tugba perk - Academia.edu (original) (raw)
Papers by tugba perk
Kadın hareketinin çıkış noktası özgürlük ve eşitlik hareketidir. Kadın hareketi, kadınların kendi... more Kadın hareketinin çıkış noktası özgürlük ve eşitlik hareketidir. Kadın hareketi, kadınların kendilerine yüklenen rollere ve yaşam tarzına karşı bir başkaldırı olarak ortaya çıkmıştır. Hareket, toplumun özgürleşmeye başladığı, geleneksel yaşam biçiminden koptuğu, siyasal ekonomik dönüşümlerin yaşandığı 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl boyunca ideolojisini belirlemiş, feminizm kavramıyla kendini ifade etmiştir. Kadınların kitlesel olarak tarih sahnesine ilk Fransız Devrimi'yle çıkmıştır. Farklı kesimlerden kadınlar devrime destek vermişler; eşitlik, özgürlük ve kardeşlik söylemleriyle hak talep etmişlerdir. Ancak Fransız Devrimi de cinsler arası eşitsizliği devam ettirmiştir. Devrim ilkelerinin kadını içine almadığı anlaşılmış, devrime kitlesel olarak katılan kadınlar bekledikleri hakları alamamışlardır. Hatta devrim öncesi "eski düzende" sahip oldukları hakları bile ellerinden alınmıştır. Kadınların toplantı yapmaları ve dernek kurmaları yasaklanmış, mevcut kadın dernekleri de kapatılmıştır. Bundan sonra hak aramak da suç haline gelmiştir. 1791 Anayasasının kabulünden önce tüm kadınlara eşit oy hakkı tanınmasını isteyen ve yazdığı "Kadın Hakları Beyannamesini" Kral 16. Louis'ye ve Kraliçe Marie Antoinette'ye gönderen Olympe de Gouge, yeni anayasaya rağmen hak taleplerini durdurmamış ve 1793 yılında "Mademki kadına giyotine çıkma hakkı veriliyor, öyleyse kürsüye çıkma hakkı da verilmelidir" savını ileri sürmüştür. Sonuçta, bu haklardan birini kazanmıştır da. De Gouge oybirliğiyle giyotine gönderilmiştir. 1 İzleyen yıllarda da kadınlar yoğun bir biçimde her alanda hak eşitsizliğiyle karşı karşıya kalmış, kadınları kitlesel bir biçimde üretime katan sanayi devrimi ve kapitalizm sorunu farklı bir boyuta taşımıştır. Giderek değişen dünyada yeni haklar ve değerler yükselirken, bunların da dışında kaldığını fark eden kadınlar başkaldırmaya başlamışlardır. Şüphesiz, bu başkaldırı her ülkede kendi koşullarına ve kadınların konumlarına göre şekillenmiştir. Kadın işçiler kötü çalışma şartlarına ve düşük ücretlere itiraz ederken, burjuva kadınları ise ekonomik ve siyasal haklardan mahrum bırakılmaya başkaldırmışlardır. Kadın hareketi İngiltere'de orta sınıfın önderliğinde oy hakkı talebine bürünürken, Fransa ve Almanya'da işçi sınıfı kadınlarının talepleri olarak ortaya çıkmıştır. 2 Dünyada yaşanan sosyal, ekonomik ve siyasal gelişmeler sonucu, kadın kendi konumunu tartışmaya açmış ve bunu bir kadın hareketine dönüştürmüştür. Toplumun herkese vaat ettiği eşitlik ve özgürlüğü, kadının yaşamındaki her alanda gerçekleştirmek için onu sınırlayan değer, gelenek ve yaşam biçimini değiştirmeyi hedeflemiştir. Dünya kadınları eğitim düzeylerinden, geleneksel yaşam biçimleri ve değer yargılarından, yasalardaki ayrımcı hükümlerden kaynaklanan engeller nedeniyle, yüzyıllar boyunca, içinde yer aldıkları siyasal sistemlerle yeterince bağ kuramadan yaşamışlardır. Siyasal katılma, bireyin siyasal sistemle kurmuş olduğu ilgi ilişkileridir. Bu ilişkiler siyasal olayları izlemek ve bilgi edinmekten, siyasal eylemlerde bulunmaya, oy vermeye, adaylığa ve siyasal karar mekanizmalarında yer almaya kadar uzanan değişik biçim ve boyutlarda kendini gösterebilir.
Meşrutiyet öncesi dönemde İslam hukukunun geçerli olduğu Osmanlı Devleti'nde evlenme bazı kuralla... more Meşrutiyet öncesi dönemde İslam hukukunun geçerli olduğu Osmanlı Devleti'nde evlenme bazı kurallara bağlıydı. Öncelikle evlilik rıza ile olmalıydı. Yaşı küçük olan kızları babaları evlendirebilirdi fakat kız reşit ise ve evlenmek istemiyorsa mahkeme bu evliliği boş sayardı. İslam hukukunda erkek dört kadın ile evlenebilirdi fakat dördüne de eşit davranmak zorundaydı. Diğer yandan koca evliliğin sahih sayılabilmesi için eşine belirli bir miktar para ya da mülk vermek zorundaydı. Buna ''mehr'' denirdi. Şeriata göre evlilik mahkemeye başvurulmadan eşler anlaşarak ya da kocanın tek taraflı boşanması ile son bulabilirdi. Boşanmayı kadın isterse mahkemeye başvurabilirdi. İslam hukukunda erkek ailenin reisi konumundadır. Karısının ve çocuklarının tüm ihtiyaç ve gereksinimlerini karşılamak erkeğin sorumluluğudur. Uzakta olsa ya da iflas dahi etse bu sorumluluk ortadan kalkmaz. Osmanlı toplumunda mülkiyet konusunda da mal ayrılığı esastı. Kadınların mallarını istedikleri şekilde kullanabilme hakkı vardı. Eğer isterlerse vekil tayin ederek mallarını satma hakkına da sahiplerdi. Kadının miras hakkı da mahkeme tarafından korunmuş durumdaydı. Kadına ait olan mal, mülk, para tamamen kendi sorumluluğundaydı. Ancak kadın her zaman erkekten daha az hisse almaktaydı. İslam hukukunda her ne kadar kadın hakları korunuyor olsa da ne yazık ki Türk kadınının Osmanlı sosyal hayatında geri plana itildiğini görüyoruz. Şefika Kurnaz, Burhan Göksel, Meral Altındal gibi isimler Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde kadının sosyal hayat içerisinde yer aldığını fakat daha sonra gerek İslamiyet'in etkisi gerekse Bizans ve İran gelenek ve kültürlerinin Osmanlı sarayına girmesi ile kadının sosyal hayattan çekildiğini, örtünme ve haremin gelenekselleştirildiğini belirtmişlerdir. 1 Bu dönemde Türk kadını, erkekten daha pasif bir konuma itilmiştir. Osmanlı yöneticilerinin kadına karşı bu tutum ve uygulamaları Türk kadınını peçe altına ve kafes arkasına itilmesini sağlamıştır. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE KADININ KONUMU II. Meşrutiyet dönemi birçok dönüşümün yanı sıra Osmanlı Feminizminin de düşünsel anlamda ilk defa oluştuğu ve harekete dönüştüğü bir dönem oldu. Meşrutiyet esasen karma bir devlet biçimi olup, her ne kadar Osmanlı toplumunda bu kavramın karşılığının bulunmadığı düşünülmüşse de 1876 yılında bu yönetim biçimi denenmişti. Egemenliğin paylaşılması yoluyla bir demokratikleşme gerçekleşememiş ardından da bu sayfa bir dönem için kapatılmıştı.
Kadın hareketinin çıkış noktası özgürlük ve eşitlik hareketidir. Kadın hareketi, kadınların kendi... more Kadın hareketinin çıkış noktası özgürlük ve eşitlik hareketidir. Kadın hareketi, kadınların kendilerine yüklenen rollere ve yaşam tarzına karşı bir başkaldırı olarak ortaya çıkmıştır. Hareket, toplumun özgürleşmeye başladığı, geleneksel yaşam biçiminden koptuğu, siyasal ekonomik dönüşümlerin yaşandığı 18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl boyunca ideolojisini belirlemiş, feminizm kavramıyla kendini ifade etmiştir. Kadınların kitlesel olarak tarih sahnesine ilk Fransız Devrimi'yle çıkmıştır. Farklı kesimlerden kadınlar devrime destek vermişler; eşitlik, özgürlük ve kardeşlik söylemleriyle hak talep etmişlerdir. Ancak Fransız Devrimi de cinsler arası eşitsizliği devam ettirmiştir. Devrim ilkelerinin kadını içine almadığı anlaşılmış, devrime kitlesel olarak katılan kadınlar bekledikleri hakları alamamışlardır. Hatta devrim öncesi "eski düzende" sahip oldukları hakları bile ellerinden alınmıştır. Kadınların toplantı yapmaları ve dernek kurmaları yasaklanmış, mevcut kadın dernekleri de kapatılmıştır. Bundan sonra hak aramak da suç haline gelmiştir. 1791 Anayasasının kabulünden önce tüm kadınlara eşit oy hakkı tanınmasını isteyen ve yazdığı "Kadın Hakları Beyannamesini" Kral 16. Louis'ye ve Kraliçe Marie Antoinette'ye gönderen Olympe de Gouge, yeni anayasaya rağmen hak taleplerini durdurmamış ve 1793 yılında "Mademki kadına giyotine çıkma hakkı veriliyor, öyleyse kürsüye çıkma hakkı da verilmelidir" savını ileri sürmüştür. Sonuçta, bu haklardan birini kazanmıştır da. De Gouge oybirliğiyle giyotine gönderilmiştir. 1 İzleyen yıllarda da kadınlar yoğun bir biçimde her alanda hak eşitsizliğiyle karşı karşıya kalmış, kadınları kitlesel bir biçimde üretime katan sanayi devrimi ve kapitalizm sorunu farklı bir boyuta taşımıştır. Giderek değişen dünyada yeni haklar ve değerler yükselirken, bunların da dışında kaldığını fark eden kadınlar başkaldırmaya başlamışlardır. Şüphesiz, bu başkaldırı her ülkede kendi koşullarına ve kadınların konumlarına göre şekillenmiştir. Kadın işçiler kötü çalışma şartlarına ve düşük ücretlere itiraz ederken, burjuva kadınları ise ekonomik ve siyasal haklardan mahrum bırakılmaya başkaldırmışlardır. Kadın hareketi İngiltere'de orta sınıfın önderliğinde oy hakkı talebine bürünürken, Fransa ve Almanya'da işçi sınıfı kadınlarının talepleri olarak ortaya çıkmıştır. 2 Dünyada yaşanan sosyal, ekonomik ve siyasal gelişmeler sonucu, kadın kendi konumunu tartışmaya açmış ve bunu bir kadın hareketine dönüştürmüştür. Toplumun herkese vaat ettiği eşitlik ve özgürlüğü, kadının yaşamındaki her alanda gerçekleştirmek için onu sınırlayan değer, gelenek ve yaşam biçimini değiştirmeyi hedeflemiştir. Dünya kadınları eğitim düzeylerinden, geleneksel yaşam biçimleri ve değer yargılarından, yasalardaki ayrımcı hükümlerden kaynaklanan engeller nedeniyle, yüzyıllar boyunca, içinde yer aldıkları siyasal sistemlerle yeterince bağ kuramadan yaşamışlardır. Siyasal katılma, bireyin siyasal sistemle kurmuş olduğu ilgi ilişkileridir. Bu ilişkiler siyasal olayları izlemek ve bilgi edinmekten, siyasal eylemlerde bulunmaya, oy vermeye, adaylığa ve siyasal karar mekanizmalarında yer almaya kadar uzanan değişik biçim ve boyutlarda kendini gösterebilir.
Meşrutiyet öncesi dönemde İslam hukukunun geçerli olduğu Osmanlı Devleti'nde evlenme bazı kuralla... more Meşrutiyet öncesi dönemde İslam hukukunun geçerli olduğu Osmanlı Devleti'nde evlenme bazı kurallara bağlıydı. Öncelikle evlilik rıza ile olmalıydı. Yaşı küçük olan kızları babaları evlendirebilirdi fakat kız reşit ise ve evlenmek istemiyorsa mahkeme bu evliliği boş sayardı. İslam hukukunda erkek dört kadın ile evlenebilirdi fakat dördüne de eşit davranmak zorundaydı. Diğer yandan koca evliliğin sahih sayılabilmesi için eşine belirli bir miktar para ya da mülk vermek zorundaydı. Buna ''mehr'' denirdi. Şeriata göre evlilik mahkemeye başvurulmadan eşler anlaşarak ya da kocanın tek taraflı boşanması ile son bulabilirdi. Boşanmayı kadın isterse mahkemeye başvurabilirdi. İslam hukukunda erkek ailenin reisi konumundadır. Karısının ve çocuklarının tüm ihtiyaç ve gereksinimlerini karşılamak erkeğin sorumluluğudur. Uzakta olsa ya da iflas dahi etse bu sorumluluk ortadan kalkmaz. Osmanlı toplumunda mülkiyet konusunda da mal ayrılığı esastı. Kadınların mallarını istedikleri şekilde kullanabilme hakkı vardı. Eğer isterlerse vekil tayin ederek mallarını satma hakkına da sahiplerdi. Kadının miras hakkı da mahkeme tarafından korunmuş durumdaydı. Kadına ait olan mal, mülk, para tamamen kendi sorumluluğundaydı. Ancak kadın her zaman erkekten daha az hisse almaktaydı. İslam hukukunda her ne kadar kadın hakları korunuyor olsa da ne yazık ki Türk kadınının Osmanlı sosyal hayatında geri plana itildiğini görüyoruz. Şefika Kurnaz, Burhan Göksel, Meral Altındal gibi isimler Osmanlı Devleti'nin kuruluş döneminde kadının sosyal hayat içerisinde yer aldığını fakat daha sonra gerek İslamiyet'in etkisi gerekse Bizans ve İran gelenek ve kültürlerinin Osmanlı sarayına girmesi ile kadının sosyal hayattan çekildiğini, örtünme ve haremin gelenekselleştirildiğini belirtmişlerdir. 1 Bu dönemde Türk kadını, erkekten daha pasif bir konuma itilmiştir. Osmanlı yöneticilerinin kadına karşı bu tutum ve uygulamaları Türk kadınını peçe altına ve kafes arkasına itilmesini sağlamıştır. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE KADININ KONUMU II. Meşrutiyet dönemi birçok dönüşümün yanı sıra Osmanlı Feminizminin de düşünsel anlamda ilk defa oluştuğu ve harekete dönüştüğü bir dönem oldu. Meşrutiyet esasen karma bir devlet biçimi olup, her ne kadar Osmanlı toplumunda bu kavramın karşılığının bulunmadığı düşünülmüşse de 1876 yılında bu yönetim biçimi denenmişti. Egemenliğin paylaşılması yoluyla bir demokratikleşme gerçekleşememiş ardından da bu sayfa bir dönem için kapatılmıştı.