vecihi sönmez - Academia.edu (original) (raw)

Papers by vecihi sönmez

Research paper thumbnail of Abdullatif Harputi ve İslam Düşüncesinde Yenilik Arayışları

Ġslâm düĢüncesi yaĢadığımız asırda yeni bir hamle arayıĢı içerisindedir. Yeni yüzyılın gerçekleri... more Ġslâm düĢüncesi yaĢadığımız asırda yeni bir hamle arayıĢı içerisindedir. Yeni yüzyılın gerçekleri karĢısında Müslümanların dolayısı ile onların Ġslâm anlayıĢının kendileri ile bir yüzleĢmesi ve bir iç sorgulama yapması kaçınılmaz görünmektedir. Özellikle son dönemde Ġslâm dünyasının batı karĢısında devamlı kan kaybetmesi Ġslâm'ın bir zaafı olarak algılanmıĢ, Müslümanların çağın sorunlarına çözüm üretememesi ve yeni düĢünce sistemlerinin baskıcı tavırlarına karĢı durma konusunda sıkıntılar yaĢaması önemli düĢünce sorunlarını da beraberinde getirmiĢtir. Tarihin belli dönemlerinde mensupları ileri bir medeniyet ortaya koyan bu düĢüncenin temsilcileri maalesef son dönemde bir gerileme içine girmiĢtir. ĠĢte Harputî, Kelam ilminin geleneğine bağlı, kendisinden önce gelip geçen Kelam bilginlerinin birikimlerini dikkate alan fakat aynı zamanda çağın geliĢmelerine ve yeniliklerine de açık olan bir görüntü sergilemektedir. Daha da önemlisi Harputi Ġslam dünyasında devam edegelen itkadî ve siyasî fırkalarla Batıda geliĢen yeni felsefî düĢüncenin, Ġslam'ın inanç prensiplerini olumsuz etkilediğinin endiĢesini taĢıyordu. Bu nedenle ortaya çıkan yeni mes'elelere yeni çözümler ve cevaplar üretmek gerekiyordu. O bakımdan günümüzde, pozitivist ve natüralist görüĢlerle din aleyhine ortaya atılan görüĢleri doğru bularak kabul etmek mümkün değildir. ĠĢte Harputî, bu düĢünceden hareketle kendi görüĢlerini ortaya koymuĢ ve Tevhid esasına dayanan ilahî bilginin, dolayısıyla dinin haklılığını ispata çalıĢmıĢtır. Bizde bu makalemizde Onun ilmi kiĢiliğiyle birlikte Yeni ilmi Kelama kattığı yenilikleri araĢtırmayı amaçladık.

Research paper thumbnail of Hz. İbrahim’in Tabi Olduğu Hak Din ve Tevhidi İspat Metodu

slam düşünce tarihimizin en çok iz bırakan peygamberlerinden biri de Hz. İbrahim'dir. Tevhidi müc... more slam düşünce tarihimizin en çok iz bırakan peygamberlerinden biri de Hz. İbrahim'dir. Tevhidi mücadelenin sembolü, teslimiyetin, adanmışlığın nişanesi olan Hz İbrahim, inancı uğruna en sevdiğini vermek için bir an bile düşünmeyen, Rabbi için ateşlere yürüyen bir peygamberdir. Hz. İbrâhîm, Yukarı Mezopotamya'daki Ur şehrinde dünyaya geldi. Allah kendisini peygamber tayin etti. Puta tapanlara karşı gelerek putları reddetti. Bu başkaldırı sebebiyle Kral Nemrud, kendisini ateşe attı. Fakat Allah onu yanmaktan korudu. O da kardeşinin oğlu Lût'u ve âilesini alarak Mezopotamya'dan çıktı. Putperestlerden oluşan ve ataları da putlara tapan bir kavmin içerisinde yetişen Hz. İbrahim, onlarla birlikte büyümüş, onların eğitimini almıştır. Ancak kavmi sapkın ve batıl bir yaşam sürerken o, kavminin diğer fertlerinden çok farklı bir karakter ve çok üstün bir ahlak Hz. İbrahim'in Tabi Olduğu Hak Din ve Tevhidi İspat Metodu Ö ÖZ ZE ET T Bu makalede Hz. İbrahim'in tabi olduğu hak din ve ortaya koymuş olduğu evrensel ahlakî değerler incelenecektir. Esasında tevhit, bütün insanlar için geçerli olan ahlaki prensipleri zorunlu kılmaktadır. İnsani boyutta, ahlaki değerler çerçevesi içerisinde öznellik, görecelilik, farklılık ve hiççiliki tasfiye etmenin önemli yollarından biri de tevhid inancını kabul etmek ve aşkın ve mutlak olan bir varlığın otoritesine boyun eğmektir. Hz. İbrahim, sadece tevhid inancının atası değil aynı zamanda bu inancın takipçisi ve örnek yaşantısı ve ahlaki uygulamalarıyla uygulayıcısıdır.

Research paper thumbnail of Islam Inancında Gunah Kavramı

eçmişten günümüze değin yaşamış bütün dinlere bakıldığında günahla ilgili geniş bir terminoloji v... more eçmişten günümüze değin yaşamış bütün dinlere bakıldığında günahla ilgili geniş bir terminoloji ve literatürün olduğu görülmektedir. Bütün dinler günahı, kutsala karşı işlenmiş, ilâhî emirlerin ihlali, beşerî ve tabiî düzenin bozulması şeklinde değerlendirmiştir. Ancak günahın tanımı, kaynağı, çeşitleri ve insan üzerindeki etkileri konusunda birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Yahûdilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi kaynağı semâvi olan dinlerde ilk günah, insanlığın atası Hz. Âdem tarafından işlenmiştir. Ancak bu dinler, ortak inancın G İslam İnancında Günah Kavramı The Concept of Sin in Islamic Theology Vecihi SÖNMEZ a

Research paper thumbnail of Evrensel İslam Düşüncesinde Mevlana Örneği

Research paper thumbnail of Selef Düşüncesinin Tarihi Arkaplanı ve Selefilik

ÖZET İslam'ın ilk asırlannda selef deriilince Allah Resulü'ne yakınlıklanna göre derecelendirilen... more ÖZET İslam'ın ilk asırlannda selef deriilince Allah Resulü'ne yakınlıklanna göre derecelendirilen üç kuşak anlaşılırken, daha soma kelime bu ilk anlamından alınıp belli bir düşünce sisteminin adı olarak kullanılmıştır. İlk dön,em selef alimlerini diğerlerinden ayırmak için onlara mütekaddirnun selef (ilk dönem selef), diğerlerine de müteahhirun selef (somakiler) denmektedir. Selef, naslann metafizik alemle ilgili olanlarının yorumlanmasını doğru bulmamaktadır. Akılla bu konularda hülcüm koymanın gerçeği karşılamayacağını savunmaktadır. Ancak dini konularm anlaşılmasında kendi akıllarıyla ilkeler koymaya devam etmektedirler. Bugün selefiyye dinilince "şer'i hükümleri çıkarma noktasında sadece Kitap ve Sünnet' e başvuran, onlar dışındaki hükümleri geçersiz kabul eden oluşum" anlaşılmaktadır. Günümüz selefilik akımı ise, sahip olduğu hüviyetle ümmet içerisinde farklı olduklarını ihsas ederken, aidiyet iddiasında bulunduğu selef alimlerinden hiç birisi onlar gibi kendilerini somaki dönem Müslümanlardan ayırt edici bir tavır içerisinde olmamıştır. Zira onlar selef kelimesini halefin zıddı olarak kabul etmişlerdir.

Research paper thumbnail of İSLAM DÜŞÜNCESİNDE BİLGİ-İMAN İLİŞKİSİ

Mahiyetleri farklı olsa da, iman ve bilginin ortak alan ve özellikleri vardır. Bu nedenle birbirl... more Mahiyetleri farklı olsa da, iman ve bilginin ortak alan ve özellikleri vardır. Bu nedenle birbirlerinden etkilenmekte, çoğu kere ayrılmaz bir birlikteliğe sahip olmaktadırlar. Bu bakımdan birer insan eylemi olan iman ve bilgi, birbirini besleyen iki kaynak konumundadır. Zira çoğu kere insan inanmak için bilgiye, bilgiye ulaşmak için de imana ihtiyaç duyar. Çünkü hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığımız bir şeye inanmamız söz konusu olmadığı gibi, henüz bir ön kabul aşamasına gelmemiş bir problemi araştırıp bilgilenme ihtiyacı içinde olmak da söz konusu değildir. Öte yandan iman gerçeği olmaktan çıkmış ve bilgisel gerçekler haline gelmiş bilgilerimizi genel imana dayalı bilgi üstü prensiplere bağlamamızda yine inanç prensiplerinin önemli bir rol oynadığını görmekteyiz.

Research paper thumbnail of Mu'tezile'ye Göre İnsan ve Fiilierindeki Nedensellik

Bu konuyu işlemedeki gayemiz, Mu'tezile'nin insana bakışını ortaya koyarak, insanın hürriyet alan... more Bu konuyu işlemedeki gayemiz, Mu'tezile'nin insana bakışını ortaya koyarak, insanın hürriyet alanını ve ilillerdeki nedenselliğin kapsamını izaha çalışarak konuya ne kadar İsliimi ve rasyonel yaklaştıklarını tespit etmektir. Bilindiği üzere Mu'tezile düşüncesinin temel miliveri insandır. Mu'tezile bilginleri, insanın tek bir tanımı üzerinde birleşmemelerine rağmen insanın ''teklife" muhatap olmasını onun temel niteliği olarak kabul etmişlerdir. Çünkü teklif, canlı varlıkların da içinde bulunduğu bu alemin yaratılı şının nedenidir. O halde bu diri, güçlü, aktif varlık kimdir? İnsan şu görünen ceset midir? Yoksa cismaru olmayan başka bir şey midir? Ya da bu ikisinin birleşimi midir? O, hangi unsur ile güçlü ve aktif oluyor? Kendi hür iradesiyle mi hareket ediyor? İnsanın fiillerinde illiyet aranınalı mıdır? İşte bu çalışmada bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız.

Research paper thumbnail of Mu'tezile'nin Eş'arî'nin Kesb Nazariyesine Yönelttiği Eleştiriler

İslam düşüncesine göre Allah inancı, evreni ve ondaki her şeyi yaratan, "Yaratılmamış Varlık" şek... more İslam düşüncesine göre Allah inancı, evreni ve ondaki her şeyi yaratan, "Yaratılmamış Varlık" şeklindedir. O, insanlara peygamberleri vasıtası ile doğru yolu gösteren, her kuluna rahmet ve adalet ölçüleri içerisinde davranan, her şeye anlam ve hayat kazandıran Yüce bir Varlık'tır. Böyle bir Allah anlayışı, Yaratıcı-insan-tabiat üçlüsü arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir zemine oturtulabilmesi açısından önemlidir. Akıl ve idrak yeteneği olan her insan Kur'an'ın muhatabıdır. İnsan, Allah tarafından seçilmiş, ve nihayet, kendi hayatı pahasına vahye muhatap olmuş hür şahsiyettir. İnsanın böyle bir imtiyâza sahip olması, her şeyden önce, onun düşünen bir varlık olması gerçeğinde yatmaktadır. Kısaca insan, kendi hür iradesi ve tefekkürü ile insandır. Hür iradesini ve aklını kullanabilmesi, onun insan olmasının bir gereğidir. İşte bu bağlamda Mu'tezile insanın, halk ve icad yetkisine sahip bir varlık olarak, fiillerini gerçekleştirme kudretinin bulunduğunu kabul eder. Çünkü Mu'tezile kulun gücünün fiilde müessir olmasını ve bu etkinin varlıkta kendini gösterip belirginleşmesinin gereğine inanır.

Research paper thumbnail of İman İslam İliskisi ve İdeal Mümin

Gerçekten, kâmil ve halis bir İslami yaşam, beşer hayatının bütün yönlerini ihata eden, sağlam bi... more Gerçekten, kâmil ve halis bir İslami yaşam, beşer hayatının bütün yönlerini ihata eden, sağlam bir tevhid inancı olmadıkça mümkün değildir. İnsan hayatının ferdi ve ictimai yönlerini kapsayan insanın kendisinin ve elinde bulunan her şeyin öncelikle Allah'ın mülkü olduğu ve gerçek sahibinin Allah olduğunu tasdik eden bir tevhid inancını ikrar etmelidir. Sahip olduğu her şeyin ve bütün âlemin yegane sahibinin Allah olduğuna, yüce yaratıcının tek ma'bud olduğuna, emir ve yasaklamanın sadece Allah'a ait olduğuna, Allah'a itaatten yüz çevirmenin, hidayetine ihtiyaç duymamanın veyahut Allah'a zatında, sıfatlarında ve tasarrufunda ortak koşmanın hangi şekil ve renkte zuhur ederse etsin dalalet ve küfür olduğuna bütün kalbiyle inanmalıdır. İman esasları kökleşip kemale erdikten sonra yeryüzündeki gerçek yerine oturursa İslami ahlakın ikinci merdiveni olan İslam binasını o temellere oturtmak mümkündür. İslam imanın amel şeklinde zuhurundan başka bir şey değildir. İmanın İslam ile alakası tohumun ağaç ile olan alakasına benzer. Ağaçta yetişen her şey, tohumda bulunan özelliklere bağlıdır. Toprağa tohum atmadan bir bitkinin yetişip dallanması veya verimli bir toprağa atılan tohumun bitmemesi insanın aklından bile geçmez. İşte iman ile İslam arasındaki ilişki budur. İmanın bulunduğu yerde insanın fiili hayatında o imanın görünümü olan ahlak, muamele, insanlarla olan diğer ilişkilerin fiili olarak zuhuru kesindir. Eğer herhangi bir hususta gayri İslami bir şey zuhur ederse o noktada ferdin imanı ya yoktur veya çok zayıftır. Eğer hayatı tamamen gayri İslami bir şekilde sürüyorsa bilmemiz gerekir ki o kalb imandan sıyrılmıştır. Yahut iman, semeresini veremeyecek kadar kuraktır, verimsizdir.

Research paper thumbnail of İslam Düşüncesinde Ruhun Ölümsüzlüğü Problemi

Research paper thumbnail of Mu tezili Dusuncede Mutevelled Dolaylı ve Mubasir Dogrudan Fiiller Arasındaki Fark

inden birisi olan adâlet ilkesine göre insan hürdür ve kendi fiill zulüm olurdu. Hâlbuki Allah âd... more inden birisi olan adâlet ilkesine göre insan hürdür ve kendi fiill zulüm olurdu. Hâlbuki Allah âdildir, kull çirkin bir fiili seçmesi de söz konusu degildir. fiilin sebep Anahtar kelimeler: Mu'tezile, insan fiilleri, irâde, Tevlîd.

Research paper thumbnail of Es Si irdî nin Te sîsu Kavâidi l Akaid nin Tercüme ve Şerhi

Deney grubunda olup gözleri görmeyen insanlar, elleriyle Fil'in bedenini yoklarlar. Herkes, Fil'i... more Deney grubunda olup gözleri görmeyen insanlar, elleriyle Fil'in bedenini yoklarlar. Herkes, Fil'in bir azâsına dokununca, neye benzediği sorulur… Biri der ki: "Bu sadece bir hortumdan ibârettir." Diğeri;"bir silindirdir" der. Başka biri;"bu bir kalkandır" der. Böylece; herkes, kendine göre Fil'i bir şeye benzetir… Bu konu ile ilgili olarak İbn Arabî 8 der ki: "Allah'ın yaratıklarından hiçbirisi, Allah'ı hakkıyla bilemez. Allah, her bilginin fevkinde bir varlıktır. O'nun hakkında sadece sınırlı bir yargıda bulunmak büyük bir bilgisizliktir. İslam düşünürü İsferâyinî 9 ise der ki: "Kelâmcıların dediklerinin bütünü şu iki yargıda toplanır: 1-Allah, vehimlerde sanılan her şeyin dışındadır. 2-O'nun zatı herhangi bir varlığa benzemez. İsferayini bu görüşünü şu âyetlerle delillendirmektedir: "Allah'ın, hiçbir benzeri yoktur." 10 O'nun münezzeh oluşu aklen değil şer'an (nakl) bilinir. "O'nun, hiçbir benzeri yoktur" 11 Ayetlerinin konuya açıklık getirip ışık tuttuğunu belirtmektedir. O, kendini kendi sıfatlarıyla tenzih etmektedir. Allah'ı tanıma, tenzih etme ve "Bir" olduğuna inanmayla ilgili bu tür söylemler çoktur. Nitekim bu konuda kelâm-ı kibar da mevcuttur: Aklının bağı sanılarla bağlanmıştır ilmi'l-mantık, Fedâ'ihü'l-Bâtıniyye (Bâtınîliğin İç Yüzü), el-İktisâd fi'l-İ'tikâd (İtikatta Orta Yol), el-Maksadü'l-esnâ, İlcâmü'l-avâm an ilmi'l-kelâm, Makâsıdü'l-felâsife (filozofların Amaçları), Tehâfütü'l-felâsife(filozofları n Tutarsızlığı), Mişkâtü'l-envâr (Nurlar Feneri), el-Münkızü mine'd-dalâl (Dalâletten Kurtuluş), Mîzânü'l-amel, İhyâ'ü ulûmi'd-dîn, Bidâyetü'l-hidâye, Kimya-yı Sa'âdet. Geniş bilgi için bkz, Abdülğâfir el-Farisî, " el-Siyâk li Tarihi Nîsâbur'un el-Muntahab mine's-Siyâk li Tarihi Nîsâbur" s.12. 8 İslâm âleminde daha çok İbn-i Arabî, İbnu'l-Arabî, Muhiddin Arabî, Muhiddin İbn Arabî ve Şeyhü'l-Ekber şeklinde tanınan İbn Arabî yazdığı eserlerde adını şöyle kaydeder: Muhiddin Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed b. el-Arabî, el-Hâtımî et-Tâî, el-Endülüsî, (Bazı kaynaklarda (Meselâ Kütûbî, III, 435) künyesinin Ebubekir şeklinde verilmesi yanlıştır.) 7 Ağustos 1165'te (H.27 Ramazan 560'da) İspanya'nın Mürsiye (Murcia) şehrinde doğan İbni Arabî köklü, soylu ve saygın bir aileden gelmektedir, isminin sonunda yer alan el-Hâtimî et-Tâî, onun cömertliği ve hayırseverliğiyle ün kazanmış olan Tay kabilesine mensub Adî b. Hâtim et-Taî'nin kardeşi Abdullah b. Hâtîm et-Tâî'nin soyundan geldiğini göstermektedir. Bu kabilenin Arab olması sebebiyle İbn Arabî ve ataları "Arabî" (Arab) diye tanınmışlardı2. Dindar bir kişi olan babası Ali b. Muhammed hem hükümdarın hem de ünlü filozof İbn Rüşd'ün dostu idi. Annesi ise ermiş hanımların bile manevî derecesine imrendikleri dindar bir kimse idi. Dindar bir kişi olan amcası Abdullah b. Muhammed seksen yaşından sonra tasavvuf yoluna girmişti. Bu zatın oğlu Ali b. Abdullah Tunus'un sûfilerinden idi. İbn Arabî'nin dayılarından Yahya İbn Yağân Tlemsan Meliki idi. Ebu Abdullah et-Tunusî isimli şeyhin tesiriyle hükümdarlığı bırakmış, hayatının son dönemlerinde dünyadan el etek çekmiş, kendini ibadete vermişti. Diğer dayısı Ebu Müslim Havlâni, o dönemin âbidlerinden idi. İbn Arabî bunları eserlerinde çeşitli vesileler ile kutub diye anar. Geniş bilgi için bkz. İbn Arabi hakkında Batı'da yapılan en son ve kapsamlı araştırma Michel Chodkiewiez İle kızı Claude Addas'a aittir. Addas'ın yazdığı Ou La Quete du Saufre Reuge (Paris, 1989) adlı eser ingilizce'ye de çevrilmiştir: The Read Sufur (Kıbrit-ı Ahmer). Oxford, 1993; Ateş, A. İ.A. VIII, 533. 9 Ebû İshâk Rüknüddîn İbrâhîm b. Muhammed b. İbrâhîm el-İsferâyînî (ö. 418/1027)Eş'arî kelâmcısı ve Şâfiî fakihi. Nîşâbur ile Cürcân arasında bulunan İsferâyin'de doğdu. Daha sonra Bağdat'a giderek Ebü'l-Hasan el-Eş'arî'nin öğrencisi Ebü'l-Hasan el-Bâhilî'den kelâm ve usûl-i fıkıh dersleri aldı. Ebû Muhammed Da'lec b. Ahmed es-Siczî, Ebû Bekir el-İsmâilî ve Ebû Bekir Muhammed b. Yezdâd gibi âlimlerden ilim tahsil etti. Öğrenimini tamamladıktan sonra Nîşâbur'da önce Mescid-i Ukayl'de, ardından kendisi için inşa edilen medresede ders okutup birçok öğrenci yetiştirdi. Ebü't-Tayyib et-Taberî, Abdülkāhir el-Bağdâdî, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî gibi âlimler onun öğrencisi oldu. Nîşâbur'da ölmeyi istediğini söyledikten beş ay sonra bu şehirde vefat etti ve Hîre Kabristanı'na defnedildi.

Research paper thumbnail of Nübüvvet Tartışmaları

Musa ve İsmâil (a.s.) hem nebî, hem de resûl olarak zikr edilmektedir. Burada nebî, resûl'e atf e... more Musa ve İsmâil (a.s.) hem nebî, hem de resûl olarak zikr edilmektedir. Burada nebî, resûl'e atf edilerek te'kid edilmektedir. Hz. Musa'nın hem nebî, hem de resûl olarak vasıflandırılması bu iki kelime arasında fark olmadığına delalet etmez. Onun hem Allah'tan vahiy alan bir nebî, hem de beşeriyete gönderilmiş bir resûl olduğu vurgulanmaktadır. 70 Nebî ile resûl arasında fark olmadığını iddia edenlerin delilleri ise şunlardır: Kâdı Abdulcebbâr, "Allah nebî olana da vahiy göndermiştir; bu sebeple nebi de resûl ile aynı konumdadır," diyerek insanları ıslâh edip doğruyu görmelerini sağlama hususunda resûl ile nebî arasında hiçbir fark olmadığını belirtmektedir. 71 Adududdin el-Îcî de bu görüşe katılarak şöyle demektedir: "Nebî de resûl de Allah katında yüce ve seçkin sıfatlarla muttasıftırlar. Nebî ve resûl olmak için şahsi gayret ve riyazetle kazanılan özellikler ve özel kabiliyet şartı yoktur. Allah onları kendi lutfuyla seçmiş ve peygamberlik nimetine mazhar kılmıştır." 72 el-Mâverdî de resûl ile nebî arasında bir fark görmez. O, resûl' ü tarif ederken;"Nebîler Allah'ın emir ve nehiylerle kullarına gönderdiği resûllerdir." 73 der. el-Âmidî ve el-Cüveyni'ye göre de nübüvvet; "Allah'ın kulları içinde seçtiği birine sen benim resûlüm ve nebîmsin demesiyle hasıl olur. " Buna göre nebî ile resûl arasında fark yoktur, derler. 74 Kâdı Abdulcebbar'ın da mensubu bulunduğu Mu'tezile, nebî ile resûl arasında fark olmadığını iddia ederken, bir takım âyetlerle bu görüşünü desteklemeye çalışmıştır. Şöyle ki; 1-)"Biz senden önce hiç bir resûl ve nebî göndermedik ki, O, bir şey arzu ettiği zaman şeytan onun arzusu içerisine mutlaka (onu dünya ile meşgul edecek bir düşünce)atmış olmasın. Fakat, Allah şeytan'ın attığını derhal iptal eder." (Hacc, 22/52) buyurmak suretiyle nebî'ninde resûl olduğunu ortaya koymaktadır. 2-)Yüce Allah'ın Hz. Muhammed'i nebîlerin sonuncusu ‫النبيين"‬ ‫"وخاتم‬ olarak nitelemesi de aralarında herhangi bir farkın olmadığını ortaya koymaktadır.

Research paper thumbnail of Şevkani ve İtikadi Görüşleri

ve beraberlerinde getirmiş oldukları inanç ve kültürle şîa'nın günümüzdeki şeklini almasında büyü... more ve beraberlerinde getirmiş oldukları inanç ve kültürle şîa'nın günümüzdeki şeklini almasında büyük rol oynamışlardır. 37 2.2. ZEYDİYE: Şia doktrinine bağlı şii bir fırka olan bu mezhep, Zeyd b.Ali b.Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib'e nisbet edilmektedir. Bu mezhebin kurucusu Zeyd b. Ali (h.79-122) tarihleri arası yaşamış ve kendisine Küfe şehrinde Emevi hükümdarı Hişam b. Abdulmelik zamanında biat edilmiştir. 38 Ona biat edildiği dönemde Küfe de Yusuf b. Ömer es-Sakefi emir olarak bulunmaktaydı. 39 İmam Zeyd b. Ali Küfe de kendi taraftarlarından bir kesimin Hz. Ebu Bekir ve Ömer hakkında iyi şeyler konuşmadıklarını duyunca onları dışlamış ve kovmuştur. Onlar da ona biat etmekten vaz geçtiklerini açıklayınca onlara (Benden ayrılanlar terkedenler) anlamına gelen Rafizi kavramını yakıştırmış ve daha sonrada öldürülmüştür. 40 Zeydiyye fırkası her ne kadar Hz. Ali'yi ashabın en efdalı olarak kabul etse de Ehl-i Sünnet ekolüne en yakın Şia fırkasıdır. Çünkü diğer şia fırkalarından farklı olarak Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ında imametlerini sahih kabul ederler ve bu görüşlerini de mezheplerinin en önemli prensiplerinden olan "Efdal olanın bulunmasına rağmen Mafdul olanın imameti caizdir" ölçüsüne dayandırırlar. 41 Onlara göre Hz. Ali her ne kadar imamete en layık olanda olsa diğer imamlarında imameti caizdir. Zeydiyye fırkası, imametin ilk olarak Hz. Ebu Bekir'e tevdi edilmesini dini bir maslahat olarak kabul eder ve Hz. Peygamberin ashabından herhangi birini küçültücü sözlerden kaçınır. Ayrıca imamları peygamber ve ilah rütbesine de yükseltmezler. 42 Başlangıçta Zeydiyye mezhebinin bir fırkası olarak bilinen Carudiyye, 43 fırkası yukarıdaki prensiplerden farklı görüşler öne sürmüş ve Hz. Ali'nin imametini gasp eden, ona biat etmeyenleri tekfir etmiştir. Bu düşüncesinden dolayı da Şia ekolünün Rafizi gurubuna dahil olmuştur. 44 Zeydiye'nn ilk fırkası kabul edilen Carudiyye, Ebu'l-Carud Ziyad .b. el-Munzir el-Hemedani (öl.767)'ye nisbet edilmektedir.Önceleri Cafer-i Sadıka mensup olanların yanında görülmekle beraber sonraları tamamen Rafızi gurup içerisinde yer almışlardır. 45 Zeydiyye mezhebi; Yemen de İmam el-Hadi lakabıyla meşhur olan Yahya b. Hüseyn tarafından yaygınlaştırılarak güçlenmesi sağlanmıştır. İmam el-Hadi'nin Yemen de kurmuş olduğu devlet (h.284-1382) tarihleri arası devam etmiştir. 46 Yemen de şuyu' bulan bu mezhep, diğer şia fırkalarından farklı olarak, fikir hürriyeti ve ictihada ehemmiyet vererek İmam Şevkani'ninde belirttiği gibi; "İctihad mertebesinde bulunan kimseler, bütün meselelerde kendi görüşlerini ortaya koyarak taklitten uzaklaşmaları gerekir." 47 düşüncesini benimsemişlerdir. İşte bu hürriyet fikri Muhammed b. Vezir el-Yemani (h.775-840) Hasan el-Celal (h.1013-1084), Muhammed b. İsmail el-Emir es

Research paper thumbnail of Molla Mahmud el Ispairti

Research paper thumbnail of HACÎ QADİRÎ KOYÎ

Research paper thumbnail of Molla Aladdin i Nare

Research paper thumbnail of Şeref Xan el Bitlisi

Şerefnâme adlı tarihi eseriyle meşhur olan Bitlis hâkimi. Emîr Şerefeddin Xan b. Şemseddin b. Şer... more Şerefnâme adlı tarihi eseriyle meşhur olan Bitlis hâkimi. Emîr Şerefeddin Xan b. Şemseddin b. Şeref Xan 20 Zilkade 949'da (25 Şubat 1543) Kum yakınlarındaki Kerehrûd'da doğdu. Bitlis'in yerel beyi iken Safevî Devleti'ne iltica eden Şemseddin Bey'in oğlu olup annesi Bayındır boyundan Erzincan hâkimi Emîr Xan Musullu'nun kızıdır. Bitlis ve çevresine hâkim olan dedesi, 921'de (1515) Osmanlı egemenilğini kabul eden ve 940'ta (1533) Tekelü Ulama Han tarafından öldürülen Şeref Xan'dır. İleriki dönemlerde III. Murad tarafından Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa vasıtasıyla kendisine Bitlis hâkimliği menşurunun verilmesi üzerine 3 Şevval 986'da (3 Aralık 1578) 400 adamı ile birlikte Osmanlı Devleti'ne iltica etti. Bu tarihten itibaren Bitlis'e hâkim olan Şeref Xan, Osmanlı-İran savaşlarına 700 adamı ile birlikte katıldı. Gürcistan, Şirvan, Revan ve Azerbaycan'daki Osmanlı seferlerinde görev aldı. Hizmetlerinden dolayı Bitlis'in yanı sıra Muş nahiyesinin idaresi de ona verildi. 990 (1582) yılı ilkbaharında İstanbul'a giderek III. Murad'ın huzuruna çıktı. 18 Rebîülevvel 1001'de (23 Aralık 1592) Bitlis, Adilcevaz, Van ve Muş sancaklarına, 1.415.372 akçe gibi oldukça yüksek bir has geliriyle ocaklık statüsünde mutasarrıf olduğu anlaşılmaktadır. Şeref Xan, Bitlis ve çevresinin idaresini 29 Zilhicce 1005'te (13 Ağustos 1597) oğlu Şemseddin Bey'e bıraktı. Ardından Şerefnâme'yi kaleme aldı ve Bitlis'te vefat etti. Şiir ve edebiyata ilgi duyan, âdil, dindar ve hayırsever bir kişi olarak tanınan Şeref Han 999'da (1591) Bitlis'teki Gökmeydan'da bir medrese yaptırmıştır.

Research paper thumbnail of Tahkiku ve Tahricu Te sisu Kavaidi l Akaid

Research paper thumbnail of Âmidî de İmamet Nazariyesi

Research paper thumbnail of Abdullatif Harputi ve İslam Düşüncesinde Yenilik Arayışları

Ġslâm düĢüncesi yaĢadığımız asırda yeni bir hamle arayıĢı içerisindedir. Yeni yüzyılın gerçekleri... more Ġslâm düĢüncesi yaĢadığımız asırda yeni bir hamle arayıĢı içerisindedir. Yeni yüzyılın gerçekleri karĢısında Müslümanların dolayısı ile onların Ġslâm anlayıĢının kendileri ile bir yüzleĢmesi ve bir iç sorgulama yapması kaçınılmaz görünmektedir. Özellikle son dönemde Ġslâm dünyasının batı karĢısında devamlı kan kaybetmesi Ġslâm'ın bir zaafı olarak algılanmıĢ, Müslümanların çağın sorunlarına çözüm üretememesi ve yeni düĢünce sistemlerinin baskıcı tavırlarına karĢı durma konusunda sıkıntılar yaĢaması önemli düĢünce sorunlarını da beraberinde getirmiĢtir. Tarihin belli dönemlerinde mensupları ileri bir medeniyet ortaya koyan bu düĢüncenin temsilcileri maalesef son dönemde bir gerileme içine girmiĢtir. ĠĢte Harputî, Kelam ilminin geleneğine bağlı, kendisinden önce gelip geçen Kelam bilginlerinin birikimlerini dikkate alan fakat aynı zamanda çağın geliĢmelerine ve yeniliklerine de açık olan bir görüntü sergilemektedir. Daha da önemlisi Harputi Ġslam dünyasında devam edegelen itkadî ve siyasî fırkalarla Batıda geliĢen yeni felsefî düĢüncenin, Ġslam'ın inanç prensiplerini olumsuz etkilediğinin endiĢesini taĢıyordu. Bu nedenle ortaya çıkan yeni mes'elelere yeni çözümler ve cevaplar üretmek gerekiyordu. O bakımdan günümüzde, pozitivist ve natüralist görüĢlerle din aleyhine ortaya atılan görüĢleri doğru bularak kabul etmek mümkün değildir. ĠĢte Harputî, bu düĢünceden hareketle kendi görüĢlerini ortaya koymuĢ ve Tevhid esasına dayanan ilahî bilginin, dolayısıyla dinin haklılığını ispata çalıĢmıĢtır. Bizde bu makalemizde Onun ilmi kiĢiliğiyle birlikte Yeni ilmi Kelama kattığı yenilikleri araĢtırmayı amaçladık.

Research paper thumbnail of Hz. İbrahim’in Tabi Olduğu Hak Din ve Tevhidi İspat Metodu

slam düşünce tarihimizin en çok iz bırakan peygamberlerinden biri de Hz. İbrahim'dir. Tevhidi müc... more slam düşünce tarihimizin en çok iz bırakan peygamberlerinden biri de Hz. İbrahim'dir. Tevhidi mücadelenin sembolü, teslimiyetin, adanmışlığın nişanesi olan Hz İbrahim, inancı uğruna en sevdiğini vermek için bir an bile düşünmeyen, Rabbi için ateşlere yürüyen bir peygamberdir. Hz. İbrâhîm, Yukarı Mezopotamya'daki Ur şehrinde dünyaya geldi. Allah kendisini peygamber tayin etti. Puta tapanlara karşı gelerek putları reddetti. Bu başkaldırı sebebiyle Kral Nemrud, kendisini ateşe attı. Fakat Allah onu yanmaktan korudu. O da kardeşinin oğlu Lût'u ve âilesini alarak Mezopotamya'dan çıktı. Putperestlerden oluşan ve ataları da putlara tapan bir kavmin içerisinde yetişen Hz. İbrahim, onlarla birlikte büyümüş, onların eğitimini almıştır. Ancak kavmi sapkın ve batıl bir yaşam sürerken o, kavminin diğer fertlerinden çok farklı bir karakter ve çok üstün bir ahlak Hz. İbrahim'in Tabi Olduğu Hak Din ve Tevhidi İspat Metodu Ö ÖZ ZE ET T Bu makalede Hz. İbrahim'in tabi olduğu hak din ve ortaya koymuş olduğu evrensel ahlakî değerler incelenecektir. Esasında tevhit, bütün insanlar için geçerli olan ahlaki prensipleri zorunlu kılmaktadır. İnsani boyutta, ahlaki değerler çerçevesi içerisinde öznellik, görecelilik, farklılık ve hiççiliki tasfiye etmenin önemli yollarından biri de tevhid inancını kabul etmek ve aşkın ve mutlak olan bir varlığın otoritesine boyun eğmektir. Hz. İbrahim, sadece tevhid inancının atası değil aynı zamanda bu inancın takipçisi ve örnek yaşantısı ve ahlaki uygulamalarıyla uygulayıcısıdır.

Research paper thumbnail of Islam Inancında Gunah Kavramı

eçmişten günümüze değin yaşamış bütün dinlere bakıldığında günahla ilgili geniş bir terminoloji v... more eçmişten günümüze değin yaşamış bütün dinlere bakıldığında günahla ilgili geniş bir terminoloji ve literatürün olduğu görülmektedir. Bütün dinler günahı, kutsala karşı işlenmiş, ilâhî emirlerin ihlali, beşerî ve tabiî düzenin bozulması şeklinde değerlendirmiştir. Ancak günahın tanımı, kaynağı, çeşitleri ve insan üzerindeki etkileri konusunda birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Yahûdilik, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi kaynağı semâvi olan dinlerde ilk günah, insanlığın atası Hz. Âdem tarafından işlenmiştir. Ancak bu dinler, ortak inancın G İslam İnancında Günah Kavramı The Concept of Sin in Islamic Theology Vecihi SÖNMEZ a

Research paper thumbnail of Evrensel İslam Düşüncesinde Mevlana Örneği

Research paper thumbnail of Selef Düşüncesinin Tarihi Arkaplanı ve Selefilik

ÖZET İslam'ın ilk asırlannda selef deriilince Allah Resulü'ne yakınlıklanna göre derecelendirilen... more ÖZET İslam'ın ilk asırlannda selef deriilince Allah Resulü'ne yakınlıklanna göre derecelendirilen üç kuşak anlaşılırken, daha soma kelime bu ilk anlamından alınıp belli bir düşünce sisteminin adı olarak kullanılmıştır. İlk dön,em selef alimlerini diğerlerinden ayırmak için onlara mütekaddirnun selef (ilk dönem selef), diğerlerine de müteahhirun selef (somakiler) denmektedir. Selef, naslann metafizik alemle ilgili olanlarının yorumlanmasını doğru bulmamaktadır. Akılla bu konularda hülcüm koymanın gerçeği karşılamayacağını savunmaktadır. Ancak dini konularm anlaşılmasında kendi akıllarıyla ilkeler koymaya devam etmektedirler. Bugün selefiyye dinilince "şer'i hükümleri çıkarma noktasında sadece Kitap ve Sünnet' e başvuran, onlar dışındaki hükümleri geçersiz kabul eden oluşum" anlaşılmaktadır. Günümüz selefilik akımı ise, sahip olduğu hüviyetle ümmet içerisinde farklı olduklarını ihsas ederken, aidiyet iddiasında bulunduğu selef alimlerinden hiç birisi onlar gibi kendilerini somaki dönem Müslümanlardan ayırt edici bir tavır içerisinde olmamıştır. Zira onlar selef kelimesini halefin zıddı olarak kabul etmişlerdir.

Research paper thumbnail of İSLAM DÜŞÜNCESİNDE BİLGİ-İMAN İLİŞKİSİ

Mahiyetleri farklı olsa da, iman ve bilginin ortak alan ve özellikleri vardır. Bu nedenle birbirl... more Mahiyetleri farklı olsa da, iman ve bilginin ortak alan ve özellikleri vardır. Bu nedenle birbirlerinden etkilenmekte, çoğu kere ayrılmaz bir birlikteliğe sahip olmaktadırlar. Bu bakımdan birer insan eylemi olan iman ve bilgi, birbirini besleyen iki kaynak konumundadır. Zira çoğu kere insan inanmak için bilgiye, bilgiye ulaşmak için de imana ihtiyaç duyar. Çünkü hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığımız bir şeye inanmamız söz konusu olmadığı gibi, henüz bir ön kabul aşamasına gelmemiş bir problemi araştırıp bilgilenme ihtiyacı içinde olmak da söz konusu değildir. Öte yandan iman gerçeği olmaktan çıkmış ve bilgisel gerçekler haline gelmiş bilgilerimizi genel imana dayalı bilgi üstü prensiplere bağlamamızda yine inanç prensiplerinin önemli bir rol oynadığını görmekteyiz.

Research paper thumbnail of Mu'tezile'ye Göre İnsan ve Fiilierindeki Nedensellik

Bu konuyu işlemedeki gayemiz, Mu'tezile'nin insana bakışını ortaya koyarak, insanın hürriyet alan... more Bu konuyu işlemedeki gayemiz, Mu'tezile'nin insana bakışını ortaya koyarak, insanın hürriyet alanını ve ilillerdeki nedenselliğin kapsamını izaha çalışarak konuya ne kadar İsliimi ve rasyonel yaklaştıklarını tespit etmektir. Bilindiği üzere Mu'tezile düşüncesinin temel miliveri insandır. Mu'tezile bilginleri, insanın tek bir tanımı üzerinde birleşmemelerine rağmen insanın ''teklife" muhatap olmasını onun temel niteliği olarak kabul etmişlerdir. Çünkü teklif, canlı varlıkların da içinde bulunduğu bu alemin yaratılı şının nedenidir. O halde bu diri, güçlü, aktif varlık kimdir? İnsan şu görünen ceset midir? Yoksa cismaru olmayan başka bir şey midir? Ya da bu ikisinin birleşimi midir? O, hangi unsur ile güçlü ve aktif oluyor? Kendi hür iradesiyle mi hareket ediyor? İnsanın fiillerinde illiyet aranınalı mıdır? İşte bu çalışmada bu sorulara cevap bulmaya çalışacağız.

Research paper thumbnail of Mu'tezile'nin Eş'arî'nin Kesb Nazariyesine Yönelttiği Eleştiriler

İslam düşüncesine göre Allah inancı, evreni ve ondaki her şeyi yaratan, "Yaratılmamış Varlık" şek... more İslam düşüncesine göre Allah inancı, evreni ve ondaki her şeyi yaratan, "Yaratılmamış Varlık" şeklindedir. O, insanlara peygamberleri vasıtası ile doğru yolu gösteren, her kuluna rahmet ve adalet ölçüleri içerisinde davranan, her şeye anlam ve hayat kazandıran Yüce bir Varlık'tır. Böyle bir Allah anlayışı, Yaratıcı-insan-tabiat üçlüsü arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir zemine oturtulabilmesi açısından önemlidir. Akıl ve idrak yeteneği olan her insan Kur'an'ın muhatabıdır. İnsan, Allah tarafından seçilmiş, ve nihayet, kendi hayatı pahasına vahye muhatap olmuş hür şahsiyettir. İnsanın böyle bir imtiyâza sahip olması, her şeyden önce, onun düşünen bir varlık olması gerçeğinde yatmaktadır. Kısaca insan, kendi hür iradesi ve tefekkürü ile insandır. Hür iradesini ve aklını kullanabilmesi, onun insan olmasının bir gereğidir. İşte bu bağlamda Mu'tezile insanın, halk ve icad yetkisine sahip bir varlık olarak, fiillerini gerçekleştirme kudretinin bulunduğunu kabul eder. Çünkü Mu'tezile kulun gücünün fiilde müessir olmasını ve bu etkinin varlıkta kendini gösterip belirginleşmesinin gereğine inanır.

Research paper thumbnail of İman İslam İliskisi ve İdeal Mümin

Gerçekten, kâmil ve halis bir İslami yaşam, beşer hayatının bütün yönlerini ihata eden, sağlam bi... more Gerçekten, kâmil ve halis bir İslami yaşam, beşer hayatının bütün yönlerini ihata eden, sağlam bir tevhid inancı olmadıkça mümkün değildir. İnsan hayatının ferdi ve ictimai yönlerini kapsayan insanın kendisinin ve elinde bulunan her şeyin öncelikle Allah'ın mülkü olduğu ve gerçek sahibinin Allah olduğunu tasdik eden bir tevhid inancını ikrar etmelidir. Sahip olduğu her şeyin ve bütün âlemin yegane sahibinin Allah olduğuna, yüce yaratıcının tek ma'bud olduğuna, emir ve yasaklamanın sadece Allah'a ait olduğuna, Allah'a itaatten yüz çevirmenin, hidayetine ihtiyaç duymamanın veyahut Allah'a zatında, sıfatlarında ve tasarrufunda ortak koşmanın hangi şekil ve renkte zuhur ederse etsin dalalet ve küfür olduğuna bütün kalbiyle inanmalıdır. İman esasları kökleşip kemale erdikten sonra yeryüzündeki gerçek yerine oturursa İslami ahlakın ikinci merdiveni olan İslam binasını o temellere oturtmak mümkündür. İslam imanın amel şeklinde zuhurundan başka bir şey değildir. İmanın İslam ile alakası tohumun ağaç ile olan alakasına benzer. Ağaçta yetişen her şey, tohumda bulunan özelliklere bağlıdır. Toprağa tohum atmadan bir bitkinin yetişip dallanması veya verimli bir toprağa atılan tohumun bitmemesi insanın aklından bile geçmez. İşte iman ile İslam arasındaki ilişki budur. İmanın bulunduğu yerde insanın fiili hayatında o imanın görünümü olan ahlak, muamele, insanlarla olan diğer ilişkilerin fiili olarak zuhuru kesindir. Eğer herhangi bir hususta gayri İslami bir şey zuhur ederse o noktada ferdin imanı ya yoktur veya çok zayıftır. Eğer hayatı tamamen gayri İslami bir şekilde sürüyorsa bilmemiz gerekir ki o kalb imandan sıyrılmıştır. Yahut iman, semeresini veremeyecek kadar kuraktır, verimsizdir.

Research paper thumbnail of İslam Düşüncesinde Ruhun Ölümsüzlüğü Problemi

Research paper thumbnail of Mu tezili Dusuncede Mutevelled Dolaylı ve Mubasir Dogrudan Fiiller Arasındaki Fark

inden birisi olan adâlet ilkesine göre insan hürdür ve kendi fiill zulüm olurdu. Hâlbuki Allah âd... more inden birisi olan adâlet ilkesine göre insan hürdür ve kendi fiill zulüm olurdu. Hâlbuki Allah âdildir, kull çirkin bir fiili seçmesi de söz konusu degildir. fiilin sebep Anahtar kelimeler: Mu'tezile, insan fiilleri, irâde, Tevlîd.

Research paper thumbnail of Es Si irdî nin Te sîsu Kavâidi l Akaid nin Tercüme ve Şerhi

Deney grubunda olup gözleri görmeyen insanlar, elleriyle Fil'in bedenini yoklarlar. Herkes, Fil'i... more Deney grubunda olup gözleri görmeyen insanlar, elleriyle Fil'in bedenini yoklarlar. Herkes, Fil'in bir azâsına dokununca, neye benzediği sorulur… Biri der ki: "Bu sadece bir hortumdan ibârettir." Diğeri;"bir silindirdir" der. Başka biri;"bu bir kalkandır" der. Böylece; herkes, kendine göre Fil'i bir şeye benzetir… Bu konu ile ilgili olarak İbn Arabî 8 der ki: "Allah'ın yaratıklarından hiçbirisi, Allah'ı hakkıyla bilemez. Allah, her bilginin fevkinde bir varlıktır. O'nun hakkında sadece sınırlı bir yargıda bulunmak büyük bir bilgisizliktir. İslam düşünürü İsferâyinî 9 ise der ki: "Kelâmcıların dediklerinin bütünü şu iki yargıda toplanır: 1-Allah, vehimlerde sanılan her şeyin dışındadır. 2-O'nun zatı herhangi bir varlığa benzemez. İsferayini bu görüşünü şu âyetlerle delillendirmektedir: "Allah'ın, hiçbir benzeri yoktur." 10 O'nun münezzeh oluşu aklen değil şer'an (nakl) bilinir. "O'nun, hiçbir benzeri yoktur" 11 Ayetlerinin konuya açıklık getirip ışık tuttuğunu belirtmektedir. O, kendini kendi sıfatlarıyla tenzih etmektedir. Allah'ı tanıma, tenzih etme ve "Bir" olduğuna inanmayla ilgili bu tür söylemler çoktur. Nitekim bu konuda kelâm-ı kibar da mevcuttur: Aklının bağı sanılarla bağlanmıştır ilmi'l-mantık, Fedâ'ihü'l-Bâtıniyye (Bâtınîliğin İç Yüzü), el-İktisâd fi'l-İ'tikâd (İtikatta Orta Yol), el-Maksadü'l-esnâ, İlcâmü'l-avâm an ilmi'l-kelâm, Makâsıdü'l-felâsife (filozofların Amaçları), Tehâfütü'l-felâsife(filozofları n Tutarsızlığı), Mişkâtü'l-envâr (Nurlar Feneri), el-Münkızü mine'd-dalâl (Dalâletten Kurtuluş), Mîzânü'l-amel, İhyâ'ü ulûmi'd-dîn, Bidâyetü'l-hidâye, Kimya-yı Sa'âdet. Geniş bilgi için bkz, Abdülğâfir el-Farisî, " el-Siyâk li Tarihi Nîsâbur'un el-Muntahab mine's-Siyâk li Tarihi Nîsâbur" s.12. 8 İslâm âleminde daha çok İbn-i Arabî, İbnu'l-Arabî, Muhiddin Arabî, Muhiddin İbn Arabî ve Şeyhü'l-Ekber şeklinde tanınan İbn Arabî yazdığı eserlerde adını şöyle kaydeder: Muhiddin Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed b. el-Arabî, el-Hâtımî et-Tâî, el-Endülüsî, (Bazı kaynaklarda (Meselâ Kütûbî, III, 435) künyesinin Ebubekir şeklinde verilmesi yanlıştır.) 7 Ağustos 1165'te (H.27 Ramazan 560'da) İspanya'nın Mürsiye (Murcia) şehrinde doğan İbni Arabî köklü, soylu ve saygın bir aileden gelmektedir, isminin sonunda yer alan el-Hâtimî et-Tâî, onun cömertliği ve hayırseverliğiyle ün kazanmış olan Tay kabilesine mensub Adî b. Hâtim et-Taî'nin kardeşi Abdullah b. Hâtîm et-Tâî'nin soyundan geldiğini göstermektedir. Bu kabilenin Arab olması sebebiyle İbn Arabî ve ataları "Arabî" (Arab) diye tanınmışlardı2. Dindar bir kişi olan babası Ali b. Muhammed hem hükümdarın hem de ünlü filozof İbn Rüşd'ün dostu idi. Annesi ise ermiş hanımların bile manevî derecesine imrendikleri dindar bir kimse idi. Dindar bir kişi olan amcası Abdullah b. Muhammed seksen yaşından sonra tasavvuf yoluna girmişti. Bu zatın oğlu Ali b. Abdullah Tunus'un sûfilerinden idi. İbn Arabî'nin dayılarından Yahya İbn Yağân Tlemsan Meliki idi. Ebu Abdullah et-Tunusî isimli şeyhin tesiriyle hükümdarlığı bırakmış, hayatının son dönemlerinde dünyadan el etek çekmiş, kendini ibadete vermişti. Diğer dayısı Ebu Müslim Havlâni, o dönemin âbidlerinden idi. İbn Arabî bunları eserlerinde çeşitli vesileler ile kutub diye anar. Geniş bilgi için bkz. İbn Arabi hakkında Batı'da yapılan en son ve kapsamlı araştırma Michel Chodkiewiez İle kızı Claude Addas'a aittir. Addas'ın yazdığı Ou La Quete du Saufre Reuge (Paris, 1989) adlı eser ingilizce'ye de çevrilmiştir: The Read Sufur (Kıbrit-ı Ahmer). Oxford, 1993; Ateş, A. İ.A. VIII, 533. 9 Ebû İshâk Rüknüddîn İbrâhîm b. Muhammed b. İbrâhîm el-İsferâyînî (ö. 418/1027)Eş'arî kelâmcısı ve Şâfiî fakihi. Nîşâbur ile Cürcân arasında bulunan İsferâyin'de doğdu. Daha sonra Bağdat'a giderek Ebü'l-Hasan el-Eş'arî'nin öğrencisi Ebü'l-Hasan el-Bâhilî'den kelâm ve usûl-i fıkıh dersleri aldı. Ebû Muhammed Da'lec b. Ahmed es-Siczî, Ebû Bekir el-İsmâilî ve Ebû Bekir Muhammed b. Yezdâd gibi âlimlerden ilim tahsil etti. Öğrenimini tamamladıktan sonra Nîşâbur'da önce Mescid-i Ukayl'de, ardından kendisi için inşa edilen medresede ders okutup birçok öğrenci yetiştirdi. Ebü't-Tayyib et-Taberî, Abdülkāhir el-Bağdâdî, Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî gibi âlimler onun öğrencisi oldu. Nîşâbur'da ölmeyi istediğini söyledikten beş ay sonra bu şehirde vefat etti ve Hîre Kabristanı'na defnedildi.

Research paper thumbnail of Nübüvvet Tartışmaları

Musa ve İsmâil (a.s.) hem nebî, hem de resûl olarak zikr edilmektedir. Burada nebî, resûl'e atf e... more Musa ve İsmâil (a.s.) hem nebî, hem de resûl olarak zikr edilmektedir. Burada nebî, resûl'e atf edilerek te'kid edilmektedir. Hz. Musa'nın hem nebî, hem de resûl olarak vasıflandırılması bu iki kelime arasında fark olmadığına delalet etmez. Onun hem Allah'tan vahiy alan bir nebî, hem de beşeriyete gönderilmiş bir resûl olduğu vurgulanmaktadır. 70 Nebî ile resûl arasında fark olmadığını iddia edenlerin delilleri ise şunlardır: Kâdı Abdulcebbâr, "Allah nebî olana da vahiy göndermiştir; bu sebeple nebi de resûl ile aynı konumdadır," diyerek insanları ıslâh edip doğruyu görmelerini sağlama hususunda resûl ile nebî arasında hiçbir fark olmadığını belirtmektedir. 71 Adududdin el-Îcî de bu görüşe katılarak şöyle demektedir: "Nebî de resûl de Allah katında yüce ve seçkin sıfatlarla muttasıftırlar. Nebî ve resûl olmak için şahsi gayret ve riyazetle kazanılan özellikler ve özel kabiliyet şartı yoktur. Allah onları kendi lutfuyla seçmiş ve peygamberlik nimetine mazhar kılmıştır." 72 el-Mâverdî de resûl ile nebî arasında bir fark görmez. O, resûl' ü tarif ederken;"Nebîler Allah'ın emir ve nehiylerle kullarına gönderdiği resûllerdir." 73 der. el-Âmidî ve el-Cüveyni'ye göre de nübüvvet; "Allah'ın kulları içinde seçtiği birine sen benim resûlüm ve nebîmsin demesiyle hasıl olur. " Buna göre nebî ile resûl arasında fark yoktur, derler. 74 Kâdı Abdulcebbar'ın da mensubu bulunduğu Mu'tezile, nebî ile resûl arasında fark olmadığını iddia ederken, bir takım âyetlerle bu görüşünü desteklemeye çalışmıştır. Şöyle ki; 1-)"Biz senden önce hiç bir resûl ve nebî göndermedik ki, O, bir şey arzu ettiği zaman şeytan onun arzusu içerisine mutlaka (onu dünya ile meşgul edecek bir düşünce)atmış olmasın. Fakat, Allah şeytan'ın attığını derhal iptal eder." (Hacc, 22/52) buyurmak suretiyle nebî'ninde resûl olduğunu ortaya koymaktadır. 2-)Yüce Allah'ın Hz. Muhammed'i nebîlerin sonuncusu ‫النبيين"‬ ‫"وخاتم‬ olarak nitelemesi de aralarında herhangi bir farkın olmadığını ortaya koymaktadır.

Research paper thumbnail of Şevkani ve İtikadi Görüşleri

ve beraberlerinde getirmiş oldukları inanç ve kültürle şîa'nın günümüzdeki şeklini almasında büyü... more ve beraberlerinde getirmiş oldukları inanç ve kültürle şîa'nın günümüzdeki şeklini almasında büyük rol oynamışlardır. 37 2.2. ZEYDİYE: Şia doktrinine bağlı şii bir fırka olan bu mezhep, Zeyd b.Ali b.Hüseyn b. Ali b. Ebi Talib'e nisbet edilmektedir. Bu mezhebin kurucusu Zeyd b. Ali (h.79-122) tarihleri arası yaşamış ve kendisine Küfe şehrinde Emevi hükümdarı Hişam b. Abdulmelik zamanında biat edilmiştir. 38 Ona biat edildiği dönemde Küfe de Yusuf b. Ömer es-Sakefi emir olarak bulunmaktaydı. 39 İmam Zeyd b. Ali Küfe de kendi taraftarlarından bir kesimin Hz. Ebu Bekir ve Ömer hakkında iyi şeyler konuşmadıklarını duyunca onları dışlamış ve kovmuştur. Onlar da ona biat etmekten vaz geçtiklerini açıklayınca onlara (Benden ayrılanlar terkedenler) anlamına gelen Rafizi kavramını yakıştırmış ve daha sonrada öldürülmüştür. 40 Zeydiyye fırkası her ne kadar Hz. Ali'yi ashabın en efdalı olarak kabul etse de Ehl-i Sünnet ekolüne en yakın Şia fırkasıdır. Çünkü diğer şia fırkalarından farklı olarak Hz. Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ında imametlerini sahih kabul ederler ve bu görüşlerini de mezheplerinin en önemli prensiplerinden olan "Efdal olanın bulunmasına rağmen Mafdul olanın imameti caizdir" ölçüsüne dayandırırlar. 41 Onlara göre Hz. Ali her ne kadar imamete en layık olanda olsa diğer imamlarında imameti caizdir. Zeydiyye fırkası, imametin ilk olarak Hz. Ebu Bekir'e tevdi edilmesini dini bir maslahat olarak kabul eder ve Hz. Peygamberin ashabından herhangi birini küçültücü sözlerden kaçınır. Ayrıca imamları peygamber ve ilah rütbesine de yükseltmezler. 42 Başlangıçta Zeydiyye mezhebinin bir fırkası olarak bilinen Carudiyye, 43 fırkası yukarıdaki prensiplerden farklı görüşler öne sürmüş ve Hz. Ali'nin imametini gasp eden, ona biat etmeyenleri tekfir etmiştir. Bu düşüncesinden dolayı da Şia ekolünün Rafizi gurubuna dahil olmuştur. 44 Zeydiye'nn ilk fırkası kabul edilen Carudiyye, Ebu'l-Carud Ziyad .b. el-Munzir el-Hemedani (öl.767)'ye nisbet edilmektedir.Önceleri Cafer-i Sadıka mensup olanların yanında görülmekle beraber sonraları tamamen Rafızi gurup içerisinde yer almışlardır. 45 Zeydiyye mezhebi; Yemen de İmam el-Hadi lakabıyla meşhur olan Yahya b. Hüseyn tarafından yaygınlaştırılarak güçlenmesi sağlanmıştır. İmam el-Hadi'nin Yemen de kurmuş olduğu devlet (h.284-1382) tarihleri arası devam etmiştir. 46 Yemen de şuyu' bulan bu mezhep, diğer şia fırkalarından farklı olarak, fikir hürriyeti ve ictihada ehemmiyet vererek İmam Şevkani'ninde belirttiği gibi; "İctihad mertebesinde bulunan kimseler, bütün meselelerde kendi görüşlerini ortaya koyarak taklitten uzaklaşmaları gerekir." 47 düşüncesini benimsemişlerdir. İşte bu hürriyet fikri Muhammed b. Vezir el-Yemani (h.775-840) Hasan el-Celal (h.1013-1084), Muhammed b. İsmail el-Emir es

Research paper thumbnail of Molla Mahmud el Ispairti

Research paper thumbnail of HACÎ QADİRÎ KOYÎ

Research paper thumbnail of Molla Aladdin i Nare

Research paper thumbnail of Şeref Xan el Bitlisi

Şerefnâme adlı tarihi eseriyle meşhur olan Bitlis hâkimi. Emîr Şerefeddin Xan b. Şemseddin b. Şer... more Şerefnâme adlı tarihi eseriyle meşhur olan Bitlis hâkimi. Emîr Şerefeddin Xan b. Şemseddin b. Şeref Xan 20 Zilkade 949'da (25 Şubat 1543) Kum yakınlarındaki Kerehrûd'da doğdu. Bitlis'in yerel beyi iken Safevî Devleti'ne iltica eden Şemseddin Bey'in oğlu olup annesi Bayındır boyundan Erzincan hâkimi Emîr Xan Musullu'nun kızıdır. Bitlis ve çevresine hâkim olan dedesi, 921'de (1515) Osmanlı egemenilğini kabul eden ve 940'ta (1533) Tekelü Ulama Han tarafından öldürülen Şeref Xan'dır. İleriki dönemlerde III. Murad tarafından Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa vasıtasıyla kendisine Bitlis hâkimliği menşurunun verilmesi üzerine 3 Şevval 986'da (3 Aralık 1578) 400 adamı ile birlikte Osmanlı Devleti'ne iltica etti. Bu tarihten itibaren Bitlis'e hâkim olan Şeref Xan, Osmanlı-İran savaşlarına 700 adamı ile birlikte katıldı. Gürcistan, Şirvan, Revan ve Azerbaycan'daki Osmanlı seferlerinde görev aldı. Hizmetlerinden dolayı Bitlis'in yanı sıra Muş nahiyesinin idaresi de ona verildi. 990 (1582) yılı ilkbaharında İstanbul'a giderek III. Murad'ın huzuruna çıktı. 18 Rebîülevvel 1001'de (23 Aralık 1592) Bitlis, Adilcevaz, Van ve Muş sancaklarına, 1.415.372 akçe gibi oldukça yüksek bir has geliriyle ocaklık statüsünde mutasarrıf olduğu anlaşılmaktadır. Şeref Xan, Bitlis ve çevresinin idaresini 29 Zilhicce 1005'te (13 Ağustos 1597) oğlu Şemseddin Bey'e bıraktı. Ardından Şerefnâme'yi kaleme aldı ve Bitlis'te vefat etti. Şiir ve edebiyata ilgi duyan, âdil, dindar ve hayırsever bir kişi olarak tanınan Şeref Han 999'da (1591) Bitlis'teki Gökmeydan'da bir medrese yaptırmıştır.

Research paper thumbnail of Tahkiku ve Tahricu Te sisu Kavaidi l Akaid

Research paper thumbnail of Âmidî de İmamet Nazariyesi