Dorlion Journal - Academia.edu (original) (raw)

Papers by Dorlion Journal

Research paper thumbnail of Kur’ân’ın Tövbeye Davet Yöntemi

Nesiller boyu muhafaza edilen ve ilk günkü gibi hidayet kaynağı olmaya devam eden Kur’ân, kara... more Nesiller boyu muhafaza edilen ve ilk günkü gibi hidayet kaynağı olmaya devam eden Kur’ân, karanlıkları nuruyla aydınlatmayı sürdürmektedir. Kur’ân’a muhatap kılınan insan, zaaflarına rağmen, akıl veiradesiyle vahyedilen hükümleri uygulayarak Kur’ân’ın nuruyla hem dünya hem de ahiret saadetine ulaşmak için de çaba göstermektedir. Kur’ân-ı Kerim insanı tövbeye davete seslenişte farklı yöntemler kullanmaktadır. Kur’ân, Mümin insanın zaafları nedeniyle tövbe etmeye muhtaç olduğu ve bu nedenle tövbe etmesi gerektiği için kulunu tövbeye davette ısrar etmektedir. İnsanda tövbe duygusu oluştuğunda pişmanlık, tövbe, mağfiret (istiğfar) ve af gibi kavramlarla tövbe edip af dileme kapısına gelip halini arz ederek yaratanı Yüce Allah’a sığınmak ister. Bu bağlamda makale Kur’an’ın insanı hangi usul ve üslupla günahlarından tövbeye davet ettiğini ele almaktadır. Bu açıdan araştırma Kur’an’ın bir üslup özelliğini ortaya koymayı hedeflemektedir. Görüne o ki Kur’ân, bir yandan insanı müjdeli vaadlerde bulunarak tövbeye davet ederken bir yandan da geçmiş kavimlerin ibretlik hallerini gözler önüne sererek onu ikaz ederek davette bulunmaktadır. Öte yandan kâh sorular sorup düşünmeye sevk ederek, kâh tövbe etmeme halinde ahiret gününde karşılaşacakları sıkıntılı halleri açıklayarak tövbeye yanaşmayanları tenkit eder. Yüce Allah, kulunun tövbesine karşılık onun günahlarını örter, siler, sevaba tebdil eder veya giderir. Davete icabet ederek tövbe edip af dileyen insan, tövbesi sonrası bireysel olarak kendisini ıslah yoluna gider. İnsanda olan olumlu değişimler ve tövbesinin toplum ile çevresindeki diğer canlı cansız yaratılmışlara olumlu katkılar sunar.

Research paper thumbnail of Kıraat Farklılıklarının Manaya Etkisi: Fâtiha ve Bakara Sureleri Bağlamında Bir Değerlendirme

Kur'an-ı Kerim, Müslümanlar için kutsal bir metin olup, onun doğru bir şekilde anlaşılması ve yor... more Kur'an-ı Kerim, Müslümanlar için kutsal bir metin olup, onun doğru bir şekilde anlaşılması ve yorumlanması İslamî ilimler açısından büyük bir önem arz etmektedir. Kırâat farklılıkları, Kur'an'ın çeşitli şekillerde okunmasını ifade etmektedir ve bu farklılıklar, Kur'an'ın anlamında ve yorumunda bazı nüans değişikliklerine yol açabilmektedir. Kırâat farklılıkları, kelimelerin telaffuzunda, harflerin okunuşunda ve bazen de kelimelerin yapısında görülmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bazı müphem kelimeler ve kapalı ifadeler, kırâatler aracılığıyla açıklığa kavuşmuştur. Bu bağlamda kırâat ihtilaflarının mana açısından âyetlerde ne gibi değişikliklere yol açtığı son derece önemli görülmektedir. Başta Kur’ân-ı Kerîm’in yorumlanmasına hizmet eden tefsir ilmi olmak üzere, ahkâm boyutu olan hukukî âyetlerin anlaşılmasına katkıda bulunan fıkıh ilmi ve inanca yönelik farklı bir bakış açısı geliştiren kelâm ilmi bu bakımdan kırâatlerle yakın bir ilişki içinde olmuştur. Ancak bu ilişkinin yoğunluğunun, tüm disiplinler için aynı oranda olmadığını söylemeliyiz. Bu kırâat farklılıkları, zamanla tefsir ilminin önemli bir parçası haline gelmiştir. İslâmî ilimlerin kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’i yorumlayan müfessirlerin büyük çoğunluğu, Kur’ân-ı Kerîm ve tefsir tarihinde önemli bir yere sahip olan bu alandan istifade etmişlerdir. Böylece kırâatler, tefsir ilminin gelişmesine ve birikimine önemli bir katkı sağlamıştır. Bu makalede, kırâatlerin manaya olan etkisi Fâtiha ve Bakara sûreleri bağlamında ele alınacak; Fâtiha ve Bakara sûrelerindeki belirgin kırâat farklılıklarının metinsel ve anlam düzeyindeki etkileri örneklerle değerlendirilecektir.

Research paper thumbnail of Hac İbadetinin Uygulaması İle İlgili Fıkhî Bazı Tartışmalar

İslâm’ın beş temel esasından biri olan Hac; ibadet niyetiyle belirli bir zaman ve mekân... more İslâm’ın beş temel esasından biri olan Hac; ibadet niyetiyle belirli bir zaman ve mekânda ihram elbisesi giyerek Kâbe etrafında dönmek (tavaf), Safa ve Merve arasında sa‛y etmek, Arafat’ta vakfeye durmak, şeytan taşlamak, kurban kesmek ve traş olmak gibi birtakım ritüelleri yerine getirmek suretiyle ifa edilen bir ibadettir. Hz. Peygamber “Hac ibadetinizi benden öğrenin” buyurarak, bu ibadetin şekil ve esaslarını ümmetine öğretmiş; hayatında yalnızca bir kez hac yapmıştır. Bununla birlikte, sahâbe ve tabiîn dönemlerinden itibaren bu ibadetin bazı uygulamalarında farklı yaklaşımlar, fıkhî tartışmaları beraberinde getirmiştir. Çalışmada, hem mali hem de bedeni bir ibadet olan hac ibadetinin uygulanmasında sağlık gibi bazı engellerin istitâat kapsamına alınıp alınmayacağı incelenmiştir. Dört günde ifa edilebilen hac ibadeti için verilen sürenin yani hac aylarının anlamı ana hatlarıyla değerlendirilmiştir. Hacı adaylarının aşırı yoğunluğu nedeniyle sıranın gelmemesi durumunda bu kimselerin mükellefiyetlerini kaybedip kaybetmeyecekleri gibi hususlar ile Müzdelife vakfesinin ve şeytan taşlamanın zamanı ile hedy kurbanının kesim mahalli gibi konular ele alınmıştır. Bu bağlamda, hac ibadetiyle ilgili mevcut fıkhî birikimden faydalanarak, bu ibadetin uygulanması sırasında karşılaşılan sorunlara yönelik fıkhî açıdan çeşitli çözüm önerileri sunulmaya çalışılmıştır. Bu öneriler, hac ibadetinin icrasını kolaylaştırmayı ve mevcut sorunlara etkili çözümler getirmeyi hedeflemektedir.

Research paper thumbnail of Kültürel Mirasın Sürdürülebilirliği Kapsamında Tekstil Eserlerde Belgeleme Çalışmalarının Önemi

Taşınabilir kültür varlıkları ulusal ve evrensel bazda değerli kabul edilen kültürel, sanatsal, e... more Taşınabilir kültür varlıkları ulusal ve evrensel bazda değerli kabul edilen kültürel, sanatsal, etnografik objelerdir. Önemi ve kıymeti ise bulunduğu coğrafya ve ait olduğu kültür, yaşam biçimi, manevi değerler ile yakından ilişkilidir. Toplumlar bu objeleri saklamaya, korumaya ve gelecek nesillere aktarmaya çalışmışlardır. Bu koruma eylemi bazen bilinçli bir şekilde obje özeline göre oluşturulmuş; bazen de farkında olmadan sadece etrafında bulunan insanlara göstererek, anlatarak aktarılmıştır. İnsanların yaşamında genel olarak ihtiyaca yönelik üretilen geleneksel tekstiller; teknik, motif, renk, kompozisyon düzeni ve uyumu bakımından incelendiğinde geleneksel yaşamı anlatan kültür temsilcileri olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla bu kültürel mirasın sürdürülmesine yönelik hazırlanan koruma yaklaşım ve çalışmalarında belgeleme, kayıt oluşturma, arşivleme süreç ve yöntemleri oldukça önemlidir.Bu çalışmada evrensel ve ulusal platformda kültürel mirasın önemine değinilmiştir. Kültürel varlıkların korunması ve beraberinde sürdürülmesine yönelik belgeleme yöntemleri açıklanmıştır. Kültürel mirasın önemli bir alanını oluşturan tarihi/ etnografik/ geleneksel tekstillere ilişkin teknikler, çeşitleri, belgeleme süreçleri ve gerekliliğinin nedenleri incelenmiştir. Betimsel tarama modeli, çalışmanın yöntemi olarak tercih edilmiştir. Araştırma verileri literatür taraması yapılarak elde edilmiştir. Verilerin toplanması aşamasında konu ile ilgili tez, kitap, dergi, makale gibi basılı bilimsel kaynaklardan yararlanılmıştır. Günümüzde geleneksel tekstiller alanında bazı hammadde ve tekniklerin değişikliğe uğradığı ve hatta kullanılmadığı düşünüldüğünde verilerin kayıt altına alınarak belgelenmesinin önemi ortaya çıkmaktadır.

Research paper thumbnail of İslam Felsefesinin İki Kurucu İsmi: Kindi ve Farabi’de Gök Kürelerinin Canlılığı

Antik Yunan’dan beri tartışılan ve varlık felsefesinin vazgeçilmez bir konusu olan kozmosu... more Antik Yunan’dan beri tartışılan ve varlık felsefesinin vazgeçilmez bir konusu olan kozmosun oluşumu meselesinde, gök kürelerinin konumu ve özellikleri önemli bir yer işgal etmektedir. Gök kürelerinin nefs sahibi canlı ve hatta düşünebilen akıllı birer varlık oldukları fikri, gerek Antik Yunan gerekse İslam filozofları tarafından çeşitli şekillerde dile getirilmiştir. Her filozof bu düşüncesini temellendirmede farklı argümanlar kullanmış ve canlılık özellikleri olarak farklı fikirler öne sürmüştür. Mesela; Milet Okulu filozofları, canlılığı maddenin ayrılmaz bir özelliği olarak kabul ederken Pythagorasçılarda veHerakleitos’da bu atomcu canlılık fikri, bir bütün olarak evrenin canlı olduğu görüşüne evrilmiştir. Platon ise daha çok mantıki çıkarımlarla kozmosun canlı ve akıllı bir varlık olması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Aristoteles’e gelindiğinde o; İlk Gök Küresinin hareketini sağlamada Tanrı’yı, Aşk’ın nesnesi olarak görüp gökküresinin O’na iştiyak duyması ile harekete geçtiğini ifade etmiştir. Plotinus olayı daha mistik bir zeminde inceleyerek sudur teorisi gereği akıldan taşan ruhun gökkürelerine hayat verdiğini ileri sürmüştür. Stoa felsefesinde ise evrenin kendisi tanrısal bir varlığın vücudu olarak canlı telakki edilmiştir. İlk İslam filozoflarından Kindi ve Farabi’de de gök kürelerinin canlı olduğu fikri yer almıştır. Yalnız onlar da bu düşüncelerini farklı açılardan temellendirmişlerdir. Mesela Kindi meseleyi tamamen, göklerin Allah’a itaati bağlamında değerlendirirken; Farabi konuya daha çok Aristo çizgisinde ve sudur bağlamında yaklaşmıştır. Kindi ve Farabi, aynı kaynaklardan beslendikleri için aralarında benzerlikler olmakla birlikte önemli farklılıklar da bulunmaktadır. Bu makalede, gökkürelerin canlılığı konusunun Antik Yunan’daki izleri sürüldükten sonra Kindi ve Farabi’deki yansımaları ele alınmış, sonra da; bu iki filozof arasında bir karşılaştırma ile benzerlik ve farklılıkları ortaya konulmuştur. Sonuç ve değerlendirme bölümünde ise bu farklılıkların sebepleri ifade edilmeye çalışılmıştır.

Research paper thumbnail of Din Antropolojisi Perspektifinden Alevilik ve Bektaşilik Ritüelleri Üzerine Bir Değerlendirme

Alevilik ve Bektaşilik son kırk yılda dünyada ve ülkemizde değişik boyutlarıyla hem akademi mecra... more Alevilik ve Bektaşilik son kırk yılda dünyada ve ülkemizde değişik boyutlarıyla hem akademi mecrasında hem de popüler alanda sıklıkla gündemde olan bir konu olması yönüyle önemli çalışma alanlarındandır. Sözlü kültürün ağır bastığı ve sistematik bir inanç yapısı bulunmaması yönüyle Alevilik ve Bektaşilik, farklı gelenekleri içinde barındıran inanç ve bellek yapısıyla bir bütün halinde akademik araştırma konusu olabilecek niteliktedir. Çalışmamız Alevîlik ve Bektaşilik ritüellerinin din antropolojisi açısından değerlendirilmesini konu edinmektedir. Bu çalışmada İslam öncesi ve sonrası sahip olduğumuz zengin kültürümüzün ürünü olan Alevilik ve Bektaşilik ritüelleri din antropolojisi açısından incelenmiştir. Çalışmamız Alevilik ve Bektaşilik ritüellerinin din antropolojisi açısından değerlendirilmesini ve ilgili ritüellerin hangi süreçlerden geçerek günümüze ulaştığını konu edinmektedir. Çalışmamızın temel araştırma sorusu: “Alevilik ve Bektaşilik inanç ve ritüelleri, tarihsel süreçte hangi kültürel ve inançsal etkilerle şekillenmiş, bu etkiler din antropolojisi açısından nasıl bir değişim ve süreklilik göstermiştir?” sorusudur. Çalışma, belirli bir bölgeyi, şehri veya köyü değil; Alevilik ve Bektaşilik mensuplarının ortak kabul ettiği ritüelleri esas almaktadır. Bu çalışmanın amacı, Alevi ve Bektaşi kültürünün ritüellerinin din antropolojisi kuram ve kavramları ile değerlendirmek ve bu inanç sistemlerinin bilimsel platformlarda doğru bir şekilde tanıtılmasını sağlamaktır. Yorumlayıcı ve betimleyici yöntemler benimsenen çalışmada, yazılı materyaller analiz edilerek elde edilen veriler nesnel bir bakış açısıyla değerlendirilmiş ve içerik analizi uygulanmıştır. Alevilik ve Bektaşilik inanç ve ritüelleri, antropolojinin yorumsamacı etnografik yöntemleriyle ele alınmış, bu kapsamda kültürel süreçler ve kodlar incelenmiştir. Alevilik ve Bektaşilik üzerine yapılan çalışmalar genellikle mevcut durumun fotoğrafını çekmekte ve kamuoyuna sunmaktadır. Ancak arkeoloji ve antropoloji gibi disiplinler aracılığıyla yapılan araştırmalar sınırlıdır. Bu alandaki çalışmaların azlığı, bu araştırmanın önemini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak çalışma, Alevilik ve Bektaşilik inanç ve ritüellerinin farklı inanç ve kültürlerin etkisi altında şekillendiğini; ancak esasen, Türklerin Anadolu’ya göç etmelerinden önceki dönemde benimsedikleri inanç ve ritüel pratiklerine dayandığını ortaya koymaktadır.

Research paper thumbnail of Din ve Bilim İlişkisi Bağlamında Kant’ta Ayrışmacı Yaklaşım

Evren, insan aklının dikkatini çekecek biçimde derin anlam ve düşünceye yol açan gizlerle kaplıd... more Evren, insan aklının dikkatini çekecek biçimde derin anlam ve düşünceye yol açan gizlerle kaplıdır. Düşünce tarihinin tüm dönemlerinde varlık ve varoluş üzerine düşünsel eylemler gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda Leibniz gibi pek çok büyük filozof, varlığın nasıl meydana geldiğini sorgulayarak varoluşun hayretler uyandıran durumuna dikkat çekmiştir. Bu sorgulamalar, her zaman merak duygusuna hâiz zihinleri harekete geçirmiştir. Bazıları, bu tarz soruların yanıtı olmadığını söylerken, bazıları da insanın anlam arayışında bu soruların olası cevapları olabileceğini söylemiştir. Antik dönemde Aristoteles gibi filozoflar, bilme isteğinin insan doğasının önemli ve vazgeçilmez bir unsuru olduğuna değinerek söze başlarken, modern dönemde ise Kant gibi büyük filozoflar, insan zihninin doğal olarak metafizik kavramlar üretmeye yatkın olduğunu söylemiştir. Bu durum ise bilginin, varlığın gizemini anlamada her dönemin büyük zihinlerini konu üzerinde kafa yormaya sevketmiştir ki varlığın anlamı ve mahiyeti söz konusu olduğunda vardığımız yer, bunlarla doğrudan ilgilenen din ve bilimin birbiriyle karşılıklı ilişkisi olmuştur. Çünkü varoluşun hem mahiyet hem de bünyesinde barındırdığı sorulara cevap verme iddiasında bulunan en önemli alanlar şüphesiz ki din ve bilimdir. Bu bağlamda modern döneme etkisi bakımından akla gelen ilk isimlerden biri olan Alman Filozof Immauel Kant’ın günümüze değin pek çok filozof teolog ve bilim insanına ilham olan görüşleri hâlâ daha günümüzde canlılığını korumaktadır. Genel kanı, Kant’ın metafiziği yıktığı ve din ve bilim arasında bir uzlaşmazlık olduğunu ileri sürdüğü yönündedir. Hâlbuki onun bilgi anlayışı metafiziği yıkmaktan ziyade yeni bir metafizik inşa etmek üzerine kuruluydu. Bu bağlamda onun bilgi felsefesi açısından din ve bilimin ifade ettiği anlam çalışmamızın ana konusunu teşkil etmektedir. Çalışmamızda ilk olarak Kant’ın eserlerinden hareketle onun bilgi anlayışını inceledik. Daha sonra ise metafiziğin en temel meselelerinden olan Tanrı, ahlâk ve ölümsüzlük gibi dinî kavramların onun epistemolojisinde neye tekabül ettiğini soruşturduk. Çalışmamızda bahsi geçen din ve bilim modellerinden ayrışmacı/bağımsızlık modelinin Kant’ın din ve bilim ilişkisine yönelik görüşlerine daha uygun olduğu tezini temellendirmeye çalıştık. Genel kanının aksine onunmetafiziği yıktığı değil yeniden inşa ettiği, din ve bilim arasında ise çatışmacı değil ayrışmacı/bağımsızcı bir görüşe daha yakın olduğu sonucuna ulaştık.

Research paper thumbnail of Ne De Fide PresumantDisputare(İnanç Konusunda Tartışmaya Kalkışmasınlar!): Ortaçağda Dinler Arası Tartışma ve Münakaşalar İçin Yapılan Yasal Düzenlemeler

Papa IX. Gregory,4 Mart 1233’te Almanya’daki piskopos ve başpiskoposlara “Sufficere Debuerat P... more Papa IX. Gregory,4 Mart 1233’te Almanya’daki piskopos ve başpiskoposlara “Sufficere Debuerat Perfidie Iudeorum” başlığıyla göndermiş olduğu resmî mektubunda Alman Yahudilerinin “ihanetleri”nden ve Hıristiyanlığa karşı “küfürleri”nden bahsetmiştir. Papa’ya göre Yahudilerin bu davranışları, özellikle Yahudilikten Hıristiyanlığa dönenler başta olmak üzere Hıristiyan toplum üzerinde bozucu etkiler gösterebilmektedir. Papa, piskoposlara Yahudilerin Hıristiyanlarlatartışmaya cüret etmelerine ve Hıristiyanların da bu tür tartışmalara katılmalarına kilise gücünü kullanarak engel olmalarını emretmiştir. Gregory, açık bir şekilde, din adamı olmayan Hıristiyanlar ile Yahudiler arasında din hakkında gayri resmî tartışma veya münakaşalara izin vermenin tehlikeli olduğunu düşünmüştür. Gregory, aynı zamanda keşişliği benimseyen iki yeni tarikatın teşvik edilmesinde ön ayak olmuş ve onların Yahudilere (ve küçük çapta daolsa Müslümanlara) karşı yürütmüş oldukları misyonerlik faaliyetlerinde cesaretlendirici rol oynamıştır. XIII. ve XIV.yüzyıllar boyunca özellikle Dominikenler dinî tartışmalarda uzman hâle gelmişlerdir. Din adamı olmayanlar, hem kilisenin hem de sarayın ortaya koyduğu yasal düzenlemelerle bu tür tartışmalara girmekten alıkonmaya çalışılmıştır. Bu makale, Ortaçağ’da dinler arası tartışma ve münakaşaların zararları hakkında Hıristiyan otoritelerin (kilise, krallık vb.) bakış açısıyla ortaya konmuş birçok temel metni inceleyecektir. Tertullian’dan Joinville’e kadar birçok kilise yazarı, bu tür tartışmaların Hıristiyan katılımcılar ve izleyiciler üzerinde doğuracağı etkiler konusunda endişelerini dile getirmiştir. Ortaçağa ait birçok yasal düzenleme metni, ister sivil tarzda ister kanon şeklinde olsun, bu tür tartışmaları sınırlandırmak veya yasaklamak yolunu aramıştır.

Research paper thumbnail of Bela Kavramına Teolojik Açıdan Güncel Bir Yorum: Lut Kavmi Örneği

Kelam ilmi zamana ve mekâna göre değişebilen farklı inanç, düşünce veya yorumlar ile ilgili konu ... more Kelam ilmi zamana ve mekâna göre değişebilen farklı inanç, düşünce veya yorumlar ile ilgili konu ve problemleri gündemine almak suretiyle dinamikliğini ve canlılığını sürekli olarak ayakta tutabilmektedir. Bu çerçevede günümüz insanlarının başlarına gelen belalar ve musibetler karşısında ne yapmaları ve nasıl düşünmeleri gerektiği konusu, Kelâm ilminin yanıtlaması gereken bir problem olarak önümüzde durmaktadır. Kur’anî kavramların zaman içinde anlamlarının herhangi bir görüş çerçevesinde daraltıldığı veya ilmi birtakım çalışmaların sonucunda ortaya çıkan yorumlar sebebiyle genişletildiği görülmektedir. Kur’an’da kullanılan bela kavramı da bu çerçevede ele alınacak kavramlardan biridir. Daha çok denenme manasında nötr bir anlama sahip olmasına rağmen bela kavramı ekseninde çoğunlukla; musibet verme,cezalandırma, helak etme gibi Tanrı’nın eylemleriyle ilişkilendirilen olumsuz birtakım anlamlar yüklenildiği görülmektedir. Aynı kavram birbirini sınamak anlamıyla ele alındığında ise yok oluşu ya da kurtuluşu insanlar arası bir ilişki çerçevesinde gerçekleşen olaylar zincirinin bir sonucu olarak görmek de mümkün görünmektedir. Bu anlamda çalışmamız, bela kavramına ilişkin yapılan spekülatif yorumları Kelâmî açıdan ele almaya çalışacaktır. Kur’an’ı anlamanın yöntemlerinden biri de tarihi olayları gerçekliğine uygun olarak incelemek ve elde edilen yeni veriler ışığında Kur’an kavramlarının semantik anlamları üzerinde yeniden dil çalışmaları yapmayı gerektirmektedir. Bu tarz çalışmalar kavramların kazandığı yeni anlamlar ve yorumlar ışığında, aynı kavramlara ve ilişkili olduğu olaylara farklı yorumlar yapılabileceğini de göstermektedir. Çünkü çeşitli kombinasyonlara açık sosyolojik olaylar farklı birçok sebep ve sonuç ilişkisi ortaya koyabilmektedir. Dolayısıyla bu çalışmada denenme yoluyla farklı problemlere muhatap olan insanın, başına gelen sorunların kaynağının neler olabileceği ve sonuçlarının onun geleceğine nasıl yansıyacağı ele alınmaktadır. Bu noktada helak edildikleri zikredilen toplumlardan biri olan Lut kavminin homoseksüellik eylemleriyle denendikleri ve işledikleri bu suç sebebiyle bölgedeki tüm canlıların cezalandırılmaları, Tanrının eylemleri ve suç-ceza dengesi bakımından adaletli görünmemektedir. İradeli veya iradesiz herhangi bir kulun bizzat kendi hatası veya müdahalesi olmaksızın Tanrının kulunu denemek için bela vermesinin teolojik açıdan uygun olup olmadığı konusu, günümüz açısından incelenmeye ve analiz edilmeye değer bir çalışma niteliği taşımaktadır.

Research paper thumbnail of Dinî Yönelim Biçimlerinin Beş Faktör Kişilik Özellikleri ile İlişkisi: Hatay İli Din Görevlileri Örneği

Bu çalışma, din görevlilerinin dinî yönelim biçimleri ile kişilik özellikleri arasında ... more Bu çalışma, din görevlilerinin dinî yönelim biçimleri ile kişilik özellikleri arasında nasıl bir ilişki olduğu sorusuna cevap aramaktadır. Nicel yönteminkullanıldığı bu araştırmada ilişkisel tarama deseni tercih edilmiştir. Hatay ilinde görev yapan 524 din görevlisi, amaçlı örneklem olarak belirlenmiştir. “Yeniden Yapılandırılmış Müslüman Dinî Yönelim Ölçeği” ve “Hızlı Büyük Beşli Kişilik Ölçeği” ile toplanan veriler, betimsel istatistik ve pearson korelasyon ile çözümlenmiştir. Ulaşılan bulgulara göre içsel dinî yönelim; “uyumluluk”, “sorumluluk” ve “deneyime açıklık” kişilik özellikleriyle anlamlı düzeyde pozitif ilişkilidir. Katı kuralcı/köktenci dinî yönelim; “uyumluluk” kişilik özelliği ile anlamlı düzeyde pozitif ilişkili çıkmıştır. Sorgulayıcı/arayışsal dinî yönelim ile “uyumluluk” ve “nevrotiklik” arasında negatif yönde anlamlı ilişkiler tespit edilmiştir. Anlaşılacağı üzere içsel ve katı kuralcı dinî yönelim, olumlu kişilik özellikleriyle ilişkiliyken sorgulayıcı dinî yönelim, bazı olumsuz kişilik özellikleriyle ilişkili çıkmıştır. Bulgular, dinî yönelim ve kişilik özelliklerinin karmaşık bir ilişkiye sahip olduğuna işaret etmektedir. Ancak elde edilen anlamlı ilişkiler, düşük seviyededir. Bu durum, dindarlık ile kişilik arasında kısmi bir ilişki olduğu, dahası mevcut bulgulardan hareketle dinî bir kişilik yapısından bahsetmenin pek mümkün görünmediği şeklinde yorumlanabilir.

Research paper thumbnail of The Concept of Khalīfah within the Context of Belief in Tawhīd

According to the Qur'ān and Sunnah, Islām is concerned with social life. The importan... more According to the Qur'ān and Sunnah, Islām is concerned with social life. The importance given by Allah and the Prophet to the social structure of this religion cannot be denied. After the Prophet's death, Abu Bakr became his khalīfahto run the affairs of the state. However, even if this is the case for human beings, it is impossible to say such a thing for Allah (swt), the Creator of everything, either intellectually or by tradition. Although Adam and his progeny were inevitably khalīfahon earth, it is impossible to say whose caliph they were with certainty. However, Allah does not need a caliph/proxy independent of the world. The expression ‘caliph of Allah’ is not found in any verse or authentic hadith. The perception of Allah as a representable being may be an idea belonging to the Christians who regard Jesus as the most carnal form (son of Allah). Man can only be a representative/Khalifah to man or the jinn, who are voluntary beings like him, who ruled on earth before him. There is never a standard system of proxy between Allah and human beings who do not have equality in terms of ontological balance. Therefore, it is impossible to speak of Allah's appointment of a deputy/ khalīfah, neither by reason nor reason. The highest authority for man, a caliph on earth, is to be a servant of Allah, who created him out of nothing. How can his ummah be Allah's caliph when the last prophet, Muhammad, was not Allah's caliph but His servant and messenger? Moreover, man, whois seen as the representative of Allah, can neither have free will nor be questioned for what he does. Because what he does is in the name of Allah, representing Allah! This is not an acceptable situation.

Research paper thumbnail of Enhancing EFL Learning Through Authentic Literary Texts: An Experimental Study in Turkish High Schools

The integration of literature as authentic material in EFL/ESL classes has become incr... more The integration of literature as authentic material in EFL/ESL classes has become increasingly important and is now considered an integral component of language curricula worldwide. However, literature has often been neglected in Turkish EFL/ESL classrooms. This study aims to address this gap by enhancing Turkish High School English courses through the inclusion of authentic literary texts. The study seeks to explore whether this integration leads to significant differences in students’ attitudes towards English as a foreign/second language. During the Fall Semester of the 2016-2017 academic year, these lesson plans were implemented with 33 randomly selected 9th-grade students at Istanbul Nevzat Ayaz Anatolian High School, forming the experimental group. The control group comprised 28 randomly selected 9th-grade students who received instruction using traditional materials and coursebooks. Data was collected through Abidin -Alzwari’s (2012) English Language Attitude questionnaire, and pre-test and post-test results of both groups were compared using the SPSS program. The findings indicated that, unlike traditional materials, the use of literary texts was more effective and beneficial in changing learners' attitudes towards language learning, particularly in the emotional aspect. It is recommended that authorities responsible for writing and publishing English coursebooks consider integrating authentic literary texts into the core material of Turkish High School English coursebooks.

Research paper thumbnail of Tahâvî’nin Resmü’l-Mushaf Meselesine Bakışı

Ebû Ca‘fer et-Tahâvî’nin Şerhu müşkili’l-âsâr isimli eseri, rivayetlerde geçen tartışmalı konular... more Ebû Ca‘fer et-Tahâvî’nin Şerhu müşkili’l-âsâr isimli eseri, rivayetlerde geçen tartışmalı konuları değerlendirirken resmü’l-mushaf ile ilgili meselelere de bir müşkil olarak yer vermektedir. Mevzubahis konuya onun sadece adı geçen eserinde tesadüf edilmektedir. Ehl-i sünnet akaidinin inşasındaki rolü ve kıraat ilmindeki seçkin yeri hasebiyle Tahâvî’nin değerlendirmeleri bu alanla ilgilenler için önem arz etmektedir. Müellif zaman zaman farklı başlıklar altında resmü’l-mushafa dair meselelere değinse de ilgili değerlendirmeler genelde belli başlıklar altında toplanmıştır. Onun bu konuda yazdıkları altı başlık altında incelenmiştir. Tahâvî Hz. Osman zamanına kadarki süreçte özellikle Hz. Ebû Bekir dönemindeki Kur’an kitâbetine ve resmî bir mushafın yazımını gerekli kılan olaylara temas etmektedir. Resmü’l-mushaf meselesindeki sahâbe icmâsının hüccetliğine vurgu yapan müellif, bu konuda âhâd haberlere tâbi olanların yanlış yolda olduğunu, bir delile dayanmadan mushaf hattına aykırı okuyuşların peşinden gidenlerin ise apaçık mürted olduğunu ısrarla söylemektedir. Şerhu müşkili’l-âsâr’da resmü’l-mushafa uygun olan okuyuşlara ve bu bağlamdaki kıraatlere örnekler verilmekte, kıraat imamlarının hatta muhalif olmayan tercihlerinin Kur’an olduğu vurgulanmaktadır. Kıraat imamları ise diğer sahih kıraati tercih eden kurrâya baskı yapmamıştır

Research paper thumbnail of Osmanlı Devleti’nde İhtira Beratı ve Berat Alan Gayrimüslim Mucitler

Sanayi Devrimi ile yeni üretim tekniklerinin geliştirilmesi sonucu buharlı makinelerin sayısı gid... more Sanayi Devrimi ile yeni üretim tekniklerinin geliştirilmesi sonucu buharlı makinelerin sayısı giderek artarken icatların tescil edilmesi ve mucitlerin patent hakları gibi konular gündeme gelmeye başlamıştır. Zira bu dönemde mucitlerin hukukî haklarını güvence altına almak ve mucitler ile ilgili konuları hukukî bir zemine oturtmak için birçok Avrupa ülkesinde patent yasaları kabul edilmeye başlanmıştır. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti de mucitlerin hukukî haklarını korumak ve yabancı mucitlerin patent taleplerini karşılayabilmek için 1844 Fransız Patent Kanunu’ndan uyarlanan 1879 İhtira Beratı Kanunu’nu yürürlüğe sokmuştur. Osmanlı Devleti’nin ilerleme ve gelişiminde çok önemli bir rol oynayan İhtira Beratı Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Sınai Mülkiyet Hakları konusunda gereken hukukî alt yapısının atıldığı önemli bir adımdır. Müslümanların yanı sıra Osmanlı tebaası olan gayrimüslim mucitler de bu kanun kapsamında müracaatta bulunmuşlardır. Bazen çok ilginç ve tuhaf icatlar ile Osmanlı mercilerine başvuruda bulunan gayrimüslim mucitler, ülkenin sanayi ve teknolojisinin gelişmesi adına daima teşvik edilerek, hoşgörü ve anlayış ile karşılanmışlardır. Devlet nezdine sunulan icatlara ciddi bir tutum ile yaklaşılarak, önemsiz ve basit gibi görünenler dahi bir bilimsel ve teknik incelemeye alınmıştır. İhtira Beratı için başvuru sürecini tamamlayarak berat elde eden gayrimüslim mucitler gerek topluma hizmet edecek ürünler gerekse kamu ve devlet yararına sunulacak icatlar gerçekleştirmişlerdir. Mucitler ülkelerinin kaderini değiştirecek, dünya teknolojisinin ilerlemesine katkı sağlayacak kadar büyük icatlar geliştirememişlerdi. Ancak ülkenin iktisadi durumu, toplumsal yapı ve zihniyeti, eğitim sistemi, sanayi ve teknolojisinin ulaştığı seviye gibi birçok etken göz önünde bulundurulduğunda mucitlerin gayet iyi derecede teknolojik bilgi ve beceri birikimine sahip olduğu görülmektedir. Neticede yerli mucitler teknik bilgi birikimi ve teknoloji transferini başarılı bir şekilde uygulayarak çeşitli kategoride icat gerçekleştirebilmişlerdir.

Research paper thumbnail of The Overlooked Destruction: A History of Israel’s State-Sponsored Terror and Genocide Tragedy

The Israeli presence in the Palestinian territories has been characterized as colonial and occupy... more The Israeli presence in the Palestinian territories has been characterized as colonial and occupying by numerous academic studies within a historical context. The Zionist movement established the state of Israel on a disputed piece of land by forcibly displacing the indigenous Palestinian population. Although there is no specific geographic region known as "Israel," a nation-state structure has been created under this name. One of the critical cornerstones of this process is the Balfour Declaration signed by the United Kingdom in 1917, which represented an international project to provide a homeland for the Jewish people. The Israeli-Palestinian issue is a matter that extends beyond military conflicts and territorial claims, possessing deep social, cultural, and psychological dynamics. This conflict reflects the established identities, cultures, and historical understandings between the two peoples. From a sociological perspective, it is a subject requiring in-depth analysis within the frameworks of historical trauma, collective memory, identity formation, and power dynamics. Since its establishment in 1948, Israel has been focused on reinforcing its national identity, addressing security concerns, and overcoming historical Jewish traumas. The occupation of Palestinian territories is seen as a means to ensure security and has garnered broad support within Israeli society. However, this approach profoundly affects the Palestinian concepts of defending their identity and national rights. Palestinians strive to consolidate their national identity by advocating for the right to establish an independent state on their historically and culturally significant land. Territorial claims have thus become not only a physical struggle but also a battle over identities. While Palestinians endeavor to maintain their presence in the occupied territories, Israel views this occupation as a means to protect national security and enjoys substantial societal backing. Both sides advocate for their own legitimacy, which significantly impedes mutual understanding and reconciliation. The lack of trust remains a major obstacle in the resolution process, with both sides harboring deep mistrust that complicates the peace process. Historical traumas and suspicions exacerbate the difficulties in achieving the dialogue and cooperation necessary for peace. The role of the international community is crucial in resolving this complex issue. However, the power dynamics among international actors and the quest for international support by the parties involved have further complicated the situation. Regional actors also influence the complexity of the issue; for instance, some Arab countries have utilized the Palestinian cause to serve their national interests, which has negatively impacted the Palestinian struggle for independence. Resolving the Israeli-Palestinian conflict is not only a political issue but also one that awaits resolution of deep social and psychological dynamics. Understanding each other, acknowledging historical traumas, and reconsidering collective identity perceptions are essential steps for achieving lasting peace. The active and constructive role of the international community and the contributions of regional actors are crucial for achieving reconciliation, not only on the ground but also in hearts and minds. This study aims to examine Israel’s illegal occupation of Palestinian territories and the blockade of Gaza since 2006. It will particularly focus on the background of the human rights violations wave that began on October 7, 2023. Claims that over 1,400 civilians were killed as a result of attacks by Palestinian resistance groups have been used to justify a broad state terror campaign. During the attacks, civilian infrastructure, health centers, places of worship, schools, refugee camps, and ambulance convoys were targeted. As of May 28, 2024, nearly 40,000 deaths have occurred, with a significant proportion of women and children among the casualties. This study seeks to leverage the multifaceted perspectives offered by sociology of religion, history of religions, and other related disciplines to provide an in-depth analysis of Israel’s occupation policies and the historical dynamics in the region. This interdisciplinary approach aims to elucidate the social and cultural contexts of the issue through a comprehensive literature review and media analysis. The findings will detail the background of the human rights violations wave that began on October 7, 2023, and the impact of Israel’s disproportionate responses to Palestinian resistance attacks on civilian casualties, with particular emphasis on the significant number of deaths and the high proportion of women and children among them.

Research paper thumbnail of Kitap Değerlendirmesi: Çağdaş Sosyologların Toplum ve Din Görüşleri

Kitap Değerlendirmesi: Çağdaş Sosyologların Toplum ve Din Görüşleri, 2024

Özet Bu çalışmada, Türkçe literatüre kazandırılan Inger Furseth ve Pål Repstad’ın Çağdaş Sosyolog... more Özet
Bu çalışmada, Türkçe literatüre kazandırılan Inger Furseth ve Pål Repstad’ın Çağdaş Sosyologların Toplum ve Din Görüşleri adlı eseri değerlendirilmiştir. Amaç kitap değerlendirmesi olduğu için ele alınan sosyologlar hakkında detaylı analizi yapılmamış; teorisyenlerin hangi kavramsal araçlarının ön plana çıktığı ve dini yaşantıyı inceleyecek çalışmalara ne gibi katkılar sağlayacağı üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda değerlendirme metni, sosyoloji ve din sosyolojisi üzerinden disiplinlerin alt disiplinlerle ilişkisi eleştirilerek başlamıştır. Zira alt disiplinlerin ayrımını amaçlayan yaklaşımın, yazarlar tarafından izole bir entelektüel yaşantı doğuracağı belirtilmektedir. Bu sebeple çalışmada, eserin bir bütün olarak sosyal bilim anlayışına kapı aralayan çağdaş teorisyenlerin ele alındığı giriş kitabı olduğu vurgulanmıştır. Eser, seçtiği on çağdaş sosyologun biyografik ve düşünsel geleneğini inceleyen bölümlere yer vererek yaşamla düşünce arasındaki diyalektik ilişkinin altını çizmiştir. Yazarlar çağdaş sosyolojide din olgusunu göz ardı edilmediğini vurgulamakta; önde gelen teorilerin kavramsal araçları kullanılarak nasıl çalışmalar yapıldığından bahsetmektedir. Bu husus, yeni araştırmalar için örneklik oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra söz konusu kavramsal araçları kullanarak dini yaşantıyı inceleyecek olası çalışmalar için verilen tavsiyeler, araştırmacılar için bir kılavuz rolü görmektedir.

Research paper thumbnail of Din, Edebiyat, Kültür Bağlamında Yılan ve Tavus Kuşu Metaforu

Din, Edebiyat, Kültür Bağlamında Yılan ve Tavus Kuşu Metaforu, 2024

Özet İslam kültür ve medeniyetinin hâkim olduğu toplumlarda, İslam dininin temel kaynakları olara... more Özet
İslam kültür ve medeniyetinin hâkim olduğu toplumlarda, İslam dininin temel kaynakları olarak kabul edilen metinlerde bulunmayan ancak toplumun benimsediği din dışı inançlar mevcuttur. Bu inançlar, sadece dinî alanda değil, sosyal ve kültürel hayatta da belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Bu bağlamda gerçekleştirilen çalışmada yılan ve tavus kuşu gibi semboller, yalnızca birer hayvan türü olarak değil aynı zamanda dinî, edebî, kültürel ve sanatsal açılardan da değerlendirilmiştir. Yılan ve tavus kuşu, din âlimleri tarafından insanlığın ve İslam'ın başlangıcı olarak kabul edilen Âdem ve Havva kıssalarıyla ilişkilendirilmeleri ve bu hayvanların insan hayatının toplumsal ve sanatsal boyutlarında önemli semboller olarak rol oynamaları nedeniyle araştırmaya değer bir konu olarak görülmüştür. Araştırmanın amacı, bu sembollerin toplum kültürünün bir parçası olarak nasıl şekillendiğini ilgili çevrelere göstermek ve insan yaşamıyla ilgili farkındalık oluşturmaktır. Çalışma sürecinde yılan ve tavus kuşu, kültürel etkileşim faktörleri dikkate alınarak ayrı başlıklar altında incelenmiş ve her bir başlıkta, İslam tarihi ve siyer eserlerinden Hâkim Seyyid Mehmed Efendi (ö.1184/1770)'nin "Siyer-i Kebir" ve Taberi (ö. 310/923)'nin "Tarih-i Taberî" eserlerindeki tasvirler ile Kur'an'daki anlatımlar karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırmaların ardından, söz konusu varlıkların dil, edebiyat ve sanattaki sembolik rolü çeşitli eserler ve yaşamdan örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır.

Research paper thumbnail of Sağlık Çalışanlarında Örgütsel Güvenin İş Tatmini Üzerindeki Etkisinde Örgütsel Sinizmin Aracı Rolü

Sağlık Çalışanlarında Örgütsel Güvenin İş Tatmini Üzerindeki Etkisinde Örgütsel Sinizmin Aracı Rolü, 2024

Özet Bu çalışmanın amacı, örgütsel güvenin iş tatmini üzerindeki etkisinde örgütsel sinizmin arac... more Özet
Bu çalışmanın amacı, örgütsel güvenin iş tatmini üzerindeki etkisinde örgütsel sinizmin aracı rolünü incelemektir. Çalışma, günümüzde büyük bütçelerle ve nitelikli işgücüyle desteklenen ve halk sağlığını korumada en önemli sektör olan sağlık sektöründe yürütülmüştür. Çalışmanın amacına uygun olarak anket formları hazırlanmış ve anketler, Adıyaman ilinde ve ilçelerinde çalışan 300 kişiye basit tesadüfi örnekleme yoluyla dağıtılmıştır. Anketlere 270 kişi cevap vermiştir. Eksik ve/ya hatalı cevaplanan 16 anket formu değerlendirilmemiştir. Böylece 254 anket değerlendirilmiş ve araştırmanın amacına uygun olarak test edilmiştir. Veri analizi için IBM SPSS 25, Amos 23 ve Excel programları kullanılmıştır. Analiz sonuçlarına göre, örgütsel sinizm iş tatminini olumsuz olarak etkilemektedir. Örgütsel güven ile iş tatmini arasında ise anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Ancak örgütsel güven ile iş tatmini arasındaki ilişkide örgütsel sinizmin aracı bir role sahip olduğu tespit edilmiştir. Çalışmanın sonuç bölümünde analiz sonuçlarını derlenmiştir ve literatürdeki benzer çalışmaların tespitleriyle kıyaslanmıştır. Literatür taramasında, örgütsel güvenin iş tatmini üzerindeki etkisinde örgütsel sinizmin aracı rolünün daha önce incelenmediği görülmüştür. Dolayısıyla bu çalışma, örgütsel davranış literatüründe yeni ve özgün bir çalışma olarak önemli bir boşluğu doldurmaktadır.

Research paper thumbnail of İbn Hacer’in Moğultay’a Yönelttiği Eleştiriler Özelinde Hadis Şerhçiliğinde Tenkit

İbn Hacer’in Moğultay’a Yönelttiği Eleştiriler Özelinde Hadis Şerhçiliğinde Tenkit, 2024

Özet Hadis şerhçiliği, rivayetlerin isnad ve metin açısından analiz ve yorumlanmasına dair bilgi ... more Özet
Hadis şerhçiliği, rivayetlerin isnad ve metin açısından analiz ve yorumlanmasına dair bilgi birikiminin oluşumuna katkıda bulunan; bu müktesebatı tahkik, tenkit ve ikmâl yöntemleriyle değerlendirerek kâmil şerh metinlerinin meydana gelmesini sağlayan ilmî bir süreçtir. Bu süreç içerisinde âlimlerin önceki dönemde yapılan çalışmalara eleştirel yaklaşımları metne katkı sağlayarak alanın gelişmesine ve ilerlemesine vesile olmuştur. Bir alanda eleştirinin varlığının tespit edilmesi, o alanın güncel ve geçerliliğini koruyan bir ilim dalı olduğunu gösteren delillerdendir. Eserinde önceki dönem şârihlerinden alıntılar yapan ve atıfta bulunduğu âlimlerin görüşlerine birtakım tenkitler yönelten müelliflerden birisi de İbn Hacer’dir. Bu çalışmada İbn Hacer’in Fetḥu’l-bârî şerhinde Memlûkler dönemi Hanefî hadis şârihleri arasında yer alan Moğultay b. Kılıç’tan yaptığı iktibaslar analiz edilmiştir. Bu analizler sonucunda Moğultay’dan yaptığı alıntılarda eleştirel kimliğinin daha ön plana çıktığı görülmüştür. İbn Hacer’in yaptığı bu eleştiriler ana kaynak kontrolü ve mukayeseli okumalar yolu ile değerlendirilerek haklılık payı yüksek, haklı olduğu tartışmalı ve değerlendirme yapılamayan eleştiriler olarak üçe ayrılmıştır. Bunlar üzerinden hadis şerhçiliğinde tenkit konusu İbn Hacer ve Moğultay örneklemi üzerinden ortaya konmaya çalışılmıştır.

Research paper thumbnail of Türkiye’de Sivil Toplum Katılımının Yönetişim Düzenlemeleri Üzerinden İncelenmesi

Türkiye’de Sivil Toplum Katılımının Yönetişim Düzenlemeleri Üzerinden İncelenmesi, 2024

Özet Yönetim yaklaşımlarında aktörlerin katılımını arttıran bir model olarak geliştirilen yöneti... more Özet
Yönetim yaklaşımlarında aktörlerin katılımını arttıran bir model olarak geliştirilen yönetişim; politikaların geliştirilmesinde ve uygulamalarda paydaşların da süreçlere farklı mekanizmalar ile dâhil edilmesini kapsamaktadır. Öz bir cümle ile ifade edebileceğimiz; geleneksel kamu yönetimi anlayışından sosyal ve ekonomik nedenlerin de etkisi ile yeni teorilerin, yeni yönetim yaklaşımların ortaya çıkması, uzun bir zaman dilimini ihtiva etmektedir. Elbette politik süreçte yönetim değişiklikleri ve genel olarak demokratik yaklaşımların eşzamanlı gelişimi de kamunun yönetimindeki metodolojiyi etkilemiştir. Çevresel boyutta geliştirilen teorilerin, uygulama safhalarındaki yerel dinamiklerle karşılaşılması sonucu yeniden tanımlanmasına ve yeniden geliştirilmesine zorunlu olarak gidilmiştir. Bu değişim, teorilerin hem dışsal etkenler hem de yerel ve kültürel reflekslerle uygulama farklılıklarında içsel etkenler ile geliştirilmesini tetiklemiştir. Bu döngüde, yönetimde sosyal faktörün de ihmal edildiği savı üzerinden ortaya çıkan yönetişim; ilkeleri ile katılımcı demokrasinin de bir yansıması olarak görülmüştür. Bu ilkelerden; neo-liberal politikalar çerçevesinde devlet, özel sektör ve sivil sektörlerin yönetime paydaşlığındaki katılımcılık ilkesi, biraz daha ön plana çıkmıştır. Yaklaşım, 90’lı yıllardaki küresel ölçekte ortaya çıkışını, Türkiye’de 2000’li yıllar itibariyle daha belirgin olarak göstermeye başlamıştır. Demokratikleşme ve özgürlükler kapsamındaki dışsal ve içsel etkenlerin sonucu olarak da yorumlanabilecek mevzuat ve politika kaynaklarındaki düzenlemeler daha çok bu tarih itibariyle görülmeye başlamıştır. Türkiye’de 2000 yılı sonrası gerçekleştirilen yönetişim düzenlemelerinin, özellikle beş yıllık Kalkınma Planları öncelikli olmak üzere, mevzuatta yer verilen bazı metinler betimlenerek, sivil toplum özelinde katılımın hangi aşamalarına ve nasıl dâhil edildiği kamu politikalarına referans olan kaynak metinler üzerinden analiz edilmeye çalışılmıştır.

Research paper thumbnail of Kur’ân’ın Tövbeye Davet Yöntemi

Nesiller boyu muhafaza edilen ve ilk günkü gibi hidayet kaynağı olmaya devam eden Kur’ân, kara... more Nesiller boyu muhafaza edilen ve ilk günkü gibi hidayet kaynağı olmaya devam eden Kur’ân, karanlıkları nuruyla aydınlatmayı sürdürmektedir. Kur’ân’a muhatap kılınan insan, zaaflarına rağmen, akıl veiradesiyle vahyedilen hükümleri uygulayarak Kur’ân’ın nuruyla hem dünya hem de ahiret saadetine ulaşmak için de çaba göstermektedir. Kur’ân-ı Kerim insanı tövbeye davete seslenişte farklı yöntemler kullanmaktadır. Kur’ân, Mümin insanın zaafları nedeniyle tövbe etmeye muhtaç olduğu ve bu nedenle tövbe etmesi gerektiği için kulunu tövbeye davette ısrar etmektedir. İnsanda tövbe duygusu oluştuğunda pişmanlık, tövbe, mağfiret (istiğfar) ve af gibi kavramlarla tövbe edip af dileme kapısına gelip halini arz ederek yaratanı Yüce Allah’a sığınmak ister. Bu bağlamda makale Kur’an’ın insanı hangi usul ve üslupla günahlarından tövbeye davet ettiğini ele almaktadır. Bu açıdan araştırma Kur’an’ın bir üslup özelliğini ortaya koymayı hedeflemektedir. Görüne o ki Kur’ân, bir yandan insanı müjdeli vaadlerde bulunarak tövbeye davet ederken bir yandan da geçmiş kavimlerin ibretlik hallerini gözler önüne sererek onu ikaz ederek davette bulunmaktadır. Öte yandan kâh sorular sorup düşünmeye sevk ederek, kâh tövbe etmeme halinde ahiret gününde karşılaşacakları sıkıntılı halleri açıklayarak tövbeye yanaşmayanları tenkit eder. Yüce Allah, kulunun tövbesine karşılık onun günahlarını örter, siler, sevaba tebdil eder veya giderir. Davete icabet ederek tövbe edip af dileyen insan, tövbesi sonrası bireysel olarak kendisini ıslah yoluna gider. İnsanda olan olumlu değişimler ve tövbesinin toplum ile çevresindeki diğer canlı cansız yaratılmışlara olumlu katkılar sunar.

Research paper thumbnail of Kıraat Farklılıklarının Manaya Etkisi: Fâtiha ve Bakara Sureleri Bağlamında Bir Değerlendirme

Kur'an-ı Kerim, Müslümanlar için kutsal bir metin olup, onun doğru bir şekilde anlaşılması ve yor... more Kur'an-ı Kerim, Müslümanlar için kutsal bir metin olup, onun doğru bir şekilde anlaşılması ve yorumlanması İslamî ilimler açısından büyük bir önem arz etmektedir. Kırâat farklılıkları, Kur'an'ın çeşitli şekillerde okunmasını ifade etmektedir ve bu farklılıklar, Kur'an'ın anlamında ve yorumunda bazı nüans değişikliklerine yol açabilmektedir. Kırâat farklılıkları, kelimelerin telaffuzunda, harflerin okunuşunda ve bazen de kelimelerin yapısında görülmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bazı müphem kelimeler ve kapalı ifadeler, kırâatler aracılığıyla açıklığa kavuşmuştur. Bu bağlamda kırâat ihtilaflarının mana açısından âyetlerde ne gibi değişikliklere yol açtığı son derece önemli görülmektedir. Başta Kur’ân-ı Kerîm’in yorumlanmasına hizmet eden tefsir ilmi olmak üzere, ahkâm boyutu olan hukukî âyetlerin anlaşılmasına katkıda bulunan fıkıh ilmi ve inanca yönelik farklı bir bakış açısı geliştiren kelâm ilmi bu bakımdan kırâatlerle yakın bir ilişki içinde olmuştur. Ancak bu ilişkinin yoğunluğunun, tüm disiplinler için aynı oranda olmadığını söylemeliyiz. Bu kırâat farklılıkları, zamanla tefsir ilminin önemli bir parçası haline gelmiştir. İslâmî ilimlerin kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’i yorumlayan müfessirlerin büyük çoğunluğu, Kur’ân-ı Kerîm ve tefsir tarihinde önemli bir yere sahip olan bu alandan istifade etmişlerdir. Böylece kırâatler, tefsir ilminin gelişmesine ve birikimine önemli bir katkı sağlamıştır. Bu makalede, kırâatlerin manaya olan etkisi Fâtiha ve Bakara sûreleri bağlamında ele alınacak; Fâtiha ve Bakara sûrelerindeki belirgin kırâat farklılıklarının metinsel ve anlam düzeyindeki etkileri örneklerle değerlendirilecektir.

Research paper thumbnail of Hac İbadetinin Uygulaması İle İlgili Fıkhî Bazı Tartışmalar

İslâm’ın beş temel esasından biri olan Hac; ibadet niyetiyle belirli bir zaman ve mekân... more İslâm’ın beş temel esasından biri olan Hac; ibadet niyetiyle belirli bir zaman ve mekânda ihram elbisesi giyerek Kâbe etrafında dönmek (tavaf), Safa ve Merve arasında sa‛y etmek, Arafat’ta vakfeye durmak, şeytan taşlamak, kurban kesmek ve traş olmak gibi birtakım ritüelleri yerine getirmek suretiyle ifa edilen bir ibadettir. Hz. Peygamber “Hac ibadetinizi benden öğrenin” buyurarak, bu ibadetin şekil ve esaslarını ümmetine öğretmiş; hayatında yalnızca bir kez hac yapmıştır. Bununla birlikte, sahâbe ve tabiîn dönemlerinden itibaren bu ibadetin bazı uygulamalarında farklı yaklaşımlar, fıkhî tartışmaları beraberinde getirmiştir. Çalışmada, hem mali hem de bedeni bir ibadet olan hac ibadetinin uygulanmasında sağlık gibi bazı engellerin istitâat kapsamına alınıp alınmayacağı incelenmiştir. Dört günde ifa edilebilen hac ibadeti için verilen sürenin yani hac aylarının anlamı ana hatlarıyla değerlendirilmiştir. Hacı adaylarının aşırı yoğunluğu nedeniyle sıranın gelmemesi durumunda bu kimselerin mükellefiyetlerini kaybedip kaybetmeyecekleri gibi hususlar ile Müzdelife vakfesinin ve şeytan taşlamanın zamanı ile hedy kurbanının kesim mahalli gibi konular ele alınmıştır. Bu bağlamda, hac ibadetiyle ilgili mevcut fıkhî birikimden faydalanarak, bu ibadetin uygulanması sırasında karşılaşılan sorunlara yönelik fıkhî açıdan çeşitli çözüm önerileri sunulmaya çalışılmıştır. Bu öneriler, hac ibadetinin icrasını kolaylaştırmayı ve mevcut sorunlara etkili çözümler getirmeyi hedeflemektedir.

Research paper thumbnail of Kültürel Mirasın Sürdürülebilirliği Kapsamında Tekstil Eserlerde Belgeleme Çalışmalarının Önemi

Taşınabilir kültür varlıkları ulusal ve evrensel bazda değerli kabul edilen kültürel, sanatsal, e... more Taşınabilir kültür varlıkları ulusal ve evrensel bazda değerli kabul edilen kültürel, sanatsal, etnografik objelerdir. Önemi ve kıymeti ise bulunduğu coğrafya ve ait olduğu kültür, yaşam biçimi, manevi değerler ile yakından ilişkilidir. Toplumlar bu objeleri saklamaya, korumaya ve gelecek nesillere aktarmaya çalışmışlardır. Bu koruma eylemi bazen bilinçli bir şekilde obje özeline göre oluşturulmuş; bazen de farkında olmadan sadece etrafında bulunan insanlara göstererek, anlatarak aktarılmıştır. İnsanların yaşamında genel olarak ihtiyaca yönelik üretilen geleneksel tekstiller; teknik, motif, renk, kompozisyon düzeni ve uyumu bakımından incelendiğinde geleneksel yaşamı anlatan kültür temsilcileri olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla bu kültürel mirasın sürdürülmesine yönelik hazırlanan koruma yaklaşım ve çalışmalarında belgeleme, kayıt oluşturma, arşivleme süreç ve yöntemleri oldukça önemlidir.Bu çalışmada evrensel ve ulusal platformda kültürel mirasın önemine değinilmiştir. Kültürel varlıkların korunması ve beraberinde sürdürülmesine yönelik belgeleme yöntemleri açıklanmıştır. Kültürel mirasın önemli bir alanını oluşturan tarihi/ etnografik/ geleneksel tekstillere ilişkin teknikler, çeşitleri, belgeleme süreçleri ve gerekliliğinin nedenleri incelenmiştir. Betimsel tarama modeli, çalışmanın yöntemi olarak tercih edilmiştir. Araştırma verileri literatür taraması yapılarak elde edilmiştir. Verilerin toplanması aşamasında konu ile ilgili tez, kitap, dergi, makale gibi basılı bilimsel kaynaklardan yararlanılmıştır. Günümüzde geleneksel tekstiller alanında bazı hammadde ve tekniklerin değişikliğe uğradığı ve hatta kullanılmadığı düşünüldüğünde verilerin kayıt altına alınarak belgelenmesinin önemi ortaya çıkmaktadır.

Research paper thumbnail of İslam Felsefesinin İki Kurucu İsmi: Kindi ve Farabi’de Gök Kürelerinin Canlılığı

Antik Yunan’dan beri tartışılan ve varlık felsefesinin vazgeçilmez bir konusu olan kozmosu... more Antik Yunan’dan beri tartışılan ve varlık felsefesinin vazgeçilmez bir konusu olan kozmosun oluşumu meselesinde, gök kürelerinin konumu ve özellikleri önemli bir yer işgal etmektedir. Gök kürelerinin nefs sahibi canlı ve hatta düşünebilen akıllı birer varlık oldukları fikri, gerek Antik Yunan gerekse İslam filozofları tarafından çeşitli şekillerde dile getirilmiştir. Her filozof bu düşüncesini temellendirmede farklı argümanlar kullanmış ve canlılık özellikleri olarak farklı fikirler öne sürmüştür. Mesela; Milet Okulu filozofları, canlılığı maddenin ayrılmaz bir özelliği olarak kabul ederken Pythagorasçılarda veHerakleitos’da bu atomcu canlılık fikri, bir bütün olarak evrenin canlı olduğu görüşüne evrilmiştir. Platon ise daha çok mantıki çıkarımlarla kozmosun canlı ve akıllı bir varlık olması gerektiği sonucuna ulaşmıştır. Aristoteles’e gelindiğinde o; İlk Gök Küresinin hareketini sağlamada Tanrı’yı, Aşk’ın nesnesi olarak görüp gökküresinin O’na iştiyak duyması ile harekete geçtiğini ifade etmiştir. Plotinus olayı daha mistik bir zeminde inceleyerek sudur teorisi gereği akıldan taşan ruhun gökkürelerine hayat verdiğini ileri sürmüştür. Stoa felsefesinde ise evrenin kendisi tanrısal bir varlığın vücudu olarak canlı telakki edilmiştir. İlk İslam filozoflarından Kindi ve Farabi’de de gök kürelerinin canlı olduğu fikri yer almıştır. Yalnız onlar da bu düşüncelerini farklı açılardan temellendirmişlerdir. Mesela Kindi meseleyi tamamen, göklerin Allah’a itaati bağlamında değerlendirirken; Farabi konuya daha çok Aristo çizgisinde ve sudur bağlamında yaklaşmıştır. Kindi ve Farabi, aynı kaynaklardan beslendikleri için aralarında benzerlikler olmakla birlikte önemli farklılıklar da bulunmaktadır. Bu makalede, gökkürelerin canlılığı konusunun Antik Yunan’daki izleri sürüldükten sonra Kindi ve Farabi’deki yansımaları ele alınmış, sonra da; bu iki filozof arasında bir karşılaştırma ile benzerlik ve farklılıkları ortaya konulmuştur. Sonuç ve değerlendirme bölümünde ise bu farklılıkların sebepleri ifade edilmeye çalışılmıştır.

Research paper thumbnail of Din Antropolojisi Perspektifinden Alevilik ve Bektaşilik Ritüelleri Üzerine Bir Değerlendirme

Alevilik ve Bektaşilik son kırk yılda dünyada ve ülkemizde değişik boyutlarıyla hem akademi mecra... more Alevilik ve Bektaşilik son kırk yılda dünyada ve ülkemizde değişik boyutlarıyla hem akademi mecrasında hem de popüler alanda sıklıkla gündemde olan bir konu olması yönüyle önemli çalışma alanlarındandır. Sözlü kültürün ağır bastığı ve sistematik bir inanç yapısı bulunmaması yönüyle Alevilik ve Bektaşilik, farklı gelenekleri içinde barındıran inanç ve bellek yapısıyla bir bütün halinde akademik araştırma konusu olabilecek niteliktedir. Çalışmamız Alevîlik ve Bektaşilik ritüellerinin din antropolojisi açısından değerlendirilmesini konu edinmektedir. Bu çalışmada İslam öncesi ve sonrası sahip olduğumuz zengin kültürümüzün ürünü olan Alevilik ve Bektaşilik ritüelleri din antropolojisi açısından incelenmiştir. Çalışmamız Alevilik ve Bektaşilik ritüellerinin din antropolojisi açısından değerlendirilmesini ve ilgili ritüellerin hangi süreçlerden geçerek günümüze ulaştığını konu edinmektedir. Çalışmamızın temel araştırma sorusu: “Alevilik ve Bektaşilik inanç ve ritüelleri, tarihsel süreçte hangi kültürel ve inançsal etkilerle şekillenmiş, bu etkiler din antropolojisi açısından nasıl bir değişim ve süreklilik göstermiştir?” sorusudur. Çalışma, belirli bir bölgeyi, şehri veya köyü değil; Alevilik ve Bektaşilik mensuplarının ortak kabul ettiği ritüelleri esas almaktadır. Bu çalışmanın amacı, Alevi ve Bektaşi kültürünün ritüellerinin din antropolojisi kuram ve kavramları ile değerlendirmek ve bu inanç sistemlerinin bilimsel platformlarda doğru bir şekilde tanıtılmasını sağlamaktır. Yorumlayıcı ve betimleyici yöntemler benimsenen çalışmada, yazılı materyaller analiz edilerek elde edilen veriler nesnel bir bakış açısıyla değerlendirilmiş ve içerik analizi uygulanmıştır. Alevilik ve Bektaşilik inanç ve ritüelleri, antropolojinin yorumsamacı etnografik yöntemleriyle ele alınmış, bu kapsamda kültürel süreçler ve kodlar incelenmiştir. Alevilik ve Bektaşilik üzerine yapılan çalışmalar genellikle mevcut durumun fotoğrafını çekmekte ve kamuoyuna sunmaktadır. Ancak arkeoloji ve antropoloji gibi disiplinler aracılığıyla yapılan araştırmalar sınırlıdır. Bu alandaki çalışmaların azlığı, bu araştırmanın önemini ortaya koymaktadır. Sonuç olarak çalışma, Alevilik ve Bektaşilik inanç ve ritüellerinin farklı inanç ve kültürlerin etkisi altında şekillendiğini; ancak esasen, Türklerin Anadolu’ya göç etmelerinden önceki dönemde benimsedikleri inanç ve ritüel pratiklerine dayandığını ortaya koymaktadır.

Research paper thumbnail of Din ve Bilim İlişkisi Bağlamında Kant’ta Ayrışmacı Yaklaşım

Evren, insan aklının dikkatini çekecek biçimde derin anlam ve düşünceye yol açan gizlerle kaplıd... more Evren, insan aklının dikkatini çekecek biçimde derin anlam ve düşünceye yol açan gizlerle kaplıdır. Düşünce tarihinin tüm dönemlerinde varlık ve varoluş üzerine düşünsel eylemler gerçekleştirilmiştir. Bu bağlamda Leibniz gibi pek çok büyük filozof, varlığın nasıl meydana geldiğini sorgulayarak varoluşun hayretler uyandıran durumuna dikkat çekmiştir. Bu sorgulamalar, her zaman merak duygusuna hâiz zihinleri harekete geçirmiştir. Bazıları, bu tarz soruların yanıtı olmadığını söylerken, bazıları da insanın anlam arayışında bu soruların olası cevapları olabileceğini söylemiştir. Antik dönemde Aristoteles gibi filozoflar, bilme isteğinin insan doğasının önemli ve vazgeçilmez bir unsuru olduğuna değinerek söze başlarken, modern dönemde ise Kant gibi büyük filozoflar, insan zihninin doğal olarak metafizik kavramlar üretmeye yatkın olduğunu söylemiştir. Bu durum ise bilginin, varlığın gizemini anlamada her dönemin büyük zihinlerini konu üzerinde kafa yormaya sevketmiştir ki varlığın anlamı ve mahiyeti söz konusu olduğunda vardığımız yer, bunlarla doğrudan ilgilenen din ve bilimin birbiriyle karşılıklı ilişkisi olmuştur. Çünkü varoluşun hem mahiyet hem de bünyesinde barındırdığı sorulara cevap verme iddiasında bulunan en önemli alanlar şüphesiz ki din ve bilimdir. Bu bağlamda modern döneme etkisi bakımından akla gelen ilk isimlerden biri olan Alman Filozof Immauel Kant’ın günümüze değin pek çok filozof teolog ve bilim insanına ilham olan görüşleri hâlâ daha günümüzde canlılığını korumaktadır. Genel kanı, Kant’ın metafiziği yıktığı ve din ve bilim arasında bir uzlaşmazlık olduğunu ileri sürdüğü yönündedir. Hâlbuki onun bilgi anlayışı metafiziği yıkmaktan ziyade yeni bir metafizik inşa etmek üzerine kuruluydu. Bu bağlamda onun bilgi felsefesi açısından din ve bilimin ifade ettiği anlam çalışmamızın ana konusunu teşkil etmektedir. Çalışmamızda ilk olarak Kant’ın eserlerinden hareketle onun bilgi anlayışını inceledik. Daha sonra ise metafiziğin en temel meselelerinden olan Tanrı, ahlâk ve ölümsüzlük gibi dinî kavramların onun epistemolojisinde neye tekabül ettiğini soruşturduk. Çalışmamızda bahsi geçen din ve bilim modellerinden ayrışmacı/bağımsızlık modelinin Kant’ın din ve bilim ilişkisine yönelik görüşlerine daha uygun olduğu tezini temellendirmeye çalıştık. Genel kanının aksine onunmetafiziği yıktığı değil yeniden inşa ettiği, din ve bilim arasında ise çatışmacı değil ayrışmacı/bağımsızcı bir görüşe daha yakın olduğu sonucuna ulaştık.

Research paper thumbnail of Ne De Fide PresumantDisputare(İnanç Konusunda Tartışmaya Kalkışmasınlar!): Ortaçağda Dinler Arası Tartışma ve Münakaşalar İçin Yapılan Yasal Düzenlemeler

Papa IX. Gregory,4 Mart 1233’te Almanya’daki piskopos ve başpiskoposlara “Sufficere Debuerat P... more Papa IX. Gregory,4 Mart 1233’te Almanya’daki piskopos ve başpiskoposlara “Sufficere Debuerat Perfidie Iudeorum” başlığıyla göndermiş olduğu resmî mektubunda Alman Yahudilerinin “ihanetleri”nden ve Hıristiyanlığa karşı “küfürleri”nden bahsetmiştir. Papa’ya göre Yahudilerin bu davranışları, özellikle Yahudilikten Hıristiyanlığa dönenler başta olmak üzere Hıristiyan toplum üzerinde bozucu etkiler gösterebilmektedir. Papa, piskoposlara Yahudilerin Hıristiyanlarlatartışmaya cüret etmelerine ve Hıristiyanların da bu tür tartışmalara katılmalarına kilise gücünü kullanarak engel olmalarını emretmiştir. Gregory, açık bir şekilde, din adamı olmayan Hıristiyanlar ile Yahudiler arasında din hakkında gayri resmî tartışma veya münakaşalara izin vermenin tehlikeli olduğunu düşünmüştür. Gregory, aynı zamanda keşişliği benimseyen iki yeni tarikatın teşvik edilmesinde ön ayak olmuş ve onların Yahudilere (ve küçük çapta daolsa Müslümanlara) karşı yürütmüş oldukları misyonerlik faaliyetlerinde cesaretlendirici rol oynamıştır. XIII. ve XIV.yüzyıllar boyunca özellikle Dominikenler dinî tartışmalarda uzman hâle gelmişlerdir. Din adamı olmayanlar, hem kilisenin hem de sarayın ortaya koyduğu yasal düzenlemelerle bu tür tartışmalara girmekten alıkonmaya çalışılmıştır. Bu makale, Ortaçağ’da dinler arası tartışma ve münakaşaların zararları hakkında Hıristiyan otoritelerin (kilise, krallık vb.) bakış açısıyla ortaya konmuş birçok temel metni inceleyecektir. Tertullian’dan Joinville’e kadar birçok kilise yazarı, bu tür tartışmaların Hıristiyan katılımcılar ve izleyiciler üzerinde doğuracağı etkiler konusunda endişelerini dile getirmiştir. Ortaçağa ait birçok yasal düzenleme metni, ister sivil tarzda ister kanon şeklinde olsun, bu tür tartışmaları sınırlandırmak veya yasaklamak yolunu aramıştır.

Research paper thumbnail of Bela Kavramına Teolojik Açıdan Güncel Bir Yorum: Lut Kavmi Örneği

Kelam ilmi zamana ve mekâna göre değişebilen farklı inanç, düşünce veya yorumlar ile ilgili konu ... more Kelam ilmi zamana ve mekâna göre değişebilen farklı inanç, düşünce veya yorumlar ile ilgili konu ve problemleri gündemine almak suretiyle dinamikliğini ve canlılığını sürekli olarak ayakta tutabilmektedir. Bu çerçevede günümüz insanlarının başlarına gelen belalar ve musibetler karşısında ne yapmaları ve nasıl düşünmeleri gerektiği konusu, Kelâm ilminin yanıtlaması gereken bir problem olarak önümüzde durmaktadır. Kur’anî kavramların zaman içinde anlamlarının herhangi bir görüş çerçevesinde daraltıldığı veya ilmi birtakım çalışmaların sonucunda ortaya çıkan yorumlar sebebiyle genişletildiği görülmektedir. Kur’an’da kullanılan bela kavramı da bu çerçevede ele alınacak kavramlardan biridir. Daha çok denenme manasında nötr bir anlama sahip olmasına rağmen bela kavramı ekseninde çoğunlukla; musibet verme,cezalandırma, helak etme gibi Tanrı’nın eylemleriyle ilişkilendirilen olumsuz birtakım anlamlar yüklenildiği görülmektedir. Aynı kavram birbirini sınamak anlamıyla ele alındığında ise yok oluşu ya da kurtuluşu insanlar arası bir ilişki çerçevesinde gerçekleşen olaylar zincirinin bir sonucu olarak görmek de mümkün görünmektedir. Bu anlamda çalışmamız, bela kavramına ilişkin yapılan spekülatif yorumları Kelâmî açıdan ele almaya çalışacaktır. Kur’an’ı anlamanın yöntemlerinden biri de tarihi olayları gerçekliğine uygun olarak incelemek ve elde edilen yeni veriler ışığında Kur’an kavramlarının semantik anlamları üzerinde yeniden dil çalışmaları yapmayı gerektirmektedir. Bu tarz çalışmalar kavramların kazandığı yeni anlamlar ve yorumlar ışığında, aynı kavramlara ve ilişkili olduğu olaylara farklı yorumlar yapılabileceğini de göstermektedir. Çünkü çeşitli kombinasyonlara açık sosyolojik olaylar farklı birçok sebep ve sonuç ilişkisi ortaya koyabilmektedir. Dolayısıyla bu çalışmada denenme yoluyla farklı problemlere muhatap olan insanın, başına gelen sorunların kaynağının neler olabileceği ve sonuçlarının onun geleceğine nasıl yansıyacağı ele alınmaktadır. Bu noktada helak edildikleri zikredilen toplumlardan biri olan Lut kavminin homoseksüellik eylemleriyle denendikleri ve işledikleri bu suç sebebiyle bölgedeki tüm canlıların cezalandırılmaları, Tanrının eylemleri ve suç-ceza dengesi bakımından adaletli görünmemektedir. İradeli veya iradesiz herhangi bir kulun bizzat kendi hatası veya müdahalesi olmaksızın Tanrının kulunu denemek için bela vermesinin teolojik açıdan uygun olup olmadığı konusu, günümüz açısından incelenmeye ve analiz edilmeye değer bir çalışma niteliği taşımaktadır.

Research paper thumbnail of Dinî Yönelim Biçimlerinin Beş Faktör Kişilik Özellikleri ile İlişkisi: Hatay İli Din Görevlileri Örneği

Bu çalışma, din görevlilerinin dinî yönelim biçimleri ile kişilik özellikleri arasında ... more Bu çalışma, din görevlilerinin dinî yönelim biçimleri ile kişilik özellikleri arasında nasıl bir ilişki olduğu sorusuna cevap aramaktadır. Nicel yönteminkullanıldığı bu araştırmada ilişkisel tarama deseni tercih edilmiştir. Hatay ilinde görev yapan 524 din görevlisi, amaçlı örneklem olarak belirlenmiştir. “Yeniden Yapılandırılmış Müslüman Dinî Yönelim Ölçeği” ve “Hızlı Büyük Beşli Kişilik Ölçeği” ile toplanan veriler, betimsel istatistik ve pearson korelasyon ile çözümlenmiştir. Ulaşılan bulgulara göre içsel dinî yönelim; “uyumluluk”, “sorumluluk” ve “deneyime açıklık” kişilik özellikleriyle anlamlı düzeyde pozitif ilişkilidir. Katı kuralcı/köktenci dinî yönelim; “uyumluluk” kişilik özelliği ile anlamlı düzeyde pozitif ilişkili çıkmıştır. Sorgulayıcı/arayışsal dinî yönelim ile “uyumluluk” ve “nevrotiklik” arasında negatif yönde anlamlı ilişkiler tespit edilmiştir. Anlaşılacağı üzere içsel ve katı kuralcı dinî yönelim, olumlu kişilik özellikleriyle ilişkiliyken sorgulayıcı dinî yönelim, bazı olumsuz kişilik özellikleriyle ilişkili çıkmıştır. Bulgular, dinî yönelim ve kişilik özelliklerinin karmaşık bir ilişkiye sahip olduğuna işaret etmektedir. Ancak elde edilen anlamlı ilişkiler, düşük seviyededir. Bu durum, dindarlık ile kişilik arasında kısmi bir ilişki olduğu, dahası mevcut bulgulardan hareketle dinî bir kişilik yapısından bahsetmenin pek mümkün görünmediği şeklinde yorumlanabilir.

Research paper thumbnail of The Concept of Khalīfah within the Context of Belief in Tawhīd

According to the Qur'ān and Sunnah, Islām is concerned with social life. The importan... more According to the Qur'ān and Sunnah, Islām is concerned with social life. The importance given by Allah and the Prophet to the social structure of this religion cannot be denied. After the Prophet's death, Abu Bakr became his khalīfahto run the affairs of the state. However, even if this is the case for human beings, it is impossible to say such a thing for Allah (swt), the Creator of everything, either intellectually or by tradition. Although Adam and his progeny were inevitably khalīfahon earth, it is impossible to say whose caliph they were with certainty. However, Allah does not need a caliph/proxy independent of the world. The expression ‘caliph of Allah’ is not found in any verse or authentic hadith. The perception of Allah as a representable being may be an idea belonging to the Christians who regard Jesus as the most carnal form (son of Allah). Man can only be a representative/Khalifah to man or the jinn, who are voluntary beings like him, who ruled on earth before him. There is never a standard system of proxy between Allah and human beings who do not have equality in terms of ontological balance. Therefore, it is impossible to speak of Allah's appointment of a deputy/ khalīfah, neither by reason nor reason. The highest authority for man, a caliph on earth, is to be a servant of Allah, who created him out of nothing. How can his ummah be Allah's caliph when the last prophet, Muhammad, was not Allah's caliph but His servant and messenger? Moreover, man, whois seen as the representative of Allah, can neither have free will nor be questioned for what he does. Because what he does is in the name of Allah, representing Allah! This is not an acceptable situation.

Research paper thumbnail of Enhancing EFL Learning Through Authentic Literary Texts: An Experimental Study in Turkish High Schools

The integration of literature as authentic material in EFL/ESL classes has become incr... more The integration of literature as authentic material in EFL/ESL classes has become increasingly important and is now considered an integral component of language curricula worldwide. However, literature has often been neglected in Turkish EFL/ESL classrooms. This study aims to address this gap by enhancing Turkish High School English courses through the inclusion of authentic literary texts. The study seeks to explore whether this integration leads to significant differences in students’ attitudes towards English as a foreign/second language. During the Fall Semester of the 2016-2017 academic year, these lesson plans were implemented with 33 randomly selected 9th-grade students at Istanbul Nevzat Ayaz Anatolian High School, forming the experimental group. The control group comprised 28 randomly selected 9th-grade students who received instruction using traditional materials and coursebooks. Data was collected through Abidin -Alzwari’s (2012) English Language Attitude questionnaire, and pre-test and post-test results of both groups were compared using the SPSS program. The findings indicated that, unlike traditional materials, the use of literary texts was more effective and beneficial in changing learners' attitudes towards language learning, particularly in the emotional aspect. It is recommended that authorities responsible for writing and publishing English coursebooks consider integrating authentic literary texts into the core material of Turkish High School English coursebooks.

Research paper thumbnail of Tahâvî’nin Resmü’l-Mushaf Meselesine Bakışı

Ebû Ca‘fer et-Tahâvî’nin Şerhu müşkili’l-âsâr isimli eseri, rivayetlerde geçen tartışmalı konular... more Ebû Ca‘fer et-Tahâvî’nin Şerhu müşkili’l-âsâr isimli eseri, rivayetlerde geçen tartışmalı konuları değerlendirirken resmü’l-mushaf ile ilgili meselelere de bir müşkil olarak yer vermektedir. Mevzubahis konuya onun sadece adı geçen eserinde tesadüf edilmektedir. Ehl-i sünnet akaidinin inşasındaki rolü ve kıraat ilmindeki seçkin yeri hasebiyle Tahâvî’nin değerlendirmeleri bu alanla ilgilenler için önem arz etmektedir. Müellif zaman zaman farklı başlıklar altında resmü’l-mushafa dair meselelere değinse de ilgili değerlendirmeler genelde belli başlıklar altında toplanmıştır. Onun bu konuda yazdıkları altı başlık altında incelenmiştir. Tahâvî Hz. Osman zamanına kadarki süreçte özellikle Hz. Ebû Bekir dönemindeki Kur’an kitâbetine ve resmî bir mushafın yazımını gerekli kılan olaylara temas etmektedir. Resmü’l-mushaf meselesindeki sahâbe icmâsının hüccetliğine vurgu yapan müellif, bu konuda âhâd haberlere tâbi olanların yanlış yolda olduğunu, bir delile dayanmadan mushaf hattına aykırı okuyuşların peşinden gidenlerin ise apaçık mürted olduğunu ısrarla söylemektedir. Şerhu müşkili’l-âsâr’da resmü’l-mushafa uygun olan okuyuşlara ve bu bağlamdaki kıraatlere örnekler verilmekte, kıraat imamlarının hatta muhalif olmayan tercihlerinin Kur’an olduğu vurgulanmaktadır. Kıraat imamları ise diğer sahih kıraati tercih eden kurrâya baskı yapmamıştır

Research paper thumbnail of Osmanlı Devleti’nde İhtira Beratı ve Berat Alan Gayrimüslim Mucitler

Sanayi Devrimi ile yeni üretim tekniklerinin geliştirilmesi sonucu buharlı makinelerin sayısı gid... more Sanayi Devrimi ile yeni üretim tekniklerinin geliştirilmesi sonucu buharlı makinelerin sayısı giderek artarken icatların tescil edilmesi ve mucitlerin patent hakları gibi konular gündeme gelmeye başlamıştır. Zira bu dönemde mucitlerin hukukî haklarını güvence altına almak ve mucitler ile ilgili konuları hukukî bir zemine oturtmak için birçok Avrupa ülkesinde patent yasaları kabul edilmeye başlanmıştır. Bu doğrultuda Osmanlı Devleti de mucitlerin hukukî haklarını korumak ve yabancı mucitlerin patent taleplerini karşılayabilmek için 1844 Fransız Patent Kanunu’ndan uyarlanan 1879 İhtira Beratı Kanunu’nu yürürlüğe sokmuştur. Osmanlı Devleti’nin ilerleme ve gelişiminde çok önemli bir rol oynayan İhtira Beratı Kanunu, Türkiye Cumhuriyeti’nin Sınai Mülkiyet Hakları konusunda gereken hukukî alt yapısının atıldığı önemli bir adımdır. Müslümanların yanı sıra Osmanlı tebaası olan gayrimüslim mucitler de bu kanun kapsamında müracaatta bulunmuşlardır. Bazen çok ilginç ve tuhaf icatlar ile Osmanlı mercilerine başvuruda bulunan gayrimüslim mucitler, ülkenin sanayi ve teknolojisinin gelişmesi adına daima teşvik edilerek, hoşgörü ve anlayış ile karşılanmışlardır. Devlet nezdine sunulan icatlara ciddi bir tutum ile yaklaşılarak, önemsiz ve basit gibi görünenler dahi bir bilimsel ve teknik incelemeye alınmıştır. İhtira Beratı için başvuru sürecini tamamlayarak berat elde eden gayrimüslim mucitler gerek topluma hizmet edecek ürünler gerekse kamu ve devlet yararına sunulacak icatlar gerçekleştirmişlerdir. Mucitler ülkelerinin kaderini değiştirecek, dünya teknolojisinin ilerlemesine katkı sağlayacak kadar büyük icatlar geliştirememişlerdi. Ancak ülkenin iktisadi durumu, toplumsal yapı ve zihniyeti, eğitim sistemi, sanayi ve teknolojisinin ulaştığı seviye gibi birçok etken göz önünde bulundurulduğunda mucitlerin gayet iyi derecede teknolojik bilgi ve beceri birikimine sahip olduğu görülmektedir. Neticede yerli mucitler teknik bilgi birikimi ve teknoloji transferini başarılı bir şekilde uygulayarak çeşitli kategoride icat gerçekleştirebilmişlerdir.

Research paper thumbnail of The Overlooked Destruction: A History of Israel’s State-Sponsored Terror and Genocide Tragedy

The Israeli presence in the Palestinian territories has been characterized as colonial and occupy... more The Israeli presence in the Palestinian territories has been characterized as colonial and occupying by numerous academic studies within a historical context. The Zionist movement established the state of Israel on a disputed piece of land by forcibly displacing the indigenous Palestinian population. Although there is no specific geographic region known as "Israel," a nation-state structure has been created under this name. One of the critical cornerstones of this process is the Balfour Declaration signed by the United Kingdom in 1917, which represented an international project to provide a homeland for the Jewish people. The Israeli-Palestinian issue is a matter that extends beyond military conflicts and territorial claims, possessing deep social, cultural, and psychological dynamics. This conflict reflects the established identities, cultures, and historical understandings between the two peoples. From a sociological perspective, it is a subject requiring in-depth analysis within the frameworks of historical trauma, collective memory, identity formation, and power dynamics. Since its establishment in 1948, Israel has been focused on reinforcing its national identity, addressing security concerns, and overcoming historical Jewish traumas. The occupation of Palestinian territories is seen as a means to ensure security and has garnered broad support within Israeli society. However, this approach profoundly affects the Palestinian concepts of defending their identity and national rights. Palestinians strive to consolidate their national identity by advocating for the right to establish an independent state on their historically and culturally significant land. Territorial claims have thus become not only a physical struggle but also a battle over identities. While Palestinians endeavor to maintain their presence in the occupied territories, Israel views this occupation as a means to protect national security and enjoys substantial societal backing. Both sides advocate for their own legitimacy, which significantly impedes mutual understanding and reconciliation. The lack of trust remains a major obstacle in the resolution process, with both sides harboring deep mistrust that complicates the peace process. Historical traumas and suspicions exacerbate the difficulties in achieving the dialogue and cooperation necessary for peace. The role of the international community is crucial in resolving this complex issue. However, the power dynamics among international actors and the quest for international support by the parties involved have further complicated the situation. Regional actors also influence the complexity of the issue; for instance, some Arab countries have utilized the Palestinian cause to serve their national interests, which has negatively impacted the Palestinian struggle for independence. Resolving the Israeli-Palestinian conflict is not only a political issue but also one that awaits resolution of deep social and psychological dynamics. Understanding each other, acknowledging historical traumas, and reconsidering collective identity perceptions are essential steps for achieving lasting peace. The active and constructive role of the international community and the contributions of regional actors are crucial for achieving reconciliation, not only on the ground but also in hearts and minds. This study aims to examine Israel’s illegal occupation of Palestinian territories and the blockade of Gaza since 2006. It will particularly focus on the background of the human rights violations wave that began on October 7, 2023. Claims that over 1,400 civilians were killed as a result of attacks by Palestinian resistance groups have been used to justify a broad state terror campaign. During the attacks, civilian infrastructure, health centers, places of worship, schools, refugee camps, and ambulance convoys were targeted. As of May 28, 2024, nearly 40,000 deaths have occurred, with a significant proportion of women and children among the casualties. This study seeks to leverage the multifaceted perspectives offered by sociology of religion, history of religions, and other related disciplines to provide an in-depth analysis of Israel’s occupation policies and the historical dynamics in the region. This interdisciplinary approach aims to elucidate the social and cultural contexts of the issue through a comprehensive literature review and media analysis. The findings will detail the background of the human rights violations wave that began on October 7, 2023, and the impact of Israel’s disproportionate responses to Palestinian resistance attacks on civilian casualties, with particular emphasis on the significant number of deaths and the high proportion of women and children among them.

Research paper thumbnail of Kitap Değerlendirmesi: Çağdaş Sosyologların Toplum ve Din Görüşleri

Kitap Değerlendirmesi: Çağdaş Sosyologların Toplum ve Din Görüşleri, 2024

Özet Bu çalışmada, Türkçe literatüre kazandırılan Inger Furseth ve Pål Repstad’ın Çağdaş Sosyolog... more Özet
Bu çalışmada, Türkçe literatüre kazandırılan Inger Furseth ve Pål Repstad’ın Çağdaş Sosyologların Toplum ve Din Görüşleri adlı eseri değerlendirilmiştir. Amaç kitap değerlendirmesi olduğu için ele alınan sosyologlar hakkında detaylı analizi yapılmamış; teorisyenlerin hangi kavramsal araçlarının ön plana çıktığı ve dini yaşantıyı inceleyecek çalışmalara ne gibi katkılar sağlayacağı üzerinde durulmuştur. Bu bağlamda değerlendirme metni, sosyoloji ve din sosyolojisi üzerinden disiplinlerin alt disiplinlerle ilişkisi eleştirilerek başlamıştır. Zira alt disiplinlerin ayrımını amaçlayan yaklaşımın, yazarlar tarafından izole bir entelektüel yaşantı doğuracağı belirtilmektedir. Bu sebeple çalışmada, eserin bir bütün olarak sosyal bilim anlayışına kapı aralayan çağdaş teorisyenlerin ele alındığı giriş kitabı olduğu vurgulanmıştır. Eser, seçtiği on çağdaş sosyologun biyografik ve düşünsel geleneğini inceleyen bölümlere yer vererek yaşamla düşünce arasındaki diyalektik ilişkinin altını çizmiştir. Yazarlar çağdaş sosyolojide din olgusunu göz ardı edilmediğini vurgulamakta; önde gelen teorilerin kavramsal araçları kullanılarak nasıl çalışmalar yapıldığından bahsetmektedir. Bu husus, yeni araştırmalar için örneklik oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra söz konusu kavramsal araçları kullanarak dini yaşantıyı inceleyecek olası çalışmalar için verilen tavsiyeler, araştırmacılar için bir kılavuz rolü görmektedir.

Research paper thumbnail of Din, Edebiyat, Kültür Bağlamında Yılan ve Tavus Kuşu Metaforu

Din, Edebiyat, Kültür Bağlamında Yılan ve Tavus Kuşu Metaforu, 2024

Özet İslam kültür ve medeniyetinin hâkim olduğu toplumlarda, İslam dininin temel kaynakları olara... more Özet
İslam kültür ve medeniyetinin hâkim olduğu toplumlarda, İslam dininin temel kaynakları olarak kabul edilen metinlerde bulunmayan ancak toplumun benimsediği din dışı inançlar mevcuttur. Bu inançlar, sadece dinî alanda değil, sosyal ve kültürel hayatta da belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Bu bağlamda gerçekleştirilen çalışmada yılan ve tavus kuşu gibi semboller, yalnızca birer hayvan türü olarak değil aynı zamanda dinî, edebî, kültürel ve sanatsal açılardan da değerlendirilmiştir. Yılan ve tavus kuşu, din âlimleri tarafından insanlığın ve İslam'ın başlangıcı olarak kabul edilen Âdem ve Havva kıssalarıyla ilişkilendirilmeleri ve bu hayvanların insan hayatının toplumsal ve sanatsal boyutlarında önemli semboller olarak rol oynamaları nedeniyle araştırmaya değer bir konu olarak görülmüştür. Araştırmanın amacı, bu sembollerin toplum kültürünün bir parçası olarak nasıl şekillendiğini ilgili çevrelere göstermek ve insan yaşamıyla ilgili farkındalık oluşturmaktır. Çalışma sürecinde yılan ve tavus kuşu, kültürel etkileşim faktörleri dikkate alınarak ayrı başlıklar altında incelenmiş ve her bir başlıkta, İslam tarihi ve siyer eserlerinden Hâkim Seyyid Mehmed Efendi (ö.1184/1770)'nin "Siyer-i Kebir" ve Taberi (ö. 310/923)'nin "Tarih-i Taberî" eserlerindeki tasvirler ile Kur'an'daki anlatımlar karşılaştırılmıştır. Bu karşılaştırmaların ardından, söz konusu varlıkların dil, edebiyat ve sanattaki sembolik rolü çeşitli eserler ve yaşamdan örneklerle açıklanmaya çalışılmıştır.

Research paper thumbnail of Sağlık Çalışanlarında Örgütsel Güvenin İş Tatmini Üzerindeki Etkisinde Örgütsel Sinizmin Aracı Rolü

Sağlık Çalışanlarında Örgütsel Güvenin İş Tatmini Üzerindeki Etkisinde Örgütsel Sinizmin Aracı Rolü, 2024

Özet Bu çalışmanın amacı, örgütsel güvenin iş tatmini üzerindeki etkisinde örgütsel sinizmin arac... more Özet
Bu çalışmanın amacı, örgütsel güvenin iş tatmini üzerindeki etkisinde örgütsel sinizmin aracı rolünü incelemektir. Çalışma, günümüzde büyük bütçelerle ve nitelikli işgücüyle desteklenen ve halk sağlığını korumada en önemli sektör olan sağlık sektöründe yürütülmüştür. Çalışmanın amacına uygun olarak anket formları hazırlanmış ve anketler, Adıyaman ilinde ve ilçelerinde çalışan 300 kişiye basit tesadüfi örnekleme yoluyla dağıtılmıştır. Anketlere 270 kişi cevap vermiştir. Eksik ve/ya hatalı cevaplanan 16 anket formu değerlendirilmemiştir. Böylece 254 anket değerlendirilmiş ve araştırmanın amacına uygun olarak test edilmiştir. Veri analizi için IBM SPSS 25, Amos 23 ve Excel programları kullanılmıştır. Analiz sonuçlarına göre, örgütsel sinizm iş tatminini olumsuz olarak etkilemektedir. Örgütsel güven ile iş tatmini arasında ise anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Ancak örgütsel güven ile iş tatmini arasındaki ilişkide örgütsel sinizmin aracı bir role sahip olduğu tespit edilmiştir. Çalışmanın sonuç bölümünde analiz sonuçlarını derlenmiştir ve literatürdeki benzer çalışmaların tespitleriyle kıyaslanmıştır. Literatür taramasında, örgütsel güvenin iş tatmini üzerindeki etkisinde örgütsel sinizmin aracı rolünün daha önce incelenmediği görülmüştür. Dolayısıyla bu çalışma, örgütsel davranış literatüründe yeni ve özgün bir çalışma olarak önemli bir boşluğu doldurmaktadır.

Research paper thumbnail of İbn Hacer’in Moğultay’a Yönelttiği Eleştiriler Özelinde Hadis Şerhçiliğinde Tenkit

İbn Hacer’in Moğultay’a Yönelttiği Eleştiriler Özelinde Hadis Şerhçiliğinde Tenkit, 2024

Özet Hadis şerhçiliği, rivayetlerin isnad ve metin açısından analiz ve yorumlanmasına dair bilgi ... more Özet
Hadis şerhçiliği, rivayetlerin isnad ve metin açısından analiz ve yorumlanmasına dair bilgi birikiminin oluşumuna katkıda bulunan; bu müktesebatı tahkik, tenkit ve ikmâl yöntemleriyle değerlendirerek kâmil şerh metinlerinin meydana gelmesini sağlayan ilmî bir süreçtir. Bu süreç içerisinde âlimlerin önceki dönemde yapılan çalışmalara eleştirel yaklaşımları metne katkı sağlayarak alanın gelişmesine ve ilerlemesine vesile olmuştur. Bir alanda eleştirinin varlığının tespit edilmesi, o alanın güncel ve geçerliliğini koruyan bir ilim dalı olduğunu gösteren delillerdendir. Eserinde önceki dönem şârihlerinden alıntılar yapan ve atıfta bulunduğu âlimlerin görüşlerine birtakım tenkitler yönelten müelliflerden birisi de İbn Hacer’dir. Bu çalışmada İbn Hacer’in Fetḥu’l-bârî şerhinde Memlûkler dönemi Hanefî hadis şârihleri arasında yer alan Moğultay b. Kılıç’tan yaptığı iktibaslar analiz edilmiştir. Bu analizler sonucunda Moğultay’dan yaptığı alıntılarda eleştirel kimliğinin daha ön plana çıktığı görülmüştür. İbn Hacer’in yaptığı bu eleştiriler ana kaynak kontrolü ve mukayeseli okumalar yolu ile değerlendirilerek haklılık payı yüksek, haklı olduğu tartışmalı ve değerlendirme yapılamayan eleştiriler olarak üçe ayrılmıştır. Bunlar üzerinden hadis şerhçiliğinde tenkit konusu İbn Hacer ve Moğultay örneklemi üzerinden ortaya konmaya çalışılmıştır.

Research paper thumbnail of Türkiye’de Sivil Toplum Katılımının Yönetişim Düzenlemeleri Üzerinden İncelenmesi

Türkiye’de Sivil Toplum Katılımının Yönetişim Düzenlemeleri Üzerinden İncelenmesi, 2024

Özet Yönetim yaklaşımlarında aktörlerin katılımını arttıran bir model olarak geliştirilen yöneti... more Özet
Yönetim yaklaşımlarında aktörlerin katılımını arttıran bir model olarak geliştirilen yönetişim; politikaların geliştirilmesinde ve uygulamalarda paydaşların da süreçlere farklı mekanizmalar ile dâhil edilmesini kapsamaktadır. Öz bir cümle ile ifade edebileceğimiz; geleneksel kamu yönetimi anlayışından sosyal ve ekonomik nedenlerin de etkisi ile yeni teorilerin, yeni yönetim yaklaşımların ortaya çıkması, uzun bir zaman dilimini ihtiva etmektedir. Elbette politik süreçte yönetim değişiklikleri ve genel olarak demokratik yaklaşımların eşzamanlı gelişimi de kamunun yönetimindeki metodolojiyi etkilemiştir. Çevresel boyutta geliştirilen teorilerin, uygulama safhalarındaki yerel dinamiklerle karşılaşılması sonucu yeniden tanımlanmasına ve yeniden geliştirilmesine zorunlu olarak gidilmiştir. Bu değişim, teorilerin hem dışsal etkenler hem de yerel ve kültürel reflekslerle uygulama farklılıklarında içsel etkenler ile geliştirilmesini tetiklemiştir. Bu döngüde, yönetimde sosyal faktörün de ihmal edildiği savı üzerinden ortaya çıkan yönetişim; ilkeleri ile katılımcı demokrasinin de bir yansıması olarak görülmüştür. Bu ilkelerden; neo-liberal politikalar çerçevesinde devlet, özel sektör ve sivil sektörlerin yönetime paydaşlığındaki katılımcılık ilkesi, biraz daha ön plana çıkmıştır. Yaklaşım, 90’lı yıllardaki küresel ölçekte ortaya çıkışını, Türkiye’de 2000’li yıllar itibariyle daha belirgin olarak göstermeye başlamıştır. Demokratikleşme ve özgürlükler kapsamındaki dışsal ve içsel etkenlerin sonucu olarak da yorumlanabilecek mevzuat ve politika kaynaklarındaki düzenlemeler daha çok bu tarih itibariyle görülmeye başlamıştır. Türkiye’de 2000 yılı sonrası gerçekleştirilen yönetişim düzenlemelerinin, özellikle beş yıllık Kalkınma Planları öncelikli olmak üzere, mevzuatta yer verilen bazı metinler betimlenerek, sivil toplum özelinde katılımın hangi aşamalarına ve nasıl dâhil edildiği kamu politikalarına referans olan kaynak metinler üzerinden analiz edilmeye çalışılmıştır.

Research paper thumbnail of REFUGİA Kitlesel Yerinden Edilmeye Radikal Çözümler

Bu çalışmada, Türkçe literatüre çeviri ile kazandırılan Robin Cohen ve Nicholas Van Hear... more Bu çalışmada, Türkçe literatüre çeviri ile kazandırılan Robin Cohen ve Nicholas Van Hear’ın, Refugia adlı eseri ele alınmıştır. Çalışmada yazarların kişisel görüşleri detaylı analiz edilmeden kitabın içeriğindeki konular ve tartışmalar üzerinde durulmuştur. Mülteci ve sığınmacı problemi son zamanlarda hem ülkemizi hem de dünyadaki diğer ülkeleri ilgilendiren bir konu olup bu konuda yapılan çalışmalar, problemin çözümü için yetersiz kalmaktadır. İncelediğimiz eser, ütopyayı yöntem olarak kullanarak yerinden edilmiş insanların gelecekte daha insancıl bir yaşam sürmeleri için çözüm önerileri sunmaktadır. Eser, yerinden edilen insanların, durumuna yönelik mevcut çözüm önerilerini ve alınan tedbirlerden yola çıkarak kendi çözümü olan Refugia toplumunu tartışmaktadır. Yazarlara göre Refugia etnisiteye, milliyetçiliğe ya da dine dayanmamaktadır. Zorla göçe tabi tutulan topluluklar kolektif bir faaliyete zorlanmıştır. Kimlik siyasetine dayanmayan bu yapıda demokratik ve kendi kendine yeten bir yönetim modeli uygulanacaktır. Kitlesel yerinden edilmeye yön vermesi açısından uluslararası kurumsal yapı yetersiz kaldığı için eserde verilen tavsiyeler araştırmacılar için kılavuz rolündedir. Bu kitapta kitlesel yerinden edilme problemine radikal çözüm önerileri sunulmaktadır.