Sırrı Keşf - Academia.edu (original) (raw)

Uploads

Papers by Sırrı Keşf

Research paper thumbnail of Tevilat 1 - Abdurrezzak Kaşani

İlköğretimini köyünde tamamladı. İlkokula devam ederken bir yandan da köyün medresisinin müderris... more İlköğretimini köyünde tamamladı. İlkokula devam ederken bir yandan da köyün medresisinin müderrisi Molla Salih Kozi'den Sarf, Nahiv derslerini aldı. Sonra Erçiş ilçesinin ortaokulunu okudu. Ardından Muş İmam Hatip Lisesine devam etti. Bu arada İslami ilimlerdeki tahsiline de devam etti. Molla Abdurrahman Soskuni'den Hadis derslerini tahsil etti. 1981 yılında girdiği Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Arap Fars ve Edebiyatları Bölümünden 1985 tarihinde mezun oldu. Bugüne kadar çeşitli dergilerde yayımlanmış makaleleri ve kırkın üzerinde tercüme eseri mevcuttur. İslami ilimlerin hemen her alanında tercüme eserler vermiştir. Yayımlanmış olan tercüme eserlerinden bazıları şunlardır: Fi Zilal'il Kur'ân 10 Cild, El Mizan Fî Tefsiri'l Kur'ân 20 Cild, Et-Tefsiru'l Hadis 7 Cild, Hz. Muhammed'in Hayatı 2 Cild, Ehl-i Beyt Ahlakı, Usul-u Kafi 3 Cild, Mutezile ve İnsanın Özgürlüğü Sorunu, İslam Düşüncesinde Değişim.. Ayrıca Yayınevimiz Kitsan'dan M.İbn Arabi Hazretlerinin külliyatından bazı eserlerinin de tercümeleri yayımlanmıştır. Bunlar sırasıyla şunlardır: Ruh'ul Kuds, Üstün Ahlâk (Mekarimu'l Ahlâk / Rasulullah (s.a.v.)ın övülmüş ahlakı), Nurlar Menbaı (Mişkat'ul-Envar), Hırka (Nesebu'l Hırka / Tasavvuf Hırkası), Kur'ân Mührü / Hatmu'l Kur'ân (M. İbn Arabi'nin Kendi Kaleminden Kapsamlı Hayatı) M. İbn Arabi'nin 29 Risalesinin Tercümesi 3 Cild.

Research paper thumbnail of Abdullah-ı dehlevî

Research paper thumbnail of İki Madnun - Gazali

A-ZA.MAN Zaman mahdut olmaz (sınırlanmaz), zaman içindezanıanınyaratılması da muhaldir. Şu halde,... more A-ZA.MAN Zaman mahdut olmaz (sınırlanmaz), zaman içindezanıanınyaratılması da muhaldir. Şu halde, ({yavm ı) (gün) lügatte sonrada"" oluş demektir. " '" Allah'ın günleri ise, Hak Tealanın; (.L.Uı t~~L:ı ~JS~.J) «Onlara Allah'm' ,günlerini hatırla't!» (ibrahim 14/q] dediği , yerde, bunlar yarattıklarının, san'atlarınin, ıcat ettiklerinin bir kaç yönden mertebeleridir. Bu mertebelerden. . birisi, ı;. ı;. , : ,. (ry.ı :L~.)i <$:1) ({Dört günde ı(yarattı).» (Fussilet 41/10) , kelamıdır ki" bunların bir günü göğün maddesi, bir ,günü onun teşekkülü, bir günü yıldızlan ve bir günü denüfusu (meleklerDdir. (0:~ ~'~ <f .)•"11 ~eJ.;'"). «Arzı iki günde yarattı.)} (Fussilet 41 ıg) kalarnı da (ayni halde) maddeleşme ve şekillenmedir. Göklerin m,addesi ile burçlarının (yıldız kümelerinin) maddesi bir suret,şekildir. Arzm maddesi ise erkeklerle dişile•ri arasında müşterektir, erkekli dişilidir .. Bu madde çok adıdir. Çünkibu, seni 'alacağım diye yanına gelen her erkeği kabul eden istarik bir kadına benz.er. . 5 Mertebelerden biride c~mad yani, cansız varlıklar sayılan/ardır. Madenler decemaddaiıdır. Canlı olanlar bitkiler, hayvanlar ve insanlardır. Mertebelerin bir diğeri d~ toprak, su, hava, ateş (hararet)tir. Yüksek varlıklar; gök cisimleri ve dünya yüzünden uzakta olan her şey lügat itibarı ile semadır. Çünki fügatçı/ar: Başından yukarı ne var ise işte orası semadır, gökten aşağı yani ayın çevirdiği göklerin altında bulunan her şey de, gezgin yıldız/arın çizdiği, göklere nisbetle arzdır derler. ~ , Kur'an'daki (0-~.J..,.e tP;))11 ı:r-') «Arzdan da onların gibi (yed,i tane)>> kelamı şunları ifade eder: 1 ,-Ateş küresi : (merkez) 2-Hava küresi: (gaz tabakası) .3-Su üzeri~de bulunan kuru çamur küresi : (kabuk) 4 ~ Su küresi": (deniZ,ler) 5-Döşenmiş" arz: (dünyanın yüzü, kara/ar} 6-Karmaşık küre: (bitkiler, ormanıar, hayvanlar) 7-Yüksek varlıklar,(l) B ~ 'iRTiKA (Yücelme) TABiRi Kur'an-ı Kerim'in bir emri olan,({~~.,,;:JI ~ J.J'.iW~) {{Sebeplerda irtikaa etsinler!» (Sad' 38/10) irtika' : adi ve (1) Kur'an'da geçen yedi kat gök gibi yedi tabaka arzı, Gazô/i, ne güzel tayin etmiştir. Bu ~ünkü ieolojik görüşe de uygundur. O'nun devrinde, yani zamanımızdan 850 sene' evvel Batı dünyôsındO, böyle bir görüş ve anlayışa sahip olan Gazen çağdaşı bir 'bilgin yoktur.Var ise, isıamıarda ve Endüıüstedir. 6 aşağı olanın şerefli ve üstlin olana yükselmesi, vacıbu'l-vu cüd'a, varlığı kendi zat i iler1<aaim C?lan Hak Te~Haya varıncı• ya kadar yükselmeye devam etmesi demektir. Nitekim Hak \Celle ve Ala Kur'an'ında {(Muhakkak ki münıeha, yük. satişi n 5011 noktası Rabbmadır.» (Neem 53/42) buyurmuştur.'•-Yine Hek Teala: (YıCJJ j.~ı <.şkS" ~ k..JI '-?y\w r~) «O gungöğü kitapla,r için,' defter, kağıt, dürer gibi düreceğiz, aralarmdaki mes~feleri kaldırıp biribirlerine yaklaştıracağıı.» (el-Enbiya 21/.104) buyurdu.' , Yineaynı sürenin 30. ayetinde ise;

Research paper thumbnail of Cüneyd-i bağdâdî

Evliyânın büyüklerinden. Tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından olup, Seyyid-üt-Tâife denmekle meş... more Evliyânın büyüklerinden. Tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından olup, Seyyid-üt-Tâife denmekle meşhûrdur. Künyesi, Ebü'l-Kâsım'dır. Cüneyd bin Muhammed 822 (H.207)'de Nehâvend'de doğdu. Bağdat'ta büyüdü ve orada yaşadı. 911 (H.298) senesinde vefât etti. Cüneyd-i Bağdâdî yedi yaşında iken, mektepten gelince babasının ağladığını görüp, sebebini sordu: "Zekât olarak dayın Sırrî-yi Sekâtî'ye birkaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babacığım, parayı ver ben götüreyim." deyip dayısının evine gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı, kim olduğunu sorunca; "Ben Cüneyd'im dayıcığım. Kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri al!" dedi. Dayısı; "Almam!" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Adl edip babama emreden ve ihsân edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için al!" dedi. Dayısı; "Allahü teâlâ babana ne emretti ve bana ne ihsân etti?" dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adâlet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekâtı kabûl etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi." dedi. Bu söz Sırrî-yi Sekatî'nin çok hoşuna gidip; "Oğlum! Gümüşleri kabûl etmeden önce seni kabûl ettim." dedi ve kapıyı açıp parayı aldı. Cüneyd-i Bağdâdî dayısına talebe olduktan bir süre sonra onunla berâber hacca gitti. Mescid-i Harâmda dört yüz kadar büyük zât, şükür hakkında konuşuyorlardı. Her zât şükrü târif ve îzâh ettiler. Netîcede dört yüz ayrı îzâh meydana geldi ise de, hepsi de bu târif ve îzâhları yetersiz buldu. Hazret-i Sırrî-yi Sekatî, orada bulunan Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "Mâdem ki buradasın, bu hususta bir de sen bir şeyler söyle." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Şükür, Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmet ile O'na isyân etmemek, O'na isyân için, ihsân ettiği nîmeti sermâye olarak kullanmamaktır." buyurdu. Orada bulunanların hepsi bu cevâba çok sevinip; "Seni tebrik ederiz. Maksadı en güzel şekilde ifâde ettin. Bu, ancak bu şekilde târif edilebilirdi." dediler. Sırrî-yi Sekatî; "Yavrum, öyle anlıyorum ki senin lisanın doğru ve kuvvetli olacak. Böyle güzel söyleyebilmek hâli sana nereden geliyor?" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Sizin sohbetlerinizde bulunmakla efendim." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî hocasına âid olan evin bir odasında kalırdı. Her an Allahü teâlâyı hatırlardı. Seccâdesi üzerinde, sabaha kadar "Allah, Allah" der, aynı abdestle sabah namazını kılardı. Bu hâl senelerce böyle devâm etti. Bir gece yıkanmak için suya ihtiyâcı oldu. Hava çok soğuk olduğu için; "Sabah olmasını bekleyeyim, su ısıtırım veya hamama gidip yıkanırım" dedi. Sonra düşündü ki: "Ben yıkanmayı tehir için, sabahın olmasını, su ısıtmak, hamama gitmek gibi bir sürü şeyleri istiyorum. Halbuki, Allahü teâlâ bana sâdece bir defâ yıkanmamı emrediyor. Ben de onu tehir için çeşitli bahâneler arıyorum. Benim yaptığım hiç münâsip değil." dedi. Hemen, gecelik elbisesi üzerinde olduğu halde, soğuk su ile gusletti. Tasavvufu, dayısı Sırrî-yi Sekatî'den öğrendi. Asrının kutbu idi. Binlerce velî yetiştirdi. Otuz defâ yaya olarak hacca gitti. Kerâmetleri, nasîhatları, hikmetli sözleri ve ihlâslı amelleri ile meşhûr oldu. Zâhirî ilimleri, İmâm-ı Şâfiî'nin talebelerinden Ebû Sevr'den öğrendi. Ayrıca Hâris-i Muhâsibî, Muhammed Kassâb ve başka zâtlarla da sohbet etti. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, otuz sene cemâatle namazda ilk tekbiri kaçırmadı. Namazda kalbine dünyâ düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardı. Dâimâ Allahü teâlâyı hatırlardı. Her gün 400 rekat namaz kılardı. Otuz yıl yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibâdetle meşgûl oldu.

Research paper thumbnail of Ebû türâb

Research paper thumbnail of Rahman ve Rahim Allah ismi ile. Övgü Alemlerin Rabbi Allah içindir. Salat ve Selam

Research paper thumbnail of Behlül-i dânâ

Research paper thumbnail of Bâyezîd-i bistâmî

Evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete ... more Evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisidir. Sultân-ül-Ârifîn lakabıyla meşhûrdur. Künyesi, Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, babasının adı Îsâ'dır. 776 (H.160) veya 803 (H.188)de İran'da Hazar Denizi kenarında Bistâm'da doğdu. Daha annesinin karnında iken kerâmetleri görülmeye başladı. Annesi ona hâmile iken şüpheli bir şeyi ağzına alacak olsa, onu geri atıncaya kadar karnına vururdu. Çocukken bir gün câmi avlusunda oynuyordu. Oradan geçmekte olan Şakîk-i Belhî kendisini görüp; "Bu çocuk büyüyünce zamânının en büyük velîsi olacak." buyurdu. Yine bir gün hadîs âlimlerinden bir zât onu görünce çok hoşuna gitti. Zekâ ve anlayışını ölçmek için sordu: "Güzel çocuk, namaz kılmasını güzelce biliyor musun?" Bâyezîd-i Bistâmî de ona; "Evet Allah dilerse becerebiliyorum." cevâbını verince; "Nasıl?" diye sordu. Bâyezîd-i Bistâmî de; "Buyur yâ Rabbî! Emrini yerine getirmek üzere tekbir alıyor, Kur'ân-ı kerîmi tâne tâne okuyor, tâzim ile rükûya varıyor, tevâzu ile secde ediyor, vedâlaşarak selâm veriyorum." deyince, o zât hayran kalarak; "Ey sevgili ve zekî çocuk! Sende bu fazîlet ve derin anlayış varken, insanların gelip başını okşamalarına niçin izin veriyorsun?" diye sordu. Bâyezîd-i Bistâmî de; "Onlar beni değil, Allahü teâlânın beni süslediği o güzelliği meshediyorlar. Bana âid olmayan bir şeye dokunmalarına nasıl engel olabilirim?" cevâbını verdi. Küçük yaşta iken annesi, kendisini mektebe gönderdi. Bâyezîd hazretleri, büyük bir dikkatle derse devâm ediyordu. Bir gün Kur'ân-ı kerîm okumak için gittiği mektepte, okuduğu bir âyet-i kerîmenin (Lokman sûresi: 14) tesiri ile erkenden eve döndü. Annesi merak edip niçin erken döndüğünü suâl edince, şöyle cevap verdi: "Bir ayet-i kerîme gördüm. Allahü teâlâ o âyet-i kerîmede kendisine ve sana hizmet ve itâat etmemi emrediyor. Ya benim için Allahü teâlâya duâ et, sana hizmet ve itâat etmem kolay olsun, veyahut da beni serbest bırak, hep Allahü teâlâya ibâdet ile meşgûl olayım." dedi. Annesi; "Seni Allahü teâlâya emânet ettim. Kendini O'na ver." dedi. Bundan sonra Bâyezîd, kendini Allahü teâlâya verdi, emirlerinin hiç birisini yapmakta gevşeklik göstermedi; ama annesinin hizmetini de ihmâl etmedi. Annesinin küçük bir arzusunu, büyük bir emir kabûl edip, her durumda yerine getirmeye çalışırdı. Çünkü Allahü teâlânın emri de böyle idi. Elinde olmadan iki sefer annesinin arzusunu yerine getiremedi. Bu husûsu büyük pişmanlık içinde şöyle anlatır: "Hayâtımda yalnız iki defâ annemin arzusunu yerine getiremedim. Her defâsında mutlaka bana zararı dokundu. Birincide düştüm burnum ezildi. İkincisinde ayağım kaydı düştüm, omuzumdaki su testisi kırıldı. Soğuk ve dondurucu bir kış gecesi idi. Annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi. Bâyezîd-i Bistâmî hemen fırlayıp su testisini almaya gitti. Fakat testide su kalmamış olduğundan çeşmeye gidip, testiyi doldurdu. Buzlarla kaplı testi ile annesinin başına geldiğinde, annesinin tekrar dalmış olduğunu gördü. Uyandırmaya kıyamadı. O halde bekledi. Nihâyet annesi uyandı ve "Su, su!" diye mırıldandı. Bâyezîd elinde testi bekliyordu. Şiddetli soğuk tesiri ile eli donmuş, parmakları testiye yapışmış idi. Bu hâli gören annesi; "Yavrum, testiyi niçin yere koymuyorsun da elinde bekletiyorsun?" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî; "Anneciğim uyandığınız zaman, suyu hemen verebilmek için testi elimde bekliyorum." dedi. Bunun üzerine annesi; "Yâ Rabbî! Ben oğlumdan râzıyım. Sen de râzı ol!" diye cân u gönülden duâ etti. Belki de annesinin bu duâsı sebebiyle, Allahü teâlâ ona evliyâlığın çok yüksek mertebelerine kavuşmayı ihsân etti.

Research paper thumbnail of Islam Risalesi Ahmet Noyan Kızıltan

Selam bizim ve sizin üzerinize olsun. Bu risale İslam hakkındadır ve onu formların dışında, bulun... more Selam bizim ve sizin üzerinize olsun. Bu risale İslam hakkındadır ve onu formların dışında, bulunduğu üzere açıklar. Günümüzde İslam'ın Muhammedi sürümü İslam'dan ayrı bir 'Müslümanlık' dini haline gelmiş bulunmaktadır. Halbuki İslam bir din değil, dinin kendisidir. Tüm İbrahimi dinler ve başka bir çoğu İslam'ın bir formu olmaktan ibarettir. Dolayısıyla hepsi farklı görünümlü, ancak aynı iskeleti taşıyan bedenlerdir. İslam herhangi bir zamanda, dünyanın herhangi bir bölgesinde, belli bir kalıp altında belirdikten sonra İslam niteliğini kaybetmekle Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık vb.

Research paper thumbnail of Akşemseddin

İstanbul'un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî. Asıl ismi Muhammed bin Hamzâ, lakabı... more İstanbul'un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî. Asıl ismi Muhammed bin Hamzâ, lakabı Akşeyh'tir. Evliyânın büyüklerinden Şihâbüddîn Sühreverdî'nin neslindendir. Soyu, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'a ulaşır. Hacı Bayram-ı Velî'nin, ona; '"Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd'den, insan cinsinin karanlıklarını söküp atmakta güçlük çekmedin." demesi sebebiyle, "Akşemseddîn" lakabı verilmiştir. Saçının, sakalının ağarması ve ak elbiseler giymesi sebebiyle"Akşemseddîn" denildiği de rivâyet edilmiştir. 1390 (H.792) senesinde Şam'da doğdu. Küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Yedi yaşında babası ile Anadolu'ya gelip Amasya'nın Kavak nâhiyesine yerleşti. Bir süre sonra babası vefât etti. Akşemseddîn'in babası da âlim ve velî idi. Babası vefât edip, defn olunduğu günün gecesi bir kurt gelip kabrini açtı. Bu kurt, o beldeye musallat olmuştu. Yeni mezarları bulur ve ölüyü mezardan çıkararak parçalardı. Şeyh Hamza'yı da parçalamak ve yemek istemişti. Fakat Şeyh Hamza, mübârek elini uzatarak, o kurdu boğazından sıkıp öldürdü. Ertesi sabah ziyârete gelen halk, kurdu ölü, Şeyh Hamza'nın elini de mezardan çıkmış buldular. Hâl sâhibi biri;

Research paper thumbnail of Ahmed bedevi

Mısır evliyâsından. İsmi Ahmed olup babasının adı Ali'dir. Nesebi Peygamber efendimize ulaşır. Kü... more Mısır evliyâsından. İsmi Ahmed olup babasının adı Ali'dir. Nesebi Peygamber efendimize ulaşır. Künyesi Ebü'l-Fityan ve Ebü'l-Abbas, lakabı ise Şihabüddîn'dir. Seyyid-i Bedevî diye tanınır. Annesinin ismi Fatma binti Muhammed'dir. 1200 (H.596)'de Fas'ta doğdu. Ahmed Bedevî hazretleri altı yaşlarında iken babasına rüyâsında; "Yâ Ali! Bu beldeleri bırak. Mekke'ye taşın, orada yaşa. Bunda birçok hikmetler vardır." dendi. Bu mânevî işâret üzerine âilesi ile birlikte 1206 senesinde Fas'tan yola çıktı. Dört sene süren uzun yolculuk sırasında yolda herkesten, yardım, hürmet ve ikrâm gördüler. Mekke'ye yerleştikten bir müddet sonra babası vefat etti ve Bab-ı Mualla'ya defnedildi. Ahmed-i Bedevî hazretleri küçük yaşta ilim tahsîline başladı. Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Önceleri, çok cesûr, atılgan bir mîzâca sahipti. Çok iyi ata binerdi. Kendisine ezâ eden olursa onlara karşılık verirdi. Bunun için Attâb diye tanındı. Bir gün Kabe-i muazzamanın kenârında bir yerde uyuduğu sırada rüyâsında gizliden bir ses Ahmed-i Bedevî'ye; "Uykudan uyan! Allahü teâlânın bir olduğunu zikret." diyordu. Kalkıp abdest aldı. İki rekat namaz kılıp, Allahü teâlâyı zikretti. Sonra tekrar yatıp uyudu. Rüyâsında önceki sesi tekrar duydu. Ona; "Kalk Allahü teâlânın bir olduğunu zikret, uyuma! Yüksek derecelere kavuşmak isteyen uyuyamaz!Ne bir şey yiyebilir, ne de bir şey içebilir. Dâimâ, oruç tutmak ve geceleyin herkes uykuda iken namaz kılmak sûretiyle nefsinle mücâdele et. Kalk böyle yap! Sana, yüksek haller ve dereceler verilecek." diyordu. Rüyânın tesiriyle uyanan Ahmed-i Bedevî, hemen rüyâsını yaş, ilim ve derece bakımından yüksek olan ağabeyine anlattı. O da; "Sırrını gizli tut! Söylenilenlere uygun yaşa!" dedi. Ahmed-i Bedevî bu nasihatlere uyarak, gayret gösterdi, Allahü teâlânın izni ve ihsânı ile nice güzel hâl ve yüksek derecelere kavuştu. Ahmed-i Bedevî kendisini ilme ve ibâdete verdi. İnsanlarla alâkasını azalttı ve konuşmayı terk etti. Bir şey söylemesi îcâb edince bunu işâretle anlatırdı. Üst üste gördüğü rüyâ üzerine Irak'a gitti. Orada; Ahmed Rıfâî, Abdülkâdir-i Geylânî, Hallâc-ı Mansûr, Sırrî-yi Sekatî, Ma'rûf-i Kerhî, Cüneyd-i Bağdâdî gibi evliyânın kabirlerini ziyaret etti. 1236 senesinde, rüyâsında Mısır'ın Tanta şehrine gitmesi işâret olundu ve yola çıktı. Kahire'ye geldiğinde Mısır sultânı, onu, askeri ile birlikte karşıladı ve husûsî misafirhânesinde ağırladı. Kendisine çok hürmet etti. Sonradan o da talebelerinden oldu.

Research paper thumbnail of Tevilat 2 - Abdurrezzak Kaşani

ENBİYÂ SURESİ • 783 ENBİYÂ SURESİ "BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM" "Rahman ve Rahîm olan Allah adıyla" ... more ENBİYÂ SURESİ • 783 ENBİYÂ SURESİ "BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM" "Rahman ve Rahîm olan Allah adıyla" 1-İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirdiler. 2.3-Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak, kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir. O zalimler şöyle fısıldaştılar: Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşer olmaktan başka nedir ki! Siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz? 4-(Rasul) dedi ki: Rabbim, sema da ve arz da (söylenmiş) her sözü bilir. O, hakkıyla Semi (işiten) ve Aliym(bilen)dir. 5-«Hayır, dediler, (bunlar) saçma sapan rüyalardır; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şairdir. (Eğer öyle değilse) bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bir âyet getirsin.» 6-Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir belde iman etmemişti; şimdi bunlar mı iman edecekler? 7-Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz rical'den (erlerden) başkasını (Resul, Nebiy) irsal etmedik (göndermedik). Eğer bilmiyorsanız kitab ehline (bilenlerden) sorunuz. 8-Biz onları (resulleri, nebiyleri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî kalıcı da değillerdir. 9-Sonra onlara (verdiğimiz) sözü yerine getirdik; böylece, hem onları hem de dilediğimiz (başka) kimseleri kurtuluşa erdirdik; müsrifleri de helâk ettik. 10-And olsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir Kitab indirdik. Hâlâ akıl etmez misiniz? 11-Zalim olan nice beldeyi kırıp geçirdik; arkasından da nice başka topluluklar vücuda getirdik.

Research paper thumbnail of Insan i Kamil Abdulkerim El Cili Mecdi Tolun Tercumesi

Research paper thumbnail of İnsanın Aslî Vatana Dönüşü

; lahut âleminde kudsî ruhu, tam kıvamında yarattıktan sonra, onu aşağılara göndermeyi diledi ve ... more ; lahut âleminde kudsî ruhu, tam kıvamında yarattıktan sonra, onu aşağılara göndermeyi diledi ve gönderdi. Bundan kasdı; güçlü padişahın katındaki doğruluk otağında, yakınlık bulmak ve ünsiyetin artmasıydı. Ki orası, evliya ve enbiyânın makamıdır. Allah-ü Teâla o kudsi ruhu önce, ceberut âlemine gönderdi. Beraberinde TEVHÎD tohumu bulunuyordu. Uğradığı âlemde onun benliğine nuraniyet hali emânet edildi. Ve orada bir kisve giydi. Oradan mülk âlemine geçti. Orada kendi benliğine has, Hakkın yarattığı kisveyi giydi. O kisvenin giydirilmesindeki murad; bu mülk âleminin yanmamasını temindi... işte bu yoğun ceseddir. Bu kudsi ruha, giydiği ceberut kisvesi dolayısıyla, sultanî ruh, tabir edilir. Melekût âleminden aldığı kisve icabı, ona seyranî ve revani ruh, tabir edilir. Mülk âlemine nisbeti ile ona cismani ruh, tabir edilir. Bu esfel âleme gelmeden maksud, kalb ve kalıp vasıtası ile, yakınlık ve derece kazanmaktır. Bu âleme gelecek, kalb arzına TEVHÎD tohumunu ekecek ve orada TEVHÎD ağacını bitirecek... "O ağacın aslı, olduğu yerde durur" ve dalları sürür boşluğunu doldurur. Ve orada Allah rızası için, TEVHÎD meyveleri .verir. Ve sonra, kalb arzına, şeriat tohumu ekti. Orada şeriat ağacını büyütmeyi istedi. Ve derecelere ait meyvelerin hâsıl olmasını istiyordu. Allah-ü Teâla ruhlara cesetlere gitmeyi emredince, her birine has yer ayrıldı. Cismanî ruhun yeri etle kan arası oldu. Kudsi ruhun yeri sırda yapıldı. Bu iki ruhtan, her birinin ayrı ayrı yerleri ve bu vücud ülkesinde metaı, kârı ve ticareti vardır. O ticaretler bol ve bereketlidir. Allah-ü Teâla onları anlatırken şöyle buyurdu:-"Gizli ve aşikare bol ve bereketli kâr ümit ederler.." (Fatır, 29) Her insana lâyık olan odur ki, bu vücud âleminde yapacağı işi bile.. anlaya.. Çünkü bu âlemde, boynuna hangi hüküm asılmış ise, o hâsıl

Research paper thumbnail of Gaybin Dili

Cem oldu âşıkları pîrîm Abdü'I-Kâdir'in Yolunda sâdıkları pîrîm Abdü'I-Kâdir'in Elim verdim eline... more Cem oldu âşıkları pîrîm Abdü'I-Kâdir'in Yolunda sâdıkları pîrîm Abdü'I-Kâdir'in Elim verdim eline kurban oldum diline Canım feda yoluna pîrîm Abdü'I Kâdir'in Sana derim ey kişi çıkar dilden teşvişî Oda yanmaz dervişi pîrîm Abdü'l Kâdir'in Arısıyım balıyım bahçesinin gülüyüm Bağının bülbülüyüm pîrîm Abdû'l-Kâdir'in Hakk katında uludur iki cihan doludur Eşrefzâde kulundur pîrîm Abdü'l-Kâdir'in Eşrefzâde Rûmî Not: Bu ilâhî Kadrî Dergâhlarında Devrân adı verilen Toplu Zikre başlamadan evvel müridlerin ayakta okudukları İlâhî'dir. (Mütercim) Bu k ı ymetli eser; Seyyid Hüseyin Fevzî paşa ile bu kitaba ve bunun nevînden olan eserlerin tümüne emeği geçen, insanları gerçek İSLÂM D İ N İ konusunda uyarmaya çalışan bu kutsal vazifeye kendini adayan âriflere ithâf olunmuştur. KİTSAN Ş. GÖKNAR-3-Bölüm: 1 YAYINEVİNİN ÖNSÖZÜ VE ESERİN TANITIMI Elinizde bulunan bu eserin aslı Farsça'dır. Eş-Şeyh Muhammed Sadık-ül Kâdirî'y-üş Şehâbî'y-üs Sadi Hz.leri tarafından Farsça'dan Arapça'ya; «Menâkibi Tâc-ül Evliya ve Burhan-ül Esfiya, El-Kutbür Rabbani Vel Gavsüs Samedânî Es-Seyyid Abdül-kâdîr-ül Geylânî (k.s.)» ismi konularak tercüme edilmiştir. Arapça'ya tercüme edilerek basılan eserin isminin bulunduğu risalenin altında, şu açıklama bulunmaktadır ki, cidden irfan ehlince bu satırlar çok derin ledünnî mânaları (İlâhî sırları) açıklamaktadır: «Hüvel kitâb-ül müsemmâ bîtefrih-ül Hatırü tercüme-tü şeyh Abdulkâdîr El kadiri İbni Muhiddin-ül Erbili.» Yukarda ki beyîtte ünlü mütercim bu gibi eserlerin gönüllere ferahlık verdiğine işaret buyurmaktadır ki, cidden öyledir. Tasavvufa âit bütün eserler, gönülleri ferahlandırır. Zâten bu sebepledir ki, Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn ibn'ül Arabî (r.a.) şöyle buyurmu şlardır:-«Öyle zaman gelecektir ki, hasbel icâb ve zaman zahir olamayan mü'minler, bu gibi tasavvuf! eserleri okuyarak, ALLAH'ın sevdiklerinden olabileceklerdir.» Eserin basıldığı yer hakkında, ise eser'in aslında şu bilgiler verilmektedir: «İşbu eser İsâ Matbaasında, Haleb kapısında, Mısır'da basılmıştır.» İşte elinizde bulunan bu kıymetli eser de bu Arapça olan eserin Arapça'dan da Türkçe'ye Seyyid Hüseyin Fevzi Bey tarafından tercüme edilmesi ile hazırlanmıştır. Eser'in ilk basımında sadeleştirmesini A. Kadîri ve B.Uluçınar yapmışlardır. Yayınevimiz naçizane olarak sahasında çok kıymetli olan bu eseri, yeniden tertib ettirerek ayrı ca eser'in içersine KADİRİ EVRADINI ve Gavsü'l-Âzâm'm müridlerine tavsiyeleri olan hikmetli sözlerini «EY OĞUL!»'u ayrı bölüm halinde alarak siz k ı ymetli okurlarımıza sunmaktan Cenab-ı Hakk'a sonsuz şükran duymaktadır... Zira; şuna kesinlikle inanmaktayız ki ilmi ledünnü (HAK İLMİ) ve tasavvuf erbabının hallerini anlatan kitapları yayınlamak ve bu kitaplardan faydalanabilmek her şeyde olduğu gibi TAKDÎR-Î İLÂHÎ'dir. Ve şuna da kesinlikle inanmaktayız ki bu ilme hizmet etmek çok kıymetli olan bir lütfü ilâhîdir... Bizler de bu ilme ummanda bir damla kadar hizmet edebiliyorsak bizlere ne mutlu... Şuna da eminiz ki; Herşeyin doğrusu ancak CENAB-I HAKK (c.C.) bilir!.. O'nun müstakbel yerini işaret etti. 1127 yılında sôfî Yusuf El-Hemedânî (*), Hz. Abdülkâdîr Geylânî'ye cemâate vaaz etmesi için telkinde bulundular. Hz. Abdülkâdîr geniş ve sonsuz bir ilim hazînesi olmasına rağmen irşad görevini yüklenemiyordu... Çünkü bekledikleri bir işaret Hz. Peygamber (s.a.v.) katından bir izinname vardı. Yusuf Hemedânî (k.s.)'un irşad ve îkâzı o kutsal müsâdenin yaklaştığını haber veriyordu. Nihayet günlerden bir Cum'a, büyükler büyüğü olacak Hz. Abdülkâdîr Geylânî minbere doğru yürümektedir. Birden Hz. Peygamber (s.a.v.), Ali bin Ebi Talib (k.v.) ve Ashabdan bâzıları olduğu halde O'nun önündedirler. Hz. Abdülkâdîr, ALLAH (c.c.)'ın sevgili Peygamberini (s.a.v.) görünce sonsuz bir mutluluk içine gömülür. O hâli, ne biz tasvir edebiliriz, ne de onlar bu sırrı açıklar. Buluşma ve görüşme alenen cereyan eder. Birçok göz Cenâb-ı Resûlüllah'ın (s.a.v.)Abdülkâdîr Geylânî (k.s)'un a ğ z ı na yedi kere üflediğini ve « Konuş ey Abdülkâdîr!» dediğini, Hz. Abdülkâdîr'in sükût ettiğini, bunun üzerine Hz Alî (k.v.) ve diğer üç halifenin üçer defa üflediğini görür. Hz. Peygamber (s.a.v.) tekrar «Konuş ey Abdülkâdîr!» hitabında bulunur. Bu defa Hz. Abdülkâdîr konuşmaya başlar ve ilk sözü:-«GEÇMİŞİ BIRAKIP, HÂLE DÖNELİM !..» olur. O'nun sesinde artık insanlığın mümtaz ilmi ve tesiri vardır. O andan itibaren Hz. Abdülkâdîr, insanlığın en yüce hatîbi, edibi, en kutsal öğretenidir. Çünkü Hz. Abdülkâdîr, o andan itîbâren Resuller Resulünün izni ile kürsüde vaaz etmekte ve ondan sadır olan her kelâm Allah (c.c.)'ın kanunlarına ait bir izâhnâme, bir tefsir hüviyetini almaktadır. Bu sebeble, Hz. Abdütkâdîr'in cemâati o günden sonra gittikçe artar... Öylesine artar ki; ne yer alıyor du bu kalabalığı... Ne de almasına imkân vardı. O yücelerden yücelere geçiyor, cemâatda o yücelik içinde sonsuza açılan bir başka dünyayı seyre dalıyor, o seyrânda herkes cûşu hurûş içinde sarhoş oluyordu. Kısa bir zaman sonra, Hz, Abdülkâdîr gelen dinleyicilerine yer bulmak, yer aramak zorunda kaldı, Bağdat'ın dışına kadar taşan bir cemâate her an sayısız âşıklar katılıyordu.,. Onun içindir ki; Bağdat'ın Halka kapısı yanında mescid yapıldı ve oraya geçildi. Artık bu yeni mescidde vaaz veriliyordu. Amma aşk her gönülü yakmıştı. Müslüman, Hristiyan, Musevî demeden hepsi O'na âşıktılar. O yerler de dar gelince artık vaazlar mescidin dışına meydanlara taştı... Garip ve mutlu şeyler oluyordu vaaz s ı rasında Hz. Abdülkâdîr yavaş sesle konuştuğu hâlde herkes duyuyordu. O'nun meclisinde uzak yakın yoktu, her âşık o sesi içinde duyuyor, O'nun sesi zaman ve mesafeyi aşarak gönüllere akıyordu. Meydanın bir tarafına âsitane (tekke) de yapıldı. Fakat o dahi ihtiyaca cevap veremiyordu. Hz. Abdülkâdîr'in hutbeleri insanlık için yeni bir hâdise idi. Ve 1134 yılında devrin en büyük âlimi ve aynı zamanda Bağdat kadısı bulunan Eba Sâidü'l Mübârek'in dergâhı da Hz. Abdülkâdîr'in idaresine tevdi edilmiş bulunuyordu. Hazreti Sultan cum'a sabahı ve perşembe akşamları kendi medresesinde, pazar * Yusuf El-Hemedânî: Kutbü'l-aktab olan bu kutsal zât dört tarîkattan icazetlidir (Hilafeti var) * * * «Dünyâ telâşından kurtul ki Âhiret'e eresin… Âhiret telâşından kurtul ki, o zaman BANA vâsıl olasın» Gavs'ül-Âzâm Abdülkâdîr Geylânî (k.s.)-14-ABDÜLKÂDÎR GEYLÂNÎ HAZRETLERİNİN HAYATLARI VE NESEBİ ŞERİFİ Gavsü'l-âzâm Abdülkâdîr Geylânî Hz.'lerinin ana ve baba cihetinden dört halifeye de ulaştığı iki cihan serveri Resulü Kibriya (s.a.v.)'e müntehi olduğunu kesinlikle tespit eden âsâra rastlamak pek kolay değildir. Buna rağmen bizlere delîl teşkîl eden; yüce Gavs'ın silsile-i şerifesini tesbit eyleyen ve nesep itibariyle Gavsü'l-âzâm'a yakınlığı aşikâr olan torunlarından Ebû Salih Nasr tarafından kaleme alınmış olan bu eserin müteâlası Gavsü'l-âzâm (k.s.)'ın hem Seyyid ve hem de Şerif olduğunu kesinlikle ortaya koymaktadır. * * * Hz. GAVSÜ L ÂZAM ABDÜLKÂDÎR GEYLÂNÎ (K.S.)'IN KUTSAL İSİMLERİ «Menâkib-i Tâcü'l-Evliyâ ve Burhanü'l-Esfiya» adlı eserin eserin elli dördüncü sayfasında şöyle buyurulmaktadır: Cenâb-ı Hak (c.c.) Hazretleri'nin doksan dokuz esmasının pek çoğu Kutbü'l-aktâb * EŞ-ŞEYH MUHAMMED: Şeyh Abdülkâdîr'in oğullarından olan Şeyh Muhammed de babasından okuyup feyz aldı. Aynı öbür kardeşleri gibi o da Şeyh el-Bennâ'dan ders aldı. * Şehâdet ederim ki, Muhammed, O'nun kulu ve Resulüdür, Sevgilisi ve dostudur. Mahlûkatın en iyisi ve hayırlı-sıdır... O'nu hidâyet ve bütün dinlere üstün gelecek bir dinle göndermiştir... Müşrikler istemese de... ALLAH'IM!.. Tertemiz bir soydan gelen; ismi ismine, cismi cismine mahkûn, yanında medfûn olan O müşfik halîfe ve yüce İmâm Ebû Bekr es-Sıddîk'dan razı ol! Emeli kasır (Dünya sevgisi az), ameli kesfr (İbâdetleri çok), korku bilmeyen, şiddet anında sarsılmayan, verdiği hükümler kitabın nassına muvafık olan, yüce İmâm Ebû Hafs Ömer bin El-Hattâb'dan da razı ol! Ceyş'ül-Usre'yi teçhiz eden «On»'un onuncusu olan, îmânı (göğsünde) sımsıkı bağlayan, Kur'ân'ı âdabına riâyet ederek okuyan, şehidlerin efdafi, mutlu kişilerin en şereflisi, Rahmanın meleklerinin haya duyduğu, iki nurun sahibi Osman bin Affan'dan da razı ol!.. Kahraman, Betûl'un zevci, Resulün amcazadesi Allah'ın kılına, kapıyı çekip koparan (Hayber kapısını çekmiş koparmıştır) orduları dize getiren, din 'in imâmı, âlimi; şeriatın hâkimi, acâyib kerametlerin izhâr edicisi el-İmâm ebil-Hüseyin ebî Talib oğlu Ali'den de razı ol!.. İki şehid torun Hasan ve Hüseyin'den de razı ol!.. İki şerefli amca olan Hamza ve Abbas'dan da razı ol! Ensâr ve muhâciriynden de k ı yamete kadar onların yolundan gidecek olanlardan da razı ve hoşnut ol!.. ALLAH'ım İmâmı (Halîfeyi) de, milleti de ıslah et! İyilik hususunda kalplerini telif eyle! Birbirlerine zararları do-kunacaksa lütfunla onu da önle! ALLAH'ım! İç yüzlerimize, gizli işlerimize ancak sen vakıfsın. Onu da düzelt! Günahlarımızı da senden iyi bilen yok, onları da afv eyle! Ayıplarımıza senden daha iyi kim vakıf olabilir?.. Şu halde ayıplarımızı da ört! Hacetlerimizi de biliyorsun, onları da ihsan et Yarabbî! Yasak ettiğin yol ve işlerde bizleri sülük ettirme! Rızân olmayan işlerden bizleri men eyle! Kendine itaat etmekle bizleri izzet ve şeref sahibi yap! Mâsiyet-26-deryalarında bizleri zelîl kılma! Senden başkasından ilgimizi kes! Bizleri, senden uzaklaştıracak şeylerden de uzaklaştır!.. Bize zikrini, şükrünü ve ibâdetlerinin güzelini ilham et!...» Böyle konuştuktan sonra parmağı ile yüzüne doğru i şaret ederek şöyle derdi:-«Lâ ilahe illallah mâ şâellâhû kâne vemâ lem yese' lem yekûn... ALLAH birdir, O'ndan başka tanrı yoktur. Dilediği olur, dilemediği olmaz. Lâ kuvvete illâ billâhil Aliyyilazim... (Kuvvet ancak yüce ve büyük olan Allah'la elde edilir...) ALLAH'ım bizleri gaflette bırakma! Bizi aniden alma! Ey Rabbimiz! Şayet unutur veya hatâ edersek bizleri muâhaze etme! Ey Rabbimiz! Takat getiremiyeceğimiz şeyi de bizlere tahmil eyleme! Bizi afv et! Günahlarımızı mağfiret et! Bize acı! Sen bizim Meviâmızsın! Öyleyse kâfirler güruhuna karşı bizlere yardım...

Research paper thumbnail of Fütuhu'l Gayb

Allah-ü Taala'ya ve Hz. Rasulallah'a iman eden şu üç şeyi yapmakla vazifelidir: 1-Allah'ın emirle... more Allah-ü Taala'ya ve Hz. Rasulallah'a iman eden şu üç şeyi yapmakla vazifelidir: 1-Allah'ın emirlerini tutmak.... 2-Yasak ettiği şeyleri yapmamak... 3-Kimsenin elindekine göz dikmemek, doğru çalışmak, haline razı olmak.... İnsan, hayatı boyunca, emir, yasak ve kader çizgisi içindedir. Hiçbir zaman bunların dışına çıkamaz. Dışını Hakkın emirlerine uydurduktan sonra, iç alemi için 3 vazife başlar: 1-İnsan öz varlığı olan kalbine, iç alemine dönmeli... 2-Ruh, iyilik taraftarı olarak, kötülüğe meyilli duran nefsini muhasebe etmeli... 3-Böylece bütün gidişatını, yolunu Allah yolunun hakiki yolcularına uydurmalıdır... 02. Makale: HAYRI TAVSİYE Allah'ın ve Hz. Rasulallah'ın emirlerine uyun; şahsi arzularınıza ve hissiyatınıza mağlup olarak bid'at yoluna sapmayın ! İtaat edin; türlü ve bozuk yollara ayrılmayın!... Allah'ı tevhid edin; hiçbir zaman şirk koşmayın!... Hakkı tenzih edin; itham etmeyin... Doğruluk karşısında şüpheye düşmeyin; tasdik edin. Hep birden kardeş olun, aranıza düşmanlık sokmayın. Doğruluktan nefret etmeyin, daima Hak yolu ve yolcularını arayın, usanmayın... Sonuna kadar çalışın; bekleyin ümitsizliğe düşmeyin... Daima doğru yolda toplanın, sevişin aranıza sevimsizlik girmesin... Yaptığınız kötülükleri bırakın; tövbe edin; bir defa yaptığınız hatayı ikinci defa yapmayın!.. İçinizi dışınızı temiz tutun. Uğursuz, çıkmaz, karanlık bataklıklara düşmeyin... Rabbınızın taatı ile ruhunuzu bezeyin. O'nun kapısından ayrılmayın. Ondan yüz çevirmeyin. Tövbenizi bozmayın... Gece gündüz Allah'a yalvarmaktan bıkmayın. Çünkü rahmet kapıları ancak bu yolda açılır. Hakiki saadeti buyolda bulmanız mümkündür. Şu bataklık aleminden ulvi ruhani aleme bu yoldan gitmeniz mümkündür. Hak'ka vuslat bu yoldadır. Rahat, huzur ve selamet evine buradan girilir. Öyle bir selamet evi ki, her çeşit binek orada, gözün görmediği her türlü hoşluk oradadır... Bu nimetlerden bıkmaz, usanmaz, bol bol yer içersiniz. O yerde sizin arkadaşlarınız Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler olur.. Allah cümlemize nasib etsin... 03. Makale: İPTİLA İnsan, başına bir iş gelirse... Önce, kendi kendine kurtulmaya çalışır... Muvaffak olamayınca, etraftan yardım istemeğe koyulur... Padişahlara gider; rütbe sahiplerine yalvarır. Zenginlere koşar... Hal sahiplerine gider; dua ister, himmet ister... Eğer hasta ise doktora gider, şifa arar. Bununla da kurtulamayacağını anlayınca, Allah'a döner.-" Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi. Kadın, güzel koku, gönlümü hoş eden namaz..." Bütün kötü arzun, hevesin kırılmadıkça, Hak, seninle olmaz. Bu hevan ve hevesin yok olunca da sende hiçbir şey durmaz olur artık. Sende ne iyilik eğlenebilir, ne de kötülük. Ne akıl kalır, ne de fikir. Hiçbir şeyi seçemez olursun. Varla yok arasında bir hal alırsın. Allah seni öldürür, yeniden diriltir. Sende, yeni ve bambaşka bir irade zuhura getirir. Her isteğini o irade ile istersin. Bu hale ki geldin ve her isteğin buna ki uydu; Hak Teala kendine izafe ettiğin mevhum varlığını alır, seni yok eder. Bu halle sonunda: Münkesiret'ül-kulüb zümresine dahil olursun... Bu makamda haberin olmadan çeşit çeşit hikmetli işler olur. Sonra benliğin erimeğe başlar. Böylece iş sonuna varmış olur. Ve Hak'ka kavuşmuş olursun; yani, lika hasıl olur... Her iş tamam olur. Bütün çalışmalar bunun içindi zaten... İşte: Münkesiret'ül kulüb'un asıl manası budur. Yukarıda bahsedilen cümlesini biraz izah edelim: Bunun manası; tam bir sükun ve tumaninet halidir... Yani yukarıda arzedilen hale girmek ve onda tambir olgunluk peyda etmek demektir. Bunu daha açık anlatmak için Allah'u Teala'nın, Peygamberi (S.V.) lisanı ile buyurduğunu dinleyelim:-"Kulum bana ibadet etmekle yaklaşır, ve onu severim... Sevince de tutan eli, işiten kulağı, gören gözü, yürüyen ayağı olurum, hep işlerini benimle görür... " Diğer bir rivayette şu cümleler de vardır.-"Benimle işitir, benimle tutar, benimle aklı erer..." Bu hal ancak-kendinden geçiş-ile başlar. Bu iş, güç değildir, halkı bırakman kafi... Halk; hayır ve şerden ibarettir. Sen de böylesin, hem hayırlısın heh de şerli... Halkın hayrını ve şerrini isteme... Yalnız Hak'kı tut, ötesini bırak. Yine Kader-i İlahide hayır ve şer vardır. Sen bu halde bulunmadıkça Allah seni şerrinden korur, hayrı denizine atar. O zaman hayrına kab olur, her çeşit nimete kavuşursun... Süküna rahata, hoşluğa ve nihayet her güzelliğe kaynak olursun... Fena (1), Müna (2), Müptega (3) bunlar ayrı ayrı tasavvuf mertebesidir. Velilerin son durağı buralardır. Bunlara yönelmek öyle bir istikamettir ki, geçmişteki evliya ve ebdal hep bunları istediler. Ta ki, iradelerini Allah'a bırakalar ve O'nun iradesine göre hareket edeler. Zaten bu yolun yolcularına demek, bu manayı anlatmak içindir. Bunların günahı nefsani arzularını Hak'kın iradesine ortak etmektir. Haddi zatında onlar bunu unutarak yaparlar. Manevi bir hale kapılı, dehşete düşerler, bu arada kendilerini kaybederler. İsteklerine kapılma neticesi Hak'ka şirk koşmuş olurlar. Sonra, Allah tarafından kendilerine bir ayıklık gelir; Allah'ın rahmeti, merhameti yetişir, blundukları halden uyandırır. Onlar da hatalarını anlar, istiğfar eder, tövbe ederler... Allah da tövbelerini kabul eder. Çünkü yalnız melekler iradeden masumdur... Peygamberler de iradeden değil, kötülükten masumdur. Geri kalan mükellef insan ve cinler, ne iradeden, ne de kötülükten masumdur. Şu var ki; veliler, kötü arzudan, ebdal de iradeden mahfuzdur, ama masum değildir. Bu şu manaya gelir; bazen ufak tefek meyil ederler, sonra Allah merhameti icabı onlara yine doğru yolu nasib eder... 07. Makale: KALBİN HASTALIĞI Nefsini bırak! Ve ondan uzaklaş!.. Nisbî olarak kendine izafe ettiğin mülkten ayrıl!.. Hepsini Allah'a (CC) teslim et!.. Ve kalbin kapısında bekçi ol!.. Allah'ın (CC) "gönlüne sakla" dediklerini içeri al ve "alma" dediklerini kalbine sokma!.. Kötü istekleri kalbinden çıkardıktan sonra bir daha yaklaştırma!.. Bu şeytani arzuları kalbten çıkarmak, her halde ona uymamak ve daima muhalefet etmekle olur. Allah'ın (CC) iradesi dışında bir şey isteme!.. O'ndan (CC) başka bir şey istemek boş bir temennidir. Akılsızlıktır. Sakın böyle bir hevese düşme!.. Telef olursun.. Helak olursun!.. Hakk'ın (CC) merhametinden uzak kalırsın. Sonuna kadar Allah'ın (CC) emirlerini tut!.. Sonuna kadar yasak ettiği şeylerden kaç!.. Sonuna kadar O'nun (CC) kaderine teslim ol!.. Yarattığı şeylerden hiç birini O'na (CC) ortak yapma. Şirk koşma!.. İsteğin, arzun, şehvetin, hepsi O'nun (CC) yarattıklarıdır… İsteme! Kötü arzularına kapılma! Şehvete düşkün olma!.. Ta ki müşrik olmayasın!.. Ayetten: "Bir kimse Rabbına (CC) kavuşmayı istiyorsa, yarar iş yapsın. Rabbı (CC) için yaptığı ibadetlere şirk katmasın." Şirk, yalnız putlara tapmak değildir. Kendi şahsi arzu ve isteklerinde tesir görerek, uyman da bir nevi şirk ve putperestliktir. Dünya ve onun metaından, ahiret ve onun nimetlerinden herhangi birine gönül kaptırarak, seni Yaratanın (CC) sevgisini değil, bunlardan her hangi birinin sevgisini üstün tutarsan, şirk etmiş olursun… Bunlardan herhangi birine kapılman, gizli şirktir. Bunun için, daima sakın, onlara yanaşma, kork, emniyet etme. Gafil olma!…

Research paper thumbnail of Fethü'r Rabbani

Ey oğul! İki adım vardır ki, eğer bu iki adımı atabilirsen Hakk'a ulaştın demektir. Eğer kalbin v... more Ey oğul! İki adım vardır ki, eğer bu iki adımı atabilirsen Hakk'a ulaştın demektir. Eğer kalbin ve ruhunla, dünyayla ahiretten birer adım, nefsinle diğer insanlardan da birer adım uzaklaşabilirsen, Hakk'a ulaşmış olursun. Sen, kalbin ve ruhun ile bu zahirleri terket. İşte o zaman önce başlangıçta, sonra da sonda Hakk'a vâsıl olursun. Sen önce başla. İlk adımı at. Onu tamamlamak, Aziz ve Celil olan Allah'a düşer. Başlamak senden, bitirmek de Aziz ve Celil olan Allah'tan. Öyle yatağında, yorganının altında ve kapalı kapılar ardında miskin miskin durma. İş ara. Çalışmak istediğini söyle. Eğer bina sağlam bir temel üzerine oturtulursa, yıkılmaz. Yerinde karar kılar. Sağlam bir temel üzerine oturtulmadığı taktirde ise, kısa zamanda çöker, yıkılır. Tıpkı bunun gibi, eğer sen de kendi

Research paper thumbnail of Cilau'l Hatır

Eserin tam adı "Cilâü'l-hâtır fi'l-bâtın ve'z-zâhir" şeklindedir. Hâtır kişinin, özellikle de sûf... more Eserin tam adı "Cilâü'l-hâtır fi'l-bâtın ve'z-zâhir" şeklindedir. Hâtır kişinin, özellikle de sûfînin gönül ve kalp dünyâsına ilâhî âlemden tecellî eden fikirler demektir. Bu durumda eserin adını dilimize "Bâtınî ve zâhirî konularda gönül dünyâsına yansıyan fikirlerin cilâsı" şeklinde çevirmek mümkündür.

Research paper thumbnail of Necip Fazıl Kısakürek -Tasavvuf Bahçeleri

Takdim Đrşad Edicim, Kurtarıcım ve Efendim Abdulhakîm Arvasî Hazretlerine ait, dışından öğretici ... more Takdim Đrşad Edicim, Kurtarıcım ve Efendim Abdulhakîm Arvasî Hazretlerine ait, dışından öğretici mahiyette bu son asrın en büyük din eserini, en titiz sadakat, en derin dikkat ve en keskin haşyetle sadeleştirirken, kendimden ekleyeceğim biricik ölçü, Büyük Velî'nin muazzez ruhaniyetine sığınmak ve affını dilemektir. NĐSAN 1983 N.F.K. Başlangıç Zahir ilimlerinin, mevzu genişliği itibariyle tasavvuf ilmine nisbeti, bir damlanın bir deryaya kıyası gibi olduğu, bazı tasavvuf büyüklerinin açıkladıkları hususlardandır. Zira, tasavvufun mevzuu, yerinde de bahs ve zikrolunacağı gibi, meâl olarak, Allah'ın Zâtıdır. Öbür ilimlerin, mevzûu, ne kadar geniş farzedilse de «mümkinât dairesi-olabilirler âlemi»nden dışarı çıkamaz. «vücup âlemi-olması gerekenler âlemi»ne nisbetle «imkân âlemi-olabilirler âlemi»nin ne olduğu, beyandan uzaktır. Şu halde, tasavvuf ilmi, zevkî ve vicdanî olduğundandır ki, şanına lâyık bir şekilde kalemlerin diliyle yazılması ve insanların diliyle ifadesi mümkün değildir. Bununla birlikte, bağlıları tarafından pek çok kitap ve risaleler telif ve tertip edilmek suretiyle, imkân nisbetinde izahına gayret sarf edilmiş, muazzam maksat ve meseleleri de onların sohbetleri esnasında beyan ve izah oluna gelmiştir. Bu hususta, değişik derecelerde olan tasavvuf adamlarının, çeşitli meşreplerde bulunan büyüklerin her biri, muhtelif suretlerde kendi mizaçlarına göre beyanlarda bulunmuşlardır. Bir kısmı, belki büyük bir kısmı, keşfe bağlı hakikatler ve ilhama dayalı incelikler üzerinde, zeyli uzun, meâli bir, ibaresi değişik kitaplar yazmışlardır. Zünnûn, halin, devamlı zevâle maruz bulunduğuna işaret etmiştir. Bazıları, çakıp giden şimşek gibi, halin, parıldamasının ardından, zeval karanlığına büründüğünü, onun arkasında saklandığını ve değiştiğini söylemişlerdir. Şeyh-i Ekber, «Fütûhât»ın 192. babında, «-Hal, zatî bir varlığı bulunmayan, gelip geçici demek olan arazlara benzer. Varlığı zamanından başka devamlılığı yoktur» demişlerdir. Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri de hâl ile ilgili soruya cevap olarak: (Arabîden:) Doğunca, o aydınlık, nur yıldızları, Açılır hep gizliler ve haber gelir cem'den... beytini okumuş ve hal nurlarının doğmasıyla gayb âlemdindeki gizli mânâların ortaya çıkacağını ve cem' makamından haberler getireceğini ifade etmiştir. KABZ VE BAST Bu kabz ve bast, yani salikin darlık ve genişlik halleri, birbirinin mukabili olarak, sâlik için, «havf-korku» ve «recâ-ümit» menzilesini geçtikten sonra meydana gelir. Arifte meydana gelen «kabz-darlık» hali, bu yola yeni giren salikte görülen «havf-korku», «bast-genişlik» hali de yine başlangıçta vaki olan «recâ-ümid» menzilesindedir. Korku, kalbin meyl ve arzu ettiği sevilen bir şeyin, elden kaçması endişesinden veya kalbin ürküp çekindiği, istemediği bir işin olacağı düşüncesinden doğar. Recâ ise, istenilen bir işin olmasını dilemekten veyahut sakınılan, nefret edilen bir şeyin zevalini, ortadan kalkmasını beklemekten doğar. Görüldüğü gibi, her iki halin de, yani, havfın da recânın da bağlı olduğu sebepler, istikbâle dâir işlerdir. Kabz ve bast ise, salikin, içinde bulunduğu anda meydana gelen mânâya aittir. Havf ve recâ sahibinin kalp alâkası, vadeli ve gelecekteki bir işe dayalı iken, kabz ve bast sahibi, halihazırda yüklendiği, altına girdiği varidat sebebiyle, zamanın esiri ve mahkûmudur. Kabz ve bast, salikin hallerinin değişikliği nisbetinde farklı, o nisbette değişik olur. Bazen, kalbe gelen kabz, yetersiz olunca, sâlikte, az çok uyanıklık ve şuur hali baki kalır. Bazen de gelen kabzın kuvvet ve şuurla alâkası kesilmiş olur. «Bizler, ezelde, eşyâ köleliğinden hür ve azâde, kâinat alâkalarının izlerinden gönlü arınmışlarız,» demişler...

Research paper thumbnail of Kuran Mührü - Abdulbaki Miftah

Research paper thumbnail of Tevilat 1 - Abdurrezzak Kaşani

İlköğretimini köyünde tamamladı. İlkokula devam ederken bir yandan da köyün medresisinin müderris... more İlköğretimini köyünde tamamladı. İlkokula devam ederken bir yandan da köyün medresisinin müderrisi Molla Salih Kozi'den Sarf, Nahiv derslerini aldı. Sonra Erçiş ilçesinin ortaokulunu okudu. Ardından Muş İmam Hatip Lisesine devam etti. Bu arada İslami ilimlerdeki tahsiline de devam etti. Molla Abdurrahman Soskuni'den Hadis derslerini tahsil etti. 1981 yılında girdiği Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Doğu Dilleri Arap Fars ve Edebiyatları Bölümünden 1985 tarihinde mezun oldu. Bugüne kadar çeşitli dergilerde yayımlanmış makaleleri ve kırkın üzerinde tercüme eseri mevcuttur. İslami ilimlerin hemen her alanında tercüme eserler vermiştir. Yayımlanmış olan tercüme eserlerinden bazıları şunlardır: Fi Zilal'il Kur'ân 10 Cild, El Mizan Fî Tefsiri'l Kur'ân 20 Cild, Et-Tefsiru'l Hadis 7 Cild, Hz. Muhammed'in Hayatı 2 Cild, Ehl-i Beyt Ahlakı, Usul-u Kafi 3 Cild, Mutezile ve İnsanın Özgürlüğü Sorunu, İslam Düşüncesinde Değişim.. Ayrıca Yayınevimiz Kitsan'dan M.İbn Arabi Hazretlerinin külliyatından bazı eserlerinin de tercümeleri yayımlanmıştır. Bunlar sırasıyla şunlardır: Ruh'ul Kuds, Üstün Ahlâk (Mekarimu'l Ahlâk / Rasulullah (s.a.v.)ın övülmüş ahlakı), Nurlar Menbaı (Mişkat'ul-Envar), Hırka (Nesebu'l Hırka / Tasavvuf Hırkası), Kur'ân Mührü / Hatmu'l Kur'ân (M. İbn Arabi'nin Kendi Kaleminden Kapsamlı Hayatı) M. İbn Arabi'nin 29 Risalesinin Tercümesi 3 Cild.

Research paper thumbnail of Abdullah-ı dehlevî

Research paper thumbnail of İki Madnun - Gazali

A-ZA.MAN Zaman mahdut olmaz (sınırlanmaz), zaman içindezanıanınyaratılması da muhaldir. Şu halde,... more A-ZA.MAN Zaman mahdut olmaz (sınırlanmaz), zaman içindezanıanınyaratılması da muhaldir. Şu halde, ({yavm ı) (gün) lügatte sonrada"" oluş demektir. " '" Allah'ın günleri ise, Hak Tealanın; (.L.Uı t~~L:ı ~JS~.J) «Onlara Allah'm' ,günlerini hatırla't!» (ibrahim 14/q] dediği , yerde, bunlar yarattıklarının, san'atlarınin, ıcat ettiklerinin bir kaç yönden mertebeleridir. Bu mertebelerden. . birisi, ı;. ı;. , : ,. (ry.ı :L~.)i <$:1) ({Dört günde ı(yarattı).» (Fussilet 41/10) , kelamıdır ki" bunların bir günü göğün maddesi, bir ,günü onun teşekkülü, bir günü yıldızlan ve bir günü denüfusu (meleklerDdir. (0:~ ~'~ <f .)•"11 ~eJ.;'"). «Arzı iki günde yarattı.)} (Fussilet 41 ıg) kalarnı da (ayni halde) maddeleşme ve şekillenmedir. Göklerin m,addesi ile burçlarının (yıldız kümelerinin) maddesi bir suret,şekildir. Arzm maddesi ise erkeklerle dişile•ri arasında müşterektir, erkekli dişilidir .. Bu madde çok adıdir. Çünkibu, seni 'alacağım diye yanına gelen her erkeği kabul eden istarik bir kadına benz.er. . 5 Mertebelerden biride c~mad yani, cansız varlıklar sayılan/ardır. Madenler decemaddaiıdır. Canlı olanlar bitkiler, hayvanlar ve insanlardır. Mertebelerin bir diğeri d~ toprak, su, hava, ateş (hararet)tir. Yüksek varlıklar; gök cisimleri ve dünya yüzünden uzakta olan her şey lügat itibarı ile semadır. Çünki fügatçı/ar: Başından yukarı ne var ise işte orası semadır, gökten aşağı yani ayın çevirdiği göklerin altında bulunan her şey de, gezgin yıldız/arın çizdiği, göklere nisbetle arzdır derler. ~ , Kur'an'daki (0-~.J..,.e tP;))11 ı:r-') «Arzdan da onların gibi (yed,i tane)>> kelamı şunları ifade eder: 1 ,-Ateş küresi : (merkez) 2-Hava küresi: (gaz tabakası) .3-Su üzeri~de bulunan kuru çamur küresi : (kabuk) 4 ~ Su küresi": (deniZ,ler) 5-Döşenmiş" arz: (dünyanın yüzü, kara/ar} 6-Karmaşık küre: (bitkiler, ormanıar, hayvanlar) 7-Yüksek varlıklar,(l) B ~ 'iRTiKA (Yücelme) TABiRi Kur'an-ı Kerim'in bir emri olan,({~~.,,;:JI ~ J.J'.iW~) {{Sebeplerda irtikaa etsinler!» (Sad' 38/10) irtika' : adi ve (1) Kur'an'da geçen yedi kat gök gibi yedi tabaka arzı, Gazô/i, ne güzel tayin etmiştir. Bu ~ünkü ieolojik görüşe de uygundur. O'nun devrinde, yani zamanımızdan 850 sene' evvel Batı dünyôsındO, böyle bir görüş ve anlayışa sahip olan Gazen çağdaşı bir 'bilgin yoktur.Var ise, isıamıarda ve Endüıüstedir. 6 aşağı olanın şerefli ve üstlin olana yükselmesi, vacıbu'l-vu cüd'a, varlığı kendi zat i iler1<aaim C?lan Hak Te~Haya varıncı• ya kadar yükselmeye devam etmesi demektir. Nitekim Hak \Celle ve Ala Kur'an'ında {(Muhakkak ki münıeha, yük. satişi n 5011 noktası Rabbmadır.» (Neem 53/42) buyurmuştur.'•-Yine Hek Teala: (YıCJJ j.~ı <.şkS" ~ k..JI '-?y\w r~) «O gungöğü kitapla,r için,' defter, kağıt, dürer gibi düreceğiz, aralarmdaki mes~feleri kaldırıp biribirlerine yaklaştıracağıı.» (el-Enbiya 21/.104) buyurdu.' , Yineaynı sürenin 30. ayetinde ise;

Research paper thumbnail of Cüneyd-i bağdâdî

Evliyânın büyüklerinden. Tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından olup, Seyyid-üt-Tâife denmekle meş... more Evliyânın büyüklerinden. Tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından olup, Seyyid-üt-Tâife denmekle meşhûrdur. Künyesi, Ebü'l-Kâsım'dır. Cüneyd bin Muhammed 822 (H.207)'de Nehâvend'de doğdu. Bağdat'ta büyüdü ve orada yaşadı. 911 (H.298) senesinde vefât etti. Cüneyd-i Bağdâdî yedi yaşında iken, mektepten gelince babasının ağladığını görüp, sebebini sordu: "Zekât olarak dayın Sırrî-yi Sekâtî'ye birkaç gümüş göndermiştim, almamış. Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babacığım, parayı ver ben götüreyim." deyip dayısının evine gitti. Kapıyı çaldı. Dayısı, kim olduğunu sorunca; "Ben Cüneyd'im dayıcığım. Kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri al!" dedi. Dayısı; "Almam!" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Adl edip babama emreden ve ihsân edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için al!" dedi. Dayısı; "Allahü teâlâ babana ne emretti ve bana ne ihsân etti?" dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adâlet eyledi. Seni de fakir yapıp, zekâtı kabûl etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi." dedi. Bu söz Sırrî-yi Sekatî'nin çok hoşuna gidip; "Oğlum! Gümüşleri kabûl etmeden önce seni kabûl ettim." dedi ve kapıyı açıp parayı aldı. Cüneyd-i Bağdâdî dayısına talebe olduktan bir süre sonra onunla berâber hacca gitti. Mescid-i Harâmda dört yüz kadar büyük zât, şükür hakkında konuşuyorlardı. Her zât şükrü târif ve îzâh ettiler. Netîcede dört yüz ayrı îzâh meydana geldi ise de, hepsi de bu târif ve îzâhları yetersiz buldu. Hazret-i Sırrî-yi Sekatî, orada bulunan Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "Mâdem ki buradasın, bu hususta bir de sen bir şeyler söyle." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî; "Şükür, Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmet ile O'na isyân etmemek, O'na isyân için, ihsân ettiği nîmeti sermâye olarak kullanmamaktır." buyurdu. Orada bulunanların hepsi bu cevâba çok sevinip; "Seni tebrik ederiz. Maksadı en güzel şekilde ifâde ettin. Bu, ancak bu şekilde târif edilebilirdi." dediler. Sırrî-yi Sekatî; "Yavrum, öyle anlıyorum ki senin lisanın doğru ve kuvvetli olacak. Böyle güzel söyleyebilmek hâli sana nereden geliyor?" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Sizin sohbetlerinizde bulunmakla efendim." dedi. Cüneyd-i Bağdâdî hocasına âid olan evin bir odasında kalırdı. Her an Allahü teâlâyı hatırlardı. Seccâdesi üzerinde, sabaha kadar "Allah, Allah" der, aynı abdestle sabah namazını kılardı. Bu hâl senelerce böyle devâm etti. Bir gece yıkanmak için suya ihtiyâcı oldu. Hava çok soğuk olduğu için; "Sabah olmasını bekleyeyim, su ısıtırım veya hamama gidip yıkanırım" dedi. Sonra düşündü ki: "Ben yıkanmayı tehir için, sabahın olmasını, su ısıtmak, hamama gitmek gibi bir sürü şeyleri istiyorum. Halbuki, Allahü teâlâ bana sâdece bir defâ yıkanmamı emrediyor. Ben de onu tehir için çeşitli bahâneler arıyorum. Benim yaptığım hiç münâsip değil." dedi. Hemen, gecelik elbisesi üzerinde olduğu halde, soğuk su ile gusletti. Tasavvufu, dayısı Sırrî-yi Sekatî'den öğrendi. Asrının kutbu idi. Binlerce velî yetiştirdi. Otuz defâ yaya olarak hacca gitti. Kerâmetleri, nasîhatları, hikmetli sözleri ve ihlâslı amelleri ile meşhûr oldu. Zâhirî ilimleri, İmâm-ı Şâfiî'nin talebelerinden Ebû Sevr'den öğrendi. Ayrıca Hâris-i Muhâsibî, Muhammed Kassâb ve başka zâtlarla da sohbet etti. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, otuz sene cemâatle namazda ilk tekbiri kaçırmadı. Namazda kalbine dünyâ düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardı. Dâimâ Allahü teâlâyı hatırlardı. Her gün 400 rekat namaz kılardı. Otuz yıl yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibâdetle meşgûl oldu.

Research paper thumbnail of Ebû türâb

Research paper thumbnail of Rahman ve Rahim Allah ismi ile. Övgü Alemlerin Rabbi Allah içindir. Salat ve Selam

Research paper thumbnail of Behlül-i dânâ

Research paper thumbnail of Bâyezîd-i bistâmî

Evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete ... more Evliyânın büyüklerinden. İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisidir. Sultân-ül-Ârifîn lakabıyla meşhûrdur. Künyesi, Ebû Yezîd'dir. İsmi Tayfûr, babasının adı Îsâ'dır. 776 (H.160) veya 803 (H.188)de İran'da Hazar Denizi kenarında Bistâm'da doğdu. Daha annesinin karnında iken kerâmetleri görülmeye başladı. Annesi ona hâmile iken şüpheli bir şeyi ağzına alacak olsa, onu geri atıncaya kadar karnına vururdu. Çocukken bir gün câmi avlusunda oynuyordu. Oradan geçmekte olan Şakîk-i Belhî kendisini görüp; "Bu çocuk büyüyünce zamânının en büyük velîsi olacak." buyurdu. Yine bir gün hadîs âlimlerinden bir zât onu görünce çok hoşuna gitti. Zekâ ve anlayışını ölçmek için sordu: "Güzel çocuk, namaz kılmasını güzelce biliyor musun?" Bâyezîd-i Bistâmî de ona; "Evet Allah dilerse becerebiliyorum." cevâbını verince; "Nasıl?" diye sordu. Bâyezîd-i Bistâmî de; "Buyur yâ Rabbî! Emrini yerine getirmek üzere tekbir alıyor, Kur'ân-ı kerîmi tâne tâne okuyor, tâzim ile rükûya varıyor, tevâzu ile secde ediyor, vedâlaşarak selâm veriyorum." deyince, o zât hayran kalarak; "Ey sevgili ve zekî çocuk! Sende bu fazîlet ve derin anlayış varken, insanların gelip başını okşamalarına niçin izin veriyorsun?" diye sordu. Bâyezîd-i Bistâmî de; "Onlar beni değil, Allahü teâlânın beni süslediği o güzelliği meshediyorlar. Bana âid olmayan bir şeye dokunmalarına nasıl engel olabilirim?" cevâbını verdi. Küçük yaşta iken annesi, kendisini mektebe gönderdi. Bâyezîd hazretleri, büyük bir dikkatle derse devâm ediyordu. Bir gün Kur'ân-ı kerîm okumak için gittiği mektepte, okuduğu bir âyet-i kerîmenin (Lokman sûresi: 14) tesiri ile erkenden eve döndü. Annesi merak edip niçin erken döndüğünü suâl edince, şöyle cevap verdi: "Bir ayet-i kerîme gördüm. Allahü teâlâ o âyet-i kerîmede kendisine ve sana hizmet ve itâat etmemi emrediyor. Ya benim için Allahü teâlâya duâ et, sana hizmet ve itâat etmem kolay olsun, veyahut da beni serbest bırak, hep Allahü teâlâya ibâdet ile meşgûl olayım." dedi. Annesi; "Seni Allahü teâlâya emânet ettim. Kendini O'na ver." dedi. Bundan sonra Bâyezîd, kendini Allahü teâlâya verdi, emirlerinin hiç birisini yapmakta gevşeklik göstermedi; ama annesinin hizmetini de ihmâl etmedi. Annesinin küçük bir arzusunu, büyük bir emir kabûl edip, her durumda yerine getirmeye çalışırdı. Çünkü Allahü teâlânın emri de böyle idi. Elinde olmadan iki sefer annesinin arzusunu yerine getiremedi. Bu husûsu büyük pişmanlık içinde şöyle anlatır: "Hayâtımda yalnız iki defâ annemin arzusunu yerine getiremedim. Her defâsında mutlaka bana zararı dokundu. Birincide düştüm burnum ezildi. İkincisinde ayağım kaydı düştüm, omuzumdaki su testisi kırıldı. Soğuk ve dondurucu bir kış gecesi idi. Annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi. Bâyezîd-i Bistâmî hemen fırlayıp su testisini almaya gitti. Fakat testide su kalmamış olduğundan çeşmeye gidip, testiyi doldurdu. Buzlarla kaplı testi ile annesinin başına geldiğinde, annesinin tekrar dalmış olduğunu gördü. Uyandırmaya kıyamadı. O halde bekledi. Nihâyet annesi uyandı ve "Su, su!" diye mırıldandı. Bâyezîd elinde testi bekliyordu. Şiddetli soğuk tesiri ile eli donmuş, parmakları testiye yapışmış idi. Bu hâli gören annesi; "Yavrum, testiyi niçin yere koymuyorsun da elinde bekletiyorsun?" dedi. Bâyezîd-i Bistâmî; "Anneciğim uyandığınız zaman, suyu hemen verebilmek için testi elimde bekliyorum." dedi. Bunun üzerine annesi; "Yâ Rabbî! Ben oğlumdan râzıyım. Sen de râzı ol!" diye cân u gönülden duâ etti. Belki de annesinin bu duâsı sebebiyle, Allahü teâlâ ona evliyâlığın çok yüksek mertebelerine kavuşmayı ihsân etti.

Research paper thumbnail of Islam Risalesi Ahmet Noyan Kızıltan

Selam bizim ve sizin üzerinize olsun. Bu risale İslam hakkındadır ve onu formların dışında, bulun... more Selam bizim ve sizin üzerinize olsun. Bu risale İslam hakkındadır ve onu formların dışında, bulunduğu üzere açıklar. Günümüzde İslam'ın Muhammedi sürümü İslam'dan ayrı bir 'Müslümanlık' dini haline gelmiş bulunmaktadır. Halbuki İslam bir din değil, dinin kendisidir. Tüm İbrahimi dinler ve başka bir çoğu İslam'ın bir formu olmaktan ibarettir. Dolayısıyla hepsi farklı görünümlü, ancak aynı iskeleti taşıyan bedenlerdir. İslam herhangi bir zamanda, dünyanın herhangi bir bölgesinde, belli bir kalıp altında belirdikten sonra İslam niteliğini kaybetmekle Musevilik, Hristiyanlık, Müslümanlık vb.

Research paper thumbnail of Akşemseddin

İstanbul'un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî. Asıl ismi Muhammed bin Hamzâ, lakabı... more İstanbul'un mânevî fâtihi, büyük âlim, üstad, hekim ve velî. Asıl ismi Muhammed bin Hamzâ, lakabı Akşeyh'tir. Evliyânın büyüklerinden Şihâbüddîn Sühreverdî'nin neslindendir. Soyu, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk'a ulaşır. Hacı Bayram-ı Velî'nin, ona; '"Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd'den, insan cinsinin karanlıklarını söküp atmakta güçlük çekmedin." demesi sebebiyle, "Akşemseddîn" lakabı verilmiştir. Saçının, sakalının ağarması ve ak elbiseler giymesi sebebiyle"Akşemseddîn" denildiği de rivâyet edilmiştir. 1390 (H.792) senesinde Şam'da doğdu. Küçük yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Yedi yaşında babası ile Anadolu'ya gelip Amasya'nın Kavak nâhiyesine yerleşti. Bir süre sonra babası vefât etti. Akşemseddîn'in babası da âlim ve velî idi. Babası vefât edip, defn olunduğu günün gecesi bir kurt gelip kabrini açtı. Bu kurt, o beldeye musallat olmuştu. Yeni mezarları bulur ve ölüyü mezardan çıkararak parçalardı. Şeyh Hamza'yı da parçalamak ve yemek istemişti. Fakat Şeyh Hamza, mübârek elini uzatarak, o kurdu boğazından sıkıp öldürdü. Ertesi sabah ziyârete gelen halk, kurdu ölü, Şeyh Hamza'nın elini de mezardan çıkmış buldular. Hâl sâhibi biri;

Research paper thumbnail of Ahmed bedevi

Mısır evliyâsından. İsmi Ahmed olup babasının adı Ali'dir. Nesebi Peygamber efendimize ulaşır. Kü... more Mısır evliyâsından. İsmi Ahmed olup babasının adı Ali'dir. Nesebi Peygamber efendimize ulaşır. Künyesi Ebü'l-Fityan ve Ebü'l-Abbas, lakabı ise Şihabüddîn'dir. Seyyid-i Bedevî diye tanınır. Annesinin ismi Fatma binti Muhammed'dir. 1200 (H.596)'de Fas'ta doğdu. Ahmed Bedevî hazretleri altı yaşlarında iken babasına rüyâsında; "Yâ Ali! Bu beldeleri bırak. Mekke'ye taşın, orada yaşa. Bunda birçok hikmetler vardır." dendi. Bu mânevî işâret üzerine âilesi ile birlikte 1206 senesinde Fas'tan yola çıktı. Dört sene süren uzun yolculuk sırasında yolda herkesten, yardım, hürmet ve ikrâm gördüler. Mekke'ye yerleştikten bir müddet sonra babası vefat etti ve Bab-ı Mualla'ya defnedildi. Ahmed-i Bedevî hazretleri küçük yaşta ilim tahsîline başladı. Kur'ân-ı kerîmi ezberledi. Önceleri, çok cesûr, atılgan bir mîzâca sahipti. Çok iyi ata binerdi. Kendisine ezâ eden olursa onlara karşılık verirdi. Bunun için Attâb diye tanındı. Bir gün Kabe-i muazzamanın kenârında bir yerde uyuduğu sırada rüyâsında gizliden bir ses Ahmed-i Bedevî'ye; "Uykudan uyan! Allahü teâlânın bir olduğunu zikret." diyordu. Kalkıp abdest aldı. İki rekat namaz kılıp, Allahü teâlâyı zikretti. Sonra tekrar yatıp uyudu. Rüyâsında önceki sesi tekrar duydu. Ona; "Kalk Allahü teâlânın bir olduğunu zikret, uyuma! Yüksek derecelere kavuşmak isteyen uyuyamaz!Ne bir şey yiyebilir, ne de bir şey içebilir. Dâimâ, oruç tutmak ve geceleyin herkes uykuda iken namaz kılmak sûretiyle nefsinle mücâdele et. Kalk böyle yap! Sana, yüksek haller ve dereceler verilecek." diyordu. Rüyânın tesiriyle uyanan Ahmed-i Bedevî, hemen rüyâsını yaş, ilim ve derece bakımından yüksek olan ağabeyine anlattı. O da; "Sırrını gizli tut! Söylenilenlere uygun yaşa!" dedi. Ahmed-i Bedevî bu nasihatlere uyarak, gayret gösterdi, Allahü teâlânın izni ve ihsânı ile nice güzel hâl ve yüksek derecelere kavuştu. Ahmed-i Bedevî kendisini ilme ve ibâdete verdi. İnsanlarla alâkasını azalttı ve konuşmayı terk etti. Bir şey söylemesi îcâb edince bunu işâretle anlatırdı. Üst üste gördüğü rüyâ üzerine Irak'a gitti. Orada; Ahmed Rıfâî, Abdülkâdir-i Geylânî, Hallâc-ı Mansûr, Sırrî-yi Sekatî, Ma'rûf-i Kerhî, Cüneyd-i Bağdâdî gibi evliyânın kabirlerini ziyaret etti. 1236 senesinde, rüyâsında Mısır'ın Tanta şehrine gitmesi işâret olundu ve yola çıktı. Kahire'ye geldiğinde Mısır sultânı, onu, askeri ile birlikte karşıladı ve husûsî misafirhânesinde ağırladı. Kendisine çok hürmet etti. Sonradan o da talebelerinden oldu.

Research paper thumbnail of Tevilat 2 - Abdurrezzak Kaşani

ENBİYÂ SURESİ • 783 ENBİYÂ SURESİ "BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM" "Rahman ve Rahîm olan Allah adıyla" ... more ENBİYÂ SURESİ • 783 ENBİYÂ SURESİ "BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM" "Rahman ve Rahîm olan Allah adıyla" 1-İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirdiler. 2.3-Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak, kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir. O zalimler şöyle fısıldaştılar: Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşer olmaktan başka nedir ki! Siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz? 4-(Rasul) dedi ki: Rabbim, sema da ve arz da (söylenmiş) her sözü bilir. O, hakkıyla Semi (işiten) ve Aliym(bilen)dir. 5-«Hayır, dediler, (bunlar) saçma sapan rüyalardır; bilakis onu kendisi uydurmuştur; belki de o, şairdir. (Eğer öyle değilse) bize hemen, öncekilere gönderilenin benzeri bir âyet getirsin.» 6-Bunlardan önce helâk ettiğimiz hiçbir belde iman etmemişti; şimdi bunlar mı iman edecekler? 7-Biz, senden önce de, kendilerine vahiy verdiğimiz rical'den (erlerden) başkasını (Resul, Nebiy) irsal etmedik (göndermedik). Eğer bilmiyorsanız kitab ehline (bilenlerden) sorunuz. 8-Biz onları (resulleri, nebiyleri), yemek yemez birer (cansız) ceset olarak yaratmadık. Onlar (bu dünyada) ebedî kalıcı da değillerdir. 9-Sonra onlara (verdiğimiz) sözü yerine getirdik; böylece, hem onları hem de dilediğimiz (başka) kimseleri kurtuluşa erdirdik; müsrifleri de helâk ettik. 10-And olsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir Kitab indirdik. Hâlâ akıl etmez misiniz? 11-Zalim olan nice beldeyi kırıp geçirdik; arkasından da nice başka topluluklar vücuda getirdik.

Research paper thumbnail of Insan i Kamil Abdulkerim El Cili Mecdi Tolun Tercumesi

Research paper thumbnail of İnsanın Aslî Vatana Dönüşü

; lahut âleminde kudsî ruhu, tam kıvamında yarattıktan sonra, onu aşağılara göndermeyi diledi ve ... more ; lahut âleminde kudsî ruhu, tam kıvamında yarattıktan sonra, onu aşağılara göndermeyi diledi ve gönderdi. Bundan kasdı; güçlü padişahın katındaki doğruluk otağında, yakınlık bulmak ve ünsiyetin artmasıydı. Ki orası, evliya ve enbiyânın makamıdır. Allah-ü Teâla o kudsi ruhu önce, ceberut âlemine gönderdi. Beraberinde TEVHÎD tohumu bulunuyordu. Uğradığı âlemde onun benliğine nuraniyet hali emânet edildi. Ve orada bir kisve giydi. Oradan mülk âlemine geçti. Orada kendi benliğine has, Hakkın yarattığı kisveyi giydi. O kisvenin giydirilmesindeki murad; bu mülk âleminin yanmamasını temindi... işte bu yoğun ceseddir. Bu kudsi ruha, giydiği ceberut kisvesi dolayısıyla, sultanî ruh, tabir edilir. Melekût âleminden aldığı kisve icabı, ona seyranî ve revani ruh, tabir edilir. Mülk âlemine nisbeti ile ona cismani ruh, tabir edilir. Bu esfel âleme gelmeden maksud, kalb ve kalıp vasıtası ile, yakınlık ve derece kazanmaktır. Bu âleme gelecek, kalb arzına TEVHÎD tohumunu ekecek ve orada TEVHÎD ağacını bitirecek... "O ağacın aslı, olduğu yerde durur" ve dalları sürür boşluğunu doldurur. Ve orada Allah rızası için, TEVHÎD meyveleri .verir. Ve sonra, kalb arzına, şeriat tohumu ekti. Orada şeriat ağacını büyütmeyi istedi. Ve derecelere ait meyvelerin hâsıl olmasını istiyordu. Allah-ü Teâla ruhlara cesetlere gitmeyi emredince, her birine has yer ayrıldı. Cismanî ruhun yeri etle kan arası oldu. Kudsi ruhun yeri sırda yapıldı. Bu iki ruhtan, her birinin ayrı ayrı yerleri ve bu vücud ülkesinde metaı, kârı ve ticareti vardır. O ticaretler bol ve bereketlidir. Allah-ü Teâla onları anlatırken şöyle buyurdu:-"Gizli ve aşikare bol ve bereketli kâr ümit ederler.." (Fatır, 29) Her insana lâyık olan odur ki, bu vücud âleminde yapacağı işi bile.. anlaya.. Çünkü bu âlemde, boynuna hangi hüküm asılmış ise, o hâsıl

Research paper thumbnail of Gaybin Dili

Cem oldu âşıkları pîrîm Abdü'I-Kâdir'in Yolunda sâdıkları pîrîm Abdü'I-Kâdir'in Elim verdim eline... more Cem oldu âşıkları pîrîm Abdü'I-Kâdir'in Yolunda sâdıkları pîrîm Abdü'I-Kâdir'in Elim verdim eline kurban oldum diline Canım feda yoluna pîrîm Abdü'I Kâdir'in Sana derim ey kişi çıkar dilden teşvişî Oda yanmaz dervişi pîrîm Abdü'l Kâdir'in Arısıyım balıyım bahçesinin gülüyüm Bağının bülbülüyüm pîrîm Abdû'l-Kâdir'in Hakk katında uludur iki cihan doludur Eşrefzâde kulundur pîrîm Abdü'l-Kâdir'in Eşrefzâde Rûmî Not: Bu ilâhî Kadrî Dergâhlarında Devrân adı verilen Toplu Zikre başlamadan evvel müridlerin ayakta okudukları İlâhî'dir. (Mütercim) Bu k ı ymetli eser; Seyyid Hüseyin Fevzî paşa ile bu kitaba ve bunun nevînden olan eserlerin tümüne emeği geçen, insanları gerçek İSLÂM D İ N İ konusunda uyarmaya çalışan bu kutsal vazifeye kendini adayan âriflere ithâf olunmuştur. KİTSAN Ş. GÖKNAR-3-Bölüm: 1 YAYINEVİNİN ÖNSÖZÜ VE ESERİN TANITIMI Elinizde bulunan bu eserin aslı Farsça'dır. Eş-Şeyh Muhammed Sadık-ül Kâdirî'y-üş Şehâbî'y-üs Sadi Hz.leri tarafından Farsça'dan Arapça'ya; «Menâkibi Tâc-ül Evliya ve Burhan-ül Esfiya, El-Kutbür Rabbani Vel Gavsüs Samedânî Es-Seyyid Abdül-kâdîr-ül Geylânî (k.s.)» ismi konularak tercüme edilmiştir. Arapça'ya tercüme edilerek basılan eserin isminin bulunduğu risalenin altında, şu açıklama bulunmaktadır ki, cidden irfan ehlince bu satırlar çok derin ledünnî mânaları (İlâhî sırları) açıklamaktadır: «Hüvel kitâb-ül müsemmâ bîtefrih-ül Hatırü tercüme-tü şeyh Abdulkâdîr El kadiri İbni Muhiddin-ül Erbili.» Yukarda ki beyîtte ünlü mütercim bu gibi eserlerin gönüllere ferahlık verdiğine işaret buyurmaktadır ki, cidden öyledir. Tasavvufa âit bütün eserler, gönülleri ferahlandırır. Zâten bu sebepledir ki, Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn ibn'ül Arabî (r.a.) şöyle buyurmu şlardır:-«Öyle zaman gelecektir ki, hasbel icâb ve zaman zahir olamayan mü'minler, bu gibi tasavvuf! eserleri okuyarak, ALLAH'ın sevdiklerinden olabileceklerdir.» Eserin basıldığı yer hakkında, ise eser'in aslında şu bilgiler verilmektedir: «İşbu eser İsâ Matbaasında, Haleb kapısında, Mısır'da basılmıştır.» İşte elinizde bulunan bu kıymetli eser de bu Arapça olan eserin Arapça'dan da Türkçe'ye Seyyid Hüseyin Fevzi Bey tarafından tercüme edilmesi ile hazırlanmıştır. Eser'in ilk basımında sadeleştirmesini A. Kadîri ve B.Uluçınar yapmışlardır. Yayınevimiz naçizane olarak sahasında çok kıymetli olan bu eseri, yeniden tertib ettirerek ayrı ca eser'in içersine KADİRİ EVRADINI ve Gavsü'l-Âzâm'm müridlerine tavsiyeleri olan hikmetli sözlerini «EY OĞUL!»'u ayrı bölüm halinde alarak siz k ı ymetli okurlarımıza sunmaktan Cenab-ı Hakk'a sonsuz şükran duymaktadır... Zira; şuna kesinlikle inanmaktayız ki ilmi ledünnü (HAK İLMİ) ve tasavvuf erbabının hallerini anlatan kitapları yayınlamak ve bu kitaplardan faydalanabilmek her şeyde olduğu gibi TAKDÎR-Î İLÂHÎ'dir. Ve şuna da kesinlikle inanmaktayız ki bu ilme hizmet etmek çok kıymetli olan bir lütfü ilâhîdir... Bizler de bu ilme ummanda bir damla kadar hizmet edebiliyorsak bizlere ne mutlu... Şuna da eminiz ki; Herşeyin doğrusu ancak CENAB-I HAKK (c.C.) bilir!.. O'nun müstakbel yerini işaret etti. 1127 yılında sôfî Yusuf El-Hemedânî (*), Hz. Abdülkâdîr Geylânî'ye cemâate vaaz etmesi için telkinde bulundular. Hz. Abdülkâdîr geniş ve sonsuz bir ilim hazînesi olmasına rağmen irşad görevini yüklenemiyordu... Çünkü bekledikleri bir işaret Hz. Peygamber (s.a.v.) katından bir izinname vardı. Yusuf Hemedânî (k.s.)'un irşad ve îkâzı o kutsal müsâdenin yaklaştığını haber veriyordu. Nihayet günlerden bir Cum'a, büyükler büyüğü olacak Hz. Abdülkâdîr Geylânî minbere doğru yürümektedir. Birden Hz. Peygamber (s.a.v.), Ali bin Ebi Talib (k.v.) ve Ashabdan bâzıları olduğu halde O'nun önündedirler. Hz. Abdülkâdîr, ALLAH (c.c.)'ın sevgili Peygamberini (s.a.v.) görünce sonsuz bir mutluluk içine gömülür. O hâli, ne biz tasvir edebiliriz, ne de onlar bu sırrı açıklar. Buluşma ve görüşme alenen cereyan eder. Birçok göz Cenâb-ı Resûlüllah'ın (s.a.v.)Abdülkâdîr Geylânî (k.s)'un a ğ z ı na yedi kere üflediğini ve « Konuş ey Abdülkâdîr!» dediğini, Hz. Abdülkâdîr'in sükût ettiğini, bunun üzerine Hz Alî (k.v.) ve diğer üç halifenin üçer defa üflediğini görür. Hz. Peygamber (s.a.v.) tekrar «Konuş ey Abdülkâdîr!» hitabında bulunur. Bu defa Hz. Abdülkâdîr konuşmaya başlar ve ilk sözü:-«GEÇMİŞİ BIRAKIP, HÂLE DÖNELİM !..» olur. O'nun sesinde artık insanlığın mümtaz ilmi ve tesiri vardır. O andan itibaren Hz. Abdülkâdîr, insanlığın en yüce hatîbi, edibi, en kutsal öğretenidir. Çünkü Hz. Abdülkâdîr, o andan itîbâren Resuller Resulünün izni ile kürsüde vaaz etmekte ve ondan sadır olan her kelâm Allah (c.c.)'ın kanunlarına ait bir izâhnâme, bir tefsir hüviyetini almaktadır. Bu sebeble, Hz. Abdütkâdîr'in cemâati o günden sonra gittikçe artar... Öylesine artar ki; ne yer alıyor du bu kalabalığı... Ne de almasına imkân vardı. O yücelerden yücelere geçiyor, cemâatda o yücelik içinde sonsuza açılan bir başka dünyayı seyre dalıyor, o seyrânda herkes cûşu hurûş içinde sarhoş oluyordu. Kısa bir zaman sonra, Hz, Abdülkâdîr gelen dinleyicilerine yer bulmak, yer aramak zorunda kaldı, Bağdat'ın dışına kadar taşan bir cemâate her an sayısız âşıklar katılıyordu.,. Onun içindir ki; Bağdat'ın Halka kapısı yanında mescid yapıldı ve oraya geçildi. Artık bu yeni mescidde vaaz veriliyordu. Amma aşk her gönülü yakmıştı. Müslüman, Hristiyan, Musevî demeden hepsi O'na âşıktılar. O yerler de dar gelince artık vaazlar mescidin dışına meydanlara taştı... Garip ve mutlu şeyler oluyordu vaaz s ı rasında Hz. Abdülkâdîr yavaş sesle konuştuğu hâlde herkes duyuyordu. O'nun meclisinde uzak yakın yoktu, her âşık o sesi içinde duyuyor, O'nun sesi zaman ve mesafeyi aşarak gönüllere akıyordu. Meydanın bir tarafına âsitane (tekke) de yapıldı. Fakat o dahi ihtiyaca cevap veremiyordu. Hz. Abdülkâdîr'in hutbeleri insanlık için yeni bir hâdise idi. Ve 1134 yılında devrin en büyük âlimi ve aynı zamanda Bağdat kadısı bulunan Eba Sâidü'l Mübârek'in dergâhı da Hz. Abdülkâdîr'in idaresine tevdi edilmiş bulunuyordu. Hazreti Sultan cum'a sabahı ve perşembe akşamları kendi medresesinde, pazar * Yusuf El-Hemedânî: Kutbü'l-aktab olan bu kutsal zât dört tarîkattan icazetlidir (Hilafeti var) * * * «Dünyâ telâşından kurtul ki Âhiret'e eresin… Âhiret telâşından kurtul ki, o zaman BANA vâsıl olasın» Gavs'ül-Âzâm Abdülkâdîr Geylânî (k.s.)-14-ABDÜLKÂDÎR GEYLÂNÎ HAZRETLERİNİN HAYATLARI VE NESEBİ ŞERİFİ Gavsü'l-âzâm Abdülkâdîr Geylânî Hz.'lerinin ana ve baba cihetinden dört halifeye de ulaştığı iki cihan serveri Resulü Kibriya (s.a.v.)'e müntehi olduğunu kesinlikle tespit eden âsâra rastlamak pek kolay değildir. Buna rağmen bizlere delîl teşkîl eden; yüce Gavs'ın silsile-i şerifesini tesbit eyleyen ve nesep itibariyle Gavsü'l-âzâm'a yakınlığı aşikâr olan torunlarından Ebû Salih Nasr tarafından kaleme alınmış olan bu eserin müteâlası Gavsü'l-âzâm (k.s.)'ın hem Seyyid ve hem de Şerif olduğunu kesinlikle ortaya koymaktadır. * * * Hz. GAVSÜ L ÂZAM ABDÜLKÂDÎR GEYLÂNÎ (K.S.)'IN KUTSAL İSİMLERİ «Menâkib-i Tâcü'l-Evliyâ ve Burhanü'l-Esfiya» adlı eserin eserin elli dördüncü sayfasında şöyle buyurulmaktadır: Cenâb-ı Hak (c.c.) Hazretleri'nin doksan dokuz esmasının pek çoğu Kutbü'l-aktâb * EŞ-ŞEYH MUHAMMED: Şeyh Abdülkâdîr'in oğullarından olan Şeyh Muhammed de babasından okuyup feyz aldı. Aynı öbür kardeşleri gibi o da Şeyh el-Bennâ'dan ders aldı. * Şehâdet ederim ki, Muhammed, O'nun kulu ve Resulüdür, Sevgilisi ve dostudur. Mahlûkatın en iyisi ve hayırlı-sıdır... O'nu hidâyet ve bütün dinlere üstün gelecek bir dinle göndermiştir... Müşrikler istemese de... ALLAH'IM!.. Tertemiz bir soydan gelen; ismi ismine, cismi cismine mahkûn, yanında medfûn olan O müşfik halîfe ve yüce İmâm Ebû Bekr es-Sıddîk'dan razı ol! Emeli kasır (Dünya sevgisi az), ameli kesfr (İbâdetleri çok), korku bilmeyen, şiddet anında sarsılmayan, verdiği hükümler kitabın nassına muvafık olan, yüce İmâm Ebû Hafs Ömer bin El-Hattâb'dan da razı ol! Ceyş'ül-Usre'yi teçhiz eden «On»'un onuncusu olan, îmânı (göğsünde) sımsıkı bağlayan, Kur'ân'ı âdabına riâyet ederek okuyan, şehidlerin efdafi, mutlu kişilerin en şereflisi, Rahmanın meleklerinin haya duyduğu, iki nurun sahibi Osman bin Affan'dan da razı ol!.. Kahraman, Betûl'un zevci, Resulün amcazadesi Allah'ın kılına, kapıyı çekip koparan (Hayber kapısını çekmiş koparmıştır) orduları dize getiren, din 'in imâmı, âlimi; şeriatın hâkimi, acâyib kerametlerin izhâr edicisi el-İmâm ebil-Hüseyin ebî Talib oğlu Ali'den de razı ol!.. İki şehid torun Hasan ve Hüseyin'den de razı ol!.. İki şerefli amca olan Hamza ve Abbas'dan da razı ol! Ensâr ve muhâciriynden de k ı yamete kadar onların yolundan gidecek olanlardan da razı ve hoşnut ol!.. ALLAH'ım İmâmı (Halîfeyi) de, milleti de ıslah et! İyilik hususunda kalplerini telif eyle! Birbirlerine zararları do-kunacaksa lütfunla onu da önle! ALLAH'ım! İç yüzlerimize, gizli işlerimize ancak sen vakıfsın. Onu da düzelt! Günahlarımızı da senden iyi bilen yok, onları da afv eyle! Ayıplarımıza senden daha iyi kim vakıf olabilir?.. Şu halde ayıplarımızı da ört! Hacetlerimizi de biliyorsun, onları da ihsan et Yarabbî! Yasak ettiğin yol ve işlerde bizleri sülük ettirme! Rızân olmayan işlerden bizleri men eyle! Kendine itaat etmekle bizleri izzet ve şeref sahibi yap! Mâsiyet-26-deryalarında bizleri zelîl kılma! Senden başkasından ilgimizi kes! Bizleri, senden uzaklaştıracak şeylerden de uzaklaştır!.. Bize zikrini, şükrünü ve ibâdetlerinin güzelini ilham et!...» Böyle konuştuktan sonra parmağı ile yüzüne doğru i şaret ederek şöyle derdi:-«Lâ ilahe illallah mâ şâellâhû kâne vemâ lem yese' lem yekûn... ALLAH birdir, O'ndan başka tanrı yoktur. Dilediği olur, dilemediği olmaz. Lâ kuvvete illâ billâhil Aliyyilazim... (Kuvvet ancak yüce ve büyük olan Allah'la elde edilir...) ALLAH'ım bizleri gaflette bırakma! Bizi aniden alma! Ey Rabbimiz! Şayet unutur veya hatâ edersek bizleri muâhaze etme! Ey Rabbimiz! Takat getiremiyeceğimiz şeyi de bizlere tahmil eyleme! Bizi afv et! Günahlarımızı mağfiret et! Bize acı! Sen bizim Meviâmızsın! Öyleyse kâfirler güruhuna karşı bizlere yardım...

Research paper thumbnail of Fütuhu'l Gayb

Allah-ü Taala'ya ve Hz. Rasulallah'a iman eden şu üç şeyi yapmakla vazifelidir: 1-Allah'ın emirle... more Allah-ü Taala'ya ve Hz. Rasulallah'a iman eden şu üç şeyi yapmakla vazifelidir: 1-Allah'ın emirlerini tutmak.... 2-Yasak ettiği şeyleri yapmamak... 3-Kimsenin elindekine göz dikmemek, doğru çalışmak, haline razı olmak.... İnsan, hayatı boyunca, emir, yasak ve kader çizgisi içindedir. Hiçbir zaman bunların dışına çıkamaz. Dışını Hakkın emirlerine uydurduktan sonra, iç alemi için 3 vazife başlar: 1-İnsan öz varlığı olan kalbine, iç alemine dönmeli... 2-Ruh, iyilik taraftarı olarak, kötülüğe meyilli duran nefsini muhasebe etmeli... 3-Böylece bütün gidişatını, yolunu Allah yolunun hakiki yolcularına uydurmalıdır... 02. Makale: HAYRI TAVSİYE Allah'ın ve Hz. Rasulallah'ın emirlerine uyun; şahsi arzularınıza ve hissiyatınıza mağlup olarak bid'at yoluna sapmayın ! İtaat edin; türlü ve bozuk yollara ayrılmayın!... Allah'ı tevhid edin; hiçbir zaman şirk koşmayın!... Hakkı tenzih edin; itham etmeyin... Doğruluk karşısında şüpheye düşmeyin; tasdik edin. Hep birden kardeş olun, aranıza düşmanlık sokmayın. Doğruluktan nefret etmeyin, daima Hak yolu ve yolcularını arayın, usanmayın... Sonuna kadar çalışın; bekleyin ümitsizliğe düşmeyin... Daima doğru yolda toplanın, sevişin aranıza sevimsizlik girmesin... Yaptığınız kötülükleri bırakın; tövbe edin; bir defa yaptığınız hatayı ikinci defa yapmayın!.. İçinizi dışınızı temiz tutun. Uğursuz, çıkmaz, karanlık bataklıklara düşmeyin... Rabbınızın taatı ile ruhunuzu bezeyin. O'nun kapısından ayrılmayın. Ondan yüz çevirmeyin. Tövbenizi bozmayın... Gece gündüz Allah'a yalvarmaktan bıkmayın. Çünkü rahmet kapıları ancak bu yolda açılır. Hakiki saadeti buyolda bulmanız mümkündür. Şu bataklık aleminden ulvi ruhani aleme bu yoldan gitmeniz mümkündür. Hak'ka vuslat bu yoldadır. Rahat, huzur ve selamet evine buradan girilir. Öyle bir selamet evi ki, her çeşit binek orada, gözün görmediği her türlü hoşluk oradadır... Bu nimetlerden bıkmaz, usanmaz, bol bol yer içersiniz. O yerde sizin arkadaşlarınız Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler olur.. Allah cümlemize nasib etsin... 03. Makale: İPTİLA İnsan, başına bir iş gelirse... Önce, kendi kendine kurtulmaya çalışır... Muvaffak olamayınca, etraftan yardım istemeğe koyulur... Padişahlara gider; rütbe sahiplerine yalvarır. Zenginlere koşar... Hal sahiplerine gider; dua ister, himmet ister... Eğer hasta ise doktora gider, şifa arar. Bununla da kurtulamayacağını anlayınca, Allah'a döner.-" Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi. Kadın, güzel koku, gönlümü hoş eden namaz..." Bütün kötü arzun, hevesin kırılmadıkça, Hak, seninle olmaz. Bu hevan ve hevesin yok olunca da sende hiçbir şey durmaz olur artık. Sende ne iyilik eğlenebilir, ne de kötülük. Ne akıl kalır, ne de fikir. Hiçbir şeyi seçemez olursun. Varla yok arasında bir hal alırsın. Allah seni öldürür, yeniden diriltir. Sende, yeni ve bambaşka bir irade zuhura getirir. Her isteğini o irade ile istersin. Bu hale ki geldin ve her isteğin buna ki uydu; Hak Teala kendine izafe ettiğin mevhum varlığını alır, seni yok eder. Bu halle sonunda: Münkesiret'ül-kulüb zümresine dahil olursun... Bu makamda haberin olmadan çeşit çeşit hikmetli işler olur. Sonra benliğin erimeğe başlar. Böylece iş sonuna varmış olur. Ve Hak'ka kavuşmuş olursun; yani, lika hasıl olur... Her iş tamam olur. Bütün çalışmalar bunun içindi zaten... İşte: Münkesiret'ül kulüb'un asıl manası budur. Yukarıda bahsedilen cümlesini biraz izah edelim: Bunun manası; tam bir sükun ve tumaninet halidir... Yani yukarıda arzedilen hale girmek ve onda tambir olgunluk peyda etmek demektir. Bunu daha açık anlatmak için Allah'u Teala'nın, Peygamberi (S.V.) lisanı ile buyurduğunu dinleyelim:-"Kulum bana ibadet etmekle yaklaşır, ve onu severim... Sevince de tutan eli, işiten kulağı, gören gözü, yürüyen ayağı olurum, hep işlerini benimle görür... " Diğer bir rivayette şu cümleler de vardır.-"Benimle işitir, benimle tutar, benimle aklı erer..." Bu hal ancak-kendinden geçiş-ile başlar. Bu iş, güç değildir, halkı bırakman kafi... Halk; hayır ve şerden ibarettir. Sen de böylesin, hem hayırlısın heh de şerli... Halkın hayrını ve şerrini isteme... Yalnız Hak'kı tut, ötesini bırak. Yine Kader-i İlahide hayır ve şer vardır. Sen bu halde bulunmadıkça Allah seni şerrinden korur, hayrı denizine atar. O zaman hayrına kab olur, her çeşit nimete kavuşursun... Süküna rahata, hoşluğa ve nihayet her güzelliğe kaynak olursun... Fena (1), Müna (2), Müptega (3) bunlar ayrı ayrı tasavvuf mertebesidir. Velilerin son durağı buralardır. Bunlara yönelmek öyle bir istikamettir ki, geçmişteki evliya ve ebdal hep bunları istediler. Ta ki, iradelerini Allah'a bırakalar ve O'nun iradesine göre hareket edeler. Zaten bu yolun yolcularına demek, bu manayı anlatmak içindir. Bunların günahı nefsani arzularını Hak'kın iradesine ortak etmektir. Haddi zatında onlar bunu unutarak yaparlar. Manevi bir hale kapılı, dehşete düşerler, bu arada kendilerini kaybederler. İsteklerine kapılma neticesi Hak'ka şirk koşmuş olurlar. Sonra, Allah tarafından kendilerine bir ayıklık gelir; Allah'ın rahmeti, merhameti yetişir, blundukları halden uyandırır. Onlar da hatalarını anlar, istiğfar eder, tövbe ederler... Allah da tövbelerini kabul eder. Çünkü yalnız melekler iradeden masumdur... Peygamberler de iradeden değil, kötülükten masumdur. Geri kalan mükellef insan ve cinler, ne iradeden, ne de kötülükten masumdur. Şu var ki; veliler, kötü arzudan, ebdal de iradeden mahfuzdur, ama masum değildir. Bu şu manaya gelir; bazen ufak tefek meyil ederler, sonra Allah merhameti icabı onlara yine doğru yolu nasib eder... 07. Makale: KALBİN HASTALIĞI Nefsini bırak! Ve ondan uzaklaş!.. Nisbî olarak kendine izafe ettiğin mülkten ayrıl!.. Hepsini Allah'a (CC) teslim et!.. Ve kalbin kapısında bekçi ol!.. Allah'ın (CC) "gönlüne sakla" dediklerini içeri al ve "alma" dediklerini kalbine sokma!.. Kötü istekleri kalbinden çıkardıktan sonra bir daha yaklaştırma!.. Bu şeytani arzuları kalbten çıkarmak, her halde ona uymamak ve daima muhalefet etmekle olur. Allah'ın (CC) iradesi dışında bir şey isteme!.. O'ndan (CC) başka bir şey istemek boş bir temennidir. Akılsızlıktır. Sakın böyle bir hevese düşme!.. Telef olursun.. Helak olursun!.. Hakk'ın (CC) merhametinden uzak kalırsın. Sonuna kadar Allah'ın (CC) emirlerini tut!.. Sonuna kadar yasak ettiği şeylerden kaç!.. Sonuna kadar O'nun (CC) kaderine teslim ol!.. Yarattığı şeylerden hiç birini O'na (CC) ortak yapma. Şirk koşma!.. İsteğin, arzun, şehvetin, hepsi O'nun (CC) yarattıklarıdır… İsteme! Kötü arzularına kapılma! Şehvete düşkün olma!.. Ta ki müşrik olmayasın!.. Ayetten: "Bir kimse Rabbına (CC) kavuşmayı istiyorsa, yarar iş yapsın. Rabbı (CC) için yaptığı ibadetlere şirk katmasın." Şirk, yalnız putlara tapmak değildir. Kendi şahsi arzu ve isteklerinde tesir görerek, uyman da bir nevi şirk ve putperestliktir. Dünya ve onun metaından, ahiret ve onun nimetlerinden herhangi birine gönül kaptırarak, seni Yaratanın (CC) sevgisini değil, bunlardan her hangi birinin sevgisini üstün tutarsan, şirk etmiş olursun… Bunlardan herhangi birine kapılman, gizli şirktir. Bunun için, daima sakın, onlara yanaşma, kork, emniyet etme. Gafil olma!…

Research paper thumbnail of Fethü'r Rabbani

Ey oğul! İki adım vardır ki, eğer bu iki adımı atabilirsen Hakk'a ulaştın demektir. Eğer kalbin v... more Ey oğul! İki adım vardır ki, eğer bu iki adımı atabilirsen Hakk'a ulaştın demektir. Eğer kalbin ve ruhunla, dünyayla ahiretten birer adım, nefsinle diğer insanlardan da birer adım uzaklaşabilirsen, Hakk'a ulaşmış olursun. Sen, kalbin ve ruhun ile bu zahirleri terket. İşte o zaman önce başlangıçta, sonra da sonda Hakk'a vâsıl olursun. Sen önce başla. İlk adımı at. Onu tamamlamak, Aziz ve Celil olan Allah'a düşer. Başlamak senden, bitirmek de Aziz ve Celil olan Allah'tan. Öyle yatağında, yorganının altında ve kapalı kapılar ardında miskin miskin durma. İş ara. Çalışmak istediğini söyle. Eğer bina sağlam bir temel üzerine oturtulursa, yıkılmaz. Yerinde karar kılar. Sağlam bir temel üzerine oturtulmadığı taktirde ise, kısa zamanda çöker, yıkılır. Tıpkı bunun gibi, eğer sen de kendi

Research paper thumbnail of Cilau'l Hatır

Eserin tam adı "Cilâü'l-hâtır fi'l-bâtın ve'z-zâhir" şeklindedir. Hâtır kişinin, özellikle de sûf... more Eserin tam adı "Cilâü'l-hâtır fi'l-bâtın ve'z-zâhir" şeklindedir. Hâtır kişinin, özellikle de sûfînin gönül ve kalp dünyâsına ilâhî âlemden tecellî eden fikirler demektir. Bu durumda eserin adını dilimize "Bâtınî ve zâhirî konularda gönül dünyâsına yansıyan fikirlerin cilâsı" şeklinde çevirmek mümkündür.

Research paper thumbnail of Necip Fazıl Kısakürek -Tasavvuf Bahçeleri

Takdim Đrşad Edicim, Kurtarıcım ve Efendim Abdulhakîm Arvasî Hazretlerine ait, dışından öğretici ... more Takdim Đrşad Edicim, Kurtarıcım ve Efendim Abdulhakîm Arvasî Hazretlerine ait, dışından öğretici mahiyette bu son asrın en büyük din eserini, en titiz sadakat, en derin dikkat ve en keskin haşyetle sadeleştirirken, kendimden ekleyeceğim biricik ölçü, Büyük Velî'nin muazzez ruhaniyetine sığınmak ve affını dilemektir. NĐSAN 1983 N.F.K. Başlangıç Zahir ilimlerinin, mevzu genişliği itibariyle tasavvuf ilmine nisbeti, bir damlanın bir deryaya kıyası gibi olduğu, bazı tasavvuf büyüklerinin açıkladıkları hususlardandır. Zira, tasavvufun mevzuu, yerinde de bahs ve zikrolunacağı gibi, meâl olarak, Allah'ın Zâtıdır. Öbür ilimlerin, mevzûu, ne kadar geniş farzedilse de «mümkinât dairesi-olabilirler âlemi»nden dışarı çıkamaz. «vücup âlemi-olması gerekenler âlemi»ne nisbetle «imkân âlemi-olabilirler âlemi»nin ne olduğu, beyandan uzaktır. Şu halde, tasavvuf ilmi, zevkî ve vicdanî olduğundandır ki, şanına lâyık bir şekilde kalemlerin diliyle yazılması ve insanların diliyle ifadesi mümkün değildir. Bununla birlikte, bağlıları tarafından pek çok kitap ve risaleler telif ve tertip edilmek suretiyle, imkân nisbetinde izahına gayret sarf edilmiş, muazzam maksat ve meseleleri de onların sohbetleri esnasında beyan ve izah oluna gelmiştir. Bu hususta, değişik derecelerde olan tasavvuf adamlarının, çeşitli meşreplerde bulunan büyüklerin her biri, muhtelif suretlerde kendi mizaçlarına göre beyanlarda bulunmuşlardır. Bir kısmı, belki büyük bir kısmı, keşfe bağlı hakikatler ve ilhama dayalı incelikler üzerinde, zeyli uzun, meâli bir, ibaresi değişik kitaplar yazmışlardır. Zünnûn, halin, devamlı zevâle maruz bulunduğuna işaret etmiştir. Bazıları, çakıp giden şimşek gibi, halin, parıldamasının ardından, zeval karanlığına büründüğünü, onun arkasında saklandığını ve değiştiğini söylemişlerdir. Şeyh-i Ekber, «Fütûhât»ın 192. babında, «-Hal, zatî bir varlığı bulunmayan, gelip geçici demek olan arazlara benzer. Varlığı zamanından başka devamlılığı yoktur» demişlerdir. Cüneyd-i Bağdadî Hazretleri de hâl ile ilgili soruya cevap olarak: (Arabîden:) Doğunca, o aydınlık, nur yıldızları, Açılır hep gizliler ve haber gelir cem'den... beytini okumuş ve hal nurlarının doğmasıyla gayb âlemdindeki gizli mânâların ortaya çıkacağını ve cem' makamından haberler getireceğini ifade etmiştir. KABZ VE BAST Bu kabz ve bast, yani salikin darlık ve genişlik halleri, birbirinin mukabili olarak, sâlik için, «havf-korku» ve «recâ-ümit» menzilesini geçtikten sonra meydana gelir. Arifte meydana gelen «kabz-darlık» hali, bu yola yeni giren salikte görülen «havf-korku», «bast-genişlik» hali de yine başlangıçta vaki olan «recâ-ümid» menzilesindedir. Korku, kalbin meyl ve arzu ettiği sevilen bir şeyin, elden kaçması endişesinden veya kalbin ürküp çekindiği, istemediği bir işin olacağı düşüncesinden doğar. Recâ ise, istenilen bir işin olmasını dilemekten veyahut sakınılan, nefret edilen bir şeyin zevalini, ortadan kalkmasını beklemekten doğar. Görüldüğü gibi, her iki halin de, yani, havfın da recânın da bağlı olduğu sebepler, istikbâle dâir işlerdir. Kabz ve bast ise, salikin, içinde bulunduğu anda meydana gelen mânâya aittir. Havf ve recâ sahibinin kalp alâkası, vadeli ve gelecekteki bir işe dayalı iken, kabz ve bast sahibi, halihazırda yüklendiği, altına girdiği varidat sebebiyle, zamanın esiri ve mahkûmudur. Kabz ve bast, salikin hallerinin değişikliği nisbetinde farklı, o nisbette değişik olur. Bazen, kalbe gelen kabz, yetersiz olunca, sâlikte, az çok uyanıklık ve şuur hali baki kalır. Bazen de gelen kabzın kuvvet ve şuurla alâkası kesilmiş olur. «Bizler, ezelde, eşyâ köleliğinden hür ve azâde, kâinat alâkalarının izlerinden gönlü arınmışlarız,» demişler...

Research paper thumbnail of Kuran Mührü - Abdulbaki Miftah