Hümeyra İslamoğlu | Istanbul University (original) (raw)
Drafts by Hümeyra İslamoğlu
There are two articles, which examine this topic as deeply and discuss two different approaches f... more There are two articles, which examine this topic as deeply and discuss two different approaches for them. First one is Christopher Heath Wellman’s article named as ‘Famine Relief: The Duties We Have to Others’ and the other one is Andrew I. Cohen’s article, named as ‘Famine Relief and Human Virtue’. I will firstly adopt main opinions and view of Christopher Wellman, then mention about some of my criticisms to him about famine relief. In the second part, I will focus main opinions and view of Andrew Cohen, and argue him with my criticisms about his position. And lastly, I will offer my general argument, view, and solutions about human duties on the humanitarian assistance, and I will claim that my argument for modern and post-modern times; as “there is no real charitable person”.
Thesis Chapters by Hümeyra İslamoğlu
Modern sonrası bilim ve teknolojinin etkisi ile ortaya çıkan çürüme/decadence durumu, aydınlanma ... more Modern sonrası bilim ve teknolojinin etkisi ile ortaya çıkan çürüme/decadence durumu, aydınlanma aklının ön plana çıkardığı üst anlatıların meşruiyetinin sorgulanmasına sebep olmuştur. Kuvvetli modern yapıların ve kurumların gözden düşmesi, postmodern dönemin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Postmodern bilgi anlayışı, esnek, karmaşık ve heterojen bir yapıya sahiptir. Bu yapının en büyük sorunu ise filozoflar tarafından anlamın yadsınması/buharlaşması olarak görülmüştür.
Anlamın kaybını gerçeklik ve görünüş üzerinden ele alan Jean Baudrillard, yapay ve sahte olanın gerçeğin yerini aldığını ve içinde yaşadığımız bu çağın simülasyon çağı olduğunu vurgulamıştır.
Bu tezde Antik Yunan’dan bugüne dek tartışılagelmiş gerçeklik-görünüş diyalektiği üzerinden simülasyon kuramını temellendiren Baudrillard’ın düşüncesine yer verilecektir. Baudrillard’ın gerçeğin imaja dönüştüğünü temellendiren simülasyon kuramına dair kullandığı kavramlar ele alınarak, gerçekliğin hangi alanlarda hipergerçekliğe dönüştüğü incelenecek, bu doğrultuda simüle edilen nesne ve olguların gündelik hayatta hangi şekiller üstünden karşımıza çıktığı irdelenecektir.
Uluslararası Din ve Felsefe Araştırmaları Dergisi, 2018
Öz Postmodern çağın önde gelen düşünürlerinden Jean Baudrillard, içinde bulunduğumuz milenyum çağ... more Öz Postmodern çağın önde gelen düşünürlerinden Jean Baudrillard, içinde bulunduğumuz milenyum çağının gerçekliğini kaybettiğini ve yapaylığın hâkim olduğu bir dünyada yaşadığımızı ifade eder. Baudrillard'ın simülasyon kuramı ile temellendirdiği bu durum, gerçeğin simülakrlar aracılığı ile gösterge, imaj ve kodlara dönüşmesi ile ifade edilir. Hiper-gerçek olanın hâkimiyeti, düşüncenin ve gündelik yaşantının bütün alanlarında metastaz şeklinde yayılmaktadır. Baudrillard, şeylerin simülakr'a dönüşümünü ifade etmek için ve modern hayatın cazibesini pazarlayan bir olgu olarak "ayartma" kavramını öne sürer. "Ayartma", gerçeğin gücünü elinden alarak anlamın buharlaşmasına sebep olan bir eylem biçimidir. Bu makalede, genel hatlarıyla simülakrlar ve simülasyon kuramının tanımı, içerik ve tarihçesi, Baudrillard'ın simülasyon kuramı çerçevesinde "ayartma" kavramını nasıl tanımladığı, ayartmanın cinsellik, politika, sibernetik gibi olgular üzerindeki yoğun etkisi, ayartmanın bir formu olan gözaldatım özelliği, ayartmanın sınırları ele alınacaktır. Ayrıca Baudrillard'ın "ayartma" kavramını temellendirirken, ayartan ve ayartılanın, özne ve nesnenin karakterini ortaya çıkartan Kierkegaard'ın ayartma kavramını nasıl ele aldığına da değinilecektir.
Papers by Hümeyra İslamoğlu
Postmodern cagin onde gelen dusunurlerinden Jean Baudrillard, icinde bulundugumuz milenyum cagini... more Postmodern cagin onde gelen dusunurlerinden Jean Baudrillard, icinde bulundugumuz milenyum caginin gercekligini kaybettigini ve yapayligin hâkim oldugu bir dunyada yasadigimizi ifade eder. Baudrillard’in simulasyon kurami ile temellendirdigi bu durum, gercegin simulakrlar araciligi ile gosterge, imaj ve kodlara donusmesi ile ifade edilir. Hiper-gercek olanin hâkimiyeti, dusuncenin ve gundelik yasantinin butun alanlarinda metastaz seklinde yayilmaktadir. Baudrillard, seylerin simulakr’a donusumunu ifade etmek icin ve modern hayatin cazibesini pazarlayan bir olgu olarak “ayartma” kavramini one surer. “Ayartma”, gercegin gucunu elinden alarak anlamin buharlasmasina sebep olan bir eylem bicimidir. Bu makalede, genel hatlariyla simulakrlar ve simulasyon kuraminin tanimi, icerik ve tarihcesi, Baudrillard’in simulasyon kurami cercevesinde “ayartma” kavramini nasil tanimladigi, ayartmanin cinsellik, politika, sibernetik gibi olgular uzerindeki yogun etkisi, ayartmanin bir formu olan gozalda...
Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, 2020
This study examines the concept of history that Walter Benjamin constructed against the progressi... more This study examines the concept of history that Walter Benjamin constructed against the progressive understanding of history and the reflection of this concept on the emergence of Latin American revolutions in terms of similarities and parallels. Benjamin’s concept of history will be evaluated as the possibility of political action. Hegel’s idea of progressive history considers history as the unfolding of the rational consciousness of the Geist and the freedom brought about by this consciousness. Benjamin thinks that the history writing that embodies the idea of progressive history is linear, profane, and homogeneous; it reifies the past, by making it unique to those who prevail. On the other hand, Benjamin claims that history is a construction activity. His understanding of history underlines historical materialism. Benjamin’s concept of history is historical materialist, its instrument is messianism or theology, and its time is the time of the present. In Benjamin’s idea of history, social memory connects with history; history is read through the eyes of the oppressed not the victors; nostalgia is used a method for criticism of the present, and it promises a liberation or revolution. The revolution, which Benjamin call as “emergency brake” and expects to arise as a result of the dialectical reading of theology and history, emerged as a historical reality in the Latin American revolutions, which started to spread from bottom to whole in the 1940s. The increase in the number of the texts that combined revolutionary Marxism, historical materialism and liberation theology just before the revolution, the increase of churches and communities in Latin America that supported the revolutionary movement influenced by the theological-Marxist ideas are the key indicators of this similarity. In this article, I will examine Benjamin’s concept of historical materialism and theological messianism as its instrument. Then, I will discuss Latin American revolutions as constituting the cases in which Benjamin’s ideas of history were realized.
Divan Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, 2020
Bu çalışma, Walter Benjamin'in ilerlemeci tarih anlayışı karşısında inşa ettiği tarih fikrini ve ... more Bu çalışma, Walter Benjamin'in ilerlemeci tarih anlayışı karşısında inşa ettiği tarih fikrini ve bu fikrin, arz ettiği ben-zerlikler ve paralellikler bakımından Latin Amerika devrimlerinin ortaya çıkışındaki yansımalarını ele alacaktır. Bu anlamda politik eylemin imkanı olarak Benjamin'in tarih kavrayışı değerlendirilecektir.
Kur'ani Hayat Dergisi, 2020
Bir kimlik ve konum olarak özellikle kendisine XVIII. Yüzyılda yer bulan ‘entelektüel’ en genel a... more Bir kimlik ve konum olarak özellikle kendisine XVIII. Yüzyılda yer bulan ‘entelektüel’ en genel anlamda hakikatin sözcüsü, ‘hakikati’ bilmeyen kitlelerin bilinci ve vicdanı olarak tanımlanıyordu. Yani entelektüele ilişkin en temel varsayım hakikati önbildiği varsayımıdır. Entelektüel, toplumu o büyük kırılmaya yani devrime götüren değil; devrimden sonra gerçekleşecek dönüşümün lokomotifidir.
Birikim Dergisi, 2020
Etik estetiğe yem edilebilir mi? Asıl soru budur trajedi karşısında, Adorno o meşhur yargıyı orta... more Etik estetiğe yem edilebilir mi? Asıl soru budur trajedi karşısında, Adorno o meşhur yargıyı ortaya koyduğundan beri.-Barbarlık mıydı Auschwitz'ten sonra şiir yazmak?-Bu yargı faşizmin egemen gücünün kurbanlarının estetik bir kültür belgesine dönüştürülmesine karşı bir tedbir, bir uyarı niteliği taşıyordu. Nitekim Adorno, nasıl hiçbir kilisenin ikonu Tanrı'yı temsil edemiyorsa, hiçbir imgenin ve dilin de bu vahşeti ifade edemeyeceğini düşünüyordu. Sanatı sanat için kabul etmek; yani ona malzemesi ne olursa olsun yalnızca kendi ontolojisinden bir pay vermek yeni bir tür barbarlık güzellemesi idi. Biliyorduk, faşizmin coşkusu savaşta ve kanda görülmek istiyordu. Peki ya kendi çağının şahitleri; o şahitlerin hafızalarının üretecekleri kültür belgelerinde, kurulan metinlerde toplama kampları ve savaşlar hakkı ile anlatılabilecek miydi?
Emek ve Adalet Platformu, 2020
Bazı düşünürler vardır; nasıl yaşadıkları, hangi tarafta oldukları, neye inandıkları, ne ortaya k... more Bazı düşünürler vardır; nasıl yaşadıkları, hangi tarafta oldukları, neye inandıkları, ne ortaya koydukları sorusundan daima daha fazla tartışılır. Ürettiği düşünceler değil; toplum ve tarih tarafından nasıl alımlandığı sorusu o kişiye dair bir gündem yaratır; işte Carl Schmitt o isimlerden birisidir. Carl Schmitt geçtiğimiz ve içinde bulunduğumuz yüzyılın politika, hukuk ve felsefe alanlarında entelektüel tartışmaların hem öznesi, hem de nesnesi olmuş bir düşünürdür. İçinde yaşadığı çağın şartlarının şahsi yolculuğunu ve hikayesini büyük ölçüde etkilemiş olması, bu anlamda kimi zaman kontrol edemediği bir tarafın nesnesi olarak ortaya çıkması Schmitt'in ve düşüncesinin oldukça tartışmalı bir şekilde alımlanmasına sebep olmuştur.
The purpose of this research is to identify how Western economies benefit from illegal immigratio... more The purpose of this research is to identify how Western economies benefit from illegal immigration, especially focusing on the situations in United States and Europe. Migration is an alternative way of shape people’s future. Some people migrate with legal ways, but some of them cannot. This illegal immigration is not only beneficial for immigrants, but also the real beneficiaries are host countries. In this article, firstly I will deeply focus on migration and illegal immigration concepts and the reasons of illegal immigration, than I will mention about exploiting of Western economies by illegal immigration, referring with United States and European countries.
Siyasi ideoloji son iki yüzyıldan itibaren dünya tarihinde önemli yer tutmuş, modern dünyayı sosy... more Siyasi ideoloji son iki yüzyıldan itibaren dünya tarihinde önemli yer tutmuş, modern dünyayı sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda şekillendiren bir mefhum halini almıştır. Sanayileşen Batı'da ortaya çıkan ideolojik arayış XIX. Yüzyılda Marx ile tartışılmaya başlanmış, bugün geldiği noktada ise post-modernist bağlamda hem negatif hem de pozitif anlamda pek çok kez yorumlanmıştır. Bugün tarihin sonu tezleri ve liberal devlet bağlamında ideolojinin artık son bulduğu, soğuk savaş sonrasında teorik ve eylemsel olarak ideolojik hareketlerin kendine politik bir praksis zemini bulamayacağı öne sürülmektedir. Fakat tarihin güncellediği gerçekler ve ortaya çıkan tezler arasındaki çatışma ideolojinin zeminini muğlakta bırakmaktadır. Bu makalede Marx'ın ideoloji eleştirisi üzerinden gidilerek bunun tarihsel gerçeklikte kendine ne derecede yer bulduğu ve pratikteki yeri tartışılacak, bu bağlamda güncel tarih okumasında ideolojisiz siyasetin imkânları değerlendirilecektir.
Metafizik, felsefe tarihinin yadsınamaz bir parçasını oluşturan, yapbozun son parçası gibidir. Ya... more Metafizik, felsefe tarihinin yadsınamaz bir parçasını oluşturan, yapbozun son parçası gibidir. Yapbozun diğer parçaları ile resim görünür hale gelir; fakat son parçayı koymadan tamamlanamaz. Metafizik tümelle başlayan ve onunla sonuçlanan, bütünsel bir arayış biçimidir. Bu yüzden yapılma tarzı bakımından biricik ve her biricik olan gibi tartışmalıdır. Metafiziğin konularına dair evren, varlığın özü, fizikötesi, Tanrı'nın varlığı, töz gibi içerikler yakıştırılsa da aslen programının ne olduğuna dair türlü tartışmalar sürekli gün yüzüne çıkar. Fakat en nihayetinde Antik Yunan'dan bu yana felsefe ve metafizik birbirinin alanına müdahil, ayrıştırılamayan iki ayrı disiplin halinde gelmiştir. Nitekim filozofların büyük çoğunluğu temellendirmelerini metafizik ile temellendirmiş, iki kavram arasında bir ayrım gözetmemişlerdir. Felsefe ve metafizik arasında süregelen tartışmalı zemin 18. Yüzyılda Kant ile odak noktasına tırmanmış, Kant'ın ortaya koyduğu sistem alanlara ilişkin kimi sorunları çözüme kavuştururken, yeni tartışmaların da başat noktası olmuştur. Kant'ın ortaya koymuş olduğu transandantal idealizm fikrinde insan aklının yetilerinin nerede başlayıp nerede biteceği, nesneye ilişkin görüsü bütünüyle ortaya konulmuş ve metafizik 'trancendent' bir alan olarak bu sınırların dışında bırakılmıştır. Kant sonrası bütün filozofların baz almak zorunda kaldıkları bir temellendirme olarak bu ayrım mantıksal pozitivizm tartışmalarını açığa çıkarmış, Wittgenstein tarafından ise bu sınır dil/düşünce arasındaki çizgiye çekilmiştir. 20. yüzyılda mantıksal pozitivizm ve bu bağlamda metafizik tartışmaları Viyana çevresi olarak adlandırılan, mantık ve matematik ilkelerini öne çıkaran filozofların düşüncelerini dışarda bırakarak ele alınamaz. Yine bu çevreden, hatta aynı ekole dahil edebileceğimiz Wittgenstein'ın metafiziğe ilişkin tavrı da bu ekolün ortaya koyduğu çerçeve içerisinde kendisine bir yön çizer. Viyana Çevresi filozofları, 1929 yılında, Bilimsel Dünya Görüşü: Viyana Çevresi adıyla yayınladıkları bildiride amaçlarını bir manifesto ile dile getirmiş ve disiplinlerarası ayrıma dair ilişkilerin nasıl olması gerektiğini şu şekilde ifade etmişlerdir: "Amacımız, tek bir bilimin, yani insanlığın edinebileceği tüm bilgileri; fizik ya da psikoloji, doğa bilimleri ve edebiyat, felsefe ve özel bilimler gibi birbirinden tamamen ayrı disiplinlere ayırmaksızın içinde
Kur'ani Hayat, 2018
Geleneğin çatık kaşlı din anlayışı, sanatı estetik bir güzellik olarak ortaya koymayı tevhid ve v... more Geleneğin çatık kaşlı din anlayışı, sanatı estetik bir güzellik olarak ortaya koymayı tevhid ve vahdet karşıtı bir unsur gibi görmüş, ancak buna antitez olarak içerisinde ahlaki önermeleri ve değerleri barındıran estetik ürün ortaya koyacak bir teori de üretememiştir. Temelinde korkular ve yasaklar yatan bir bakış, dünyaya ve gerçekliğe dair alandan ideale dair bir eser çıkaramamıştır. Geldiğimiz noktada İslam Sanatı dediğimiz olgu, belirli el sanatlarına hapsedilmiştir. Elle tutulur, gözle görülür bir düşünce ortaya koyamamasının yanında bugün modern çağın sanat yorumlamalarına, sinemaya, müziğe ve görsel sanatlara da nasıl yaklaşmamız gerektiği üzerine söz söyleyememektedir. Bunun temel nedenleri arasında estetik ve etik dengenin doğru bir düzlem üzerine inşa edilememesinin, geleneğin dogmatik yasak ve korkularını aşarak kavramsal yeni bir teori ortaya koyulamamasının, sanatı olması gereken kavramlar üzerinde değerlendirilememesinin payı tartışılamayacak kadar büyüktür.
Book Reviews by Hümeyra İslamoğlu
REÇEL BLOG, 2018
Toplumsal bir sorun olarak şiddet şimdinin değil, geçmişin, ilk anın ve bütün tarihin sorunu. Fak... more Toplumsal bir sorun olarak şiddet şimdinin değil, geçmişin, ilk anın ve bütün tarihin sorunu. Fakat şiddet, literal karşılığını en çok kadına yönelik olduğunda kazanıyor. Erkeğin erkeğe, erkin erke, devletin devlete şiddetinin adı kavga, savaş, cenk. Fakat tek taraflı, çok yönlü, geçişken ve adeta babalardan oğullara miras gibi geçen şiddet en çok kadına yönelikken şiddet. Şiddet kötü bir gelenek olarak toplumsal kalıntının bir eseri olduğu kadar desteklenmek için de pek çok kurumdan kendisine referans istiyor. Pascal'ın 'Dini inançlara sığınmadıkça, insan kötülüğü büyük bir zevkle ve acımasızlıkla yapamaz' derken neyi kastettiği en çok kutsal metinleri yorumlamanın yetkisi ile kadını ötekileştiren, metalaştıran, nesneleştiren, şiddeti, aşağılamayı, hor görmeyi kendinde hak gören bir bilinç ile somutlaşıyor. Dindar coğrafyalarda üretken olamayan, azınlıkta, ezilmeye mahkum olan kadın algısının sosyolojik pek çok nedeni olabilir, fakat en temelde kadına bakışın yanlışlığını temellendiren dini argümanları konuşmadan yapılan bütün tartışmalar eksik ve yarım kalıyor. Dini referanslardan gücünü alan toplumlarda kendi pratiklerini dahi yaşayamayan, kendi seçimlerini yapamayan kadınların ilerleyen tarih karşısında yerinde saymaya zorlandığı da evrensel bir gerçek olarak görülmeyi bekliyor. Bir yanda kendi gerçekliği ile savaşan ve kavga veren kadınlar, diğer yanda kendi gerçekliğinin üzerine bir söylem geliştiren fakat bunun için ödemesi gereken bedeller, alması gereken riskler olan kadınlar adı konulmamış bir savaşın tarafı olmak durumunda kalıyor.
There are two articles, which examine this topic as deeply and discuss two different approaches f... more There are two articles, which examine this topic as deeply and discuss two different approaches for them. First one is Christopher Heath Wellman’s article named as ‘Famine Relief: The Duties We Have to Others’ and the other one is Andrew I. Cohen’s article, named as ‘Famine Relief and Human Virtue’. I will firstly adopt main opinions and view of Christopher Wellman, then mention about some of my criticisms to him about famine relief. In the second part, I will focus main opinions and view of Andrew Cohen, and argue him with my criticisms about his position. And lastly, I will offer my general argument, view, and solutions about human duties on the humanitarian assistance, and I will claim that my argument for modern and post-modern times; as “there is no real charitable person”.
Modern sonrası bilim ve teknolojinin etkisi ile ortaya çıkan çürüme/decadence durumu, aydınlanma ... more Modern sonrası bilim ve teknolojinin etkisi ile ortaya çıkan çürüme/decadence durumu, aydınlanma aklının ön plana çıkardığı üst anlatıların meşruiyetinin sorgulanmasına sebep olmuştur. Kuvvetli modern yapıların ve kurumların gözden düşmesi, postmodern dönemin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Postmodern bilgi anlayışı, esnek, karmaşık ve heterojen bir yapıya sahiptir. Bu yapının en büyük sorunu ise filozoflar tarafından anlamın yadsınması/buharlaşması olarak görülmüştür.
Anlamın kaybını gerçeklik ve görünüş üzerinden ele alan Jean Baudrillard, yapay ve sahte olanın gerçeğin yerini aldığını ve içinde yaşadığımız bu çağın simülasyon çağı olduğunu vurgulamıştır.
Bu tezde Antik Yunan’dan bugüne dek tartışılagelmiş gerçeklik-görünüş diyalektiği üzerinden simülasyon kuramını temellendiren Baudrillard’ın düşüncesine yer verilecektir. Baudrillard’ın gerçeğin imaja dönüştüğünü temellendiren simülasyon kuramına dair kullandığı kavramlar ele alınarak, gerçekliğin hangi alanlarda hipergerçekliğe dönüştüğü incelenecek, bu doğrultuda simüle edilen nesne ve olguların gündelik hayatta hangi şekiller üstünden karşımıza çıktığı irdelenecektir.
Uluslararası Din ve Felsefe Araştırmaları Dergisi, 2018
Öz Postmodern çağın önde gelen düşünürlerinden Jean Baudrillard, içinde bulunduğumuz milenyum çağ... more Öz Postmodern çağın önde gelen düşünürlerinden Jean Baudrillard, içinde bulunduğumuz milenyum çağının gerçekliğini kaybettiğini ve yapaylığın hâkim olduğu bir dünyada yaşadığımızı ifade eder. Baudrillard'ın simülasyon kuramı ile temellendirdiği bu durum, gerçeğin simülakrlar aracılığı ile gösterge, imaj ve kodlara dönüşmesi ile ifade edilir. Hiper-gerçek olanın hâkimiyeti, düşüncenin ve gündelik yaşantının bütün alanlarında metastaz şeklinde yayılmaktadır. Baudrillard, şeylerin simülakr'a dönüşümünü ifade etmek için ve modern hayatın cazibesini pazarlayan bir olgu olarak "ayartma" kavramını öne sürer. "Ayartma", gerçeğin gücünü elinden alarak anlamın buharlaşmasına sebep olan bir eylem biçimidir. Bu makalede, genel hatlarıyla simülakrlar ve simülasyon kuramının tanımı, içerik ve tarihçesi, Baudrillard'ın simülasyon kuramı çerçevesinde "ayartma" kavramını nasıl tanımladığı, ayartmanın cinsellik, politika, sibernetik gibi olgular üzerindeki yoğun etkisi, ayartmanın bir formu olan gözaldatım özelliği, ayartmanın sınırları ele alınacaktır. Ayrıca Baudrillard'ın "ayartma" kavramını temellendirirken, ayartan ve ayartılanın, özne ve nesnenin karakterini ortaya çıkartan Kierkegaard'ın ayartma kavramını nasıl ele aldığına da değinilecektir.
Postmodern cagin onde gelen dusunurlerinden Jean Baudrillard, icinde bulundugumuz milenyum cagini... more Postmodern cagin onde gelen dusunurlerinden Jean Baudrillard, icinde bulundugumuz milenyum caginin gercekligini kaybettigini ve yapayligin hâkim oldugu bir dunyada yasadigimizi ifade eder. Baudrillard’in simulasyon kurami ile temellendirdigi bu durum, gercegin simulakrlar araciligi ile gosterge, imaj ve kodlara donusmesi ile ifade edilir. Hiper-gercek olanin hâkimiyeti, dusuncenin ve gundelik yasantinin butun alanlarinda metastaz seklinde yayilmaktadir. Baudrillard, seylerin simulakr’a donusumunu ifade etmek icin ve modern hayatin cazibesini pazarlayan bir olgu olarak “ayartma” kavramini one surer. “Ayartma”, gercegin gucunu elinden alarak anlamin buharlasmasina sebep olan bir eylem bicimidir. Bu makalede, genel hatlariyla simulakrlar ve simulasyon kuraminin tanimi, icerik ve tarihcesi, Baudrillard’in simulasyon kurami cercevesinde “ayartma” kavramini nasil tanimladigi, ayartmanin cinsellik, politika, sibernetik gibi olgular uzerindeki yogun etkisi, ayartmanin bir formu olan gozalda...
Divan: Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, 2020
This study examines the concept of history that Walter Benjamin constructed against the progressi... more This study examines the concept of history that Walter Benjamin constructed against the progressive understanding of history and the reflection of this concept on the emergence of Latin American revolutions in terms of similarities and parallels. Benjamin’s concept of history will be evaluated as the possibility of political action. Hegel’s idea of progressive history considers history as the unfolding of the rational consciousness of the Geist and the freedom brought about by this consciousness. Benjamin thinks that the history writing that embodies the idea of progressive history is linear, profane, and homogeneous; it reifies the past, by making it unique to those who prevail. On the other hand, Benjamin claims that history is a construction activity. His understanding of history underlines historical materialism. Benjamin’s concept of history is historical materialist, its instrument is messianism or theology, and its time is the time of the present. In Benjamin’s idea of history, social memory connects with history; history is read through the eyes of the oppressed not the victors; nostalgia is used a method for criticism of the present, and it promises a liberation or revolution. The revolution, which Benjamin call as “emergency brake” and expects to arise as a result of the dialectical reading of theology and history, emerged as a historical reality in the Latin American revolutions, which started to spread from bottom to whole in the 1940s. The increase in the number of the texts that combined revolutionary Marxism, historical materialism and liberation theology just before the revolution, the increase of churches and communities in Latin America that supported the revolutionary movement influenced by the theological-Marxist ideas are the key indicators of this similarity. In this article, I will examine Benjamin’s concept of historical materialism and theological messianism as its instrument. Then, I will discuss Latin American revolutions as constituting the cases in which Benjamin’s ideas of history were realized.
Divan Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, 2020
Bu çalışma, Walter Benjamin'in ilerlemeci tarih anlayışı karşısında inşa ettiği tarih fikrini ve ... more Bu çalışma, Walter Benjamin'in ilerlemeci tarih anlayışı karşısında inşa ettiği tarih fikrini ve bu fikrin, arz ettiği ben-zerlikler ve paralellikler bakımından Latin Amerika devrimlerinin ortaya çıkışındaki yansımalarını ele alacaktır. Bu anlamda politik eylemin imkanı olarak Benjamin'in tarih kavrayışı değerlendirilecektir.
Kur'ani Hayat Dergisi, 2020
Bir kimlik ve konum olarak özellikle kendisine XVIII. Yüzyılda yer bulan ‘entelektüel’ en genel a... more Bir kimlik ve konum olarak özellikle kendisine XVIII. Yüzyılda yer bulan ‘entelektüel’ en genel anlamda hakikatin sözcüsü, ‘hakikati’ bilmeyen kitlelerin bilinci ve vicdanı olarak tanımlanıyordu. Yani entelektüele ilişkin en temel varsayım hakikati önbildiği varsayımıdır. Entelektüel, toplumu o büyük kırılmaya yani devrime götüren değil; devrimden sonra gerçekleşecek dönüşümün lokomotifidir.
Birikim Dergisi, 2020
Etik estetiğe yem edilebilir mi? Asıl soru budur trajedi karşısında, Adorno o meşhur yargıyı orta... more Etik estetiğe yem edilebilir mi? Asıl soru budur trajedi karşısında, Adorno o meşhur yargıyı ortaya koyduğundan beri.-Barbarlık mıydı Auschwitz'ten sonra şiir yazmak?-Bu yargı faşizmin egemen gücünün kurbanlarının estetik bir kültür belgesine dönüştürülmesine karşı bir tedbir, bir uyarı niteliği taşıyordu. Nitekim Adorno, nasıl hiçbir kilisenin ikonu Tanrı'yı temsil edemiyorsa, hiçbir imgenin ve dilin de bu vahşeti ifade edemeyeceğini düşünüyordu. Sanatı sanat için kabul etmek; yani ona malzemesi ne olursa olsun yalnızca kendi ontolojisinden bir pay vermek yeni bir tür barbarlık güzellemesi idi. Biliyorduk, faşizmin coşkusu savaşta ve kanda görülmek istiyordu. Peki ya kendi çağının şahitleri; o şahitlerin hafızalarının üretecekleri kültür belgelerinde, kurulan metinlerde toplama kampları ve savaşlar hakkı ile anlatılabilecek miydi?
Emek ve Adalet Platformu, 2020
Bazı düşünürler vardır; nasıl yaşadıkları, hangi tarafta oldukları, neye inandıkları, ne ortaya k... more Bazı düşünürler vardır; nasıl yaşadıkları, hangi tarafta oldukları, neye inandıkları, ne ortaya koydukları sorusundan daima daha fazla tartışılır. Ürettiği düşünceler değil; toplum ve tarih tarafından nasıl alımlandığı sorusu o kişiye dair bir gündem yaratır; işte Carl Schmitt o isimlerden birisidir. Carl Schmitt geçtiğimiz ve içinde bulunduğumuz yüzyılın politika, hukuk ve felsefe alanlarında entelektüel tartışmaların hem öznesi, hem de nesnesi olmuş bir düşünürdür. İçinde yaşadığı çağın şartlarının şahsi yolculuğunu ve hikayesini büyük ölçüde etkilemiş olması, bu anlamda kimi zaman kontrol edemediği bir tarafın nesnesi olarak ortaya çıkması Schmitt'in ve düşüncesinin oldukça tartışmalı bir şekilde alımlanmasına sebep olmuştur.
The purpose of this research is to identify how Western economies benefit from illegal immigratio... more The purpose of this research is to identify how Western economies benefit from illegal immigration, especially focusing on the situations in United States and Europe. Migration is an alternative way of shape people’s future. Some people migrate with legal ways, but some of them cannot. This illegal immigration is not only beneficial for immigrants, but also the real beneficiaries are host countries. In this article, firstly I will deeply focus on migration and illegal immigration concepts and the reasons of illegal immigration, than I will mention about exploiting of Western economies by illegal immigration, referring with United States and European countries.
Siyasi ideoloji son iki yüzyıldan itibaren dünya tarihinde önemli yer tutmuş, modern dünyayı sosy... more Siyasi ideoloji son iki yüzyıldan itibaren dünya tarihinde önemli yer tutmuş, modern dünyayı sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda şekillendiren bir mefhum halini almıştır. Sanayileşen Batı'da ortaya çıkan ideolojik arayış XIX. Yüzyılda Marx ile tartışılmaya başlanmış, bugün geldiği noktada ise post-modernist bağlamda hem negatif hem de pozitif anlamda pek çok kez yorumlanmıştır. Bugün tarihin sonu tezleri ve liberal devlet bağlamında ideolojinin artık son bulduğu, soğuk savaş sonrasında teorik ve eylemsel olarak ideolojik hareketlerin kendine politik bir praksis zemini bulamayacağı öne sürülmektedir. Fakat tarihin güncellediği gerçekler ve ortaya çıkan tezler arasındaki çatışma ideolojinin zeminini muğlakta bırakmaktadır. Bu makalede Marx'ın ideoloji eleştirisi üzerinden gidilerek bunun tarihsel gerçeklikte kendine ne derecede yer bulduğu ve pratikteki yeri tartışılacak, bu bağlamda güncel tarih okumasında ideolojisiz siyasetin imkânları değerlendirilecektir.
Metafizik, felsefe tarihinin yadsınamaz bir parçasını oluşturan, yapbozun son parçası gibidir. Ya... more Metafizik, felsefe tarihinin yadsınamaz bir parçasını oluşturan, yapbozun son parçası gibidir. Yapbozun diğer parçaları ile resim görünür hale gelir; fakat son parçayı koymadan tamamlanamaz. Metafizik tümelle başlayan ve onunla sonuçlanan, bütünsel bir arayış biçimidir. Bu yüzden yapılma tarzı bakımından biricik ve her biricik olan gibi tartışmalıdır. Metafiziğin konularına dair evren, varlığın özü, fizikötesi, Tanrı'nın varlığı, töz gibi içerikler yakıştırılsa da aslen programının ne olduğuna dair türlü tartışmalar sürekli gün yüzüne çıkar. Fakat en nihayetinde Antik Yunan'dan bu yana felsefe ve metafizik birbirinin alanına müdahil, ayrıştırılamayan iki ayrı disiplin halinde gelmiştir. Nitekim filozofların büyük çoğunluğu temellendirmelerini metafizik ile temellendirmiş, iki kavram arasında bir ayrım gözetmemişlerdir. Felsefe ve metafizik arasında süregelen tartışmalı zemin 18. Yüzyılda Kant ile odak noktasına tırmanmış, Kant'ın ortaya koyduğu sistem alanlara ilişkin kimi sorunları çözüme kavuştururken, yeni tartışmaların da başat noktası olmuştur. Kant'ın ortaya koymuş olduğu transandantal idealizm fikrinde insan aklının yetilerinin nerede başlayıp nerede biteceği, nesneye ilişkin görüsü bütünüyle ortaya konulmuş ve metafizik 'trancendent' bir alan olarak bu sınırların dışında bırakılmıştır. Kant sonrası bütün filozofların baz almak zorunda kaldıkları bir temellendirme olarak bu ayrım mantıksal pozitivizm tartışmalarını açığa çıkarmış, Wittgenstein tarafından ise bu sınır dil/düşünce arasındaki çizgiye çekilmiştir. 20. yüzyılda mantıksal pozitivizm ve bu bağlamda metafizik tartışmaları Viyana çevresi olarak adlandırılan, mantık ve matematik ilkelerini öne çıkaran filozofların düşüncelerini dışarda bırakarak ele alınamaz. Yine bu çevreden, hatta aynı ekole dahil edebileceğimiz Wittgenstein'ın metafiziğe ilişkin tavrı da bu ekolün ortaya koyduğu çerçeve içerisinde kendisine bir yön çizer. Viyana Çevresi filozofları, 1929 yılında, Bilimsel Dünya Görüşü: Viyana Çevresi adıyla yayınladıkları bildiride amaçlarını bir manifesto ile dile getirmiş ve disiplinlerarası ayrıma dair ilişkilerin nasıl olması gerektiğini şu şekilde ifade etmişlerdir: "Amacımız, tek bir bilimin, yani insanlığın edinebileceği tüm bilgileri; fizik ya da psikoloji, doğa bilimleri ve edebiyat, felsefe ve özel bilimler gibi birbirinden tamamen ayrı disiplinlere ayırmaksızın içinde
Kur'ani Hayat, 2018
Geleneğin çatık kaşlı din anlayışı, sanatı estetik bir güzellik olarak ortaya koymayı tevhid ve v... more Geleneğin çatık kaşlı din anlayışı, sanatı estetik bir güzellik olarak ortaya koymayı tevhid ve vahdet karşıtı bir unsur gibi görmüş, ancak buna antitez olarak içerisinde ahlaki önermeleri ve değerleri barındıran estetik ürün ortaya koyacak bir teori de üretememiştir. Temelinde korkular ve yasaklar yatan bir bakış, dünyaya ve gerçekliğe dair alandan ideale dair bir eser çıkaramamıştır. Geldiğimiz noktada İslam Sanatı dediğimiz olgu, belirli el sanatlarına hapsedilmiştir. Elle tutulur, gözle görülür bir düşünce ortaya koyamamasının yanında bugün modern çağın sanat yorumlamalarına, sinemaya, müziğe ve görsel sanatlara da nasıl yaklaşmamız gerektiği üzerine söz söyleyememektedir. Bunun temel nedenleri arasında estetik ve etik dengenin doğru bir düzlem üzerine inşa edilememesinin, geleneğin dogmatik yasak ve korkularını aşarak kavramsal yeni bir teori ortaya koyulamamasının, sanatı olması gereken kavramlar üzerinde değerlendirilememesinin payı tartışılamayacak kadar büyüktür.
REÇEL BLOG, 2018
Toplumsal bir sorun olarak şiddet şimdinin değil, geçmişin, ilk anın ve bütün tarihin sorunu. Fak... more Toplumsal bir sorun olarak şiddet şimdinin değil, geçmişin, ilk anın ve bütün tarihin sorunu. Fakat şiddet, literal karşılığını en çok kadına yönelik olduğunda kazanıyor. Erkeğin erkeğe, erkin erke, devletin devlete şiddetinin adı kavga, savaş, cenk. Fakat tek taraflı, çok yönlü, geçişken ve adeta babalardan oğullara miras gibi geçen şiddet en çok kadına yönelikken şiddet. Şiddet kötü bir gelenek olarak toplumsal kalıntının bir eseri olduğu kadar desteklenmek için de pek çok kurumdan kendisine referans istiyor. Pascal'ın 'Dini inançlara sığınmadıkça, insan kötülüğü büyük bir zevkle ve acımasızlıkla yapamaz' derken neyi kastettiği en çok kutsal metinleri yorumlamanın yetkisi ile kadını ötekileştiren, metalaştıran, nesneleştiren, şiddeti, aşağılamayı, hor görmeyi kendinde hak gören bir bilinç ile somutlaşıyor. Dindar coğrafyalarda üretken olamayan, azınlıkta, ezilmeye mahkum olan kadın algısının sosyolojik pek çok nedeni olabilir, fakat en temelde kadına bakışın yanlışlığını temellendiren dini argümanları konuşmadan yapılan bütün tartışmalar eksik ve yarım kalıyor. Dini referanslardan gücünü alan toplumlarda kendi pratiklerini dahi yaşayamayan, kendi seçimlerini yapamayan kadınların ilerleyen tarih karşısında yerinde saymaya zorlandığı da evrensel bir gerçek olarak görülmeyi bekliyor. Bir yanda kendi gerçekliği ile savaşan ve kavga veren kadınlar, diğer yanda kendi gerçekliğinin üzerine bir söylem geliştiren fakat bunun için ödemesi gereken bedeller, alması gereken riskler olan kadınlar adı konulmamış bir savaşın tarafı olmak durumunda kalıyor.