Soner Eraslan | Inönü üniversitesi (original) (raw)

Uploads

Conference Presentations by Soner Eraslan

Research paper thumbnail of Ebû Abdurrahman es-Sülemî'nin Tabakâtü's-Sûfiyye'sindeki Sûfî Tabakaları: Bölge-Şehir Dağılımının Serencâmı ve İşaret Edilen Sûfî Havzaları

Hitit İlahiyat Dergisi/Hitit Theology Journal, 2023

There are one hundred and five Sufis in the Tabaqāt al-Sūfiyya, which was organized as five class... more There are one hundred and five Sufis in the Tabaqāt al-Sūfiyya, which was organized as five classifications by Abū Abdurrahmān al-Sulamī (d. 412/1021). The period they lived in corresponds to the years 161-378 Hijri. In this article, the regional and city distributions of the classifications of the Sufis in Tabaqāt are discussed in the form of tables. The ratios in the tables showing the region and city distributions of each classification are presented in percentiles. While creating the tables pointing to the regions, Sulamī's statement was taken as a basis. Therefore, Iran, Iraq, Syria, Hejaz, Egypt, and Khorasan regions were determined as the top headings. The Khorasan province in Iran was separated from Afghanistan and the Khorasan regions extending to the east of Afghanistan in an attempt to partially eliminate any potential confusion. Thus, possible confusion has been tried to be relatively eliminated. According to the data obtained from the classifications, the Sufi population in the Hijaz, Maghrib, and Egypt regions remained at low levels. It has been observed that this situation is at a higher level in other regions. It is seen that especially Iraq, Khorasan, and Iran regions are richer in terms of Sufi population. When this situation is evaluated on the basis of cities, it is understood that there are more Sufis in Baghdad and Nishapur than in other cities. However, when the temporal process of the classifications is taken into account and the tables in question are evaluated as a whole, it is observed that the Iran region in general, and Nishapur city, in particular, come to the forefront towards the last classifications due to various reasons. Another inference to be obtained from the data reflected in the tables is that the Sufis, who were mostly located in the central cities in the first classifications, also spread to relatively small villages and towns in the process. Thus, it turns out that Sufism has gained a place in different segments of society over time. Another issue that is wanted to be emphasized in the article is the sufism schools pointed out by the narrations transmitted by Sulamī from various Sufis. Today, Sufi school names such as Basra, Baghdad, and Egypt have become widespread in studies compiled in the form of Sufi history, introduction to Sufism, and Sufi handbooks. For instance, the school of Basra, one of the Sufi schools, is characterized on the one hand by Hasan al-Basrī's (d. 110/728) understanding of "fear and sorrow" and on the other by Rābiat al-Adawiyya's (d. 185/801) attitude of "divine love". This situation brings with it some problems in dealing with Sufi schools over regions. As a matter of fact, different understandings of Sufism in the same regions can be ignored with this classification. Three different narrations, which indicate different understandings of Sufism in the region, in person, and the same city, conveyed by Sulamī, can bring a new perspective to the phenomenon of Sufi schools, which are common today. Therefore, it may come to the fore to re-examine the phenomenon of Sufi schools, which has continued until today, in line with the new questions and findings that will arise from the tables presented in the article.

Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin (ö. 412/1021) beş tabaka şeklinde tertip ettiği Tabakâtü’s-sûfiyye’sinde yüz beş sûfî yer almaktadır. Yaşadıkları dönem ise hicrî 161-378 yılları arasına tekabül etmektedir. Bu makalede Tabakât’ta yer alan sûfîlerin bulunduğu tabakaların bölge ve şehir dağılımları tablolar oluşturularak ele alınmış ve her bir tabakaya ait verileri gösteren tablolardaki oranlar yüzdelik dilimlerle ortaya konmuştur. Bölgelere işaret eden tablolar oluşturulurken Sülemî’nin beyanı esas alınarak İran, Irak, Suriye, Hicaz, Mısır ve Horasan bölgeleri üst başlıklar olarak belirlenmiştir. İran’da bulunan Horasan eyaleti ile Afganistan ve doğusuna uzanan Horasan bölgesi birbirinden ayrıştırılmış ve olası bir tedahül nispeten giderilmeye çalışılmıştır. Söz konusu tablolardan elde edilen verilere göre Hicaz, Mağrib ve Mısır bölgelerindeki sûfî popülasyonu düşük seviyelerde seyrederken diğer bölgelerde daha yüksek düzeyde olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle Irak, Horasan ve İran bölgelerinin sûfî popülasyonu açısından daha zengin yerler olduğu görülmüştür. Bu durum şehirler bazında değerlendirildiğinde ise Bağdat ve Nişabur’un diğer şehirlere nispetle daha fazla sûfîye ev sahipliği yaptığı anlaşılmaktadır. Fakat tabakaların seyrettiği süreç göz önüne alındığında ve söz konusu tablolar bir bütün halinde değerlendirildiğinde çeşitli sebeplerden dolayı son tabakalara doğru genelde İran bölgesinin, özelde Nişabur şehrinin ön plana çıktığı görülmektedir. Tablolara yansıyan verilerden elde edilen bir diğer çıkarım ise ilk tabakalrada çoğunlukla merkez konumdaki şehirlerde yer alan sûfîlerin, süreç içerisinde nispeten küçük köy ve kasabalara da sirayet etmeleridir. Böylece tasavvufun zamanla toplumun farklı kesimlerinde de kök saldığı ortaya çıkmaktadır. Makalede üzerinde durulmak istenen bir diğer husus ise Sülemî’nin çeşitli sûfîlerden aktardığı rivayetlerin işaret ettiği tasavvuf havzalarıdır. Günümüzde Basra, Bağdat, Mısır gibi sûfî ekol/mektep isimleri tasavvuf tarihi, tasavvufa giriş ve tasavvuf el kitapları şeklinde derlenen çalışmalarda yaygınlık kazanmıştır. Sözgelimi sûfî mekteplerinden biri olan Basra ekolü, bir yanıyla Hasan el-Basrî’nin (ö. 110/728) “korku ve hüzün” anlayışıyla ön plana çıkarken diğer yanıyla da Râbiatü’l-Adeviyye’nin (ö. 185/801) “İlâhî aşk” tavrıyla anılmaktadır. Bu durum bölgeler üzerinden tasavvuf ekollerinin ele alınmasında birtakım problemleri de beraberinde getirmektedir. Nitekim aynı bölgelerde bulunan farklı tasavvuf anlayışları bu tasnif ile birlikte göz ardı edilebilmektedir. Sülemî’nin aktardığı bölge, şahıs ve aynı şehirde yer alan farklı tasavvuf anlayışlarına delalet eden üç ayrı rivayet günümüzde şayi olan sûfî mektepleri/ekolleri olgusuna yeni bir kapı aralayabilir. Dolayısıyla makalede ortaya konan tablolardaki verilerden elde edilen çıkarımlar yeni sorular ve bulgular doğrultusunda günümüze kadar süregelen sûfî mektepleri/ekolleri olgusunun yeniden gözden geçirilmesi gündeme getirilmiştir.

Research paper thumbnail of Mar'rûf el-Kerhî'nin Sûfî Şahsiyeti ve Tasavvufun Menşeindeki Rolü

Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2022

Bu çalışmanın konusu, bazı İslâm âlimleri ve oryantalistler tarafından tartışılagelen tasavvuf il... more Bu çalışmanın konusu, bazı İslâm âlimleri ve oryantalistler tarafından tartışılagelen tasavvuf ilminin menşei probleminin Ma‘rûf el-Kerhî özelinde değerlendirilmesidir. Reynold A. Nicholson gibi oryantalistlerin bir kısmı tasavvufun giriftliği karşısında İslâm dinini yetersiz görmüş, bu ilim dalının Hristiyanlık Gnostisizmi, Budizm, Fars ve Hint gibi farklı din ve geleneklerden mülhem olduğunu iddia etmiştir. Kimi düşünürler ise tasavvuf ilminin menşeini Şiîlik çerçevesinde tartışmışlardır. Sözgelimi Sünnî kanat içerisinde Takıyüddin İbn Teymiyye gibi bazı isimler ve Şiî doktrinini benimseyen Abdülhüseyin Zerrînkûb ve Kâmil Mustafa eş-Şeybî gibi şahsiyetler Mar‘rûf el-Kerhî ile İmam Ali Rıza’nın görüşme ihtimalleri üzerine birtakım mütalaalarda bulunmuşlardır. Zira Ma‘rûf’un ailesinin farklı bir dine mensup olması ve kendisinin İmam Ali er-Rızâ elinden Müslüman olması onu bu tartışmaların merkezine sevk etmiştir. Çalışmanın amacı Ma‘rûf özelinde tasavvufun menşei hususunda serdedilen görüşlerin değerlendirilip erken ve klasik dönem sûfî literatürü ışığında tetkik edilmesidir. Çalışmanın kapsamı ise Ma‘rûf hakkında erken ve klasik dönem sûfî literatüründe nakledilen fragmanlar ve bazı İslâm âlimleri ve oryantalistlerin konu hakkındaki savları ile
sınırlandırılmıştır.

The problem of the origin of religious sciences has been discussed by both Islamic scholars and orientalists from sectarian, cultural, social and many different aspects. Sufism is one of the main sciences that are the subject of these discussions in terms of its source. Some Western researchers; they regarded the religion of Islam as inadequate in the face of the complexity of sufism. They claimed that the science of sufism was inspired by different religions and traditions such as Christianity Gnosticism, Buddhism, Persian and Indian. Another discussion on the origin problem of sufism is that it is of Shia origin. Some early sufis have been scrutinized on the aforementioned issues due to their social environment and teachings.
The scope of the study will be created specifically for Ma‘rūf al-Karkhī (d. 200/815). The relevant issue will be evaluated from this aspect. Because Ma'rûf attracts attention as an extremely important sufi because he is at the center of the science of sufism. As a matter of fact, Sarī al-Saqaṭī, who is the first person to mention states and authorities in the records, states that he acquired all his knowledge through Ma'rûf. Sarī, on the other hand, influenced Junayd because he was the uncle and teacher of Junayd, known as "seyyidü't-taife". Therefore, the life and teachings of Ma'rûf have spread to the foundation of sufism. Besides, it has made him a shareholder in the formation of the theoretical background of sufism. Ma'rûf's reconciliation of Sufism with truths can be considered as an example.
The subject of the article is the sufi life of Ma‘rūf al-Karkhī, who is at the center of these discussions, and his role in the origin of sufism because his family is a member of the Sâbiî or Christianity religion and he is a Muslim at the hands of Imam Alī al-Riḍā (d. 203/819). Ma'rûf is in contact with other religions because of his family. In addition, he is in close contact with Alī al-Riḍā in the chain of isnad, which includes seven imams, whom Shiite circles call "golden circle". Therefore, the fact that he is one of the leading figures in the history of sufism increases the importance of the subject in his eyes. Therefore, while the life of Ma'rûf will be examined through the history of sufism, the history of sufism will be mentioned from the specificity of Ma'rûf. Because, in contrast to the normative sciences, the sufi field is dominated by the experiences and teachings of the sufis.
When considered for sufis, knowledge of genealogy, death and birth is secondary. Rather, they consider situations such as life, behavior, forms of worship, words and teachings more important. As such, the experiences and teachings of each of the early sufis are extremely important in terms of understanding the science of sufism. In the science of sufism, in which written literature was formed in a relatively late period, the subject, content and methodology of this science, especially the terminology, were obtained from the biographies mentioned in the Sufi’s tabaqât. In this study, the role of Ma‘rûf al-Kerhî in the origin of sufism will be mentioned, taking into account the aforementioned characteristics of the tabaqât. But before that, a brief biography of Ma‘rûf will be given. Because the life of Ma‘rûf contains clues of his role in the origin of sufism. The biography of Ma‘rûf created in the article will be built on the narrations declared in the Tabaqâtu's-sûfiyya of Abu Abdurrahman es-Sulamî (d. 412/1021). The narrations about Ma'rûf's mystical life will be evaluated by comparing the opinions of some Islamic scholars and orientalists on the subject. While doing this, besides the descriptive method based on historical, geographical and literal data, content analysis methods were applied by examining and criticizing the data. When the previous small-scale studies on Ma'rûf are examined, it is seen that the sufi aspect has been brought to the fore. However, it is seen that sufism is not evaluated on the axis of its origin problematic. In this study, the narrations about Ma'rûf in classical and modern literature will be compiled and a monographic study will be presented, specific to the origin problematic of sufism.
Reynold Alleyne Nicholson and names like Arthur John Arberry, who had similar thoughts with him, added Christianity to the sources of mysticism from the life of Ma‘rūf al-Karkhī. However, there are some orientalists who reject this idea. Louis Massignon is among the leading figures opposing this idea. According to him, the origin of the science of Sufism was founded on the following principles: “i, the Qur'an; ii, religious sciences such as hadith, fiqh, nahiv; iii, the terminology of the first mutakallims, and iv, the scientific language that became the language of science and philosophy in the East, consisting of Greek, Persian and other languages in the first six centuries Gregorian.” In this case, an opinion emerges from Massignon's views that the origin of sufism is based on Islamic dynamics.
Another issue discussed in the article is the relationship between sufism and Shia, built specifically for Ma‘rūf al-Karkhī. The meetings between Imam Alī al-Riḍā and Ma‘rūf al-Karkhī and the relations between them will be mentioned with the quotations from various books and tabaqât type works. However, some Shiite and Sunni sources are of the opinion that they did not meet. The names that will be the subject of this study are some early and modern figures such as Taqī ad-Dīn Ibn Taymiyyah (d. 728/1328), Abdulhussein Zarrinkoub (d. 1923-1999), Kamil Mostafa Al-Sheybi, Mehmet Ali Büyükkara. Their assessments that the two of them did not meet will be included in their works. There may be different reasons for the names in question to adopt this view, in contrast to many tabaqât and works written before them. However, it is seen that especially Ibn Taymiyyah wanted to eliminate these narrations with the aim of defending the Sunni thought and apological concerns. Thus, Sunni doctrine and Shiite thought will not be able to establish any connection and interaction will not occur. In addition, people who adopt Shiite thought such as Kamil Mostafa Al-Sheybi and Abdulhussein Zarrinkoub are among those who say that there is no possibility of meeting Ma'rûf and Imam Alī al-Riḍā. Because in such a case, Imam Alī al-Riḍā entrusted the "tariqa / esoteric" aspect of religion to Ma‘rūf al-Karkhī. He, on the other hand, will be deemed to have represented only the “Imamat” and the outward aspect of religion.

Research paper thumbnail of KİTAP TANITIMI - BOOK REVIEW AHMET T. KARAMUSTAFA - SUFISM THE FORMATIVE PERIOD - TASAVVUFUN OLUŞUMU

KİTAP TANITIMI - BOOK REVIEW AHMET T. KARAMUSTAFA - SUFISM THE FORMATIVE PERIOD - TASAVVUFUN OLUŞUMU, 2020

Orijinal ismi Sufism the Formative Period olan eser, 2007 yılında Edinburgh University Press tara... more Orijinal ismi Sufism the Formative Period olan eser, 2007 yılında Edinburgh University Press tarafından yayımlanmıştır. Nagihan Doğan’ın tercümesi ile 2017 yılında Tasavvufun Oluşumu adı ile İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları çatısı altında Türkçeye kazandırılmıştır. Kitap 244 sayfa olup önsöz, altı bölüm ve sonuçtan müteşekkildir. Karamustafa eserinde Almanca, Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Türkçe dillerinden birincil ve ikincil kaynaklardan oluşan oldukça geniş hacimli bir literatür kullanarak tasavvufun ilk üç yüzyılının oluşumunun sosyal ve entelektüel seyrini kaleme almıştır. Yazar, III. (IX.) ve VI. (XII.) yüzyıl aralığındaki tasavvuf tarihinin dönüşüm sürecini ele alan bir monografinin bulunmamasından yakınmaktadır. Hal böyle olunca tasavvuf alanındaki klasik eserlerin yanında farklı dillerde kaleme alınmış modern çalışmalar eşliğinde kapsamlı ve güncel bilgileri ihtiva eden bir eser meydana getirmek istemiştir. Başka bir söyleyişle kitap, kişiler ve belirli temalar üzerinde yapılmış en son çalışmalardan hareketle, erken İslam tarihindeki başlıca dindarlık biçimlerinden biri olan tasavvuf ilminin doğuşu ve gelişimi konusunda birleşik ve tutarlı olması hususunda sentetik; bu seyrin takip edilmesi için yeni bir çerçeve oluşturması bakımından da analitiktir.

Research paper thumbnail of Şeriat ve Hakikat Tasavvufun Teşekkül Süreci -Shariah and Haqiqa Formatioan of Sufism -Reviwe-

Mesned: İlahiyat Araştırmaları Dergisi, 2019

Şeriat ve Hakikat: Tasavvufun Teşekkül Süreci kitabı Hacı Bayram Başer’in Ekrem Demirli danışmanl... more Şeriat ve Hakikat: Tasavvufun Teşekkül Süreci kitabı Hacı Bayram Başer’in Ekrem Demirli danışmanlığında 2015 yılında Sünnî Tasavvufun Teşekkül Sürecinde Şeriat‐Hakikat İlişkisi Sorunu (Hicrî III. Ve VI. Yüzyıllar ) (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) başlıklı doktora tezinin Klasik Yayınlarınca kitaplaştırılmış halidir. Eser, kaynakların sınırlı olması, çalışma alanının darlığı gibi sebeplerle yeteri kadar çalışmanın yapılamadığı ilk dönem tasavvuf düşüncesinin teşekkülü üzerine yapılmış nitelikli ve ender çalışmalardan biridir.

Research paper thumbnail of İLK DÖNEM SÛFÎLERİNDE İSLAMÎ YORUM: MARÛF el-KERHÎ ÖRNEĞİ

Uluslararası İslam ve Yorum Sempozyumu III, 2019

Ebu’l-Hasan Marûf bin Feyrûz el-Kerhi (200) erken dönem sûfîlerinin önde gelen isimlerindendir. A... more Ebu’l-Hasan Marûf bin Feyrûz el-Kerhi (200) erken dönem sûfîlerinin önde gelen isimlerindendir. Ailesi Hıristiyan yahut bazı kaynaklarda geçtiği üzere Sabii olmasına rağmen kendisi İslam’ı benimsemiş ve İmam Ali Rızâ’nın elinden Müslüman olmuştur. Sünnî tasavvufun mimarı olan Cüned el-Bağdâdî’nin aynı zamanda dayısı olan Serî es-Sekatî’ye
hocalık yapmış ve bu ekolün kurucu isimlerinden olmuştur. Kendisinin kaleme aldığı bir eser yoksa da sûfî hal tercümelerinde ve tezkire türü eserlerde Marûf’un hayatı, tasavvufî düşüncesi ve sözleri hakkında birçok bilgi mevcuttur.

Research paper thumbnail of İBNÜ'L-ARABÎ'NİN NİYAZÎ-İ MISRÎ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: RİSÂLE-İ VAHDET-İ VÜCÛD ÖRNEĞİ

Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi, 2018

İslam tarihinin teşekkül sürecinden günümüze değin dinî, iktisadî ve ilmî muvacehelerle öne çıkmı... more İslam tarihinin teşekkül sürecinden günümüze değin dinî, iktisadî ve ilmî
muvacehelerle öne çıkmış şehirler vardır. Şehirleşmeler Hicaz coğrafyasında Medine ile başlamış, Müslümanların Akdeniz havzasına inmesiyle birlikte Irak’ta Bağdat, Şam, Basra; Mısır’da Kahire, Fustat; Endülüs’te Zehra, İşbiliye, Tuleytula (Toledo) ve Anadolu’da Konya, Kayseri ve İstanbul gibi şehirlerle İslam düşüncesi Ortaçağ dünyasına yayılmıştır. Nitekim Malatya da bu zengin atmosfere katkı sağlayan şehirlerden biridir. İbnü’l-Arabi, Sadreddin Konevî, Niyazî-i Mısrî gibi birçok mutasavvıfa ev sahipliği yapmıştır. Şüphesiz
oluşan bu tasavvufî hava gerek şehre gerekse şehrin sakinlerine sirayet etmiştir.
Tebliğimizde aynı zamanı paylaşmasalar da aynı şehri ve metafiziksel zemini paylaşan İbnü’l-Arabî’nin Niyazî-i Mısrî üzerindeki etkisi üzerinde duracağız. Muhyiddin İbnü’l-Arabî (638/1240) Endülüs’te doğmuş, doğduğu yerde durmayıp birçok beldeye seyahatte
bulunmuştur. İsmi gibi gittiği yerleri diriltmiştir. Bu coğrafyalar arasında Malatya sayılı bir yer tutmaktadır. Malatya’nın irfanî geleneğinin müessisi denilse yeridir. İbnü’l-Arabî etkisi asırlar boyu devam etmiş, birçok kişinin düşünce dünyasına nüfuz etmiştir. Bunlardan biri de
Malatya’da doğup Diyarbakır, Mardin, Mısır, Bursa, İstanbul ve birçok Arap ve Rum diyarını gezip nihayet bugün sınırları Yunanistan’da olan Limni’de sürgündeyken 1105/1694 yılında vefat eden Niyazî-i Mısrî’dir. Her iki mutasavvıfın da birer ilim ve irfan ummânı olmaları hasebiyle bu etkiyi Niyazî-i Mısrî’nin Risâle-i Vahdet-i Vücûd adlı eseri ile
sınırlandıracağız.
Eser ismiyle müsemma olup vahdet-i vücuda dair bilgileri ihtiva etmektedir. Niyazî-i Mısrî, İbnü’l-Arabî’nin sistemleştirmiş olduğu vahdet-i vücûd nazariyesi üzerinde durmuş birçok ayeti ve hadisi bu düşünce ile tefsir edip açıklamıştır. Bunun yanında başta kendi şiirleri olmak üzere Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Nesîmî, Mevlânâ Hüdavendigâr gibi
mutasavvıf şarihlerin Farsça ve Türkçe şiirleriyle sözü geçen ayet ve hadislere yapmış olduğu tefsirlerin etkisini pekiştirmiştir. Özellikle İbnü’l-Arabî’nin sıfat nazariyesini ele alan yazar özelde insanı genelde bütün âlemleri bu sıfatların tecellileri olarak işlemiştir.

Thesis Chapters by Soner Eraslan

Research paper thumbnail of TABAKÂT LİTERATÜRÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI SÜLEMÎ'NİN TABAKÂT'I

Yüksek Lisans Tezi - Master's Thesis, 2020

Soner Eraslan tarafından “Tabakât Literatürünün Ortaya Çıkışı: Sülemî'nin Tabakâtu's-Sûfiyye'si” ... more Soner Eraslan tarafından “Tabakât Literatürünün Ortaya Çıkışı: Sülemî'nin Tabakâtu's-Sûfiyye'si” başlığı ile hazırlanan tezde biyografi literatüründe önemli bir yere sahip olan tabakât yazıcılığının tasavvuf doktrininin bir parçası olma durumu, Sülemî’nin Tabakâtu’s-sûfiyye’si özelinde değerlendirildi. Sülemî’nin Tabakât’ı ile tasavvuf tarihi açısından tabakât yazıcılığının altın çağı sayılan hicrî 4. ve 5. asırda kaleme alınıp günümüze ulaşan diğer tabakât türü eserler mukayese edildi. Bu meyanda Sülemî’nin kendinden önceki sözlü ve yazılı olarak edindiği rivayetleri kendinden sonraki sûfî yazarlara intikal ettirerek iki nesil arasında köprü vazifesi gördüğüne işaret edildi.
Çalışmanın omurgasını oluşturan ve beş tabakadan müteşekkil olup hicrî 161-378 yılları arasında yaşamış 105 sûfî biyografisini içeren Tabakât üzerine bir monografi oluşturuldu. Oluşturulan bu monografi çeşitli istatistikî bilgileri ihtiva eden tablolarla desteklendi. Böylece eser; biçim, içerik ve metot yönünden detaylı bir şekilde tahlil edildi.
Bunun yanında Sülemî’nin diğer tabakâtları, tefsir çalışmaları ve tematik eserlerinde Tabakât’ın izleri arandı. Bu minvalde yazarın Tabakât’ta değinmediği sûfîlerin ve değinse dahi muğlak bıraktığı rivayetlerin diğer tabakâtlarındaki izdüşümü tesbit edilip daha geniş bir resim çizildi. Sülemî’nin tasavvuf, sûfîlik, sohbet, âdâb gibi konularda risâleler kaleme alarak tasavvuf yoluna giriş ve bu yoldaki terakki safhalarını mübtedilere sunduğu, öte yandan da uzak durmaları gereken tezellül, galât, şatahât, ibâhiye gibi akımlar hakkında diğer eserlerinde belirttiği söylemleri Tabakât perspektifinden değerlendirildi. Netice olarak sûfî söylem ve öğretilerini ihtiva eden tabakâtların başta kavramlar olmak üzere tasavvuf alanının mevzuu, mesâili, mebâdisi ve maksadını oluşturduğu ortaya konuldu.

With the title of "The Emergence of Tabaqāt Literature: SulamPamphlets's Tabaqāt as-Sūfiyya" by Soner Eraslan, the case of tabaqat writing as a part of Sufism doctrine, which has an important place in the biography literature, was evaluated in the context of Sulamī's Tabaqāt as-Sūfiyya. Sulamī's Tabaqāt and other works of the type of tabaqāt that were written in the in the 4th and 5th centuries of Hijri, which is known as the golden age of tabaqāt printing in the history of Sufism and books that survived until today, were compared. In this context, it was pointed out that Sulamī acted as a bridge between the two generations by transferring the oral and written news sources before him to the Sufi writers after him.
A monograph was created on Tabaqāt, which is the backbone of the study and consists of five layers and contains 105 Sufi biographies of the years 161-378 AH. This monograph was supported by tables containing various statistical information. So the work; It was analyzed in detail in terms of form, content and method.
In addition, the traces of Tabaqāt were sought in the other tabaqats of Sulamī, his exegesis and thematic works. In this respect, the projection of the Sufi narrations, which he did not mention in Tabaqāt and left ambiguous even if he mentioned it, on other works was determined and a wider picture was drawn. The discourses of tasavvuf, Sufism, mohabbat and ādāb etc. by writing booklets on entrance to the path of Sufism and presenting the phases of progress in this way to the beginner, on the other hand, mentioning the they should stay away from such as tezellul, galāt, shahāhāt, and ibāhiye were evaluated from the perspective of Tabaqāt. As a result, it was revealed that the layers that contain Sufi discourses and teachings constitute the subject matter, ıssue, principles and purpose of the field of Sufism, especially the concepts.

Papers by Soner Eraslan

Research paper thumbnail of Ebû Abdurrahman Es-Sülemî’nin Tabakâtü’s-Sûfiyye’sindeki Sûfî Tabakaları: Bölge-Şehir Dağılımının Serencâmı ve İşaret Edilen Sûfî Havzaları

Hitit ilahiyat dergisi, Nov 26, 2023

There are one hundred and five Sufis in the Tabaqāt al-Sūfiyya, which was organized as five class... more There are one hundred and five Sufis in the Tabaqāt al-Sūfiyya, which was organized as five classifications by Abū Abdurrahmān al-Sulamī (d. 412/1021). The period they lived in corresponds to the years 161-378 Hijri. In this article, the regional and city distributions of the classifications of the Sufis in Tabaqāt are discussed in the form of tables. The ratios in the tables showing the region and city distributions of each classification are presented in percentiles. While creating the tables pointing to the regions, Sulamī's statement was taken as a basis. Therefore, Iran, Iraq, Syria, Hejaz, Egypt, and Khorasan regions were determined as the top headings. The Khorasan province in Iran was separated from Afghanistan and the Khorasan regions extending to the east of Afghanistan in an attempt to partially eliminate any potential confusion. Thus, possible confusion has been tried to be relatively eliminated. According to the data obtained from the classifications, the Sufi population in the Hijaz, Maghrib, and Egypt regions remained at low levels. It has been observed that this situation is at a higher level in other regions. It is seen that especially Iraq, Khorasan, and Iran regions are richer in terms of Sufi population. When this situation is evaluated on the basis of cities, it is understood that there are more Sufis in Baghdad and Nishapur than in other cities. However, when the temporal process of the classifications is taken into account and the tables in question are evaluated as a whole, it is observed that the Iran region in general, and Nishapur city, in particular, come to the forefront towards the last classifications due to various reasons. Another inference to be obtained from the data reflected in the tables is that the Sufis, who were mostly located in the central cities in the first classifications, also spread to relatively small villages and towns in the process. Thus, it turns out that Sufism has gained a place in different segments of society over time. Another issue that is wanted to be emphasized in the article is the sufism schools pointed out by the narrations transmitted by Sulamī from various Sufis. Today, Sufi school names such as Basra, Baghdad, and Egypt have become widespread in studies compiled in the form of Sufi history, introduction to Sufism, and Sufi handbooks. For instance, the school of Basra, one of the Sufi schools, is characterized on the one hand by Hasan al-Basrī's (d. 110/728) understanding of "fear and sorrow" and on the other by Rābiat al-Adawiyya's (d. 185/801) attitude of "divine love". This situation brings with it some problems in dealing with Sufi schools over regions. As a matter of fact, different understandings of Sufism in the same regions can be ignored with this classification. Three different narrations, which indicate different understandings of Sufism in the region, in person, and the same city, conveyed by Sulamī, can bring a new perspective to the phenomenon of Sufi schools, which are common today. Therefore, it may come to the fore to re-examine the phenomenon of Sufi schools, which has continued until today, in line with the new questions and findings that will arise from the tables presented in the article. Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin (ö. 412/1021) beş tabaka şeklinde tertip ettiği Tabakâtü’s-sûfiyye’sinde yüz beş sûfî yer almaktadır. Yaşadıkları dönem ise hicrî 161-378 yılları arasına tekabül etmektedir. Bu makalede Tabakât’ta yer alan sûfîlerin bulunduğu tabakaların bölge ve şehir dağılımları tablolar oluşturularak ele alınmış ve her bir tabakaya ait verileri gösteren tablolardaki oranlar yüzdelik dilimlerle ortaya konmuştur. Bölgelere işaret eden tablolar oluşturulurken Sülemî’nin beyanı esas alınarak İran, Irak, Suriye, Hicaz, Mısır ve Horasan bölgeleri üst başlıklar olarak belirlenmiştir. İran’da bulunan Horasan eyaleti ile Afganistan ve doğusuna uzanan Horasan bölgesi birbirinden ayrıştırılmış ve olası bir tedahül nispeten giderilmeye çalışılmıştır. Söz konusu tablolardan elde edilen verilere göre Hicaz, Mağrib ve Mısır bölgelerindeki sûfî popülasyonu düşük seviyelerde seyrederken diğer bölgelerde daha yüksek düzeyde olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle Irak, Horasan ve İran bölgelerinin sûfî popülasyonu açısından daha zengin yerler olduğu görülmüştür. Bu durum şehirler bazında değerlendirildiğinde ise Bağdat ve Nişabur’un diğer şehirlere nispetle daha fazla sûfîye ev sahipliği yaptığı anlaşılmaktadır. Fakat tabakaların seyrettiği süreç göz önüne alındığında ve söz konusu tablolar bir bütün halinde değerlendirildiğinde çeşitli sebeplerden dolayı son tabakalara doğru genelde İran bölgesinin, özelde Nişabur şehrinin ön plana çıktığı görülmektedir. Tablolara yansıyan verilerden elde edilen bir diğer çıkarım ise ilk tabakalrada çoğunlukla merkez konumdaki şehirlerde yer alan sûfîlerin, süreç içerisinde nispeten küçük köy ve kasabalara da sirayet etmeleridir. Böylece tasavvufun zamanla toplumun farklı…

Research paper thumbnail of Ki̇tap Tanitimi: Tasavvufun Oluşumu

İnönü University International Journal of Social Sciences (INIJOSS), Jun 30, 2020

Research paper thumbnail of Marifete Erme Yöntemi Olarak Sohbet: Sülemî’nin Edebu Mücâleseti'l-meşâyih ve Hıfzi Hurumâtihim Risâlesinin Tercüme ve Değerlendirilmesi

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi, Nov 9, 2021

Research paper thumbnail of Ma‘rûf el-Kerhî'nin Sûfî Şahsiyeti ve Tasavvufun Menşeindeki Rolü

Istanbul University - DergiPark, Jun 30, 2022

Research paper thumbnail of Marifete Erme Yöntemi Olarak Sohbet: Sülemî'nin Edebü mücâleseti'l-meşâyiḫ ve ḥıfẓi ḥurumâtihim Risâlesinin Tercüme ve Değerlendirilmesi

Marifete Erme Yöntemi Olarak Sohbet: Sülemî’nin Edebü mücâleseti’l-meşâyiḫ ve ḥıfẓi ḥurumâtihim Risâlesinin Tercüme ve Değerlendirilmesi , 2021

Ebû Abdurrahman es-Sülemî (ö. 412/1021), dedesi Ebû Amr İsmail b. Nüceyd es-Sülemî'nin (ö. 366-37... more Ebû Abdurrahman es-Sülemî (ö. 412/1021), dedesi Ebû Amr İsmail b. Nüceyd es-Sülemî'nin (ö. 366-376/981-991) yönlendirmesi ile tasavvuf yolunu seçmiş, ilk olarak Ebû Sehl es-Sülûkî'ye (ö. 369/980) intisâb etmiş ve Ebü'l-Kāsım en-Nasrâbâdî (ö. 367/977) eliyle de şeyhlik hırkasını giymiştir. Sülemî, gençlik yıllarının başında hadis tahsili için Nişabur'dan yola çıkmış, Horasan bölgesinin çeşitli beldelerini gezdikten sonra Irak ve Hicâz'a yönelerek dönemin birçok âliminden ders almıştır. Nişabur'a tekrar döndüğünde dedesinin vefat ettiğini öğrenmiş ve ondan kalan evi tekkeye çevirerek ömrünün geri kalanında-yaklaşık kırk yıl-burada telif ve tedris ile iştigal etmiştir. 1

Books by Soner Eraslan

Research paper thumbnail of İrfan Sofraları_Mevâidü'l-irfân

Fikriyat Yayınları, 2023

12 Rebîülevvel/9 Mart 1027/1618 yılında Malatya’da dünyaya gelmiştir. Erken yaşta ilim tahsiline ... more 12 Rebîülevvel/9 Mart 1027/1618 yılında Malatya’da dünyaya gelmiştir. Erken yaşta ilim tahsiline başlayan Mısrî, önceleri sûfî meclislerine karşı olduğunu belirtse de süreç içerisinde kalbinde sûfilik ve tarikat ilminin sevgisinin peyda olduğunu belirtir ve Halvetî şeyhi Hüseyin Efendi’ye intisap eder. Babası Soğancızâde Ali Efendi, bu durumdan rahatsız olur ve Niyâzî’yi kendisinin de müntesibi olduğu Nakşibendî tarikatı şeyhine götürür. Bu şeyhi “kâmil olmayan biri” şeklinde tasvir eden Niyâzî, 1048/1638 yılında Malatya’dan ayrılarak yola revân olur. Diyarbakır ve Mardin’de mantık ve kelam ilimlerini tedris ettiğini belirten yazar, Mısrî nisbesini de edineceği Mısır’a gider. Ezher Camii’nde tedrisine devam ederken Şeyhûniyye Hankâhı’nda bulunan Kâdirî şeyhine biat eder. Şeyhinin “Zâhirî ilimlerden talebini tamamen kesmezsen, tarikat ilmi sana açılmaz.” sözünden müteessir olan Niyâzî, istihareye yatar ve rüyasında kendisine içi para dolu iki kese veren Abdülkâdir Geylânî’nin ona şöyle dediğini bildirir: “Dirhemler zâhir ilmidir. Onu bil ve onunla amel et. Dinarlar ise tarikat ilmidir. Sana takdir eden kişi vesilesiyle ona ulaşabilirsin. Senin şeyhin bu memlekette değil.” Bunun üzerine yine yola düştüğünü belirten Mısrî, birçok Rum ve Arap beldesine gider, nihayetinde Şeyh Elmalılı Ümmî Sinan’a intisap eder ve dokuz yıl boyunca hizmetinde kalır. Şeyhiyle birlikte Uşak, Kütahya, Çal, Elmalı gibi yerlerde irşat faaliyetlerinde bulunur. Halvetiyye tarikatının Ahmediyye kolunun Mısriyye şubesinin piri olan Niyâzî, 1080/1669 yılında Bursa Ulu Camii yakınlarda muhibbânı vesilesiyle kendi dergâhını kurar. Mısrî’nin tasavvufun nazarî boyutuyla iştigal eden bir tarikat şeyhi olması, tarikatların “tasavvuf ilminin gerilemesine sebebiyet verdiği” yönündeki eleştirilere de cevap niteliği taşır.
Bursa’da birçok eserini telif eden Mısrî, Kadızâdeli anlayışını benimseyen, sultan ve önde gelen makam sahiplerini etkisi altına alan Vânî Mehmed Efendi’yi eleştirmeye başlamasıyla birlikte çeşitli baskılara maruz kalır. Ayrıca Sultan II. Ahmed ve Bozoklu Mustafa Paşa’nın Avusturya seferine katılım davetine müritleriyle birlikte icabet edip Edirne’ye kadar gelerek Selimiye Camii’nde çeşitli tenkitleri içeren bir sohbette bulunması birtakım siyasîleri rahatsız etmiştir. Söz konusu durumlardan dolayı Niyâzî bir kere Rodos’a iki kere de Limni’ye gönderilerek 1674-1694 yılları arasında yaklaşık on altı yıl boyunca sürgün hayatına mahkûm edilir. Hayatının son demlerini Limni’de sürgünde geçiren Mısrî, burada 1105/1694 yılında vefat etmiştir. Niyâzî-i Mısrî’nin gerek hatırâtında gerek Mevâdü’l-irfân’ın birtakım bölümlerinde gerekse de diğer bazı eserlerinde sert bir üslup benimsemesinin ardında mezkûr sürgünlerin tesirinin olduğu düşünülmektedir.
Tercümesini sunduğumuz Mevâidü’l-irfân, Arapça olup -altmış sekizinci sofra hariç- Niyâzî-i Mısrî’nin vefat ettiği yıl tamamladığı son eseridir. Yetmiş bir sofradan/başlıktan müteşekkil olan eser, Mısrî’nin bireysel yaşantısına, zihinsel dönüşümüne ve tasavvuf anlayışına ışık tutarak nispeten otobiyografik türde telif edilmiştir. Sözgelimi eğitim hayatını, seyahatlerini, devlet erkânı, hocaları ve şeyhleri ile olan münasebetlerini anlatarak kişisel yaşantısı hakkında bilgi vermektedir. Bunun yanında çeşitli süre zarflarında huzurlarında bulunduğu hoca ve şeyhlerinden öğrendikleri ve akabinde ortaya koyduğu tavır ve tutumlar zihinsel dönüşümünü takip etmede başat faktörlerdendir. Eserin yansıttıklarına bakıldığında Mısrî’nin Ekberî gelenekten etkilendiği görülmektedir. Niyâzî’nin cem, fark, cemin cemi, vahdet-i vücûd, ulûhiyet mertebesindeki felekler ve küllî devrelerin suretleri ile ortaya koyduğu urûc-nüzûl nazariyeleri, vahdet-kesret ilişkisi gibi bahisleri ele alırken kullandığı metot bu durumu desteklemektedir. Ayrıca yazar Mevâidü’l-irfân’ın birçok yerinde İbnü’l-Arabî ve Sadreddin Konevî’ye atıflarda bulunmuş ve eserlerinden iktibaslar serdetmiştir. Bu konuların dışında Mısrî eserinde Mahmud Gafûrî el-Üsküdârî, Şeyhülislam Yahya Minkârî ve diğer isimlere gönderdiği mektuplar, Halvetî şeyhlerinin silsilesi, astrolojik söylemler gibi birbirinden farklı hususlara yer vermiştir. Belki de Niyâzî’nin eserinde en çok tepki çeken bahis “Risâle-i Hasaneyn” olarak bilinen Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in nübüvvetine delalet eden söylemleridir. Niyâzî-i Mısrî bu iddiasını Bakara sûresinin 136. ayetinde zikri geçen “el-esbât” (torunlar) ifadesi ile temellendirirken ebced ve cifr hesapları ile söz konusu söylemini destekleyecek birtakım çıkarımlarda bulunmaktadır.
Eser ilk olarak Süleyman Ateş tarafından 1971 yılında Türkçeye tercüme edilmiştir. 2014 yılında ise Arapçası ile birlikte neşredilmiş fakat Türkçe kısmına neredeyse hiç bir müdahalede bulunulmadığı tespit edilmiştir. Hatta aynı kitapta yer alan Arapça ve Türkçe metin mukayese edildiğinde ortaya çıkan hatalar ve eksiklikler dahi giderilmemiştir. Biz ise Mevâidü’l-irfân’ı tercüme ederken şu nüshalardan faydalandık: Niyazî-i Mısrî Mehmed b. Ali Çelebî el-Malatî, Mevaidü’l-İrfan, (İstanbul: İBB Atatürk Kitaplığı, OE_Yz_0261); Niyazî-i Mısrî, Mevâidü’l-irfân (İstanbul: İBB Atatürk Kitaplığı, OE_Yz_0538_17) ve Niyazî-i Mısrî, Mevâidü’l-irfân (İstanbul: Selim Ağa Kütüphanesi, Hüdâi Efendi, 587). İlgili yazmaları mukayese ederek herhangi bir nüshada eksik olduğunu tespit ettiğimiz yerlerde dipnotlarla durumu belirttik. Böylece tek nüsha kullanımından doğabilecek olası hataları bertaraf etmeye çalıştık. Ayrıca Süleyman Ateş’in tercümesinde karşılaştığımız -muhtemelen nüshadan kaynaklanan- eksikliklere de işaret ettik. Bunun yanında Niyâzî’nin Mevâidü’l-irfân’ı kaleme alırken adını verdiği yahut sadece metnini iktibas ettiği eserleri tespit ettik ve ilgili kaynakları dipnotlarla sunduk, îrâd ettiği hadislerin de tahrîcini yaptık.

Research paper thumbnail of SÛFÎ TABAKAT LİTERATÜRÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI: SÜLEMÎ'NİN TABAKÂTÜ'S-SÛFİYYE'Sİ

Sonçağ Akademi, 2022

Soner Eraslan tarafından “Tabakât Literatürünün Ortaya Çıkışı: Sülemî'nin Tabakâtu's-Sûfiyye'si” ... more Soner Eraslan tarafından “Tabakât Literatürünün Ortaya Çıkışı: Sülemî'nin Tabakâtu's-Sûfiyye'si” başlığı ile hazırlanan tezde biyografi literatüründe önemli bir yere sahip olan tabakât yazıcılığının tasavvuf doktrininin bir parçası olma durumu, Sülemî’nin Tabakâtu’s-sûfiyye’si özelinde değerlendirildi. Sülemî’nin Tabakât’ı ile tasavvuf tarihi açısından tabakât yazıcılığının altın çağı sayılan hicrî 4. ve 5. asırda kaleme alınıp günümüze ulaşan diğer tabakât türü eserler mukayese edildi. Bu meyanda Sülemî’nin kendinden önceki sözlü ve yazılı olarak edindiği rivayetleri kendinden sonraki sûfî yazarlara intikal ettirerek iki nesil arasında köprü vazifesi gördüğüne işaret edildi.
Çalışmanın omurgasını oluşturan ve beş tabakadan müteşekkil olup hicrî 161-378 yılları arasında yaşamış 105 sûfî biyografisini içeren Tabakât üzerine bir monografi oluşturuldu. Oluşturulan bu monografi çeşitli istatistikî bilgileri ihtiva eden tablolarla desteklendi. Böylece eser; biçim, içerik ve metot yönünden detaylı bir şekilde tahlil edildi.
Bunun yanında Sülemî’nin diğer tabakâtları, tefsir çalışmaları ve tematik eserlerinde Tabakât’ın izleri arandı. Bu minvalde yazarın Tabakât’ta değinmediği sûfîlerin ve değinse dahi muğlak bıraktığı rivayetlerin diğer tabakâtlarındaki izdüşümü tesbit edilip daha geniş bir resim çizildi. Sülemî’nin tasavvuf, sûfîlik, sohbet, âdâb gibi konularda risâleler kaleme alarak tasavvuf yoluna giriş ve bu yoldaki terakki safhalarını mübtedilere sunduğu, öte yandan da uzak durmaları gereken tezellül, galât, şatahât, ibâhiye gibi akımlar hakkında diğer eserlerinde belirttiği söylemleri Tabakât perspektifinden değerlendirildi. Netice olarak sûfî söylem ve öğretilerini ihtiva eden tabakâtların başta kavramlar olmak üzere tasavvuf alanının mevzuu, mesâili, mebâdisi ve maksadını oluşturduğu ortaya konuldu.

Research paper thumbnail of Ebû Abdurrahman es-Sülemî'nin Tabakâtü's-Sûfiyye'sindeki Sûfî Tabakaları: Bölge-Şehir Dağılımının Serencâmı ve İşaret Edilen Sûfî Havzaları

Hitit İlahiyat Dergisi/Hitit Theology Journal, 2023

There are one hundred and five Sufis in the Tabaqāt al-Sūfiyya, which was organized as five class... more There are one hundred and five Sufis in the Tabaqāt al-Sūfiyya, which was organized as five classifications by Abū Abdurrahmān al-Sulamī (d. 412/1021). The period they lived in corresponds to the years 161-378 Hijri. In this article, the regional and city distributions of the classifications of the Sufis in Tabaqāt are discussed in the form of tables. The ratios in the tables showing the region and city distributions of each classification are presented in percentiles. While creating the tables pointing to the regions, Sulamī's statement was taken as a basis. Therefore, Iran, Iraq, Syria, Hejaz, Egypt, and Khorasan regions were determined as the top headings. The Khorasan province in Iran was separated from Afghanistan and the Khorasan regions extending to the east of Afghanistan in an attempt to partially eliminate any potential confusion. Thus, possible confusion has been tried to be relatively eliminated. According to the data obtained from the classifications, the Sufi population in the Hijaz, Maghrib, and Egypt regions remained at low levels. It has been observed that this situation is at a higher level in other regions. It is seen that especially Iraq, Khorasan, and Iran regions are richer in terms of Sufi population. When this situation is evaluated on the basis of cities, it is understood that there are more Sufis in Baghdad and Nishapur than in other cities. However, when the temporal process of the classifications is taken into account and the tables in question are evaluated as a whole, it is observed that the Iran region in general, and Nishapur city, in particular, come to the forefront towards the last classifications due to various reasons. Another inference to be obtained from the data reflected in the tables is that the Sufis, who were mostly located in the central cities in the first classifications, also spread to relatively small villages and towns in the process. Thus, it turns out that Sufism has gained a place in different segments of society over time. Another issue that is wanted to be emphasized in the article is the sufism schools pointed out by the narrations transmitted by Sulamī from various Sufis. Today, Sufi school names such as Basra, Baghdad, and Egypt have become widespread in studies compiled in the form of Sufi history, introduction to Sufism, and Sufi handbooks. For instance, the school of Basra, one of the Sufi schools, is characterized on the one hand by Hasan al-Basrī's (d. 110/728) understanding of "fear and sorrow" and on the other by Rābiat al-Adawiyya's (d. 185/801) attitude of "divine love". This situation brings with it some problems in dealing with Sufi schools over regions. As a matter of fact, different understandings of Sufism in the same regions can be ignored with this classification. Three different narrations, which indicate different understandings of Sufism in the region, in person, and the same city, conveyed by Sulamī, can bring a new perspective to the phenomenon of Sufi schools, which are common today. Therefore, it may come to the fore to re-examine the phenomenon of Sufi schools, which has continued until today, in line with the new questions and findings that will arise from the tables presented in the article.

Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin (ö. 412/1021) beş tabaka şeklinde tertip ettiği Tabakâtü’s-sûfiyye’sinde yüz beş sûfî yer almaktadır. Yaşadıkları dönem ise hicrî 161-378 yılları arasına tekabül etmektedir. Bu makalede Tabakât’ta yer alan sûfîlerin bulunduğu tabakaların bölge ve şehir dağılımları tablolar oluşturularak ele alınmış ve her bir tabakaya ait verileri gösteren tablolardaki oranlar yüzdelik dilimlerle ortaya konmuştur. Bölgelere işaret eden tablolar oluşturulurken Sülemî’nin beyanı esas alınarak İran, Irak, Suriye, Hicaz, Mısır ve Horasan bölgeleri üst başlıklar olarak belirlenmiştir. İran’da bulunan Horasan eyaleti ile Afganistan ve doğusuna uzanan Horasan bölgesi birbirinden ayrıştırılmış ve olası bir tedahül nispeten giderilmeye çalışılmıştır. Söz konusu tablolardan elde edilen verilere göre Hicaz, Mağrib ve Mısır bölgelerindeki sûfî popülasyonu düşük seviyelerde seyrederken diğer bölgelerde daha yüksek düzeyde olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle Irak, Horasan ve İran bölgelerinin sûfî popülasyonu açısından daha zengin yerler olduğu görülmüştür. Bu durum şehirler bazında değerlendirildiğinde ise Bağdat ve Nişabur’un diğer şehirlere nispetle daha fazla sûfîye ev sahipliği yaptığı anlaşılmaktadır. Fakat tabakaların seyrettiği süreç göz önüne alındığında ve söz konusu tablolar bir bütün halinde değerlendirildiğinde çeşitli sebeplerden dolayı son tabakalara doğru genelde İran bölgesinin, özelde Nişabur şehrinin ön plana çıktığı görülmektedir. Tablolara yansıyan verilerden elde edilen bir diğer çıkarım ise ilk tabakalrada çoğunlukla merkez konumdaki şehirlerde yer alan sûfîlerin, süreç içerisinde nispeten küçük köy ve kasabalara da sirayet etmeleridir. Böylece tasavvufun zamanla toplumun farklı kesimlerinde de kök saldığı ortaya çıkmaktadır. Makalede üzerinde durulmak istenen bir diğer husus ise Sülemî’nin çeşitli sûfîlerden aktardığı rivayetlerin işaret ettiği tasavvuf havzalarıdır. Günümüzde Basra, Bağdat, Mısır gibi sûfî ekol/mektep isimleri tasavvuf tarihi, tasavvufa giriş ve tasavvuf el kitapları şeklinde derlenen çalışmalarda yaygınlık kazanmıştır. Sözgelimi sûfî mekteplerinden biri olan Basra ekolü, bir yanıyla Hasan el-Basrî’nin (ö. 110/728) “korku ve hüzün” anlayışıyla ön plana çıkarken diğer yanıyla da Râbiatü’l-Adeviyye’nin (ö. 185/801) “İlâhî aşk” tavrıyla anılmaktadır. Bu durum bölgeler üzerinden tasavvuf ekollerinin ele alınmasında birtakım problemleri de beraberinde getirmektedir. Nitekim aynı bölgelerde bulunan farklı tasavvuf anlayışları bu tasnif ile birlikte göz ardı edilebilmektedir. Sülemî’nin aktardığı bölge, şahıs ve aynı şehirde yer alan farklı tasavvuf anlayışlarına delalet eden üç ayrı rivayet günümüzde şayi olan sûfî mektepleri/ekolleri olgusuna yeni bir kapı aralayabilir. Dolayısıyla makalede ortaya konan tablolardaki verilerden elde edilen çıkarımlar yeni sorular ve bulgular doğrultusunda günümüze kadar süregelen sûfî mektepleri/ekolleri olgusunun yeniden gözden geçirilmesi gündeme getirilmiştir.

Research paper thumbnail of Mar'rûf el-Kerhî'nin Sûfî Şahsiyeti ve Tasavvufun Menşeindeki Rolü

Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2022

Bu çalışmanın konusu, bazı İslâm âlimleri ve oryantalistler tarafından tartışılagelen tasavvuf il... more Bu çalışmanın konusu, bazı İslâm âlimleri ve oryantalistler tarafından tartışılagelen tasavvuf ilminin menşei probleminin Ma‘rûf el-Kerhî özelinde değerlendirilmesidir. Reynold A. Nicholson gibi oryantalistlerin bir kısmı tasavvufun giriftliği karşısında İslâm dinini yetersiz görmüş, bu ilim dalının Hristiyanlık Gnostisizmi, Budizm, Fars ve Hint gibi farklı din ve geleneklerden mülhem olduğunu iddia etmiştir. Kimi düşünürler ise tasavvuf ilminin menşeini Şiîlik çerçevesinde tartışmışlardır. Sözgelimi Sünnî kanat içerisinde Takıyüddin İbn Teymiyye gibi bazı isimler ve Şiî doktrinini benimseyen Abdülhüseyin Zerrînkûb ve Kâmil Mustafa eş-Şeybî gibi şahsiyetler Mar‘rûf el-Kerhî ile İmam Ali Rıza’nın görüşme ihtimalleri üzerine birtakım mütalaalarda bulunmuşlardır. Zira Ma‘rûf’un ailesinin farklı bir dine mensup olması ve kendisinin İmam Ali er-Rızâ elinden Müslüman olması onu bu tartışmaların merkezine sevk etmiştir. Çalışmanın amacı Ma‘rûf özelinde tasavvufun menşei hususunda serdedilen görüşlerin değerlendirilip erken ve klasik dönem sûfî literatürü ışığında tetkik edilmesidir. Çalışmanın kapsamı ise Ma‘rûf hakkında erken ve klasik dönem sûfî literatüründe nakledilen fragmanlar ve bazı İslâm âlimleri ve oryantalistlerin konu hakkındaki savları ile
sınırlandırılmıştır.

The problem of the origin of religious sciences has been discussed by both Islamic scholars and orientalists from sectarian, cultural, social and many different aspects. Sufism is one of the main sciences that are the subject of these discussions in terms of its source. Some Western researchers; they regarded the religion of Islam as inadequate in the face of the complexity of sufism. They claimed that the science of sufism was inspired by different religions and traditions such as Christianity Gnosticism, Buddhism, Persian and Indian. Another discussion on the origin problem of sufism is that it is of Shia origin. Some early sufis have been scrutinized on the aforementioned issues due to their social environment and teachings.
The scope of the study will be created specifically for Ma‘rūf al-Karkhī (d. 200/815). The relevant issue will be evaluated from this aspect. Because Ma'rûf attracts attention as an extremely important sufi because he is at the center of the science of sufism. As a matter of fact, Sarī al-Saqaṭī, who is the first person to mention states and authorities in the records, states that he acquired all his knowledge through Ma'rûf. Sarī, on the other hand, influenced Junayd because he was the uncle and teacher of Junayd, known as "seyyidü't-taife". Therefore, the life and teachings of Ma'rûf have spread to the foundation of sufism. Besides, it has made him a shareholder in the formation of the theoretical background of sufism. Ma'rûf's reconciliation of Sufism with truths can be considered as an example.
The subject of the article is the sufi life of Ma‘rūf al-Karkhī, who is at the center of these discussions, and his role in the origin of sufism because his family is a member of the Sâbiî or Christianity religion and he is a Muslim at the hands of Imam Alī al-Riḍā (d. 203/819). Ma'rûf is in contact with other religions because of his family. In addition, he is in close contact with Alī al-Riḍā in the chain of isnad, which includes seven imams, whom Shiite circles call "golden circle". Therefore, the fact that he is one of the leading figures in the history of sufism increases the importance of the subject in his eyes. Therefore, while the life of Ma'rûf will be examined through the history of sufism, the history of sufism will be mentioned from the specificity of Ma'rûf. Because, in contrast to the normative sciences, the sufi field is dominated by the experiences and teachings of the sufis.
When considered for sufis, knowledge of genealogy, death and birth is secondary. Rather, they consider situations such as life, behavior, forms of worship, words and teachings more important. As such, the experiences and teachings of each of the early sufis are extremely important in terms of understanding the science of sufism. In the science of sufism, in which written literature was formed in a relatively late period, the subject, content and methodology of this science, especially the terminology, were obtained from the biographies mentioned in the Sufi’s tabaqât. In this study, the role of Ma‘rûf al-Kerhî in the origin of sufism will be mentioned, taking into account the aforementioned characteristics of the tabaqât. But before that, a brief biography of Ma‘rûf will be given. Because the life of Ma‘rûf contains clues of his role in the origin of sufism. The biography of Ma‘rûf created in the article will be built on the narrations declared in the Tabaqâtu's-sûfiyya of Abu Abdurrahman es-Sulamî (d. 412/1021). The narrations about Ma'rûf's mystical life will be evaluated by comparing the opinions of some Islamic scholars and orientalists on the subject. While doing this, besides the descriptive method based on historical, geographical and literal data, content analysis methods were applied by examining and criticizing the data. When the previous small-scale studies on Ma'rûf are examined, it is seen that the sufi aspect has been brought to the fore. However, it is seen that sufism is not evaluated on the axis of its origin problematic. In this study, the narrations about Ma'rûf in classical and modern literature will be compiled and a monographic study will be presented, specific to the origin problematic of sufism.
Reynold Alleyne Nicholson and names like Arthur John Arberry, who had similar thoughts with him, added Christianity to the sources of mysticism from the life of Ma‘rūf al-Karkhī. However, there are some orientalists who reject this idea. Louis Massignon is among the leading figures opposing this idea. According to him, the origin of the science of Sufism was founded on the following principles: “i, the Qur'an; ii, religious sciences such as hadith, fiqh, nahiv; iii, the terminology of the first mutakallims, and iv, the scientific language that became the language of science and philosophy in the East, consisting of Greek, Persian and other languages in the first six centuries Gregorian.” In this case, an opinion emerges from Massignon's views that the origin of sufism is based on Islamic dynamics.
Another issue discussed in the article is the relationship between sufism and Shia, built specifically for Ma‘rūf al-Karkhī. The meetings between Imam Alī al-Riḍā and Ma‘rūf al-Karkhī and the relations between them will be mentioned with the quotations from various books and tabaqât type works. However, some Shiite and Sunni sources are of the opinion that they did not meet. The names that will be the subject of this study are some early and modern figures such as Taqī ad-Dīn Ibn Taymiyyah (d. 728/1328), Abdulhussein Zarrinkoub (d. 1923-1999), Kamil Mostafa Al-Sheybi, Mehmet Ali Büyükkara. Their assessments that the two of them did not meet will be included in their works. There may be different reasons for the names in question to adopt this view, in contrast to many tabaqât and works written before them. However, it is seen that especially Ibn Taymiyyah wanted to eliminate these narrations with the aim of defending the Sunni thought and apological concerns. Thus, Sunni doctrine and Shiite thought will not be able to establish any connection and interaction will not occur. In addition, people who adopt Shiite thought such as Kamil Mostafa Al-Sheybi and Abdulhussein Zarrinkoub are among those who say that there is no possibility of meeting Ma'rûf and Imam Alī al-Riḍā. Because in such a case, Imam Alī al-Riḍā entrusted the "tariqa / esoteric" aspect of religion to Ma‘rūf al-Karkhī. He, on the other hand, will be deemed to have represented only the “Imamat” and the outward aspect of religion.

Research paper thumbnail of KİTAP TANITIMI - BOOK REVIEW AHMET T. KARAMUSTAFA - SUFISM THE FORMATIVE PERIOD - TASAVVUFUN OLUŞUMU

KİTAP TANITIMI - BOOK REVIEW AHMET T. KARAMUSTAFA - SUFISM THE FORMATIVE PERIOD - TASAVVUFUN OLUŞUMU, 2020

Orijinal ismi Sufism the Formative Period olan eser, 2007 yılında Edinburgh University Press tara... more Orijinal ismi Sufism the Formative Period olan eser, 2007 yılında Edinburgh University Press tarafından yayımlanmıştır. Nagihan Doğan’ın tercümesi ile 2017 yılında Tasavvufun Oluşumu adı ile İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları çatısı altında Türkçeye kazandırılmıştır. Kitap 244 sayfa olup önsöz, altı bölüm ve sonuçtan müteşekkildir. Karamustafa eserinde Almanca, Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Türkçe dillerinden birincil ve ikincil kaynaklardan oluşan oldukça geniş hacimli bir literatür kullanarak tasavvufun ilk üç yüzyılının oluşumunun sosyal ve entelektüel seyrini kaleme almıştır. Yazar, III. (IX.) ve VI. (XII.) yüzyıl aralığındaki tasavvuf tarihinin dönüşüm sürecini ele alan bir monografinin bulunmamasından yakınmaktadır. Hal böyle olunca tasavvuf alanındaki klasik eserlerin yanında farklı dillerde kaleme alınmış modern çalışmalar eşliğinde kapsamlı ve güncel bilgileri ihtiva eden bir eser meydana getirmek istemiştir. Başka bir söyleyişle kitap, kişiler ve belirli temalar üzerinde yapılmış en son çalışmalardan hareketle, erken İslam tarihindeki başlıca dindarlık biçimlerinden biri olan tasavvuf ilminin doğuşu ve gelişimi konusunda birleşik ve tutarlı olması hususunda sentetik; bu seyrin takip edilmesi için yeni bir çerçeve oluşturması bakımından da analitiktir.

Research paper thumbnail of Şeriat ve Hakikat Tasavvufun Teşekkül Süreci -Shariah and Haqiqa Formatioan of Sufism -Reviwe-

Mesned: İlahiyat Araştırmaları Dergisi, 2019

Şeriat ve Hakikat: Tasavvufun Teşekkül Süreci kitabı Hacı Bayram Başer’in Ekrem Demirli danışmanl... more Şeriat ve Hakikat: Tasavvufun Teşekkül Süreci kitabı Hacı Bayram Başer’in Ekrem Demirli danışmanlığında 2015 yılında Sünnî Tasavvufun Teşekkül Sürecinde Şeriat‐Hakikat İlişkisi Sorunu (Hicrî III. Ve VI. Yüzyıllar ) (İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) başlıklı doktora tezinin Klasik Yayınlarınca kitaplaştırılmış halidir. Eser, kaynakların sınırlı olması, çalışma alanının darlığı gibi sebeplerle yeteri kadar çalışmanın yapılamadığı ilk dönem tasavvuf düşüncesinin teşekkülü üzerine yapılmış nitelikli ve ender çalışmalardan biridir.

Research paper thumbnail of İLK DÖNEM SÛFÎLERİNDE İSLAMÎ YORUM: MARÛF el-KERHÎ ÖRNEĞİ

Uluslararası İslam ve Yorum Sempozyumu III, 2019

Ebu’l-Hasan Marûf bin Feyrûz el-Kerhi (200) erken dönem sûfîlerinin önde gelen isimlerindendir. A... more Ebu’l-Hasan Marûf bin Feyrûz el-Kerhi (200) erken dönem sûfîlerinin önde gelen isimlerindendir. Ailesi Hıristiyan yahut bazı kaynaklarda geçtiği üzere Sabii olmasına rağmen kendisi İslam’ı benimsemiş ve İmam Ali Rızâ’nın elinden Müslüman olmuştur. Sünnî tasavvufun mimarı olan Cüned el-Bağdâdî’nin aynı zamanda dayısı olan Serî es-Sekatî’ye
hocalık yapmış ve bu ekolün kurucu isimlerinden olmuştur. Kendisinin kaleme aldığı bir eser yoksa da sûfî hal tercümelerinde ve tezkire türü eserlerde Marûf’un hayatı, tasavvufî düşüncesi ve sözleri hakkında birçok bilgi mevcuttur.

Research paper thumbnail of İBNÜ'L-ARABÎ'NİN NİYAZÎ-İ MISRÎ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: RİSÂLE-İ VAHDET-İ VÜCÛD ÖRNEĞİ

Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi, 2018

İslam tarihinin teşekkül sürecinden günümüze değin dinî, iktisadî ve ilmî muvacehelerle öne çıkmı... more İslam tarihinin teşekkül sürecinden günümüze değin dinî, iktisadî ve ilmî
muvacehelerle öne çıkmış şehirler vardır. Şehirleşmeler Hicaz coğrafyasında Medine ile başlamış, Müslümanların Akdeniz havzasına inmesiyle birlikte Irak’ta Bağdat, Şam, Basra; Mısır’da Kahire, Fustat; Endülüs’te Zehra, İşbiliye, Tuleytula (Toledo) ve Anadolu’da Konya, Kayseri ve İstanbul gibi şehirlerle İslam düşüncesi Ortaçağ dünyasına yayılmıştır. Nitekim Malatya da bu zengin atmosfere katkı sağlayan şehirlerden biridir. İbnü’l-Arabi, Sadreddin Konevî, Niyazî-i Mısrî gibi birçok mutasavvıfa ev sahipliği yapmıştır. Şüphesiz
oluşan bu tasavvufî hava gerek şehre gerekse şehrin sakinlerine sirayet etmiştir.
Tebliğimizde aynı zamanı paylaşmasalar da aynı şehri ve metafiziksel zemini paylaşan İbnü’l-Arabî’nin Niyazî-i Mısrî üzerindeki etkisi üzerinde duracağız. Muhyiddin İbnü’l-Arabî (638/1240) Endülüs’te doğmuş, doğduğu yerde durmayıp birçok beldeye seyahatte
bulunmuştur. İsmi gibi gittiği yerleri diriltmiştir. Bu coğrafyalar arasında Malatya sayılı bir yer tutmaktadır. Malatya’nın irfanî geleneğinin müessisi denilse yeridir. İbnü’l-Arabî etkisi asırlar boyu devam etmiş, birçok kişinin düşünce dünyasına nüfuz etmiştir. Bunlardan biri de
Malatya’da doğup Diyarbakır, Mardin, Mısır, Bursa, İstanbul ve birçok Arap ve Rum diyarını gezip nihayet bugün sınırları Yunanistan’da olan Limni’de sürgündeyken 1105/1694 yılında vefat eden Niyazî-i Mısrî’dir. Her iki mutasavvıfın da birer ilim ve irfan ummânı olmaları hasebiyle bu etkiyi Niyazî-i Mısrî’nin Risâle-i Vahdet-i Vücûd adlı eseri ile
sınırlandıracağız.
Eser ismiyle müsemma olup vahdet-i vücuda dair bilgileri ihtiva etmektedir. Niyazî-i Mısrî, İbnü’l-Arabî’nin sistemleştirmiş olduğu vahdet-i vücûd nazariyesi üzerinde durmuş birçok ayeti ve hadisi bu düşünce ile tefsir edip açıklamıştır. Bunun yanında başta kendi şiirleri olmak üzere Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Nesîmî, Mevlânâ Hüdavendigâr gibi
mutasavvıf şarihlerin Farsça ve Türkçe şiirleriyle sözü geçen ayet ve hadislere yapmış olduğu tefsirlerin etkisini pekiştirmiştir. Özellikle İbnü’l-Arabî’nin sıfat nazariyesini ele alan yazar özelde insanı genelde bütün âlemleri bu sıfatların tecellileri olarak işlemiştir.

Research paper thumbnail of TABAKÂT LİTERATÜRÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI SÜLEMÎ'NİN TABAKÂT'I

Yüksek Lisans Tezi - Master's Thesis, 2020

Soner Eraslan tarafından “Tabakât Literatürünün Ortaya Çıkışı: Sülemî'nin Tabakâtu's-Sûfiyye'si” ... more Soner Eraslan tarafından “Tabakât Literatürünün Ortaya Çıkışı: Sülemî'nin Tabakâtu's-Sûfiyye'si” başlığı ile hazırlanan tezde biyografi literatüründe önemli bir yere sahip olan tabakât yazıcılığının tasavvuf doktrininin bir parçası olma durumu, Sülemî’nin Tabakâtu’s-sûfiyye’si özelinde değerlendirildi. Sülemî’nin Tabakât’ı ile tasavvuf tarihi açısından tabakât yazıcılığının altın çağı sayılan hicrî 4. ve 5. asırda kaleme alınıp günümüze ulaşan diğer tabakât türü eserler mukayese edildi. Bu meyanda Sülemî’nin kendinden önceki sözlü ve yazılı olarak edindiği rivayetleri kendinden sonraki sûfî yazarlara intikal ettirerek iki nesil arasında köprü vazifesi gördüğüne işaret edildi.
Çalışmanın omurgasını oluşturan ve beş tabakadan müteşekkil olup hicrî 161-378 yılları arasında yaşamış 105 sûfî biyografisini içeren Tabakât üzerine bir monografi oluşturuldu. Oluşturulan bu monografi çeşitli istatistikî bilgileri ihtiva eden tablolarla desteklendi. Böylece eser; biçim, içerik ve metot yönünden detaylı bir şekilde tahlil edildi.
Bunun yanında Sülemî’nin diğer tabakâtları, tefsir çalışmaları ve tematik eserlerinde Tabakât’ın izleri arandı. Bu minvalde yazarın Tabakât’ta değinmediği sûfîlerin ve değinse dahi muğlak bıraktığı rivayetlerin diğer tabakâtlarındaki izdüşümü tesbit edilip daha geniş bir resim çizildi. Sülemî’nin tasavvuf, sûfîlik, sohbet, âdâb gibi konularda risâleler kaleme alarak tasavvuf yoluna giriş ve bu yoldaki terakki safhalarını mübtedilere sunduğu, öte yandan da uzak durmaları gereken tezellül, galât, şatahât, ibâhiye gibi akımlar hakkında diğer eserlerinde belirttiği söylemleri Tabakât perspektifinden değerlendirildi. Netice olarak sûfî söylem ve öğretilerini ihtiva eden tabakâtların başta kavramlar olmak üzere tasavvuf alanının mevzuu, mesâili, mebâdisi ve maksadını oluşturduğu ortaya konuldu.

With the title of "The Emergence of Tabaqāt Literature: SulamPamphlets's Tabaqāt as-Sūfiyya" by Soner Eraslan, the case of tabaqat writing as a part of Sufism doctrine, which has an important place in the biography literature, was evaluated in the context of Sulamī's Tabaqāt as-Sūfiyya. Sulamī's Tabaqāt and other works of the type of tabaqāt that were written in the in the 4th and 5th centuries of Hijri, which is known as the golden age of tabaqāt printing in the history of Sufism and books that survived until today, were compared. In this context, it was pointed out that Sulamī acted as a bridge between the two generations by transferring the oral and written news sources before him to the Sufi writers after him.
A monograph was created on Tabaqāt, which is the backbone of the study and consists of five layers and contains 105 Sufi biographies of the years 161-378 AH. This monograph was supported by tables containing various statistical information. So the work; It was analyzed in detail in terms of form, content and method.
In addition, the traces of Tabaqāt were sought in the other tabaqats of Sulamī, his exegesis and thematic works. In this respect, the projection of the Sufi narrations, which he did not mention in Tabaqāt and left ambiguous even if he mentioned it, on other works was determined and a wider picture was drawn. The discourses of tasavvuf, Sufism, mohabbat and ādāb etc. by writing booklets on entrance to the path of Sufism and presenting the phases of progress in this way to the beginner, on the other hand, mentioning the they should stay away from such as tezellul, galāt, shahāhāt, and ibāhiye were evaluated from the perspective of Tabaqāt. As a result, it was revealed that the layers that contain Sufi discourses and teachings constitute the subject matter, ıssue, principles and purpose of the field of Sufism, especially the concepts.

Research paper thumbnail of Ebû Abdurrahman Es-Sülemî’nin Tabakâtü’s-Sûfiyye’sindeki Sûfî Tabakaları: Bölge-Şehir Dağılımının Serencâmı ve İşaret Edilen Sûfî Havzaları

Hitit ilahiyat dergisi, Nov 26, 2023

There are one hundred and five Sufis in the Tabaqāt al-Sūfiyya, which was organized as five class... more There are one hundred and five Sufis in the Tabaqāt al-Sūfiyya, which was organized as five classifications by Abū Abdurrahmān al-Sulamī (d. 412/1021). The period they lived in corresponds to the years 161-378 Hijri. In this article, the regional and city distributions of the classifications of the Sufis in Tabaqāt are discussed in the form of tables. The ratios in the tables showing the region and city distributions of each classification are presented in percentiles. While creating the tables pointing to the regions, Sulamī's statement was taken as a basis. Therefore, Iran, Iraq, Syria, Hejaz, Egypt, and Khorasan regions were determined as the top headings. The Khorasan province in Iran was separated from Afghanistan and the Khorasan regions extending to the east of Afghanistan in an attempt to partially eliminate any potential confusion. Thus, possible confusion has been tried to be relatively eliminated. According to the data obtained from the classifications, the Sufi population in the Hijaz, Maghrib, and Egypt regions remained at low levels. It has been observed that this situation is at a higher level in other regions. It is seen that especially Iraq, Khorasan, and Iran regions are richer in terms of Sufi population. When this situation is evaluated on the basis of cities, it is understood that there are more Sufis in Baghdad and Nishapur than in other cities. However, when the temporal process of the classifications is taken into account and the tables in question are evaluated as a whole, it is observed that the Iran region in general, and Nishapur city, in particular, come to the forefront towards the last classifications due to various reasons. Another inference to be obtained from the data reflected in the tables is that the Sufis, who were mostly located in the central cities in the first classifications, also spread to relatively small villages and towns in the process. Thus, it turns out that Sufism has gained a place in different segments of society over time. Another issue that is wanted to be emphasized in the article is the sufism schools pointed out by the narrations transmitted by Sulamī from various Sufis. Today, Sufi school names such as Basra, Baghdad, and Egypt have become widespread in studies compiled in the form of Sufi history, introduction to Sufism, and Sufi handbooks. For instance, the school of Basra, one of the Sufi schools, is characterized on the one hand by Hasan al-Basrī's (d. 110/728) understanding of "fear and sorrow" and on the other by Rābiat al-Adawiyya's (d. 185/801) attitude of "divine love". This situation brings with it some problems in dealing with Sufi schools over regions. As a matter of fact, different understandings of Sufism in the same regions can be ignored with this classification. Three different narrations, which indicate different understandings of Sufism in the region, in person, and the same city, conveyed by Sulamī, can bring a new perspective to the phenomenon of Sufi schools, which are common today. Therefore, it may come to the fore to re-examine the phenomenon of Sufi schools, which has continued until today, in line with the new questions and findings that will arise from the tables presented in the article. Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin (ö. 412/1021) beş tabaka şeklinde tertip ettiği Tabakâtü’s-sûfiyye’sinde yüz beş sûfî yer almaktadır. Yaşadıkları dönem ise hicrî 161-378 yılları arasına tekabül etmektedir. Bu makalede Tabakât’ta yer alan sûfîlerin bulunduğu tabakaların bölge ve şehir dağılımları tablolar oluşturularak ele alınmış ve her bir tabakaya ait verileri gösteren tablolardaki oranlar yüzdelik dilimlerle ortaya konmuştur. Bölgelere işaret eden tablolar oluşturulurken Sülemî’nin beyanı esas alınarak İran, Irak, Suriye, Hicaz, Mısır ve Horasan bölgeleri üst başlıklar olarak belirlenmiştir. İran’da bulunan Horasan eyaleti ile Afganistan ve doğusuna uzanan Horasan bölgesi birbirinden ayrıştırılmış ve olası bir tedahül nispeten giderilmeye çalışılmıştır. Söz konusu tablolardan elde edilen verilere göre Hicaz, Mağrib ve Mısır bölgelerindeki sûfî popülasyonu düşük seviyelerde seyrederken diğer bölgelerde daha yüksek düzeyde olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle Irak, Horasan ve İran bölgelerinin sûfî popülasyonu açısından daha zengin yerler olduğu görülmüştür. Bu durum şehirler bazında değerlendirildiğinde ise Bağdat ve Nişabur’un diğer şehirlere nispetle daha fazla sûfîye ev sahipliği yaptığı anlaşılmaktadır. Fakat tabakaların seyrettiği süreç göz önüne alındığında ve söz konusu tablolar bir bütün halinde değerlendirildiğinde çeşitli sebeplerden dolayı son tabakalara doğru genelde İran bölgesinin, özelde Nişabur şehrinin ön plana çıktığı görülmektedir. Tablolara yansıyan verilerden elde edilen bir diğer çıkarım ise ilk tabakalrada çoğunlukla merkez konumdaki şehirlerde yer alan sûfîlerin, süreç içerisinde nispeten küçük köy ve kasabalara da sirayet etmeleridir. Böylece tasavvufun zamanla toplumun farklı…

Research paper thumbnail of Ki̇tap Tanitimi: Tasavvufun Oluşumu

İnönü University International Journal of Social Sciences (INIJOSS), Jun 30, 2020

Research paper thumbnail of Marifete Erme Yöntemi Olarak Sohbet: Sülemî’nin Edebu Mücâleseti'l-meşâyih ve Hıfzi Hurumâtihim Risâlesinin Tercüme ve Değerlendirilmesi

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dergisi, Nov 9, 2021

Research paper thumbnail of Ma‘rûf el-Kerhî'nin Sûfî Şahsiyeti ve Tasavvufun Menşeindeki Rolü

Istanbul University - DergiPark, Jun 30, 2022

Research paper thumbnail of Marifete Erme Yöntemi Olarak Sohbet: Sülemî'nin Edebü mücâleseti'l-meşâyiḫ ve ḥıfẓi ḥurumâtihim Risâlesinin Tercüme ve Değerlendirilmesi

Marifete Erme Yöntemi Olarak Sohbet: Sülemî’nin Edebü mücâleseti’l-meşâyiḫ ve ḥıfẓi ḥurumâtihim Risâlesinin Tercüme ve Değerlendirilmesi , 2021

Ebû Abdurrahman es-Sülemî (ö. 412/1021), dedesi Ebû Amr İsmail b. Nüceyd es-Sülemî'nin (ö. 366-37... more Ebû Abdurrahman es-Sülemî (ö. 412/1021), dedesi Ebû Amr İsmail b. Nüceyd es-Sülemî'nin (ö. 366-376/981-991) yönlendirmesi ile tasavvuf yolunu seçmiş, ilk olarak Ebû Sehl es-Sülûkî'ye (ö. 369/980) intisâb etmiş ve Ebü'l-Kāsım en-Nasrâbâdî (ö. 367/977) eliyle de şeyhlik hırkasını giymiştir. Sülemî, gençlik yıllarının başında hadis tahsili için Nişabur'dan yola çıkmış, Horasan bölgesinin çeşitli beldelerini gezdikten sonra Irak ve Hicâz'a yönelerek dönemin birçok âliminden ders almıştır. Nişabur'a tekrar döndüğünde dedesinin vefat ettiğini öğrenmiş ve ondan kalan evi tekkeye çevirerek ömrünün geri kalanında-yaklaşık kırk yıl-burada telif ve tedris ile iştigal etmiştir. 1

Research paper thumbnail of İrfan Sofraları_Mevâidü'l-irfân

Fikriyat Yayınları, 2023

12 Rebîülevvel/9 Mart 1027/1618 yılında Malatya’da dünyaya gelmiştir. Erken yaşta ilim tahsiline ... more 12 Rebîülevvel/9 Mart 1027/1618 yılında Malatya’da dünyaya gelmiştir. Erken yaşta ilim tahsiline başlayan Mısrî, önceleri sûfî meclislerine karşı olduğunu belirtse de süreç içerisinde kalbinde sûfilik ve tarikat ilminin sevgisinin peyda olduğunu belirtir ve Halvetî şeyhi Hüseyin Efendi’ye intisap eder. Babası Soğancızâde Ali Efendi, bu durumdan rahatsız olur ve Niyâzî’yi kendisinin de müntesibi olduğu Nakşibendî tarikatı şeyhine götürür. Bu şeyhi “kâmil olmayan biri” şeklinde tasvir eden Niyâzî, 1048/1638 yılında Malatya’dan ayrılarak yola revân olur. Diyarbakır ve Mardin’de mantık ve kelam ilimlerini tedris ettiğini belirten yazar, Mısrî nisbesini de edineceği Mısır’a gider. Ezher Camii’nde tedrisine devam ederken Şeyhûniyye Hankâhı’nda bulunan Kâdirî şeyhine biat eder. Şeyhinin “Zâhirî ilimlerden talebini tamamen kesmezsen, tarikat ilmi sana açılmaz.” sözünden müteessir olan Niyâzî, istihareye yatar ve rüyasında kendisine içi para dolu iki kese veren Abdülkâdir Geylânî’nin ona şöyle dediğini bildirir: “Dirhemler zâhir ilmidir. Onu bil ve onunla amel et. Dinarlar ise tarikat ilmidir. Sana takdir eden kişi vesilesiyle ona ulaşabilirsin. Senin şeyhin bu memlekette değil.” Bunun üzerine yine yola düştüğünü belirten Mısrî, birçok Rum ve Arap beldesine gider, nihayetinde Şeyh Elmalılı Ümmî Sinan’a intisap eder ve dokuz yıl boyunca hizmetinde kalır. Şeyhiyle birlikte Uşak, Kütahya, Çal, Elmalı gibi yerlerde irşat faaliyetlerinde bulunur. Halvetiyye tarikatının Ahmediyye kolunun Mısriyye şubesinin piri olan Niyâzî, 1080/1669 yılında Bursa Ulu Camii yakınlarda muhibbânı vesilesiyle kendi dergâhını kurar. Mısrî’nin tasavvufun nazarî boyutuyla iştigal eden bir tarikat şeyhi olması, tarikatların “tasavvuf ilminin gerilemesine sebebiyet verdiği” yönündeki eleştirilere de cevap niteliği taşır.
Bursa’da birçok eserini telif eden Mısrî, Kadızâdeli anlayışını benimseyen, sultan ve önde gelen makam sahiplerini etkisi altına alan Vânî Mehmed Efendi’yi eleştirmeye başlamasıyla birlikte çeşitli baskılara maruz kalır. Ayrıca Sultan II. Ahmed ve Bozoklu Mustafa Paşa’nın Avusturya seferine katılım davetine müritleriyle birlikte icabet edip Edirne’ye kadar gelerek Selimiye Camii’nde çeşitli tenkitleri içeren bir sohbette bulunması birtakım siyasîleri rahatsız etmiştir. Söz konusu durumlardan dolayı Niyâzî bir kere Rodos’a iki kere de Limni’ye gönderilerek 1674-1694 yılları arasında yaklaşık on altı yıl boyunca sürgün hayatına mahkûm edilir. Hayatının son demlerini Limni’de sürgünde geçiren Mısrî, burada 1105/1694 yılında vefat etmiştir. Niyâzî-i Mısrî’nin gerek hatırâtında gerek Mevâdü’l-irfân’ın birtakım bölümlerinde gerekse de diğer bazı eserlerinde sert bir üslup benimsemesinin ardında mezkûr sürgünlerin tesirinin olduğu düşünülmektedir.
Tercümesini sunduğumuz Mevâidü’l-irfân, Arapça olup -altmış sekizinci sofra hariç- Niyâzî-i Mısrî’nin vefat ettiği yıl tamamladığı son eseridir. Yetmiş bir sofradan/başlıktan müteşekkil olan eser, Mısrî’nin bireysel yaşantısına, zihinsel dönüşümüne ve tasavvuf anlayışına ışık tutarak nispeten otobiyografik türde telif edilmiştir. Sözgelimi eğitim hayatını, seyahatlerini, devlet erkânı, hocaları ve şeyhleri ile olan münasebetlerini anlatarak kişisel yaşantısı hakkında bilgi vermektedir. Bunun yanında çeşitli süre zarflarında huzurlarında bulunduğu hoca ve şeyhlerinden öğrendikleri ve akabinde ortaya koyduğu tavır ve tutumlar zihinsel dönüşümünü takip etmede başat faktörlerdendir. Eserin yansıttıklarına bakıldığında Mısrî’nin Ekberî gelenekten etkilendiği görülmektedir. Niyâzî’nin cem, fark, cemin cemi, vahdet-i vücûd, ulûhiyet mertebesindeki felekler ve küllî devrelerin suretleri ile ortaya koyduğu urûc-nüzûl nazariyeleri, vahdet-kesret ilişkisi gibi bahisleri ele alırken kullandığı metot bu durumu desteklemektedir. Ayrıca yazar Mevâidü’l-irfân’ın birçok yerinde İbnü’l-Arabî ve Sadreddin Konevî’ye atıflarda bulunmuş ve eserlerinden iktibaslar serdetmiştir. Bu konuların dışında Mısrî eserinde Mahmud Gafûrî el-Üsküdârî, Şeyhülislam Yahya Minkârî ve diğer isimlere gönderdiği mektuplar, Halvetî şeyhlerinin silsilesi, astrolojik söylemler gibi birbirinden farklı hususlara yer vermiştir. Belki de Niyâzî’nin eserinde en çok tepki çeken bahis “Risâle-i Hasaneyn” olarak bilinen Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in nübüvvetine delalet eden söylemleridir. Niyâzî-i Mısrî bu iddiasını Bakara sûresinin 136. ayetinde zikri geçen “el-esbât” (torunlar) ifadesi ile temellendirirken ebced ve cifr hesapları ile söz konusu söylemini destekleyecek birtakım çıkarımlarda bulunmaktadır.
Eser ilk olarak Süleyman Ateş tarafından 1971 yılında Türkçeye tercüme edilmiştir. 2014 yılında ise Arapçası ile birlikte neşredilmiş fakat Türkçe kısmına neredeyse hiç bir müdahalede bulunulmadığı tespit edilmiştir. Hatta aynı kitapta yer alan Arapça ve Türkçe metin mukayese edildiğinde ortaya çıkan hatalar ve eksiklikler dahi giderilmemiştir. Biz ise Mevâidü’l-irfân’ı tercüme ederken şu nüshalardan faydalandık: Niyazî-i Mısrî Mehmed b. Ali Çelebî el-Malatî, Mevaidü’l-İrfan, (İstanbul: İBB Atatürk Kitaplığı, OE_Yz_0261); Niyazî-i Mısrî, Mevâidü’l-irfân (İstanbul: İBB Atatürk Kitaplığı, OE_Yz_0538_17) ve Niyazî-i Mısrî, Mevâidü’l-irfân (İstanbul: Selim Ağa Kütüphanesi, Hüdâi Efendi, 587). İlgili yazmaları mukayese ederek herhangi bir nüshada eksik olduğunu tespit ettiğimiz yerlerde dipnotlarla durumu belirttik. Böylece tek nüsha kullanımından doğabilecek olası hataları bertaraf etmeye çalıştık. Ayrıca Süleyman Ateş’in tercümesinde karşılaştığımız -muhtemelen nüshadan kaynaklanan- eksikliklere de işaret ettik. Bunun yanında Niyâzî’nin Mevâidü’l-irfân’ı kaleme alırken adını verdiği yahut sadece metnini iktibas ettiği eserleri tespit ettik ve ilgili kaynakları dipnotlarla sunduk, îrâd ettiği hadislerin de tahrîcini yaptık.

Research paper thumbnail of SÛFÎ TABAKAT LİTERATÜRÜNÜN ORTAYA ÇIKIŞI: SÜLEMÎ'NİN TABAKÂTÜ'S-SÛFİYYE'Sİ

Sonçağ Akademi, 2022

Soner Eraslan tarafından “Tabakât Literatürünün Ortaya Çıkışı: Sülemî'nin Tabakâtu's-Sûfiyye'si” ... more Soner Eraslan tarafından “Tabakât Literatürünün Ortaya Çıkışı: Sülemî'nin Tabakâtu's-Sûfiyye'si” başlığı ile hazırlanan tezde biyografi literatüründe önemli bir yere sahip olan tabakât yazıcılığının tasavvuf doktrininin bir parçası olma durumu, Sülemî’nin Tabakâtu’s-sûfiyye’si özelinde değerlendirildi. Sülemî’nin Tabakât’ı ile tasavvuf tarihi açısından tabakât yazıcılığının altın çağı sayılan hicrî 4. ve 5. asırda kaleme alınıp günümüze ulaşan diğer tabakât türü eserler mukayese edildi. Bu meyanda Sülemî’nin kendinden önceki sözlü ve yazılı olarak edindiği rivayetleri kendinden sonraki sûfî yazarlara intikal ettirerek iki nesil arasında köprü vazifesi gördüğüne işaret edildi.
Çalışmanın omurgasını oluşturan ve beş tabakadan müteşekkil olup hicrî 161-378 yılları arasında yaşamış 105 sûfî biyografisini içeren Tabakât üzerine bir monografi oluşturuldu. Oluşturulan bu monografi çeşitli istatistikî bilgileri ihtiva eden tablolarla desteklendi. Böylece eser; biçim, içerik ve metot yönünden detaylı bir şekilde tahlil edildi.
Bunun yanında Sülemî’nin diğer tabakâtları, tefsir çalışmaları ve tematik eserlerinde Tabakât’ın izleri arandı. Bu minvalde yazarın Tabakât’ta değinmediği sûfîlerin ve değinse dahi muğlak bıraktığı rivayetlerin diğer tabakâtlarındaki izdüşümü tesbit edilip daha geniş bir resim çizildi. Sülemî’nin tasavvuf, sûfîlik, sohbet, âdâb gibi konularda risâleler kaleme alarak tasavvuf yoluna giriş ve bu yoldaki terakki safhalarını mübtedilere sunduğu, öte yandan da uzak durmaları gereken tezellül, galât, şatahât, ibâhiye gibi akımlar hakkında diğer eserlerinde belirttiği söylemleri Tabakât perspektifinden değerlendirildi. Netice olarak sûfî söylem ve öğretilerini ihtiva eden tabakâtların başta kavramlar olmak üzere tasavvuf alanının mevzuu, mesâili, mebâdisi ve maksadını oluşturduğu ortaya konuldu.