarak süregelen, dinamik kelâm-felsefe tartışmalarına sahip olmasıdır. "Tehâfüt geleneği" biçiminde adlandırılan bu tartışmaların hiç şüphesiz ilki ve en meşhuru, Gazzâlî'nin, başta İbn Sinâ olmak üzere filozofları eleştirmek için kaleme aldığı "Tehâfütü'l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı)" adlı eseriyle başlayan tartışmadır. Gazzâlî, şu üç meselede filozofların küfre girdiğini iddia etmiştir: Allah ile beraber âlemin kadim sayılması, Allah'ın cüz'ileri bilemeyeceği ve ölümden sonraki hayatta bedensiz dirilişin gerçekleşmesi. Biz bu çalışmada Allah'ın cüz'ileri bilmesi meselesini İbn Sina, Gazzâlî ve Hocazâde'nin görüşlerini karşılaştırmak suretiyle ele alıp inceleyeceğiz.
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2018
Social Sciences Studies Journal, 2021
Duygu ve zihin felsefesinin üzerinde önemle durduğu epistemik duygular meselesi, bilginin öznesi ... more Duygu ve zihin felsefesinin üzerinde önemle durduğu epistemik duygular meselesi, bilginin öznesi olarak insanın, bilgiye giden yolda hangi duygusal motivasyonlarla hareket ettiği ve bu duyguların üstbilişsel süreçlerle nasıl bir ilişki içerisinde olduğu sorunsalından hareketle tartışılmaktadır. Söz konusu bu tartışmalar özellikle son elli yılda Texas Üniversitesi felsefe bölümünün duygu felsefesi uzmanlarınca yoğun bir şekilde sürdürülmektedir. Duygu teorisyenleri ve epistemologlar, epistemik duygulara ve psikolojideki üstbiliş araştırmalarından yararlanmak suretiyle epistemik – ya da noetik ya da metabilişsel – duygulara teorilerinde giderek daha fazla yer açmaktadırlar. Bu çalışmalar neticesinde insanın bilme süreçlerine etki eden belli başlı epistemik duygular şöyle sıralanmaktadır; hayret, merak, hayranlık, entelektüel cesaret, şaşırma, ilgi, kesinlik duygusu, şüphe duygusu, bilinmeyenin korkusu, misoloji, doğrulama sevinci, bilme duygusu vb. İslam düşüncesi bağlamında epistemik duyguların neler olduğuna dair müstakil bir çalışma henüz yapılmamıştır.
Bu makale, erken dönem İslâm düşüncesinin epistemik duygular dizgesinin neler olduğunu tespit etmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda Kur’ân’da ve klasik İslâm düşüncesi kaynaklarında epistemik duygulardan bahsedilip bahsedilmediği ve bunların sistematik bir yapı arz edip etmediği üzerinde durulacaktır.
Vuslat Dergisi, 2020
İslam dini 7. yüzyılda, ifrat ve tefrit çıkmazında iyice dengesizleşmiş bir dünya sahnesine, itid... more İslam dini 7. yüzyılda, ifrat ve tefrit çıkmazında
iyice dengesizleşmiş bir dünya sahnesine, itidalin
(adalet) yegâne temsilcisi olarak büyük bir meydan
okumayla çıkmış ve tarihin seyrini değiştirmiştir.
Hz. Peygamber’in risaleti ve riyaseti önderliğinde
başlayan ve kısa sürede üç kıtaya yayılan
İslâm medeniyeti, “oku!”2 çağrısıyla insanlığın
yeryüzünde yeniden ve en mütemmim bir tarzda
inkişafını gerçekleştirmiştir. Mutlak doğruluk, iyilik
ve güzelliğin kaynağı olan Allah, bu değerleri
yeryüzünde hâkim kılmak için medeniyetin öznesi
olan insanı, akl-ı selime, kalb-i selime ve zevk-i
selime davet etmek suretiyle onu yeryüzünde
kendisine halife kılmıştır.3 Bu sayede entelektüel
ve ahlâkî sorumluluğunu bilfiil yerine getiren
mü’min, âbid ve muhsinlerden müteşekkil “vasat”
4 yani mutedil bir ümmet oluşturan İslâm medeniyeti,
bilgi ve değeri yekdiğerine hamletmek
suretiyle yeryüzündeki ifsadı yok etmeyi hedeflemiştir.
Cumhuriyet Theology Journal, 2019
According to Ibn Khaldūn, man is a social entity deeply influenced by the geo-eco-nomics-politics... more According to Ibn Khaldūn, man is a social entity deeply influenced by the geo-eco-nomics-politics of the environment in which he lives. The effect is seen as so strong that nearly all of these structures in their relationship to human beings are dominated by it. In this sys-tem, we see human beings as a creature who is both able to adapt himself to the environment and able to evolve in this harmony. From the perspective of Ibn Khaldūn, man cannot be eval-uated or defined separately from the environmental conditions, the technique and architec-ture he has developed. Ibn Khaldūn sees the primary source of this change to be the desire to make life both more prosperous and bearable. Therefore, the most natural motivations that affect man’s desire to alter the natural world are the environmental challenges that he en-counters. The challenges that are imposed upon man in the natural world are those that have led to human progress. From badāwa (nomadic society) to ḥaḍāra (sedentary society) and so to the ceaseless drive of human progress that has served to make life more endurable, every effort in this sense leads to a physical and moral loosening as the incessant struggle to survive that defines human existence is made more bearable. Physical slack by breaking the re-sistance of man to resist the environmental conditions; and moral looseness by making man more vulnerable to the temptation of desires, pleasures and welfare that are the cause of moral dilemmas. Ibn Khaldūn’s moral thought with its social, political, and other fields of ap-plication are all contexts that enable an understanding of the devaluation of money-hedonist morality in all ways. This article aims to analyze the social, political and economic dilemmas and challenges that the capitalist, consumption-based money-hedonist morality (obesity, so-cial media addiction, consumption, and moral devaluation in the face of financial, virtual and imagined valuations, etc.) from the perspective of Ibn Khaldūn.
Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2019
Öz Gazzâlî"nin filozofları tekfir ettiği üç meselenin üçüncüsü olan meâd meselesi, İslam düşünce ... more Öz Gazzâlî"nin filozofları tekfir ettiği üç meselenin üçüncüsü olan meâd meselesi, İslam düşünce tarihinde Gazzâlî"yle başlayan tehâfüt geleneğinin ele alıp incelediği, teolojik ve felsefî bağlamı olan önemli bir meseledir. Meâd (dönüş, kıyamet günü insanların yeniden dirilişi) ve ahiret gününe iman hem Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında hem de kelamcılar, felsefeciler ve din âlimleri arasında ortak bir meseledir. Gerek bu üç dinde ve gerekse bahsi geçen düşünme biçimlerinde kıyamet günü ve yeniden diriliş, dinî inancın ana konularından ve vazgeçilmez esaslarındandır. Böylesine önemli bir meselenin tartışılma alanı ve biçimi hiç şüphesiz teolojik ve felsefî birçok meseleyi yakından ilgilendirmektedir. Bu çalışmada meşşâî bir filozof olan Fârâbî ile XV. yüzyıl Osmanlı âlimlerinden Hocazâde"nin meâd meselesine dair görüşleri incelenecektir. Böylelikle farklı dönemlerde yaşamış ve farklı bakış açılarına sahip iki İslam düşünürünün meâd meselesine dair görüşlerinden yola çıkılarak bu meselenin İslam düşünce tarihindeki yeri, ele alınış biçimi, sürekliliği ve dönemler arası geçişte farklı anlamlar kazanıp kazanmadığı gibi hususlar hakkında değerlendirmeler yapılması amaçlanmaktadır. Abstract The Mead (Eschatology) issue, which is the third issue of the three issues used by al-Ghazzali to show philosophers as heretic, is an important issue with the theological and philosophical context in which Islamic tradition began to investigate the discussion (tehafut) tradition that began with al-Ghazzali. Mead (return, resurrection of people on the Day of Resurrection) and faith in the Hereafter is a common issue between Jews, Christians and Muslims and between theologians, philosophers and religious scholars. Both in these three religions and in the ways of thinking, the Day of Apocalypse and Resurrection is one of the main subjects and indispensable principles of religious faith. Such an important issue"s area and type of discussion undoubtedly related to many theological and philosophical issues. In this study, we have discussed the issue of al-mead with a philosopher Fârâbî and XV. century Ottoman scholar Hojazadeh by comparing their views. Thus, based on the visions of two Islamic philosophers who lived in different periods and who had different perspectives, it is aimed to make evaluations about the place of this issue in the history of Islamic thought, the manner in which it is discussed, its continuity and whether it has gained different meanings in the transition between the periods.
ATEBE Journal for Religious Studies
Bu makale, iTenticate yazılımınca taranmıştır. İntihal tespit edilmemiştir/This article has been ... more Bu makale, iTenticate yazılımınca taranmıştır. İntihal tespit edilmemiştir/This article has been scanned by iTenticate. No plagiarism detected. Etik Beyan/Ethical Statement: Bu çalışmanın hazırlanma sürecinde bilimsel ve etik ilkelere uyulduğu ve yararlanılan tüm çalışmaların kaynakçada belirtildiği beyan olunur/It is declared that scientific and ethical principles have been followed while carrying out and writing this study and that all the sources used have been properly cited (Luay Hatem YAQOOB-Muhammet Caner ILGAROĞLU).
Cumhuriyet Theology Journal , 2022
Emotions are human attributes that are directly related to the epistemic, ethical, and aesthetic ... more Emotions are human attributes that are directly related to the epistemic, ethical, and aesthetic aspects of human beings.
While man builds a meaningful, valuable, and beautiful life, gets motivation from emotions along with the mind. Emotions, with
their multifunctional aspect, are means for determining, activating, directing, influencing, transforming, restraining, and
sometimes manipulating human intentions, attitudes, and actions. For this reason, any research that treats human actions,
especially morality, has to deal with emotions. The way to know the human being is to understand his emotions in his practical life.
Therefore, in the gap between the stability of the theoretical and the dynamism of life, emotions become the subject of philosophical
research. It is not easy to express the dynamic aspect and unbounded nature of emotion within the limits of language. However, for
human beings, emotions are effective in their decision-making processes, intentions, orientations, and choices, in which they
understand themselves, the universe, nature, matter, individuals, societies, goodness, evil, valuable and non-valued things, cope
with facts and events, manage their practical life, stands out as dynamic, functional and cognitive attributes inherent in all these
processes. Man experiences a wide variety of emotional states in his daily life. Thus, he has constantly changed moods with these
emotional states he experiences. These experiences can be caused by external factors as well as by the influence of the internal
dynamics of the human being. In terms of his social life, man has a dynamic moral life that gives emotional reactions and receives
emotional effects. In this context, emotions enable man to establish a balance between himself and the self of the society in which
he lives and determine his basic orientations. Emotions are motivating faculties that motivate a man to act and guide his
imaginations, and evaluations of the past, present, and future. Regret is an emotion of moral self-control that addresses the self and
internally organizes and constructs its morality. This emotion plays a central role, especially in the field of moral values, with its
nature that affects man both in individual and social life. Regret, in its simplest form, appears in the form of a bitter feeling that
includes the negative judgment of man's past action or inaction and is expressed with the expression of a wish. The emotion of
regret is formed by the effect of internal influences in humans. Like most moral emotions, regret includes both a phenomenological
sense and a cognitive judgment. Regret which is a psychologically and conceptually complex emotion, reveals a series of emotions
such as sadness, disappointment, longing, nostalgia, and sometimes the relief of not regretting something. Regret can also manifest
itself as a strong, motivating sadness and a passionate complaint that things are not going as planned. It is an experience of pain,
often retrospective, that shapes our present and future. Regret is an emotion that arises with awareness, usually expressing
disapproval of what the person did, wishing it to be different, upset, ashamed, or guilty. Regret is part of human self-control, which
encourages man to learn from past and present mistakes and to correct future behavior. This emotion is a corrective and healing
sense of moral self-control that arises as a result of one's internal accounting for one's actions. Regret is a necessary consequence
of man's moral nature. This emotion stems from the fact that he is a being that can choose, that is, his moral freedom. For regret to
occur, the moral action must have taken place as a result of a choice to be made among at least two alternatives. Therefore, the
prerequisite for repentance is freedom. The reciprocal roles of reason and emotion on our thoughts and actions are particularly
evident in the phenomenon of regret. For that reason, regret, whether in the practical or theoretical field, is an emotion related not
only to the emotional side of humans but also to the cognitive side. The fact that regret is a state of sadness that occurs when a
person realizes his mistake on a phenomenon that has been experienced in the past or whose effect continues today, shows that it
is an emotion of evaluation. Since the activating aspect of the emotions will be backward dysfunctional in regret, this incentive
aspect manifests itself in the direction of preventing the repetition of the regretful situation in the future. Thus, a sad situation in
the past will pave the way for a moral evolution from negative to positive, from destructive to constructive. In this article, the
nature, value, and functionality of the regret will be analyzed and interpreted from a philosophical point of view, taking into account
the principles of emotion ethics, and its conceptual and theoretical framework.
Zihinsel yaşamımızın hiçbir yönü, varlığımızın niteliği ve anlamı bakımından duygulardan daha öne... more Zihinsel yaşamımızın hiçbir yönü, varlığımızın niteliği ve anlamı bakımından duygulardan daha önemli değildir. Hayatı yaşamaya değer ve bazen de bitmeye değer kılan duygulardır. Duygular, bir anlamda neyin hayati derecede önemli ve değerli olduğunun göstergeleridir. Bu nedenle, klasik filozofların çoğunun anlaşılır duygu teorilerine sahip olması ve son yıllarda duyguların bir kez daha felsefenin odağı haline gelmesi şaşırtıcı değildir.
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi
Duygular; insanın epistemik, etik ve estetik yönleriyle doğrudan ilişkili varoluşsal öznitelikler... more Duygular; insanın epistemik, etik ve estetik yönleriyle doğrudan ilişkili varoluşsal özniteliklerdir. İnsan anlam-lı, değerli ve güzel bir hayat kurarken akılla birlikte duygulardan motivasyon almaktadır. Duygular, çok fonk-siyonlu yapısıyla insanın niyet, tutum, tavır ve eylemlerini belirleme, harekete geçirme, yönlendirme, etkile-me, dönüştürme, frenleme ve bazen de manipüle etme araçlarıdır. Bu nedenle ahlak başta olmak üzere insan eylemlerini problem edinen her araştırma, duyguları ele almak durumun¬dadır. İnsanı tam anlamıyla tanıma-nın yolu, pratik yaşantısı içerisinde ortaya çıkan duygusallığını anlamaktan geçer. Dolayısıyla teorik olanın durağanlığı ile hayatın akışkanlığı arasındaki uçurumda duygular, felsefi bir soruşturmanın konusu olmakta-dır. Duygunun dinamik yapısını ve sınır çizilemeyen doğasını dilin sınırları içerisinde ifade etmek kolay değildir. Bu-nunla birlikte insan için duygular, kendini, evreni, doğayı, maddeyi, bireyleri, toplumları, iyiyi, kötüyü, değerli o...
Al-Farabi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Dec 28, 2021
Çiçekler her daim güzeldir ve güzelliği sembolize ederler. Dünyayı bir bahçe olarak tasavvur eder... more Çiçekler her daim güzeldir ve güzelliği sembolize ederler. Dünyayı bir bahçe olarak tasavvur edersek bu bahçenin en kıymetli çiçeği nasıl ki insan olmaktaysa öyle de çiçeklerin en kıymetlisi lâledir. Çünkü lâlenin de tıpkı insanınkine benzer bir hikâyesi vardır. İnsan nasıl varlıklar arasında biricik ise lâle de çiçekler arasında biriciktir. İnsan nasıl türlü türlü, çeşit çeşit, renk renk, başka başka ise lâle de gerek biçimiyle gerek renkleriyle ve gerekse cins ve türleriyle çeşit çeşittir. Evren nasıl ki adeta insan için var olmuşsa ve nasıl ki insan evrene özellikle gönderilmiş bir varlıksa lâle de güzelliğiyle, rengârenk oluşuyla adeta yeryüzüne özellikle gönderilmiş bir çiçektir. Lâle, kendisinden en yüksek sanatkârların ilham aldığı bir sanat çiçeğidir. Büyüleyici güzelliği beyitleri, mısraları süslemiş; nakkaşlar, ebruzenler, hakkaklar, oymacılar, mermerbürler, çiniciler ve daha nice sanatkârlar kâğıtları, suları, metalleri, ahşapları, taşları, çinileri ve çamurları desen desen lâle motifleriyle bezemişler. Lâle, Türk sanatının vaz geçilmez bir sembolü olmuş, mezar taşları bile lâle motifleriyle süslenmiştir. Bu makalenin amacı, çokkültürlülüğün hâkim olduğu çağımızda lâle sembolü üzerinden dostluğun değerini ve birlikte yaşama ahlakını felsefî olarak değerlendirmek ve alegorik bir yaklaşımla değerlerin insan hayatı için önemini vurgulamaktır.
İslâm ve Batı’nın bilim anlayışı, ancak ilişkili oldukları inanç ve kültür köklerinden neşet eden... more İslâm ve Batı’nın bilim anlayışı, ancak ilişkili oldukları inanç ve kültür köklerinden neşet eden kendine özgü dünya görüşü ve evren tasavvuruna sahip medeniyetleri bağlamında anlaşılabilir. İslâm’ın ilim/bilim anlayışı bireyin ve toplumun kemâlini ve mutluluğunu amaçlayan bir motivasyona sahiptir. Öyle ki o, Allah’ın iradesini ve onun yaratma gayesini önceleyen tevhidî bir bilgi, varlık ve değer algısını taşımaktadır. Buna karşın Batı medeniyetinin tekno-bilimi, mutlak hakikat anlayışı yerine inşâî (itibârî) hakikati benimsemiştir. Söz konusu ideolojik bilim yaklaşımı piyasa ekonomisi, güç ve konforu hedeflemiş, kölelik ve sömürüyü hedefleyerek onları yüceltmiştir. Bu makale, özellikle son iki yüzyılda Batı medeniyetinin tekno-bilimsel gelişimi ve dünya üzerindeki kapital tahakkümü karşısında İslâm medeniyetinin bilim/ilim anlayışının geri, çaresiz ve Müslüman toplumların mahkûm ve mazlum olduğu gerçeğinden hareketle bu durumun temel nedenlerini felsefî bakış açısıyla ele alarak he...
According to Ibn Khaldūn, man is a social entity deeply influenced by the geo-economics-politics ... more According to Ibn Khaldūn, man is a social entity deeply influenced by the geo-economics-politics of the environment in which he lives. The effect is seen as so strong that nearly all of these structures in their relationship to human beings are dominated by it. In this system, we see human beings as a creature who is both able to adapt himself to the environment and able to evolve in this harmony. From the perspective of Ibn Khaldūn, man cannot be evaluated or defined separately from the environmental conditions, the technique and architecture he has developed. Ibn Khaldūn sees the primary source of this change to be the desire to make life both more prosperous and bearable. Therefore, the most natural motivations that affect man’s desire to alter the natural world are the environmental challenges that he encounters. The challenges that are imposed upon man in the natural world are those that have led to human progress. From badāwa (nomadic society) to ḥaḍāra (sedentary society) and...
Al Farabi Sosyal Bilimler Dergisi, 2021
ÖZET Çiçekler her daim güzeldir ve güzelliği sembolize ederler. Dünyayı bir bahçe olarak tasavvur... more ÖZET Çiçekler her daim güzeldir ve güzelliği sembolize ederler. Dünyayı bir bahçe olarak tasavvur edersek bu bahçenin en kıymetli çiçeği nasıl ki insan olmaktaysa öyle de çiçeklerin en kıymetlisi lâledir. Çünkü lâlenin de tıpkı insanınkine benzer bir hikâyesi vardır. İnsan nasıl varlıklar arasında biricik ise lâle de çiçekler arasında biriciktir. İnsan nasıl türlü türlü, çeşit çeşit, renk renk, başka başka ise lâle de gerek biçimiyle gerek renkleriyle ve gerekse cins ve türleriyle çeşit çeşittir. Evren nasıl ki adeta insan için var olmuşsa ve nasıl ki insan evrene özellikle gönderilmiş bir varlıksa lâle de güzelliğiyle, rengârenk oluşuyla adeta yeryüzüne özellikle gönderilmiş bir çiçektir. Lâle, kendisinden en yüksek sanatkârların ilham aldığı bir sanat çiçeğidir. Büyüleyici güzelliği beyitleri, mısraları süslemiş; nakkaşlar, ebruzenler, hakkaklar, oymacılar, mermerbürler, çiniciler ve daha nice sanatkârlar kâğıtları, suları, metalleri, ahşapları, taşları, çinileri ve çamurları desen desen lâle motifleriyle bezemişler. Lâle, Türk sanatının vaz geçilmez bir sembolü olmuş, mezar taşları bile lâle motifleriyle süslenmiştir. Bu makalenin amacı, çokkültürlülüğün hâkim olduğu çağımızda lâle sembolü üzerinden dostluğun değerini ve birlikte yaşama ahlakını felsefî olarak değerlendirmek ve alegorik bir yaklaşımla değerlerin insan hayatı için önemini vurgulamaktır.
FELSEFE DÜNYASI, 2021
Düşüncenin, varlıkla olan irtibatının en kapsamlı ve en derinlikli biçimi olarak felsefe, bilmeni... more Düşüncenin, varlıkla olan irtibatının en kapsamlı ve en derinlikli biçimi olarak felsefe, bilmenin konusu olabilecek her şeyi problem edinebilmektedir. İnsanlığın içinde bulunduğu ahlak krizini göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki felsefenin öncelikli problem alanını
ahlaki değerler oluşturmaktadır. Özellikle de ahlaki değerlerin kaynağı ve insanın bu değerlere bağlanması sorunu felsefi bir problem olarak ön plana çıkmaktadır. Dolayısıyla felsefi düşünce, insanın iç dünyasına yönelmek, bu dünyaya ışık tutmak ve böylece söz konusu probleme tutarlı çözümler üretmek durumundadır. Ahlaki değerlerin kaynağı, inşası, algılanması, benimsenmesi ve hayata aktarılması ile ilgili teorilerin düşünce tarihindeki seyrine baktığımızda büyük ölçüde aklın merkeze
alındığını görmekteyiz. Çağdaş zamanlara gelindiğindeyse bilimsel, teknolojik ve sosyal
gelişmelerin etkisiyle felsefi araştırmalarda yeni paradigmaların kendini gösterdiğine
şahit olmaktayız. Örneğin insanın bilişsel yetileri yanında duygulanımları ve duyguların
insanın ahlaki yargılarındaki rolü önemli bir araştırma alanı olarak kendini göstermiştir.
Felsefi yaklaşımların tarihsel süreci içinde “pathos” olarak tanımlanan ve ahlak
teorilerinin kavramlaştırılmasında akli süreçlerin bir zaafı olarak tanımlanan duygular,
günümüzde hem bilimsel hem de felsefi araştırmalarda önem kazanmıştır. Son yüzyılda
duygular, nörobilimsel araştırmaların odağında yer almıştır. Felsefe ise duygularla ilgili
önem ve önceliğini bütünsel bakış açısıyla devam ettirmekte ve söz konusu bu araştırmalara
ışık tutmaktadır. Özellikle yapay zekâ çalışmalarında bilinç problemi ile birlikte
duygular önemli bir çalışma alanı oluşturmaktadır. Bunun yanında duyguların, insanın
ahlaki varoluşu açısından harekete geçirici rolü ve ahlaki değerlerle ilişkisi, önemli bir
araştırma alanı oluşturmaktadır.
Duygu konusu, her ne kadar ortak bir alan olsa da onunla ilgilenen bilimlerin yöntemleriyle
felsefenin yöntemi birbirinden farklıdır. Salt bilimsel anlayış, insanı sadece biyo-
kimyasal nitelikleri açısından ele almakta, hayatın içinde duyguları ile bütünleşerek
kendini var eden, ahlâkî değerler üzerine kurulmuş ilişkileri olan ve kendini sanatla ifade
edebilen insanı izah etmekte yetersiz kalmaktadır. İnsanın ahlaki varoluşunu, onun sahip
olduğu akıl-duygu bütünlüğü içerisinde hakiki anlamda ancak bilimsel yöntemlerin ulaşamayacağı
sorgulamalar yapabilen, merkezinde duygu meselesi olan felsefi soruşturmalar
başarabilecektir.
İnsana verili olduğunu öngördüğümüz adalet duygusunun ahlaki değerlerle ilişkisini
duygu ve ahlak felsefesi perspektifinden ele almayı hedefleyen bu çalışma, Antik Yunan’dan
günümüze duygu ve ahlakın ilişkilendirildiği felsefi yaklaşımları incelemek suretiyle
duygu-değer ilişkisini ve bu ilişkinin merkezinde yer aldığını iddia ettiğimiz adalet
duygusunun mahiyetini ve fonksiyonelliğini ortaya koymaya çalışacaktır.
Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2018
Insan davranislarini, olan ve olmasi gereken acisindan ele alan cagdas bilimsel arastirmalarda uc... more Insan davranislarini, olan ve olmasi gereken acisindan ele alan cagdas bilimsel arastirmalarda uc tur perspektifin (naturalist, pragmatist ve toplumsal insaci) agirlikta oldugu gorulmektedir. Bu bakis acilarinin ortak ozelligi, insan davranislarini salt bilimsel bir arastirma alani icerisinde ve metafiziksel bir zeminden bagimsiz olarak ele almalaridir. Insani, yeryuzundeki siradan bir canli gibi dusunen; onu biyolojik varligina indirgeyip, metafizik yonunu yadsiyan bu yaklasimlar, Bati felsefesinde metafizigin, mutlak bilim karsisinda yok sayilmasinin bir sonucu olarak ortaya cikmistir. Bati felsefesinden mulhem bu yaklasimlarin aksine Islam dusuncesi, insani, herhangi bir varlik olarak gormemekte; onun bilincine, duygularina, ahlâki ozelliklerine ve dolayisiyla metafiziksel niteligine surekli vurgu yapmaktadir. Oyle ki Islâm dusuncesinin merkezinde yer alan Kur’ân-i Kerim, hem duygulari ele alan hem de duygularin nasil ahlâki degerlere donusebilecegi konusunda yol gosteren bunun d...
Al Farabi Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, 2019
Ibn Haldun, insanin ahlâkiliginin, yasadigi ortamin sosyo-ekonomik yapisindan derin bir sekilde e... more Ibn Haldun, insanin ahlâkiliginin, yasadigi ortamin sosyo-ekonomik yapisindan derin bir sekilde etkilendigini iddia etmektedir. Ona gore soz konusu bu etki o denli gucludur ki neredeyse insanla iliskili bu yapilarin tumunu birden determine etmektedir. Bu sistemde insan, hem yasadigi ortama uyum saglayan hem de bu uyum icerisinde kendisini tekâmul ettirebilen bir varlik olarak karsimiza cikmaktadir. Ibn Haldun’un perspektifinden bakildiginda insan, yasadigi cevresel sartlardan, gelistirdigi teknikten ve mimariden ayri olarak ele alinamaz ya da tanimlanamaz. O, hem yasadigi ortami degistiren hem de bu degisim icinde degisen varliktir. Ibn Haldun’a gore bu degisimin temel gayesi, hayati kolaylastirma ve refaha kavusma istegidir. Dolayisiyla insanin tekâmulunu saglayan motivasyonlarin en tabii olani karsilastigi zorluklardir. Zorluklar, insani zinde ve guclu kilan unsurlardir. Bedevilikten hadarilige oradan da umrânin refahina dogru ilerleyen insan, bu surecte astigi her zorluk sayesind...
Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, 2019
MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2019
This study attempts to explore the non-English major college EFL teachers' beliefs and practices ... more This study attempts to explore the non-English major college EFL teachers' beliefs and practices at three universities by quantitative and qualitative approaches. Through one and a half months' data collection, this study found that all of the participants were able to articulate their own teaching beliefs though, their teaching practices were not a hundred percent consistent with their professed beliefs due to some contextual factors. Thus, this study hopes to arouse colleges' attention on teachers' beliefs and to help college teachers realize the significance of teachers' beliefs to their teaching and professional development.
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2019
Altın çağını VIII-XIII. Yüzyıllar arasında yaşamış olan İslam düşüncesinin en temel özelliklerind... more Altın çağını VIII-XIII. Yüzyıllar arasında yaşamış olan İslam düşüncesinin en temel özelliklerinden biri, eşzamanlı ya da artzamanlı olarak süregelen, dinamik kelâm-felsefe tartışmalarına sahip olmasıdır. "Tehâfüt geleneği" biçiminde adlandırılan bu tartışmaların hiç şüphesiz ilki ve en meşhuru, Gazzâlî'nin, başta İbn Sinâ olmak üzere filozofları eleştirmek için kaleme aldığı ""Tehâfütü'l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı) adlı eseriyle başlayan tartışmadır. Gazzâlî, şu üç meselede filozofların küfre girdiğini iddia etmiştir: Allah ile beraber âlemin kadîm sayılması, Allah'ın tikelleri bilemeyeceği ve ölümden sonraki hayatta bedensiz dirilişin gerçekleşmesi. Biz bu çalışmada âlemin ezelîliği meselesini İbn Sina, Gazzâlî ve Hocazâde'nin görüşlerini karşılaştırmak suretiyle ele alıp inceleyeceğiz.
MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2019
İslam düşüncesinin en temel özelliklerinden biri, eşzamanlı ya da artzamanlı olarak süregelen, di... more İslam düşüncesinin en temel özelliklerinden biri, eşzamanlı ya da artzamanlı olarak süregelen, dinamik kelâm-felsefe tartışmalarına sahip olmasıdır. "Tehâfüt geleneği" biçiminde adlandırılan bu tartışmaların hiç şüphesiz ilki ve en meşhuru, Gazzâlî'nin, başta İbn Sinâ olmak üzere filozofları eleştirmek için kaleme aldığı "Tehâfütü'l-Felâsife (Filozofların Tutarsızlığı)" adlı eseriyle başlayan tartışmadır. Gazzâlî, şu üç meselede filozofların küfre girdiğini iddia etmiştir: Allah ile beraber âlemin kadim sayılması, Allah'ın cüz'ileri bilemeyeceği ve ölümden sonraki hayatta bedensiz dirilişin gerçekleşmesi. Biz bu çalışmada Allah'ın cüz'ileri bilmesi meselesini İbn Sina, Gazzâlî ve Hocazâde'nin görüşlerini karşılaştırmak suretiyle ele alıp inceleyeceğiz.
Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2018
Social Sciences Studies Journal, 2021
Duygu ve zihin felsefesinin üzerinde önemle durduğu epistemik duygular meselesi, bilginin öznesi ... more Duygu ve zihin felsefesinin üzerinde önemle durduğu epistemik duygular meselesi, bilginin öznesi olarak insanın, bilgiye giden yolda hangi duygusal motivasyonlarla hareket ettiği ve bu duyguların üstbilişsel süreçlerle nasıl bir ilişki içerisinde olduğu sorunsalından hareketle tartışılmaktadır. Söz konusu bu tartışmalar özellikle son elli yılda Texas Üniversitesi felsefe bölümünün duygu felsefesi uzmanlarınca yoğun bir şekilde sürdürülmektedir. Duygu teorisyenleri ve epistemologlar, epistemik duygulara ve psikolojideki üstbiliş araştırmalarından yararlanmak suretiyle epistemik – ya da noetik ya da metabilişsel – duygulara teorilerinde giderek daha fazla yer açmaktadırlar. Bu çalışmalar neticesinde insanın bilme süreçlerine etki eden belli başlı epistemik duygular şöyle sıralanmaktadır; hayret, merak, hayranlık, entelektüel cesaret, şaşırma, ilgi, kesinlik duygusu, şüphe duygusu, bilinmeyenin korkusu, misoloji, doğrulama sevinci, bilme duygusu vb. İslam düşüncesi bağlamında epistemik duyguların neler olduğuna dair müstakil bir çalışma henüz yapılmamıştır.
Bu makale, erken dönem İslâm düşüncesinin epistemik duygular dizgesinin neler olduğunu tespit etmeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda Kur’ân’da ve klasik İslâm düşüncesi kaynaklarında epistemik duygulardan bahsedilip bahsedilmediği ve bunların sistematik bir yapı arz edip etmediği üzerinde durulacaktır.
Vuslat Dergisi, 2020
İslam dini 7. yüzyılda, ifrat ve tefrit çıkmazında iyice dengesizleşmiş bir dünya sahnesine, itid... more İslam dini 7. yüzyılda, ifrat ve tefrit çıkmazında
iyice dengesizleşmiş bir dünya sahnesine, itidalin
(adalet) yegâne temsilcisi olarak büyük bir meydan
okumayla çıkmış ve tarihin seyrini değiştirmiştir.
Hz. Peygamber’in risaleti ve riyaseti önderliğinde
başlayan ve kısa sürede üç kıtaya yayılan
İslâm medeniyeti, “oku!”2 çağrısıyla insanlığın
yeryüzünde yeniden ve en mütemmim bir tarzda
inkişafını gerçekleştirmiştir. Mutlak doğruluk, iyilik
ve güzelliğin kaynağı olan Allah, bu değerleri
yeryüzünde hâkim kılmak için medeniyetin öznesi
olan insanı, akl-ı selime, kalb-i selime ve zevk-i
selime davet etmek suretiyle onu yeryüzünde
kendisine halife kılmıştır.3 Bu sayede entelektüel
ve ahlâkî sorumluluğunu bilfiil yerine getiren
mü’min, âbid ve muhsinlerden müteşekkil “vasat”
4 yani mutedil bir ümmet oluşturan İslâm medeniyeti,
bilgi ve değeri yekdiğerine hamletmek
suretiyle yeryüzündeki ifsadı yok etmeyi hedeflemiştir.
Cumhuriyet Theology Journal, 2019
According to Ibn Khaldūn, man is a social entity deeply influenced by the geo-eco-nomics-politics... more According to Ibn Khaldūn, man is a social entity deeply influenced by the geo-eco-nomics-politics of the environment in which he lives. The effect is seen as so strong that nearly all of these structures in their relationship to human beings are dominated by it. In this sys-tem, we see human beings as a creature who is both able to adapt himself to the environment and able to evolve in this harmony. From the perspective of Ibn Khaldūn, man cannot be eval-uated or defined separately from the environmental conditions, the technique and architec-ture he has developed. Ibn Khaldūn sees the primary source of this change to be the desire to make life both more prosperous and bearable. Therefore, the most natural motivations that affect man’s desire to alter the natural world are the environmental challenges that he en-counters. The challenges that are imposed upon man in the natural world are those that have led to human progress. From badāwa (nomadic society) to ḥaḍāra (sedentary society) and so to the ceaseless drive of human progress that has served to make life more endurable, every effort in this sense leads to a physical and moral loosening as the incessant struggle to survive that defines human existence is made more bearable. Physical slack by breaking the re-sistance of man to resist the environmental conditions; and moral looseness by making man more vulnerable to the temptation of desires, pleasures and welfare that are the cause of moral dilemmas. Ibn Khaldūn’s moral thought with its social, political, and other fields of ap-plication are all contexts that enable an understanding of the devaluation of money-hedonist morality in all ways. This article aims to analyze the social, political and economic dilemmas and challenges that the capitalist, consumption-based money-hedonist morality (obesity, so-cial media addiction, consumption, and moral devaluation in the face of financial, virtual and imagined valuations, etc.) from the perspective of Ibn Khaldūn.
Manas Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2019
Öz Gazzâlî"nin filozofları tekfir ettiği üç meselenin üçüncüsü olan meâd meselesi, İslam düşünce ... more Öz Gazzâlî"nin filozofları tekfir ettiği üç meselenin üçüncüsü olan meâd meselesi, İslam düşünce tarihinde Gazzâlî"yle başlayan tehâfüt geleneğinin ele alıp incelediği, teolojik ve felsefî bağlamı olan önemli bir meseledir. Meâd (dönüş, kıyamet günü insanların yeniden dirilişi) ve ahiret gününe iman hem Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar arasında hem de kelamcılar, felsefeciler ve din âlimleri arasında ortak bir meseledir. Gerek bu üç dinde ve gerekse bahsi geçen düşünme biçimlerinde kıyamet günü ve yeniden diriliş, dinî inancın ana konularından ve vazgeçilmez esaslarındandır. Böylesine önemli bir meselenin tartışılma alanı ve biçimi hiç şüphesiz teolojik ve felsefî birçok meseleyi yakından ilgilendirmektedir. Bu çalışmada meşşâî bir filozof olan Fârâbî ile XV. yüzyıl Osmanlı âlimlerinden Hocazâde"nin meâd meselesine dair görüşleri incelenecektir. Böylelikle farklı dönemlerde yaşamış ve farklı bakış açılarına sahip iki İslam düşünürünün meâd meselesine dair görüşlerinden yola çıkılarak bu meselenin İslam düşünce tarihindeki yeri, ele alınış biçimi, sürekliliği ve dönemler arası geçişte farklı anlamlar kazanıp kazanmadığı gibi hususlar hakkında değerlendirmeler yapılması amaçlanmaktadır. Abstract The Mead (Eschatology) issue, which is the third issue of the three issues used by al-Ghazzali to show philosophers as heretic, is an important issue with the theological and philosophical context in which Islamic tradition began to investigate the discussion (tehafut) tradition that began with al-Ghazzali. Mead (return, resurrection of people on the Day of Resurrection) and faith in the Hereafter is a common issue between Jews, Christians and Muslims and between theologians, philosophers and religious scholars. Both in these three religions and in the ways of thinking, the Day of Apocalypse and Resurrection is one of the main subjects and indispensable principles of religious faith. Such an important issue"s area and type of discussion undoubtedly related to many theological and philosophical issues. In this study, we have discussed the issue of al-mead with a philosopher Fârâbî and XV. century Ottoman scholar Hojazadeh by comparing their views. Thus, based on the visions of two Islamic philosophers who lived in different periods and who had different perspectives, it is aimed to make evaluations about the place of this issue in the history of Islamic thought, the manner in which it is discussed, its continuity and whether it has gained different meanings in the transition between the periods.
Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları , 2022
Mardin Artuklu Üniversitesi Yayınları Ekoller ve Kurumlar Düşünce Bilimleri
Divan Yayınları, 2023
İDEAL DEVLET (EL-MEDÎNETÜ’L-FÂZILA) ERDEMLİ ŞEHİR HALKININ GÖRÜŞLERİNİN İLKELERİ Ebu Nasr El-Fâr... more İDEAL DEVLET
(EL-MEDÎNETÜ’L-FÂZILA)
ERDEMLİ ŞEHİR HALKININ
GÖRÜŞLERİNİN İLKELERİ
Ebu Nasr El-Fârâbî
Arapça Aslından Çeviren
Doç. Dr. Muhammet Caner Ilgaroğlu
Lisans Yayınları, 2023
İnsan zihninin ve dolayısıyla insanlığın ortak evrensel ürünü olan düşünce, Çin, Hint, Babil ve M... more İnsan zihninin ve dolayısıyla insanlığın ortak evrensel ürünü olan düşünce, Çin, Hint, Babil ve Mısır gibi kadim medeniyetlerden Anadolu'ya, oradan Yunan'a, buradan da tekrar eski kökleriyle kaynaşmak suretiyle Helenistik coğrafyaya intikal etmiştir. Abbasiler devrinde Bağdat'ta bulunan Beytü'l-Hikme'de başlayan tercüme faaliyeti ile söz konusu bu düşünce mirası Arapçaya aktarılmıştır. Müslüman düşünürler, bu kadim bilgeliğe kayıtsız kalmamış, ona evrensel hikmet ve tevhid anlayışı perspektifinden yaklaşmak suretiyle yeni bir form kazandırmışlardır. Evrensel bilginin yeni formu olarak ortaya çıkan İslâm düşüncesi, insanlık tarihinin en köklü medeniyetinin-İslâm medeniyeti-oluşumuna kaynaklık etmiştir. Genelde İslâm düşüncesi özel de ise İslâm felsefesi varlığa bütüncül, tutarlı ve özgün bakışıyla 11. yüzyıldan itibaren Batı düşüncesini derinden etkilemiştir. Söz konusu bu etki, başta İslâm felsefesi bağlamında bilimsel, kavramsal ve kuramsal, İslâm medeniyeti bağlamında ise sosyal ve kurumsal etki şeklinde tezahür etmiştir.
Nobel Akademik Yayınları, 2023
Cumhuriyet Dönemi Tü rk dü şü ncesinin önde gelen isimlerinden biri olan Nurettin Topçu (19... more Cumhuriyet Dönemi Tü rk dü şü ncesinin önde gelen isimlerinden biri olan
Nurettin Topçu (1909-1975), ahlâk, felsefe, sosyoloji, psikoloji ve tasavvuf gibi
alanlarını kapsayan geniş, entelektü el yelpazede orijinal fikirler ortaya koymuş
idealist bir dü şü nü rdür.1 Asıl adı Osman Nuri olan2 Topçu, 1909 yılında Iİstanbul’da dü nyaya gelmiştir. Aslen Topçuzâdeler3 diye bilinen Erzurumlu büyü k
bir aileye mensuptur. Başarılarla dolu bir öğrenim hayatına sahip olan Topçu,
felsefeye lise yıllarında merak sarmış ve mezun olur olmaz burslu olarak Fransa’da öğrenim görmeye hak kazanmıştır.4 1928-1934 yılları arasında altı yıl
sü reyle öğrenimine Fransa’da devam eden Topçu, lise tamamlama derslerini
Bordeaux Lisesi’nden, lisansını ve doktorasını da Sorbonne’dan almıştır. Sorbonne’da felsefe alanında doktora yapan ilk Tü rk öğrenci olan Topçu’nun tezi,
“İsyan Ahlâkı” ismiyle Tü rkçeye tercü me edilen Conformisme et Révolte’dir.
Cluj University Press, 2022
If we imagine the world as a garden, the most precious flower of this garden is the tulip, just a... more If we imagine the world as a garden, the most precious flower of this garden is the tulip, just as human beings are. Because the tulip has a story similar to that of the human. Just as man is unique among beings, tulips are unique among flowers. Just as human beings are of all kinds, varieties, colors and colors, tulips are also diverse in form, color, and species and species. Just as the universe has existed for human beings, and just as humans are sent to the universe in particular, the tulip is a flower specially sent to the earth with its beauty and colorfulness. Tulip is an art flower inspired by the highest artists. Its enchanting beauty adorned the couplets and verses; muralists, marbling artists, engravers, carvers, marble makers,
tile makers and many other craftsmen decorated paper, water, metals, woods, stones, tiles and mud with tulip motifs. The tulip has become an indispensable symbol of Turkish art, and even the tombstones are decorated with tulip motifs. The aim of this study is to philosophically evaluate the value of friendship and the morality of living together through the symbol of tulip in our multicultural era and to emphasize the importance of values for human life with an allegorical approach.
Lisans Yayıncılık, 2019
Milattan önce 323 ilâ 30 yılları arasını kapsayan yaklaşık 300 yıllık döneme “hellenistik dönem”;... more Milattan önce 323 ilâ 30 yılları arasını kapsayan yaklaşık 300 yıllık döneme “hellenistik dönem”; bu dönemde ortaya çıkan ve felsefe tarihinde Platon ve Aristoteles’le sistematize olan dar anlamdaki klasik Yunan felsefesinin yerine geçen pratik/ahlâkî felsefî düşünüş tarzına ise “hellenistik felsefe” adı verilmektedir. Hellen (Ellen/Yunan) sözcüğü, Yunan mitolojisindeki bir kahramanın adıdır. Polis adı verilen şehir-devletlerinde, siyasi birlikten uzak, kapalı toplumlar halinde yaşayan Yunanlılar, özellikle Büyük İskender’in (Great Aleksandros) imparatorluğundaki Makedonya hegemonyasına girdikleri dönemde (M.Ö. 333) ve daha sonra Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti haline geldikleri dönemde (M.Ö. 146) Yunan olmayan ve adına “Barbaroi/Barbares” dedikleri unsurlarla birlikte yaşamak durumunda kalmışlardır.
Hiperlink Yayınları, 2019
Felsefe, "bilgelik sevgisi" anlamına gelen ve insanın iki temel yönüne atıf yapan bir kavramdır. ... more Felsefe, "bilgelik sevgisi" anlamına gelen ve insanın iki temel yönüne atıf yapan bir kavramdır. Bilgelik, insanın bilişsel doğasından; sevgi ise duygusal doğasından kaynaklanmaktadır. Bilgi, sevgiyi hayranlığa dönüştürürken; sevgi de bilgiyi hikmete dönüştürmektedir. İnsanın mahiyetini, onun sahip olduğu akıl-duygu bütünlüğü içerisinde hakiki anlamda ancak bilimsel yöntemlerin ulaşamayacağı sorgulamalar yapabilen ve merkezinde duygu meselesi olan felsefi soruşturmalar başarabilir. Ahlak felsefesi açısından duygunun ahlâkî değerlerin oluşumundaki dinamik rolü konusuna odaklanan bu çalışmanın problematiğini ifade eden soru şudur: Duygu, doğası ve insan bütünlüğü içinde nasıl oluyor da ahlâkî değer sahasında kendisini var edebiliyor? Bu soruya Batı felsefesinden yola çıkarak ipuçları arayan bu çalışma, neticede duygu-değer ilişkisini ortaya koymayı hedeflemektedir. Ayrıca bu çalışma ile ahlakın duygu boyutu ön plana çıkarılmak suretiyle duygu nun, insanda ahlâkî bir tutum ve şuur oluşturma konusundaki katkısı tartışılmaktadır. Duygu, insanın yaşamında, karar alma süreçlerinde, niyetlerinde, yönelimlerinde ve seçimlerinde etkin, tüm bu süreçlere içkin, dinamik, öznel, içsel duyumsamalar ve izlenimlerdir. İnsan, hem rasyonel, hem duyuşsal hem de duygusal bir varlık olarak çok boyutlu birliktir. Bütün bu özellikleriyle insan; hakikati, düzeni, harmoniyi, uyumu kısacası adaleti arzulayan varlıktır. İnsan, adil olanda tamamlanan varlıktır. O, adaletin tecelli etmediği hiç bir nesnede kendi içsel huzurunu bulamaz. Adalet, tıpkı bir duvar ustasının kullandığı su terazisi gibi insanın, kendi ahlaki yapısını inşa ederken kullandığı vazgeçilmez bir terazidir. İnsandaki değer duygusu bizzat adalet duygusudur ki adalet sağlanmadan hiçbir şey onun nezdinde "iyi" ve "değerli" niteliği kazanamaz. İnsan, ne yapması gerektiği hususunda kararlar verirken yalnızca mantığını değil; duygularını da işin içine katmaktadır ki bu, insan için varoluşsal bir zorunluluktur. Elinizdeki bu kitap, Türkiye'de neredeyse hiç çalışılmamış bir konuyu gündeme getirmekle duygu felsefesine giden yolu açmayı ve felsefenin engin sınırlarını kendi çapında genişleterek bu alana önemli bir katkı yapmayı hedeflemektedir.
Hiperkitap, 2020
İbn Haldun, insanlık tarihinin, insan iradesinin cisimleşmiş hallerinden müteşekkil, belirli bir ... more İbn Haldun, insanlık tarihinin, insan iradesinin cisimleşmiş hallerinden müteşekkil, belirli bir anlam içeriğine sahip tarihsel bir varlık alanı olduğunu ve doğal varlık alanından ayırdığı tarihsel varlık alanının, insanla var olan (itibârî) ve umrânla anlaşılan (bâtınî) metafizikî bir yapıya sahip olduğunu belirtmiştir. İbn Haldun, 14. yüzyılda kendi metodolojisi ve kavramsal çerçevesi dâhilinde, insan deneyimini meydana getiren boyutların nasıl birbirine bağlanıp bir bütün oluşturduğunu kavramış ve fizik dünyayla bağ kurmak suretiyle organizmaya benzettiği toplumun yapısına ilişkin bütüncül bir tarih felsefesi ortaya koymuştur. O, içinde yaşadığı siyasi coğrafyanın ona sunduğu toplumsal olgu ve olayların gidişatı hakkındaki geniş bilgiye dayanarak, tarihi, bir bilim ve bir felsefe olarak yeniden inşâ etmiştir. İbn Haldun, zamanın, devirlerin, devletlerin, bireylerin ve toplumların belli kanunlara bağlı, yavaş, gizli ve zorunlu bir değişime tâbi olduğu postulatından hareketle, bilimsel ve felsefî bir tarih anlayışı geliştirmiş ve Mukaddime’de tarihselci bir perspektife dayalı olarak ortaya koymuşolduğu bu düşünceleriyle, 19. yüzyıl Almanya’sında şekillenmiş olan tarihselcilik düşüncesini etkilemiştir.
Çıra Yayınları, 2020
Bu çalışma, var olmanın, kesrette tevhidi; fenâda sonsuzluğu hedefleyen çok boyutlu, tarihsel bir... more Bu çalışma, var olmanın, kesrette tevhidi; fenâda sonsuzluğu hedefleyen çok boyutlu, tarihsel bir irade hareketi olduğunu düşünen ve bu düşüncesini bizzat yaşayan ahlâk âbidesi bir düşünürü anlatmaktadır. Nurettin Topçu, insanın, aynı kökten neşet eden ilim ve ahlâk zemininden hareketle neyi niçin ve nasıl sevdiğinin farkına varıp bu sevginin omuzlarına yüklediği sorumluluğun derdine düştüğü takdirde ancak gerçek manada var olabileceğini yaşayarak göstermiş bir irade insanıdır.
İnsanî manada var olmanın en temel şartlarından ikisi; bilgiyle desteklenmiş iradî bir sevgiye sahip olmak ve bu iradî sevgiye dayalı şuurlu bir üretim faaliyetinde bulunmaktır. Bu nedenle biz de elinizdeki bu çalışmayla ahlâkî birey ve bu bireylerden müteşekkil bir toplum idealine sahip bir filozof olan Nurettin TOPÇU’nun düşünce dünyasının temel kavramı olan iradenin mahiyetini ortaya koymayı, onun dünya görüşünü, hedefini, ideallerini ve bu uğurda çektiği çileleri dile getirebilmeyi hedefledik.
Asos Congress, 2018
Öz Ahlak felsefesinin temel kavramlarından biri olan haz, Antik Yunan'dan günümüze "İnsan ne için... more Öz Ahlak felsefesinin temel kavramlarından biri olan haz, Antik Yunan'dan günümüze "İnsan ne için yaşamalıdır?" sorusunun cevabı olarak her zaman varolagelmiştir. Bunun temel sebebi, her insanın doğal olarak hazcı bir fıtrata sahip olmasıdır. Nitekim haz almak dururken hiç kimse elem dolu bir hayat yaşamak istemez. Haz kendiliğinden kötü bir duygu değildir. Zaten duygular tarafsızdır. Onları taraflı yapan, iyiye ve kötüye dönüştüren şey, yöneldikleri nesnedeki görüntüleridir. Diğer duygular gibi haz da kaynağı olan zihnin ve yöneldiği nesnenin niteliğine göre iyi ya da kötü bir hazza dönüşmekte, meşru ya da gayrimeşru olmasına göre fazilet veya rezilet haline gelmektedir. Hazzın, diğer duygulardan ayrılan tehlikeli bir yanı var ki o da onun, insan karakterini tamamen ele geçirme ve sınırsızlığa dönüşebilme potansiyeline sahip bir duygu olmasıdır. Diğer duyguların da sınırlarını çizmek kolay olmasa da hemen hemen hiçbiri haz kadar kendi kendini besleyen, kendisi ile büyüyen ve kartopundan çığa dönüşme potansiyeli olan niteliğe sahip değildir. Ayrıca haz, dikkatle bakıldığında kendisi bir duygu olmasına rağmen diğer duyguların içinde varlığını sürdürür. Haz bu bakımdan öylesine temel bir histir ki, diğer duygulara sirayet eder. İnsan bir şey hissettiğinde bu hissi ona haz verebilir. Bu olumlu veya olumsuz duygularda da olabilir. Örneğin güven duygusunun hazzı sevgi iken; kin duygusunun hazzı öfkedir. İnsan ruhunun karmaşıklığına sebep olan durumlardan biri de hazzın bu yapısıdır. Haz kendini yöneldiği nesnelerin durumuna göre farklı şekil ve şiddette gösterir. Haz nesnel bir varlığa yöneldiğinde farklı, soyut veya zihinsel bir nesneye veya kavrama yöneldiğinde farklı renklere bürünür. Haz kaynağının zihinsel ve niyetsel durumu hazzın renklerini belirleyen bir diğer faktördür. Bu bildiri, haz kavramını ahlak felsefesi bağlamında analiz etmek suretiyle onun mahiyetini ortaya çıkarmayı hedeflemektedir. Anahtar Kelimeler: Ahlak Felsefesi, Haz Duygusu, Hedonizm, Takva, Hevâ. Giriş: Haz Duygusunun Mahiyeti Şimdi sizlere "Ahlak Felsefesi Açısından Haz duygusunun mahiyeti" başlıklı bildirimi sunacağım. Ve neticede son zamanlarda üzerinde yoğunlaştığım bir mesele olan "çağdaş ahlaki problemler" bağlamında ele alıp incelediğim "haz" duygusunun mahiyetini ortaya koymaya çalışacağım. Bu tespit, her dönemde "yaşam felsefesinin" merkezinde yer alan bir duygunun ontolojik ve epistemolojik statüsünü belirleme imkânı verecek ve bu bağlamda çağdaş ahlak problemlerine çözüm aramada bize rehberlik edecektir.