Duygu Şentuna | Istanbul University (original) (raw)

Papers by Duygu Şentuna

Research paper thumbnail of "Cengiz Bektaş - Türk Evi" Kitap Değerlendirmesi

İstanbul, 2016, YEM Yayın, 168 sayfa. Duygu ŞENTUNA Yaşlı bir marangoz, eşi ve ailesi ile birlikt... more İstanbul, 2016, YEM Yayın, 168 sayfa. Duygu ŞENTUNA Yaşlı bir marangoz, eşi ve ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek için işveren müteahhidine emekliliğini istediğini iletti. Müteahhit iyi marangozunun emekliye ayrılmasına üzüldü. Kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz istemeyerek kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlü bir an önce emekli olma niyetindeydi. Bir an önce bitirmek için baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti… İşini bitirdiğinde, müteahhit, evi incelemek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. -Bu ev senin, şimdiye kadar verdiğin emeklerden dolayı benden sana hediye.

Research paper thumbnail of SOLAKLIK ÜZERİNDEN BAŞKA BİR ÖTEKİLİK İNŞASININ İMKÂNI ÜZERİNE

" Solaklık: Bilinenin Dışında Bir Ötekilik Deneyimi " metni üzerine bir değerlendirme yazısı. Met... more " Solaklık: Bilinenin Dışında Bir Ötekilik Deneyimi " metni üzerine bir değerlendirme yazısı. Metnin devamı niteliğinde

Research paper thumbnail of SOLAKLIK: BİLİNENİN DIŞINDA BİR ÖTEKİLİK DENEYİMİ

Research paper thumbnail of İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN DERS KAYNAKLARINA İLİŞKİN MEKANSÂL YÖNELİMLERİ ARAŞTIRMASI

Giriş " Ona belli bir mekânı ya da bir dili zorlayan düzende, bu düzeni kullanma tarzına uygun bi... more Giriş " Ona belli bir mekânı ya da bir dili zorlayan düzende, bu düzeni kullanma tarzına uygun bir oyun uzamı yaratır. Yaşaması gereken ve ona kanunla dayatılan yerin sınırlarından çıkmadan, bu yer içinde çoğul ve yaratıcı olmayı başarır. İki arada olma sanatını icra ederek, bulunduğu durumdan, daha önceden öngörülemeyecek yararlar sağlamayı bilir. " (De Certeau) De Certeau ekler; " Bu kullanım operasyonları-daha doğrusu yeniden kullanım operasyonları-kültürleme görüngüleri yayıldıkça daha da çoğalır. Kültürlemeden kasıt, mekân tanımından hareket etmek yerine, transit geçiş usulleri ya da "yöntemleri" tanımından hareket eden yer değişimidir. " Peki, bu birkaç cümle araştırmamız bağlamında ne ifade etmektedir? Öğrenciler belli bir işleyişle varlığını idame ettirdiği eğitim ortamına geldikten sonra kendi kullanım tarzlarını yeniden üretirler ve bu pratikler bütünü aslında hiç de bireysel tercihlerden ibaret değildir. Araştırmanın odağa aldığı pratiğin nesnesi ders kaynaklarıdır. Öğrenciler ders kaynaklarına erişmek adına not ortalamaları veya sosyo-ekonomik imkânları ne denli farklı olursa olsun ortak bir kullanım geliştirmektedir. Ders kitapları diğer kitaplar gibi olması gerektiğinden daha pahalı fiyatlardadır. Gözlemlediğim ve içinde bulunduğum ilişkilerden çıkarımlarım kadarıyla, öğrenciler, edinmesi gereken kaynakların sayfası az ise fotoğrafını çekmek veya arkadaşından aldığı kaynakları fotokopi çektirmek yöntemini kullanmaktadır. Sınırlı materyal kapasitesine sahip civar kütüphanelerden bulabildiği kaynakları ödünç almak bir başka temin yöntemidir. Edebiyat ve Merkez kütüphanelerinde yayının kütüphane dışına çıkarılma konusundaki yasak, öğrencilerin oraları tercih etmeleri önünde temel engeldir. Kitabın bütününü edinmek gerekiyorsa yine önce fotokopicilerden temin etmekte veya e-kitap formatını tercih etmekte, bulabilirse korsanını satın almakta; bu imkanlar yoksa anlaştığı kitabevinden indirimli temin etmekte ya da kitabın basıldığı yayınevinden (yayınevlerinin çoğu fakülteye yakın konumlarda-Cağaloğlu, Vefa vb.-) ve sahaflardan (örn. Beyazıt'taki Sahaflar Çarşısı) belli oranda indirimlerle kitabı edinmektedir. Öğrencinin temayülü en masrafsız yöntemi öncelemektedir. Dolayısıyla öğrencinin alım gücü ile ders kaynaklarını temin etme arasında kaynağın orijinalliği kriterine göre bir ilişkisellik saptanabilir. Bu etkileşimler sonucu çıkarılacak krokide öğrencilerin kendi kitaplarını sattığı ikinci el kitap kabul eden kitabevleri ve sahafların da dağılımı ortaya çıkacaktır. Öğrencilerin okuduğu bölümlere ve sosyo-ekonomik durumlarına göre, kaynakların bulunduğu mekânlara göre kendiliğinden mekânsal bir kullanım ağının oluştuğu bu çalışma ile belli lisans programları çerçevesinde ortaya konacaktır. Bu araştırma İÜEF öğrencilerinin ders kaynaklarına erişim noktalarının sosyolojik krokisini ortaya koymayı; öğrencilerin ortalama bütçesi için maddi yükü fazla olan bu kaynakları temin etme problemini nasıl çözdüğünü ve geliştirdiği bu çözümlerin öğrencilik yaşantısını kolaylaştırıp kolaylaştırmadığı hakkında bilgi sahibi olmayı hedeflemektedir.

Research paper thumbnail of Tüketen İnsan Kendi Gölgesinden Kaçarken: İstanbul'daki Atık Algısı ve Bağlamsal Pratikleri

Research paper thumbnail of "Tom Bottomore - Seçkinler ve Toplum" Kitap Değerlendirmesi

Ankara, Gündoğan Yayınları, 1990, 168 s.

Research paper thumbnail of RENKLİLEŞEN YAŞAM VE BOURDIEU (Pleasantville Filmini Okumak)

" Önce seni görmezden gelirler, sonra alay ederler, sonra seninle şavaşırlar, sonra sen kazanırsı... more " Önce seni görmezden gelirler, sonra alay ederler, sonra seninle şavaşırlar, sonra sen kazanırsın. " M.Gandhi Türkçeye " Yaşamın Renkleri " adıyla çevrilen Pleasantville filminde iç içe geçen iki kurguyu sosyolojik olarak okuyup Bourdieu'nun habitus, sosyal alan, iktidar ve simgesel sermaye kavramlarıyla bezediği düşünümsellik sosyolojisinin bahsi geçen filmle zihinlerde pekiştirme girişimi metnin yazılış amacını belirlemektedir. Pleasantville isimli film, aynı isimdeki kasabayı ve o kasabanın yaşantısının dizi halinde verildiği Pleasantville Maratonu'nun her cuma şevk ve heyecan ile izlendiği evi iç içe aynı zamanda ayrı ayrı kurgular olarak ele almaktadır. Ayrı ayrı yaşanan kurgulardan iç içe yaşanan kurguya geçişin kilit noktası televizyon tamircisi, anahtarı ise sihirli kumandadır. Pleasantville, kasaba içindeki insanlarda ve o insanların yaşayışlarında meydana gelen " değişikliklerin " öyküsüdür. Pleasantville kasabası Pleasantville Maratonu isimli dizinin geçtiği yerleşim yeridir. Bu kasabanın sadece Elm ve Main caddeleri vardır ve bu caddelerin sonu kasabanın başladığı yer olarak aktarılır. Kısaca Pleasantville bu iki cadde kadardır; öncesi sonrası yoktur ve bu " sınırlılık " her şeyin başladığı ve her şeyin dolaylı dolaysız bağdaştığı ve her şeyin " başka bir şey " halini aldığı noktadır. " Pleasant " sıfatı, kelime anlamı ile " hoş, güzel, tatlı, latif "-lik içeren tüm özellikler kasabanın yaşantısında mevcuttur. Öyle ki herkes daima mutlu ve –vurgulu söylemle-çalışkandır. Her şey plan dahilinde ve sırası şaşmadan yapılır. Öyle " güzel " bir kasabadır ki itfaiyeler ateşi tanımaz ve mesai içinde yaptıkları en aksiyonlu iş kediyi ağaçtan kurtarmaktır. Havanın en yüksek ve en düşük sıcaklığı 22 derece ve hava mütemadiyen güneşlidir. " Gerçek yağmur " " gerçek yeşil " gibi kavramlarının içi kasaba insanlarının zihninde doldurulamamaktadır. " 24 saat boyunca baştan sona ailevi değerlerle dolu! Sıcak bir selamlama, düzenli beslenme ve elbette güvenli seks. " Bu kasaba içinde insanlar her gün işleyen program dışındaki herhangi bir şey için " Hayır " yanıtını bilmemektedirler ve bu bilmeyiş kasaba hayatında hiçbir sorun yaratmamaktadır. Kasabanın keskin sınırlara sahip ideolojik bir iktidar olgusuna sahip olmayışı da pratik yaşamda hiçbir boşluk yaratmamakta, Ticaret Odası Başkanı kasabanın reisi gibi saygı görmektedir. Ve o kadar mükemmel bir yaşantıdır ki Pleasantville'de kimse evsiz değildir, herkesin gideceği bir işi, geri dönüp uyuyacağı bir evi ve tek kişilik yatağı, kusursuzca hazırlanmış öğünlerin yendiği yemek masası vardır. Basketbol takımının potaya attığı her top girer, her müsabaka istisnasız kazanılır. Kasaba halkının her gün sırasıyla yapacağı bir uğraşı, sabitlenmiş programa uygun görevleri vardır. Halk kasabanın sınırlı ve kusur barındırmayan yaşamında kendi mutluluğunca özgür hissetmektedir. Mutluluğun zıttı zihinlerde tanım bulamamakta, öfke, hüzün, şehvet ve doludizgin sevinç gözlemlenememekte bunların ne olduğu insanlarca bilinmemektedir. Mutluluk, kasaba insanı için " olağanı eylemek " ten başka bir şey ihtiva etmemektedir.

Research paper thumbnail of İLAHİ AŞK – MECAZİ AŞK – METAYA AŞK ÇERÇEVESİNDE TARİH KAVRAMI

Tarih ve tarih yazımı; hayat, yaşayış, dünya, insan üzerine düşünmek suretiyle yaşamımızda bir ol... more Tarih ve tarih yazımı; hayat, yaşayış, dünya, insan üzerine düşünmek suretiyle yaşamımızda bir olgu olarak yer almaktadır. Bu vizyon bazen, bazı coğrafyalarda veya sosyal tabakalarda, tarihin insan üstüne düşünmesini aşarak insanı tarihi nasıl düşüneceğini konusunda yönlendirdiği de görülmüştür (Avrupa merkezci tarih yazıcılığı, saray vakanüvisliği gibi). Tarihin de diğer insan ve toplum bilimlerinin bünyesinde görüldüğü gibi belirli felsefelerin izleri vardır. Tarih yok olmuşla değil, bir zamanlar var olanla ilgilenmiş, bu ilgiyi dünün bugünü şekillendirmesiyle nitelemiştir. Tarihin zeminini oluşturmak için yöntem ve kuramlara dayanmaktan evvel, tarihçinin kendisini biçimlendirdiği dünyaya ve ürünü olan kendisine olan farkındalıkla beraber, duyarlılık ve tecrübeyi araştırmalarında kılavuz edinmesi gerekmektedir. Tecrübenin tarihle ilişkisi bireyden topluma dönüktür. İnsan tecrübesi ile toplum tecrübesi her nasıl oluyorsa birbiriyle ilişkili bir tablo çizmektedir. Tecrübeler toplumlarda çoğu zaman acı ile beraber anılır. Özel yaşamlarda ise bireyin tecrübelerle tanışıklığı önce bir kuşak büyüklerinin nasihatleri (bu nasihatler de verenin hayatındaki tecrübelerin acılığından, musibetlerin bir meyvesidir esasında) üzerinden gerçekleşip ardından bahsi geçen musibetlerle karşı karşıya kalmakla tanımın bireyin zihninde içeriksel boyutta da oturma fırsatı bulmuştur. Toplumlar içinse tecrübe sürgünler, hicretler, göçler, soykırımlar, katliamlar üzerinden kendisini açıklar. Tarihsel birikim de tecrübe ile beslenip bugünün toplumuna belki bir kimlik belki bir sığınak olarak kendine vücud oluşturur. Tarihsel birikim ve tecrübe başka bir deyişle tek yumurta ikizi gibidir. Öncesiz sonrasız şimdi'nin toplumun kimliğinde ne bugün ne başka bir gün tarihten bahsedilir ne de tarihin ve tecrübenin soyut sözlüklerindeki anlamlarında acı azap ve zor günler yer alamaz. İnsan ve toplum bilimlerinin hikayesi de bir çatışmanın ürünüdür; yapısalcılar ve post-yapısalcıların karşıtlığından yapı ile süreç çatışması çıkar, yapı vaka'da iken süreç içindeki an'dadır. Yapısalcıların söylediği gibi birey toplum'dan ibaretse de tamamen bu tanım olmayıp birey de toplumda söz sahibidir. Bireyin tarihi toplumun tarihi ile bir etki tepki bağlamında edilgen pozisyonda değil etkileşim bağlamında ilişkilidir. İnsanın tecrübesi ile toplum tecrübesinin örneklerinin bunca benzerliği bu sebeptendir. En basit açıklamayla büyük sözü dinlemeyen çocuk ile tarihsel birikimi dışlayan toplumun kendi bünyesince musibetlerle karşılaşacağı olasılığı hep vardır, bu bahsi geçen hiç yaşanmasa bile bu iki unsurun da kendini yapılandırması (tecrübeyi devre dışı bıraktığı için) bir yönden eksik kalmaktadır. İşte bu benzerliğe dayanarak tekil insanlar ve yaşantılarını seyrederek de bir yol izlenebileceği üzerinden ilerleyeceğim. Toplum için söylenen birey için söylenebilir, aynı şekilde bireye söylenen topluma da telakki edilebilir. Padişahlar değil bakkal Ahmet, meydan savaşları değil bir iki komşunun bakkaldan alışverişi de tarihin malzemesi olabilir. Yalnız mikrolarla hücre hücre oyalanması değil, sade makro olayların sebepsiz özgüveni değil, tarihte mikrodan makroya bir seyir de mümkündür. Tarih evvelden görevi belli ve genelin sözcüsü iken şimdi tekil ile bağını koparmayıp yapılardan bahsedebilen bir üslup biçimini alıp her şey gibi otoritelerin zincirinden biraz olsun kurtulmayı başarmıştır. Post söylemlerin yıkıcılık ve muğlaklığının peşinden gitmeyip esnek postmodernistlere kısmen yaklaşıp yeniden yapılandırmak bu mikro hücrelerin görevi haline getirilebilir. Bahsi geçen mikro hücreler için komşu selamlaşmaları, tıkanık trafikle mücadele, belki de ilk günden beri hemen her birimizin yaşamında olan aşk denebilir, her şey denebilir. Bunların hepsi hepimizi ilgilendirdiği kadar başa çıkma konusunda tek kaldığımız noktalardır, hücre tabiri bu hususu da çevreler. Tarihin devasa olayları penceresi de vardır ancak sosyolojiyi esas ilgilendiren insanlar arası ilişkilerin tarihidir. Osmanlı tarih yazımı " biz " üzerinden tek millet bazında hareket edip din, coğrafya gibi unsurları içinde eritmişse de sekülerizm rüzgarında uzun vadede savrulma kaderini yenememiştir. Ulus devletlerin meydana çıkmasıyla, aydınlanma felsefesi ve sekülerizm ile ben-biz kavramları sorguya değişime açık hale gelmiştir. Cemaat içinde erimektense birey olarak kendini idrak eden insan kendini bu zihinsel ve kültürel dönüşümün bir adı olan modern dünyanın içinde bulmuştur. Modernleşme ile birlikte sanatçılar önceki dönemlerdeki gibi anonim olmaktan vazgeçip eserleri ile adlarının duyulmasını

Research paper thumbnail of "Jack Goody - Kapitalizm ve Modernlik" Kitap Değerlendirmesi

Giriş Ekonominin yeniden canlanması, servetin istikrarlı bir biçimde artma(yığma) eğilimi olarak ... more Giriş Ekonominin yeniden canlanması, servetin istikrarlı bir biçimde artma(yığma) eğilimi olarak dillendirilen kapitalizm, özel mülkiyetin şekillenmesi ve ücretli işgücünün köleleştirilmiş ya da serfleştirilmiş emeğin yerini alması ile birlikte ticari yaşama yepyeni bir soluk getirmiştir. Araç-amaç ilişkisinin rasyonalitesi, çoğulcu ve hümanist ideoloji daha önce de varlığını sürdürüyordu fakat kapitalizmle birlikte gelişen bir hal aldı. Kapitalizmin tezahürüne yönelik tartışmalarda çeşitli dönemler ileri sürülmüş, Rönesans'a hatta klasik döneme kadar geriye işaret eden iddialarda bulunulmuştur. Weiner Sombart'ın dönemlemesine göre kapitalizm üç evreden meydana gelmiştir; " erken kapitalizm " sanayi öncesi dönem yani geç merkantil dönemdir, " yüksek kapitalizm " Sanayi Devrimi ile başlamıştır, " geç kapitalizm " için ikinci Sanayi Devrimi'ni (bahsi geçen dönemi silah sanayisinin gelişmesi olarak yorumluyorum) yani Birinci Dünya Savaşı'nı işaret etmiştir. 1 " Modernite modernite-öncesi ve modernite-sonrası, beşeri bilimlerin halihazırdaki yük beygirleridir. " 2 Modernite, değişim halinde bir kavramdır. Goody'e göre, genel anlamda geleneksel karşıtı olarak yorumlanan 3 bu kavram geçmişle kopuk değil, geçmişe daha az bağlı olarak dönüşen bir durumdadır. Bu görüşünün paralelinde geleneksel modern karşıtlığını eleştirmekte ve bu tutumunu geleneksel toplumların statik olmadığını ve sürekli değişen bir yapıda olduğu argümanıyla desteklemektedir. Ona göre yeni olan eski olanın dönüşümüdür ve eski olanın izlerini taşır. 4

Research paper thumbnail of TÜRKÇE Mİ, OSMANLI TÜRKÇESİ Mİ, OSMANLICA MI?

Giriş: Osmanlı Türkçesinin Dünü ve Bugünü Osmanlılık, bir devlet adından ziyade bir toplum kimliğ... more Giriş: Osmanlı Türkçesinin Dünü ve Bugünü Osmanlılık, bir devlet adından ziyade bir toplum kimliğidir. " Osmanlıca da bu Osmanlı toplumunun konuştuğu dildir " beyanına İlber Ortaylı " Osmanlılık bir medeniyetin, siyasi kimliğin, birlikteliğin sembolüdür. " demiştir ancak Osmanlıcayı bir dil olarak değil bir jargon olarak tanımlamış, Türkçe'nin Osmanlı üst zümresine ait bir üslubu olarak nitelendirmiştir. Osmanlıcanın, Osmanlı Türkçesi'nin, dil olup olmadığı bile tartışmaya açık bir pozisyondayken – Osmanlı ile birlikte yaşayan bir dil olmasına karşılık – şu anda da yaşatılması isteği Osmanlıcanın ve Osmanlı'nın eklemlenmişlikleri ile masaya yatırılmalıdır. Çoğu insanın bildiği gibi Osmanlıca diye tabir edilen bu dil esasında Türkçe'nin cümle kalıplarıyla oluşturulmuş, Türkçe seslendirilmiş, Arap harfleriyle yazılmış ve bünyesinde Türkçe, Arapça ve Farsça kelimeleri barındıran bir yapıdadır; yazılı bir dildir ve devlet yazışmalarında kullanılmaktadır. Eklemlenme ile kast ettiğim kültürümüzdeki Arap ve Fars kültürü rüzgârı, ve onların peşinden gelen Arapça ve Farsça sözcüklerle donatılmış bir dildi. Türk kavminin İslamiyet'i kabul etmesi, Horasan bölgesindeki etkileşimleri ve Mezopotamya'ya komşu Anadolu'da çeşitli medeniyetler kurması ile Arap ve Fars kültürü yavaş ancak sağlam adımlarla Türk kültürüne yerleşmiş, Arapça ve Farsçanın ürünleri olan muhteşem metinlere duyulan hayranlık kültürün dil ayağını Araplaştırmış Farslaştırmıştır. Bu hayranlık öyle uzun ve derin soluklu olmuştur ki Türkçe cümle kalıplarına sahip olarak tanımladığımız Osmanlıcanın bazı edebi ürünlerinde Farsça cümle kalıpları yer edinmeye dahi başlamıştır. Öte yandan bu ağdalı, süslü ve erişilmez dil reayaya oldukça yabancı kalmış, halkın %90'ı okuma yazma bilmeyen bir kitle haline gelmişken, yüzyıllarca Osmanlı yüksek zümresi ve edebiyatçıları adeta kendi yazdıklarını kendileri okumaktan başka bir şey yapmamışlardır. Yöneticiler de kısmen bu durumdan memnundurlar. Dini kaynakları çevirme gereği hissetmemişler, bunun için talep de olmamış ve kulaktan dolma bilgi nasıl olduysa toplumca daha cazip görünmüştür. Devlet piramidinde zirveye çıktıkça dil daha da ağırlaşmış, bu durum da halkı okuma yazma öğrenmekten uzaklaştırmıştır. Arapça ve Farsça ile daha da karmaşıklaşan dil, Anadolu halkı tarafından bir bakıma savuşturulmuş konumdadır. Dış eklemlerden izole Osmanlı toplumunda yüzlerce halk ozanı okuma yazma bilmeseler dahi bugünün insanının bile saygısını kazandığı binlerce türküyü saza almış ve sözleri Orta Asya Türkçesi ile neredeyse tıpatıp benzer kalmayı başarmıştır. Dil ayrışmasına dayanarak halk ve devlet arasındaki uçurumun derinleştiğini iddia etmek yanlış sayılmaz. Halk binlerce yıldır ağır devinimler almış Türkçeyi konuşuyorken ve küçük bir kısmı yazıyorken, devlet erkânı ve saray ağdalı Osmanlıca adı altında zor bir dil kullanmaktadır. Bazı kaynaklar saray içinde kısmen sade bir Türkçe konuşulduğunu ileri sürse de devletten halka iletişim yazı (ferman, mektup vb.) aracılığı ile sağlandığından bahsi geçen iddia, bu kopukluğun temelsizliğini savunmak için yetersiz kalmıştır. Tanzimat'tan sonra dönem aydınları devlet-reaya arasındaki uçurumun farkında olup bunun devlet kanallarındaki birçok sorunun kaynağı olabileceğini düşünen ilk zihinlerden olmuşlardır. 1773'ten sonra başlayan " mektepler dönemi " ile okuma yazma oranı artırılmaya çalışılmış ve imparatorluğun sonuna kadar az da olsa verim alınmıştır, yine de okullaştırma uçurumun yok olmasına yetmemiştir. Genel geçer dili sadeleştirme çabaları, gazetelerle daha çok kitleye ulaşıp aydınlatma isteği ile

Research paper thumbnail of TÜKETİM TOPLUMUNUN ÇOKLU TANRILARI VE PUTLARI: İMAJ ÇAĞI VE KÜRESELLEŞME

İmaj kavramı Ortaçağ temelli ve Hristiyan dünyanın ürünüdür. 4.yy'da azizler imajlara konu olmaya... more İmaj kavramı Ortaçağ temelli ve Hristiyan dünyanın ürünüdür. 4.yy'da azizler imajlara konu olmaya başlar ve bu 11.yy'da heykelciliğe dönüşür. 13.yy'dan sonra gündelik hayat içerisinde oyma-iç mekan tasarımları, dönüşen dinsel imajlar ve resim koleksiyonları görülmeye başlanır. 14.yy'dan sonra artık din ve azizler kalıbından taşıp estetik unsurlar imajın ilgi alanına girmiştir. Hristiyan dünyası matbaa ile tanışınca haritacılık ve bilimsel illüstrasyonlar gelişmiş, bir süre sonra imajlar propaganda için kullanılmaya başlamıştır. Basılan kitaplar yalnızca okuma yazma bilen eğitimli insanlara ulaşmaktadır ve geri kalan halka hitap etmek için imajlar kullanılmıştır. Böylece imajlarla eğitimsiz halka dini ve siyasi propagandalar aktarılır. Eleştirel imaj Aydınlanma Fransa'sında kendini karikatürlerle göstermiştir. Dindar Katolik kesim bu yükselen sesi bastırmak için Tanrı'nın kelamını gölgeledikleri gerekçesiyle muhalifleri putperestlikle suçlamışlardır. Fakat bütün bu engellemelere rağmen Aydınlanma Çağı imajlar için parlak sayılabilecek şekilde geçmiştir. Fransız Devrimi ile birlikte terör ve imparatorluk baskısından karikatürcüler susmak durumunda kalmıştır, denetimler çok olmasa bile oto sansürden dolayı imaj üretimi durmuştur. 3. Cumhuriyet ile birlikte yeniden canlanan üretim antiparlamenter bir yorumla kendini geliştirmiş 1900lü yıllara gelindiğinde ironi imajları ile karşılaşılmıştır. Daha da sonralarında ironi şekil değiştirerek alaycılığa varmıştır. Karikatür sanatı ile değişen ve dönüşen imaj, afiş ile dallanmıştır. Afiş de 19.yy'da satirik bir formdadır bununla birlikte parti propagandaları tıpkı reklam afişleri gibidir. Politik propaganda 1.Dünya Savaşı ile birlikte patladı ve düşmanın şeytanlaştırılması savaştan sonra da devam etti. Afişlerde sloganlar ve imajlar uyum içerisinde idi. Yedinci sanat diye nitelenen sinema da ilk ürününü 1895 yılında vermiş ve zaman içerisinde giderek imaj çemberinin merkezi halini almıştır. Bu şanını insanların ilgisini çekecek uç örneklere(özellikle erotizm) yer vermesine borçludur. Toplumun ikon peşinde koşması ile birlikte piyasalaşması plak poşetleriyle gelen övünç birbiriyle bağlantılıdır. Alt kültür ikonu bünyesine sızdırmıştır. 19.yy'da sanat en sahici ifade biçimi halindedir. Hegel döneminde plastik sanatlar, romantik dönemde müzikoloji, 20.yy başında da Almanya ve Avusturya'da ikonoloji önplandadır. İfadenin en basit ve kolay yolu olan imajın sanata sızması da şaşırtıcı değildir. Ancak imajın tarih biliminin ciddiyetini kazanması biraz daha zor olacaktır. Tarihin diğer beşeri bilimlerle iç içe geçtiği zamandan sonra ikonografik unsurlar tarihi dökümanlarda yer almaya başlamıştır. 1968'de nihayet antropoloji kültürel tarih ile tanışmıştır ve imajlar temsil amaçlı kullanılmaktadır. Göründüğün gibi olmak ve olma'nın içini boşaltmak İmaj, gerçeklik algısını tercüme etmek gibi yorumlanabilir. Tarih içinde dönüşümü de bir vakte kadar bu yöndedir: aktarılmak istenenin daha kısa ve dolaysız yolu olan imaj afişler ile propaganda ve reklam şeklinde karşımıza çıkmıştır. Farz-ı misal Victoria's Secret'ın dünyada tanınmasının ilk kıvılcımı Victoria döneminden esinlenerek mağazayı o dönemin objeleriyle dekore etmiş ve Victoria imajı ile çakılmış ve imajın reklama böylesine sindirilişinin en güzel örneklerinden biri haline gelmiştir. Sinema aracılığıyla aktör ve aktrisler üzerinden moda akımları altkültürlere aktarılmış,

Research paper thumbnail of "Cengiz Bektaş - Türk Evi" Kitap Değerlendirmesi

İstanbul, 2016, YEM Yayın, 168 sayfa. Duygu ŞENTUNA Yaşlı bir marangoz, eşi ve ailesi ile birlikt... more İstanbul, 2016, YEM Yayın, 168 sayfa. Duygu ŞENTUNA Yaşlı bir marangoz, eşi ve ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek için işveren müteahhidine emekliliğini istediğini iletti. Müteahhit iyi marangozunun emekliye ayrılmasına üzüldü. Kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz istemeyerek kabul etti ve işe girişti, ne var ki gönlü bir an önce emekli olma niyetindeydi. Bir an önce bitirmek için baştan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti… İşini bitirdiğinde, müteahhit, evi incelemek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. -Bu ev senin, şimdiye kadar verdiğin emeklerden dolayı benden sana hediye.

Research paper thumbnail of SOLAKLIK ÜZERİNDEN BAŞKA BİR ÖTEKİLİK İNŞASININ İMKÂNI ÜZERİNE

" Solaklık: Bilinenin Dışında Bir Ötekilik Deneyimi " metni üzerine bir değerlendirme yazısı. Met... more " Solaklık: Bilinenin Dışında Bir Ötekilik Deneyimi " metni üzerine bir değerlendirme yazısı. Metnin devamı niteliğinde

Research paper thumbnail of SOLAKLIK: BİLİNENİN DIŞINDA BİR ÖTEKİLİK DENEYİMİ

Research paper thumbnail of İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN DERS KAYNAKLARINA İLİŞKİN MEKANSÂL YÖNELİMLERİ ARAŞTIRMASI

Giriş " Ona belli bir mekânı ya da bir dili zorlayan düzende, bu düzeni kullanma tarzına uygun bi... more Giriş " Ona belli bir mekânı ya da bir dili zorlayan düzende, bu düzeni kullanma tarzına uygun bir oyun uzamı yaratır. Yaşaması gereken ve ona kanunla dayatılan yerin sınırlarından çıkmadan, bu yer içinde çoğul ve yaratıcı olmayı başarır. İki arada olma sanatını icra ederek, bulunduğu durumdan, daha önceden öngörülemeyecek yararlar sağlamayı bilir. " (De Certeau) De Certeau ekler; " Bu kullanım operasyonları-daha doğrusu yeniden kullanım operasyonları-kültürleme görüngüleri yayıldıkça daha da çoğalır. Kültürlemeden kasıt, mekân tanımından hareket etmek yerine, transit geçiş usulleri ya da "yöntemleri" tanımından hareket eden yer değişimidir. " Peki, bu birkaç cümle araştırmamız bağlamında ne ifade etmektedir? Öğrenciler belli bir işleyişle varlığını idame ettirdiği eğitim ortamına geldikten sonra kendi kullanım tarzlarını yeniden üretirler ve bu pratikler bütünü aslında hiç de bireysel tercihlerden ibaret değildir. Araştırmanın odağa aldığı pratiğin nesnesi ders kaynaklarıdır. Öğrenciler ders kaynaklarına erişmek adına not ortalamaları veya sosyo-ekonomik imkânları ne denli farklı olursa olsun ortak bir kullanım geliştirmektedir. Ders kitapları diğer kitaplar gibi olması gerektiğinden daha pahalı fiyatlardadır. Gözlemlediğim ve içinde bulunduğum ilişkilerden çıkarımlarım kadarıyla, öğrenciler, edinmesi gereken kaynakların sayfası az ise fotoğrafını çekmek veya arkadaşından aldığı kaynakları fotokopi çektirmek yöntemini kullanmaktadır. Sınırlı materyal kapasitesine sahip civar kütüphanelerden bulabildiği kaynakları ödünç almak bir başka temin yöntemidir. Edebiyat ve Merkez kütüphanelerinde yayının kütüphane dışına çıkarılma konusundaki yasak, öğrencilerin oraları tercih etmeleri önünde temel engeldir. Kitabın bütününü edinmek gerekiyorsa yine önce fotokopicilerden temin etmekte veya e-kitap formatını tercih etmekte, bulabilirse korsanını satın almakta; bu imkanlar yoksa anlaştığı kitabevinden indirimli temin etmekte ya da kitabın basıldığı yayınevinden (yayınevlerinin çoğu fakülteye yakın konumlarda-Cağaloğlu, Vefa vb.-) ve sahaflardan (örn. Beyazıt'taki Sahaflar Çarşısı) belli oranda indirimlerle kitabı edinmektedir. Öğrencinin temayülü en masrafsız yöntemi öncelemektedir. Dolayısıyla öğrencinin alım gücü ile ders kaynaklarını temin etme arasında kaynağın orijinalliği kriterine göre bir ilişkisellik saptanabilir. Bu etkileşimler sonucu çıkarılacak krokide öğrencilerin kendi kitaplarını sattığı ikinci el kitap kabul eden kitabevleri ve sahafların da dağılımı ortaya çıkacaktır. Öğrencilerin okuduğu bölümlere ve sosyo-ekonomik durumlarına göre, kaynakların bulunduğu mekânlara göre kendiliğinden mekânsal bir kullanım ağının oluştuğu bu çalışma ile belli lisans programları çerçevesinde ortaya konacaktır. Bu araştırma İÜEF öğrencilerinin ders kaynaklarına erişim noktalarının sosyolojik krokisini ortaya koymayı; öğrencilerin ortalama bütçesi için maddi yükü fazla olan bu kaynakları temin etme problemini nasıl çözdüğünü ve geliştirdiği bu çözümlerin öğrencilik yaşantısını kolaylaştırıp kolaylaştırmadığı hakkında bilgi sahibi olmayı hedeflemektedir.

Research paper thumbnail of Tüketen İnsan Kendi Gölgesinden Kaçarken: İstanbul'daki Atık Algısı ve Bağlamsal Pratikleri

Research paper thumbnail of "Tom Bottomore - Seçkinler ve Toplum" Kitap Değerlendirmesi

Ankara, Gündoğan Yayınları, 1990, 168 s.

Research paper thumbnail of RENKLİLEŞEN YAŞAM VE BOURDIEU (Pleasantville Filmini Okumak)

" Önce seni görmezden gelirler, sonra alay ederler, sonra seninle şavaşırlar, sonra sen kazanırsı... more " Önce seni görmezden gelirler, sonra alay ederler, sonra seninle şavaşırlar, sonra sen kazanırsın. " M.Gandhi Türkçeye " Yaşamın Renkleri " adıyla çevrilen Pleasantville filminde iç içe geçen iki kurguyu sosyolojik olarak okuyup Bourdieu'nun habitus, sosyal alan, iktidar ve simgesel sermaye kavramlarıyla bezediği düşünümsellik sosyolojisinin bahsi geçen filmle zihinlerde pekiştirme girişimi metnin yazılış amacını belirlemektedir. Pleasantville isimli film, aynı isimdeki kasabayı ve o kasabanın yaşantısının dizi halinde verildiği Pleasantville Maratonu'nun her cuma şevk ve heyecan ile izlendiği evi iç içe aynı zamanda ayrı ayrı kurgular olarak ele almaktadır. Ayrı ayrı yaşanan kurgulardan iç içe yaşanan kurguya geçişin kilit noktası televizyon tamircisi, anahtarı ise sihirli kumandadır. Pleasantville, kasaba içindeki insanlarda ve o insanların yaşayışlarında meydana gelen " değişikliklerin " öyküsüdür. Pleasantville kasabası Pleasantville Maratonu isimli dizinin geçtiği yerleşim yeridir. Bu kasabanın sadece Elm ve Main caddeleri vardır ve bu caddelerin sonu kasabanın başladığı yer olarak aktarılır. Kısaca Pleasantville bu iki cadde kadardır; öncesi sonrası yoktur ve bu " sınırlılık " her şeyin başladığı ve her şeyin dolaylı dolaysız bağdaştığı ve her şeyin " başka bir şey " halini aldığı noktadır. " Pleasant " sıfatı, kelime anlamı ile " hoş, güzel, tatlı, latif "-lik içeren tüm özellikler kasabanın yaşantısında mevcuttur. Öyle ki herkes daima mutlu ve –vurgulu söylemle-çalışkandır. Her şey plan dahilinde ve sırası şaşmadan yapılır. Öyle " güzel " bir kasabadır ki itfaiyeler ateşi tanımaz ve mesai içinde yaptıkları en aksiyonlu iş kediyi ağaçtan kurtarmaktır. Havanın en yüksek ve en düşük sıcaklığı 22 derece ve hava mütemadiyen güneşlidir. " Gerçek yağmur " " gerçek yeşil " gibi kavramlarının içi kasaba insanlarının zihninde doldurulamamaktadır. " 24 saat boyunca baştan sona ailevi değerlerle dolu! Sıcak bir selamlama, düzenli beslenme ve elbette güvenli seks. " Bu kasaba içinde insanlar her gün işleyen program dışındaki herhangi bir şey için " Hayır " yanıtını bilmemektedirler ve bu bilmeyiş kasaba hayatında hiçbir sorun yaratmamaktadır. Kasabanın keskin sınırlara sahip ideolojik bir iktidar olgusuna sahip olmayışı da pratik yaşamda hiçbir boşluk yaratmamakta, Ticaret Odası Başkanı kasabanın reisi gibi saygı görmektedir. Ve o kadar mükemmel bir yaşantıdır ki Pleasantville'de kimse evsiz değildir, herkesin gideceği bir işi, geri dönüp uyuyacağı bir evi ve tek kişilik yatağı, kusursuzca hazırlanmış öğünlerin yendiği yemek masası vardır. Basketbol takımının potaya attığı her top girer, her müsabaka istisnasız kazanılır. Kasaba halkının her gün sırasıyla yapacağı bir uğraşı, sabitlenmiş programa uygun görevleri vardır. Halk kasabanın sınırlı ve kusur barındırmayan yaşamında kendi mutluluğunca özgür hissetmektedir. Mutluluğun zıttı zihinlerde tanım bulamamakta, öfke, hüzün, şehvet ve doludizgin sevinç gözlemlenememekte bunların ne olduğu insanlarca bilinmemektedir. Mutluluk, kasaba insanı için " olağanı eylemek " ten başka bir şey ihtiva etmemektedir.

Research paper thumbnail of İLAHİ AŞK – MECAZİ AŞK – METAYA AŞK ÇERÇEVESİNDE TARİH KAVRAMI

Tarih ve tarih yazımı; hayat, yaşayış, dünya, insan üzerine düşünmek suretiyle yaşamımızda bir ol... more Tarih ve tarih yazımı; hayat, yaşayış, dünya, insan üzerine düşünmek suretiyle yaşamımızda bir olgu olarak yer almaktadır. Bu vizyon bazen, bazı coğrafyalarda veya sosyal tabakalarda, tarihin insan üstüne düşünmesini aşarak insanı tarihi nasıl düşüneceğini konusunda yönlendirdiği de görülmüştür (Avrupa merkezci tarih yazıcılığı, saray vakanüvisliği gibi). Tarihin de diğer insan ve toplum bilimlerinin bünyesinde görüldüğü gibi belirli felsefelerin izleri vardır. Tarih yok olmuşla değil, bir zamanlar var olanla ilgilenmiş, bu ilgiyi dünün bugünü şekillendirmesiyle nitelemiştir. Tarihin zeminini oluşturmak için yöntem ve kuramlara dayanmaktan evvel, tarihçinin kendisini biçimlendirdiği dünyaya ve ürünü olan kendisine olan farkındalıkla beraber, duyarlılık ve tecrübeyi araştırmalarında kılavuz edinmesi gerekmektedir. Tecrübenin tarihle ilişkisi bireyden topluma dönüktür. İnsan tecrübesi ile toplum tecrübesi her nasıl oluyorsa birbiriyle ilişkili bir tablo çizmektedir. Tecrübeler toplumlarda çoğu zaman acı ile beraber anılır. Özel yaşamlarda ise bireyin tecrübelerle tanışıklığı önce bir kuşak büyüklerinin nasihatleri (bu nasihatler de verenin hayatındaki tecrübelerin acılığından, musibetlerin bir meyvesidir esasında) üzerinden gerçekleşip ardından bahsi geçen musibetlerle karşı karşıya kalmakla tanımın bireyin zihninde içeriksel boyutta da oturma fırsatı bulmuştur. Toplumlar içinse tecrübe sürgünler, hicretler, göçler, soykırımlar, katliamlar üzerinden kendisini açıklar. Tarihsel birikim de tecrübe ile beslenip bugünün toplumuna belki bir kimlik belki bir sığınak olarak kendine vücud oluşturur. Tarihsel birikim ve tecrübe başka bir deyişle tek yumurta ikizi gibidir. Öncesiz sonrasız şimdi'nin toplumun kimliğinde ne bugün ne başka bir gün tarihten bahsedilir ne de tarihin ve tecrübenin soyut sözlüklerindeki anlamlarında acı azap ve zor günler yer alamaz. İnsan ve toplum bilimlerinin hikayesi de bir çatışmanın ürünüdür; yapısalcılar ve post-yapısalcıların karşıtlığından yapı ile süreç çatışması çıkar, yapı vaka'da iken süreç içindeki an'dadır. Yapısalcıların söylediği gibi birey toplum'dan ibaretse de tamamen bu tanım olmayıp birey de toplumda söz sahibidir. Bireyin tarihi toplumun tarihi ile bir etki tepki bağlamında edilgen pozisyonda değil etkileşim bağlamında ilişkilidir. İnsanın tecrübesi ile toplum tecrübesinin örneklerinin bunca benzerliği bu sebeptendir. En basit açıklamayla büyük sözü dinlemeyen çocuk ile tarihsel birikimi dışlayan toplumun kendi bünyesince musibetlerle karşılaşacağı olasılığı hep vardır, bu bahsi geçen hiç yaşanmasa bile bu iki unsurun da kendini yapılandırması (tecrübeyi devre dışı bıraktığı için) bir yönden eksik kalmaktadır. İşte bu benzerliğe dayanarak tekil insanlar ve yaşantılarını seyrederek de bir yol izlenebileceği üzerinden ilerleyeceğim. Toplum için söylenen birey için söylenebilir, aynı şekilde bireye söylenen topluma da telakki edilebilir. Padişahlar değil bakkal Ahmet, meydan savaşları değil bir iki komşunun bakkaldan alışverişi de tarihin malzemesi olabilir. Yalnız mikrolarla hücre hücre oyalanması değil, sade makro olayların sebepsiz özgüveni değil, tarihte mikrodan makroya bir seyir de mümkündür. Tarih evvelden görevi belli ve genelin sözcüsü iken şimdi tekil ile bağını koparmayıp yapılardan bahsedebilen bir üslup biçimini alıp her şey gibi otoritelerin zincirinden biraz olsun kurtulmayı başarmıştır. Post söylemlerin yıkıcılık ve muğlaklığının peşinden gitmeyip esnek postmodernistlere kısmen yaklaşıp yeniden yapılandırmak bu mikro hücrelerin görevi haline getirilebilir. Bahsi geçen mikro hücreler için komşu selamlaşmaları, tıkanık trafikle mücadele, belki de ilk günden beri hemen her birimizin yaşamında olan aşk denebilir, her şey denebilir. Bunların hepsi hepimizi ilgilendirdiği kadar başa çıkma konusunda tek kaldığımız noktalardır, hücre tabiri bu hususu da çevreler. Tarihin devasa olayları penceresi de vardır ancak sosyolojiyi esas ilgilendiren insanlar arası ilişkilerin tarihidir. Osmanlı tarih yazımı " biz " üzerinden tek millet bazında hareket edip din, coğrafya gibi unsurları içinde eritmişse de sekülerizm rüzgarında uzun vadede savrulma kaderini yenememiştir. Ulus devletlerin meydana çıkmasıyla, aydınlanma felsefesi ve sekülerizm ile ben-biz kavramları sorguya değişime açık hale gelmiştir. Cemaat içinde erimektense birey olarak kendini idrak eden insan kendini bu zihinsel ve kültürel dönüşümün bir adı olan modern dünyanın içinde bulmuştur. Modernleşme ile birlikte sanatçılar önceki dönemlerdeki gibi anonim olmaktan vazgeçip eserleri ile adlarının duyulmasını

Research paper thumbnail of "Jack Goody - Kapitalizm ve Modernlik" Kitap Değerlendirmesi

Giriş Ekonominin yeniden canlanması, servetin istikrarlı bir biçimde artma(yığma) eğilimi olarak ... more Giriş Ekonominin yeniden canlanması, servetin istikrarlı bir biçimde artma(yığma) eğilimi olarak dillendirilen kapitalizm, özel mülkiyetin şekillenmesi ve ücretli işgücünün köleleştirilmiş ya da serfleştirilmiş emeğin yerini alması ile birlikte ticari yaşama yepyeni bir soluk getirmiştir. Araç-amaç ilişkisinin rasyonalitesi, çoğulcu ve hümanist ideoloji daha önce de varlığını sürdürüyordu fakat kapitalizmle birlikte gelişen bir hal aldı. Kapitalizmin tezahürüne yönelik tartışmalarda çeşitli dönemler ileri sürülmüş, Rönesans'a hatta klasik döneme kadar geriye işaret eden iddialarda bulunulmuştur. Weiner Sombart'ın dönemlemesine göre kapitalizm üç evreden meydana gelmiştir; " erken kapitalizm " sanayi öncesi dönem yani geç merkantil dönemdir, " yüksek kapitalizm " Sanayi Devrimi ile başlamıştır, " geç kapitalizm " için ikinci Sanayi Devrimi'ni (bahsi geçen dönemi silah sanayisinin gelişmesi olarak yorumluyorum) yani Birinci Dünya Savaşı'nı işaret etmiştir. 1 " Modernite modernite-öncesi ve modernite-sonrası, beşeri bilimlerin halihazırdaki yük beygirleridir. " 2 Modernite, değişim halinde bir kavramdır. Goody'e göre, genel anlamda geleneksel karşıtı olarak yorumlanan 3 bu kavram geçmişle kopuk değil, geçmişe daha az bağlı olarak dönüşen bir durumdadır. Bu görüşünün paralelinde geleneksel modern karşıtlığını eleştirmekte ve bu tutumunu geleneksel toplumların statik olmadığını ve sürekli değişen bir yapıda olduğu argümanıyla desteklemektedir. Ona göre yeni olan eski olanın dönüşümüdür ve eski olanın izlerini taşır. 4

Research paper thumbnail of TÜRKÇE Mİ, OSMANLI TÜRKÇESİ Mİ, OSMANLICA MI?

Giriş: Osmanlı Türkçesinin Dünü ve Bugünü Osmanlılık, bir devlet adından ziyade bir toplum kimliğ... more Giriş: Osmanlı Türkçesinin Dünü ve Bugünü Osmanlılık, bir devlet adından ziyade bir toplum kimliğidir. " Osmanlıca da bu Osmanlı toplumunun konuştuğu dildir " beyanına İlber Ortaylı " Osmanlılık bir medeniyetin, siyasi kimliğin, birlikteliğin sembolüdür. " demiştir ancak Osmanlıcayı bir dil olarak değil bir jargon olarak tanımlamış, Türkçe'nin Osmanlı üst zümresine ait bir üslubu olarak nitelendirmiştir. Osmanlıcanın, Osmanlı Türkçesi'nin, dil olup olmadığı bile tartışmaya açık bir pozisyondayken – Osmanlı ile birlikte yaşayan bir dil olmasına karşılık – şu anda da yaşatılması isteği Osmanlıcanın ve Osmanlı'nın eklemlenmişlikleri ile masaya yatırılmalıdır. Çoğu insanın bildiği gibi Osmanlıca diye tabir edilen bu dil esasında Türkçe'nin cümle kalıplarıyla oluşturulmuş, Türkçe seslendirilmiş, Arap harfleriyle yazılmış ve bünyesinde Türkçe, Arapça ve Farsça kelimeleri barındıran bir yapıdadır; yazılı bir dildir ve devlet yazışmalarında kullanılmaktadır. Eklemlenme ile kast ettiğim kültürümüzdeki Arap ve Fars kültürü rüzgârı, ve onların peşinden gelen Arapça ve Farsça sözcüklerle donatılmış bir dildi. Türk kavminin İslamiyet'i kabul etmesi, Horasan bölgesindeki etkileşimleri ve Mezopotamya'ya komşu Anadolu'da çeşitli medeniyetler kurması ile Arap ve Fars kültürü yavaş ancak sağlam adımlarla Türk kültürüne yerleşmiş, Arapça ve Farsçanın ürünleri olan muhteşem metinlere duyulan hayranlık kültürün dil ayağını Araplaştırmış Farslaştırmıştır. Bu hayranlık öyle uzun ve derin soluklu olmuştur ki Türkçe cümle kalıplarına sahip olarak tanımladığımız Osmanlıcanın bazı edebi ürünlerinde Farsça cümle kalıpları yer edinmeye dahi başlamıştır. Öte yandan bu ağdalı, süslü ve erişilmez dil reayaya oldukça yabancı kalmış, halkın %90'ı okuma yazma bilmeyen bir kitle haline gelmişken, yüzyıllarca Osmanlı yüksek zümresi ve edebiyatçıları adeta kendi yazdıklarını kendileri okumaktan başka bir şey yapmamışlardır. Yöneticiler de kısmen bu durumdan memnundurlar. Dini kaynakları çevirme gereği hissetmemişler, bunun için talep de olmamış ve kulaktan dolma bilgi nasıl olduysa toplumca daha cazip görünmüştür. Devlet piramidinde zirveye çıktıkça dil daha da ağırlaşmış, bu durum da halkı okuma yazma öğrenmekten uzaklaştırmıştır. Arapça ve Farsça ile daha da karmaşıklaşan dil, Anadolu halkı tarafından bir bakıma savuşturulmuş konumdadır. Dış eklemlerden izole Osmanlı toplumunda yüzlerce halk ozanı okuma yazma bilmeseler dahi bugünün insanının bile saygısını kazandığı binlerce türküyü saza almış ve sözleri Orta Asya Türkçesi ile neredeyse tıpatıp benzer kalmayı başarmıştır. Dil ayrışmasına dayanarak halk ve devlet arasındaki uçurumun derinleştiğini iddia etmek yanlış sayılmaz. Halk binlerce yıldır ağır devinimler almış Türkçeyi konuşuyorken ve küçük bir kısmı yazıyorken, devlet erkânı ve saray ağdalı Osmanlıca adı altında zor bir dil kullanmaktadır. Bazı kaynaklar saray içinde kısmen sade bir Türkçe konuşulduğunu ileri sürse de devletten halka iletişim yazı (ferman, mektup vb.) aracılığı ile sağlandığından bahsi geçen iddia, bu kopukluğun temelsizliğini savunmak için yetersiz kalmıştır. Tanzimat'tan sonra dönem aydınları devlet-reaya arasındaki uçurumun farkında olup bunun devlet kanallarındaki birçok sorunun kaynağı olabileceğini düşünen ilk zihinlerden olmuşlardır. 1773'ten sonra başlayan " mektepler dönemi " ile okuma yazma oranı artırılmaya çalışılmış ve imparatorluğun sonuna kadar az da olsa verim alınmıştır, yine de okullaştırma uçurumun yok olmasına yetmemiştir. Genel geçer dili sadeleştirme çabaları, gazetelerle daha çok kitleye ulaşıp aydınlatma isteği ile

Research paper thumbnail of TÜKETİM TOPLUMUNUN ÇOKLU TANRILARI VE PUTLARI: İMAJ ÇAĞI VE KÜRESELLEŞME

İmaj kavramı Ortaçağ temelli ve Hristiyan dünyanın ürünüdür. 4.yy'da azizler imajlara konu olmaya... more İmaj kavramı Ortaçağ temelli ve Hristiyan dünyanın ürünüdür. 4.yy'da azizler imajlara konu olmaya başlar ve bu 11.yy'da heykelciliğe dönüşür. 13.yy'dan sonra gündelik hayat içerisinde oyma-iç mekan tasarımları, dönüşen dinsel imajlar ve resim koleksiyonları görülmeye başlanır. 14.yy'dan sonra artık din ve azizler kalıbından taşıp estetik unsurlar imajın ilgi alanına girmiştir. Hristiyan dünyası matbaa ile tanışınca haritacılık ve bilimsel illüstrasyonlar gelişmiş, bir süre sonra imajlar propaganda için kullanılmaya başlamıştır. Basılan kitaplar yalnızca okuma yazma bilen eğitimli insanlara ulaşmaktadır ve geri kalan halka hitap etmek için imajlar kullanılmıştır. Böylece imajlarla eğitimsiz halka dini ve siyasi propagandalar aktarılır. Eleştirel imaj Aydınlanma Fransa'sında kendini karikatürlerle göstermiştir. Dindar Katolik kesim bu yükselen sesi bastırmak için Tanrı'nın kelamını gölgeledikleri gerekçesiyle muhalifleri putperestlikle suçlamışlardır. Fakat bütün bu engellemelere rağmen Aydınlanma Çağı imajlar için parlak sayılabilecek şekilde geçmiştir. Fransız Devrimi ile birlikte terör ve imparatorluk baskısından karikatürcüler susmak durumunda kalmıştır, denetimler çok olmasa bile oto sansürden dolayı imaj üretimi durmuştur. 3. Cumhuriyet ile birlikte yeniden canlanan üretim antiparlamenter bir yorumla kendini geliştirmiş 1900lü yıllara gelindiğinde ironi imajları ile karşılaşılmıştır. Daha da sonralarında ironi şekil değiştirerek alaycılığa varmıştır. Karikatür sanatı ile değişen ve dönüşen imaj, afiş ile dallanmıştır. Afiş de 19.yy'da satirik bir formdadır bununla birlikte parti propagandaları tıpkı reklam afişleri gibidir. Politik propaganda 1.Dünya Savaşı ile birlikte patladı ve düşmanın şeytanlaştırılması savaştan sonra da devam etti. Afişlerde sloganlar ve imajlar uyum içerisinde idi. Yedinci sanat diye nitelenen sinema da ilk ürününü 1895 yılında vermiş ve zaman içerisinde giderek imaj çemberinin merkezi halini almıştır. Bu şanını insanların ilgisini çekecek uç örneklere(özellikle erotizm) yer vermesine borçludur. Toplumun ikon peşinde koşması ile birlikte piyasalaşması plak poşetleriyle gelen övünç birbiriyle bağlantılıdır. Alt kültür ikonu bünyesine sızdırmıştır. 19.yy'da sanat en sahici ifade biçimi halindedir. Hegel döneminde plastik sanatlar, romantik dönemde müzikoloji, 20.yy başında da Almanya ve Avusturya'da ikonoloji önplandadır. İfadenin en basit ve kolay yolu olan imajın sanata sızması da şaşırtıcı değildir. Ancak imajın tarih biliminin ciddiyetini kazanması biraz daha zor olacaktır. Tarihin diğer beşeri bilimlerle iç içe geçtiği zamandan sonra ikonografik unsurlar tarihi dökümanlarda yer almaya başlamıştır. 1968'de nihayet antropoloji kültürel tarih ile tanışmıştır ve imajlar temsil amaçlı kullanılmaktadır. Göründüğün gibi olmak ve olma'nın içini boşaltmak İmaj, gerçeklik algısını tercüme etmek gibi yorumlanabilir. Tarih içinde dönüşümü de bir vakte kadar bu yöndedir: aktarılmak istenenin daha kısa ve dolaysız yolu olan imaj afişler ile propaganda ve reklam şeklinde karşımıza çıkmıştır. Farz-ı misal Victoria's Secret'ın dünyada tanınmasının ilk kıvılcımı Victoria döneminden esinlenerek mağazayı o dönemin objeleriyle dekore etmiş ve Victoria imajı ile çakılmış ve imajın reklama böylesine sindirilişinin en güzel örneklerinden biri haline gelmiştir. Sinema aracılığıyla aktör ve aktrisler üzerinden moda akımları altkültürlere aktarılmış,