Zeynep Sati Yalçın - Academia.edu (original) (raw)

Papers by Zeynep Sati Yalçın

Research paper thumbnail of Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik, Kontrol Odaklı Düşünceler, Empati Ve Adil Dünya Inancının Tecavüz Kurbanlarına Ilişkin Tutumalara Etkisi

The aim of this present study was to investigate the effects of ambivalent sexism, locus of contr... more The aim of this present study was to investigate the effects of ambivalent sexism, locus of control, empathy and belief in a just world on attitudes toward rape victims. In order to do so, 425 graduate and undergraduate students at Middle East Technical University participated in the current study. The results of the study indicated that hostile sexism (β = .47), empathy (β = -.28), education (β= -.22), internal locus of control (β = .10), belief in a just world (β = .10), benevolent sexism (β = .10) and income (β = -.09) had a significant contribution on the participants̕ unfavorable attitudes toward rape victims after eliminating the effects of age and education. Additional analysis further revealed that male participants demonstrated significantly more endorsement on unfavorable attitudes toward rape victims than female participants. The main effect of pornography viewing on attitudes toward rape victims was not found significant. However, the results further indicated that there...

Research paper thumbnail of Asaf Halet Çelebi'nin "Gözlerim Kimi Gördüler" Şiirinde Çağrışımlar

Aydos Edebiyat Dergisi, 2020

Şairler ve yazarlar, kendi çağının çocuğudur. Çağının çocuğu olmak; çağının edebi, teknolojik, fe... more Şairler ve yazarlar, kendi çağının çocuğudur. Çağının çocuğu olmak; çağının edebi, teknolojik, felsefi, sanatsal yenilikleriyle, günlük yaşamın koşuşturmaları ve yenilenen değerleriyle beraber geçmişten gelen değerlerin, kültürel birikimlerin de çocuğu olmak demektir. Her çağın sonraki çağlara aktardığı bir geçmişle beraber sunduğu bir güncel de vardır. Sanatçı, başlangıçta farkında olmasa da sonradan fark edip içselleştirdiği birikimi çağın içinde kazandıklarıyla harmanlar. Hiçbir sanatçı tek bir olay, olgu, görüş, anlayış, düşünüş tarzından ibaret değildir. Sınıflamalar, sınırlamalardır. Belki anlatılması anlaşılması kolaylaşsın diye bir anlayışa bir oluşuma bir akıma ait olarak gösterilmişlerdir, ama ne tek başına bunlardan biridir sanatçı ne de onlardan tamamen uzaktır. Zamanının geçmişten süzülüp gelen bütün varlığını kendinde taşıyan muhteşem mozaiğidir. Bu düşünceden hareketle sanatçının, zamanlar arasındaki bir köprüde yaşadığını düşünmemiz mümkündür. Geçmiş ile geleceğin arasında inşa ettiği bir köprüde yeniden kurar kendini. Kolektif belleğin zihnine aktardığı, kendi çabasıyla ve yeteneğiyle geliştirip çoğalttığı bilgisi ve şahsına has bir sezişle, oluşturduğu dille o köprüde yaşar. Asaf Halet Çelebi, çağının ortasında kurduğu köprüde yaşayan sanatçılarından biri olmuştur. Geçmişten devraldığı birikimi kendi bilincinde yeniden harmanlayarak geleceğe bir duyuş taşımaya çalışmıştır. Döneminde çok ilgi çekmeyen şiirlerinde, dıştan ziyade içe dönük bir duyuş hâkimdir. Tek kaynaktan, tek yönlü bir gelişim değildir Çelebi'nin şiirlerindeki duyuşu; zengin bir okuma kültürünün, yıllar süren araştırmalarının ürünüdür. 1 Bunlara ek olarak, çocukluğunda teneffüs ettiği masalsı mistik hava, tasavvuf ve musiki dersleriyle kazandığı manevi duyuş ve içe dönük hissedişler onun şiirini çağdaşlarından farklı kılmıştır. Babasından Fransızca ve Farsça dersleri almış, Farsçayı şiir yazacak kadar, Fransızcayı çeviri yapacak ve ders kitabı yazacak kadar iyi öğrenmiştir. Üsküdar Mevlevîhanesi şeyhi Ahmed Remzi Dede'den ve devrin tanınmış musiki ustalarından biri olan Rauf Yekta Bey'den aldığı musiki dersleri sayesinde Doğu musikisine, ses ve ritme vukufiyeti artmıştır. Böylelikle, Türk şiirine daha çok ses yankılanmalarına dayanan değişik bir söyleyiş getirmiştir. Bir hayal ve duygu şairi olmaktan çok, bir sezgi ve kültür şairidir. 2 Divan ve halk edebiyatını iyi bilen şair, ilk gençlik yıllarında gazeller ve rubailer yazmış, sonradan serbest şiire yönelmiştir. Şekil olarak yenidir, birinci yeninin savunduğu gibi serbest şiir anlayışını benimsemiş, içerik olarak da Türkiye'deki postmodernizmin erken habercisi gibi geleneğe göndermeler yaparak yoğun metaforlar kullanmıştır. Mevlana, Yunus Emre, Ömer Hayyam, Naima gibi önemli şahsiyetler hakkında ciddi çalışmalar yapmıştır. Hint edebiyatı üzerine makaleler yazmış, Pali Metinlerine Göre Gotama Buddha adlı esriyle Budizm hakkında detaylı bilgiler verirken İslam tasavvufuyla da karşılaştırmalar yapmıştır. Budizm'deki uzun çabalar sonucu varılan hedef olan Nirvana'nın, İslâm tasavvufundaki karşılığının Fenafillah olduğunu ileri sürmüştür. 3

Research paper thumbnail of KURGUSAL METİNLERDE ANLATICININ ROLÜ VE GELENEĞİ YANSITAN BİR ÖRNEK OLARAK ZONGO’NUN DEĞİRMENİ HİKÂYESİ

Uluslararası Harran III. Göbeklitepe Sosyal Bilimler Kongresi, 2021

Her tür metinde yazarın okuyucuya aktarmak istediği bir ileti vardır ve bu iletinin okura ulaştır... more Her tür metinde yazarın okuyucuya aktarmak istediği bir ileti vardır ve bu iletinin okura ulaştırılması, bir anlatıcının varlığını gerekli kılar. Anlatıcı; klasik sınıflandırmayla ben, sen ve o anlatımlarına bağlı olarak kahraman, gözlemci ve ilahi bakış açısı olarak üç farklı başlık altında incelenmektedir. Öğretici metinlerde bu anlatıcı, yazarın bizzat kendisidir. Anlatmaya bağlı metinlerde ise anlatılacak olay veya durumu aktarmak için yazarın dışında bir anlatıcı vardır. Bu anlatıcı, yazarla özdeşleşmiş olabileceği gibi, yazar tarafından kurgulanmış bir anlatıcı da olabilir. Masal, destan, kıssa, halk hikâyesi gibi geleneksel anlatılarda kahraman bakış açısına bağlı "ben" anlatımı yoktur, ilahi bakış açısıyla "o" anlatımı kullanılır. Kahraman bakış açısı ancak ona söz verildiğinde devreye girer ve söyleyeceğini söyler. Bu tür metinler, toplumsal değer odaklı oldukları için yazar kendini gizlemez, hatta zaman zaman araya girerek okura seslenir, adeta ben buradayım demek ister. Modern dönemlerin metinlerinde ise bireyin öne çıktığı, bireysel duyuş, düşünüş ve arayışların ön planda olduğu görülür. Bu metinlerde ise yazar, kendi varlığını hissettirmemeye çalışarak farklı anlatıcılar kurgular ve o anlatıcılar aracılığıyla metinle okuru baş başa bırakır. Hacimli anlatılar olmaları bakımından romanlarda farklı bakış açıları farklı bölümlerde kullanılabilirken hikâyeler, daha kısa metinler olduğu için tek bir bakış açısı tercih edilir. Recep Seyhan'ın Zongo'nun Değirmeni adlı hikâyesinde; birden fazla bakış açısı aynı hikâyenin içinde, aynı bölümde yer alarak geleneğe yaslanmıştır. Postmodern unsurlardan ve çerçeve hikâye tekniğinden yararlanılan hikâyede "Şehrazat" vurgusuyla açıkça Binbir Gece Masalları'nı ve geleneği işaret eder. Ardından "ben" anlatıcı devreye girerek içinde bulunulan an'ı aktarır. Çerçeve hikâyelerde anlatıcı sürekli değişim gösterir ve bu yolla toplumun her kademesindeki insanların hikâyeleri dile gelir. Bu yanıyla andığımız hikâyede hem geleneksel hem de modern bakış açıları iç içe geçmiş olarak birlikte kullanılmıştır. Bu çalışmamızda; kurgusal metinlerdeki geleneksel ve modern anlatıcı konusuna değinilecek ve bu bağlamda Recep Seyhan'ın kitaba da adını veren Zongo'nun Değirmeni adlı ilk hikâyesi, anlatıcıların rolü bakımından incelenecektir.

Research paper thumbnail of Zeynep Sati YALÇIN SUÇLU GÖZLERDEN KALBE SIZAN YOLDA STEFAN ZWEİG'İN VİRATA'SI

Research paper thumbnail of ALAEDDİN ÖZDENÖREN'DE ANLAMI ÖYKÜYLE DENENEN ŞİİRLER

Hece Dergisi Özel Sayısı Yıl:26, Sayı: 289, Ocak 2021, 2021

Research paper thumbnail of CENNETİN RENGİ FİLMİNDE GÖSTERGESEL İMGE VE DEĞERLER

VI. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu, 2019

İnsanlar dünyada din, dil, ırk, gibi farklılıklarıyla yer aldıkları gibi bedensel farklılıklarıyl... more İnsanlar dünyada din, dil, ırk, gibi farklılıklarıyla yer aldıkları gibi bedensel farklılıklarıyla da yer alırlar. Bu farklılıkların kabulü ve bir arada yaşaması insan olarak hepimizin ortak arzusu olsa da her zaman mümkün olmamaktadır. En küçük bir toplumsal oluşumda bile farklı olan dışlanabilmekte, ötekileştirilebilmekte, insanî olmayan davranışlara ve hak etmediği tepkilere maruz kalabilmektedir. Oysa insanın eksik bir yönüne mukabil çok güçlü olan yönleri de vardır. İnsanın güçlü olan yönlerinin geliştirilmesine destek olmak; hem hayatı ve kendisini sevmesini hem de toplum için faydalı olmasını sağlayacaktır. İnsan; düşünen, anlayan, anlatabilen, değişebilen, gelişebilen bir canlıdır. Farklılıklarla bir arada yaşamak, kendisine benzemeyeni anlamak, onun hissettiğini hissetmek, eksik bulunan yönlerin karşılıklı takviyesine destek olmak, eğitimle kazandırılabilecek davranışlardır. Sinemanın günümüz insanı üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri yadsınamaz. Sinema sırlarla dolu bir dünyadır, düşselin gerçekçi anlatımı veya gerçeğin düşsel anlatımı diyebileceğimiz imgelerle yüklüdür. Bir film; evrensel boyuttaki gerçekliği yakalayabilen bir üsluba sahipse, izleyicileri için öğreteceği değerler ve kalbinde dokunacağı yerler vardır. Majid Majidi'nin Cennetin Rengi adlı filminde görme engelli bir çocuk olan Muhammed'in çocuksu trajedisi anlatılır. Muhammed, babası tarafından ceza olarak algılanır, ondan uzaklaşmanın yollarını arar. Babaannesi, öğretmeni ve ustası tarafından verilen gerçek sevgi ve anlamlı destekle Muhammed, sesler ve nesneler üzerinden hayatı, dünyayı, diğer varlıkları, Allah'ı anlamaya çalışır. Artık hayat onun için yük olmaktan çıkar, keyif aldığı bir yolculuk hâlini alır. Bu çalışmada; eğitim ve sinema konularına değinilecek, Majid Majidi'nin Cennetin Rengi adlı filmi eğitim materyali olarak incelenecek, filmdeki göstergelerin ve kültürel kodların okunması eşliğinde, filmin iletmeye çalıştığı mesajlar belirlenecektir.

Research paper thumbnail of Zeynep Sati YALÇIN, FEYZA HEPÇİLİNGİRLER’İN “İŞTE GİDİYORUM, GÖÇ ÖYKÜLERİ” ADLI KİTABINDAKİ KAHRAMANLARIN GÖÇE BAKIŞI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Samsun Canik Geçmişten Günümüze Göç Sempozyumu 2017, 2017

Feyza Hepçilingirler edebiyatımızın önemli yazarlarından biridir. Hem anne hem baba tarafından gö... more Feyza Hepçilingirler edebiyatımızın önemli yazarlarından biridir. Hem anne hem baba tarafından göçmen olan iki ailenin çocuklarından biridir. Çocukluğu, anneannesinin ve babaannesinin göçle ilgili gerçek hayat hikâyelerinin ve bulundukları yere ait olma çabalarının içinde geçer. İlk gençlik yıllarında da kendisi, evler ve şehirlerarasında gerçekleşen göçü yaşar. Çocukluğundan itibaren göç onun yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır adeta. Bu durum; gidenler ve kalanlar açısından göçü, göçün bireylerin hayatı, duyguları ve davranışları üzerindeki etkisini derinlemesine anlamasını ve anlatmasını sağlamıştır. Her gidişin insanın belleğinde bıraktığı derin acıyı bir yandan da içinde yeşerttiği umudun çatışmasını okuyucuya hissettirir. Bu çalışmada; Feyza Hepçilingirler'in İşte Gidiyorum-Göç Öyküleri kitabında evinden, toprağından, dilinden, sevdiklerinden alışkanlıklarından ayrılmak zorunda kalanların göç öncesinde, göç sırasında ve göç sonrasında göçe bakışları yalnızca dış göçleri konu alan öyküler üzerinden ele alınacaktır.

Research paper thumbnail of ABDULLAH OĞUZ TARAFINDAN SİNEMAYA AKTARILAN “MUTLULUK” FİLMİNDE KİŞİSEL BİR TÖRE SORGULAMASI

Barolar Birliği II. Kadın ve Hukuk Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 2019

İnsan bir toplum içine doğar ve o toplumun içinde yazılı kuralların yanında bir de yazılı olmayan... more İnsan bir toplum içine doğar ve o toplumun içinde yazılı kuralların yanında bir de yazılı olmayan gelenek veya töre olarak bilinen kurallar vardır. Toplumun kendisi tarafından yüzlerce yıl önce konulmuş ve hâlâ uygulanmakta olan kurallardır töreler. Aynı zamanda toplumsal kabulün şartlarındandır töreler. Yazılı kurallardan daha çok bilinir ve uygulanmasına daha çok önem verilir. Şüphesiz olumlu olan değerleri taşıyan birçok töre vardır. Bunun yanında insan hak ve hürriyetlerine, vicdana aykırı kuralları da vardır törelerin. Bu törelerin en acımasızı ise kadınlara uygulanan namus cinayetleridir. Kadın bir suç işlemese bile, zorbalığa tehdide maruz kalarak mağdur olsa bile, suçlu kabul edilmiş ve en ağır şekilde cezalandırılmıştır. Kimse bunu neden, niye diye sorgulamaz. Atalar öyle demiştir ve sorgulamadan uygulanır. Neden suçu işleyen değil de suça maruz kalan cezalandırılır? Bu sorunun birçok cevabı olabilir elbette, ama en temel neden "güç" olarak cevabını bulmaktadır. Ataerkil toplumlarda "erkek gücü" her şeyin üstündedir ve namus konusunda erkek özgürdür, ama mağdur kadın yaşı kaç olursa olsun cezalandırılır. Bu sakat anlayışı sorgulayan en güzel örneklerden biri de Zülfü Livaneli'nin Mutluluk adlı romanıdır. Bu roman Abdullah Oğuz tarafından 2007'de filme alınmış ve sinemanın büyülü dünyasıyla seyirciye sunulmuştur. Bu çalışmada Mutluluk filmi, romanla birlikte ele alınarak eser inceleme yöntemiyle zararlı bir geleneksel anlayış/inanç olan töre cinayeti ve kişiler üzerindeki etkilerine değinilecektir.

Research paper thumbnail of Kadın Olmak: George Sand’ın "Consuelo" ve Fatma Aliye Hanım’ın “Refet”  Romanının Karşılaştırılması

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslar Arası Ortadoğu Kongresi Bildiriler Kitabı, 2017, 2017

Özet 19. asır aydınlanma dönemiyle birlikte dünya genelinde erkek egemenliğine karşı ciddi hareke... more Özet 19. asır aydınlanma dönemiyle birlikte dünya genelinde erkek egemenliğine karşı ciddi hareketler görülür. Her alanda olduğu gibi edebiyat alanında da kendini gerçekleştirmek isteyen kadınlar vardır. Bu kadınlar; yaşadıkları ata erkil toplumlarda kendi haklarının farkına varmış, bu konuda mücadele vermiş ve çığır açmış kadınlardır. Fransız edebiyatında George Sand ve Türk edebiyatında Fatma Aliye Hanım, kadın olmanın yanı sıra kadın yazar olmanın da zorluklarını yaşamış iki öncü kadındır. Farklı ülkelerde, farklı inanç ve kültürlerde yetişmiş olsalar da kadın olmak bağlamında benzer sorunları yaşamış ve varlıklarını duyurmak adına aynı amaca hizmet etmişlerdir. Bu çalışmada; George Sand'ın Consuelo romanı ile Fatma Aliye Hanım'ın Refet romanı, yazarlarının hayat hikâyeleriyle beraber kadın sorunlarını ele alışları ve kahramanlarına yükledikleri roller bakımından karşılaştırmalı olarak incelenecektir.

Research paper thumbnail of Eleştirel Denemenin Öznelliğinde Füsun Akatlı Denemesi

Hece (2020) Cilt : 1 Sayı : 282-283-284 Sayfa : 666-672, 2020

Metinler temelde şiir ve nesir olarak ikiye ayrılırken deneme bana göre iki gruba da ait olmayan ... more Metinler temelde şiir ve nesir olarak ikiye ayrılırken deneme bana göre iki gruba da ait olmayan ama onları da kapsayabilen özelliğiyle arafta devinen arafta çiçek açan tek türdür. Şekil itibarıyla nesir grubunda yer almasına rağmen dil ve içerik olarak şiire yakın durmasıdır onu farklı kılan. Deneme yazmak; geniş bir akış açısıyla düşünmeyi gerektirdiği kadar geniş bir hayal gücünü de gerektirir. Deneme yazarı; toplumun ya da bireyin gerçeğini düşünce olarak irdeleyip fikirlerini sunarken, aynı zamanda iç benine yönelerek kendi hayali dünyasında vardığı sezgileri kurgulayıp bunları bütünleştirir. Böylelikle, hem düşünsel hem kurgusal nitelikleriyle de arafta oluşunu sürdürür.

Research paper thumbnail of "Yeni Kahramanlar/Kaç Yerinden" Öyküsüyle Zamane Gençlerine Güvenen Yazar Ömer Seyfettin

Hece Dergisi Yıl:23, Sayı: 265, Ocak 2019, Sayfa: 440-443

Millî edebiyat denilince akla gelen ilk isim kuşkusuz Ömer Seyfettin'dir. "Yeni Lisan" başlıklı i... more Millî edebiyat denilince akla gelen ilk isim kuşkusuz Ömer Seyfettin'dir. "Yeni Lisan" başlıklı imzasız başmakalede o günün dili ve edebiyatının düzeltilmesi için neler yapılması gerektiği üzerinde geniş olarak durmuş, bu konuda somut öneriler getirmiştir. Makalesinde eski edebiyatın "Arap taklidi" yeni edebiyatın da "Batı taklidi" oluşu yüzünden halkın edebiyatsız kaldığını öne sürer. Halkın ihtiyaçlarını ve alışkanlıklarını bildiği için dil ve anlatımında halkın anlayacağı sadeliği tercih ederek yazar. Meddahlıktan gelen geleneksel anlatıcılığa da yer vererek kalemini, millî şuurun kuvvetlenmesi ve toplumun eğitilmesi amacıyla kullanır. Ömer Seyfettin "Yeni Lisan" makalesiyle sadece lisandaki yeniliği kast etmez elbette. Bir hareketin, anlatışın ve duruşun da temsilidir Yeni Lisan hareketi. Millî olmanın evrensel olmaya da götüreceğini düşünmektedir. Doğu ve Batı edebiyatlarını taklit etmenin sakıncalarını dile getirerek kendi öz kaynaklarımıza sahip olmanın, bizi biz yapan değerleri yeniden gündeme getirip yaşatmanın gereğini anlatmaktadır.

Research paper thumbnail of Kağızmanlı Hıfzı Şiirlerinde Görsel Unsurlar

Ölümünün 100. Yılında Kağızmanlı Hıfzı Uluslararası Sempozyumu Bildiriler Kitabı, sayfa 589-597, 2018

Âşık edebiyatı; Orta Asya'daki ozanlık geleneğinin İslamiyet'ten sonra da İslami ögelerle donanar... more Âşık edebiyatı; Orta Asya'daki ozanlık geleneğinin İslamiyet'ten sonra da İslami ögelerle donanarak devam etmesiyle günümüze kadar gelişerek varlığını sürdürmüştür. Anadolu'da Türk edebiyatı; divan edebiyatı, âşık edebiyatı ve tasavvufi edebiyat gibi kollara ayrılsa da temelde Kur'an, sünnet, destan, halk hikâyesi gibi ortak olan kaynaklardan beslenmiştir ve aynı kültür çerçevesinde oluşturulmuştur. Şairlerin; aynı ülkede ortak dil ve ortak değerleri olsa da arayışları ve hayata bakışları farklıdır. Şehirlerde gelişen divan edebiyatı ürünlerinde daha soyut ifadeler bulunurken kırsal kesimde gerçekleştirilen âşık edebiyatının ürünlerinde tabiata dair somut ifadelere daha çok rastlanır. Aşığın tabiatla iç içe olması nedeniyle duygularını anlatırken somut ögeleri kullanması da doğaldır. Bilhassa sevgilinin özellikleri anlatılırken tabiata ait görsel unsurlar kullanılarak sevgili somutlaştırılır. Kağızmanlı Hıfzı, şiirlerini söylerken bulunduğu kültür dairesinin mevcut kaynaklarından etkilenmiş, halk edebiyatının ortak mazmunlarını kullanmış ve görsel unsurlardan yararlanmıştır. Bu çalışmada; Kağızmanlı Hıfzı'nın şiirleri incelenerek bu şiirlerde Hıfzı'nın tabiata ait görsel unsurları hangi anlamda nasıl kullandığı tespit edilecek ve yorumlanacaktır.

Research paper thumbnail of Rasim Özdenören'in Uyumsuzlar Adlı Öykü Kitabında Kadın

Geçmişten Günümüze Şehir ve Kadın Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Yıl, 2016, Aralık, Sayfa: 233-242, 2016

Kadın, üzerine çok söz söylenmiş, çok yazı yazılmıştır. Dinlere, coğrafyalara ve çağlara göre top... more Kadın, üzerine çok söz söylenmiş, çok yazı yazılmıştır. Dinlere, coğrafyalara ve çağlara göre toplumların bakış açısına göre kimi zaman şeytan veya cadı yaftasıyla hapsedilmiş, yakılmış; kimi zaman daha çocukken diri diri toprağa gömülmüş; kimi zaman köle, kimi zaman cinsel obje… gibi görülmüştür. Ancak; eski Türklerde ve İslam'da bu yaftalamaların tersine kadın değerlidir, erkekle belli ölçütler içinde yan yana durmuştur ve değerli bir konuma sahiptir. Bu konum, çeşitli çarpıtmalarla odağından saptırılmış ya melek (anne olduğunda kutsanan) ya da şeytan (erkeği yoldan çıkaran) olarak algılanagelmiştir. Toplumun biçtiği değişen rollere rağmen kadına anlam arayışları hala sürmektedir. Karma bir kültür sağanağı altında olduğumuz günümüz dünyasında kadın da kendine bir konum, bir anlam arama çabasındadır. Evvela bir insandır kadın. Vahye muhatap olmakla kıymetli oluşu mühürlenen ve dünya yaşamını eşrefi mahlûkat olma durumunda erkekle paylaşan iki insan cinsinden biridir. Bilimsel araştırmalar dışında sanat eserlerine, öykülere, romanlara ve şiirlere de konu olmuştur. Yüzyıllarca tasavvufta 'ulaşılamayan soyut bir sevgili' olarak işlenmiştir. Erkekle

Research paper thumbnail of KAYIP KENTİN RADYOSU’NDA KAYIP UMUTLARIN HİKÂYESİ

Hece dergisi (2019) Cilt : 1 Sayı : 274 Sayfa : 130-138, 2019

Kayıp Kentin Radyosu, Daniel Alarcon tarafından 2007'de yazılmış bir roman. Ayrıntı Yayınları tar... more Kayıp Kentin Radyosu, Daniel Alarcon tarafından 2007'de yazılmış bir roman. Ayrıntı Yayınları tarafından 2013'te Türkçeye çevrilmiş. Alarcon; Güney Amerika, Peru, Lima doğumludur. Yazar, Peru iç savaşına çocukluğunda tanık olmuş ve iç savaş sonrasında yeniden yapılanmaya ve toparlanmaya çalışan kenti, savaşın insanlarda yol açtığı travmaları canlı bir anlatımla gözler önüne sermiştir. Bu yazıda romandaki "kayıp" teması ele alınmıştır. Roman, daha isminden başlayarak bizi kayıpların dünyasına çekmektedir. Değerli bulunan her şeyin, sevilenin, toplumsal ve kişisel tarihin yitirilmesi, zorunlu bir bellek kaybının devletçe dayatılması, kentin kaybı bağlamında işlenmiştir. Kent ve şehir aynı anlamda gibi kullanılsa da aralarında bir nüans vardır. Romanda şehir yerine kent kullanılmasını bu anlamda değerlendirirsek, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, "Şehir inşa eder, kent ise imha." sözüne ulaşmamız mümkündür. Şehrin binlerce veya yüzlerce yıllık köklü bir geçmişi vardır, medeniyete doğal güzelliğiyle kucak açmıştır, sanatsal ve kültürel bir birikimle kendini kurmuştur. Kentse daha yeni kurulan, güzellikleri örten, metal ve beton soğukluğu taşıyan, henüz kültür ve sanat birikimi oluşmamış yerleşim yerini çağrıştırır zihnimizde. Savaştan sonra kendini yeniden kurmaya çalışan bir kent ve kurarken eski kayıplara yenilerini ekleyen bir yapılanmadır anlatılan.

Research paper thumbnail of Önü Sonu Hep Hikaye

Research paper thumbnail of HER MEVZUDA BİR AHMET MİTHAT EFENDİ GİZLİ

Değirmen Dergisi, (2016) Cilt : 1 Sayı : 43 Sayfa : 223-233

Rakım Efendi" nin yazarı olarak tanımıştım. Sonra üzerine hiç sonu olmayacakmış gibi gelen ilave ... more Rakım Efendi" nin yazarı olarak tanımıştım. Sonra üzerine hiç sonu olmayacakmış gibi gelen ilave bilgiler: Araştıran, öğrenen, duyduğu her yeniliği de uygulamayı ve halka anlatmayı seven bir yazardır. Eserleri teknik bakımdan kusurludur, beklenmedik tesadüflere yer verir, anlatımda araya girerek olaya müdahale eder, okuyucuya seslenir, onlara ansiklopedik bilgiler verir. Kahramanları tek boyutludur, iyiler hep iyi kötüler hep kötüdür, eserin sonunda iyileri ödüllendirir, kötüleri cezalandırır, değinmediği konu, denemediği tür yoktur, çok yazdığı için de "yazı makinası" diye lakap takılmıştır vs. diye devam eden birçok bilgi içinde ilgimi çeken bir şey de Servet-i Fünuncuları "dekadanlar" diye suçlamasıydı. Edebiyat öğretmenimin aşkla şevkle detaylarıyla anlatması da ayrı bir etken tabi… Edebiyata merakımın başlaması da işte bu "dekadan" ın ne olduğunu tecessüsümle başlamış oldu. Tabi evde bir bilgisayar yok o vakitler. Hocalar, kitaplar, Google yerine kullanılan boyumuza yakın ansiklopediler ve kütüphaneler bilgi kaynaklarımızdı. O zamandan beri de kahramanlarımdan biri olup pek ziyade sevmişimdir Ahmet Mithat Efendi'yi. Sevmek, biraz da özenmek demektir kanımca, özümsemektir. Bilahare sevilenin tabiatının kendinde zuhur etmesine izin vermek, yolunu benimsemek ve bir nevi izini takip edebilmektir. Buna binaen ben de yazımı, onun üslubundan ilham alarak sohbet, makale, fıkra, anı, biyografi gibi türlerin bir aradalığıyla ve çeşitli yönlerini teferruata girmeden yazmak istiyorum. Çünkü kahramanımız çok yönlü, çok boyutlu bir yazar. Devlet adamı, öğretmen, topluma yön veren bir sosyolog, dönemi derinden düşünen düşündüren bir filozof, gazeteci, yazar… XIX. asır Osmanlının yüzünü tam olarak Batıya çevirdiği dönem, evvelden beri kademe kademe gelen yeniliklerin daha bir hız kazandığı, hemen her alanda değişimlerin ve gelişmelerin yaşandığı dönemdir. Bu hem muhteşem hem de hazin dönemin, şimdi bunca uzaktan bakarken bile eskimeden durduğunu görebiliriz. Ya da o dönemi kalıcı kılacak birçok malzemeye kavuştuğumuz bir dönem olması eskimesini önlemiş olabilir. Şöyle ki, resmi ve özel ilk gazeteleri, matbaada basılı eserleri, fotoğraf makinasını, kuluçka makinasını (Bahtiyarlık adlı romanı), hatta telefonun adını ilk olarak (Dürdane Hanım romanı) bu dönemde görmeye ya da duymaya başladık. Yaşarken kim bilir ne heyecanların gönüllerde nehirler gibi aktığı, hazımsızlıkların zihinlerde ne çok darağacı kurduğu dönem… Değişim rüzgârlarının güç ve otorite kaynağı olan saraydan estiği, Osmanlının siyasi, sosyal, eğitim, askeri, mali, edebi, sanatsal vb. alanlarda geri dönülemez bir yola girdiği Tanzimat döneminde kendini ve eserlerini topluma adamış ve o nispette de halkın gönlüne taht kurmuştur Ahmet Mithat Efendi. Evvela kahramanımızın hayat hikâyesini, bu verimli hayatın içerisinde de 'toplum için sanat' adına yaptıklarını kısa kısa anlatalım sonra yeri gelince "dekadan" nedir onu da açıklarız. Ahmet Mithat Efendi, 1844 yılında İstanbul'un Tophane semtinde dünyaya geldi. Babası Bezci Süleyman Ağa, annesi bekâr çamaşırı diken Nefise Hanım idi. 6-7 yaşlarında iken babasını kaybetti ve ailesi büyük geçim zorluğuna düştü. Ailesi ile beraber ağabeyi Hafız Ağa'nın kaza müdürü olarak görev yaptığı Vidin'e gitti ve bir mahalle mektebinde öğrenim görmeye başladı. Ertesi yıl İstanbul'a dönerek öğrenimine Tophane Sıbyan Mektebi'nde devam etti. 1857-1861 yıllarında Mısır Çarşısı'nda bir aktar dükkânında çırak olarak çalıştı. Ailecek gittikleri Niş'te Rüştiyeyi bitirdi ve Rusçuk'ta memur olarak işe başladı 1864. Bu arada hem Fransızca çalışıyor hem

Research paper thumbnail of ALAEDDİN ÖZDENÖREN'DE ANLAMI ÖYKÜYLE DENENEN ŞİİRLER

Hece Dergisi Özel Sayı Yıl: 26, Sayı: 289, Ocak, 2021, Sayfa: 505-510, 2021

Alaeddin Özdenören; denemeleriyle, şiirleriyle, gazete yazılarıyla son dönem edebiyatımızın öneml... more Alaeddin Özdenören; denemeleriyle, şiirleriyle, gazete yazılarıyla son dönem edebiyatımızın önemli emektarlarındandır. Yazı ve şiirlerinde duygu ve düşüncelerini okuruna dayatmadan, sanatçı bir aydın duyarlılığıyla düşünmeye davet eden bir üslupla ifade etmiştir. Alaeddin Özdenören'in şiirlerini ve denemelerini anlamak ve onun ifadelerinin derinliğine vakıf olmak için eserlerini bir bütün halinde okumakla beraber, özel hayatını az da olsa bilmek gerektiğini düşünüyorum.

Research paper thumbnail of MODERN ZAMANLARA AKAN TRAJEDİ VE KOMEDİ

Hece Dergisi, Sayı:291, Mart 2021, Sayfa:54-58, 2021

Research paper thumbnail of Sevgi Ve Hoşgörünün Yunusçası.

Şehir Defteri Dergisi Yunus Emre Özel Sayısı 1. sayı, Yıl 2021 sayfa: 10-14

İnsanın sevgi ve hoşgörüye en çok ihtiyacının olduğu dönem çocukluk ve ilk gençlik dönemidir. Bu ... more İnsanın sevgi ve hoşgörüye en çok ihtiyacının olduğu dönem çocukluk ve ilk gençlik dönemidir. Bu dönem, insanın çevresiyle ilişki kurarak sosyalleşmeye başladığı, rol modellerini aradığı, toplumsal kabulün farkına vardığı ve bu kabul için en çok çabaladığı dönemleridir. Çocuk ve genç, bu hassas dönemde en çok nereden hoşgörü ve sevgi görürse oraya meyleder. Kırıp dökmeyen, sevgi ve hoşgörüyle yapılan çağrılar karşılıksız kalmıyor, erken yaşlarda doğru sevgiyi tadan insan farklı yolları denese de vakti gelince özüne dönerek o arı sevgiyi bulmanın yollarını arıyor. Her insanın ruhunda iz bırakan, tavrını ve sözlerini örnek aldığı, kurduğu evreni sevdiği, orada olmak istediği tarihî veya çağdaş kişilikler vardır muhakkak. Bu bağlamda örneklik teşkil edebilecek, şiirleriyle kalbimize dokunabilecek şahsiyetlerden biri de Yunus Emre'dir. Yunus Emre deyince, çocukluğumdan ve ilk gençliğimden süzülüp gelen ferah bir rüzgâr eser içimde. Yalnız kaldığım, yalnız yürüdüğüm, zorunlu yalnızlığa tahammül etmek zorunda kaldığım zamanlarda hasbihal ettiğim ilk gençliğimin yoldaşlarından biriydi Yunus Emre. Muhtemelen büyüklerimin dilinde terennüm edilen Yunus ilahilerinin yaydığı güzel enerjiden kaynaklanıyordur. Farkında olmadan saçılan tohumlar gibidir bu ilahiler, beklenmeyen ama ihtiyaç olduğu zamanlarda birdenbire çiçek açar. Hayatı hakkında yazılanların dışında, yalnız şiirleriyle ve şiirlerinin çağıltısıyla yer tutan gönlümüzdeki dost Yunus'tur o. Şiirlerini okuduktan sonra; bir okulda okumuş, okumamış, medresede eğitim almış veya tekkede nefes verilmiş, kadılık, marangozluk veya çiftçilik etmiş gibi bilgilerin pek öneminin kalmadığı deruni yakınlığı gönlümüzde çoktan kurmuştur bile. Ne ulaşılmaz göksel bir uzaklıkta durur ne de yerdeki saraylardadır, Hakkın nazargâhı olduğu için kutsal sayılan gönüllerdedir yeri. Bizle olan, bizle aynı hizada yürüyen, bizle konuşan, konuştuğu gönlümüze nakış nakış dokunan bir güzel derviştir o. Düşman olarak yalnızca kini kabul eden, her daim sevgiye ve hoşgörüye çağıran, hayatı hakkındaki rivayetlere baktığımızda da bu çağrısını fiiliyata aksettirdiğini gördüğümüz erendir. Önce Kâinata Akan Sonra Dönüp Kendini de Saran Dua Yunus Emre; bugüne kadar belki de hakkında en çok araştırma yapılan, hakkında en çok yazılan, en çok okunan, hemen her kesim insan tarafından tanınan yegâne şairdir dersek abartmış olmayız sanırım. Âdem'den bu yana yeryüzüne savrulmuş insanın özünü, arayışlarını, tekâmülünü, İslam'ın güzellik ve evrensellik dairesi içinde şiirleriyle temsil eder.

Research paper thumbnail of Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik, Kontrol Odaklı Düşünceler, Empati Ve Adil Dünya Inancının Tecavüz Kurbanlarına Ilişkin Tutumalara Etkisi

The aim of this present study was to investigate the effects of ambivalent sexism, locus of contr... more The aim of this present study was to investigate the effects of ambivalent sexism, locus of control, empathy and belief in a just world on attitudes toward rape victims. In order to do so, 425 graduate and undergraduate students at Middle East Technical University participated in the current study. The results of the study indicated that hostile sexism (β = .47), empathy (β = -.28), education (β= -.22), internal locus of control (β = .10), belief in a just world (β = .10), benevolent sexism (β = .10) and income (β = -.09) had a significant contribution on the participants̕ unfavorable attitudes toward rape victims after eliminating the effects of age and education. Additional analysis further revealed that male participants demonstrated significantly more endorsement on unfavorable attitudes toward rape victims than female participants. The main effect of pornography viewing on attitudes toward rape victims was not found significant. However, the results further indicated that there...

Research paper thumbnail of Asaf Halet Çelebi'nin "Gözlerim Kimi Gördüler" Şiirinde Çağrışımlar

Aydos Edebiyat Dergisi, 2020

Şairler ve yazarlar, kendi çağının çocuğudur. Çağının çocuğu olmak; çağının edebi, teknolojik, fe... more Şairler ve yazarlar, kendi çağının çocuğudur. Çağının çocuğu olmak; çağının edebi, teknolojik, felsefi, sanatsal yenilikleriyle, günlük yaşamın koşuşturmaları ve yenilenen değerleriyle beraber geçmişten gelen değerlerin, kültürel birikimlerin de çocuğu olmak demektir. Her çağın sonraki çağlara aktardığı bir geçmişle beraber sunduğu bir güncel de vardır. Sanatçı, başlangıçta farkında olmasa da sonradan fark edip içselleştirdiği birikimi çağın içinde kazandıklarıyla harmanlar. Hiçbir sanatçı tek bir olay, olgu, görüş, anlayış, düşünüş tarzından ibaret değildir. Sınıflamalar, sınırlamalardır. Belki anlatılması anlaşılması kolaylaşsın diye bir anlayışa bir oluşuma bir akıma ait olarak gösterilmişlerdir, ama ne tek başına bunlardan biridir sanatçı ne de onlardan tamamen uzaktır. Zamanının geçmişten süzülüp gelen bütün varlığını kendinde taşıyan muhteşem mozaiğidir. Bu düşünceden hareketle sanatçının, zamanlar arasındaki bir köprüde yaşadığını düşünmemiz mümkündür. Geçmiş ile geleceğin arasında inşa ettiği bir köprüde yeniden kurar kendini. Kolektif belleğin zihnine aktardığı, kendi çabasıyla ve yeteneğiyle geliştirip çoğalttığı bilgisi ve şahsına has bir sezişle, oluşturduğu dille o köprüde yaşar. Asaf Halet Çelebi, çağının ortasında kurduğu köprüde yaşayan sanatçılarından biri olmuştur. Geçmişten devraldığı birikimi kendi bilincinde yeniden harmanlayarak geleceğe bir duyuş taşımaya çalışmıştır. Döneminde çok ilgi çekmeyen şiirlerinde, dıştan ziyade içe dönük bir duyuş hâkimdir. Tek kaynaktan, tek yönlü bir gelişim değildir Çelebi'nin şiirlerindeki duyuşu; zengin bir okuma kültürünün, yıllar süren araştırmalarının ürünüdür. 1 Bunlara ek olarak, çocukluğunda teneffüs ettiği masalsı mistik hava, tasavvuf ve musiki dersleriyle kazandığı manevi duyuş ve içe dönük hissedişler onun şiirini çağdaşlarından farklı kılmıştır. Babasından Fransızca ve Farsça dersleri almış, Farsçayı şiir yazacak kadar, Fransızcayı çeviri yapacak ve ders kitabı yazacak kadar iyi öğrenmiştir. Üsküdar Mevlevîhanesi şeyhi Ahmed Remzi Dede'den ve devrin tanınmış musiki ustalarından biri olan Rauf Yekta Bey'den aldığı musiki dersleri sayesinde Doğu musikisine, ses ve ritme vukufiyeti artmıştır. Böylelikle, Türk şiirine daha çok ses yankılanmalarına dayanan değişik bir söyleyiş getirmiştir. Bir hayal ve duygu şairi olmaktan çok, bir sezgi ve kültür şairidir. 2 Divan ve halk edebiyatını iyi bilen şair, ilk gençlik yıllarında gazeller ve rubailer yazmış, sonradan serbest şiire yönelmiştir. Şekil olarak yenidir, birinci yeninin savunduğu gibi serbest şiir anlayışını benimsemiş, içerik olarak da Türkiye'deki postmodernizmin erken habercisi gibi geleneğe göndermeler yaparak yoğun metaforlar kullanmıştır. Mevlana, Yunus Emre, Ömer Hayyam, Naima gibi önemli şahsiyetler hakkında ciddi çalışmalar yapmıştır. Hint edebiyatı üzerine makaleler yazmış, Pali Metinlerine Göre Gotama Buddha adlı esriyle Budizm hakkında detaylı bilgiler verirken İslam tasavvufuyla da karşılaştırmalar yapmıştır. Budizm'deki uzun çabalar sonucu varılan hedef olan Nirvana'nın, İslâm tasavvufundaki karşılığının Fenafillah olduğunu ileri sürmüştür. 3

Research paper thumbnail of KURGUSAL METİNLERDE ANLATICININ ROLÜ VE GELENEĞİ YANSITAN BİR ÖRNEK OLARAK ZONGO’NUN DEĞİRMENİ HİKÂYESİ

Uluslararası Harran III. Göbeklitepe Sosyal Bilimler Kongresi, 2021

Her tür metinde yazarın okuyucuya aktarmak istediği bir ileti vardır ve bu iletinin okura ulaştır... more Her tür metinde yazarın okuyucuya aktarmak istediği bir ileti vardır ve bu iletinin okura ulaştırılması, bir anlatıcının varlığını gerekli kılar. Anlatıcı; klasik sınıflandırmayla ben, sen ve o anlatımlarına bağlı olarak kahraman, gözlemci ve ilahi bakış açısı olarak üç farklı başlık altında incelenmektedir. Öğretici metinlerde bu anlatıcı, yazarın bizzat kendisidir. Anlatmaya bağlı metinlerde ise anlatılacak olay veya durumu aktarmak için yazarın dışında bir anlatıcı vardır. Bu anlatıcı, yazarla özdeşleşmiş olabileceği gibi, yazar tarafından kurgulanmış bir anlatıcı da olabilir. Masal, destan, kıssa, halk hikâyesi gibi geleneksel anlatılarda kahraman bakış açısına bağlı "ben" anlatımı yoktur, ilahi bakış açısıyla "o" anlatımı kullanılır. Kahraman bakış açısı ancak ona söz verildiğinde devreye girer ve söyleyeceğini söyler. Bu tür metinler, toplumsal değer odaklı oldukları için yazar kendini gizlemez, hatta zaman zaman araya girerek okura seslenir, adeta ben buradayım demek ister. Modern dönemlerin metinlerinde ise bireyin öne çıktığı, bireysel duyuş, düşünüş ve arayışların ön planda olduğu görülür. Bu metinlerde ise yazar, kendi varlığını hissettirmemeye çalışarak farklı anlatıcılar kurgular ve o anlatıcılar aracılığıyla metinle okuru baş başa bırakır. Hacimli anlatılar olmaları bakımından romanlarda farklı bakış açıları farklı bölümlerde kullanılabilirken hikâyeler, daha kısa metinler olduğu için tek bir bakış açısı tercih edilir. Recep Seyhan'ın Zongo'nun Değirmeni adlı hikâyesinde; birden fazla bakış açısı aynı hikâyenin içinde, aynı bölümde yer alarak geleneğe yaslanmıştır. Postmodern unsurlardan ve çerçeve hikâye tekniğinden yararlanılan hikâyede "Şehrazat" vurgusuyla açıkça Binbir Gece Masalları'nı ve geleneği işaret eder. Ardından "ben" anlatıcı devreye girerek içinde bulunulan an'ı aktarır. Çerçeve hikâyelerde anlatıcı sürekli değişim gösterir ve bu yolla toplumun her kademesindeki insanların hikâyeleri dile gelir. Bu yanıyla andığımız hikâyede hem geleneksel hem de modern bakış açıları iç içe geçmiş olarak birlikte kullanılmıştır. Bu çalışmamızda; kurgusal metinlerdeki geleneksel ve modern anlatıcı konusuna değinilecek ve bu bağlamda Recep Seyhan'ın kitaba da adını veren Zongo'nun Değirmeni adlı ilk hikâyesi, anlatıcıların rolü bakımından incelenecektir.

Research paper thumbnail of Zeynep Sati YALÇIN SUÇLU GÖZLERDEN KALBE SIZAN YOLDA STEFAN ZWEİG'İN VİRATA'SI

Research paper thumbnail of ALAEDDİN ÖZDENÖREN'DE ANLAMI ÖYKÜYLE DENENEN ŞİİRLER

Hece Dergisi Özel Sayısı Yıl:26, Sayı: 289, Ocak 2021, 2021

Research paper thumbnail of CENNETİN RENGİ FİLMİNDE GÖSTERGESEL İMGE VE DEĞERLER

VI. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Sempozyumu, 2019

İnsanlar dünyada din, dil, ırk, gibi farklılıklarıyla yer aldıkları gibi bedensel farklılıklarıyl... more İnsanlar dünyada din, dil, ırk, gibi farklılıklarıyla yer aldıkları gibi bedensel farklılıklarıyla da yer alırlar. Bu farklılıkların kabulü ve bir arada yaşaması insan olarak hepimizin ortak arzusu olsa da her zaman mümkün olmamaktadır. En küçük bir toplumsal oluşumda bile farklı olan dışlanabilmekte, ötekileştirilebilmekte, insanî olmayan davranışlara ve hak etmediği tepkilere maruz kalabilmektedir. Oysa insanın eksik bir yönüne mukabil çok güçlü olan yönleri de vardır. İnsanın güçlü olan yönlerinin geliştirilmesine destek olmak; hem hayatı ve kendisini sevmesini hem de toplum için faydalı olmasını sağlayacaktır. İnsan; düşünen, anlayan, anlatabilen, değişebilen, gelişebilen bir canlıdır. Farklılıklarla bir arada yaşamak, kendisine benzemeyeni anlamak, onun hissettiğini hissetmek, eksik bulunan yönlerin karşılıklı takviyesine destek olmak, eğitimle kazandırılabilecek davranışlardır. Sinemanın günümüz insanı üzerindeki olumlu ve olumsuz etkileri yadsınamaz. Sinema sırlarla dolu bir dünyadır, düşselin gerçekçi anlatımı veya gerçeğin düşsel anlatımı diyebileceğimiz imgelerle yüklüdür. Bir film; evrensel boyuttaki gerçekliği yakalayabilen bir üsluba sahipse, izleyicileri için öğreteceği değerler ve kalbinde dokunacağı yerler vardır. Majid Majidi'nin Cennetin Rengi adlı filminde görme engelli bir çocuk olan Muhammed'in çocuksu trajedisi anlatılır. Muhammed, babası tarafından ceza olarak algılanır, ondan uzaklaşmanın yollarını arar. Babaannesi, öğretmeni ve ustası tarafından verilen gerçek sevgi ve anlamlı destekle Muhammed, sesler ve nesneler üzerinden hayatı, dünyayı, diğer varlıkları, Allah'ı anlamaya çalışır. Artık hayat onun için yük olmaktan çıkar, keyif aldığı bir yolculuk hâlini alır. Bu çalışmada; eğitim ve sinema konularına değinilecek, Majid Majidi'nin Cennetin Rengi adlı filmi eğitim materyali olarak incelenecek, filmdeki göstergelerin ve kültürel kodların okunması eşliğinde, filmin iletmeye çalıştığı mesajlar belirlenecektir.

Research paper thumbnail of Zeynep Sati YALÇIN, FEYZA HEPÇİLİNGİRLER’İN “İŞTE GİDİYORUM, GÖÇ ÖYKÜLERİ” ADLI KİTABINDAKİ KAHRAMANLARIN GÖÇE BAKIŞI ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Samsun Canik Geçmişten Günümüze Göç Sempozyumu 2017, 2017

Feyza Hepçilingirler edebiyatımızın önemli yazarlarından biridir. Hem anne hem baba tarafından gö... more Feyza Hepçilingirler edebiyatımızın önemli yazarlarından biridir. Hem anne hem baba tarafından göçmen olan iki ailenin çocuklarından biridir. Çocukluğu, anneannesinin ve babaannesinin göçle ilgili gerçek hayat hikâyelerinin ve bulundukları yere ait olma çabalarının içinde geçer. İlk gençlik yıllarında da kendisi, evler ve şehirlerarasında gerçekleşen göçü yaşar. Çocukluğundan itibaren göç onun yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır adeta. Bu durum; gidenler ve kalanlar açısından göçü, göçün bireylerin hayatı, duyguları ve davranışları üzerindeki etkisini derinlemesine anlamasını ve anlatmasını sağlamıştır. Her gidişin insanın belleğinde bıraktığı derin acıyı bir yandan da içinde yeşerttiği umudun çatışmasını okuyucuya hissettirir. Bu çalışmada; Feyza Hepçilingirler'in İşte Gidiyorum-Göç Öyküleri kitabında evinden, toprağından, dilinden, sevdiklerinden alışkanlıklarından ayrılmak zorunda kalanların göç öncesinde, göç sırasında ve göç sonrasında göçe bakışları yalnızca dış göçleri konu alan öyküler üzerinden ele alınacaktır.

Research paper thumbnail of ABDULLAH OĞUZ TARAFINDAN SİNEMAYA AKTARILAN “MUTLULUK” FİLMİNDE KİŞİSEL BİR TÖRE SORGULAMASI

Barolar Birliği II. Kadın ve Hukuk Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 2019

İnsan bir toplum içine doğar ve o toplumun içinde yazılı kuralların yanında bir de yazılı olmayan... more İnsan bir toplum içine doğar ve o toplumun içinde yazılı kuralların yanında bir de yazılı olmayan gelenek veya töre olarak bilinen kurallar vardır. Toplumun kendisi tarafından yüzlerce yıl önce konulmuş ve hâlâ uygulanmakta olan kurallardır töreler. Aynı zamanda toplumsal kabulün şartlarındandır töreler. Yazılı kurallardan daha çok bilinir ve uygulanmasına daha çok önem verilir. Şüphesiz olumlu olan değerleri taşıyan birçok töre vardır. Bunun yanında insan hak ve hürriyetlerine, vicdana aykırı kuralları da vardır törelerin. Bu törelerin en acımasızı ise kadınlara uygulanan namus cinayetleridir. Kadın bir suç işlemese bile, zorbalığa tehdide maruz kalarak mağdur olsa bile, suçlu kabul edilmiş ve en ağır şekilde cezalandırılmıştır. Kimse bunu neden, niye diye sorgulamaz. Atalar öyle demiştir ve sorgulamadan uygulanır. Neden suçu işleyen değil de suça maruz kalan cezalandırılır? Bu sorunun birçok cevabı olabilir elbette, ama en temel neden "güç" olarak cevabını bulmaktadır. Ataerkil toplumlarda "erkek gücü" her şeyin üstündedir ve namus konusunda erkek özgürdür, ama mağdur kadın yaşı kaç olursa olsun cezalandırılır. Bu sakat anlayışı sorgulayan en güzel örneklerden biri de Zülfü Livaneli'nin Mutluluk adlı romanıdır. Bu roman Abdullah Oğuz tarafından 2007'de filme alınmış ve sinemanın büyülü dünyasıyla seyirciye sunulmuştur. Bu çalışmada Mutluluk filmi, romanla birlikte ele alınarak eser inceleme yöntemiyle zararlı bir geleneksel anlayış/inanç olan töre cinayeti ve kişiler üzerindeki etkilerine değinilecektir.

Research paper thumbnail of Kadın Olmak: George Sand’ın "Consuelo" ve Fatma Aliye Hanım’ın “Refet”  Romanının Karşılaştırılması

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslar Arası Ortadoğu Kongresi Bildiriler Kitabı, 2017, 2017

Özet 19. asır aydınlanma dönemiyle birlikte dünya genelinde erkek egemenliğine karşı ciddi hareke... more Özet 19. asır aydınlanma dönemiyle birlikte dünya genelinde erkek egemenliğine karşı ciddi hareketler görülür. Her alanda olduğu gibi edebiyat alanında da kendini gerçekleştirmek isteyen kadınlar vardır. Bu kadınlar; yaşadıkları ata erkil toplumlarda kendi haklarının farkına varmış, bu konuda mücadele vermiş ve çığır açmış kadınlardır. Fransız edebiyatında George Sand ve Türk edebiyatında Fatma Aliye Hanım, kadın olmanın yanı sıra kadın yazar olmanın da zorluklarını yaşamış iki öncü kadındır. Farklı ülkelerde, farklı inanç ve kültürlerde yetişmiş olsalar da kadın olmak bağlamında benzer sorunları yaşamış ve varlıklarını duyurmak adına aynı amaca hizmet etmişlerdir. Bu çalışmada; George Sand'ın Consuelo romanı ile Fatma Aliye Hanım'ın Refet romanı, yazarlarının hayat hikâyeleriyle beraber kadın sorunlarını ele alışları ve kahramanlarına yükledikleri roller bakımından karşılaştırmalı olarak incelenecektir.

Research paper thumbnail of Eleştirel Denemenin Öznelliğinde Füsun Akatlı Denemesi

Hece (2020) Cilt : 1 Sayı : 282-283-284 Sayfa : 666-672, 2020

Metinler temelde şiir ve nesir olarak ikiye ayrılırken deneme bana göre iki gruba da ait olmayan ... more Metinler temelde şiir ve nesir olarak ikiye ayrılırken deneme bana göre iki gruba da ait olmayan ama onları da kapsayabilen özelliğiyle arafta devinen arafta çiçek açan tek türdür. Şekil itibarıyla nesir grubunda yer almasına rağmen dil ve içerik olarak şiire yakın durmasıdır onu farklı kılan. Deneme yazmak; geniş bir akış açısıyla düşünmeyi gerektirdiği kadar geniş bir hayal gücünü de gerektirir. Deneme yazarı; toplumun ya da bireyin gerçeğini düşünce olarak irdeleyip fikirlerini sunarken, aynı zamanda iç benine yönelerek kendi hayali dünyasında vardığı sezgileri kurgulayıp bunları bütünleştirir. Böylelikle, hem düşünsel hem kurgusal nitelikleriyle de arafta oluşunu sürdürür.

Research paper thumbnail of "Yeni Kahramanlar/Kaç Yerinden" Öyküsüyle Zamane Gençlerine Güvenen Yazar Ömer Seyfettin

Hece Dergisi Yıl:23, Sayı: 265, Ocak 2019, Sayfa: 440-443

Millî edebiyat denilince akla gelen ilk isim kuşkusuz Ömer Seyfettin'dir. "Yeni Lisan" başlıklı i... more Millî edebiyat denilince akla gelen ilk isim kuşkusuz Ömer Seyfettin'dir. "Yeni Lisan" başlıklı imzasız başmakalede o günün dili ve edebiyatının düzeltilmesi için neler yapılması gerektiği üzerinde geniş olarak durmuş, bu konuda somut öneriler getirmiştir. Makalesinde eski edebiyatın "Arap taklidi" yeni edebiyatın da "Batı taklidi" oluşu yüzünden halkın edebiyatsız kaldığını öne sürer. Halkın ihtiyaçlarını ve alışkanlıklarını bildiği için dil ve anlatımında halkın anlayacağı sadeliği tercih ederek yazar. Meddahlıktan gelen geleneksel anlatıcılığa da yer vererek kalemini, millî şuurun kuvvetlenmesi ve toplumun eğitilmesi amacıyla kullanır. Ömer Seyfettin "Yeni Lisan" makalesiyle sadece lisandaki yeniliği kast etmez elbette. Bir hareketin, anlatışın ve duruşun da temsilidir Yeni Lisan hareketi. Millî olmanın evrensel olmaya da götüreceğini düşünmektedir. Doğu ve Batı edebiyatlarını taklit etmenin sakıncalarını dile getirerek kendi öz kaynaklarımıza sahip olmanın, bizi biz yapan değerleri yeniden gündeme getirip yaşatmanın gereğini anlatmaktadır.

Research paper thumbnail of Kağızmanlı Hıfzı Şiirlerinde Görsel Unsurlar

Ölümünün 100. Yılında Kağızmanlı Hıfzı Uluslararası Sempozyumu Bildiriler Kitabı, sayfa 589-597, 2018

Âşık edebiyatı; Orta Asya'daki ozanlık geleneğinin İslamiyet'ten sonra da İslami ögelerle donanar... more Âşık edebiyatı; Orta Asya'daki ozanlık geleneğinin İslamiyet'ten sonra da İslami ögelerle donanarak devam etmesiyle günümüze kadar gelişerek varlığını sürdürmüştür. Anadolu'da Türk edebiyatı; divan edebiyatı, âşık edebiyatı ve tasavvufi edebiyat gibi kollara ayrılsa da temelde Kur'an, sünnet, destan, halk hikâyesi gibi ortak olan kaynaklardan beslenmiştir ve aynı kültür çerçevesinde oluşturulmuştur. Şairlerin; aynı ülkede ortak dil ve ortak değerleri olsa da arayışları ve hayata bakışları farklıdır. Şehirlerde gelişen divan edebiyatı ürünlerinde daha soyut ifadeler bulunurken kırsal kesimde gerçekleştirilen âşık edebiyatının ürünlerinde tabiata dair somut ifadelere daha çok rastlanır. Aşığın tabiatla iç içe olması nedeniyle duygularını anlatırken somut ögeleri kullanması da doğaldır. Bilhassa sevgilinin özellikleri anlatılırken tabiata ait görsel unsurlar kullanılarak sevgili somutlaştırılır. Kağızmanlı Hıfzı, şiirlerini söylerken bulunduğu kültür dairesinin mevcut kaynaklarından etkilenmiş, halk edebiyatının ortak mazmunlarını kullanmış ve görsel unsurlardan yararlanmıştır. Bu çalışmada; Kağızmanlı Hıfzı'nın şiirleri incelenerek bu şiirlerde Hıfzı'nın tabiata ait görsel unsurları hangi anlamda nasıl kullandığı tespit edilecek ve yorumlanacaktır.

Research paper thumbnail of Rasim Özdenören'in Uyumsuzlar Adlı Öykü Kitabında Kadın

Geçmişten Günümüze Şehir ve Kadın Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Yıl, 2016, Aralık, Sayfa: 233-242, 2016

Kadın, üzerine çok söz söylenmiş, çok yazı yazılmıştır. Dinlere, coğrafyalara ve çağlara göre top... more Kadın, üzerine çok söz söylenmiş, çok yazı yazılmıştır. Dinlere, coğrafyalara ve çağlara göre toplumların bakış açısına göre kimi zaman şeytan veya cadı yaftasıyla hapsedilmiş, yakılmış; kimi zaman daha çocukken diri diri toprağa gömülmüş; kimi zaman köle, kimi zaman cinsel obje… gibi görülmüştür. Ancak; eski Türklerde ve İslam'da bu yaftalamaların tersine kadın değerlidir, erkekle belli ölçütler içinde yan yana durmuştur ve değerli bir konuma sahiptir. Bu konum, çeşitli çarpıtmalarla odağından saptırılmış ya melek (anne olduğunda kutsanan) ya da şeytan (erkeği yoldan çıkaran) olarak algılanagelmiştir. Toplumun biçtiği değişen rollere rağmen kadına anlam arayışları hala sürmektedir. Karma bir kültür sağanağı altında olduğumuz günümüz dünyasında kadın da kendine bir konum, bir anlam arama çabasındadır. Evvela bir insandır kadın. Vahye muhatap olmakla kıymetli oluşu mühürlenen ve dünya yaşamını eşrefi mahlûkat olma durumunda erkekle paylaşan iki insan cinsinden biridir. Bilimsel araştırmalar dışında sanat eserlerine, öykülere, romanlara ve şiirlere de konu olmuştur. Yüzyıllarca tasavvufta 'ulaşılamayan soyut bir sevgili' olarak işlenmiştir. Erkekle

Research paper thumbnail of KAYIP KENTİN RADYOSU’NDA KAYIP UMUTLARIN HİKÂYESİ

Hece dergisi (2019) Cilt : 1 Sayı : 274 Sayfa : 130-138, 2019

Kayıp Kentin Radyosu, Daniel Alarcon tarafından 2007'de yazılmış bir roman. Ayrıntı Yayınları tar... more Kayıp Kentin Radyosu, Daniel Alarcon tarafından 2007'de yazılmış bir roman. Ayrıntı Yayınları tarafından 2013'te Türkçeye çevrilmiş. Alarcon; Güney Amerika, Peru, Lima doğumludur. Yazar, Peru iç savaşına çocukluğunda tanık olmuş ve iç savaş sonrasında yeniden yapılanmaya ve toparlanmaya çalışan kenti, savaşın insanlarda yol açtığı travmaları canlı bir anlatımla gözler önüne sermiştir. Bu yazıda romandaki "kayıp" teması ele alınmıştır. Roman, daha isminden başlayarak bizi kayıpların dünyasına çekmektedir. Değerli bulunan her şeyin, sevilenin, toplumsal ve kişisel tarihin yitirilmesi, zorunlu bir bellek kaybının devletçe dayatılması, kentin kaybı bağlamında işlenmiştir. Kent ve şehir aynı anlamda gibi kullanılsa da aralarında bir nüans vardır. Romanda şehir yerine kent kullanılmasını bu anlamda değerlendirirsek, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, "Şehir inşa eder, kent ise imha." sözüne ulaşmamız mümkündür. Şehrin binlerce veya yüzlerce yıllık köklü bir geçmişi vardır, medeniyete doğal güzelliğiyle kucak açmıştır, sanatsal ve kültürel bir birikimle kendini kurmuştur. Kentse daha yeni kurulan, güzellikleri örten, metal ve beton soğukluğu taşıyan, henüz kültür ve sanat birikimi oluşmamış yerleşim yerini çağrıştırır zihnimizde. Savaştan sonra kendini yeniden kurmaya çalışan bir kent ve kurarken eski kayıplara yenilerini ekleyen bir yapılanmadır anlatılan.

Research paper thumbnail of Önü Sonu Hep Hikaye

Research paper thumbnail of HER MEVZUDA BİR AHMET MİTHAT EFENDİ GİZLİ

Değirmen Dergisi, (2016) Cilt : 1 Sayı : 43 Sayfa : 223-233

Rakım Efendi" nin yazarı olarak tanımıştım. Sonra üzerine hiç sonu olmayacakmış gibi gelen ilave ... more Rakım Efendi" nin yazarı olarak tanımıştım. Sonra üzerine hiç sonu olmayacakmış gibi gelen ilave bilgiler: Araştıran, öğrenen, duyduğu her yeniliği de uygulamayı ve halka anlatmayı seven bir yazardır. Eserleri teknik bakımdan kusurludur, beklenmedik tesadüflere yer verir, anlatımda araya girerek olaya müdahale eder, okuyucuya seslenir, onlara ansiklopedik bilgiler verir. Kahramanları tek boyutludur, iyiler hep iyi kötüler hep kötüdür, eserin sonunda iyileri ödüllendirir, kötüleri cezalandırır, değinmediği konu, denemediği tür yoktur, çok yazdığı için de "yazı makinası" diye lakap takılmıştır vs. diye devam eden birçok bilgi içinde ilgimi çeken bir şey de Servet-i Fünuncuları "dekadanlar" diye suçlamasıydı. Edebiyat öğretmenimin aşkla şevkle detaylarıyla anlatması da ayrı bir etken tabi… Edebiyata merakımın başlaması da işte bu "dekadan" ın ne olduğunu tecessüsümle başlamış oldu. Tabi evde bir bilgisayar yok o vakitler. Hocalar, kitaplar, Google yerine kullanılan boyumuza yakın ansiklopediler ve kütüphaneler bilgi kaynaklarımızdı. O zamandan beri de kahramanlarımdan biri olup pek ziyade sevmişimdir Ahmet Mithat Efendi'yi. Sevmek, biraz da özenmek demektir kanımca, özümsemektir. Bilahare sevilenin tabiatının kendinde zuhur etmesine izin vermek, yolunu benimsemek ve bir nevi izini takip edebilmektir. Buna binaen ben de yazımı, onun üslubundan ilham alarak sohbet, makale, fıkra, anı, biyografi gibi türlerin bir aradalığıyla ve çeşitli yönlerini teferruata girmeden yazmak istiyorum. Çünkü kahramanımız çok yönlü, çok boyutlu bir yazar. Devlet adamı, öğretmen, topluma yön veren bir sosyolog, dönemi derinden düşünen düşündüren bir filozof, gazeteci, yazar… XIX. asır Osmanlının yüzünü tam olarak Batıya çevirdiği dönem, evvelden beri kademe kademe gelen yeniliklerin daha bir hız kazandığı, hemen her alanda değişimlerin ve gelişmelerin yaşandığı dönemdir. Bu hem muhteşem hem de hazin dönemin, şimdi bunca uzaktan bakarken bile eskimeden durduğunu görebiliriz. Ya da o dönemi kalıcı kılacak birçok malzemeye kavuştuğumuz bir dönem olması eskimesini önlemiş olabilir. Şöyle ki, resmi ve özel ilk gazeteleri, matbaada basılı eserleri, fotoğraf makinasını, kuluçka makinasını (Bahtiyarlık adlı romanı), hatta telefonun adını ilk olarak (Dürdane Hanım romanı) bu dönemde görmeye ya da duymaya başladık. Yaşarken kim bilir ne heyecanların gönüllerde nehirler gibi aktığı, hazımsızlıkların zihinlerde ne çok darağacı kurduğu dönem… Değişim rüzgârlarının güç ve otorite kaynağı olan saraydan estiği, Osmanlının siyasi, sosyal, eğitim, askeri, mali, edebi, sanatsal vb. alanlarda geri dönülemez bir yola girdiği Tanzimat döneminde kendini ve eserlerini topluma adamış ve o nispette de halkın gönlüne taht kurmuştur Ahmet Mithat Efendi. Evvela kahramanımızın hayat hikâyesini, bu verimli hayatın içerisinde de 'toplum için sanat' adına yaptıklarını kısa kısa anlatalım sonra yeri gelince "dekadan" nedir onu da açıklarız. Ahmet Mithat Efendi, 1844 yılında İstanbul'un Tophane semtinde dünyaya geldi. Babası Bezci Süleyman Ağa, annesi bekâr çamaşırı diken Nefise Hanım idi. 6-7 yaşlarında iken babasını kaybetti ve ailesi büyük geçim zorluğuna düştü. Ailesi ile beraber ağabeyi Hafız Ağa'nın kaza müdürü olarak görev yaptığı Vidin'e gitti ve bir mahalle mektebinde öğrenim görmeye başladı. Ertesi yıl İstanbul'a dönerek öğrenimine Tophane Sıbyan Mektebi'nde devam etti. 1857-1861 yıllarında Mısır Çarşısı'nda bir aktar dükkânında çırak olarak çalıştı. Ailecek gittikleri Niş'te Rüştiyeyi bitirdi ve Rusçuk'ta memur olarak işe başladı 1864. Bu arada hem Fransızca çalışıyor hem

Research paper thumbnail of ALAEDDİN ÖZDENÖREN'DE ANLAMI ÖYKÜYLE DENENEN ŞİİRLER

Hece Dergisi Özel Sayı Yıl: 26, Sayı: 289, Ocak, 2021, Sayfa: 505-510, 2021

Alaeddin Özdenören; denemeleriyle, şiirleriyle, gazete yazılarıyla son dönem edebiyatımızın öneml... more Alaeddin Özdenören; denemeleriyle, şiirleriyle, gazete yazılarıyla son dönem edebiyatımızın önemli emektarlarındandır. Yazı ve şiirlerinde duygu ve düşüncelerini okuruna dayatmadan, sanatçı bir aydın duyarlılığıyla düşünmeye davet eden bir üslupla ifade etmiştir. Alaeddin Özdenören'in şiirlerini ve denemelerini anlamak ve onun ifadelerinin derinliğine vakıf olmak için eserlerini bir bütün halinde okumakla beraber, özel hayatını az da olsa bilmek gerektiğini düşünüyorum.

Research paper thumbnail of MODERN ZAMANLARA AKAN TRAJEDİ VE KOMEDİ

Hece Dergisi, Sayı:291, Mart 2021, Sayfa:54-58, 2021

Research paper thumbnail of Sevgi Ve Hoşgörünün Yunusçası.

Şehir Defteri Dergisi Yunus Emre Özel Sayısı 1. sayı, Yıl 2021 sayfa: 10-14

İnsanın sevgi ve hoşgörüye en çok ihtiyacının olduğu dönem çocukluk ve ilk gençlik dönemidir. Bu ... more İnsanın sevgi ve hoşgörüye en çok ihtiyacının olduğu dönem çocukluk ve ilk gençlik dönemidir. Bu dönem, insanın çevresiyle ilişki kurarak sosyalleşmeye başladığı, rol modellerini aradığı, toplumsal kabulün farkına vardığı ve bu kabul için en çok çabaladığı dönemleridir. Çocuk ve genç, bu hassas dönemde en çok nereden hoşgörü ve sevgi görürse oraya meyleder. Kırıp dökmeyen, sevgi ve hoşgörüyle yapılan çağrılar karşılıksız kalmıyor, erken yaşlarda doğru sevgiyi tadan insan farklı yolları denese de vakti gelince özüne dönerek o arı sevgiyi bulmanın yollarını arıyor. Her insanın ruhunda iz bırakan, tavrını ve sözlerini örnek aldığı, kurduğu evreni sevdiği, orada olmak istediği tarihî veya çağdaş kişilikler vardır muhakkak. Bu bağlamda örneklik teşkil edebilecek, şiirleriyle kalbimize dokunabilecek şahsiyetlerden biri de Yunus Emre'dir. Yunus Emre deyince, çocukluğumdan ve ilk gençliğimden süzülüp gelen ferah bir rüzgâr eser içimde. Yalnız kaldığım, yalnız yürüdüğüm, zorunlu yalnızlığa tahammül etmek zorunda kaldığım zamanlarda hasbihal ettiğim ilk gençliğimin yoldaşlarından biriydi Yunus Emre. Muhtemelen büyüklerimin dilinde terennüm edilen Yunus ilahilerinin yaydığı güzel enerjiden kaynaklanıyordur. Farkında olmadan saçılan tohumlar gibidir bu ilahiler, beklenmeyen ama ihtiyaç olduğu zamanlarda birdenbire çiçek açar. Hayatı hakkında yazılanların dışında, yalnız şiirleriyle ve şiirlerinin çağıltısıyla yer tutan gönlümüzdeki dost Yunus'tur o. Şiirlerini okuduktan sonra; bir okulda okumuş, okumamış, medresede eğitim almış veya tekkede nefes verilmiş, kadılık, marangozluk veya çiftçilik etmiş gibi bilgilerin pek öneminin kalmadığı deruni yakınlığı gönlümüzde çoktan kurmuştur bile. Ne ulaşılmaz göksel bir uzaklıkta durur ne de yerdeki saraylardadır, Hakkın nazargâhı olduğu için kutsal sayılan gönüllerdedir yeri. Bizle olan, bizle aynı hizada yürüyen, bizle konuşan, konuştuğu gönlümüze nakış nakış dokunan bir güzel derviştir o. Düşman olarak yalnızca kini kabul eden, her daim sevgiye ve hoşgörüye çağıran, hayatı hakkındaki rivayetlere baktığımızda da bu çağrısını fiiliyata aksettirdiğini gördüğümüz erendir. Önce Kâinata Akan Sonra Dönüp Kendini de Saran Dua Yunus Emre; bugüne kadar belki de hakkında en çok araştırma yapılan, hakkında en çok yazılan, en çok okunan, hemen her kesim insan tarafından tanınan yegâne şairdir dersek abartmış olmayız sanırım. Âdem'den bu yana yeryüzüne savrulmuş insanın özünü, arayışlarını, tekâmülünü, İslam'ın güzellik ve evrensellik dairesi içinde şiirleriyle temsil eder.