Simay Turan | Hacettepe University (original) (raw)
Book Reviews by Simay Turan
5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası Hükümleri gereğince; yayınevinin bilgisi ve iz... more 5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası Hükümleri gereğince; yayınevinin bilgisi ve izni olmadan bu eserin baskısından alıntı yapılamaz, fotokopi yöntemiyle çoğaltılamaz, resim, şekil, grafik, vb. izin alınmadan kopya edilemez. Kitapta yer alan yazılarla ilgili doğabilecek her türlü işlemden, söz konusu yazının yazarı sorumludur.
Papers by Simay Turan
Milli folklor, Apr 27, 2024
İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da Nazi söyleminde folklorik unsurların bir propaganda arac... more İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da Nazi söyleminde folklorik unsurların bir propaganda aracı olarak sıklıkla kullanıldığı bilinmektedir. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ya da siyasal koşulların olum-suz bir yöne evrildiği bir ortamda yönetimde bulunan kişiler Fransa’daki halkın yurt, vatan, millet, toprak, dil gibi temel ulusal değerlerini bir dizi basmakalıp söylem üzerinden giderek manipüle etmeye çalışırlar. Bu amaçla manipüle ettikleri ulusal değerlerin, söz konusu kavramlara ilişkin yerleşik toplumsal imgelerin (doksanın) kendini en güçlü biçimde duyurduğu alan olan folklorun verilerini sıklıkla kullanmaktan geri durmamışlardır. Nazi söylemi böyle bir manipülasyon girişiminin en bilinen örneklerinden bir tanesidir. Nazilerin bu eğilimlerine koşut biçimde yenilikçi hareketlerin karşısında duran, doksaya (ortak duyuşun içerdiği geleneksel ve toplumsal değerler) başvurmaktan geri durmayan, Nazilerle iş birliği yapmaktan çekinmeyen, Fransız halkının öncelediği köy, köylülük ve toprak gibi izlekleri kullanan Vichy hükûmeti özellikle toprak mitinden yola çıkarak toplumsal imgelemde “sözde” bir devrim hareketi imgesi yaratarak kendi ideolojik değerlerini halka dayatmaya uğraşmıştır. Ayrıca Mareşal Pétain’in yönlendirdiği Vichy hükûmetinin görünürdeki temel amacı ulusal değerlerin öne çıktığı bir toplumsal değişimin kapılarını arala-maktır. Bunu yaparken de folklor gerecini, Fransız toplumunun baş tacı ettiği ulusal değerleri, efsaneleri, eski mitleri, vatan ve ulus gibi değerleri, ayrıca toprak mitini odağa koymuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan, bunun sonucunda ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya kalan, cumhuriyet değerlerini ise henüz yeterince içselleştirememiş Fransız halkı ulusal devrimin bir kuramcısı, hatta gerçekleştiricisi olmayı kendine görev edinen Vichy hükûmetinin ulusal devrimi bir varoluş nedeni durumuna getirme dayatmaları-na ayak uydurmak zorunda bırakılmıştır. Vichy hükûmeti toprak ve köylü folklorunu ideolojik söyleminin merkezine alarak Almanya’nın neden olduğu işgal dramını söyleminden bütünüyle çıkarmaya çalışırken aslında Fransa’nın özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi benimsediği temel ilkeleri “iş, aile, vatan” ilkeleriyle değiştirmiştir. Bir başka anlatımla geleneksel yapılara, düşünme biçimlerine, yani değerlere bağlı Fransız halkının onlarca yıldır benimsediği değerleri kendilerince yeniden yorumlayarak onları birer propaganda aracı durumuna getirmekten çekinmemişlerdir. Böylelikle önemli ölçüde folklordan beslenen bir propagan-da söyleminin temelleri atılmış olur. Bu çalışmada Vichy hükûmetinin bir propaganda aracı olarak kullandığı folklorik gerecin (bölgeler, tarım, köylülük, şiirler, marşlar, müzeler, bayramlar gibi) nasıl dönüştürülüp manipüle edilerek kullanıldığına vurgu yaparak, daha çok köylülük ve toprak mitinin bu perspektifte kulla-nımını irdeleyeceğiz. Bu amaçla folklordan çok folklor söyleminin ana unsurlarından olan ve sıklıkla birer propaganda aracı olarak kullanılan bir içeriğin İkinci Dünya Savaşı koşullarında Fransa’daki karşılığı üzerinde duracağız. Vichy hükûmetinin yarattığı propaganda söylemine yedirilen söz konusu temel unsurla-rın (folklor söylemi) işlevlerine odaklanarak aynı zamanda bunun başka ülkelerdeki karşılıklarına kısaca değineceğiz. Böylelikle amacımız, manipüle edilen folklorik bir içeriğin ortak duyuşu nasıl belirlediğine yönelik kimi belirlemeler yapmaktır. Öyleyse varsayımımız kısaca şu olacak: Propaganda söylemi bir top-lumun ortak duyuşuna ilişkin yerleşik değerleri kendince biçimleyerek, Baudrillard’ın söylediği gibi, bir tür simülakrum yaratma yollarından birisidir. Böyle bir yaklaşım folklorun bir propaganda görüngüsünde olası işlevlerinden birisinin ne olduğunu daha yakından görmemize olanak sağlayacaktır. Kanımızca Vichy hükûmeti, Fransız halkının imgeleminde (hatta bilinçaltında) yapay bir gerçeklik etkisi yaratmaya çalışarak öngörüsüz bir dizi yöneticinin neden olduğu yitirilen savaşın yarattığı travmayı bastırmayı amaçlamıştır.
Milli Folklor, 2024
İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da Nazi söyleminde folklorik unsurların bir propaganda arac... more İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da Nazi söyleminde folklorik unsurların bir propaganda aracı olarak sıklıkla kullanıldığı bilinmektedir. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ya da siyasal koşulların olum-suz bir yöne evrildiği bir ortamda yönetimde bulunan kişiler Fransa’daki halkın yurt, vatan, millet, toprak, dil gibi temel ulusal değerlerini bir dizi basmakalıp söylem üzerinden giderek manipüle etmeye çalışırlar. Bu amaçla manipüle ettikleri ulusal değerlerin, söz konusu kavramlara ilişkin yerleşik toplumsal imgelerin (doksanın) kendini en güçlü biçimde duyurduğu alan olan folklorun verilerini sıklıkla kullanmaktan geri durmamışlardır. Nazi söylemi böyle bir manipülasyon girişiminin en bilinen örneklerinden bir tanesidir. Nazilerin bu eğilimlerine koşut biçimde yenilikçi hareketlerin karşısında duran, doksaya (ortak duyuşun içerdiği geleneksel ve toplumsal değerler) başvurmaktan geri durmayan, Nazilerle iş birliği yapmaktan çekinmeyen, Fransız halkının öncelediği köy, köylülük ve toprak gibi izlekleri kullanan Vichy hükûmeti özellikle toprak mitinden yola çıkarak toplumsal imgelemde “sözde” bir devrim hareketi imgesi yaratarak kendi ideolojik değerlerini halka dayatmaya uğraşmıştır. Ayrıca Mareşal Pétain’in yönlendirdiği Vichy hükûmetinin görünürdeki temel amacı ulusal değerlerin öne çıktığı bir toplumsal değişimin kapılarını arala-maktır. Bunu yaparken de folklor gerecini, Fransız toplumunun baş tacı ettiği ulusal değerleri, efsaneleri, eski mitleri, vatan ve ulus gibi değerleri, ayrıca toprak mitini odağa koymuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan, bunun sonucunda ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya kalan, cumhuriyet değerlerini ise henüz yeterince içselleştirememiş Fransız halkı ulusal devrimin bir kuramcısı, hatta gerçekleştiricisi olmayı kendine görev edinen Vichy hükûmetinin ulusal devrimi bir varoluş nedeni durumuna getirme dayatmaları-na ayak uydurmak zorunda bırakılmıştır. Vichy hükûmeti toprak ve köylü folklorunu ideolojik söyleminin merkezine alarak Almanya’nın neden olduğu işgal dramını söyleminden bütünüyle çıkarmaya çalışırken aslında Fransa’nın özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi benimsediği temel ilkeleri “iş, aile, vatan” ilkeleriyle değiştirmiştir. Bir başka anlatımla geleneksel yapılara, düşünme biçimlerine, yani değerlere bağlı Fransız halkının onlarca yıldır benimsediği değerleri kendilerince yeniden yorumlayarak onları birer propaganda aracı durumuna getirmekten çekinmemişlerdir. Böylelikle önemli ölçüde folklordan beslenen bir propagan-da söyleminin temelleri atılmış olur. Bu çalışmada Vichy hükûmetinin bir propaganda aracı olarak kullandığı folklorik gerecin (bölgeler, tarım, köylülük, şiirler, marşlar, müzeler, bayramlar gibi) nasıl dönüştürülüp manipüle edilerek kullanıldığına vurgu yaparak, daha çok köylülük ve toprak mitinin bu perspektifte kulla-nımını irdeleyeceğiz. Bu amaçla folklordan çok folklor söyleminin ana unsurlarından olan ve sıklıkla birer propaganda aracı olarak kullanılan bir içeriğin İkinci Dünya Savaşı koşullarında Fransa’daki karşılığı üzerinde duracağız. Vichy hükûmetinin yarattığı propaganda söylemine yedirilen söz konusu temel unsurla-rın (folklor söylemi) işlevlerine odaklanarak aynı zamanda bunun başka ülkelerdeki karşılıklarına kısaca değineceğiz. Böylelikle amacımız, manipüle edilen folklorik bir içeriğin ortak duyuşu nasıl belirlediğine yönelik kimi belirlemeler yapmaktır. Öyleyse varsayımımız kısaca şu olacak: Propaganda söylemi bir top-lumun ortak duyuşuna ilişkin yerleşik değerleri kendince biçimleyerek, Baudrillard’ın söylediği gibi, bir tür simülakrum yaratma yollarından birisidir. Böyle bir yaklaşım folklorun bir propaganda görüngüsünde olası işlevlerinden birisinin ne olduğunu daha yakından görmemize olanak sağlayacaktır. Kanımızca Vichy hükûmeti, Fransız halkının imgeleminde (hatta bilinçaltında) yapay bir gerçeklik etkisi yaratmaya çalışarak öngörüsüz bir dizi yöneticinin neden olduğu yitirilen savaşın yarattığı travmayı bastırmayı amaçlamıştır.
Söylem Filoloji, 2023
İmgelemin Antropolojik Yapıları adlı yapıtında imgeleri toplumsal işlevlerine göre sınıflandıran ... more İmgelemin Antropolojik Yapıları adlı yapıtında imgeleri toplumsal işlevlerine göre sınıflandıran Gilbert Durand'a göre insan, zamanın akışından ve buna bağlı olarak gelişen ölüm düşüncesinden korkar; bu korkusunu ise yarattığı imgeler yoluyla ifade etmeye çalışır. İmgelerin kimileri müzikle ilintilidir. Durand'a göre müzik bir imge olarak ele alındığında ritmik olması, tekrarlı kalıplar üzerinden ilerlemesi ve farklı sesleri zaman düzleminde bir araya getirmesi açısından "zamanı kontrol altına alma" yöntemi olarak görülebilir. Bu açıdan bakıldığında müzik imgesinin gelecek öngörüleri, fütürist evrenleri, ya da gelişmiş ve değişmiş varlıkları ele alan yazınsal kurgu türlerinde kendine geniş yer bulması oldukça anlamlıdır. Özellikle günümüzde hızlanan teknolojik gelişmelerle insan algısı ve tanımı değişmiştir; kırılgan koşuluna çözüm bulmaya çalışan insan, teknolojiyi kendine yoldaş alarak bu koşulunu aşmaya ve "ölümsüz" olmaya kendini adamış, bu refleksi ise kurguda geniş yer bulmuştur. "Posthüman" kavramı insanın bu yeni koşulunu, "posthüman yazın" kavramı ise bu yeni insanın yazınsal düzlemde izleksel ve biçimsel olarak bulduğu karşılıkları ifade eder. Posthüman kavramı ile yaygın olarak bilimkurgu ve spekülatif kurgu türlerinde karşılaşılır. Bu çerçevede bu çalışmada Fransız bilimkurgu yazarı Maurice G. Dantec'in Les racines du mal (tr. Kötülüğün Kökleri), Babylon Babies (tr. Babil Bebekleri) ve Grande Jonction (tr. Büyük Buluşma) başlıklı romanlarında müzik imgesine değinilecek, müziğin bilimkurgu düzleminde ve posthüman roman söyleminde kullanım biçimleri sınıflandırılarak bu kullanımların anlamları üzerinde durulacaktır. Böyle bir çalışma Gilbert Durand'ın İmgelemin Antropolojik Yapıları adlı kitabındaki imge kategorilerinin, sınırlı da olsa, uygulamada karşılıklarına belli bir somutluk kazandırma çabasıdır.
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2022
Jules Verne, one of the most visionary writers of his time and even the human history, put techno... more Jules Verne, one of the most visionary writers of his time and even the human history, put technology at the center of his literary universe and wrote novels in which he predicted the progress of humanity on the line of civilization centuries ago. However, his early works, his hopeful discourses on the human civilization’s development shifted to a more pessimistic and anxious direction in the face of the developing technology in his works after the 1880s. In this study, Jules Verne's early novels From the Earth to the Moon (1865) and Around the Moon (1869) and technology discourses in his late novel The Purchase of the North Pole or Topsy-Turvy (1889), which is the third and last novel of the series, are discussed comparatively within the framework of the two interrelated and contemporary concepts, transhumanism and posthumanism. Even though these concepts were suggested approximately 100 years after Jules Verne's active years, this study claims that they overlap with the te...
Litera: Journal of Language, Literature and Culture Studies, 2022
-fr- La présence de l’argumentation n’est pas exclusive aux textes non-fictifs. Tout au contraire... more -fr-
La présence de l’argumentation n’est pas exclusive aux textes non-fictifs. Tout au contraire, elle est incluse dans la narration depuis la nuit des temps. De point de vue anthropologique, les sociétés primitives imposaient les interdictions et les lois sociales par l’intermédiaire des discours narratifs -tels que les mythes- afin d’éviter les crises possibles au sein de la société et d’assurer la survie de l’homo sapiens sapiens. Partant de cet aspect narratif de l’argumentation, il serait adéquat de supposer que le discours littéraire pourrait constituer une réalité argumentative. Ladite supposition est à vérifier à l’aide de cet article qui vise à découvrir la manière dont un personnage littéraire intratextuel touche son lecteur extratextuel en construisant un ethos discursif dans les limites de l’argumentation. Dans La Peur de Guy de Maupassant, multiples locuteurs discutent sur le sens véritable de l’émotion
de la peur : en effet, on y argumente dessus. L’ethos construit par le personnage du conteur et son expression de l’émotion servent à révéler comment la peur peut se métamorphoser en différents états tels que la sensation et le sentiment de manière à rendre légitime le conteur. En conclusion, l’article adopte en tant que méthodologie l’analyse des procédés narratifs, énonciatifs et discursifs afin de dégager la dimension et la puissance argumentatives d’un texte littéraire.
Mots-clés: Argumentation, émotion, sensation, sentiment, ethos
-eng-
The argumentation process is not exclusive to non-fictional texts. On the contrary, it has coexisted with narrative since the early stages of human history. From an anthropological point of view, primitive societies imposed social prohibitions and laws through narrative discourses - such as myths - to avoid a possible crisis within society and to ensure homo sapiens survival. In considering the narrative aspect of the argument, it would be appropriate to assume that literary discourse can constitute a certain argumentative reality. This article seeks to discover and verify the way a character affects its extratextual reader through the argumentation process.
In Guy de Maupassant’s La Peur, a group of soldiers discuss the true meaning of the emotion of fear: indeed, they argue about it. The ethos constructed by the storytelling character and his way of expressing his emotions leads us to discover how fear’s literary expression can metamorphose into different states, like sensation and feeling, for the sake of making the storyteller legitimate in his discourse. The methodology of this article is based on narrative, enunciative and discursive analyzes to identify the argumentative reality in Maupassant’s La Peur.
Keywords: Argumentation, emotion, sensation, feeling, ethos
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2021
Özet Yunan filozof Empedokles bir doğa düşünürü olmasının yanında ölümü de sorunsallaştırır. Ölüm... more Özet
Yunan filozof Empedokles bir doğa düşünürü olmasının yanında ölümü de sorunsallaştırır. Ölümü bir yok oluş olarak görmeyi reddeder, onun yalnızca bir canlıyı birleştiren parçaların ayrışması olduğunu söyler, hatta hekimlerin ölüme terk ettiği insanlara yeniden hayat verdiği söylenir. Bu bağlamda Amin Maalouf’un Empedokles’in Dostları adlı distopik bilimkurgu yapıtını Empedokles figürünün üzerine kurması tesadüf değildir. Empedokles’in teknolojiyi kullanma biçiminden etkilenen Maalouf bu romanında insanlığın savaş ve ölüm kavramlarına olan bakışını ileri teknoloji karşısında konumlandırarak irdeler. Bu noktadan yola çıkarak dünyadaki güç dengesizliğine değinerek savaşsız yeni bir dünya düzeni hayal eder. Maalouf’un bu vizyonu ise posthümanizm düşüncesinde karşılık bulur. Posthümanizm geniş kapsamlı bir kavram olsa da genel hatlarıyla insanı, doğayı ve inorganik maddeleri yatay bir ontolojide, herhangi bir hiyerarşik düzenden bağımsız olarak ele almayı önerir. Bu bakış açısına göre doğa-kültür, insan-hayvan, organik-inorganik gibi pek çok ikili karşıtlık önemini kaybeder. Aynı durum insan-teknoloji ilişkisi için de geçerlidir. İnsanlığın sınırlarının nerede başlayıp teknolojininkilerin nerede bittiği belirsizleşir, diğer bir deyişle insan ve teknoloji, ayrışması imkânsız bir ikilik ve dolaşıklık durumuna gelir. Aynı şekilde Maalouf romanında insanlığa, teknoloji için ve teknoloji aracılığıyla savaşmak yerine teknolojiyle bütünlük içinde, diğer canlılar ve kendi türü içerisinde eşitlikçi bir tutum sergilemeyi önerir. Bu durumda çalışmada Empedokles’in Dostları romanı insan, teknoloji ve ölüm kavramları çevresinde posthümanist perspektiften ele alınmaktadır; yöntem olarak ise edimbilim ve söylem çözümlemesi yaklaşımlarından yararlanılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Amin Maalouf, Empedokles’in Dostları, posthümanizm, teknoloji, edimbilim, söylem çözümlemesi
Traces of Posthumanism in Amin Maalouf’s Our Unexpected Brothers
Abstract
In addition to being a Greek natural philosopher, Empedocles problematizes the notion of death as well. He refuses to approach death as a form of extinction, and takes it as the simple disintegration of the parts composing a living being; it is even known that he used to reanimate the individuals the doctors left to die. Hence, it is apparently no coincidence that Amin Maalouf bases his dystopian science fiction novel Our Unexpected Brothers on the figure of Empedocles. Inspired by the way Empedocles uses technology, Maalouf questions humanity’s approach to war, disaster and death, discussing them within the context of advanced technology. Departing from here, he touches upon the notion of power inequality, imagining a new, warless world order instead. His vision, on the other hand, finds its reflection in posthumanist thought. Although posthumanism has a broad conceptual scope, in general terms it approaches human beings, nature and inorganic materials in a horizontal ontology independent from a hierarchical order. In this view, many dichotomies such as nature-culture, human-animal, organic-inorganic become irrelevant, and the same holds for the human-technology relationship. It is no longer clear where humanity’s boundaries end and where those of technology begin, i.e. man and technology become inseparably enmeshed. Similarly, Maalouf invites humanity to adopt an egalitarian attitude towards all the other species and its own, and to live in harmony with technology instead of using it to fight each other and in its name. This study approaches the novel Our Unexpected Brothers from a posthumanist perspective, discussing it within the framework of concepts such as human, technology and death; it uses as its methodology the approaches offered by pragmatics and discourse analysis.
Keywords: Amin Maalouf, Our Unexpected Brothers, posthumanism, technology, pragmatics, discourse analysis.
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2020
For centuries, women, being the first victim of the patriarchal tradition have been perceived as ... more For centuries, women, being the first victim of the patriarchal tradition have been perceived as “less
human” than men. Yet, for the last fifty years or so, civil movements that attempt to reposition
“male” human being in an existential framework have sprung up. In the meantime, a new
existential orientation has also been unfolded: a tendency that is conscious of the privilege of the
white westerner in relation to human beings who are neither white nor westerner, and aiming at
repositioning his status. This new tendency, called philosophical posthumanism, offers a new
approach by considering human being in full entente with the Universe where he finds himself with
other human beings outside the patriarchal privilege that he engages with. Having Gérard Genette’s
theory of hypertextuality as the methodological framework, as well as taking into account Rosi
Braidotti’s philosophical posthumanism as a theoretical outline, we will attempt to see how women
are repositioned in literary territory. In this context, we will resort to Hélène Cixous’s rewriting of
the sophoclean myth Oedipe Roi [Kral Oidipus], which adopts the perspective of Oedipe’s mother
Jocasta. In her Le Nom d’Oedipe, Cixous does not only promote the aesthetic of the feminine
writing, but also relocates a myth, which is indisputably a representation of the patriarchal tradition
in the collective imagination. We will see, finally, that the hypertextual ties that reinstate and
feminize the myth vitalize it today in the context of posthumanist thought.
Keywords: Philosophical posthumanism, rewriting, Oedipus, Hélène Cixous, hypertext
Frankofoni, 2019
Dans ce travail, nous optons pour une lecture musico-littéraire dans deux ouvrages de Pascal Quig... more Dans ce travail, nous optons pour une lecture musico-littéraire dans deux ouvrages de Pascal Quignard, Tous les Matins du Monde et La Leçon de Musique. L'approche que nous utilisons est empruntée à Frédéric Sounac, qui, en adoptant la terminologie de la musicologie médiévale, identifie l'inclusion musicale dans l'oeuvre littéraire à travers les plans logogènes,-thématiques-, mélogènes-sonores-et méloformes-formelles-. Nous privilégions, parmi les interventions citées, celle mélogène étant la plus complexe à appliquer ainsi qu'à distinguer puisqu'elle adapte à la littérature une nouvelle manière compositionnelle qui possède les formes, genres ou techniques musicaux pour ainsi dire fugue et contrepoint, leitmotiv, thème et variation etc. celle-ci nécessite une imagination et une connaissance musicale suffisante pour pouvoir associer le texte à une forme ou technique musicale. Nous verrons qu'à partir des procédés purement littéraires, Pascal Quignard s'efforce à attribuer un aspect musical dans son univers littéraire. Mots-clés : Pascal Quignard, lecture musico-littéraire, Tous les Matins du Monde, La Leçon de Musique, musicologie, méloforme, forme musicale, procédé littéraire. MELOFORM IN PASCAL QUIGNARD'S UNIVERSE OF LITERARY CREATION In this study, we opt for a musico-literary reading in two works of Pascal Quignard, This study has attempted to reveal how music can enter into the field of literature in Pascal Quignard's Tous les Matins du Monde and La Leçon de Musique by making use of the classifiction method of Frédéric Sounac who adopts the terminology of medieval musicology and identifies the musical inclusion in the literary work through the logogene-thematic-, melogene-sound-and meloform-formal-plans. Among the mentioned interventions, the melogenic one is highlighted by its very particular side. Since the writer attempts to approximate his text to a music style like concerto or symphony, to a music technique like counterpoint, or to a work already composed, this type of intervention happens to be the most complex one to apply as well as to distinguish. Pascal Quignard intends to attribute a musical aspect to his literary universe through pure literary techniques.
Conference Presentations by Simay Turan
2nd INTERNATIONAL CONGRESS ON ACADEMIC STUDIES IN PHILOLOGY (BICOASP) BOOK OF ABSTRACTS, 2020
La première victime de la tradition patriarcale n’étant autre que la femme a été considérée comme... more La première victime de la tradition patriarcale n’étant autre que la femme a été considérée comme ‘moins
humain’ que l’homme pendant des siècles. Cependant, depuis une cinquantaine d’années s’émergent
des mouvements essayant de repositionner l’être-humain ‘mâle’ dans le cadre existentiel. En littérature,
l’intervention féminine n’est survenue que dans les années soixante où la pensée postmoderne a ouvert
les portes de la liberté pour les opprimés. Entre-temps, germait une nouvelle tendance existentielle,
consciente de la place privilégiée de l’homme blanc occidental par rapport aux êtres-humains n’étant ni
blancs ni occidentaux et par rapport aux êtres non-humains et visant à repositionner cette place. Cette
tendance intitulée le posthumanisme, ayant des liens étroits avec le postmodernisme, propose de
reconsidérer l’être-humain en pleine harmonie avec l'univers où il se trouve, avec la technologie qu'il
développe et, en ce qui concerne notre étude, avec les êtres-humains restés hors du privilège patriarcal
avec lesquels il noue des rapports. Ayant la théorie de l’hypertextualité de Gérard Genette en tant que
méthodologie, ainsi que considérant le posthumanisme feministe de Rosi Braidotti comme cadre
théorique, nous essayerons de voir la manière dont on repositionne la femme sur le territoire littéraire.
Dans ce cadre, nous aurons recours à la réécriture du mythe sophocléen d’OEdipe par Hélène Cixous, qui
adopte le point de vue de la mère d’OEdipe, Jocaste. Dans Le Nom D’OEdipe où l’auteure donne la parole
à la mère d’OEdipe, Cixous fait non seulement la promotion d’une esthétique d’écriture féminine, mais
elle repositionne également le mythe qui représente indiscutablement la tradition patriarcale dans
l’imaginaire collectif. Nous verrons, enfin, que les liens hypertextuels qui resituent et féminisent le
mythe le font vivre dans le contexte de la pensée posthumaniste de nos jours.
Mots clés: Posthumanisme, réécriture, écriture féminine, mythe, OEdipe, Hélène Cixous, hypertexte.
Books by Simay Turan
ORMAN YA DA “POSTHÜMAN EV”: MARIE DARRIEUSSECQ’İN NOTRE VIE DANS LES FORÊTS ROMANININ EKOELEŞTİREL BİR OKUMASI, 2022
ÖZ Ev kavramını yalnızca duvarlardan oluşan ve insanı dış dünyadan izole eden bir yapı olarak d... more ÖZ
Ev kavramını yalnızca duvarlardan oluşan ve insanı dış dünyadan izole eden bir yapı olarak değerlendirmek günümüz koşullarında yetersiz kalacaktır. Kendine özgü dinamikleri olan, içinde çeşitli yaşam formları barındıran bir varlıktır. Bu durumda kapalı bir mekân yapısına sahip olmayan, ancak içerisinde yaşam olan kıta, okyanus ya da çölleri de pek çok varlığın evi olarak okuyabilmek mümkündür. Bu bağlamda düşünüldüğünde çağımızın koşullarından ve gerekliliklerinden doğan yeni maddeci kuramlar, bilinen anlamıyla maddeyi ve canlılığı sorgularlar ve bu düzlemde insanın diğer varlıklarla olan ilişkisini de yeniden tanımlama uğraşı içinde olurlar. Posthümanizmin eleştirel kolu da bir yeni maddecilik kuramı örneğidir: İnsanmerkezci hümanizm düşüncesinin insan için belirlediği “her şeyi merkezi ve ölçüsü” olma durumunun ötesine geçerek diğer varlıkların ontolojik düzlemdeki konumlarıyla ilgilenir. Canlı, cansız, organik veya inorganik türler arasındaki birbirine bağlı ve dolaşık ilişkileri inceler; bunu daha kapsayıcı, ekolojik ve eşitlikçi bir dünya düzeni için yapar. Buna bağlı olarak posthümanist kuramcılar, ekoeleştiri yöntemlerinin bu tür kuramlarla iç içe olduklarını belirtir. Dolayısıyla bu çalışmada yazınsal düzlemdeki posthüman tutum, ekoeleştirel bir yöntem üzerinden irdelenecektir. Ekoeleştirmen Lawrence Buell’in “çevreci metin” kavramı ile yazınsal bir metnin çevreci metin olarak adlandırılabilmesi için Buell’in tanımladığı dört kriter üzerinden bir okuma yapılacaktır. Çevreci metin okuması yapmak üzere Fransız yazar Marie Darrieussecq’in Notre vie dans les forêts romanı seçilmiştir, çünkü Darrieussecq’in roman evreni, insan ve insan olmayan çeşitli pek çok yaşam formundan oluşur. Romanın başlığından işlenen temalara kadar en önemli ve tekrarlı unsur olan orman, çevreci bir metne işaret eder. Çalışmada ormanın roman karakterleri için salt bir mekândan daha fazlası olabileceği vurgulanacaktır. Aynı zamanda romanın insan merkezcilik düşüncesinden uzak oluşu ele alınacak ve çevre açısından belli bir etiği savunuyor oluşu irdelenecektir. Ayrıca romanda çevrenin sabit bir olgudan çok, dinamik bir süreç olarak kendine yer bulduğu vurgulanacaktır. Sonuç olarak çağdaş eleştirel posthümanist kuramlar ile ekoeleştiri yöntemlerinin birbirlerine olan paralelliklerinin altı çizilecek, “ev” kavramının uğradığı ya da gelecekte uğrayacağı anlam kaymalarına değinilecektir.
Anahtar kelimeler: orman, eleştirel posthümanizm, ekoeleştiri, Marie Darrieussecq, Notre vie dans les forêtsABSRACT
Under contemporary circumstances, it would be unfair to refer to the concept of home only as a structure consisting of walls and isolating the individual from the outside world. It is an entity with its own dynamics, hosting various life forms. It follows that it is possible to regard the continents, oceans and deserts as home to numerous beings for they contain life, even though they exhibit no structure of an indoor space. From this perspective, the new materialist theories born out of the conditions and needs of our time question the ordinary meanings of matter and life, also with the effort to redefine the relationship between humans and other beings. The critical branch of posthumanism is another example of new materialism: Transcending the status of the human being as “the center and criterion of everything” as established by humanism and its anthropocentric approach, it is interested in exploring the other beings’ positions on the ontological plane. It examines the intricate and entangled relationships between the living and the non-living, organic and inorganic species; it does so for the sake of a more inclusive, ecological and egalitarian world order. This is why posthumanist theoreticians argue that ecocritical methodologies are intertwined with such theories. Thus, this study will interpret the posthuman attitude on the literary plane using an ecocritical methodology. The concept of the “environmental text” by Lawrence Buell and his four criteria for defining an ecocritical text will be employed in the analysis of a literary text. The subject of the analysis will be Marie Darrieussecq’s novel Our Life in the Forest, for its universe contains various life forms, both human and non-human. As the most dominant and frequently mentioned element throughout the novel ranging from its title to its explored themes, the notion of the forest indicates the presence of an environmental text. The study will focus on the hypothesis that the forest might be more than merely a space for the characters. At the same time, it will address the novel’s distance from anthropocentrism and will examine how it defends a certain type of environmental ethic. It will also point out that the environment in the novel is manifested as a dynamic process rather than a static phenomenon. In conclusion, it will highlight the parallelisms between the contemporary critical posthuman theories and ecocritical methodologies, touching upon the shifts of meaning the concept of “home” is or will be undergoing.
Keywords: forest, critical posthumanism, ecocriticism, Marie Darrieussecq, Our Life in the Forest.
5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası Hükümleri gereğince; yayınevinin bilgisi ve iz... more 5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası Hükümleri gereğince; yayınevinin bilgisi ve izni olmadan bu eserin baskısından alıntı yapılamaz, fotokopi yöntemiyle çoğaltılamaz, resim, şekil, grafik, vb. izin alınmadan kopya edilemez. Kitapta yer alan yazılarla ilgili doğabilecek her türlü işlemden, söz konusu yazının yazarı sorumludur.
Milli folklor, Apr 27, 2024
İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da Nazi söyleminde folklorik unsurların bir propaganda arac... more İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da Nazi söyleminde folklorik unsurların bir propaganda aracı olarak sıklıkla kullanıldığı bilinmektedir. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ya da siyasal koşulların olum-suz bir yöne evrildiği bir ortamda yönetimde bulunan kişiler Fransa’daki halkın yurt, vatan, millet, toprak, dil gibi temel ulusal değerlerini bir dizi basmakalıp söylem üzerinden giderek manipüle etmeye çalışırlar. Bu amaçla manipüle ettikleri ulusal değerlerin, söz konusu kavramlara ilişkin yerleşik toplumsal imgelerin (doksanın) kendini en güçlü biçimde duyurduğu alan olan folklorun verilerini sıklıkla kullanmaktan geri durmamışlardır. Nazi söylemi böyle bir manipülasyon girişiminin en bilinen örneklerinden bir tanesidir. Nazilerin bu eğilimlerine koşut biçimde yenilikçi hareketlerin karşısında duran, doksaya (ortak duyuşun içerdiği geleneksel ve toplumsal değerler) başvurmaktan geri durmayan, Nazilerle iş birliği yapmaktan çekinmeyen, Fransız halkının öncelediği köy, köylülük ve toprak gibi izlekleri kullanan Vichy hükûmeti özellikle toprak mitinden yola çıkarak toplumsal imgelemde “sözde” bir devrim hareketi imgesi yaratarak kendi ideolojik değerlerini halka dayatmaya uğraşmıştır. Ayrıca Mareşal Pétain’in yönlendirdiği Vichy hükûmetinin görünürdeki temel amacı ulusal değerlerin öne çıktığı bir toplumsal değişimin kapılarını arala-maktır. Bunu yaparken de folklor gerecini, Fransız toplumunun baş tacı ettiği ulusal değerleri, efsaneleri, eski mitleri, vatan ve ulus gibi değerleri, ayrıca toprak mitini odağa koymuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan, bunun sonucunda ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya kalan, cumhuriyet değerlerini ise henüz yeterince içselleştirememiş Fransız halkı ulusal devrimin bir kuramcısı, hatta gerçekleştiricisi olmayı kendine görev edinen Vichy hükûmetinin ulusal devrimi bir varoluş nedeni durumuna getirme dayatmaları-na ayak uydurmak zorunda bırakılmıştır. Vichy hükûmeti toprak ve köylü folklorunu ideolojik söyleminin merkezine alarak Almanya’nın neden olduğu işgal dramını söyleminden bütünüyle çıkarmaya çalışırken aslında Fransa’nın özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi benimsediği temel ilkeleri “iş, aile, vatan” ilkeleriyle değiştirmiştir. Bir başka anlatımla geleneksel yapılara, düşünme biçimlerine, yani değerlere bağlı Fransız halkının onlarca yıldır benimsediği değerleri kendilerince yeniden yorumlayarak onları birer propaganda aracı durumuna getirmekten çekinmemişlerdir. Böylelikle önemli ölçüde folklordan beslenen bir propagan-da söyleminin temelleri atılmış olur. Bu çalışmada Vichy hükûmetinin bir propaganda aracı olarak kullandığı folklorik gerecin (bölgeler, tarım, köylülük, şiirler, marşlar, müzeler, bayramlar gibi) nasıl dönüştürülüp manipüle edilerek kullanıldığına vurgu yaparak, daha çok köylülük ve toprak mitinin bu perspektifte kulla-nımını irdeleyeceğiz. Bu amaçla folklordan çok folklor söyleminin ana unsurlarından olan ve sıklıkla birer propaganda aracı olarak kullanılan bir içeriğin İkinci Dünya Savaşı koşullarında Fransa’daki karşılığı üzerinde duracağız. Vichy hükûmetinin yarattığı propaganda söylemine yedirilen söz konusu temel unsurla-rın (folklor söylemi) işlevlerine odaklanarak aynı zamanda bunun başka ülkelerdeki karşılıklarına kısaca değineceğiz. Böylelikle amacımız, manipüle edilen folklorik bir içeriğin ortak duyuşu nasıl belirlediğine yönelik kimi belirlemeler yapmaktır. Öyleyse varsayımımız kısaca şu olacak: Propaganda söylemi bir top-lumun ortak duyuşuna ilişkin yerleşik değerleri kendince biçimleyerek, Baudrillard’ın söylediği gibi, bir tür simülakrum yaratma yollarından birisidir. Böyle bir yaklaşım folklorun bir propaganda görüngüsünde olası işlevlerinden birisinin ne olduğunu daha yakından görmemize olanak sağlayacaktır. Kanımızca Vichy hükûmeti, Fransız halkının imgeleminde (hatta bilinçaltında) yapay bir gerçeklik etkisi yaratmaya çalışarak öngörüsüz bir dizi yöneticinin neden olduğu yitirilen savaşın yarattığı travmayı bastırmayı amaçlamıştır.
Milli Folklor, 2024
İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da Nazi söyleminde folklorik unsurların bir propaganda arac... more İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’da Nazi söyleminde folklorik unsurların bir propaganda aracı olarak sıklıkla kullanıldığı bilinmektedir. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ya da siyasal koşulların olum-suz bir yöne evrildiği bir ortamda yönetimde bulunan kişiler Fransa’daki halkın yurt, vatan, millet, toprak, dil gibi temel ulusal değerlerini bir dizi basmakalıp söylem üzerinden giderek manipüle etmeye çalışırlar. Bu amaçla manipüle ettikleri ulusal değerlerin, söz konusu kavramlara ilişkin yerleşik toplumsal imgelerin (doksanın) kendini en güçlü biçimde duyurduğu alan olan folklorun verilerini sıklıkla kullanmaktan geri durmamışlardır. Nazi söylemi böyle bir manipülasyon girişiminin en bilinen örneklerinden bir tanesidir. Nazilerin bu eğilimlerine koşut biçimde yenilikçi hareketlerin karşısında duran, doksaya (ortak duyuşun içerdiği geleneksel ve toplumsal değerler) başvurmaktan geri durmayan, Nazilerle iş birliği yapmaktan çekinmeyen, Fransız halkının öncelediği köy, köylülük ve toprak gibi izlekleri kullanan Vichy hükûmeti özellikle toprak mitinden yola çıkarak toplumsal imgelemde “sözde” bir devrim hareketi imgesi yaratarak kendi ideolojik değerlerini halka dayatmaya uğraşmıştır. Ayrıca Mareşal Pétain’in yönlendirdiği Vichy hükûmetinin görünürdeki temel amacı ulusal değerlerin öne çıktığı bir toplumsal değişimin kapılarını arala-maktır. Bunu yaparken de folklor gerecini, Fransız toplumunun baş tacı ettiği ulusal değerleri, efsaneleri, eski mitleri, vatan ve ulus gibi değerleri, ayrıca toprak mitini odağa koymuştur. İkinci Dünya Savaşı’ndan yenilgiyle çıkan, bunun sonucunda ağır bir ekonomik krizle karşı karşıya kalan, cumhuriyet değerlerini ise henüz yeterince içselleştirememiş Fransız halkı ulusal devrimin bir kuramcısı, hatta gerçekleştiricisi olmayı kendine görev edinen Vichy hükûmetinin ulusal devrimi bir varoluş nedeni durumuna getirme dayatmaları-na ayak uydurmak zorunda bırakılmıştır. Vichy hükûmeti toprak ve köylü folklorunu ideolojik söyleminin merkezine alarak Almanya’nın neden olduğu işgal dramını söyleminden bütünüyle çıkarmaya çalışırken aslında Fransa’nın özgürlük, eşitlik, kardeşlik gibi benimsediği temel ilkeleri “iş, aile, vatan” ilkeleriyle değiştirmiştir. Bir başka anlatımla geleneksel yapılara, düşünme biçimlerine, yani değerlere bağlı Fransız halkının onlarca yıldır benimsediği değerleri kendilerince yeniden yorumlayarak onları birer propaganda aracı durumuna getirmekten çekinmemişlerdir. Böylelikle önemli ölçüde folklordan beslenen bir propagan-da söyleminin temelleri atılmış olur. Bu çalışmada Vichy hükûmetinin bir propaganda aracı olarak kullandığı folklorik gerecin (bölgeler, tarım, köylülük, şiirler, marşlar, müzeler, bayramlar gibi) nasıl dönüştürülüp manipüle edilerek kullanıldığına vurgu yaparak, daha çok köylülük ve toprak mitinin bu perspektifte kulla-nımını irdeleyeceğiz. Bu amaçla folklordan çok folklor söyleminin ana unsurlarından olan ve sıklıkla birer propaganda aracı olarak kullanılan bir içeriğin İkinci Dünya Savaşı koşullarında Fransa’daki karşılığı üzerinde duracağız. Vichy hükûmetinin yarattığı propaganda söylemine yedirilen söz konusu temel unsurla-rın (folklor söylemi) işlevlerine odaklanarak aynı zamanda bunun başka ülkelerdeki karşılıklarına kısaca değineceğiz. Böylelikle amacımız, manipüle edilen folklorik bir içeriğin ortak duyuşu nasıl belirlediğine yönelik kimi belirlemeler yapmaktır. Öyleyse varsayımımız kısaca şu olacak: Propaganda söylemi bir top-lumun ortak duyuşuna ilişkin yerleşik değerleri kendince biçimleyerek, Baudrillard’ın söylediği gibi, bir tür simülakrum yaratma yollarından birisidir. Böyle bir yaklaşım folklorun bir propaganda görüngüsünde olası işlevlerinden birisinin ne olduğunu daha yakından görmemize olanak sağlayacaktır. Kanımızca Vichy hükûmeti, Fransız halkının imgeleminde (hatta bilinçaltında) yapay bir gerçeklik etkisi yaratmaya çalışarak öngörüsüz bir dizi yöneticinin neden olduğu yitirilen savaşın yarattığı travmayı bastırmayı amaçlamıştır.
Söylem Filoloji, 2023
İmgelemin Antropolojik Yapıları adlı yapıtında imgeleri toplumsal işlevlerine göre sınıflandıran ... more İmgelemin Antropolojik Yapıları adlı yapıtında imgeleri toplumsal işlevlerine göre sınıflandıran Gilbert Durand'a göre insan, zamanın akışından ve buna bağlı olarak gelişen ölüm düşüncesinden korkar; bu korkusunu ise yarattığı imgeler yoluyla ifade etmeye çalışır. İmgelerin kimileri müzikle ilintilidir. Durand'a göre müzik bir imge olarak ele alındığında ritmik olması, tekrarlı kalıplar üzerinden ilerlemesi ve farklı sesleri zaman düzleminde bir araya getirmesi açısından "zamanı kontrol altına alma" yöntemi olarak görülebilir. Bu açıdan bakıldığında müzik imgesinin gelecek öngörüleri, fütürist evrenleri, ya da gelişmiş ve değişmiş varlıkları ele alan yazınsal kurgu türlerinde kendine geniş yer bulması oldukça anlamlıdır. Özellikle günümüzde hızlanan teknolojik gelişmelerle insan algısı ve tanımı değişmiştir; kırılgan koşuluna çözüm bulmaya çalışan insan, teknolojiyi kendine yoldaş alarak bu koşulunu aşmaya ve "ölümsüz" olmaya kendini adamış, bu refleksi ise kurguda geniş yer bulmuştur. "Posthüman" kavramı insanın bu yeni koşulunu, "posthüman yazın" kavramı ise bu yeni insanın yazınsal düzlemde izleksel ve biçimsel olarak bulduğu karşılıkları ifade eder. Posthüman kavramı ile yaygın olarak bilimkurgu ve spekülatif kurgu türlerinde karşılaşılır. Bu çerçevede bu çalışmada Fransız bilimkurgu yazarı Maurice G. Dantec'in Les racines du mal (tr. Kötülüğün Kökleri), Babylon Babies (tr. Babil Bebekleri) ve Grande Jonction (tr. Büyük Buluşma) başlıklı romanlarında müzik imgesine değinilecek, müziğin bilimkurgu düzleminde ve posthüman roman söyleminde kullanım biçimleri sınıflandırılarak bu kullanımların anlamları üzerinde durulacaktır. Böyle bir çalışma Gilbert Durand'ın İmgelemin Antropolojik Yapıları adlı kitabındaki imge kategorilerinin, sınırlı da olsa, uygulamada karşılıklarına belli bir somutluk kazandırma çabasıdır.
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2022
Jules Verne, one of the most visionary writers of his time and even the human history, put techno... more Jules Verne, one of the most visionary writers of his time and even the human history, put technology at the center of his literary universe and wrote novels in which he predicted the progress of humanity on the line of civilization centuries ago. However, his early works, his hopeful discourses on the human civilization’s development shifted to a more pessimistic and anxious direction in the face of the developing technology in his works after the 1880s. In this study, Jules Verne's early novels From the Earth to the Moon (1865) and Around the Moon (1869) and technology discourses in his late novel The Purchase of the North Pole or Topsy-Turvy (1889), which is the third and last novel of the series, are discussed comparatively within the framework of the two interrelated and contemporary concepts, transhumanism and posthumanism. Even though these concepts were suggested approximately 100 years after Jules Verne's active years, this study claims that they overlap with the te...
Litera: Journal of Language, Literature and Culture Studies, 2022
-fr- La présence de l’argumentation n’est pas exclusive aux textes non-fictifs. Tout au contraire... more -fr-
La présence de l’argumentation n’est pas exclusive aux textes non-fictifs. Tout au contraire, elle est incluse dans la narration depuis la nuit des temps. De point de vue anthropologique, les sociétés primitives imposaient les interdictions et les lois sociales par l’intermédiaire des discours narratifs -tels que les mythes- afin d’éviter les crises possibles au sein de la société et d’assurer la survie de l’homo sapiens sapiens. Partant de cet aspect narratif de l’argumentation, il serait adéquat de supposer que le discours littéraire pourrait constituer une réalité argumentative. Ladite supposition est à vérifier à l’aide de cet article qui vise à découvrir la manière dont un personnage littéraire intratextuel touche son lecteur extratextuel en construisant un ethos discursif dans les limites de l’argumentation. Dans La Peur de Guy de Maupassant, multiples locuteurs discutent sur le sens véritable de l’émotion
de la peur : en effet, on y argumente dessus. L’ethos construit par le personnage du conteur et son expression de l’émotion servent à révéler comment la peur peut se métamorphoser en différents états tels que la sensation et le sentiment de manière à rendre légitime le conteur. En conclusion, l’article adopte en tant que méthodologie l’analyse des procédés narratifs, énonciatifs et discursifs afin de dégager la dimension et la puissance argumentatives d’un texte littéraire.
Mots-clés: Argumentation, émotion, sensation, sentiment, ethos
-eng-
The argumentation process is not exclusive to non-fictional texts. On the contrary, it has coexisted with narrative since the early stages of human history. From an anthropological point of view, primitive societies imposed social prohibitions and laws through narrative discourses - such as myths - to avoid a possible crisis within society and to ensure homo sapiens survival. In considering the narrative aspect of the argument, it would be appropriate to assume that literary discourse can constitute a certain argumentative reality. This article seeks to discover and verify the way a character affects its extratextual reader through the argumentation process.
In Guy de Maupassant’s La Peur, a group of soldiers discuss the true meaning of the emotion of fear: indeed, they argue about it. The ethos constructed by the storytelling character and his way of expressing his emotions leads us to discover how fear’s literary expression can metamorphose into different states, like sensation and feeling, for the sake of making the storyteller legitimate in his discourse. The methodology of this article is based on narrative, enunciative and discursive analyzes to identify the argumentative reality in Maupassant’s La Peur.
Keywords: Argumentation, emotion, sensation, feeling, ethos
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2021
Özet Yunan filozof Empedokles bir doğa düşünürü olmasının yanında ölümü de sorunsallaştırır. Ölüm... more Özet
Yunan filozof Empedokles bir doğa düşünürü olmasının yanında ölümü de sorunsallaştırır. Ölümü bir yok oluş olarak görmeyi reddeder, onun yalnızca bir canlıyı birleştiren parçaların ayrışması olduğunu söyler, hatta hekimlerin ölüme terk ettiği insanlara yeniden hayat verdiği söylenir. Bu bağlamda Amin Maalouf’un Empedokles’in Dostları adlı distopik bilimkurgu yapıtını Empedokles figürünün üzerine kurması tesadüf değildir. Empedokles’in teknolojiyi kullanma biçiminden etkilenen Maalouf bu romanında insanlığın savaş ve ölüm kavramlarına olan bakışını ileri teknoloji karşısında konumlandırarak irdeler. Bu noktadan yola çıkarak dünyadaki güç dengesizliğine değinerek savaşsız yeni bir dünya düzeni hayal eder. Maalouf’un bu vizyonu ise posthümanizm düşüncesinde karşılık bulur. Posthümanizm geniş kapsamlı bir kavram olsa da genel hatlarıyla insanı, doğayı ve inorganik maddeleri yatay bir ontolojide, herhangi bir hiyerarşik düzenden bağımsız olarak ele almayı önerir. Bu bakış açısına göre doğa-kültür, insan-hayvan, organik-inorganik gibi pek çok ikili karşıtlık önemini kaybeder. Aynı durum insan-teknoloji ilişkisi için de geçerlidir. İnsanlığın sınırlarının nerede başlayıp teknolojininkilerin nerede bittiği belirsizleşir, diğer bir deyişle insan ve teknoloji, ayrışması imkânsız bir ikilik ve dolaşıklık durumuna gelir. Aynı şekilde Maalouf romanında insanlığa, teknoloji için ve teknoloji aracılığıyla savaşmak yerine teknolojiyle bütünlük içinde, diğer canlılar ve kendi türü içerisinde eşitlikçi bir tutum sergilemeyi önerir. Bu durumda çalışmada Empedokles’in Dostları romanı insan, teknoloji ve ölüm kavramları çevresinde posthümanist perspektiften ele alınmaktadır; yöntem olarak ise edimbilim ve söylem çözümlemesi yaklaşımlarından yararlanılmaktadır.
Anahtar kelimeler: Amin Maalouf, Empedokles’in Dostları, posthümanizm, teknoloji, edimbilim, söylem çözümlemesi
Traces of Posthumanism in Amin Maalouf’s Our Unexpected Brothers
Abstract
In addition to being a Greek natural philosopher, Empedocles problematizes the notion of death as well. He refuses to approach death as a form of extinction, and takes it as the simple disintegration of the parts composing a living being; it is even known that he used to reanimate the individuals the doctors left to die. Hence, it is apparently no coincidence that Amin Maalouf bases his dystopian science fiction novel Our Unexpected Brothers on the figure of Empedocles. Inspired by the way Empedocles uses technology, Maalouf questions humanity’s approach to war, disaster and death, discussing them within the context of advanced technology. Departing from here, he touches upon the notion of power inequality, imagining a new, warless world order instead. His vision, on the other hand, finds its reflection in posthumanist thought. Although posthumanism has a broad conceptual scope, in general terms it approaches human beings, nature and inorganic materials in a horizontal ontology independent from a hierarchical order. In this view, many dichotomies such as nature-culture, human-animal, organic-inorganic become irrelevant, and the same holds for the human-technology relationship. It is no longer clear where humanity’s boundaries end and where those of technology begin, i.e. man and technology become inseparably enmeshed. Similarly, Maalouf invites humanity to adopt an egalitarian attitude towards all the other species and its own, and to live in harmony with technology instead of using it to fight each other and in its name. This study approaches the novel Our Unexpected Brothers from a posthumanist perspective, discussing it within the framework of concepts such as human, technology and death; it uses as its methodology the approaches offered by pragmatics and discourse analysis.
Keywords: Amin Maalouf, Our Unexpected Brothers, posthumanism, technology, pragmatics, discourse analysis.
RumeliDE Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 2020
For centuries, women, being the first victim of the patriarchal tradition have been perceived as ... more For centuries, women, being the first victim of the patriarchal tradition have been perceived as “less
human” than men. Yet, for the last fifty years or so, civil movements that attempt to reposition
“male” human being in an existential framework have sprung up. In the meantime, a new
existential orientation has also been unfolded: a tendency that is conscious of the privilege of the
white westerner in relation to human beings who are neither white nor westerner, and aiming at
repositioning his status. This new tendency, called philosophical posthumanism, offers a new
approach by considering human being in full entente with the Universe where he finds himself with
other human beings outside the patriarchal privilege that he engages with. Having Gérard Genette’s
theory of hypertextuality as the methodological framework, as well as taking into account Rosi
Braidotti’s philosophical posthumanism as a theoretical outline, we will attempt to see how women
are repositioned in literary territory. In this context, we will resort to Hélène Cixous’s rewriting of
the sophoclean myth Oedipe Roi [Kral Oidipus], which adopts the perspective of Oedipe’s mother
Jocasta. In her Le Nom d’Oedipe, Cixous does not only promote the aesthetic of the feminine
writing, but also relocates a myth, which is indisputably a representation of the patriarchal tradition
in the collective imagination. We will see, finally, that the hypertextual ties that reinstate and
feminize the myth vitalize it today in the context of posthumanist thought.
Keywords: Philosophical posthumanism, rewriting, Oedipus, Hélène Cixous, hypertext
Frankofoni, 2019
Dans ce travail, nous optons pour une lecture musico-littéraire dans deux ouvrages de Pascal Quig... more Dans ce travail, nous optons pour une lecture musico-littéraire dans deux ouvrages de Pascal Quignard, Tous les Matins du Monde et La Leçon de Musique. L'approche que nous utilisons est empruntée à Frédéric Sounac, qui, en adoptant la terminologie de la musicologie médiévale, identifie l'inclusion musicale dans l'oeuvre littéraire à travers les plans logogènes,-thématiques-, mélogènes-sonores-et méloformes-formelles-. Nous privilégions, parmi les interventions citées, celle mélogène étant la plus complexe à appliquer ainsi qu'à distinguer puisqu'elle adapte à la littérature une nouvelle manière compositionnelle qui possède les formes, genres ou techniques musicaux pour ainsi dire fugue et contrepoint, leitmotiv, thème et variation etc. celle-ci nécessite une imagination et une connaissance musicale suffisante pour pouvoir associer le texte à une forme ou technique musicale. Nous verrons qu'à partir des procédés purement littéraires, Pascal Quignard s'efforce à attribuer un aspect musical dans son univers littéraire. Mots-clés : Pascal Quignard, lecture musico-littéraire, Tous les Matins du Monde, La Leçon de Musique, musicologie, méloforme, forme musicale, procédé littéraire. MELOFORM IN PASCAL QUIGNARD'S UNIVERSE OF LITERARY CREATION In this study, we opt for a musico-literary reading in two works of Pascal Quignard, This study has attempted to reveal how music can enter into the field of literature in Pascal Quignard's Tous les Matins du Monde and La Leçon de Musique by making use of the classifiction method of Frédéric Sounac who adopts the terminology of medieval musicology and identifies the musical inclusion in the literary work through the logogene-thematic-, melogene-sound-and meloform-formal-plans. Among the mentioned interventions, the melogenic one is highlighted by its very particular side. Since the writer attempts to approximate his text to a music style like concerto or symphony, to a music technique like counterpoint, or to a work already composed, this type of intervention happens to be the most complex one to apply as well as to distinguish. Pascal Quignard intends to attribute a musical aspect to his literary universe through pure literary techniques.
2nd INTERNATIONAL CONGRESS ON ACADEMIC STUDIES IN PHILOLOGY (BICOASP) BOOK OF ABSTRACTS, 2020
La première victime de la tradition patriarcale n’étant autre que la femme a été considérée comme... more La première victime de la tradition patriarcale n’étant autre que la femme a été considérée comme ‘moins
humain’ que l’homme pendant des siècles. Cependant, depuis une cinquantaine d’années s’émergent
des mouvements essayant de repositionner l’être-humain ‘mâle’ dans le cadre existentiel. En littérature,
l’intervention féminine n’est survenue que dans les années soixante où la pensée postmoderne a ouvert
les portes de la liberté pour les opprimés. Entre-temps, germait une nouvelle tendance existentielle,
consciente de la place privilégiée de l’homme blanc occidental par rapport aux êtres-humains n’étant ni
blancs ni occidentaux et par rapport aux êtres non-humains et visant à repositionner cette place. Cette
tendance intitulée le posthumanisme, ayant des liens étroits avec le postmodernisme, propose de
reconsidérer l’être-humain en pleine harmonie avec l'univers où il se trouve, avec la technologie qu'il
développe et, en ce qui concerne notre étude, avec les êtres-humains restés hors du privilège patriarcal
avec lesquels il noue des rapports. Ayant la théorie de l’hypertextualité de Gérard Genette en tant que
méthodologie, ainsi que considérant le posthumanisme feministe de Rosi Braidotti comme cadre
théorique, nous essayerons de voir la manière dont on repositionne la femme sur le territoire littéraire.
Dans ce cadre, nous aurons recours à la réécriture du mythe sophocléen d’OEdipe par Hélène Cixous, qui
adopte le point de vue de la mère d’OEdipe, Jocaste. Dans Le Nom D’OEdipe où l’auteure donne la parole
à la mère d’OEdipe, Cixous fait non seulement la promotion d’une esthétique d’écriture féminine, mais
elle repositionne également le mythe qui représente indiscutablement la tradition patriarcale dans
l’imaginaire collectif. Nous verrons, enfin, que les liens hypertextuels qui resituent et féminisent le
mythe le font vivre dans le contexte de la pensée posthumaniste de nos jours.
Mots clés: Posthumanisme, réécriture, écriture féminine, mythe, OEdipe, Hélène Cixous, hypertexte.
ORMAN YA DA “POSTHÜMAN EV”: MARIE DARRIEUSSECQ’İN NOTRE VIE DANS LES FORÊTS ROMANININ EKOELEŞTİREL BİR OKUMASI, 2022
ÖZ Ev kavramını yalnızca duvarlardan oluşan ve insanı dış dünyadan izole eden bir yapı olarak d... more ÖZ
Ev kavramını yalnızca duvarlardan oluşan ve insanı dış dünyadan izole eden bir yapı olarak değerlendirmek günümüz koşullarında yetersiz kalacaktır. Kendine özgü dinamikleri olan, içinde çeşitli yaşam formları barındıran bir varlıktır. Bu durumda kapalı bir mekân yapısına sahip olmayan, ancak içerisinde yaşam olan kıta, okyanus ya da çölleri de pek çok varlığın evi olarak okuyabilmek mümkündür. Bu bağlamda düşünüldüğünde çağımızın koşullarından ve gerekliliklerinden doğan yeni maddeci kuramlar, bilinen anlamıyla maddeyi ve canlılığı sorgularlar ve bu düzlemde insanın diğer varlıklarla olan ilişkisini de yeniden tanımlama uğraşı içinde olurlar. Posthümanizmin eleştirel kolu da bir yeni maddecilik kuramı örneğidir: İnsanmerkezci hümanizm düşüncesinin insan için belirlediği “her şeyi merkezi ve ölçüsü” olma durumunun ötesine geçerek diğer varlıkların ontolojik düzlemdeki konumlarıyla ilgilenir. Canlı, cansız, organik veya inorganik türler arasındaki birbirine bağlı ve dolaşık ilişkileri inceler; bunu daha kapsayıcı, ekolojik ve eşitlikçi bir dünya düzeni için yapar. Buna bağlı olarak posthümanist kuramcılar, ekoeleştiri yöntemlerinin bu tür kuramlarla iç içe olduklarını belirtir. Dolayısıyla bu çalışmada yazınsal düzlemdeki posthüman tutum, ekoeleştirel bir yöntem üzerinden irdelenecektir. Ekoeleştirmen Lawrence Buell’in “çevreci metin” kavramı ile yazınsal bir metnin çevreci metin olarak adlandırılabilmesi için Buell’in tanımladığı dört kriter üzerinden bir okuma yapılacaktır. Çevreci metin okuması yapmak üzere Fransız yazar Marie Darrieussecq’in Notre vie dans les forêts romanı seçilmiştir, çünkü Darrieussecq’in roman evreni, insan ve insan olmayan çeşitli pek çok yaşam formundan oluşur. Romanın başlığından işlenen temalara kadar en önemli ve tekrarlı unsur olan orman, çevreci bir metne işaret eder. Çalışmada ormanın roman karakterleri için salt bir mekândan daha fazlası olabileceği vurgulanacaktır. Aynı zamanda romanın insan merkezcilik düşüncesinden uzak oluşu ele alınacak ve çevre açısından belli bir etiği savunuyor oluşu irdelenecektir. Ayrıca romanda çevrenin sabit bir olgudan çok, dinamik bir süreç olarak kendine yer bulduğu vurgulanacaktır. Sonuç olarak çağdaş eleştirel posthümanist kuramlar ile ekoeleştiri yöntemlerinin birbirlerine olan paralelliklerinin altı çizilecek, “ev” kavramının uğradığı ya da gelecekte uğrayacağı anlam kaymalarına değinilecektir.
Anahtar kelimeler: orman, eleştirel posthümanizm, ekoeleştiri, Marie Darrieussecq, Notre vie dans les forêtsABSRACT
Under contemporary circumstances, it would be unfair to refer to the concept of home only as a structure consisting of walls and isolating the individual from the outside world. It is an entity with its own dynamics, hosting various life forms. It follows that it is possible to regard the continents, oceans and deserts as home to numerous beings for they contain life, even though they exhibit no structure of an indoor space. From this perspective, the new materialist theories born out of the conditions and needs of our time question the ordinary meanings of matter and life, also with the effort to redefine the relationship between humans and other beings. The critical branch of posthumanism is another example of new materialism: Transcending the status of the human being as “the center and criterion of everything” as established by humanism and its anthropocentric approach, it is interested in exploring the other beings’ positions on the ontological plane. It examines the intricate and entangled relationships between the living and the non-living, organic and inorganic species; it does so for the sake of a more inclusive, ecological and egalitarian world order. This is why posthumanist theoreticians argue that ecocritical methodologies are intertwined with such theories. Thus, this study will interpret the posthuman attitude on the literary plane using an ecocritical methodology. The concept of the “environmental text” by Lawrence Buell and his four criteria for defining an ecocritical text will be employed in the analysis of a literary text. The subject of the analysis will be Marie Darrieussecq’s novel Our Life in the Forest, for its universe contains various life forms, both human and non-human. As the most dominant and frequently mentioned element throughout the novel ranging from its title to its explored themes, the notion of the forest indicates the presence of an environmental text. The study will focus on the hypothesis that the forest might be more than merely a space for the characters. At the same time, it will address the novel’s distance from anthropocentrism and will examine how it defends a certain type of environmental ethic. It will also point out that the environment in the novel is manifested as a dynamic process rather than a static phenomenon. In conclusion, it will highlight the parallelisms between the contemporary critical posthuman theories and ecocritical methodologies, touching upon the shifts of meaning the concept of “home” is or will be undergoing.
Keywords: forest, critical posthumanism, ecocriticism, Marie Darrieussecq, Our Life in the Forest.