Sezai Ozan Zeybek | Forum Transregionale Studien, Wissenschaft Kolleg zu Berlin (original) (raw)
Papers by Sezai Ozan Zeybek
Bu yazıda biyopolitika kavramı üzerinden Türkiye’de hayvancılığın, daha doğrusu hayvancılık etraf... more Bu yazıda biyopolitika kavramı üzerinden Türkiye’de hayvancılığın, daha doğrusu hayvancılık etrafında belirli yaşama şekillerinin ve mekânların nasıl dönüştürüldüğü anlatılıyor. Bu dönüşümün iki ayağı var. Bunlardan ilki, daha büyük bir sürecin parçası: Sermayenin daha az elde daha hızlı bir şekilde birikmesini hedefliyor; verimlilik ve büyüme gibi normatif kavramlarla ifade ediliyor. Diğeri ise “güvenli” gıda ile devletin güvenliği gibi çetrefil iki meselenin iç içe geçmesiyle ortaya çıkıyor. Sıkı kontrol altına alınmış yeni yaşam şekilleri (inekler, tavuklar, keçiler ve bunlara bakan insanlar...)
hem üretim ağlarındaki bağımlı konumları hem de yaşadıkları alanların yeniden tasarlanmasıyla denetim altına alınıyor. Bilhassa Türkiye’nin güneydoğusundaki şiddet ortamı, bu dönüşümün hızlanmasına önayak oldu/oluyor. Mayınlanan arazilerin yerine Organize Hayvancılık Bölgeleri kuruluyor. Dolayısıyla güvenli gıda teminine yönelik politikalar (ve buna eşlik eden şiddet) toprağın kullanımında, üretici ve sermaye ilişkisinde, hayvan ırklarında, teknolojik altyapıda ve iktidar kurgusunda radikal bir dönüşüme yol açıyor. Yaşama, verimliliğe ve nüfusa dair yeni kategoriler ortaya çıkıyor.
Ekolojik mücadeleler açısından önem arz eden mekân, piyasa, iktidar, doğa, doğal, yerel, küresel ... more Ekolojik mücadeleler açısından önem arz eden mekân, piyasa, iktidar,
doğa, doğal, yerel, küresel gibi tabirlerin teorik bir tartışması yapılıyor; bunların ihtiva ettiği sorunlar inceleniyor. Bruno Latour, Doreen Massey, John Allen ve Timothy Mitchell’ın coğrafya ve iktidar üzerine yazdıklarından yola çıkılarak yeni bir çalışma metodu, kavramsal çerçeve ve siyaset tarzı öneriliyor. Sosyal bilimlerin çalışma sahasının yalnızca insanlardan ibaret olmayan ilişki ağlarını içerecek şekilde genişletilmesi gerektiği savunuluyor.
Özet: Bu yazı, orman işletme ve koruma faaliyetlerinin geçmişten bugüne izini sürüyor. Fennî orma... more Özet: Bu yazı, orman işletme ve koruma faaliyetlerinin geçmişten bugüne izini sürüyor. Fennî ormancılığın, Avrupa yayılmacılığı döneminde hangi saiklerle ortaya çıktığını; ardından bu uzmanlık alanının ulus devletlere nasıl aktarıldığını anlatıyor. Yazının dört bölümü var. İlk bölümde sömürgeci/kolonyal dönemde " dokunulmamış cennetler " keşfetmek ve buraları yerlilerden korumak adına nasıl bir dil geliştirildiği üstünde duruluyor. Bu esnada ormanların akıbeti ve dünyanın geri kalanında Avru-pa'ya bağımlı ekonomilerin nasıl yaratıldığı ele alınıyor. İkinci bölümde, ormanın bir bilgi nesnesi hâline nasıl getirildiği sorgulanıyor. Ormanların denetlenmesi, korunması, geliştirilmesi, haritalarının çıkarılması, ders kitaplarına ormanlarla ilgili bilgiler eklenmesi ve benzeri işler, hem orman alanlarını devletlerin " akılcı " idaresinin nesnesi hâline getiriyor hem de devlet kurumlarını vazgeçilmez kılıyor. Dolayısıyla bu kısımda bütün bu faaliyetlerin ormanlarla kurulan ilişkiyi, mekânsal örgütlenmeyi ve devletin idare alanını nasıl köklü şekilde değiştirdiği inceleniyor. Üçüncü bölüm, bu idare şeklinin sömürge yönetimlerinden ulus devletlere ne yollarla aktarıldığını anlatıyor ve söylemsel-teknik devamlılıklara yoğunlaşıyor. Son bölüm ise Osmanlı'nın son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti'ndeki fennî ormancılık ve ormanları koruma retoriği hakkında. Bu birbirinden görece bağımsız görünen hatların ortak noktası, ormanın bir dispositif olarak nasıl ortaya çıktığını göstermek, bunun kapitalist üretim ağlarıyla ilişkisini irdelemek.
Yeni İstanbul Çalışmaları / Metis, 2014
Şehrin, şehirde vuku bulmayan hikâyelerinin izini sürüyorum; İstanbullu olmayan/olamayanların İs... more Şehrin, şehirde vuku bulmayan hikâyelerinin izini sürüyorum;
İstanbullu olmayan/olamayanların İstanbul’la nasıl ilişkilendiğini gösteriyorum. Bu minvalde, Trakya menşeili iki hikâye anlatıyorum. İlk bölümde sahipsiz köpekleri, yani metropol hayatının bazı canlıları nasıl dışarı kustuğunu ele alıyorum. Ardından nesnelere bakıyorum. İstanbul’un kültür-turizm başkenti olarak dönüşmeye başlamasıyla, kirli- küçük sanayi üretiminin Trakya’ya nasıl aktarıldığından ve bunun (İstanbul’a geri dönen) ekolojik sonuçlarından söz ediyorum. Amacım, bütün bu ilişkilerden yola çıkarak şehrin coğrafyasını başka yerler vasıtasıyla yeniden anlamak.
Routledge Handbook of Global Citizenship Studies, 2014
Yeşil Politika, 2014
Yazının iki güzergâhı var. İlkinde, öğretim kurumlarının farklı ihtiyaçlara cevap verebilecek kap... more Yazının iki güzergâhı var. İlkinde, öğretim kurumlarının farklı ihtiyaçlara cevap verebilecek kapasiteden neden uzak olduğunu, çeşitliliğin önünde nasıl bir engel oluşturduğunu anlatıyorum. Tarımı yahut merhameti formel bilgiye çeviren, yazı diline aktaran mekanizmalarının neleri dışarda bıraktığını irdeliyorum.
Yazının ikinci güzergâhı, öğretim kurumlarının yan etkilerine eğiliyor. Yan etkiler derken öğrencilerin (ne okuduklarından bağımsız olarak) ister istemez edindiği deneyimleri kastediyorum. Bencillik, rekabet, hile-hurda, ayrımcılık gibi... İçerikten bağımsız olarak okulların bize aslında neleri öğrettiği üzerinde duruyorum.
Öl Dediler Öldüm: Türkiye'de Şehitlik Mitleri / İletişim, 2014
Şehitliğin kutsandığı üç savaşı yeniden ele alacağım. Fakat yeniden anlatacağım savaşlarda, şehit... more Şehitliğin kutsandığı üç savaşı yeniden ele alacağım. Fakat yeniden anlatacağım savaşlarda, şehitlik gurur duyulacak, sevinilecek, başkalarına da önerilecek bir kavram olmaktan çıkacak. Bunun için hikâyelerin sınırlı bir zaman-mekanı içeren, zıtlığa dayalı örgüsünden uzaklaşıp zamanda biraz ileri, az geri gideceğim. Olayların gölgesinde kalan başka coğrafyalara, başka faillere bakacağım. Gösterilen kahramanlıkların bazı başka hikâyelerin susturulmasıyla mümkün olduğunu göstereceğim. Kısaca, şehitlik kültürünü mümkün kılan çerçevenin (kasten sınırlı tutulmuş zaman-mekanın) dışına çıkmaya gayret edeceğim.
İnsan & Toplum, 3(6), 87-106., Dec 2013
Bu yazıda, Avrupamerkezli tarih anlatılarının nasıl bir susturma, yok sayma mekanizması olduğunu ... more Bu yazıda, Avrupamerkezli tarih anlatılarının nasıl bir susturma, yok sayma mekanizması olduğunu anlatılıyor. Fransız Devrimi’nden Haiti’deki plantasyonlara, Avrupalı felsefecilerin sömürgecilik karşısındaki tavırlarından Karl Marx’ın tarih anlayışına uzanan farklı güzergâhlar takip ediliyor. Birbiriyle alakasızmış gibi duran bütün bu hikâyelerin ortak noktası şu: Tarih, belirli bir öznenin etrafında, yani belirli bir failin yapıp-ettikleri olarak anlatıldığı müddetçe birtakım yerler, zamanlar ve insanlar, hikâyenin dipnotu olarak kalmaya mahkûm kalırlar. Varlıkları yoklukları ana hikâyeye etki etmez. Daha doğrusu, aynı hikâye bu diğer coğrafya ve insanlar olmasa da aynı şekilde anlatılabilir. Ancak, bu yazıda, sorunun sadece Avrupamerkezcilikten kaynaklanmadığı, tarihyazımının daha kapsamlı bir eleştirisine ihtiyaç duyduğumuz iddiası savunuluyor. Avrupamerkezciliğe getirilen pek çok eleştirinin de ister istemez benzer tuzaklara düştüğü, yani tarihi (Avrupa değilse de) yine bir merkez çevresinde konumlandırdığı gösteriliyor.
Yazının temel gayesi, tarihin kayda değmeyen unsurları olarak es geçilen mekânlar/insanlar hakkında düşünmek; bu sayede Avrupa ve Avrupa tarihi gibi kavramları bir daha tartışmak.
Toplum ve Bilim, 126. Sayı, 2013
Bu makale iki ana tartışma çevresinde şekilleniyor. İlki bir baba olarak kızım Azade ile yaşadığı... more Bu makale iki ana tartışma çevresinde şekilleniyor. İlki bir baba olarak kızım Azade ile yaşadığım deneyimlere dayanıyor ve içinde yaşadığımız mekanların cinsiyetçi-sınıfsal ayrımlarını ele alıyor. Zamanın temposu, günün nasıl bölündüğü, şehrin neresinin kim tarafından kullanılabileceği, angarya tabir edilen işlerin kime nasıl dağıtıldığı gibi meseleler, iktidar ilişkilerinin görünür olduğu önemli alanlar. Amacım, babalık üzerinden bu ilişkileri bir kere daha sorgulamak.
Yazının ikinci önemli tartışması, “angarya” işlere odaklanıyor. Ev işlerinin genellikle ücretlendirilmeyen ve hattâ görünmeyen bir emek cinsi olması, kadın çalışmalarında sık sık gündeme getirilen bir konu. Fakat burada savunacağım tez, görünmez/ucuz emek kavramından daha farklı olacak. Bakım işini, yani Azade ile olan ilişkimi bir “armağan ilişkisi” olarak değerlendirmenin belli noktalarda daha farklı bir analiz imkanı tanıdığını iddia edeceğim.
Armağan derken piyasa (sözleşmeye dayalı ekonomik değişim) ve sosyal devlet (bir havuzda toplanan değerin yeniden dağıtımı) gibi iki hakim değiş-tokuş modelinin dışında kalan bir üçüncü modelden bahsediyorum. Bu kadar yaygın ve önemli olmasına rağmen armağanın genellikle diğer ikisinin bir türevi olarak ele alındığını (yahut tamamen yok sayıldığını), bunun da emek teorilerinde önemli bir eksiğe işaret ettiğini göstereceğim.
Antipode, 2012
By looking at the electoral politics in a small town in Turkey, this article aims to illustrate h... more By looking at the electoral politics in a small town in Turkey, this article aims to illustrate how the political scene is polarised with counterpoised representations of East and West, alongside Occidentalist aspirations. The division supplies a set of ready-made explanations regarding “backwardness, poverty and corruption”. However, although different frameworks are employed in line with the political orientations of respective parties, particular political demands and courses of action are systematically dismissed. The poor and the repressed are hardly listened to. Yet worse, they are “explained” in advance by the antagonistic pair of the East and the West. This article is an ethnographic exploration of how their demands fall in neither side, and how attending them could challenge the existing political realm.
Journal of Historical Sociology, 2011
This article follows the trajectories by which modernity and development in Turkey have been cons... more This article follows the trajectories by which modernity and development in Turkey have been constituted as an antagonism between villages and cities. Both inspired, albeit in opposing ways, modernising/ developmental ideals, and constituted the true locus of nationalist discourses. Meanwhile, small towns with shrinking
populations, low-level capital accumulation and limited jobs have been left invisible. They have been depicted as irrelevant places of the same essence, which had nothing to add to the story. As such, the article is an analysis of how the Republican history is constructed as a narrative of an antagonism between the West
and the East, backwardness and progress, modern and non-modern. What follows is an exploration of how provincial places and people, which are lumped together on either side of these binaries, are left out, silenced or marginalized.
Interviews/Interventions by Sezai Ozan Zeybek
Bağışıklık sisteminin kuvvetli olması bireysel bir mevzu değil. Bir kolektifin işbirliği gerekiyo... more Bağışıklık sisteminin kuvvetli olması bireysel bir mevzu değil. Bir kolektifin işbirliği gerekiyor. Üstelik bu işbirliği çoğu durumda tek bir türle sınırlı kalmıyor, farklı canlılar birbiriyle dayanışma içine giriyor. Aşağıda örnek olarak mantarlardan, ağaçlardan bahsedip bunu tarım politikalarına ve yediklerimize bağlayacağım. Maksadım, sağlık kavramını başka bir gözle, insanla sınırlı olmayan bir şekilde yeniden düşünmek.
Sağlık Bakanlığının verilerine göre Türkiye'de 15 yaş üstü nüfusun yarıdan çoğu (%54'ü) obez yahu... more Sağlık Bakanlığının verilerine göre Türkiye'de 15 yaş üstü nüfusun yarıdan çoğu (%54'ü) obez yahut obeze yaklaşan aşırı kiloya sahip (TÜİK 2017). Oranlar her sene giderek artıyor, bu alanda Amerika ile yarışıyoruz. Mutfak kültürü ile bu kadar övünen bir ülkede, gıdanın insana zarar verir hâle gelmesi (şeker, kalp rahatsızlıkları, karaciğer yağlanması, solunum zorluğu, tansiyon...) ciddi bir sıkıntı teşkil ediyor. Buna karşılık yine Amerika'yı anımsatan bir diğer sektörün doğuşuna şahitlik ediyoruz: kâh çeviri kâh yerli envaitürlü diyet şekli onunla bunu, şununla onu karıştırmadan beslenmek gerektiğini vaaz ediyor. Bu şekilde daha sağlıklı, daha canlı, daha mutlu, daha üretken hayatlar süreceğimiz ileri sürülüyor. Yemek yemek, kişisel gelişimin uzantısına dönüşüyor. TV programları, kitaplar, gazete köşeleri, sosyal medya paylaşımları ve benzeri araçlar yoluyla yemek etrafında yeni hayat tarzları sunuluyor.
Tam bir milat vermek mümkün değil, ama gıdayla ilişkimiz son yüz senede köklü şekilde değişti. Bilimin, ekonomik dayatmaların, şirketlerin, medyanın etkisi ve üretimin neredeyse tümüyle yeniden örgütlenmesiyle yeni bir gıda rejimi ortaya çıktı. İşte bu yazıda, yukarda bahsi geçen iki paralel hattı (endüstriyel gıdanın ve “duyarlı tüketici” toplumunun yükselişini), yani yeni gıda rejimini ortaya çıkaran siyasî süreçleri ele alacağım.
Üniversitelerin kamusal bir görev olarak bilhassa bu zor zamanlarda kendi değerlerine ve kendi bi... more Üniversitelerin kamusal bir görev olarak bilhassa bu zor zamanlarda kendi değerlerine ve kendi bilgi birikimine sıkı sıkı sarılması, bunu nakletmesi, en azından tartışmaya açması izanın kaybolmak üzere olduğu bir toplumda her zamankinden daha önemli. Çünkü bu kutuplaştırıcı dilin hâkimiyeti sürdüğü müddetçe nereye savrulacağımızı öngörmek mümkün değil.
Sivil Sayfalar'la babalık hakkında mülâkat
Nida dergisine verdiğim mülakat. Bir tür mekân tartışması.
G arbiyatçılık (Occidentalism), çok kabaca tarif etmek gerekirse Doğu'daki Batı tahayyülü de-mek.... more G arbiyatçılık (Occidentalism), çok kabaca tarif etmek gerekirse Doğu'daki Batı tahayyülü de-mek. Fakat aynı zamanda Batı'nın gözlüğünü ödünç alıp/içselleştirip kendine bakmayı da içeriyor. Bu ufak yazıda Türkiye'de Garbiyatçılığın nasıl işlediğini şematik bir şekilde anlatmaya çalışa-cağım. İddiam şu olacak: Türkiye'de bir şekilde biz ve ötekiler ayrımına dayanan pek çok mesele, Şark ve Garb ikiliğine dayalı kısıtlı bir anlam çerçevesine dayanıyor. Daha doğrusu, meselelerin ele alınış tarzı ve konuşulma şekilleri belli bildik kalıplara göre biçimleniyor. Bu kalıplar sınırlı sayıda; dört tane. Konu eğitim de olsa, kadınlar da olsa, Avrupalılar da olsa ve hattâ futbol da olsa dört kutulu bir şablonun içinden anlam üretiliyor. Dolayısıyla Türkiye'nin dünyanın geri kalanıyla ve kendi içindeki dinamiklerle ilişkisi son derece indirgemeci. Kullanılan bu hegemonik kalıplar bir yandan karmaşık mevzuları kestirme bir şe-kilde açıklamayı, diğer yandan siyasî-kültürel bazı iddialarda bulunmayı mümkün kılıyor.
Thesis Chapters by Sezai Ozan Zeybek
This thesis is about the trivial places and insignificant people who appear only as footnotes in ... more This thesis is about the trivial places and insignificant people who appear only as footnotes in dominant discourses of development, globalisation and modernity. As against the dominant temporal-spatial formations of mainstream narratives, these places and people do not add to the main story, but just present themselves as "more of the same". They appear at the receiving end as bystanders, or rather, as byproducts, where the same stories can be told with or without them.
Bu yazıda biyopolitika kavramı üzerinden Türkiye’de hayvancılığın, daha doğrusu hayvancılık etraf... more Bu yazıda biyopolitika kavramı üzerinden Türkiye’de hayvancılığın, daha doğrusu hayvancılık etrafında belirli yaşama şekillerinin ve mekânların nasıl dönüştürüldüğü anlatılıyor. Bu dönüşümün iki ayağı var. Bunlardan ilki, daha büyük bir sürecin parçası: Sermayenin daha az elde daha hızlı bir şekilde birikmesini hedefliyor; verimlilik ve büyüme gibi normatif kavramlarla ifade ediliyor. Diğeri ise “güvenli” gıda ile devletin güvenliği gibi çetrefil iki meselenin iç içe geçmesiyle ortaya çıkıyor. Sıkı kontrol altına alınmış yeni yaşam şekilleri (inekler, tavuklar, keçiler ve bunlara bakan insanlar...)
hem üretim ağlarındaki bağımlı konumları hem de yaşadıkları alanların yeniden tasarlanmasıyla denetim altına alınıyor. Bilhassa Türkiye’nin güneydoğusundaki şiddet ortamı, bu dönüşümün hızlanmasına önayak oldu/oluyor. Mayınlanan arazilerin yerine Organize Hayvancılık Bölgeleri kuruluyor. Dolayısıyla güvenli gıda teminine yönelik politikalar (ve buna eşlik eden şiddet) toprağın kullanımında, üretici ve sermaye ilişkisinde, hayvan ırklarında, teknolojik altyapıda ve iktidar kurgusunda radikal bir dönüşüme yol açıyor. Yaşama, verimliliğe ve nüfusa dair yeni kategoriler ortaya çıkıyor.
Ekolojik mücadeleler açısından önem arz eden mekân, piyasa, iktidar, doğa, doğal, yerel, küresel ... more Ekolojik mücadeleler açısından önem arz eden mekân, piyasa, iktidar,
doğa, doğal, yerel, küresel gibi tabirlerin teorik bir tartışması yapılıyor; bunların ihtiva ettiği sorunlar inceleniyor. Bruno Latour, Doreen Massey, John Allen ve Timothy Mitchell’ın coğrafya ve iktidar üzerine yazdıklarından yola çıkılarak yeni bir çalışma metodu, kavramsal çerçeve ve siyaset tarzı öneriliyor. Sosyal bilimlerin çalışma sahasının yalnızca insanlardan ibaret olmayan ilişki ağlarını içerecek şekilde genişletilmesi gerektiği savunuluyor.
Özet: Bu yazı, orman işletme ve koruma faaliyetlerinin geçmişten bugüne izini sürüyor. Fennî orma... more Özet: Bu yazı, orman işletme ve koruma faaliyetlerinin geçmişten bugüne izini sürüyor. Fennî ormancılığın, Avrupa yayılmacılığı döneminde hangi saiklerle ortaya çıktığını; ardından bu uzmanlık alanının ulus devletlere nasıl aktarıldığını anlatıyor. Yazının dört bölümü var. İlk bölümde sömürgeci/kolonyal dönemde " dokunulmamış cennetler " keşfetmek ve buraları yerlilerden korumak adına nasıl bir dil geliştirildiği üstünde duruluyor. Bu esnada ormanların akıbeti ve dünyanın geri kalanında Avru-pa'ya bağımlı ekonomilerin nasıl yaratıldığı ele alınıyor. İkinci bölümde, ormanın bir bilgi nesnesi hâline nasıl getirildiği sorgulanıyor. Ormanların denetlenmesi, korunması, geliştirilmesi, haritalarının çıkarılması, ders kitaplarına ormanlarla ilgili bilgiler eklenmesi ve benzeri işler, hem orman alanlarını devletlerin " akılcı " idaresinin nesnesi hâline getiriyor hem de devlet kurumlarını vazgeçilmez kılıyor. Dolayısıyla bu kısımda bütün bu faaliyetlerin ormanlarla kurulan ilişkiyi, mekânsal örgütlenmeyi ve devletin idare alanını nasıl köklü şekilde değiştirdiği inceleniyor. Üçüncü bölüm, bu idare şeklinin sömürge yönetimlerinden ulus devletlere ne yollarla aktarıldığını anlatıyor ve söylemsel-teknik devamlılıklara yoğunlaşıyor. Son bölüm ise Osmanlı'nın son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti'ndeki fennî ormancılık ve ormanları koruma retoriği hakkında. Bu birbirinden görece bağımsız görünen hatların ortak noktası, ormanın bir dispositif olarak nasıl ortaya çıktığını göstermek, bunun kapitalist üretim ağlarıyla ilişkisini irdelemek.
Yeni İstanbul Çalışmaları / Metis, 2014
Şehrin, şehirde vuku bulmayan hikâyelerinin izini sürüyorum; İstanbullu olmayan/olamayanların İs... more Şehrin, şehirde vuku bulmayan hikâyelerinin izini sürüyorum;
İstanbullu olmayan/olamayanların İstanbul’la nasıl ilişkilendiğini gösteriyorum. Bu minvalde, Trakya menşeili iki hikâye anlatıyorum. İlk bölümde sahipsiz köpekleri, yani metropol hayatının bazı canlıları nasıl dışarı kustuğunu ele alıyorum. Ardından nesnelere bakıyorum. İstanbul’un kültür-turizm başkenti olarak dönüşmeye başlamasıyla, kirli- küçük sanayi üretiminin Trakya’ya nasıl aktarıldığından ve bunun (İstanbul’a geri dönen) ekolojik sonuçlarından söz ediyorum. Amacım, bütün bu ilişkilerden yola çıkarak şehrin coğrafyasını başka yerler vasıtasıyla yeniden anlamak.
Routledge Handbook of Global Citizenship Studies, 2014
Yeşil Politika, 2014
Yazının iki güzergâhı var. İlkinde, öğretim kurumlarının farklı ihtiyaçlara cevap verebilecek kap... more Yazının iki güzergâhı var. İlkinde, öğretim kurumlarının farklı ihtiyaçlara cevap verebilecek kapasiteden neden uzak olduğunu, çeşitliliğin önünde nasıl bir engel oluşturduğunu anlatıyorum. Tarımı yahut merhameti formel bilgiye çeviren, yazı diline aktaran mekanizmalarının neleri dışarda bıraktığını irdeliyorum.
Yazının ikinci güzergâhı, öğretim kurumlarının yan etkilerine eğiliyor. Yan etkiler derken öğrencilerin (ne okuduklarından bağımsız olarak) ister istemez edindiği deneyimleri kastediyorum. Bencillik, rekabet, hile-hurda, ayrımcılık gibi... İçerikten bağımsız olarak okulların bize aslında neleri öğrettiği üzerinde duruyorum.
Öl Dediler Öldüm: Türkiye'de Şehitlik Mitleri / İletişim, 2014
Şehitliğin kutsandığı üç savaşı yeniden ele alacağım. Fakat yeniden anlatacağım savaşlarda, şehit... more Şehitliğin kutsandığı üç savaşı yeniden ele alacağım. Fakat yeniden anlatacağım savaşlarda, şehitlik gurur duyulacak, sevinilecek, başkalarına da önerilecek bir kavram olmaktan çıkacak. Bunun için hikâyelerin sınırlı bir zaman-mekanı içeren, zıtlığa dayalı örgüsünden uzaklaşıp zamanda biraz ileri, az geri gideceğim. Olayların gölgesinde kalan başka coğrafyalara, başka faillere bakacağım. Gösterilen kahramanlıkların bazı başka hikâyelerin susturulmasıyla mümkün olduğunu göstereceğim. Kısaca, şehitlik kültürünü mümkün kılan çerçevenin (kasten sınırlı tutulmuş zaman-mekanın) dışına çıkmaya gayret edeceğim.
İnsan & Toplum, 3(6), 87-106., Dec 2013
Bu yazıda, Avrupamerkezli tarih anlatılarının nasıl bir susturma, yok sayma mekanizması olduğunu ... more Bu yazıda, Avrupamerkezli tarih anlatılarının nasıl bir susturma, yok sayma mekanizması olduğunu anlatılıyor. Fransız Devrimi’nden Haiti’deki plantasyonlara, Avrupalı felsefecilerin sömürgecilik karşısındaki tavırlarından Karl Marx’ın tarih anlayışına uzanan farklı güzergâhlar takip ediliyor. Birbiriyle alakasızmış gibi duran bütün bu hikâyelerin ortak noktası şu: Tarih, belirli bir öznenin etrafında, yani belirli bir failin yapıp-ettikleri olarak anlatıldığı müddetçe birtakım yerler, zamanlar ve insanlar, hikâyenin dipnotu olarak kalmaya mahkûm kalırlar. Varlıkları yoklukları ana hikâyeye etki etmez. Daha doğrusu, aynı hikâye bu diğer coğrafya ve insanlar olmasa da aynı şekilde anlatılabilir. Ancak, bu yazıda, sorunun sadece Avrupamerkezcilikten kaynaklanmadığı, tarihyazımının daha kapsamlı bir eleştirisine ihtiyaç duyduğumuz iddiası savunuluyor. Avrupamerkezciliğe getirilen pek çok eleştirinin de ister istemez benzer tuzaklara düştüğü, yani tarihi (Avrupa değilse de) yine bir merkez çevresinde konumlandırdığı gösteriliyor.
Yazının temel gayesi, tarihin kayda değmeyen unsurları olarak es geçilen mekânlar/insanlar hakkında düşünmek; bu sayede Avrupa ve Avrupa tarihi gibi kavramları bir daha tartışmak.
Toplum ve Bilim, 126. Sayı, 2013
Bu makale iki ana tartışma çevresinde şekilleniyor. İlki bir baba olarak kızım Azade ile yaşadığı... more Bu makale iki ana tartışma çevresinde şekilleniyor. İlki bir baba olarak kızım Azade ile yaşadığım deneyimlere dayanıyor ve içinde yaşadığımız mekanların cinsiyetçi-sınıfsal ayrımlarını ele alıyor. Zamanın temposu, günün nasıl bölündüğü, şehrin neresinin kim tarafından kullanılabileceği, angarya tabir edilen işlerin kime nasıl dağıtıldığı gibi meseleler, iktidar ilişkilerinin görünür olduğu önemli alanlar. Amacım, babalık üzerinden bu ilişkileri bir kere daha sorgulamak.
Yazının ikinci önemli tartışması, “angarya” işlere odaklanıyor. Ev işlerinin genellikle ücretlendirilmeyen ve hattâ görünmeyen bir emek cinsi olması, kadın çalışmalarında sık sık gündeme getirilen bir konu. Fakat burada savunacağım tez, görünmez/ucuz emek kavramından daha farklı olacak. Bakım işini, yani Azade ile olan ilişkimi bir “armağan ilişkisi” olarak değerlendirmenin belli noktalarda daha farklı bir analiz imkanı tanıdığını iddia edeceğim.
Armağan derken piyasa (sözleşmeye dayalı ekonomik değişim) ve sosyal devlet (bir havuzda toplanan değerin yeniden dağıtımı) gibi iki hakim değiş-tokuş modelinin dışında kalan bir üçüncü modelden bahsediyorum. Bu kadar yaygın ve önemli olmasına rağmen armağanın genellikle diğer ikisinin bir türevi olarak ele alındığını (yahut tamamen yok sayıldığını), bunun da emek teorilerinde önemli bir eksiğe işaret ettiğini göstereceğim.
Antipode, 2012
By looking at the electoral politics in a small town in Turkey, this article aims to illustrate h... more By looking at the electoral politics in a small town in Turkey, this article aims to illustrate how the political scene is polarised with counterpoised representations of East and West, alongside Occidentalist aspirations. The division supplies a set of ready-made explanations regarding “backwardness, poverty and corruption”. However, although different frameworks are employed in line with the political orientations of respective parties, particular political demands and courses of action are systematically dismissed. The poor and the repressed are hardly listened to. Yet worse, they are “explained” in advance by the antagonistic pair of the East and the West. This article is an ethnographic exploration of how their demands fall in neither side, and how attending them could challenge the existing political realm.
Journal of Historical Sociology, 2011
This article follows the trajectories by which modernity and development in Turkey have been cons... more This article follows the trajectories by which modernity and development in Turkey have been constituted as an antagonism between villages and cities. Both inspired, albeit in opposing ways, modernising/ developmental ideals, and constituted the true locus of nationalist discourses. Meanwhile, small towns with shrinking
populations, low-level capital accumulation and limited jobs have been left invisible. They have been depicted as irrelevant places of the same essence, which had nothing to add to the story. As such, the article is an analysis of how the Republican history is constructed as a narrative of an antagonism between the West
and the East, backwardness and progress, modern and non-modern. What follows is an exploration of how provincial places and people, which are lumped together on either side of these binaries, are left out, silenced or marginalized.
Bağışıklık sisteminin kuvvetli olması bireysel bir mevzu değil. Bir kolektifin işbirliği gerekiyo... more Bağışıklık sisteminin kuvvetli olması bireysel bir mevzu değil. Bir kolektifin işbirliği gerekiyor. Üstelik bu işbirliği çoğu durumda tek bir türle sınırlı kalmıyor, farklı canlılar birbiriyle dayanışma içine giriyor. Aşağıda örnek olarak mantarlardan, ağaçlardan bahsedip bunu tarım politikalarına ve yediklerimize bağlayacağım. Maksadım, sağlık kavramını başka bir gözle, insanla sınırlı olmayan bir şekilde yeniden düşünmek.
Sağlık Bakanlığının verilerine göre Türkiye'de 15 yaş üstü nüfusun yarıdan çoğu (%54'ü) obez yahu... more Sağlık Bakanlığının verilerine göre Türkiye'de 15 yaş üstü nüfusun yarıdan çoğu (%54'ü) obez yahut obeze yaklaşan aşırı kiloya sahip (TÜİK 2017). Oranlar her sene giderek artıyor, bu alanda Amerika ile yarışıyoruz. Mutfak kültürü ile bu kadar övünen bir ülkede, gıdanın insana zarar verir hâle gelmesi (şeker, kalp rahatsızlıkları, karaciğer yağlanması, solunum zorluğu, tansiyon...) ciddi bir sıkıntı teşkil ediyor. Buna karşılık yine Amerika'yı anımsatan bir diğer sektörün doğuşuna şahitlik ediyoruz: kâh çeviri kâh yerli envaitürlü diyet şekli onunla bunu, şununla onu karıştırmadan beslenmek gerektiğini vaaz ediyor. Bu şekilde daha sağlıklı, daha canlı, daha mutlu, daha üretken hayatlar süreceğimiz ileri sürülüyor. Yemek yemek, kişisel gelişimin uzantısına dönüşüyor. TV programları, kitaplar, gazete köşeleri, sosyal medya paylaşımları ve benzeri araçlar yoluyla yemek etrafında yeni hayat tarzları sunuluyor.
Tam bir milat vermek mümkün değil, ama gıdayla ilişkimiz son yüz senede köklü şekilde değişti. Bilimin, ekonomik dayatmaların, şirketlerin, medyanın etkisi ve üretimin neredeyse tümüyle yeniden örgütlenmesiyle yeni bir gıda rejimi ortaya çıktı. İşte bu yazıda, yukarda bahsi geçen iki paralel hattı (endüstriyel gıdanın ve “duyarlı tüketici” toplumunun yükselişini), yani yeni gıda rejimini ortaya çıkaran siyasî süreçleri ele alacağım.
Üniversitelerin kamusal bir görev olarak bilhassa bu zor zamanlarda kendi değerlerine ve kendi bi... more Üniversitelerin kamusal bir görev olarak bilhassa bu zor zamanlarda kendi değerlerine ve kendi bilgi birikimine sıkı sıkı sarılması, bunu nakletmesi, en azından tartışmaya açması izanın kaybolmak üzere olduğu bir toplumda her zamankinden daha önemli. Çünkü bu kutuplaştırıcı dilin hâkimiyeti sürdüğü müddetçe nereye savrulacağımızı öngörmek mümkün değil.
Sivil Sayfalar'la babalık hakkında mülâkat
Nida dergisine verdiğim mülakat. Bir tür mekân tartışması.
G arbiyatçılık (Occidentalism), çok kabaca tarif etmek gerekirse Doğu'daki Batı tahayyülü de-mek.... more G arbiyatçılık (Occidentalism), çok kabaca tarif etmek gerekirse Doğu'daki Batı tahayyülü de-mek. Fakat aynı zamanda Batı'nın gözlüğünü ödünç alıp/içselleştirip kendine bakmayı da içeriyor. Bu ufak yazıda Türkiye'de Garbiyatçılığın nasıl işlediğini şematik bir şekilde anlatmaya çalışa-cağım. İddiam şu olacak: Türkiye'de bir şekilde biz ve ötekiler ayrımına dayanan pek çok mesele, Şark ve Garb ikiliğine dayalı kısıtlı bir anlam çerçevesine dayanıyor. Daha doğrusu, meselelerin ele alınış tarzı ve konuşulma şekilleri belli bildik kalıplara göre biçimleniyor. Bu kalıplar sınırlı sayıda; dört tane. Konu eğitim de olsa, kadınlar da olsa, Avrupalılar da olsa ve hattâ futbol da olsa dört kutulu bir şablonun içinden anlam üretiliyor. Dolayısıyla Türkiye'nin dünyanın geri kalanıyla ve kendi içindeki dinamiklerle ilişkisi son derece indirgemeci. Kullanılan bu hegemonik kalıplar bir yandan karmaşık mevzuları kestirme bir şe-kilde açıklamayı, diğer yandan siyasî-kültürel bazı iddialarda bulunmayı mümkün kılıyor.
This thesis is about the trivial places and insignificant people who appear only as footnotes in ... more This thesis is about the trivial places and insignificant people who appear only as footnotes in dominant discourses of development, globalisation and modernity. As against the dominant temporal-spatial formations of mainstream narratives, these places and people do not add to the main story, but just present themselves as "more of the same". They appear at the receiving end as bystanders, or rather, as byproducts, where the same stories can be told with or without them.