Mehmet Ali Kapar - Academia.edu (original) (raw)

Books by Mehmet Ali Kapar

Research paper thumbnail of YÖNETİME ETKİLERİ BAĞLAMINDA ÜÇ İKTİDAR VE ÜÇ KADIN: TERKEN HATUN, HAYZÜRÂN, ELEANOR OF AQUİTAİNE THREE POWERS AND THREE WOMEN IN THE CONTEXT OF THEIR EFFECTS ON MANAGEMENT: TERKEN KHATUN, HAYZÜRAN, ELEANOR OF AQUITAINE

Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından iti... more Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından itibaren içgüdüsel bir şekilde her şeyi paylaşan kadın ve erkeğin arasında, medeniyetlerin gelişimiyle, özellikle yönetim alanında büyük bir uçurum oluşmuştur. Zamanla erkek egemen toplumlar meydana çıkmış ve kadınlar yönetimde arka planda kalmışlar, çoğu zaman erkek egemenliği kadın üzerinde genel bir tahakküm kurmuştur. Fakat mücadelesinden vazgeçmeyen kadın, bazı dönemlerde bu tahakkümü kırmayı başarabilmiş ve toplumun her kesiminde kendine yer edinmiştir. Toplumların oluşması ile yönetici erkler ortaya çıkmış ve yöneten ile yönetilen sınıflar doğmuştur. Nadiren de olsa yönetimi kadınların elinde tuttuğu bazı toplumlar olmakla birlikte genel olarak yönetim erkeklerin elinde olmuştur. Bu durumda ise kadın yönetime doğrudan müdahale edemese bile dolaylı yollardan müdahalelerde bulunarak etkisini sürdürmüştür. Kadının yönetime olan bu etkisi zaman, mekân ve toplumlara göre değişmiştir. Kadının doğrudan ülke yönetiminde bulunamadığı durumlarda etkilerini kocaları üzerinden gerçekleştirdiği de görülmüştür. Özellikle hükümdar eşleri yönetimdeki etkinliklerinin devamlı olması için sadece kendi eşleri üzerinden harekete geçmemişler, aynı zamanda ileride de kendi çocuklarının-hatta kendi çocukları arasından da kendilerinin daha rahat etkileyebilecekleri çocuklarınınhükümdar olması için mücadele etmişlerdir. Bu etkide en önemli unsur ait oldukları toplumların yönetimle ilgili örf, adet ve anlayışlarıdır. Zira inançlar, gelenek ve görenekler, toplumsal değerler kadınların etki alanlarını da belirlemiştir. Bu çalışmamızda üç farklı coğrafya-Batı Asya, Orta Aysa, Avrupa-ve üç farklı millete-Arap Türk, Frank-ait hükümdar eşlerinin yönetime olan etkileri incelenecek ve kıyaslama metodu uygulanarak yönetime etkilerinin benzer ve farklı yönleri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Karakterler incelenirken dönem kaynakları merkezli olarak ele alınacaktır.

Research paper thumbnail of Türkiye Selçuklu Devleti Zamanında Karamanoğulları

KARAMAN ARAġTIRMALARI - I

Büyük Selçuklu ordularının 1071 Malazgirt SavaĢı‟nda Bizans orduları karĢısında aldığı büyük zafe... more Büyük Selçuklu ordularının 1071 Malazgirt SavaĢı‟nda Bizans orduları karĢısında aldığı büyük zafer, Anadolu ve Türk Tarihi‟nin yanı sıra Dünya Tarihi‟nin de önemli dönüm noktalarından birisini oluĢturur. Anadolu coğrafyası bun-dan sonra Türkistan Bölgesi‟nden gelen Türk göçlerinin yerleĢim yerlerinden birisi olmuĢ ve bir süre sonra da Anado-lu, Türkmenia adı ile anılmaya baĢlanmıĢtır. Moğolların hızlı bir Ģekilde yükseliĢi ve XII. yüzyıldan itibaren Türklerin yoğun olarak yaĢamıĢ oldukları Mâverâünnehir ve Horasan bölgelerine yönelik istila hareketleri, batıya doğru yeni bir Türk göç dalgasını harekete geçirmiĢtir (Turan, 1993, s. 232).

Research paper thumbnail of Ortaçağ Seyahatnameleri ile Tarihî Coğrafya Eserlerine Göre Karaman ve Karamanoğulları

SEYAHATNAMELERDE ve TARİHÎ COĞRAFYA ESERLERİNDE KARAMAN

Ön Söz Anadolu toprakları tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış, bu medeniyetle... more Ön Söz
Anadolu toprakları tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış,
bu medeniyetlerden birisi yıkılırken diğeri kurulmuştur. Bu yüzden bazı bilim insanları Anadolu’yu “Medeniyetler Mezarlığı” olarak dlandırmışlardır. Tarihin ilk devirlerinden itibaren Anadolu, seyyahların/gezginlerin uğradığı başlıca yerlerden olmuştur. Seyyahlar, zaman zaman gezip gördükleri yerlerin ve buralarda duyup işittiklerinin bir kısmını yazıya geçirmişlerdir. Bu sayede günümüze kadar gelmiş olan eserlerin, Anadolu ile ilgili yazılmış olanlarının sayısı da bir hayli fazladır. Gezi notlarının ve gezilerle ilgili hatıraların kaydedildiği eserler olan seyahatnameler,
yolculuk yapılan yöreye ait gözlemler taşıdığı için önemlidir. Bu yönüyle
seyahatnameler, bir yandan da tarihi belge özelliği taşırlar. Seyyahlar kişisel meraklarını tatmin etmek amacıyla seyahat ettikleri gibi; elçilik faaliyetleri yapmak, mektuplar götürmek, ajanlık ederek ülkesine bilgi sağlamak gibi pek çok nedenle de seyahat etmişlerdir. Ayrıca özellikle Ortaçağ’da misyonerlik faaliyetleri nedeniyle de çok miktarda seyahatler yapılmıştır. Ülkemizde son yıllarda şehir tarihçiliği üzerine ayrıntılı çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu çalışmalarda arkeolojik bulgulardan, tarihi vesikalardan, kitabelerden vs. yararlanılmaktadır. Özellikle tarihi defter kayıtları ve arşiv bilgileri resmi nitelikli olduğu için en çok başvurulan kaynaklardandır. Ancak bir toplumun veya bölgenin bütün tarihinin sadece bu kaynaklar doğrultusunda genelleyerek ortaya
koymak yanlış olur. Özellikle resmi nitelikli vesikalar sübjektif olması nedeniyle yanlı kalmakta, objektif bir değerlendirmeye mâni olmaktadır. Bu nedenle olayların değerlendirilmesinde ikinci bir materyale ihtiyaç duyulmakta ve seyahatnamelerde tam bu noktada devreye girmektedir. Bir seyyah eserinde gezip gördüğü yerleri ve başından geçen diyalogları okuyucuya daha iyi aktarabilmek için bölgeyi çok iyi betimlemekte, eğer varsa o bölgeye ait görsel kaynaklardan, küçük ölçekli harita ve planlardan faydalanmaktadır. Bu malzemeler bölge coğrafyası hakkında genel bilgi vermekte ve kentlerin fiziki yapısını da anlatmaktadır.
Seyahatnamelerin içerdikleri gravür ve fotoğraf gibi malzemeler de, kent tarihçiliği açısından olmazsa olmazlardandır ve bu özellikleri birçok kent tarihçisinin fazlasıyla dikkatini çekmektedir.

Anadolu Coğrafyası tarihin erken dönemlerinden itibaren Asya ve Avrupa
arasında bir geçiş noktası olma özelliğini taşımakla beraber, birçok ticaret yolunun da geçtiği bir alandır. Bu özelliğinden dolayı çok sayıda gezgin-coğrafyacı bu yolları takip ederek şehirler hakkında bilgi sahibi olmuştur. Kent tarihçileri çalışmalarında en az seyahatnameler kadar bilgi veren coğrafi eserlerden de faydalanmıştır. Bu coğrafya eserlerinin bazılarında yazar bizzat bölgeye gidip inceleme yaparak; bazen de bölgeye gitmeyerek fakat topladığı bilgiler vasıtasıyla sanki şehri görmüş gibi anlatmaktadır.
Geçmişten günümüze Karaman/Lârende iline ait birçok ilmi çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda şehrin başta tarihi ve coğrafyası olmak üzere tüm yönleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Ayrıca bunlara her geçen gün yenileri eklenmektedir. Mutlaka yapılan bu çalışmalarda seyahatnamelere de yer verilmiş ve istifade edilmiştir. Fakat bugüne kadar Karaman özelinde seyahatnameler temelli bir çalışmanın yapılmamış olması, ilmi açıdan bir eksikliktir. Elinizdeki eser, bu eksikliğin doldurulması amacıyla hazırlanmıştır.
Çalışmamızda Karaman/Lârende ili ve bölgesi hakkında bilgi veren seyyahların seyahatnameleri merkeze alınmıştır. Bunun yanı sıra şehir hakkında bilgi veren coğrafya eserleri ve hatıra yazıları gibi eserlerde göz önünde bulundurulmuştur. Usul olarak dört ayrı başlık halinde şehrin tarihi, çağ taksimine uygun bir şekilde bölünmüştür. Bu şekilde dönemsel olarak seyyahların gözünden şehrin bir portresinin çizilmesi amaçlanmıştır.
Çalışmamızın ilk başlığı Prof. Dr. Mehmet Kurt tarafından hazırlanmıştır. Bu bölümde 19. Yüzyıl Batı Seyahatnameleri ile Tarihi Coğrafya Eserlerine Göre Antik Çağda Karaman başlığı altında öncelikle Karaman’ın Antik çağlardaki görünümü ortaya konmuş, ardından 19. Yüzyılda Karaman’a uğrayan batılı seyyahların eserlerinde geçtiği şekliyle, bölgenin antik çağ tarihine ve yerleşimine dair bilgiler verilmiştir. İlgili bölümde Karaman bölgesini ziyaret eden on dört seyyah ve tarihi coğrafya araştırmacısının eseri incelenmiş ve bulgular ortaya konmuştur. Sonunda ise genel bir değerlendirme yapılarak ekler bölümünde seyyahların eserlerinde çizmiş oldukları gravürler başta olmak üzere, diğer görsellere yer verilmiştir.
İkinci başlık Mehmet Ali Kapar tarafından hazırlanmıştır. Bu
başlık altında Ortaçağ Seyahatnameleri ile Tarihi Coğrafya Eserlerine Göre Karaman ve Karamanoğulları incelenmiştir. İlk olarak seyyah ve eseri tanıtılmıştır. Ardından Ortaçağ’da Karaman’ın genel görünümü ortaya konmuş, daha sonra ilgili dönemde bölgeye uğrayan seyyahların eserlerinde anlatıldığına göre Karaman ve Karamanoğullarına ait bilgiler verilmiştir. Burada yedi ayrı eser incelenmiş ve verilen bilgiler karşılaştırmalar yapılarak ortaya konmuştur. Sonunda ise
genel bir değerlendirme yapılmış ve ekler bölümünde eserlere ait görseller verilmiştir. Üçüncü başlık Prof. Dr. Hüseyin Muşmal ve Araştırma Görevlisi Emre Koç tarafından hazırlanmıştır. Bu bölümde Osmanlı Dönemi Seyahatnamelerinde ve Tarihî Coğrafya Eserlerinde Karaman Vilayeti ele alınmıştır. İlk başta XV. ve XX. yüzyıllar arasında Karaman’a uğramış olan seyyahlar ve eserleri hakkında, varsa kısaca bilgi verilmiş, seyahatin ne zaman, nasıl ve hangi şartlarda yapıldığı ele alındıktan sonra, seyyahların Karaman ile ilgili gözlemlerine kronolojik olarak değinilmiştir. Seyyahların Karaman’la ilgili eserlerinde verdiği bilgiler, günümüz
Türkçesi’ne çevrilerek, olduğu gibi veya sadeleştirilerek metne aktarılmıştır. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi ise özel olarak irdelenmiş, seyyahın çizmiş olduğu panorama mümkün olduğunca canlı verilmiştir. Toplamda ise kırka yakın seyyahın seyahatnamesi ele alınmış ve sonunda genel bir değerlendirme yapılmıştır. Dördüncü başlık Dr. Öğr. Üyesi Erol Yüksel tarafından hazırlanmıştır. Seyahatname ve Tarihî Coğrafya Eserlerinde Karaman (1875-1951) başlığı altında 1875-1951 yılları arasındaki dönemde Karaman’ı ziyaret eden seyyahların seyahatnameleri
ve döneme ait tarihî coğrafya eserleri incelenmiştir. Çalışmanın kaynakları
kullanılırken, araştırmacının ya bizzat gezerek ya da bölgedeki kaynakları
kullanarak yayımlamış olması esas alınmıştır. Çoğu zaman referans kaynaklar birbirleriyle mukayese edildiği gibi, ilmi çerçeveden aktardıkları bilgilerden çelişkili veya sübjektif yanlar mümkün olduğu kadar değerlendirilmiş fakat kısmen de olduğu şekliyle verilmiştir. Bölümde ilk başta eserlere dayalı olarak şehrin genel görünümü verilmiş, ardından coğrafi özellikleri, idari, demografik, sosyal ve ekonomik yapısı ortaya konmuştur. Toplamda yirmiye yakın eser incelenmiş, yapılan çalışmanın sonunda elde edilen bulgular değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Son olarak çalışmanın yayımlanması aşamasında desteklerini gördüğümüz Karaman Belediyesi’ne teşekkürü bir borç biliriz.
Mehmet Ali KAPAR
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi

Research paper thumbnail of MİLLÎ EĞİTİM MÜFREDATLARINDA VE TARİH DERS KİTAPLARINDA SELÇUKLU TARİHİ ÖĞRETİMİ VE KARŞILAŞILAN PROBLEMLER

Cumhuriyet Dönemi’nde Türk eğitim sisteminin ana hatları Atatürk tarafından belirlenmiştir. Atatü... more Cumhuriyet Dönemi’nde Türk eğitim sisteminin ana hatları Atatürk tarafından belirlenmiştir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında Maarif Kongresi’ni toplayarak eğitime verdiği önemi ortaya koymuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra da millî bir eğitim sistemi kurulmaya çalışılmıştır. Bu dönemde dünyada olduğu gibi ülkemizde de ulus devlet inşa edilmeye çalışılmış ve oluşturulacak olan tarih eğitimleri de bu anlayış üzere bina edilmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde tarih öğretimine genel hatlarıyla bakıldığında, ağırlık verilen konuların sürekli bir değişim gösterdiği söylenebilir. Zira ortaya konulan Türk-Tarih Tezi ile dünya tarihinin gelişiminde Türk ulusunun kilit rol oynadığı ispat edilmeye ve resmî ideoloji doğrultusunda şekillenmiş yeni bir nesil inşa edilmeye çalışılmıştır. İlerleyen dönemlerde oluşturulan müfredatlar ve bunların hayata geçirilmiş hali olan ders kitapları da iktidar sahiplerinin kendilerini ve oluşturdukları kurumları meşrulaştırmak için ilgilendikleri bir alan olmuştur. Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren ortaya konulan tarih dersi müfredatları, oluşturulması ve tarih ders kitaplarının yazımı millî perspektifte gerçekleşmiştir. Türk tarihi seyrinin en önemli mihenk taşlarından olan Selçuklu devletlerinin öğretilmesine de bu anlayış çerçevesinde yer verildiği görülmektedir. Atatürk’ün ölümü ile tarih anlayışında değişimler başlamış, çok partili rejime geçilmesi ile birlikte ise bu durum kendisini çok daha fazla hissettirmiştir. 1970’li yıllardan itibaren ise milliyetçi ve Türkçü söylemin ağır bastığı bir dönem yaşanmıştır. Zamanla da bu söylem İslam ile birleştirilmiş ve “Türk-İslam Sentezi” dönemi başlamıştır. Günümüzde de bu anlayış devam etmektedir.
Selçuklu devletleri gerek İslamlaşma gerekse Anadolu’nun Türkleştirilmesi
sürecinin kilit noktasıdır ve yeni nesillere aktarılması önem arz etmektedir. Bu çalışmada Millî Eğitim Bakanlığının yayınladığı eğitim müfredatlarında Selçuklu devletlerinin işlenişi ve bu doğrultuda hazırlanan ders kitaplarına yansıması ele alınacaktır. Araştırmada tarihsel yöntem kullanılmıştır. Araştırmanın kaynakları olarak 1923’ten günümüze yayınlanmış ilk, orta ve lise ders müfredat programları, programlar üzerine yapılan çalışmalar ile ders kitapları ve Selçuklu tarihi üzerine yapılan araştırmalar esas alınmıştır. Araştırmada tarihsel yöntem kullanıldığından veri kaynakları dönemlere yönelik kategorilere ayrılarak incelenmiştir. Araştırmada ortaya çıkan Cumhuriyet Dönemi’nde yayınlanmış tarih ders programları, ders kitaplarının yayınlandıkları dönemin siyasi eğilimleri ile tarih anlayışlarını da yansıttıkları ve dönemlere göre ortaokul tarih programlarının değişim gösterdiği gerçeği de dikkate alınmıştır.

Research paper thumbnail of Fethinden Emevilerin Sonuna Kadar Musul

Research paper thumbnail of İSTANBUL’DAN KDZ. EREĞLİ ÜZERİNDEN ANKARA’YA SEYAHAT NOTLARI/

William AINSWORTH, 2014

Notes on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Angora, in the Autumn of 1838” Journal of... more Notes on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Angora, in the Autumn of 1838” Journal of the Royal Geographical Society of London, vol. IX, 1839 Blackwell Publishing on behalf of The Royal Geographical Society (with the Institute of British Geographers)

W. F. Ainsworth, bölgede elde ettiği bilgileri ilk elden hemen yayımlamak ihtiyacı hissetmiş olmalı ki 1839 yılında ‘Journal of the Royal Geographic Society of London’ adlı süreli yayının 9. cildinin 216-276. sayfalarında ‘Note on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Agora, in the Autumn of
1838’ başlığıyla yayımlamıştır. Biz elinizdeki çeviriyi, müellifin bu eserinden Türkçeleştirdik.
Yazar, 1842 yılında Londra’da, iki cilt olarak kaleme alacağı ‘Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and Armenia’ adlı kitabının birinci cildinin ikinci bölümünün 24-135. sayfaları arasında bizim çevirisini yaptığımız bölümünün aynı bilgilerini derleyip biraz genişleterek
yeniden okuyucusunun dikkatine sunmuştur. Ainsworth’un bu eserinde verdiği resimleri biz de elinizdeki çeviri kitapta kullandık. W. F. Ainsworth’un bu gezileri 1835-1837 yıllları arasında tüm Anadolu ile birlikte Fırat Havzası ve İran’ı da kapsamıştı.
Doktor, coğrafyacı, jeolog ve seyyah olan W. F. Ainsworth, 9 Kasım 1807’de İngiltere’nin güneybatı bölgesinde bulunan Exeter’de doğmuş ve aynı kentte 1896 yılında ölmüştür. Pek çok başarılı işe imza atmış olan Ainsworth, 1827’de Edinburgh’taki ‘Royal College of Surgeons’ öğrenim
görerek doktor olmuş ve 1831 yılında ‘kolera’ üzerine çeşitli çalışmalar yapmıştır.
Ayrıca Paris’te maden, jeoloji eğitimi almış ve 1830’da ‘Journal of Natural Geographical Science’’ı kurmuştur. 1841 yılından itibaren İngiltere’de Ainsworth’s Magazine, Bentley’s Miscellany ve New Monthly Magazine adlı çeşitli dergiler yayımlamasının yanı sıra antik yazarlardan Xenophon’un
Anabasis’i üzerinde de çalışmaları olmuştur. Bu magazin dergilerinden 1885 yılında yayımladığı Bentley’s Miscellany’nin 37. sayısının 235-241. sayfalarında Karadeniz ile ilgili olarak “The Resources of the Anatolian
Shores of the Black Sea” başlıklı bir makale daha kaleme almıştır.

‘Syro-Egyptian Society’, Royal Geographical Society’ ve ‘Society of Antiquariest’’ın üyeliklerini de yürütmüş olan Ainsworth, ‘West London Hospital’’ın da kurucusu olmuştur

Research paper thumbnail of Abdurrahman B. Avf

Cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Abdurrahman b. Avf, aynı zamanda Resulullah’ın peygamb... more Cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Abdurrahman
b. Avf, aynı zamanda Resulullah’ın peygamberliğini açıklamasından
sonra ilk iman edenlerdendir. Hz. Peygamber, Mekke
müşriklerinin saldırılarından emin olmak ve daha rahat bir şekilde
ibadet edebilmek amacıyla Erkam’ın evine girip burada
gizli davete başlamasından önce Hz. Ebu Bekir vasıtası ile
Müslüman olmuştur. O, ilk sekiz Müslüman’dan birisidir.
Abdurrahman b. Avf, iman ettikten sonra Hz. Peygamber’in
yanında bulunmaya gayret göstermiş, Mekke dönemindeki işkencelere
göğüs germiş, hicret izninin verilmesi ile birlikte iki
kez Habeşistan’a, ardından da bütün mal varlığını Mekke’de
bırakarak Hz. Peygamber’le birlikte Medine’ye hicret etmiştir.
Bundan sonraki süreçte de her an Hz. Peygamber ile birlikte
olmuş, onun tüm gazvelerine katılmıştır. Özellikle Uhud
Savaşı’nda yirmiden fazla yara almış, hatta bu savaşta ayağına
aldığı yara nedeniyle ömrü boyunca engelli kalmıştır.
Yine Uhud’da İslam ordusunun dağıldığı anda Resulullah’ın
çevresinde kalan on beş sahabiden birisidir.
Abdurrahman b. Avf ticaret ile meşgul olmuş ve bu alanda
büyük başarı göstererek ashabın en zenginlerinden birisi haline
gelmiştir. O, hicret öncesinde elde ettiği kazancını Mekke’de
10
bırakarak Resulullah’a kavuşmak arzusuyla Medine’ye hiçbir
mal varlığı olmadan gitmiştir. Hicretin ardından da kimseye
yük olmamak için Medine pazarında ticarete başlamış ve kısa
zamanda tekrar büyük servet elde etmiştir. Fakat bu serveti biriktirmesi
ile değil, Allah yolunda sürekli harcamasıyla İslam
tarihinde yerini almıştır. Başta Tebük Seferi olmak üzere İslam
ordusunun çıkmış olduğu seferlerin birçoğunda orduya en
çok bağışı yapanlardan birisi olmuştur. Vefat etmeden önce de
mirasının büyük kısmını yine bağışlamıştır.
Hz. Peygamber hayatta iken sürekli yanında olan Abdurrahman
b. Avf, vefatından sonra da onun halifelerinin en büyük
destekçilerinden olmuş ve onların istişare ettikleri kişilerin
başında gelmiştir.
Bu kitapta Resulullah’ın sahabilerinin önde gelenlerinden
Abdurrahman b. Avf’ın hayatını bütün yönleriyle ortaya
koymaya çalıştık. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi o,
Müslüman olduğu günden vefatına kadar örnek bir şahsiyet
olmuştur. Günümüzde de onun başta Hz. Peygamber’e olan
bağlılığı ve ticari ahlakı olmak üzere hayatından örnek alınması
gereken çok yön vardır.

Research paper thumbnail of Diplomat sahabiler

ÖN SÖZ Her birisi bir yıldız niteliğinde olan ve Kur’an’ı Kerim’de “Muhâcirlerin ve Ensarın ilkle... more ÖN SÖZ
Her birisi bir yıldız niteliğinde olan ve Kur’an’ı Kerim’de “Muhâcirlerin ve Ensarın ilkleri ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan razıdırlar. Onlara, sonsuza dek hep içinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük bahtiyarlık işte budur” (Tevbe, 9/100) ayetiyle ifade edilen Hz. Peygamber’in arkadaşları olan sahabiler, kuşkusuz bütün Müslümanlar için örnek nesildir. Rasûlullah’ın kendi elleriyle şekillendirdiği bu kutlu nesil, kıyamete kadar gelecek olan bütün Müslümanlara rehberlik edecektir. Onların rehberliğini belirli bir alanda sınırlandırmamak, her zaman ve zeminde onların örnekliğine müracaat etmek gerekir. Bu durum sadece Hz. Peygamber’in uygulamaları için değil, aynı zamanda vahyin her bir anına şahitliklerinden dolayı bir zorunluluktur.
Sahabeyi tanımak Hz. Peygamber’in yaşantısını, mücadelesini, tebliğini ve sünnetini tanımak demek olmanın yanı sıra diplomatik anlayışını, gayrimüslimler ile olan ilişkilerini anlamak anlamına da gelmektedir. Zira Hz. Peygamber diplomatik temaslarını bu sahabile-rin vasıtasıyla gerçekleştirmiştir. Sahabilerin hayatını okumak sıradan bir biyografi okumaktan ziyade, Hz. Peygamber’in davasının hayata geçmiş hâlini okumaktır. Sahabiler, yine Kur’an’ı Kerim’in ifadesiyle “İnsanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet”tir (Âl-i İmrân 3/110).
Medine’ye hicretin akabinde Hz. Muhammed’in (sav) elçiler ve Ġs-lam’a davet mektupları vasıtasıyla sağlanan devlet düzeyindeki ilişkile-ri, daha sonraki dönemlere de örneklik teşkil etmesi bakımından ol-dukça önemlidir. Hz. Peygamber’in devlet yönetme geleneğini anla-yabilmek için diplomat olarak seçtiği kişilerin bu yönlerinin bilinmesi gerekmektedir.
Hz. Muhammed (sav), Ġslam dinini insanlara tebliğ görevini zor kullanma üzerine değil, ikna temeli üzerine oturtmuştur. Savaşı son seçenek olarak görmüştür. Bu noktada Hz. Peygamber diplomasinin yeterli olduğu ve diplomasi ile çözebileceği durumlarda hiçbir zaman askerî güç kullanmamıştır. Muhatap olduğu ya da olacağı kişi veya topluluklara önce elçiler ve mektuplar göndermiştir. Bu mektupların sayısı yüzler ile ifade edilecek kadar çoktur.
Rasûlullah (sav) zamanında, günümüzde olduğu gibi özel olarak yetiştirilmiş ve meslek olarak bunu icra eden elçiler yoktur. Dolayısıyla böyle bir meslek grubu da yoktur. Hz. Peygamber duruma ve şartlara göre en uygun kişiye bu görevi vermiştir. Ayrıca henüz Ġslamiyet’in Hicaz bölgesi dışına yeni çıkıyor olması ve bugünkü anlamda bir idari yapılanmanın mevcut olmaması nedeniyle Hz. Peygamber’in gönder-diği bu görevliler, birden fazla görevi de yerine getirmekteydiler. Bu görevler: Ġslam’ı tebliğ etmek ve yeni Müslüman olanlara Ġslam’ın kurallarını öğretmek, Müslümanların problemlerini çözecek fetva işleri (hukuki) ile uğraşmak, can ve mal güvenliği ile genel asayişi temin etmek gibi idari (valilik) görevlerdi. Hz. Peygamber’in sohbetine katı-lanlar anlamında bir terim olan sahabilerden mektupları götüren her bir görevli, aynı anda bir elçidir yani diplomattır. Bu sahabiler gelişi güzel seçilmemiş, her birisi bu göreve getirilirken farklı yönleriyle ön plana çıkmıştır. Özellikle hükümdarlara gönderilecek olan sahabilerin seçimi özel bir işti ve bu gönderilen elçiler, sahabilerin en seçkinlerin-den seçilmişti. Zira onların gittikleri yerlerde Ġslam’ı anlatmaları ve kendilerine sorulan sorulara hakkıyla cevap vermeleri gerekmekteydi. Rasûlullah (sav), ashabın arasından elçileri; yumuşak huylu, ikna ve hitabet kabiliyeti yüksek, kuvvetli deliller getirme özelliğine sahip, belagat (sözü açıkça söyleyebilme) ve fesahat (sözü kusursuz söyleye-bilme) sahibi, zeki ve mümkünse gönderilecek ülkenin dilini bilen kimselerden seçerdi. Ayrıca bu kişilerin çoğu fiziki özellikleri ve hitabet yetenekleri ile de ön plana çıkmaktaydılar. Yine gönderilecek bölgenin yöneticisini tanıyan, iyi ilişkiler kurmuş ve daha önce belirli bir hukuk-ları oluşmuş sahabiler varsa onlar öncelikli olarak görevlendirilirdi.
Çalışmamızda Hz. Peygamber’in diplomatik görevler verdiği saha-bilerden tespit edebildiklerimizi bu yönleri ile ele aldık. Çalışmanın hacmi ve kapsamı gereği ele aldığımız sahabilerin hayatlarını biyogra-fik bir şekilde anlatma yoluna gitmedik. Onlar hakkında tanıtıcı kısa bir bilgi verdikten sonra diplomatik faaliyetleri ile ilgili hususları, dönem kaynaklarını merkezli olarak ele aldık. Rivayetleri olduğu gibi aktarmak yerine kıyaslamalar yaparak sebep-sonuç ilişkisi içerisinde irdele-dik. Ayrıca Hz. Peygamber döneminde olmasa bile daha sonra elçilik vazifesi ile görevlendirilmiş bir sahabi varsa onu da konuya dâhil ettik.
Eserde yer verdiğimiz sahabiler hakkında birçok çalışma yapılmış, başta siyer kitapları ve tabakât eserleri olmak üzere pek çok yerde biyografileri verilmiştir. Bizi bu çalışmaya iten neden ise tematik yakla-şımla bir insanın tüm yönlerini ele almaktan ziyade, belirli bir konu üzerindeki ortak tavırlarını ortaya koyma düşüncesi olmuştur.
Yukarıda bahsedildiği üzere Rasûlullah (sav) tarafından yazdırıldığı aktarılan ve birçoğunun tam metni kaynaklarda verilen mektupların sayısı yüzlerle ifade edilecek kadar çoktur. Fakat bu mektupların me-tinlerine gösterilen ilgi, mektubu götürene gösterilmemiştir. Bundan dolayı çoğu mektubu götüren sahabi ya belli değildir ya da görüşme-nin ayrıntıları verilmemiştir. Dolayısıyla birçok görüşmenin ayrıntısına girilememiştir.
Çalışmanın giriş bölümünde Ġslamiyet öncesi Arap diplomasisi ve Arabistan Yarımadası’nın siyasî yapısı kısaca anlatıldıktan sonra Hz. Peygamber’in diplomatik anlayışı hakkında bilgilendirmeler yapılmış-tır. Birinci bölümde diplomatik görevler verilen sahabiler tespit edilip bunların her birisi ayrı başlık hâlinde kaynaklarda geçtiği kadarıyla tek tek ortaya konulmuştur. İkinci bölümde ise elde edilen veriler ışığında sahabilerin ve görüşmelerin ortak ve ayrışan özellikleri, seçimleri gibi konular üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır.
Bu çalışmayı nasip eden Rabbime hamd, onun Rasûlü’ne, ehli-beytine ve tüm sahabesine salat olsun. Sahabe neslini anlamada kü-çük bir hayra vesile olması duasıyla...
Çalışma ve gayret bizden, tevfik ise yüce Rabbimizdendir.
Mehmet Ali KAPAR
Karaman 2020

Research paper thumbnail of Heyetler (Hz. Peygamber Dönemi Diplomasi)

Tarihin erken dönemlerinden itibaren insanlar, ilk kabile diyebileceğimiz grupları oluşturmuşlar,... more Tarihin erken dönemlerinden itibaren insanlar, ilk kabile diyebileceğimiz
grupları oluşturmuşlar, ardından bunların birleşmesiyle
de devlet teşkilatlanmalarını kurmuşlardır. Zamanla bu toplumların
siyasî, dinî, ticari, askerî ilişkilerini düzenleyip yürütmek ve aralarında
oluşan ihtilafları çözmek için elçilik kurumları tesis edilmiş ve kısa
sürede yaygınlaşmıştır. Zira savaşlar yoluyla halledilemeyen hatta
işlerin daha da karmaşık hâle geldiği dönemlerde, birçok sorunun elçiler
vasıtasıyla çözülebildiği görülmüştür.
Günümüzde gelişen teknolojiler ile mesafe kavramı günden güne
kısalmakta hatta ortadan kalkmakta ve sınırlar sadece haritalar
üzerinde kalmaktadır. İnsanlığın nüfusunun giderek çoğalması ve
devletlerin sayısının artması sonucunda, uluslararası ilişkiler ve
diplomasi giderek önem kazanmaktadır. Bu noktada Müslüman
devletler için İslâm dininin diplomasi anlayışının, kurulan ilk İslâm
Devleti’nde uygulanan diplomatik teamüllerin ve günümüz diplomasisinin
mukayesesinin yapılması büyük önem arz etmektedir.
Bundan dolayı diplomatik ilişkilerin yürütücüsü konumunda olan
elçiliğin mahiyeti, elçinin görevleri ve elçi seçiminde dikkat edilecek
hususların tespit edilmesi gerekmektedir. Bu kadar mühim bir konu
üzerinde müstakil bir çalışmanın yapılmamış olması bizi bu konuyu
araştırmaya sevk etmiştir.
Hz. Muhammed’in (as) risâletinin başlangıcından 622 yılında
hicret etmesine kadar geçen yaklaşık on iki yıllık sürece “Mekke
Dönemi” denilir. Bu dönem içinde Hz. Peygamber, Kureyş’in katı
tutumu ve diğer kabilelerle olan kısıtlı teması nedeniyle İslâm’ı
tebliğ konusunda istediği seviyeye gelememiştir. Hicret’in akabinde “Medine Dönemi” başlamış, bundan sonra şekillenmeye başlayan
İslâm devleti, siyasî, askerî ve içtimaî başarılar elde etmiştir. Bu
başarıların sonucunda da Rasûlullah, daha rahat hareket ederek
Arabistan yarımadasının en uç noktalarına kadar irtibata geçebilmiş,
hatta Doğu Roma İmparatorluğu başta olmak üzere diğer büyük
devletlerle de diplomatik temaslarda bulunabilmiştir.
Sadece kendi zamanı için değil bütün zamanlar için örnek model
olarak gönderilen Hz. Peygamber’in kurduğu ve İslâmî bir anlayış
ile şekillendirdiği “Asr-ı Saâdet” Dönemi’nin anlaşılması önem arz
etmektedir. Zira bu dönem, kendinden sonra gelen dönemlerin ve
kurulan İslâm devletlerinin olduğu gibi, günümüz toplumunun şekillendirilmesi
için de referans niteliğindedir.
Asr-ı Saâdet Dönemi’ni daha iyi anlayabilmek için Hz.
Peygamber’in diplomatik faaliyetlerinin bütün yönleriyle ortaya konulması
gerekmektedir. Medine’ye hicret öncesinde Hz. Peygamber’e
diğer kabilelerin bakış açılarını görmek, hicret sonrasında ise İslâm
Devleti’nin dış siyasetinin temel yapı taşlarını belirleyebilmek ve
Arap kabilelerine karşı izlenen diplomatik yöntemleri tespit edebilmek
için Hz. Peygamber’in heyetler/elçiler ile olan münasebetlerinin
iyi bilinmesi gerekmektedir.
Kaynaklarda Hz. Peygamber’e gelen heyetlerin sayıları ve geldikleri
tarihlerle ilgili olarak değişik rivayetler verilmektedir. Bu rivayetler
verilirken de ihtilafa düşülmüş ve tam bir kronolojik yerleştirme
yapılamamıştır. Konuyu ele alan klasik ve modern İslâm
tarihi çalışmalarında da bu problem devam etmiş, ortak bir sonuca
varılamaması neticesinde tarihlendirme problemi ortaya çıkmıştır.
Çalışmamızda bu tarihlendirme problemleri çözülmeye gayret sarf
edilmiştir.
Çalışmamız bir giriş ve üç ayrı bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında
konunun tam olarak anlaşılabilmesi için elçilik ve diplomasi
kavramlarının köken ve etimolojik yapısı üzerinde durulmuştur.
Ayrıca konumuza temel teşkil etmesi bakımından İslâmiyet öncesi Arap yarımadasındaki diplomasi geleneği ile Hz. Muhammed’in (as)
diplomatik kişiliğinin oluşumu incelenmiştir.
Birinci bölümde Hz. Peygamber’e gelen heyetler ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Mekke Dönemi’nde gelen heyetler incelenirken
rivayetlerin tahlilleri özellikle yapılarak elemeye tabi tutulmuştur.
Medine Dönemi’nde gelen heyetler ise tespit edilerek Medine dönemi,
Senetü’l-Vüfûd’dan önce ve bu senede gelen heyetler olarak
tasnif edilmiştir.
İkinci bölümde Hz. Peygamber’e gelen elçilik heyetlerinin özellikleri,
heyetlerin teşekkülleri esnasında dikkat edilen hususlar, heyetlerin
geliş nedenleri ve yetkileri üzerinde durulmuştur.
Üçüncü bölümde Hz. Peygamber’in elçilerle görüşmeleri ve bu
esnadaki tutumu ayrıntılı olarak incelenmiş ayrıca yine bu görüşmeler
esnasında elçilerin de Hz. Peygamber’e karşı tutumları ortaya
koyularak görüşmeler esnasında Müslüman olan bu kabilelerin
İslâmlaşmaya etkileri incelenmiştir.

Research paper thumbnail of Osmanlı Devleti Karamanoğlu Beyliyi ilişkilerinde Venedik Elçilerinin Rolü

Osmanlı Devleti’nin hem do u hem de batdaki fetihlerle snrlarn geni letmesi, Bat’da Venedik... more Osmanlı Devleti’nin hem do u hem de batdaki fetihlerle snrlarn geni letmesi, Bat’da Venedik ve
Papalk, Do u’da ise Karamano ullar ve Akkoyunlu gibi devletlerde rahatszlk uyandrm tr. Özellikle Uzun
Hasan, Fatih’i kendisine rakip olarak görmü tür. Bu yüzden Venedik’ten Papal a, Karamano ullarndan
sfendiyaro ullarna kadar pek çok devlet ve Türkmen beyli i ile ittifak kurma yoluna gitmi tir. Osmanl-Venedik
sava larnn ba lamas üzerine Venedikliler de do uda ikinci cephe açmak gayesi ile Karamano ullar Beyli i ve
Akkoyunlu Devleti ile ittifak olu turma aray larna girmi tir. Amaçlarn gerçekle tirmek için de do u ülkelerine
elçiler göndermeye ba lam tr. Di er yandan Karamano ullar topraklarn dolaysyla siyasi üstünlü ünü
kaptrmamak için Osmanl Devleti’ne kar  dü manca bir tutum içine girmi tir. Ancak Osmanllar ile mücadele
edecek güçte olmad  için onlar da batdan müttefik arama cihetine yönelmi lerdir. Her iki tarafn da ortak gayesi
do u ve batdan yaplacak taarruzlar ile Osmanlı Devletini ortadan kaldrmaktr. Bu devletler arasnda irtibat
sa lama ve koordine etme i i ise elçilere verilmi tir. Venedikliler bu süreçte birçok elçisini do uya göndermi tir.
Elçilerin görevleri ba ta Akkoyunlular olmak üzere Karamano ullar dâhil tüm Osmanl kar t unsurlar harekete
geçirmektir. Bu elçilerden Caterino Zeno, Ambrogio Contarini ve Josaphat Barbaro bizzat Karaman beyleri ile
görü mü , sava lara i tirak etmi , elde edilen kalelerden bazlarn Karamano ullarna teslim etmi lerdir. Bu
çal mamzda Venedik elçilerinin Osmanl Devleti-Karamano lu Beyli i ili kilerindeki etkileri elçi notlar ve
dönem kaynaklar   nda ele alnm tr.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Venedik, Akkoyunlular, Karamano ullar, Elçi

Research paper thumbnail of MENKIBEVÎ KAYITLARA GÖRE XIII. YÜZYIL ANADOLUSU’NDA EVHADÎ DERVİŞLERİNİN YAYILDIĞI ŞEHİRLER.pdf

Research paper thumbnail of BATTAL GAZİ’NİN SEYYİDLİĞİ MESELESİ.pdf

Research paper thumbnail of IX-XII. Yüzyıllar Arasında Zanaat ve Ticaretin Merkezi Merv ve Hudut Şehirler, IX-XII. century between the Craft and Trade Center Merv and Border Cities.pdf

ÖZET Bugünkü Türkmenistan toprakları içerisinde bulunan Merv şehri Türk-İslam tarihinin en önemli... more ÖZET
Bugünkü Türkmenistan toprakları içerisinde bulunan Merv şehri Türk-İslam tarihinin en önemli kültür ve medeniyet merkezlerinden biri olmuş, uzun bir süre Horasan bölgesinin en önemli şehirleri arasında yer almıştır. “Horasan’daki tüm şehirlerin anası” veya “Merv Şahların ve Sultanların Ruhu ” olarak tarif edilmiştir.
IX–XII. Yüzyıllar, devletler arasındaki kervan ticareti ve meta-para ilişkilerinin en parlak dönemi olarak kabul edilmektedir. Tarihi İpek Yolu üzerinde yerleşen Merv şehri; İran, Hindistan, Afganistan, Çin ve Türkistan’a giden kervan yollarının kavşak noktasında olma özelliğini uzun zaman içinde muhafaza etmiştir. Uluslararası ticaret yolları, Merv şehrinin gelişimi ve zenginleşmesi için çok uygun şartlar yaratmıştır. Şehri doğudan batıya ve güneyden kuzeye kesen önemli ticaret yolları buna büyük ölçüde katkı sağlamıştır. Bu çalışma kapsamında IX-XII. yüzyıllar arasında Merv’de, zanaatın , iç ve dış ticaretin gelişmesini, ticari-ekonomik ilişkilerde paranın rolünün önem kazanmasını ortaya koymayı amaçlamaktayız.
ABSTRACT
Merv city, located in nowadays’ Turkmenistan land, is the most important culture and civilization center of Turk-Islam history and also one of the important cities of Khurasan region. It is named as “mother of all cities of Khurasan” or “Soul of Merv Shahs and Sultans”.
IX-XII century is the golden age of caravan trade and commodity-money relations between countries. Merv city, situated on Silk Road, has been maintained the location feature as point of crossroads of Iran, India, Afghanistan, China and Turkistan caravan ways for a long time. International trade roads made suitable conditions for Merv city development and growth. The important trade roads, which crossed the city from east to west and from south to north, made a lot of contribution in its growth. In this study, we aimed to show the role of money in trade, development of inland and foreign trade, trade and economic ties in Merv in IX-XII century.

Research paper thumbnail of SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİ DERS KİTAPLARINDA ESKİÇAĞ TARİHİ VE ESKİ TÜRK TARİHİ'NİN ÖĞRETİMİ TEACHING ANTIQUE AGE AND ANCIENT TURKISH HISTORY IN THE TEXTBOOK OF THE SOVIET UNION PERIOD

Öz Tarihsel süreçte Türk devletleri ile kadim sınır komşusu olan ve ilk dönemden günümüze kadar g... more Öz Tarihsel süreçte Türk devletleri ile kadim sınır komşusu olan ve ilk dönemden günümüze kadar genellikle mücadele halinde bulunulan Rusya'nın, siyasi tarihinin yanı sıra kültürel ögelerinin bilinmesi de büyük önem taşımaktadır. Zira askerî ve siyasi başarılar elde edebilmek için muhakkak iyi bir eğitim sistemi uygulanmalıdır. Eğitimin bir parçası tarih öğretimi ise, onun da en önemli kısımlarından birisi komşu ülkeler ile olan ilişkilerin öğrenilmesidir. Bu çalışmamızda Sovyetler Birliği'nde tarih eğitiminin bir parçasını teşkil eden Eskiçağ Tarihi ve Eski Türk Tarihi'nin öğretimi incelenecektir. Çalışmanın hacmi gereği diğer dönemlere girilmeyecektir. Abstract Knowing the political history as well as its cultural elements of Russia, which was in a border with Turkey numerously from the archaic times and in a struggle against it from then carries great importance. For military and political success, there should be a good education system. A part of the education is teaching history and a part of that is the history of the relationships with the neighbor countries. Teaching of Ancient History and Ancient Turkic History which was a part of the applied History education of period of Soviet Union is going to be examined in this study. Because of the scope of this study, other periods won't be analyzed.

Research paper thumbnail of HUDEYBİYE SEFERİ VE Hz. MUHAMMED'İN BARIŞÇI SİYASETİ, HUDEYBIYE EXPEDITION AND PROPHET MOHAMMED’S PEACE POLICY

Öz Klasik ve modern İslam tarihi çalışmalarında Hz. Muhammed (sav)'in risâlet dönemi Mekke ve Me... more Öz
Klasik ve modern İslam tarihi çalışmalarında Hz. Muhammed (sav)'in risâlet dönemi Mekke ve Medine dönemi olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan Mekke döneminin ta‐ mamı ve Medine döneminin ilk altı yılı genellikle meşakkatle ve sıkıntılar ile doludur. 6/628 yılına gelindiğinde ise artık İslam tarihinin kırılma noktası gerçekleşmiştir. Yapılan Hudeybiye Seferi ve beraberinde Mekkeli müşriklerin İslam devletini resmen tanıdıkları Hudeybiye Barış Antlaşması'nın imzalanması ile Müslümanların zor günleri geride kalmış, İslam bir çığ gibi yayılmaya başlamıştır. Gerek sefer esnasında yaşanan olaylar gerekse nihayetinde imzalanan Hudeybiye Antlaşması'nın doğru tahlil edilmesi son derece önemlidir. Zira ilk başlarda olumsuz olarak değerlendirilen ve imzalandığı esnada olaya şahit olan sahabelerin de itirazlarına sebep olan bu antlaşma, kendisinden sonraki başlayacak olan İslamlaşma akımının odak noktasıdır. Bu seferin en önemli yönlerinden birisi ise, rahmet peygamberi olarak gönderilen Hz. Muhammed'in barışçı politikasının zirvesi niteliğinde olmasıdır. Seferin başından sonuna kadar Rasûlullah, bu tutumunu hiç bozmamış, nihayetinde Mekkeli müşriklerle zafer niteliğinde bir antlaşma imzalanmıştır. Bu çalışmada Hudeybiye Antlaşması'na giden süreçte yaşanan olaylar ve bu olaylar karşısında Hz. Muhammed (sav)'in barışçı siyaseti ortaya konmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler
Hudeybiye, Hz. Muhammed, Sahabe, Mekke, Siyer

HUDEYBIYE EXPEDITION AND PROPHET MOHAMMED'S PEACE POLICY

Abstract
In the classic and modern Islamic history studies, the epistle period of Prophet Mohammed is divi‐ ded into two periods as Mecca and Medina Periods. Whole Mecca period and the first six years of Medina period are often identified with a great amount of difficulties. Within the sixth year of Hejira (628), an unexpected twist took place in Islamic history. Having experienced the Hudeybiye Expedition signed the Hudeybiye Peace Treaty with polytheists of Mecca as a result, hard times for the Muslims were left behind. Subsequently, the Islamic religion began to spread dramatically. It is of great significance that either the events during expedition or Hudeybiye Peace Treaty require intensive analysis. Although the treaty was considered as a negative act and was opposed by the companions initially, it is regarded as the milestone of the Islamization movement that began afterwards. Another aspect of this expedition is that it is seen as the greatest level of Prophet Mohammed’s peace policy in terms of its characteristics. The Prophet preserved his peaceful attitude until the end of the expedition and the treaty was welcomed as a sign of victory. The current study displays what was experienced on the way to Hudeybiye Treaty and Prophet Muhammad’s peaceful
political attitude during all the stages.
Keywords
Hudeybiye, Prophet Mohammed, Companions of Prophet, Sirah, Mecca

Papers by Mehmet Ali Kapar

Research paper thumbnail of İktidarın Sembolik Dili: Sâmerrâ Dönemi Abbâsî Halifelerinin Unvanları/The Symbolic Language of Power: Titles of the Abbasid Caliphs of the Sāmerrā Period

SEMA, 2024

Devlet kademesi içerisinde kullanılan lakap ve unvanlar kişiler arasındaki hiyerarşiyi tanzim ede... more Devlet kademesi içerisinde kullanılan lakap ve unvanlar kişiler arasındaki hiyerarşiyi tanzim eder ve yöneticilerde hükümdarlık alameti olarak da sayılır. Abbâsî Halifeleri, tarih boyunca değişen siyasi ve toplumsal şartlara uyum sağlamak adına farklı zamanlarda çeşitli unvanlar kullanmışlardır. Bu unvanlar, Halifelerin sahip olduğu liderlik rollerinin çeşitliliğini ve genişliğini vurgulamaktadır. Abbâsîlerin Halife el-Mu'tasım tarafından başlatılan ve 836 ile 892 yılları arasında devam eden kısmı "Sâmerrâ Dönemi" olarak adlandırılır. Sâmerrâ dönemi halifeleri, diğer dönemlerde olduğu gibi unvan ve lakaplar kullanarak hükümdarlıklarını daha etkili hale getirmek istemişlerdir. Çalışmada, tüm Abbâsî Halifeleri tarafından kullanılması bir gelenek olan Halifelik unvanlarının Sâmerrâ Dönemine yansımaları ve bunların sadece bir lakap değil, aynı zamanda siyasi, dini ve kültürel anlamlar taşıdığının incelenmesi amaçlamaktadır. Ayrıca Sâmerrâ Dönemi, Abbâsî Halifelerinin unvanlarının iktidar sembolleri ve siyasi dinamiklerdeki rolünü araştırmaktadır. Yöntem olarak kavramların açıklanması, örneklendirmeler ve karşılaştırmalar kullanılmıştır. Temel tartışma konusu Sâmerrâ döneminde Halife unvanlarında ne gibi değişikliklerin ve gelişmelerin olduğudur ve ana kaynaklar merkezli olarak nitel araştırma yöntemi kullanılarak doküman analizi yapılmıştır.

The titles and epithets used within the state level organise the hierarchy between individuals and are also considered as a sign of sovereignty in rulers. The Abbasid Caliphs used various titles at different times in order to adapt to the changing political and social conditions throughout history. These titles emphasise the diversity and breadth of the Caliphs' leadership roles. The period of the Abbasids initiated by Caliph al-Mu'tasim and lasted between 836 and 892 is called the “Sāmerrā Period”. As in other periods, the caliphs of the Sāmerrā period wanted to make their reign more effective by using titles and epithets. This study aims to examine the reflections of the Caliphate titles, which were a tradition used by all Abbasid Caliphs, on the Sāmerrā Period and to examine that they were not only a nickname, but also carried political, religious and cultural meanings. It also investigates the role of the titles of the Abbasid Caliphs of the Sāmerrā Period in symbols of power and political dynamics. Explanation of concepts, exemplifications and comparisons are used as methods. The main topic of discussion is the changes and developments in the titles of the Caliphs during the Sāmerrā period, and document analysis was carried out using qualitative research method centred on the main sources.

Research paper thumbnail of Selçuklu Hanedanlığında Evlilikler ve Evlilik Yaşları Üzerine Bir Değerlendirme/An Evaluation on Marriages and Ages of Marriage in Seljuk Dynasty

SEFAD, 2024

Bu çalışma Selçuklu Hanedanlığındaki evlilik yaşları ve evlilik türlerini kapsamaktadır. Büyük Se... more Bu çalışma Selçuklu Hanedanlığındaki evlilik yaşları ve evlilik türlerini kapsamaktadır. Büyük Selçuklu Devleti özelinde Selçuklu Hanedanlığından yola çıkılarak evlilik yaşlarının tespiti, evlilik şekillerinden levirat geleneğinin örnekleri ve yaygınlığı ile evliliklerin ne amaçlarla yapıldığı konularında bazı tespitleri içermektedir. Çalışmanın amacı; Selçuklu Hanedanlığı örneğinde Türklerde evlenme yaşlarının sınırları, evlilikte yaş farkı, sultan öldükten sonra hanımının durumu, levirat türü evliliklerin olup olmadığı gibi konuları ortaya koymaktır. Çalışmanın sınırlılığı Selçuklu Hanedanlığı özelinde bırakılmıştır. Selçuklu sosyal ve kültürel hayatı üzerine birçok eser kaleme alınmış pek çok ilmi araştırma yapılmıştır. Bu çalışmalarda kadınların daha çok siyasi yönlerden evliliğe etkileri araştırılmış fakat kadın açısından da önemli konulardan olması gereken evlendirildikleri yaşların, eşlerinin yaşları ile kıyaslanması yoluna gidilmemiştir. Bu çalışma bu noktada bir ilk olma özelliği taşımaktadır. Zira günümüzde evlilik yaşları ile ilgili pek çok yorum ve değerlendirme yapılmaktadır. Bu yorum ve değerlendirmelerde anakronik bir yanlış içerisine girilerek günümüz normları üzerinden geçmiş yargılanmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle çalışmada dönem kaynaklarındaki bilgiler titizlikle incelenip kıyaslamalar da yapılarak bir sonuca ulaşılmaya çalışılmış ve Orta Çağ dünyasının genelinde olduğu gibi Selçuklularda da evliliklerin çok erken yaşlarda gerçekleştirildiği ortaya konulmuştur. Araştırmanın sonucunda tarihi olayları değerlendirirken dönemin şartlarının, âdet, gelenek ve göreneklerinin toplumlara göre şekillendiğinin, dolayısıyla kıyas yapılırken o toplum tarafından gerçekleştirilen eylemin nasıl bir tepkiyle karşılandığının göz önünde bulundurulması gerektiği ön plana çıkmaktadır. Zira Selçuklu özelinde yaptığımız tespitlerde halk nezdinde bu durumlar yadırganmamış ve bir tepki almamıştır.
Anahtar Kelimeler: Selçuklular, evlilik yaşı, levirat, siyasi evlilikler, Melikşah

An Evaluation on Marriages and Ages of Marriage in Seljuk Dynasty
Abstract
This study encompasses the investigation of marriage ages and types within the Seljuk Dynasty. It is based on the Seljuk dynasty in the Great Seljuk State and includes determinations on the age of marriage, examples and prevalence of the levirate tradition among the forms of marriage, and the purposes of marriages. The objective of this study is to elucidate pertinent issues pertaining to the age of marriage among Turks in the Seljuk Dynasty, the age difference in marriage, the status of the sultan's wife following his demise, and the prevalence of levirate marriages. This study is confined to the Seljuk Dynasty. A plethora of works have been published on Seljuk social and cultural life, and a multitude of scholarly researches have been conducted. In these studies, the effects of women on marriage in terms of political aspects have been investigated, but the most important issue for women, namely the comparison of the age at which they got married and the status of their spouses, has not been attempted. This study represents a first attempt to address this issue. Given the current discourse on the age of marriage, it is clear that there is a need for further research in this area. In these interpretations and evaluations, an anachronistic mistake is made in attempting to judge the past through the lens of contemporary norms. In this study, the information in the sources of the period was meticulously analysed and comparisons were made to reach a conclusion. This revealed that the age of marriage was very early in the Seljuks, as in the Middle Ages. The research findings indicate that when evaluating historical events, the conditions of the period, customs and traditions are shaped according to societies. Consequently, when making comparisons, it is necessary to take into account the reaction of that society to the action performed by that society. Our findings about the Seljuks indicate that these situations were not considered strange by the public and did not receive a reaction.
Keywords: Seljuks, marriage age, levirate, political marriages, Malik-Shah

Research paper thumbnail of Selçuklu Dünyasında Görülen Sağlık Sorunları ve Ölüm Nedenleri Üzerine Bir İnceleme  A Review on Health Problems and Causes of Death in the Seljuk World

ORTAÇAĞ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2024

Ölüm, tüm canlıların kaçınılmaz gerçeğidir ve tarih boyunca hiçbir canlı bu gerçekten kaçamamıştı... more Ölüm, tüm canlıların kaçınılmaz gerçeğidir ve tarih boyunca hiçbir canlı bu gerçekten kaçamamıştır. Ölümlerin sebepleri ve zamanlaması, olayların akışını doğrudan etkilemektedir. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren temizlik ve sağlık konularına önem verilmiş, İslam Peygamber’i Hz. Muhammed’in bu konudaki tavsiyeleri zamanla Tıbbü’n-Nebevî adıyla bilinen kitaplarda toplanmıştır. Râşid Halifeler, Emevîler ve Abbasîler Dönemi başta olmak üzere ilerleyen dönemlerde fetihlerle büyüyen topraklarda ilmi alanlardaki gelişmeler, tıp konusunda da görülmüştür. İslam dünyası kendi birikiminin üzerine karşılaştıkları memleketlerdeki bilgi birikimlerini de tercüme etmişler, İslâm’ın doğuşunun üzerinden yüz yıl bile geçmeden hastane kurma başarısını da göstermişlerdir. XII. yüzyılda Bağdat, Şam, Kahire, Harran gibi şehirlerde birden fazla, diğer kentlerde de ise genellikle bir hastane kurulmuştur. Bu durum Selçuklular için de geçerlidir. Selçuklular gerek Türk gerekse İslam dünyasından almış oldukları birikimi kendi memleketlerinde uyguladılar. Çalışma Selçuklu Tıp dünyasındaki gelişmeler ve tedavi yöntemlerinden ziyade Selçuklu dünyasında meydana gelen ölümlerin incelenmesi üzerine odaklanmıştır. Yöntem olarak nitel bir araştırma yöntemi kullanılmıştır. Kaynaklarda geçtiği şekliyle Selçukluların gerek hanedan gerekse yönetim kademesinde görev alan insanlarının hastalıkları ve ölüm nedenleri incelenecek, bunların hem o günkü literatürdeki hem de günümüz modern tıbbındaki karşılıkları verilmeye çalışılacaktır. Çalışmanın amacı Selçuklu yönetiminde hastalıklar ve bu hastalıklar sebebiyle meydana gelen ölümleri tespit etmektir. Bu hastalıkları ve ölümlerin nedenlerini sadece tek bir nedenle sınırlamak mümkün değildir. Bunların çoğu kendi içinde farklı belirtiler içermekteydi. Kaynaklarda ölümlere neden olan bazı hastalıkların adı verilirken, çoğunlukla belirtileri üzerinde durulmuştur. Bu ölümlerin ardında yatan sebepleri tespit etmek, o dönemin sosyal, politik ve kültürel bağlamının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler– Selçuklular, Hastalık, Ölüm Nedenleri, Verem, İstiska
Abstract – Death is the inevitable reality of all living things and no living creature has escaped this reality throughout history. The causes and timing of deaths directly affect the course of events. Since the early periods of Islam, importance has been attached to cleanliness and health issues, and the recommendations of the Prophet Muhammad on this subject were collected in books known as Tıbbü'n-Nebevî. The developments in the fields of science in the lands that grew with conquests in the following periods, especially during the Rashid Caliphs, Umayyads and Abbasids, were also seen in medicine. The Islamic world translated the accumulation of knowledge in the countries they encountered on top of their own accumulation, and they succeeded in establishing hospitals even a hundred years after the birth of Islam. In the 12 th century, more than one hospital was established in cities such as Baghdad, Damascus, Cairo and Harran, and generally one hospital in other cities. This situation is also valid for the Seljuks. The Seljuks applied the knowledge they received from both the Turkish and Islamic worlds in their own homeland. The study focuses on examining the deaths that occurred in the Seljuk world rather than the developments and treatment methods in the Seljuk medical world. A qualitative research method was used. As mentioned in the sources, the diseases and causes of death of the Seljuks, both in the dynasty and in the administration, will be examined, and their equivalents in both the literature of that day and in today's modern medicine will be tried to be given. The aim of the study is to determine the diseases and deaths caused by these diseases in the Seljuk administration. It is not possible to limit these diseases and causes of death to a single cause. Most of them had different symptoms in themselves. While some of the diseases causing deaths are named in the sources, their symptoms are mostly emphasised. Identifying the reasons behind these deaths will contribute to a better understanding of the social, political and cultural context of the period.
Keywords– Seljuks, Disease, Causes of Death, Tuberculosis, Istiska

Research paper thumbnail of DİPLOMATİK MÜNASEBETLER AÇISINDAN HZ. MUHAMMED’E GELEN ELÇİLERİN GELİŞ NEDENLERİ VE GÖRÜŞMELER ESNASINDAKİ TUTUMLARI

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2022

İslam devletleri dış politikalarını belirlerken Hz. Muhammed’in temellerini atmış olduğu İslam de... more İslam devletleri dış politikalarını belirlerken Hz. Muhammed’in temellerini atmış olduğu İslam devletini oluştururken izlemiş olduğu temel siyasetini ve diplomatik ilişkilerini iyi anlamaları gerekmektedir. Hz. Muhammed’in Hicret’inin akabinde şekillenmeye başlayan İslam devleti, siyasî, askerî ve içtimaî başarılar elde etmiştir. Bu başarıların sonucunda da Resulullah, daha rahat hareket ederek Arabistan yarımadasının en uç noktalarına kadar irtibata geçebilmiş, hatta Doğu Roma İmparatorluğu başta olmak üzere diğer büyük devletlerle de diplomatik temaslarda bulunabilmiştir. Bu temaslar kısa süre sonra meyvelerini vermeye başlamış ve başta Arabistan geneli olmak üzere pek çok coğrafyadan kabile ya da devlet temsilcileri Hz. Peygamber’i ziyarete gelmişlerdir. Böylelikle İslam Diplomasi geleneğinin de temelleri atılmıştır. Fakat bu gelen heyetlerin Resulullah’ı ziyaret amaçları farklılıklar göstermektedir ve geliş amaçlarını tek bir nedene bağlamak mümkün değildir. Temel nedenler; Resulullah’ı tanımak, İslam’a girmek, daha önceden Müslüman olanlar için İslam’a girişlerini bildirerek tabiiyetlerini sunmak ve antlaşmalar imzalamaktır. Bunların yanı sıra iktisadî nedenlerle gelenler bulunduğu gibi, siyasî münasebet kurmak, esirlerini kurtarmak, suikast tertip etmek gibi amaçlarla gelenler de mevcuttur. Ehl-i Kitap ise genel olarak antlaşma yapmak ve tabiiyet bildirmek amaçlı heyet göndermiştir. Fakat bu genellemelerin yanı sıra heyetlerin gelişlerini tetikleyen diğer etkenler de bulunmaktadır. Çalışmada Hz. Peygamber’in kendisine gelen heyetlerle görüşmeleri ekseninde heyetlerin talepleri, onlarla görüşmeler esnasındaki hem Hz. Peygamber’in üslubu hem de heyetlerin tutumları ve yaşanan gelişmeler ortaya konulacaktır. Ayrıca çalışmada Hz. Peygamber’e gelen heyetlerin geliş amaçları ve görüşmeler esnasındaki tutumları dönem kaynakları çerçevesinde ele alınarak geliş amaçları kategorilere ayrılıp karşılaştırmalar yapılarak ortaya konulacaktır.
The Reasons of the Ambassador's Come To the Prophet Muhammad In Terms of Dıplomatıc Relatıons and Theır Attıtudes during the Meetıngs

Abstract
In order for Islamic states to determine their foreign policies, they need to understand the basic policy and diplomatic relations that they followed while forming the Islamic state, on which the Prophet of Islam Muhammad laid the foundations. The Islamic state, which started to take shape after the Migration of Hz. Muhammad, achieved political, military and social successes. As a result of these successes, the prophet was able to move more easily to the extremes of the Arabian peninsula and even to have diplomatic contacts with other major states, especially the Eastern Roman Empire. These contacts soon began to bear fruit and representatives of tribes or states from many geographies, especially in Arabia, came to visit the Prophet. Thus, the foundations of the Islamic Diplomacy tradition were laid. However, the purpose of these delegations to visit the Prophet differs and it is not possible to attribute their purpose of visit to a single reason. The main reasons are; To know the Prophet, to enter Islam, to declare their entry into Islam for those who were previously Muslims, to present their naturality and to sign treaties. In addition to these, there are those who come for economic reasons, as well as for the purposes of establishing political relations, rescuing their captives, and plotting an assassination. The People of the Book, on the other hand, sent a delegation for the purpose of making a collective agreement and nationality. However, in addition to these generalizations, there are other factors that trigger the arrival of delegations. In the study, on the axis of the Prophet's meetings with the delegations that came to him, the demands of the delegations, both the Prophet's style during the meetings with them, the style of the delegations, and the solution methods will be revealed. In the study, in the axis of the Prophet's meetings with the delegations that came to him, the demands of the delegations, both during the meetings with them and the style of the Prophet as well as the attitudes of the delegations and the developments will be revealed.

Research paper thumbnail of İBN BATTÛTA VE BROQUİERE SEYAHATNÂMELERİNE GÖRE ORTA ÇAĞ KADINININ SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU

Akademik Tarih ve Araştırmalar Dergisi, 2024

Tarih boyunca insanoğlu yeni yerler gezip görmek, buralardaki insanları ve kültürleri tanımak arz... more Tarih boyunca insanoğlu yeni yerler gezip görmek, buralardaki insanları ve kültürleri tanımak arzusunu hep taşımıştır. Bu amaçla insanoğlu pek çok coğrafyaya seyahat etmiş, farklı kültürleri ve coğrafyaları tanıma arayışına girmiştir. Bu arayış, insanın kendi içsel yolculuğunun bir süreci olduğu gerçeğini de ortaya çıkarmıştır. Seyyahlar yeni yerler keşfetmenin yanı sıra misyonerlik faaliyetleri, diplomatik faaliyetler, ajanlık gibi pek çok amaçla da seyahat etmişler ve memleketlerine döndüklerinde gördükleri ve yaşadıklarını ya hatırat ya da resmi rapor şeklinde kaleme almışlardır. Bu noktada seyahatnâme kültürü ortaya çıkmış ve seyahatnâmeler marifetiyle toplumların kültürleri, örf ve adetleri daha net anlaşılabilmiştir. Çalışmada Müslüman seyyah İbn Battûta ve Avrupalı seyyah Bertrandon de la Broquière’nin seyahatnâmeleri üzerinden farklı coğrafyalarda ve kültürlerde yaşamını sürdüren kadınların toplumdaki sosyal ve ekonomik konumu ve rolleri üzerinde durulmaktadır. Bu iki seyyahın seçilmesindeki amaç birbirlerine yakın dönemde yaşamaları fakat farklı din ve kültürlere ait olmalarıdır. Böylelikle bir karşılaştırma yapma imkânı doğmaktadır. Çalışma iki seyahatnâme merkezli olarak kadının özellikle sosyal-ekonomik hayattaki yerini ve ona verilen değeri ortaya koyması açısından önem arz etmektedir. İncelenen dönem içerisinde kadınların sosyal ve ekonomik konumlarını belirlemede din ve geleneklerin ön plana çıkan iki temel unsur olduğu gözlemlenmiştir. İbn Battûta'nın geniş coğrafyadaki seyahatleri ve Broquière'nin Avrupa'daki gezileri, farklı kültürel ve coğrafi bağlamlarda kadın portresinin nasıl değişebileceğini anlamak için kıyas metodu ile ele alınarak benzerlikler ve farklılar ortaya konulmaktadır.

The Socıal And Economıc Status Of Medıeval Women Accordıng To The Travelogues of Ibn Battûta And Broquı̇ère
Abstract
Throughout history, mankind has always had the desire to travel to new places and get to know the people and cultures in these places. For this purpose, he has travelled to many geographies and sought to get to know different cultures and geographies by visiting many places. This quest, as well as being a process of man's own inner journey, has been a fundamental source of cultural knowledge for both his own period and the following periods. In addition to discovering new places, travellers also travelled for many purposes such as missionary activities, diplomatic activities and spying, and when they returned to their homelands, they wrote down what they had seen and experienced either in the form of memoirs or official reports. At this point, travelogue culture emerged and through travelogues, the cultures, customs and traditions, in short, the social structures of societies could be understood more clearly. This study focuses on the position and roles of women in society in different geographies and cultures through the travelogues of Muslim traveller Ibn Battûta and European traveller Bertrandon de la Broquière. The place of women, especially in social and economic life, comes to the fore in terms of showing the value given to them. In order to understand the subject, the concepts of traveller, travel and travelogue are discussed in the conceptual framework, and a general information about the general structure of the medieval society and the position of women is given. Ibn Battûta's travels in a wide geography and Broquière's travels in Europe are analysed.

Research paper thumbnail of YÖNETİME ETKİLERİ BAĞLAMINDA ÜÇ İKTİDAR VE ÜÇ KADIN: TERKEN HATUN, HAYZÜRÂN, ELEANOR OF AQUİTAİNE THREE POWERS AND THREE WOMEN IN THE CONTEXT OF THEIR EFFECTS ON MANAGEMENT: TERKEN KHATUN, HAYZÜRAN, ELEANOR OF AQUITAINE

Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından iti... more Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından itibaren içgüdüsel bir şekilde her şeyi paylaşan kadın ve erkeğin arasında, medeniyetlerin gelişimiyle, özellikle yönetim alanında büyük bir uçurum oluşmuştur. Zamanla erkek egemen toplumlar meydana çıkmış ve kadınlar yönetimde arka planda kalmışlar, çoğu zaman erkek egemenliği kadın üzerinde genel bir tahakküm kurmuştur. Fakat mücadelesinden vazgeçmeyen kadın, bazı dönemlerde bu tahakkümü kırmayı başarabilmiş ve toplumun her kesiminde kendine yer edinmiştir. Toplumların oluşması ile yönetici erkler ortaya çıkmış ve yöneten ile yönetilen sınıflar doğmuştur. Nadiren de olsa yönetimi kadınların elinde tuttuğu bazı toplumlar olmakla birlikte genel olarak yönetim erkeklerin elinde olmuştur. Bu durumda ise kadın yönetime doğrudan müdahale edemese bile dolaylı yollardan müdahalelerde bulunarak etkisini sürdürmüştür. Kadının yönetime olan bu etkisi zaman, mekân ve toplumlara göre değişmiştir. Kadının doğrudan ülke yönetiminde bulunamadığı durumlarda etkilerini kocaları üzerinden gerçekleştirdiği de görülmüştür. Özellikle hükümdar eşleri yönetimdeki etkinliklerinin devamlı olması için sadece kendi eşleri üzerinden harekete geçmemişler, aynı zamanda ileride de kendi çocuklarının-hatta kendi çocukları arasından da kendilerinin daha rahat etkileyebilecekleri çocuklarınınhükümdar olması için mücadele etmişlerdir. Bu etkide en önemli unsur ait oldukları toplumların yönetimle ilgili örf, adet ve anlayışlarıdır. Zira inançlar, gelenek ve görenekler, toplumsal değerler kadınların etki alanlarını da belirlemiştir. Bu çalışmamızda üç farklı coğrafya-Batı Asya, Orta Aysa, Avrupa-ve üç farklı millete-Arap Türk, Frank-ait hükümdar eşlerinin yönetime olan etkileri incelenecek ve kıyaslama metodu uygulanarak yönetime etkilerinin benzer ve farklı yönleri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Karakterler incelenirken dönem kaynakları merkezli olarak ele alınacaktır.

Research paper thumbnail of Türkiye Selçuklu Devleti Zamanında Karamanoğulları

KARAMAN ARAġTIRMALARI - I

Büyük Selçuklu ordularının 1071 Malazgirt SavaĢı‟nda Bizans orduları karĢısında aldığı büyük zafe... more Büyük Selçuklu ordularının 1071 Malazgirt SavaĢı‟nda Bizans orduları karĢısında aldığı büyük zafer, Anadolu ve Türk Tarihi‟nin yanı sıra Dünya Tarihi‟nin de önemli dönüm noktalarından birisini oluĢturur. Anadolu coğrafyası bun-dan sonra Türkistan Bölgesi‟nden gelen Türk göçlerinin yerleĢim yerlerinden birisi olmuĢ ve bir süre sonra da Anado-lu, Türkmenia adı ile anılmaya baĢlanmıĢtır. Moğolların hızlı bir Ģekilde yükseliĢi ve XII. yüzyıldan itibaren Türklerin yoğun olarak yaĢamıĢ oldukları Mâverâünnehir ve Horasan bölgelerine yönelik istila hareketleri, batıya doğru yeni bir Türk göç dalgasını harekete geçirmiĢtir (Turan, 1993, s. 232).

Research paper thumbnail of Ortaçağ Seyahatnameleri ile Tarihî Coğrafya Eserlerine Göre Karaman ve Karamanoğulları

SEYAHATNAMELERDE ve TARİHÎ COĞRAFYA ESERLERİNDE KARAMAN

Ön Söz Anadolu toprakları tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış, bu medeniyetle... more Ön Söz
Anadolu toprakları tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış,
bu medeniyetlerden birisi yıkılırken diğeri kurulmuştur. Bu yüzden bazı bilim insanları Anadolu’yu “Medeniyetler Mezarlığı” olarak dlandırmışlardır. Tarihin ilk devirlerinden itibaren Anadolu, seyyahların/gezginlerin uğradığı başlıca yerlerden olmuştur. Seyyahlar, zaman zaman gezip gördükleri yerlerin ve buralarda duyup işittiklerinin bir kısmını yazıya geçirmişlerdir. Bu sayede günümüze kadar gelmiş olan eserlerin, Anadolu ile ilgili yazılmış olanlarının sayısı da bir hayli fazladır. Gezi notlarının ve gezilerle ilgili hatıraların kaydedildiği eserler olan seyahatnameler,
yolculuk yapılan yöreye ait gözlemler taşıdığı için önemlidir. Bu yönüyle
seyahatnameler, bir yandan da tarihi belge özelliği taşırlar. Seyyahlar kişisel meraklarını tatmin etmek amacıyla seyahat ettikleri gibi; elçilik faaliyetleri yapmak, mektuplar götürmek, ajanlık ederek ülkesine bilgi sağlamak gibi pek çok nedenle de seyahat etmişlerdir. Ayrıca özellikle Ortaçağ’da misyonerlik faaliyetleri nedeniyle de çok miktarda seyahatler yapılmıştır. Ülkemizde son yıllarda şehir tarihçiliği üzerine ayrıntılı çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Bu çalışmalarda arkeolojik bulgulardan, tarihi vesikalardan, kitabelerden vs. yararlanılmaktadır. Özellikle tarihi defter kayıtları ve arşiv bilgileri resmi nitelikli olduğu için en çok başvurulan kaynaklardandır. Ancak bir toplumun veya bölgenin bütün tarihinin sadece bu kaynaklar doğrultusunda genelleyerek ortaya
koymak yanlış olur. Özellikle resmi nitelikli vesikalar sübjektif olması nedeniyle yanlı kalmakta, objektif bir değerlendirmeye mâni olmaktadır. Bu nedenle olayların değerlendirilmesinde ikinci bir materyale ihtiyaç duyulmakta ve seyahatnamelerde tam bu noktada devreye girmektedir. Bir seyyah eserinde gezip gördüğü yerleri ve başından geçen diyalogları okuyucuya daha iyi aktarabilmek için bölgeyi çok iyi betimlemekte, eğer varsa o bölgeye ait görsel kaynaklardan, küçük ölçekli harita ve planlardan faydalanmaktadır. Bu malzemeler bölge coğrafyası hakkında genel bilgi vermekte ve kentlerin fiziki yapısını da anlatmaktadır.
Seyahatnamelerin içerdikleri gravür ve fotoğraf gibi malzemeler de, kent tarihçiliği açısından olmazsa olmazlardandır ve bu özellikleri birçok kent tarihçisinin fazlasıyla dikkatini çekmektedir.

Anadolu Coğrafyası tarihin erken dönemlerinden itibaren Asya ve Avrupa
arasında bir geçiş noktası olma özelliğini taşımakla beraber, birçok ticaret yolunun da geçtiği bir alandır. Bu özelliğinden dolayı çok sayıda gezgin-coğrafyacı bu yolları takip ederek şehirler hakkında bilgi sahibi olmuştur. Kent tarihçileri çalışmalarında en az seyahatnameler kadar bilgi veren coğrafi eserlerden de faydalanmıştır. Bu coğrafya eserlerinin bazılarında yazar bizzat bölgeye gidip inceleme yaparak; bazen de bölgeye gitmeyerek fakat topladığı bilgiler vasıtasıyla sanki şehri görmüş gibi anlatmaktadır.
Geçmişten günümüze Karaman/Lârende iline ait birçok ilmi çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalarda şehrin başta tarihi ve coğrafyası olmak üzere tüm yönleri ortaya konmaya çalışılmıştır. Ayrıca bunlara her geçen gün yenileri eklenmektedir. Mutlaka yapılan bu çalışmalarda seyahatnamelere de yer verilmiş ve istifade edilmiştir. Fakat bugüne kadar Karaman özelinde seyahatnameler temelli bir çalışmanın yapılmamış olması, ilmi açıdan bir eksikliktir. Elinizdeki eser, bu eksikliğin doldurulması amacıyla hazırlanmıştır.
Çalışmamızda Karaman/Lârende ili ve bölgesi hakkında bilgi veren seyyahların seyahatnameleri merkeze alınmıştır. Bunun yanı sıra şehir hakkında bilgi veren coğrafya eserleri ve hatıra yazıları gibi eserlerde göz önünde bulundurulmuştur. Usul olarak dört ayrı başlık halinde şehrin tarihi, çağ taksimine uygun bir şekilde bölünmüştür. Bu şekilde dönemsel olarak seyyahların gözünden şehrin bir portresinin çizilmesi amaçlanmıştır.
Çalışmamızın ilk başlığı Prof. Dr. Mehmet Kurt tarafından hazırlanmıştır. Bu bölümde 19. Yüzyıl Batı Seyahatnameleri ile Tarihi Coğrafya Eserlerine Göre Antik Çağda Karaman başlığı altında öncelikle Karaman’ın Antik çağlardaki görünümü ortaya konmuş, ardından 19. Yüzyılda Karaman’a uğrayan batılı seyyahların eserlerinde geçtiği şekliyle, bölgenin antik çağ tarihine ve yerleşimine dair bilgiler verilmiştir. İlgili bölümde Karaman bölgesini ziyaret eden on dört seyyah ve tarihi coğrafya araştırmacısının eseri incelenmiş ve bulgular ortaya konmuştur. Sonunda ise genel bir değerlendirme yapılarak ekler bölümünde seyyahların eserlerinde çizmiş oldukları gravürler başta olmak üzere, diğer görsellere yer verilmiştir.
İkinci başlık Mehmet Ali Kapar tarafından hazırlanmıştır. Bu
başlık altında Ortaçağ Seyahatnameleri ile Tarihi Coğrafya Eserlerine Göre Karaman ve Karamanoğulları incelenmiştir. İlk olarak seyyah ve eseri tanıtılmıştır. Ardından Ortaçağ’da Karaman’ın genel görünümü ortaya konmuş, daha sonra ilgili dönemde bölgeye uğrayan seyyahların eserlerinde anlatıldığına göre Karaman ve Karamanoğullarına ait bilgiler verilmiştir. Burada yedi ayrı eser incelenmiş ve verilen bilgiler karşılaştırmalar yapılarak ortaya konmuştur. Sonunda ise
genel bir değerlendirme yapılmış ve ekler bölümünde eserlere ait görseller verilmiştir. Üçüncü başlık Prof. Dr. Hüseyin Muşmal ve Araştırma Görevlisi Emre Koç tarafından hazırlanmıştır. Bu bölümde Osmanlı Dönemi Seyahatnamelerinde ve Tarihî Coğrafya Eserlerinde Karaman Vilayeti ele alınmıştır. İlk başta XV. ve XX. yüzyıllar arasında Karaman’a uğramış olan seyyahlar ve eserleri hakkında, varsa kısaca bilgi verilmiş, seyahatin ne zaman, nasıl ve hangi şartlarda yapıldığı ele alındıktan sonra, seyyahların Karaman ile ilgili gözlemlerine kronolojik olarak değinilmiştir. Seyyahların Karaman’la ilgili eserlerinde verdiği bilgiler, günümüz
Türkçesi’ne çevrilerek, olduğu gibi veya sadeleştirilerek metne aktarılmıştır. Evliya Çelebi’nin seyahatnamesi ise özel olarak irdelenmiş, seyyahın çizmiş olduğu panorama mümkün olduğunca canlı verilmiştir. Toplamda ise kırka yakın seyyahın seyahatnamesi ele alınmış ve sonunda genel bir değerlendirme yapılmıştır. Dördüncü başlık Dr. Öğr. Üyesi Erol Yüksel tarafından hazırlanmıştır. Seyahatname ve Tarihî Coğrafya Eserlerinde Karaman (1875-1951) başlığı altında 1875-1951 yılları arasındaki dönemde Karaman’ı ziyaret eden seyyahların seyahatnameleri
ve döneme ait tarihî coğrafya eserleri incelenmiştir. Çalışmanın kaynakları
kullanılırken, araştırmacının ya bizzat gezerek ya da bölgedeki kaynakları
kullanarak yayımlamış olması esas alınmıştır. Çoğu zaman referans kaynaklar birbirleriyle mukayese edildiği gibi, ilmi çerçeveden aktardıkları bilgilerden çelişkili veya sübjektif yanlar mümkün olduğu kadar değerlendirilmiş fakat kısmen de olduğu şekliyle verilmiştir. Bölümde ilk başta eserlere dayalı olarak şehrin genel görünümü verilmiş, ardından coğrafi özellikleri, idari, demografik, sosyal ve ekonomik yapısı ortaya konmuştur. Toplamda yirmiye yakın eser incelenmiş, yapılan çalışmanın sonunda elde edilen bulgular değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Son olarak çalışmanın yayımlanması aşamasında desteklerini gördüğümüz Karaman Belediyesi’ne teşekkürü bir borç biliriz.
Mehmet Ali KAPAR
Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi,
Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi

Research paper thumbnail of MİLLÎ EĞİTİM MÜFREDATLARINDA VE TARİH DERS KİTAPLARINDA SELÇUKLU TARİHİ ÖĞRETİMİ VE KARŞILAŞILAN PROBLEMLER

Cumhuriyet Dönemi’nde Türk eğitim sisteminin ana hatları Atatürk tarafından belirlenmiştir. Atatü... more Cumhuriyet Dönemi’nde Türk eğitim sisteminin ana hatları Atatürk tarafından belirlenmiştir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında Maarif Kongresi’ni toplayarak eğitime verdiği önemi ortaya koymuştur. Cumhuriyetin ilanından sonra da millî bir eğitim sistemi kurulmaya çalışılmıştır. Bu dönemde dünyada olduğu gibi ülkemizde de ulus devlet inşa edilmeye çalışılmış ve oluşturulacak olan tarih eğitimleri de bu anlayış üzere bina edilmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde tarih öğretimine genel hatlarıyla bakıldığında, ağırlık verilen konuların sürekli bir değişim gösterdiği söylenebilir. Zira ortaya konulan Türk-Tarih Tezi ile dünya tarihinin gelişiminde Türk ulusunun kilit rol oynadığı ispat edilmeye ve resmî ideoloji doğrultusunda şekillenmiş yeni bir nesil inşa edilmeye çalışılmıştır. İlerleyen dönemlerde oluşturulan müfredatlar ve bunların hayata geçirilmiş hali olan ders kitapları da iktidar sahiplerinin kendilerini ve oluşturdukları kurumları meşrulaştırmak için ilgilendikleri bir alan olmuştur. Cumhuriyetin ilk dönemlerinden itibaren ortaya konulan tarih dersi müfredatları, oluşturulması ve tarih ders kitaplarının yazımı millî perspektifte gerçekleşmiştir. Türk tarihi seyrinin en önemli mihenk taşlarından olan Selçuklu devletlerinin öğretilmesine de bu anlayış çerçevesinde yer verildiği görülmektedir. Atatürk’ün ölümü ile tarih anlayışında değişimler başlamış, çok partili rejime geçilmesi ile birlikte ise bu durum kendisini çok daha fazla hissettirmiştir. 1970’li yıllardan itibaren ise milliyetçi ve Türkçü söylemin ağır bastığı bir dönem yaşanmıştır. Zamanla da bu söylem İslam ile birleştirilmiş ve “Türk-İslam Sentezi” dönemi başlamıştır. Günümüzde de bu anlayış devam etmektedir.
Selçuklu devletleri gerek İslamlaşma gerekse Anadolu’nun Türkleştirilmesi
sürecinin kilit noktasıdır ve yeni nesillere aktarılması önem arz etmektedir. Bu çalışmada Millî Eğitim Bakanlığının yayınladığı eğitim müfredatlarında Selçuklu devletlerinin işlenişi ve bu doğrultuda hazırlanan ders kitaplarına yansıması ele alınacaktır. Araştırmada tarihsel yöntem kullanılmıştır. Araştırmanın kaynakları olarak 1923’ten günümüze yayınlanmış ilk, orta ve lise ders müfredat programları, programlar üzerine yapılan çalışmalar ile ders kitapları ve Selçuklu tarihi üzerine yapılan araştırmalar esas alınmıştır. Araştırmada tarihsel yöntem kullanıldığından veri kaynakları dönemlere yönelik kategorilere ayrılarak incelenmiştir. Araştırmada ortaya çıkan Cumhuriyet Dönemi’nde yayınlanmış tarih ders programları, ders kitaplarının yayınlandıkları dönemin siyasi eğilimleri ile tarih anlayışlarını da yansıttıkları ve dönemlere göre ortaokul tarih programlarının değişim gösterdiği gerçeği de dikkate alınmıştır.

Research paper thumbnail of Fethinden Emevilerin Sonuna Kadar Musul

Research paper thumbnail of İSTANBUL’DAN KDZ. EREĞLİ ÜZERİNDEN ANKARA’YA SEYAHAT NOTLARI/

William AINSWORTH, 2014

Notes on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Angora, in the Autumn of 1838” Journal of... more Notes on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Angora, in the Autumn of 1838” Journal of the Royal Geographical Society of London, vol. IX, 1839 Blackwell Publishing on behalf of The Royal Geographical Society (with the Institute of British Geographers)

W. F. Ainsworth, bölgede elde ettiği bilgileri ilk elden hemen yayımlamak ihtiyacı hissetmiş olmalı ki 1839 yılında ‘Journal of the Royal Geographic Society of London’ adlı süreli yayının 9. cildinin 216-276. sayfalarında ‘Note on a Journey from Constantinople, by Heraclea, to Agora, in the Autumn of
1838’ başlığıyla yayımlamıştır. Biz elinizdeki çeviriyi, müellifin bu eserinden Türkçeleştirdik.
Yazar, 1842 yılında Londra’da, iki cilt olarak kaleme alacağı ‘Travels and Researches in Asia Minor, Mesopotamia, Chaldea and Armenia’ adlı kitabının birinci cildinin ikinci bölümünün 24-135. sayfaları arasında bizim çevirisini yaptığımız bölümünün aynı bilgilerini derleyip biraz genişleterek
yeniden okuyucusunun dikkatine sunmuştur. Ainsworth’un bu eserinde verdiği resimleri biz de elinizdeki çeviri kitapta kullandık. W. F. Ainsworth’un bu gezileri 1835-1837 yıllları arasında tüm Anadolu ile birlikte Fırat Havzası ve İran’ı da kapsamıştı.
Doktor, coğrafyacı, jeolog ve seyyah olan W. F. Ainsworth, 9 Kasım 1807’de İngiltere’nin güneybatı bölgesinde bulunan Exeter’de doğmuş ve aynı kentte 1896 yılında ölmüştür. Pek çok başarılı işe imza atmış olan Ainsworth, 1827’de Edinburgh’taki ‘Royal College of Surgeons’ öğrenim
görerek doktor olmuş ve 1831 yılında ‘kolera’ üzerine çeşitli çalışmalar yapmıştır.
Ayrıca Paris’te maden, jeoloji eğitimi almış ve 1830’da ‘Journal of Natural Geographical Science’’ı kurmuştur. 1841 yılından itibaren İngiltere’de Ainsworth’s Magazine, Bentley’s Miscellany ve New Monthly Magazine adlı çeşitli dergiler yayımlamasının yanı sıra antik yazarlardan Xenophon’un
Anabasis’i üzerinde de çalışmaları olmuştur. Bu magazin dergilerinden 1885 yılında yayımladığı Bentley’s Miscellany’nin 37. sayısının 235-241. sayfalarında Karadeniz ile ilgili olarak “The Resources of the Anatolian
Shores of the Black Sea” başlıklı bir makale daha kaleme almıştır.

‘Syro-Egyptian Society’, Royal Geographical Society’ ve ‘Society of Antiquariest’’ın üyeliklerini de yürütmüş olan Ainsworth, ‘West London Hospital’’ın da kurucusu olmuştur

Research paper thumbnail of Abdurrahman B. Avf

Cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Abdurrahman b. Avf, aynı zamanda Resulullah’ın peygamb... more Cennetle müjdelenen on sahabiden biri olan Abdurrahman
b. Avf, aynı zamanda Resulullah’ın peygamberliğini açıklamasından
sonra ilk iman edenlerdendir. Hz. Peygamber, Mekke
müşriklerinin saldırılarından emin olmak ve daha rahat bir şekilde
ibadet edebilmek amacıyla Erkam’ın evine girip burada
gizli davete başlamasından önce Hz. Ebu Bekir vasıtası ile
Müslüman olmuştur. O, ilk sekiz Müslüman’dan birisidir.
Abdurrahman b. Avf, iman ettikten sonra Hz. Peygamber’in
yanında bulunmaya gayret göstermiş, Mekke dönemindeki işkencelere
göğüs germiş, hicret izninin verilmesi ile birlikte iki
kez Habeşistan’a, ardından da bütün mal varlığını Mekke’de
bırakarak Hz. Peygamber’le birlikte Medine’ye hicret etmiştir.
Bundan sonraki süreçte de her an Hz. Peygamber ile birlikte
olmuş, onun tüm gazvelerine katılmıştır. Özellikle Uhud
Savaşı’nda yirmiden fazla yara almış, hatta bu savaşta ayağına
aldığı yara nedeniyle ömrü boyunca engelli kalmıştır.
Yine Uhud’da İslam ordusunun dağıldığı anda Resulullah’ın
çevresinde kalan on beş sahabiden birisidir.
Abdurrahman b. Avf ticaret ile meşgul olmuş ve bu alanda
büyük başarı göstererek ashabın en zenginlerinden birisi haline
gelmiştir. O, hicret öncesinde elde ettiği kazancını Mekke’de
10
bırakarak Resulullah’a kavuşmak arzusuyla Medine’ye hiçbir
mal varlığı olmadan gitmiştir. Hicretin ardından da kimseye
yük olmamak için Medine pazarında ticarete başlamış ve kısa
zamanda tekrar büyük servet elde etmiştir. Fakat bu serveti biriktirmesi
ile değil, Allah yolunda sürekli harcamasıyla İslam
tarihinde yerini almıştır. Başta Tebük Seferi olmak üzere İslam
ordusunun çıkmış olduğu seferlerin birçoğunda orduya en
çok bağışı yapanlardan birisi olmuştur. Vefat etmeden önce de
mirasının büyük kısmını yine bağışlamıştır.
Hz. Peygamber hayatta iken sürekli yanında olan Abdurrahman
b. Avf, vefatından sonra da onun halifelerinin en büyük
destekçilerinden olmuş ve onların istişare ettikleri kişilerin
başında gelmiştir.
Bu kitapta Resulullah’ın sahabilerinin önde gelenlerinden
Abdurrahman b. Avf’ın hayatını bütün yönleriyle ortaya
koymaya çalıştık. Çünkü yukarıda da ifade ettiğimiz gibi o,
Müslüman olduğu günden vefatına kadar örnek bir şahsiyet
olmuştur. Günümüzde de onun başta Hz. Peygamber’e olan
bağlılığı ve ticari ahlakı olmak üzere hayatından örnek alınması
gereken çok yön vardır.

Research paper thumbnail of Diplomat sahabiler

ÖN SÖZ Her birisi bir yıldız niteliğinde olan ve Kur’an’ı Kerim’de “Muhâcirlerin ve Ensarın ilkle... more ÖN SÖZ
Her birisi bir yıldız niteliğinde olan ve Kur’an’ı Kerim’de “Muhâcirlerin ve Ensarın ilkleri ile onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da O’ndan razıdırlar. Onlara, sonsuza dek hep içinde kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. Büyük bahtiyarlık işte budur” (Tevbe, 9/100) ayetiyle ifade edilen Hz. Peygamber’in arkadaşları olan sahabiler, kuşkusuz bütün Müslümanlar için örnek nesildir. Rasûlullah’ın kendi elleriyle şekillendirdiği bu kutlu nesil, kıyamete kadar gelecek olan bütün Müslümanlara rehberlik edecektir. Onların rehberliğini belirli bir alanda sınırlandırmamak, her zaman ve zeminde onların örnekliğine müracaat etmek gerekir. Bu durum sadece Hz. Peygamber’in uygulamaları için değil, aynı zamanda vahyin her bir anına şahitliklerinden dolayı bir zorunluluktur.
Sahabeyi tanımak Hz. Peygamber’in yaşantısını, mücadelesini, tebliğini ve sünnetini tanımak demek olmanın yanı sıra diplomatik anlayışını, gayrimüslimler ile olan ilişkilerini anlamak anlamına da gelmektedir. Zira Hz. Peygamber diplomatik temaslarını bu sahabile-rin vasıtasıyla gerçekleştirmiştir. Sahabilerin hayatını okumak sıradan bir biyografi okumaktan ziyade, Hz. Peygamber’in davasının hayata geçmiş hâlini okumaktır. Sahabiler, yine Kur’an’ı Kerim’in ifadesiyle “İnsanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet”tir (Âl-i İmrân 3/110).
Medine’ye hicretin akabinde Hz. Muhammed’in (sav) elçiler ve Ġs-lam’a davet mektupları vasıtasıyla sağlanan devlet düzeyindeki ilişkile-ri, daha sonraki dönemlere de örneklik teşkil etmesi bakımından ol-dukça önemlidir. Hz. Peygamber’in devlet yönetme geleneğini anla-yabilmek için diplomat olarak seçtiği kişilerin bu yönlerinin bilinmesi gerekmektedir.
Hz. Muhammed (sav), Ġslam dinini insanlara tebliğ görevini zor kullanma üzerine değil, ikna temeli üzerine oturtmuştur. Savaşı son seçenek olarak görmüştür. Bu noktada Hz. Peygamber diplomasinin yeterli olduğu ve diplomasi ile çözebileceği durumlarda hiçbir zaman askerî güç kullanmamıştır. Muhatap olduğu ya da olacağı kişi veya topluluklara önce elçiler ve mektuplar göndermiştir. Bu mektupların sayısı yüzler ile ifade edilecek kadar çoktur.
Rasûlullah (sav) zamanında, günümüzde olduğu gibi özel olarak yetiştirilmiş ve meslek olarak bunu icra eden elçiler yoktur. Dolayısıyla böyle bir meslek grubu da yoktur. Hz. Peygamber duruma ve şartlara göre en uygun kişiye bu görevi vermiştir. Ayrıca henüz Ġslamiyet’in Hicaz bölgesi dışına yeni çıkıyor olması ve bugünkü anlamda bir idari yapılanmanın mevcut olmaması nedeniyle Hz. Peygamber’in gönder-diği bu görevliler, birden fazla görevi de yerine getirmekteydiler. Bu görevler: Ġslam’ı tebliğ etmek ve yeni Müslüman olanlara Ġslam’ın kurallarını öğretmek, Müslümanların problemlerini çözecek fetva işleri (hukuki) ile uğraşmak, can ve mal güvenliği ile genel asayişi temin etmek gibi idari (valilik) görevlerdi. Hz. Peygamber’in sohbetine katı-lanlar anlamında bir terim olan sahabilerden mektupları götüren her bir görevli, aynı anda bir elçidir yani diplomattır. Bu sahabiler gelişi güzel seçilmemiş, her birisi bu göreve getirilirken farklı yönleriyle ön plana çıkmıştır. Özellikle hükümdarlara gönderilecek olan sahabilerin seçimi özel bir işti ve bu gönderilen elçiler, sahabilerin en seçkinlerin-den seçilmişti. Zira onların gittikleri yerlerde Ġslam’ı anlatmaları ve kendilerine sorulan sorulara hakkıyla cevap vermeleri gerekmekteydi. Rasûlullah (sav), ashabın arasından elçileri; yumuşak huylu, ikna ve hitabet kabiliyeti yüksek, kuvvetli deliller getirme özelliğine sahip, belagat (sözü açıkça söyleyebilme) ve fesahat (sözü kusursuz söyleye-bilme) sahibi, zeki ve mümkünse gönderilecek ülkenin dilini bilen kimselerden seçerdi. Ayrıca bu kişilerin çoğu fiziki özellikleri ve hitabet yetenekleri ile de ön plana çıkmaktaydılar. Yine gönderilecek bölgenin yöneticisini tanıyan, iyi ilişkiler kurmuş ve daha önce belirli bir hukuk-ları oluşmuş sahabiler varsa onlar öncelikli olarak görevlendirilirdi.
Çalışmamızda Hz. Peygamber’in diplomatik görevler verdiği saha-bilerden tespit edebildiklerimizi bu yönleri ile ele aldık. Çalışmanın hacmi ve kapsamı gereği ele aldığımız sahabilerin hayatlarını biyogra-fik bir şekilde anlatma yoluna gitmedik. Onlar hakkında tanıtıcı kısa bir bilgi verdikten sonra diplomatik faaliyetleri ile ilgili hususları, dönem kaynaklarını merkezli olarak ele aldık. Rivayetleri olduğu gibi aktarmak yerine kıyaslamalar yaparak sebep-sonuç ilişkisi içerisinde irdele-dik. Ayrıca Hz. Peygamber döneminde olmasa bile daha sonra elçilik vazifesi ile görevlendirilmiş bir sahabi varsa onu da konuya dâhil ettik.
Eserde yer verdiğimiz sahabiler hakkında birçok çalışma yapılmış, başta siyer kitapları ve tabakât eserleri olmak üzere pek çok yerde biyografileri verilmiştir. Bizi bu çalışmaya iten neden ise tematik yakla-şımla bir insanın tüm yönlerini ele almaktan ziyade, belirli bir konu üzerindeki ortak tavırlarını ortaya koyma düşüncesi olmuştur.
Yukarıda bahsedildiği üzere Rasûlullah (sav) tarafından yazdırıldığı aktarılan ve birçoğunun tam metni kaynaklarda verilen mektupların sayısı yüzlerle ifade edilecek kadar çoktur. Fakat bu mektupların me-tinlerine gösterilen ilgi, mektubu götürene gösterilmemiştir. Bundan dolayı çoğu mektubu götüren sahabi ya belli değildir ya da görüşme-nin ayrıntıları verilmemiştir. Dolayısıyla birçok görüşmenin ayrıntısına girilememiştir.
Çalışmanın giriş bölümünde Ġslamiyet öncesi Arap diplomasisi ve Arabistan Yarımadası’nın siyasî yapısı kısaca anlatıldıktan sonra Hz. Peygamber’in diplomatik anlayışı hakkında bilgilendirmeler yapılmış-tır. Birinci bölümde diplomatik görevler verilen sahabiler tespit edilip bunların her birisi ayrı başlık hâlinde kaynaklarda geçtiği kadarıyla tek tek ortaya konulmuştur. İkinci bölümde ise elde edilen veriler ışığında sahabilerin ve görüşmelerin ortak ve ayrışan özellikleri, seçimleri gibi konular üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır.
Bu çalışmayı nasip eden Rabbime hamd, onun Rasûlü’ne, ehli-beytine ve tüm sahabesine salat olsun. Sahabe neslini anlamada kü-çük bir hayra vesile olması duasıyla...
Çalışma ve gayret bizden, tevfik ise yüce Rabbimizdendir.
Mehmet Ali KAPAR
Karaman 2020

Research paper thumbnail of Heyetler (Hz. Peygamber Dönemi Diplomasi)

Tarihin erken dönemlerinden itibaren insanlar, ilk kabile diyebileceğimiz grupları oluşturmuşlar,... more Tarihin erken dönemlerinden itibaren insanlar, ilk kabile diyebileceğimiz
grupları oluşturmuşlar, ardından bunların birleşmesiyle
de devlet teşkilatlanmalarını kurmuşlardır. Zamanla bu toplumların
siyasî, dinî, ticari, askerî ilişkilerini düzenleyip yürütmek ve aralarında
oluşan ihtilafları çözmek için elçilik kurumları tesis edilmiş ve kısa
sürede yaygınlaşmıştır. Zira savaşlar yoluyla halledilemeyen hatta
işlerin daha da karmaşık hâle geldiği dönemlerde, birçok sorunun elçiler
vasıtasıyla çözülebildiği görülmüştür.
Günümüzde gelişen teknolojiler ile mesafe kavramı günden güne
kısalmakta hatta ortadan kalkmakta ve sınırlar sadece haritalar
üzerinde kalmaktadır. İnsanlığın nüfusunun giderek çoğalması ve
devletlerin sayısının artması sonucunda, uluslararası ilişkiler ve
diplomasi giderek önem kazanmaktadır. Bu noktada Müslüman
devletler için İslâm dininin diplomasi anlayışının, kurulan ilk İslâm
Devleti’nde uygulanan diplomatik teamüllerin ve günümüz diplomasisinin
mukayesesinin yapılması büyük önem arz etmektedir.
Bundan dolayı diplomatik ilişkilerin yürütücüsü konumunda olan
elçiliğin mahiyeti, elçinin görevleri ve elçi seçiminde dikkat edilecek
hususların tespit edilmesi gerekmektedir. Bu kadar mühim bir konu
üzerinde müstakil bir çalışmanın yapılmamış olması bizi bu konuyu
araştırmaya sevk etmiştir.
Hz. Muhammed’in (as) risâletinin başlangıcından 622 yılında
hicret etmesine kadar geçen yaklaşık on iki yıllık sürece “Mekke
Dönemi” denilir. Bu dönem içinde Hz. Peygamber, Kureyş’in katı
tutumu ve diğer kabilelerle olan kısıtlı teması nedeniyle İslâm’ı
tebliğ konusunda istediği seviyeye gelememiştir. Hicret’in akabinde “Medine Dönemi” başlamış, bundan sonra şekillenmeye başlayan
İslâm devleti, siyasî, askerî ve içtimaî başarılar elde etmiştir. Bu
başarıların sonucunda da Rasûlullah, daha rahat hareket ederek
Arabistan yarımadasının en uç noktalarına kadar irtibata geçebilmiş,
hatta Doğu Roma İmparatorluğu başta olmak üzere diğer büyük
devletlerle de diplomatik temaslarda bulunabilmiştir.
Sadece kendi zamanı için değil bütün zamanlar için örnek model
olarak gönderilen Hz. Peygamber’in kurduğu ve İslâmî bir anlayış
ile şekillendirdiği “Asr-ı Saâdet” Dönemi’nin anlaşılması önem arz
etmektedir. Zira bu dönem, kendinden sonra gelen dönemlerin ve
kurulan İslâm devletlerinin olduğu gibi, günümüz toplumunun şekillendirilmesi
için de referans niteliğindedir.
Asr-ı Saâdet Dönemi’ni daha iyi anlayabilmek için Hz.
Peygamber’in diplomatik faaliyetlerinin bütün yönleriyle ortaya konulması
gerekmektedir. Medine’ye hicret öncesinde Hz. Peygamber’e
diğer kabilelerin bakış açılarını görmek, hicret sonrasında ise İslâm
Devleti’nin dış siyasetinin temel yapı taşlarını belirleyebilmek ve
Arap kabilelerine karşı izlenen diplomatik yöntemleri tespit edebilmek
için Hz. Peygamber’in heyetler/elçiler ile olan münasebetlerinin
iyi bilinmesi gerekmektedir.
Kaynaklarda Hz. Peygamber’e gelen heyetlerin sayıları ve geldikleri
tarihlerle ilgili olarak değişik rivayetler verilmektedir. Bu rivayetler
verilirken de ihtilafa düşülmüş ve tam bir kronolojik yerleştirme
yapılamamıştır. Konuyu ele alan klasik ve modern İslâm
tarihi çalışmalarında da bu problem devam etmiş, ortak bir sonuca
varılamaması neticesinde tarihlendirme problemi ortaya çıkmıştır.
Çalışmamızda bu tarihlendirme problemleri çözülmeye gayret sarf
edilmiştir.
Çalışmamız bir giriş ve üç ayrı bölümden oluşmaktadır. Giriş kısmında
konunun tam olarak anlaşılabilmesi için elçilik ve diplomasi
kavramlarının köken ve etimolojik yapısı üzerinde durulmuştur.
Ayrıca konumuza temel teşkil etmesi bakımından İslâmiyet öncesi Arap yarımadasındaki diplomasi geleneği ile Hz. Muhammed’in (as)
diplomatik kişiliğinin oluşumu incelenmiştir.
Birinci bölümde Hz. Peygamber’e gelen heyetler ortaya konulmaya
çalışılmıştır. Mekke Dönemi’nde gelen heyetler incelenirken
rivayetlerin tahlilleri özellikle yapılarak elemeye tabi tutulmuştur.
Medine Dönemi’nde gelen heyetler ise tespit edilerek Medine dönemi,
Senetü’l-Vüfûd’dan önce ve bu senede gelen heyetler olarak
tasnif edilmiştir.
İkinci bölümde Hz. Peygamber’e gelen elçilik heyetlerinin özellikleri,
heyetlerin teşekkülleri esnasında dikkat edilen hususlar, heyetlerin
geliş nedenleri ve yetkileri üzerinde durulmuştur.
Üçüncü bölümde Hz. Peygamber’in elçilerle görüşmeleri ve bu
esnadaki tutumu ayrıntılı olarak incelenmiş ayrıca yine bu görüşmeler
esnasında elçilerin de Hz. Peygamber’e karşı tutumları ortaya
koyularak görüşmeler esnasında Müslüman olan bu kabilelerin
İslâmlaşmaya etkileri incelenmiştir.

Research paper thumbnail of Osmanlı Devleti Karamanoğlu Beyliyi ilişkilerinde Venedik Elçilerinin Rolü

Osmanlı Devleti’nin hem do u hem de batdaki fetihlerle snrlarn geni letmesi, Bat’da Venedik... more Osmanlı Devleti’nin hem do u hem de batdaki fetihlerle snrlarn geni letmesi, Bat’da Venedik ve
Papalk, Do u’da ise Karamano ullar ve Akkoyunlu gibi devletlerde rahatszlk uyandrm tr. Özellikle Uzun
Hasan, Fatih’i kendisine rakip olarak görmü tür. Bu yüzden Venedik’ten Papal a, Karamano ullarndan
sfendiyaro ullarna kadar pek çok devlet ve Türkmen beyli i ile ittifak kurma yoluna gitmi tir. Osmanl-Venedik
sava larnn ba lamas üzerine Venedikliler de do uda ikinci cephe açmak gayesi ile Karamano ullar Beyli i ve
Akkoyunlu Devleti ile ittifak olu turma aray larna girmi tir. Amaçlarn gerçekle tirmek için de do u ülkelerine
elçiler göndermeye ba lam tr. Di er yandan Karamano ullar topraklarn dolaysyla siyasi üstünlü ünü
kaptrmamak için Osmanl Devleti’ne kar  dü manca bir tutum içine girmi tir. Ancak Osmanllar ile mücadele
edecek güçte olmad  için onlar da batdan müttefik arama cihetine yönelmi lerdir. Her iki tarafn da ortak gayesi
do u ve batdan yaplacak taarruzlar ile Osmanlı Devletini ortadan kaldrmaktr. Bu devletler arasnda irtibat
sa lama ve koordine etme i i ise elçilere verilmi tir. Venedikliler bu süreçte birçok elçisini do uya göndermi tir.
Elçilerin görevleri ba ta Akkoyunlular olmak üzere Karamano ullar dâhil tüm Osmanl kar t unsurlar harekete
geçirmektir. Bu elçilerden Caterino Zeno, Ambrogio Contarini ve Josaphat Barbaro bizzat Karaman beyleri ile
görü mü , sava lara i tirak etmi , elde edilen kalelerden bazlarn Karamano ullarna teslim etmi lerdir. Bu
çal mamzda Venedik elçilerinin Osmanl Devleti-Karamano lu Beyli i ili kilerindeki etkileri elçi notlar ve
dönem kaynaklar   nda ele alnm tr.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Venedik, Akkoyunlular, Karamano ullar, Elçi

Research paper thumbnail of MENKIBEVÎ KAYITLARA GÖRE XIII. YÜZYIL ANADOLUSU’NDA EVHADÎ DERVİŞLERİNİN YAYILDIĞI ŞEHİRLER.pdf

Research paper thumbnail of BATTAL GAZİ’NİN SEYYİDLİĞİ MESELESİ.pdf

Research paper thumbnail of IX-XII. Yüzyıllar Arasında Zanaat ve Ticaretin Merkezi Merv ve Hudut Şehirler, IX-XII. century between the Craft and Trade Center Merv and Border Cities.pdf

ÖZET Bugünkü Türkmenistan toprakları içerisinde bulunan Merv şehri Türk-İslam tarihinin en önemli... more ÖZET
Bugünkü Türkmenistan toprakları içerisinde bulunan Merv şehri Türk-İslam tarihinin en önemli kültür ve medeniyet merkezlerinden biri olmuş, uzun bir süre Horasan bölgesinin en önemli şehirleri arasında yer almıştır. “Horasan’daki tüm şehirlerin anası” veya “Merv Şahların ve Sultanların Ruhu ” olarak tarif edilmiştir.
IX–XII. Yüzyıllar, devletler arasındaki kervan ticareti ve meta-para ilişkilerinin en parlak dönemi olarak kabul edilmektedir. Tarihi İpek Yolu üzerinde yerleşen Merv şehri; İran, Hindistan, Afganistan, Çin ve Türkistan’a giden kervan yollarının kavşak noktasında olma özelliğini uzun zaman içinde muhafaza etmiştir. Uluslararası ticaret yolları, Merv şehrinin gelişimi ve zenginleşmesi için çok uygun şartlar yaratmıştır. Şehri doğudan batıya ve güneyden kuzeye kesen önemli ticaret yolları buna büyük ölçüde katkı sağlamıştır. Bu çalışma kapsamında IX-XII. yüzyıllar arasında Merv’de, zanaatın , iç ve dış ticaretin gelişmesini, ticari-ekonomik ilişkilerde paranın rolünün önem kazanmasını ortaya koymayı amaçlamaktayız.
ABSTRACT
Merv city, located in nowadays’ Turkmenistan land, is the most important culture and civilization center of Turk-Islam history and also one of the important cities of Khurasan region. It is named as “mother of all cities of Khurasan” or “Soul of Merv Shahs and Sultans”.
IX-XII century is the golden age of caravan trade and commodity-money relations between countries. Merv city, situated on Silk Road, has been maintained the location feature as point of crossroads of Iran, India, Afghanistan, China and Turkistan caravan ways for a long time. International trade roads made suitable conditions for Merv city development and growth. The important trade roads, which crossed the city from east to west and from south to north, made a lot of contribution in its growth. In this study, we aimed to show the role of money in trade, development of inland and foreign trade, trade and economic ties in Merv in IX-XII century.

Research paper thumbnail of SOVYETLER BİRLİĞİ DÖNEMİ DERS KİTAPLARINDA ESKİÇAĞ TARİHİ VE ESKİ TÜRK TARİHİ'NİN ÖĞRETİMİ TEACHING ANTIQUE AGE AND ANCIENT TURKISH HISTORY IN THE TEXTBOOK OF THE SOVIET UNION PERIOD

Öz Tarihsel süreçte Türk devletleri ile kadim sınır komşusu olan ve ilk dönemden günümüze kadar g... more Öz Tarihsel süreçte Türk devletleri ile kadim sınır komşusu olan ve ilk dönemden günümüze kadar genellikle mücadele halinde bulunulan Rusya'nın, siyasi tarihinin yanı sıra kültürel ögelerinin bilinmesi de büyük önem taşımaktadır. Zira askerî ve siyasi başarılar elde edebilmek için muhakkak iyi bir eğitim sistemi uygulanmalıdır. Eğitimin bir parçası tarih öğretimi ise, onun da en önemli kısımlarından birisi komşu ülkeler ile olan ilişkilerin öğrenilmesidir. Bu çalışmamızda Sovyetler Birliği'nde tarih eğitiminin bir parçasını teşkil eden Eskiçağ Tarihi ve Eski Türk Tarihi'nin öğretimi incelenecektir. Çalışmanın hacmi gereği diğer dönemlere girilmeyecektir. Abstract Knowing the political history as well as its cultural elements of Russia, which was in a border with Turkey numerously from the archaic times and in a struggle against it from then carries great importance. For military and political success, there should be a good education system. A part of the education is teaching history and a part of that is the history of the relationships with the neighbor countries. Teaching of Ancient History and Ancient Turkic History which was a part of the applied History education of period of Soviet Union is going to be examined in this study. Because of the scope of this study, other periods won't be analyzed.

Research paper thumbnail of HUDEYBİYE SEFERİ VE Hz. MUHAMMED'İN BARIŞÇI SİYASETİ, HUDEYBIYE EXPEDITION AND PROPHET MOHAMMED’S PEACE POLICY

Öz Klasik ve modern İslam tarihi çalışmalarında Hz. Muhammed (sav)'in risâlet dönemi Mekke ve Me... more Öz
Klasik ve modern İslam tarihi çalışmalarında Hz. Muhammed (sav)'in risâlet dönemi Mekke ve Medine dönemi olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan Mekke döneminin ta‐ mamı ve Medine döneminin ilk altı yılı genellikle meşakkatle ve sıkıntılar ile doludur. 6/628 yılına gelindiğinde ise artık İslam tarihinin kırılma noktası gerçekleşmiştir. Yapılan Hudeybiye Seferi ve beraberinde Mekkeli müşriklerin İslam devletini resmen tanıdıkları Hudeybiye Barış Antlaşması'nın imzalanması ile Müslümanların zor günleri geride kalmış, İslam bir çığ gibi yayılmaya başlamıştır. Gerek sefer esnasında yaşanan olaylar gerekse nihayetinde imzalanan Hudeybiye Antlaşması'nın doğru tahlil edilmesi son derece önemlidir. Zira ilk başlarda olumsuz olarak değerlendirilen ve imzalandığı esnada olaya şahit olan sahabelerin de itirazlarına sebep olan bu antlaşma, kendisinden sonraki başlayacak olan İslamlaşma akımının odak noktasıdır. Bu seferin en önemli yönlerinden birisi ise, rahmet peygamberi olarak gönderilen Hz. Muhammed'in barışçı politikasının zirvesi niteliğinde olmasıdır. Seferin başından sonuna kadar Rasûlullah, bu tutumunu hiç bozmamış, nihayetinde Mekkeli müşriklerle zafer niteliğinde bir antlaşma imzalanmıştır. Bu çalışmada Hudeybiye Antlaşması'na giden süreçte yaşanan olaylar ve bu olaylar karşısında Hz. Muhammed (sav)'in barışçı siyaseti ortaya konmaya çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler
Hudeybiye, Hz. Muhammed, Sahabe, Mekke, Siyer

HUDEYBIYE EXPEDITION AND PROPHET MOHAMMED'S PEACE POLICY

Abstract
In the classic and modern Islamic history studies, the epistle period of Prophet Mohammed is divi‐ ded into two periods as Mecca and Medina Periods. Whole Mecca period and the first six years of Medina period are often identified with a great amount of difficulties. Within the sixth year of Hejira (628), an unexpected twist took place in Islamic history. Having experienced the Hudeybiye Expedition signed the Hudeybiye Peace Treaty with polytheists of Mecca as a result, hard times for the Muslims were left behind. Subsequently, the Islamic religion began to spread dramatically. It is of great significance that either the events during expedition or Hudeybiye Peace Treaty require intensive analysis. Although the treaty was considered as a negative act and was opposed by the companions initially, it is regarded as the milestone of the Islamization movement that began afterwards. Another aspect of this expedition is that it is seen as the greatest level of Prophet Mohammed’s peace policy in terms of its characteristics. The Prophet preserved his peaceful attitude until the end of the expedition and the treaty was welcomed as a sign of victory. The current study displays what was experienced on the way to Hudeybiye Treaty and Prophet Muhammad’s peaceful
political attitude during all the stages.
Keywords
Hudeybiye, Prophet Mohammed, Companions of Prophet, Sirah, Mecca

Research paper thumbnail of İktidarın Sembolik Dili: Sâmerrâ Dönemi Abbâsî Halifelerinin Unvanları/The Symbolic Language of Power: Titles of the Abbasid Caliphs of the Sāmerrā Period

SEMA, 2024

Devlet kademesi içerisinde kullanılan lakap ve unvanlar kişiler arasındaki hiyerarşiyi tanzim ede... more Devlet kademesi içerisinde kullanılan lakap ve unvanlar kişiler arasındaki hiyerarşiyi tanzim eder ve yöneticilerde hükümdarlık alameti olarak da sayılır. Abbâsî Halifeleri, tarih boyunca değişen siyasi ve toplumsal şartlara uyum sağlamak adına farklı zamanlarda çeşitli unvanlar kullanmışlardır. Bu unvanlar, Halifelerin sahip olduğu liderlik rollerinin çeşitliliğini ve genişliğini vurgulamaktadır. Abbâsîlerin Halife el-Mu'tasım tarafından başlatılan ve 836 ile 892 yılları arasında devam eden kısmı "Sâmerrâ Dönemi" olarak adlandırılır. Sâmerrâ dönemi halifeleri, diğer dönemlerde olduğu gibi unvan ve lakaplar kullanarak hükümdarlıklarını daha etkili hale getirmek istemişlerdir. Çalışmada, tüm Abbâsî Halifeleri tarafından kullanılması bir gelenek olan Halifelik unvanlarının Sâmerrâ Dönemine yansımaları ve bunların sadece bir lakap değil, aynı zamanda siyasi, dini ve kültürel anlamlar taşıdığının incelenmesi amaçlamaktadır. Ayrıca Sâmerrâ Dönemi, Abbâsî Halifelerinin unvanlarının iktidar sembolleri ve siyasi dinamiklerdeki rolünü araştırmaktadır. Yöntem olarak kavramların açıklanması, örneklendirmeler ve karşılaştırmalar kullanılmıştır. Temel tartışma konusu Sâmerrâ döneminde Halife unvanlarında ne gibi değişikliklerin ve gelişmelerin olduğudur ve ana kaynaklar merkezli olarak nitel araştırma yöntemi kullanılarak doküman analizi yapılmıştır.

The titles and epithets used within the state level organise the hierarchy between individuals and are also considered as a sign of sovereignty in rulers. The Abbasid Caliphs used various titles at different times in order to adapt to the changing political and social conditions throughout history. These titles emphasise the diversity and breadth of the Caliphs' leadership roles. The period of the Abbasids initiated by Caliph al-Mu'tasim and lasted between 836 and 892 is called the “Sāmerrā Period”. As in other periods, the caliphs of the Sāmerrā period wanted to make their reign more effective by using titles and epithets. This study aims to examine the reflections of the Caliphate titles, which were a tradition used by all Abbasid Caliphs, on the Sāmerrā Period and to examine that they were not only a nickname, but also carried political, religious and cultural meanings. It also investigates the role of the titles of the Abbasid Caliphs of the Sāmerrā Period in symbols of power and political dynamics. Explanation of concepts, exemplifications and comparisons are used as methods. The main topic of discussion is the changes and developments in the titles of the Caliphs during the Sāmerrā period, and document analysis was carried out using qualitative research method centred on the main sources.

Research paper thumbnail of Selçuklu Hanedanlığında Evlilikler ve Evlilik Yaşları Üzerine Bir Değerlendirme/An Evaluation on Marriages and Ages of Marriage in Seljuk Dynasty

SEFAD, 2024

Bu çalışma Selçuklu Hanedanlığındaki evlilik yaşları ve evlilik türlerini kapsamaktadır. Büyük Se... more Bu çalışma Selçuklu Hanedanlığındaki evlilik yaşları ve evlilik türlerini kapsamaktadır. Büyük Selçuklu Devleti özelinde Selçuklu Hanedanlığından yola çıkılarak evlilik yaşlarının tespiti, evlilik şekillerinden levirat geleneğinin örnekleri ve yaygınlığı ile evliliklerin ne amaçlarla yapıldığı konularında bazı tespitleri içermektedir. Çalışmanın amacı; Selçuklu Hanedanlığı örneğinde Türklerde evlenme yaşlarının sınırları, evlilikte yaş farkı, sultan öldükten sonra hanımının durumu, levirat türü evliliklerin olup olmadığı gibi konuları ortaya koymaktır. Çalışmanın sınırlılığı Selçuklu Hanedanlığı özelinde bırakılmıştır. Selçuklu sosyal ve kültürel hayatı üzerine birçok eser kaleme alınmış pek çok ilmi araştırma yapılmıştır. Bu çalışmalarda kadınların daha çok siyasi yönlerden evliliğe etkileri araştırılmış fakat kadın açısından da önemli konulardan olması gereken evlendirildikleri yaşların, eşlerinin yaşları ile kıyaslanması yoluna gidilmemiştir. Bu çalışma bu noktada bir ilk olma özelliği taşımaktadır. Zira günümüzde evlilik yaşları ile ilgili pek çok yorum ve değerlendirme yapılmaktadır. Bu yorum ve değerlendirmelerde anakronik bir yanlış içerisine girilerek günümüz normları üzerinden geçmiş yargılanmaya çalışılmaktadır. Bu nedenle çalışmada dönem kaynaklarındaki bilgiler titizlikle incelenip kıyaslamalar da yapılarak bir sonuca ulaşılmaya çalışılmış ve Orta Çağ dünyasının genelinde olduğu gibi Selçuklularda da evliliklerin çok erken yaşlarda gerçekleştirildiği ortaya konulmuştur. Araştırmanın sonucunda tarihi olayları değerlendirirken dönemin şartlarının, âdet, gelenek ve göreneklerinin toplumlara göre şekillendiğinin, dolayısıyla kıyas yapılırken o toplum tarafından gerçekleştirilen eylemin nasıl bir tepkiyle karşılandığının göz önünde bulundurulması gerektiği ön plana çıkmaktadır. Zira Selçuklu özelinde yaptığımız tespitlerde halk nezdinde bu durumlar yadırganmamış ve bir tepki almamıştır.
Anahtar Kelimeler: Selçuklular, evlilik yaşı, levirat, siyasi evlilikler, Melikşah

An Evaluation on Marriages and Ages of Marriage in Seljuk Dynasty
Abstract
This study encompasses the investigation of marriage ages and types within the Seljuk Dynasty. It is based on the Seljuk dynasty in the Great Seljuk State and includes determinations on the age of marriage, examples and prevalence of the levirate tradition among the forms of marriage, and the purposes of marriages. The objective of this study is to elucidate pertinent issues pertaining to the age of marriage among Turks in the Seljuk Dynasty, the age difference in marriage, the status of the sultan's wife following his demise, and the prevalence of levirate marriages. This study is confined to the Seljuk Dynasty. A plethora of works have been published on Seljuk social and cultural life, and a multitude of scholarly researches have been conducted. In these studies, the effects of women on marriage in terms of political aspects have been investigated, but the most important issue for women, namely the comparison of the age at which they got married and the status of their spouses, has not been attempted. This study represents a first attempt to address this issue. Given the current discourse on the age of marriage, it is clear that there is a need for further research in this area. In these interpretations and evaluations, an anachronistic mistake is made in attempting to judge the past through the lens of contemporary norms. In this study, the information in the sources of the period was meticulously analysed and comparisons were made to reach a conclusion. This revealed that the age of marriage was very early in the Seljuks, as in the Middle Ages. The research findings indicate that when evaluating historical events, the conditions of the period, customs and traditions are shaped according to societies. Consequently, when making comparisons, it is necessary to take into account the reaction of that society to the action performed by that society. Our findings about the Seljuks indicate that these situations were not considered strange by the public and did not receive a reaction.
Keywords: Seljuks, marriage age, levirate, political marriages, Malik-Shah

Research paper thumbnail of Selçuklu Dünyasında Görülen Sağlık Sorunları ve Ölüm Nedenleri Üzerine Bir İnceleme  A Review on Health Problems and Causes of Death in the Seljuk World

ORTAÇAĞ ARAŞTIRMALARI DERGİSİ, 2024

Ölüm, tüm canlıların kaçınılmaz gerçeğidir ve tarih boyunca hiçbir canlı bu gerçekten kaçamamıştı... more Ölüm, tüm canlıların kaçınılmaz gerçeğidir ve tarih boyunca hiçbir canlı bu gerçekten kaçamamıştır. Ölümlerin sebepleri ve zamanlaması, olayların akışını doğrudan etkilemektedir. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren temizlik ve sağlık konularına önem verilmiş, İslam Peygamber’i Hz. Muhammed’in bu konudaki tavsiyeleri zamanla Tıbbü’n-Nebevî adıyla bilinen kitaplarda toplanmıştır. Râşid Halifeler, Emevîler ve Abbasîler Dönemi başta olmak üzere ilerleyen dönemlerde fetihlerle büyüyen topraklarda ilmi alanlardaki gelişmeler, tıp konusunda da görülmüştür. İslam dünyası kendi birikiminin üzerine karşılaştıkları memleketlerdeki bilgi birikimlerini de tercüme etmişler, İslâm’ın doğuşunun üzerinden yüz yıl bile geçmeden hastane kurma başarısını da göstermişlerdir. XII. yüzyılda Bağdat, Şam, Kahire, Harran gibi şehirlerde birden fazla, diğer kentlerde de ise genellikle bir hastane kurulmuştur. Bu durum Selçuklular için de geçerlidir. Selçuklular gerek Türk gerekse İslam dünyasından almış oldukları birikimi kendi memleketlerinde uyguladılar. Çalışma Selçuklu Tıp dünyasındaki gelişmeler ve tedavi yöntemlerinden ziyade Selçuklu dünyasında meydana gelen ölümlerin incelenmesi üzerine odaklanmıştır. Yöntem olarak nitel bir araştırma yöntemi kullanılmıştır. Kaynaklarda geçtiği şekliyle Selçukluların gerek hanedan gerekse yönetim kademesinde görev alan insanlarının hastalıkları ve ölüm nedenleri incelenecek, bunların hem o günkü literatürdeki hem de günümüz modern tıbbındaki karşılıkları verilmeye çalışılacaktır. Çalışmanın amacı Selçuklu yönetiminde hastalıklar ve bu hastalıklar sebebiyle meydana gelen ölümleri tespit etmektir. Bu hastalıkları ve ölümlerin nedenlerini sadece tek bir nedenle sınırlamak mümkün değildir. Bunların çoğu kendi içinde farklı belirtiler içermekteydi. Kaynaklarda ölümlere neden olan bazı hastalıkların adı verilirken, çoğunlukla belirtileri üzerinde durulmuştur. Bu ölümlerin ardında yatan sebepleri tespit etmek, o dönemin sosyal, politik ve kültürel bağlamının daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.
Anahtar Kelimeler– Selçuklular, Hastalık, Ölüm Nedenleri, Verem, İstiska
Abstract – Death is the inevitable reality of all living things and no living creature has escaped this reality throughout history. The causes and timing of deaths directly affect the course of events. Since the early periods of Islam, importance has been attached to cleanliness and health issues, and the recommendations of the Prophet Muhammad on this subject were collected in books known as Tıbbü'n-Nebevî. The developments in the fields of science in the lands that grew with conquests in the following periods, especially during the Rashid Caliphs, Umayyads and Abbasids, were also seen in medicine. The Islamic world translated the accumulation of knowledge in the countries they encountered on top of their own accumulation, and they succeeded in establishing hospitals even a hundred years after the birth of Islam. In the 12 th century, more than one hospital was established in cities such as Baghdad, Damascus, Cairo and Harran, and generally one hospital in other cities. This situation is also valid for the Seljuks. The Seljuks applied the knowledge they received from both the Turkish and Islamic worlds in their own homeland. The study focuses on examining the deaths that occurred in the Seljuk world rather than the developments and treatment methods in the Seljuk medical world. A qualitative research method was used. As mentioned in the sources, the diseases and causes of death of the Seljuks, both in the dynasty and in the administration, will be examined, and their equivalents in both the literature of that day and in today's modern medicine will be tried to be given. The aim of the study is to determine the diseases and deaths caused by these diseases in the Seljuk administration. It is not possible to limit these diseases and causes of death to a single cause. Most of them had different symptoms in themselves. While some of the diseases causing deaths are named in the sources, their symptoms are mostly emphasised. Identifying the reasons behind these deaths will contribute to a better understanding of the social, political and cultural context of the period.
Keywords– Seljuks, Disease, Causes of Death, Tuberculosis, Istiska

Research paper thumbnail of DİPLOMATİK MÜNASEBETLER AÇISINDAN HZ. MUHAMMED’E GELEN ELÇİLERİN GELİŞ NEDENLERİ VE GÖRÜŞMELER ESNASINDAKİ TUTUMLARI

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2022

İslam devletleri dış politikalarını belirlerken Hz. Muhammed’in temellerini atmış olduğu İslam de... more İslam devletleri dış politikalarını belirlerken Hz. Muhammed’in temellerini atmış olduğu İslam devletini oluştururken izlemiş olduğu temel siyasetini ve diplomatik ilişkilerini iyi anlamaları gerekmektedir. Hz. Muhammed’in Hicret’inin akabinde şekillenmeye başlayan İslam devleti, siyasî, askerî ve içtimaî başarılar elde etmiştir. Bu başarıların sonucunda da Resulullah, daha rahat hareket ederek Arabistan yarımadasının en uç noktalarına kadar irtibata geçebilmiş, hatta Doğu Roma İmparatorluğu başta olmak üzere diğer büyük devletlerle de diplomatik temaslarda bulunabilmiştir. Bu temaslar kısa süre sonra meyvelerini vermeye başlamış ve başta Arabistan geneli olmak üzere pek çok coğrafyadan kabile ya da devlet temsilcileri Hz. Peygamber’i ziyarete gelmişlerdir. Böylelikle İslam Diplomasi geleneğinin de temelleri atılmıştır. Fakat bu gelen heyetlerin Resulullah’ı ziyaret amaçları farklılıklar göstermektedir ve geliş amaçlarını tek bir nedene bağlamak mümkün değildir. Temel nedenler; Resulullah’ı tanımak, İslam’a girmek, daha önceden Müslüman olanlar için İslam’a girişlerini bildirerek tabiiyetlerini sunmak ve antlaşmalar imzalamaktır. Bunların yanı sıra iktisadî nedenlerle gelenler bulunduğu gibi, siyasî münasebet kurmak, esirlerini kurtarmak, suikast tertip etmek gibi amaçlarla gelenler de mevcuttur. Ehl-i Kitap ise genel olarak antlaşma yapmak ve tabiiyet bildirmek amaçlı heyet göndermiştir. Fakat bu genellemelerin yanı sıra heyetlerin gelişlerini tetikleyen diğer etkenler de bulunmaktadır. Çalışmada Hz. Peygamber’in kendisine gelen heyetlerle görüşmeleri ekseninde heyetlerin talepleri, onlarla görüşmeler esnasındaki hem Hz. Peygamber’in üslubu hem de heyetlerin tutumları ve yaşanan gelişmeler ortaya konulacaktır. Ayrıca çalışmada Hz. Peygamber’e gelen heyetlerin geliş amaçları ve görüşmeler esnasındaki tutumları dönem kaynakları çerçevesinde ele alınarak geliş amaçları kategorilere ayrılıp karşılaştırmalar yapılarak ortaya konulacaktır.
The Reasons of the Ambassador's Come To the Prophet Muhammad In Terms of Dıplomatıc Relatıons and Theır Attıtudes during the Meetıngs

Abstract
In order for Islamic states to determine their foreign policies, they need to understand the basic policy and diplomatic relations that they followed while forming the Islamic state, on which the Prophet of Islam Muhammad laid the foundations. The Islamic state, which started to take shape after the Migration of Hz. Muhammad, achieved political, military and social successes. As a result of these successes, the prophet was able to move more easily to the extremes of the Arabian peninsula and even to have diplomatic contacts with other major states, especially the Eastern Roman Empire. These contacts soon began to bear fruit and representatives of tribes or states from many geographies, especially in Arabia, came to visit the Prophet. Thus, the foundations of the Islamic Diplomacy tradition were laid. However, the purpose of these delegations to visit the Prophet differs and it is not possible to attribute their purpose of visit to a single reason. The main reasons are; To know the Prophet, to enter Islam, to declare their entry into Islam for those who were previously Muslims, to present their naturality and to sign treaties. In addition to these, there are those who come for economic reasons, as well as for the purposes of establishing political relations, rescuing their captives, and plotting an assassination. The People of the Book, on the other hand, sent a delegation for the purpose of making a collective agreement and nationality. However, in addition to these generalizations, there are other factors that trigger the arrival of delegations. In the study, on the axis of the Prophet's meetings with the delegations that came to him, the demands of the delegations, both the Prophet's style during the meetings with them, the style of the delegations, and the solution methods will be revealed. In the study, in the axis of the Prophet's meetings with the delegations that came to him, the demands of the delegations, both during the meetings with them and the style of the Prophet as well as the attitudes of the delegations and the developments will be revealed.

Research paper thumbnail of İBN BATTÛTA VE BROQUİERE SEYAHATNÂMELERİNE GÖRE ORTA ÇAĞ KADINININ SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU

Akademik Tarih ve Araştırmalar Dergisi, 2024

Tarih boyunca insanoğlu yeni yerler gezip görmek, buralardaki insanları ve kültürleri tanımak arz... more Tarih boyunca insanoğlu yeni yerler gezip görmek, buralardaki insanları ve kültürleri tanımak arzusunu hep taşımıştır. Bu amaçla insanoğlu pek çok coğrafyaya seyahat etmiş, farklı kültürleri ve coğrafyaları tanıma arayışına girmiştir. Bu arayış, insanın kendi içsel yolculuğunun bir süreci olduğu gerçeğini de ortaya çıkarmıştır. Seyyahlar yeni yerler keşfetmenin yanı sıra misyonerlik faaliyetleri, diplomatik faaliyetler, ajanlık gibi pek çok amaçla da seyahat etmişler ve memleketlerine döndüklerinde gördükleri ve yaşadıklarını ya hatırat ya da resmi rapor şeklinde kaleme almışlardır. Bu noktada seyahatnâme kültürü ortaya çıkmış ve seyahatnâmeler marifetiyle toplumların kültürleri, örf ve adetleri daha net anlaşılabilmiştir. Çalışmada Müslüman seyyah İbn Battûta ve Avrupalı seyyah Bertrandon de la Broquière’nin seyahatnâmeleri üzerinden farklı coğrafyalarda ve kültürlerde yaşamını sürdüren kadınların toplumdaki sosyal ve ekonomik konumu ve rolleri üzerinde durulmaktadır. Bu iki seyyahın seçilmesindeki amaç birbirlerine yakın dönemde yaşamaları fakat farklı din ve kültürlere ait olmalarıdır. Böylelikle bir karşılaştırma yapma imkânı doğmaktadır. Çalışma iki seyahatnâme merkezli olarak kadının özellikle sosyal-ekonomik hayattaki yerini ve ona verilen değeri ortaya koyması açısından önem arz etmektedir. İncelenen dönem içerisinde kadınların sosyal ve ekonomik konumlarını belirlemede din ve geleneklerin ön plana çıkan iki temel unsur olduğu gözlemlenmiştir. İbn Battûta'nın geniş coğrafyadaki seyahatleri ve Broquière'nin Avrupa'daki gezileri, farklı kültürel ve coğrafi bağlamlarda kadın portresinin nasıl değişebileceğini anlamak için kıyas metodu ile ele alınarak benzerlikler ve farklılar ortaya konulmaktadır.

The Socıal And Economıc Status Of Medıeval Women Accordıng To The Travelogues of Ibn Battûta And Broquı̇ère
Abstract
Throughout history, mankind has always had the desire to travel to new places and get to know the people and cultures in these places. For this purpose, he has travelled to many geographies and sought to get to know different cultures and geographies by visiting many places. This quest, as well as being a process of man's own inner journey, has been a fundamental source of cultural knowledge for both his own period and the following periods. In addition to discovering new places, travellers also travelled for many purposes such as missionary activities, diplomatic activities and spying, and when they returned to their homelands, they wrote down what they had seen and experienced either in the form of memoirs or official reports. At this point, travelogue culture emerged and through travelogues, the cultures, customs and traditions, in short, the social structures of societies could be understood more clearly. This study focuses on the position and roles of women in society in different geographies and cultures through the travelogues of Muslim traveller Ibn Battûta and European traveller Bertrandon de la Broquière. The place of women, especially in social and economic life, comes to the fore in terms of showing the value given to them. In order to understand the subject, the concepts of traveller, travel and travelogue are discussed in the conceptual framework, and a general information about the general structure of the medieval society and the position of women is given. Ibn Battûta's travels in a wide geography and Broquière's travels in Europe are analysed.

Research paper thumbnail of Selçuklu Hanedanlığında Evlilikler ve Evlilik Yaşları Üzerine Bir Değerlendirme

Deleted Journal, Jun 25, 2024

Research paper thumbnail of The Reasons of the Ambassador's Come To the Prophet Muhammad In Terms of Dıplomatıc Relatıons and Theır Attıtudes Durıng The Meetıngs

Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi dergisi, Dec 30, 2022

İslam devletleri dış politikalarını belirlerken Hz. Muhammed'in temellerini atmış olduğu İslam de... more İslam devletleri dış politikalarını belirlerken Hz. Muhammed'in temellerini atmış olduğu İslam devletini oluştururken izlemiş olduğu temel siyasetini ve diplomatik ilişkilerini iyi anlamaları gerekmektedir. Hz. Muhammed'in Hicret'inin akabinde şekillenmeye başlayan İslam devleti, siyasî, askerî ve içtimaî başarılar elde etmiştir. Bu başarıların sonucunda da Resulullah, daha rahat hareket ederek Arabistan yarımadasının en uç noktalarına kadar irtibata geçebilmiş, hatta Doğu Roma İmparatorluğu başta olmak üzere diğer büyük devletlerle de diplomatik temaslarda bulunabilmiştir. Bu temaslar kısa süre sonra meyvelerini vermeye başlamış ve başta Arabistan geneli olmak üzere pek çok coğrafyadan kabile ya da devlet temsilcileri Hz. Peygamber'i ziyarete gelmişlerdir. Böylelikle İslam Diplomasi geleneğinin de temelleri atılmıştır. Fakat bu gelen heyetlerin Resulullah'ı ziyaret amaçları farklılıklar göstermektedir ve geliş amaçlarını tek bir nedene bağlamak mümkün değildir. Temel nedenler; Resulullah'ı tanımak, İslam'a girmek, daha önceden Müslüman olanlar için İslam'a girişlerini bildirerek tabiiyetlerini sunmak ve antlaşmalar imzalamaktır. Bunların yanı sıra iktisadî nedenlerle gelenler bulunduğu gibi, siyasî münasebet kurmak, esirlerini kurtarmak, suikast tertip etmek gibi amaçlarla gelenler de mevcuttur. Ehl-i Kitap ise genel olarak antlaşma yapmak ve tabiiyet bildirmek amaçlı heyet göndermiştir. Fakat bu genellemelerin yanı sıra heyetlerin gelişlerini tetikleyen diğer etkenler de bulunmaktadır. Çalışmada Hz. Peygamber'in kendisine gelen heyetlerle görüşmeleri ekseninde heyetlerin talepleri, onlarla görüşmeler esnasındaki hem Hz. Peygamber'in üslubu hem de heyetlerin tutumları ve yaşanan gelişmeler ortaya konulacaktır. Ayrıca çalışmada Hz. Peygamber'e gelen heyetlerin geliş amaçları ve görüşmeler esnasındaki tutumları dönem kaynakları çerçevesinde ele alınarak geliş amaçları kategorilere ayrılıp karşılaştırmalar yapılarak ortaya konulacaktır.

Research paper thumbnail of Yöneti̇me Etki̇leri̇ Bağlaminda Üç İkti̇dar Ve Üç Kadin: Terken Hatun, Hayzürân, Eleanor of Aqui̇tai̇ne

Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi

Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından iti... more Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından itibaren içgüdüsel bir şekilde her şeyi paylaşan kadın ve erkeğin arasında, medeniyetlerin gelişimiyle, özellikle yönetim alanında büyük bir uçurum oluşmuştur. Zamanla erkek egemen toplumlar meydana çıkmış ve kadınlar yönetimde arka planda kalmışlar, çoğu zaman erkek egemenliği kadın üzerinde genel bir tahakküm kurmuştur. Fakat mücadelesinden vazgeçmeyen kadın, bazı dönemlerde bu tahakkümü kırmayı başarabilmiş ve toplumun her kesiminde kendine yer edinmiştir. Toplumların oluşması ile yönetici erkler ortaya çıkmış ve yöneten ile yönetilen sınıflar doğmuştur. Nadiren de olsa yönetimi kadınların elinde tuttuğu bazı toplumlar olmakla birlikte genel olarak yönetim erkeklerin elinde olmuştur. Bu durumda ise kadın yönetime doğrudan müdahale edemese bile dolaylı yollardan müdahalelerde bulunarak etkisini sürdürmüştür. Kadının yönetime olan bu etkisi zaman, mekân ve toplumlara göre değişmiştir. Kadı...

Research paper thumbnail of Three Powers and Three Women in the Context of Their Effects on Management: Terken Khatun, Hayzüran, Eleanor of Aquitaine

Türkiyat araştırmaları dergisi, Aug 26, 2022

Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından iti... more Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından itibaren içgüdüsel bir şekilde her şeyi paylaşan kadın ve erkeğin arasında, medeniyetlerin gelişimiyle, özellikle yönetim alanında büyük bir uçurum oluşmuştur. Zamanla erkek egemen toplumlar meydana çıkmış ve kadınlar yönetimde arka planda kalmışlar, çoğu zaman erkek egemenliği kadın üzerinde genel bir tahakküm kurmuştur. Fakat mücadelesinden vazgeçmeyen kadın, bazı dönemlerde bu tahakkümü kırmayı başarabilmiş ve toplumun her kesiminde kendine yer edinmiştir. Toplumların oluşması ile yönetici erkler ortaya çıkmış ve yöneten ile yönetilen sınıflar doğmuştur. Nadiren de olsa yönetimi kadınların elinde tuttuğu bazı toplumlar olmakla birlikte genel olarak yönetim erkeklerin elinde olmuştur. Bu durumda ise kadın yönetime doğrudan müdahale edemese bile dolaylı yollardan müdahalelerde bulunarak etkisini sürdürmüştür. Kadının yönetime olan bu etkisi zaman, mekân ve toplumlara göre değişmiştir. Kadının doğrudan ülke yönetiminde bulunamadığı durumlarda etkilerini kocaları üzerinden gerçekleştirdiği de görülmüştür. Özellikle hükümdar eşleri yönetimdeki etkinliklerinin devamlı olması için sadece kendi eşleri üzerinden harekete geçmemişler, aynı zamanda ileride de kendi çocuklarının-hatta kendi çocukları arasından da kendilerinin daha rahat etkileyebilecekleri çocuklarınınhükümdar olması için mücadele etmişlerdir. Bu etkide en önemli unsur ait oldukları toplumların yönetimle ilgili örf, adet ve anlayışlarıdır. Zira inançlar, gelenek ve görenekler, toplumsal değerler kadınların etki alanlarını da belirlemiştir. Bu çalışmamızda üç farklı coğrafya-Batı Asya, Orta Aysa, Avrupa-ve üç farklı millete-Arap Türk, Frank-ait hükümdar eşlerinin yönetime olan etkileri incelenecek ve kıyaslama metodu uygulanarak yönetime etkilerinin benzer ve farklı yönleri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Karakterler incelenirken dönem kaynakları merkezli olarak ele alınacaktır.

Research paper thumbnail of YÖNETİME ETKİLERİ BAĞLAMINDA ÜÇ İKTİDAR VE ÜÇ KADIN: TERKEN HATUN, HAYZÜRÂN, ELEANOR OF AQUİTAİNE

YÖNETİME ETKİLERİ BAĞLAMINDA ÜÇ İKTİDAR VE ÜÇ KADIN: TERKEN HATUN, HAYZÜRÂN, ELEANOR OF AQUİTAİNE THREE POWERS AND THREE WOMEN IN THE CONTEXT OF THEIR EFFECTS ON MANAGEMENT: TERKEN KHATUN, HAYZÜRAN, ELEANOR OF AQUITAINE, 2022

Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından iti... more Kadın ilk çağlardan itibaren her alanda varlık savaşı vermiştir. Genel olarak varoluşlarından itibaren içgüdüsel bir şekilde her şeyi paylaşan kadın ve erkeğin arasında, medeniyetlerin gelişimiyle, özellikle yönetim alanında büyük bir uçurum oluşmuştur. Zamanla erkek egemen toplumlar meydana çıkmış ve kadınlar yönetimde arka planda kalmışlar, çoğu zaman erkek egemenliği kadın üzerinde genel bir tahakküm kurmuştur. Fakat mücadelesinden vazgeçmeyen kadın, bazı dönemlerde bu tahakkümü kırmayı başarabilmiş ve toplumun her kesiminde kendine yer edinmiştir. Toplumların oluşması ile yönetici erkler ortaya çıkmış ve yöneten ile yönetilen sınıflar doğmuştur. Nadiren de olsa yönetimi kadınların elinde tuttuğu bazı toplumlar olmakla birlikte genel olarak yönetim erkeklerin elinde olmuştur. Bu durumda ise kadın yönetime doğrudan müdahale edemese bile dolaylı yollardan müdahalelerde bulunarak etkisini sürdürmüştür. Kadının yönetime olan bu etkisi zaman, mekân ve toplumlara göre değişmiştir. Kadının doğrudan ülke yönetiminde bulunamadığı durumlarda etkilerini kocaları üzerinden gerçekleştirdiği de görülmüştür. Özellikle hükümdar eşleri yönetimdeki etkinliklerinin devamlı olması için sadece kendi eşleri üzerinden harekete geçmemişler, aynı zamanda ileride de kendi çocuklarının -hatta kendi çocukları arasından da kendilerinin daha rahat etkileyebilecekleri çocuklarının- hükümdar olması için mücadele etmişlerdir. Bu etkide en önemli unsur ait oldukları toplumların yönetimle ilgili örf, adet ve anlayışlarıdır. Zira inançlar, gelenek ve görenekler, toplumsal değerler kadınların etki alanlarını da belirlemiştir. Bu çalışmamızda üç farklı coğrafya -Batı Asya, Orta Aysa, Avrupa- ve üç farklı millete -Arap Türk, Frank- ait hükümdar eşlerinin yönetime olan etkileri incelenecek ve kıyaslama metodu uygulanarak yönetime etkilerinin benzer ve farklı yönleri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Karakterler incelenirken dönem kaynakları merkezli olarak ele alınacaktır.
Abstract
Since the first ages, women have fought for existence in every field. In general, with the development of civilizations, a huge gap has emerged between men and women who instinctively share everything since their existence, especially in the field of administration. In time, male-dominated societies emerged, and women remained in the background in the administration, and male dominance established a general dominance over women. But women who have not given up their struggle have been able to break this situation in many periods and have gained a place in all parts of society. With the formation of societies, the ruling classes emerged, and the ruling and managed classes were born. Although there are some societies that are rarely managed by women, in general, the government has been in the hands of men. In this case, even if the woman could not intervene directly in the administration, she intervened indirectly. This effect of women on management has changed according to time, place, and societies. In cases where the woman could not be directly in the country's administration, they realized their influence through their husbands. In particular, the monarch's wives not only acted on their own husbands to ensure the continuity of their activities in the administration, but also fought for their children to become rulers in the future. They tried to establish an order between their children that would make them comfortable, they have struggled to have their chosen child be the ruler. The most important factor in this effect is the customs, traditions, and understandings of the societies they belong to. Because beliefs, traditions and customs, social values have also determined the spheres of influence of women. In this study, the effects of monarch wives belonging to three different geographies -West Asia and the Middle East, Europe- and three different nations – Arabs, Turks, Franks - on management will be examined and similar and different aspects of their effects on management will be tried to be revealed by applying the comparison method. When studying the wives of rulers, sources of the period will be considered centrally.

Research paper thumbnail of The relationship between Karāmān Oghullari-i- Cilician Armenians in the XIII-XIV. century 13-14. YÜZYILLARDA KARAMANOĞULLARI VE KİLİKYA ERMENİLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİLER

XIII. yüzyıldan itibaren Cengiz Han’ın ve sonrasında iktidara gelen diğer hanlarının yapmış olduk... more XIII. yüzyıldan itibaren Cengiz Han’ın ve sonrasında iktidara gelen diğer hanlarının yapmış oldukları askerî harekâtlarla yeni bir dünya haritası çizen Moğollar, Türklerin yoğun yaşadıkları Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde de istila hareketleri gerçekleştirdi. Bu istilalar sonucunda yoğun Türkmen nüfusu Anadolu’ya doğru bir göç hareketi başlattı. Türkiye Selçuklu Devleti’nin 1243 yılında Kösedağ Savaşı’nda bozguna uğramasıyla birlikte Anadolu’ya hâkim olmaya başlayan Moğollar, Türkmenler üzerinde de baskı politikası uygulamışlardır. Anadolu Türk tarihinin kırılma noktası olarak değerlendirebilecek olan bu savaş, Anadolu halkının uzun süre Moğolların baskı ve zulmü altında kalmasına neden olmuştur. Moğollar, Anadolu’da tam olarak hâkimiyet kurabilmek ve özellikle bölgedeki Türk nüfuzuna hükmedebilmek için tek başına hareket etmek istememiş ve bölgesel güçlerle işbirliği arayışına girişmişlerdir. Bu noktada bölgedeki Ermeniler ile iyi ilişkiler kurarak Türkmenlere karşı müttefik ol... From the 13th century, Mongols, who had drawn a new world map with the military operations carried out by Genghis Khan and other khans who ruled aftermath, tried to invade in the Khorasan and Maverannehir region where the Turks lived intensively. As a result of these invasions, the intense Turkmen population started a migrate towards Anatolia. Mongols, after defeating Turkey Seljuk Empire in 1243 in Köse Dagh War, began to be dominat in Anotolia and oppiressed Anatolian Turkmens. This war, which can be considered as the turning point of Anatolian Turkish history, caused the Anatolian people to remain under the oppression of the Mongols for a long time. The Mongols, in order to dominate Anatolia and the Turks in the region, didn’t want to act alone, but tried to find allience. At this point, they applied a policy of establishing good relations with the Armenians in the region and becoming allies against the Turkmen. In this period, the Armenian’s status was special. Because the Armenians was the nation, who benefited most from the chaos that the Turkish Anatolian Empire and Anatolia were in. Especially Cilician Armenian’s obedience to Mengü Khan volunterely, caused Mongols give more privileges than other Christian states. Clician Armenias tried to conquer importand castles in the area by benefiting from the chaos Turkey Seljuks were in.
As a result of the invasion of Mongols, Karāmān Oghullari, who came to Anatolia along with the Turkmens who migrated to the west, were settled by 'Alá al-Dīn Kaykubād I in the vicinity of Ermenek. Karamanogullari considered this area that they were placed in as a permanent area of jihad and organized attacts on Armenians at every opportunity. As a result of their struggle, they seized the Ermenek Castle and used it as a base in their struggle with the Armenians. On the other hand Karāmān Oghullari, have allied with the Mamluks against the Mongol-Armenian alliance in Anatolia. In the Battle of Ayn Djālūt (1260), when the Mongolians were defeated by the Mamluks, Karāmān Oghullari took courage from and increased their attacts on the Armenians. At the end of this alliance, the regions under the rule of the Cilician Armenians, which were cleared away by the Mamluks, passed into the hands of the Anatolian Turkmen Beys. In this study, the relations between the Armenians and both the Karamanlı Beys and the Cilician Armenian Kingdom will be held in the light of the data in the period sources.
Keywords: Mongols, Turkey Seljuks, Karāmān Beylikh, Cilician Armenians, Köse Dagh War

Research paper thumbnail of Feyza Betül Köse, Medine’de Sosyal Hayat -Dört Halife Dönemi-, İstanbul: Mana Yayınları 2016, 356 s

Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Nov 25, 2019

Research paper thumbnail of Anadolu'da Bir İstiklal Ateşi: Karamanoğulları Beyliği-Moğol Mücadeleleri

Journal of Turkish Research Institute, 2019

Research paper thumbnail of İki Seyyah Bir Kültür: Broquière ve İbn Battûta Seyahatnâmelerine Göre Türklerde Yemek Kültürü

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2019

Research paper thumbnail of Sovyetler Birliği dönemi ders kitaplarında Eskiçağ Tarihi ve Eski Türk Tarihi’nin öğretimi

Research paper thumbnail of Medi̇ne’De Sosyal Hayat -Dört Hali̇fe Dönemi̇

Toplum halinde yaşayan insanların karmaşık sosyal bağlarının olduğunu düşündüğümüzde toplumu sade... more Toplum halinde yaşayan insanların karmaşık sosyal bağlarının olduğunu düşündüğümüzde toplumu sadece belirli konularda incelemenin olayların bütününü görmeye engel olacağını da belirtmek gerekir. Birey, bir ailenin ferdi, toplumun bir üyesi, devletin bir vatandaşı olarak çarşı pazarda bir müşteri, eğitim faaliyetlerinin bir parçası, herhangi bir davanın tarafı, sağlık kurumlarının bir çalışanı veya muhatabı konumlarında olabilmektedir. Özellikle bir şehir özelinde yapılan sosyal tarih araştırmalarında bireyi ve toplumu incelerken mümkün olduğunca bir bütün halinde değerlendirmek, yaşantısına etki eden ve kendisinin de etkilediği tüm alanları ele almak gerekmektedir. Toplumun demografik yapısı, kurumlar, günlük yaşam, iktisadî ilişkiler, dinî hayat gibi tüm alanları kapsayan bir çalışma o topluma dair daha bütüncül ve sağlıklı veriler sunacaktır. İşte alanında ilk çalışma kabul edilebilecek bu kitapta nebevî modelliğin üzerinde yükseldiği tarihî zeminle birlikte İslâm tarihçiliğinin kadim problemlerinden biri olan Hz. Peygamber’in nebevî davetine sadece şahit olmayıp aynı zamanda destek veren bir toplumun nasıl kısa bir süre içerisinde birbirlerinin boğazına sarıldıklarını anlayabilmede toplumun ictimaî ve iktisadî yönden yaşadığı dönüşümler bir bütün olarak ele alınmaktadır.

Research paper thumbnail of Hâtıb b. Ebû Beltea Hayatı ve Faaliyetleri

Aslen Yemenli olan ve mukâtebe yolu ile ozgurlugune kavusan Hâtib b. Ebu Belteʻa, Cahiliye Donemi... more Aslen Yemenli olan ve mukâtebe yolu ile ozgurlugune kavusan Hâtib b. Ebu Belteʻa, Cahiliye Donemi’nde sairligi ve suvariligi ile meshurdur. Hicretten once Musluman olmus, Habesistan’a hicret etmeyerek Hz. Peygamber’in yaninda kalmayi tercih etmistir. Hicret icin izin verilmesinin ardindan Medine’ye hicret etmis ve vefatina kadar Hz. Peygamber’in yanindan ayrilmamistir. Hâtib b. Ebu Belteʻa’yi digerlerinden farkli kilan ise onun Mekke’nin fethi icin sefere cikilmadan once yapmis oldugu hatadir. O, Mekke ileri gelenlerine bir mektup gondermis ve Hz. Peygamber tarafindan ozellikle gizli tutulmasina ragmen durumu haber vermek istemistir. Bu nedenle de ihanet ile suclanmistir. Bu olay Islam tarihinde bircok tartismalara neden olacak olan Bedir ashabinin affedilmesi ile ilgili hadiseye de konu olmustur. Yine ayni olay nedeni ile Mumtehine Suresi’nin ilk ayetleri nazil olmustur. Hâtib b. Ebu Belteʻa’yi farkli kilan ikinci olay ise Hz. Peygamber’in Islam’a davet iceren mektubunu Misir Mukav...

Research paper thumbnail of Uluslararasi İli̇şki̇ler Bağlaminda Hz. Muhammed’İn Gayri̇müsli̇m Unsurlarla Olan İli̇şki̇leri̇ndeki̇ Örnekli̇ği̇

Devletlerin birbirleri ile olan iliskilerinin tumunu icine alan ve cogu zaman dis politika kavram... more Devletlerin birbirleri ile olan iliskilerinin tumunu icine alan ve cogu zaman dis politika kavrami ile es anlamli olarak kullanilagelen diplomasinin kokenlerini cok eskilere kadar goturmek mumkundur. Diplomasi, topluluklar arasindaki iliskilerin mumkun oldugunca bariscil yontemler ve muzakereler yolu ile cozulmesini hedef alir. Temel gorevleri arasinda yeryuzunde hakki, iyiligi, barisi ve adaleti saglamak olan peygamberler, kendisine inanan insanlar ile diger topluluklar arasinda iliskilerini bu dogrultuda duzenlemeye calismislardir. Islam dininin peygamberi olan Hz. Muhammed de Medine’ye hicretinin akabinde meydana getirdigi Islam toplumu ile diger toplumlar arasindaki iliskileri bahsedilen ilkeler uzerine bina etmeye calismis, gayrimuslim unsurlar ile iliskilerde uygulanacak siyasetin temellerini de sekillendirmistir. Gunumuz Islam devletleri ve yoneticileri, dis iliskilerinde bunlari goz onunde bulundurmalidir. Hz. Peygamber, gayrimuslimler ile olan munasebetlerinde mutlaka ileti...

Research paper thumbnail of İlk İslam Di̇plomati Amr B. Ümeyye Ed-Damrî

Aslen Damre kabilesinden olan Amr b. Umeyye ed-Damri, Rasulullah (sav) donemindeki diplomatik etk... more Aslen Damre kabilesinden olan Amr b. Umeyye ed-Damri, Rasulullah (sav) donemindeki diplomatik etkinliklerde onemli gorevler ustlenmis bir sahâbidir. O, bu gorevlere tesadufen getirilmemis, onceki tecrubelerinden diplomatik teamuller hakkinda bilgi sahibi oldugu icin tercih edilmistir. Amr b. Umeyye, henuz Musluman olmadan once Hz. Peygamber tarafindan Habesistan’a Muslumanlarin haklarini savunmak uzere gonderilmistir. Bu yonu ile Islam’in ilk siyasi temsilcisi (diplomati) olma ozelligini tasimaktadir. Islam’a girmesinin ardindan da bircok defa temsilcilik gorevinde bulunmustur. Hz. Peygamber tarafindan sadece siyasi meseleler icin gorevlendirilmemis, kendisine yonelik suikast tesebbusunden dolayi Ebu Sufyân’i cezalandirmak, Mekkeliler tarafindan sehit edilen ve cesetleri teshir edilen Muslumanlari bulunduklari yerden indirerek defnetmek, Habesistan’da Necâsi Ashame’nin huzurunda Ummu Habibe ile olan evlilik islerini yurutmek gibi konularda da gorevlendirilmistir. Bu yonleri ile Amr ...

Research paper thumbnail of Sovyetler Dönemi̇ Ders Ki̇taplarinda Eski̇çağ Tari̇hi̇ Ve Eski̇ Türk Tari̇hi̇’Ni̇n Öğreti̇mi̇

Tarihsel surecte Turk devletleri ile kadim sinir komsusu olan ve ilk donemden gunumuze kadar gene... more Tarihsel surecte Turk devletleri ile kadim sinir komsusu olan ve ilk donemden gunumuze kadar genellikle mucadele halinde bulunulan Rusya’nin, siyasi tarihinin yani sira kulturel ogelerinin bilinmesi de buyuk onem tasimaktadir. Zira askeri ve siyasi basarilar elde edebilmek icin muhakkak iyi bir egitim sistemi uygulanmalidir. Egitimin bir parcasi tarih ogretimi ise, onun da en onemli kisimlarindan birisi komsu ulkeler ile olan iliskilerin ogrenilmesidir. Bu calismamizda Sovyetler Birligi’nde tarih egitiminin bir parcasini teskil eden Eskicag Tarihi ve Eski Turk Tarihi’nin ogretimi incelenecektir. Calismanin hacmi geregi diger donemlere girilmeyecektir.

Research paper thumbnail of KARAMANOĞLU BEYLİĞİ’NİN ERMENEK MERKEZDEKİ TAŞINMAZ KÜLTÜREL MİRASI