[İ]: İlan (original) (raw)

A’dan Z’ye Servet-i Fünûn Manzaraları

[İ]: İlan

İ harfindeki kavram “ilan”. Arapça kökenli bu kelime duyurma, açığa çıkarma anlamlarına sahip. Aynı kökten türeyen başka bir kelime de gizli olmayan, açık ve aşikâr olan anlamlarına gelen “aleni”. Uğur Tanyeli, Osmanlıların pek de oluşturma gereksinimi görmediği kamusal-özel kavramlarının 19. yüzyılda nasıl tanımlanmaya çalışıldığını yazarken aleni kavramına da müracaat eder.1 Şemseddin Sami’nin 1901’de Kamus-ı Fransevi adıyla yayımlanan Fransızcadan Türkçeye sözlüğünde publique kelimesinin karşılığında “umumi”nin yanında “alenen, aleni” tanımları da vardır. Tanyeli’ye göre 20. yüzyılın ortalarına kadar sözlüklerde bu gibi karşılıklar bulmasına rağmen bir eylemin kimseden gizlenmeyerek açıkta gerçekleşmesi, Osmanlı kamusalının tanımı değildir. Osmanlıda özel-kamusal tanımlarının diğer dillerdeki gibi yapılmasına bile ihtiyaç duyulmamıştır. Yine de buradan hareketle şöyle bir soru sormak mümkün gibidir: Bir etkinliği, bir mekânı veya bir ürünü ve onunla beraber kullanım pratiğini ilan etmek kamusallığı üretmeye, tetiklemeye etkin bir eylem olabilir mi? Servet-i Fünûn gibi dergilerin her sayısı adeta birer ilan olarak kamusallığa katkıda bulunmaya gayret ediyor gibi görünür. Yazarların kaleme aldığı bir dolu metinle İstanbul’un seçilmiş kamusal yaşantısı anlatıya dönüşür; duymayan, bilmeyen okurlar için açığa çıkarılır. Servet-i Fünûn özellikle fotoğraf ve gravürlerle bu kamusallığın görsel anlatılarını da okurlara duyurur. A harfindeki Haydarpaşa rıhtım inşaatını gezerek neler yapıldığını hem metin hem de fotoğraflarla ilan eden Ahmed İhsan, o inşaattaki aktiviteyi gizli olmaktan çıkarır ve okuyucularla paylaşır. H harfindeki ilk film gösterimi anlatısı da benzer bir pozisyon takınır ve sinemanın ilanını yaparak yeni bir kamusallığı merak ettirir, bir başka deyişle bu kamusallığın üretimine katkıda bulunur.

31 Aralık 1896 tarihinde kaleme aldığı 303. sayıdaki “İstanbul Postası”nda yazar, benzer bir niyetin peşindedir. Bu kez kaleme aldığı duyuruların ötesinde kendisi de kentteki ilanların peşinden sürüklenir. Daha fazla uzatmadan, İstanbul’un birkaç farklı bölgesini dolaşacağımız metni didiklemeye başlayalım.

1. Eğlencenin İlanı

“On gün kadar devam eden küşâde [ferah] havaları yine soğuk, yağmurlu günler takip eyledi. Yirmi dört saat evveli kuruluğuna, temizliğine bayıldığımız sokakların cüzi yağmurla o kadar çamurlandığına insan bir türlü hayıflanmaktan kendini alamıyor. Hakikat! On gün evvelki sürekli yağmurlar caddeleri, sokakları ne güzel yıkayıp temizlemiş, ondan sonra arz-ı didâr eden [yüz gösteren] güneşli hava sayesinde her taraf ne de iyi kurumuş idi; o güzel eyyâma [günlere] tesâdüf eden cuma ile pazar –İstanbul’un kışlara mahsus cevelângâhı [gezinti yeri] bulunan– Beyoğlu ne parlak oluyordu.”

Çoğu yazısında yaptığı gibi metnini tekrar hava durumuyla açar Ahmed İhsan; neredeyse hava durumundan bahsettiği satırların tümünde, bu durumu kentin kamusallığıyla ilişkilendirir. Kötü havalarda insanlar hayıflanır, sıkılır, dışarısı tenhalaşır. Tam aksi güneş açınca ise keyifler yerine gelir, yazarın “parlak” tabir ettiği bir kamusallık vuku bulur. O günkü parıltının adresi Beyoğlu’dur.

“Bon Marşe’nin [Bon Marche] önü birbirine çitişen arabalarla, dâhilen camekânların arası ise seyircilerin izdihamı ile hareket-i dâimesinden [kesintisiz hareketten] mahrum kalıyor; büyük caddelerde dahi erbâb-ı tenezzühün [gezenlerin] cereyânı görülüyor; duvarlarda görülen ilânlar Şişli’de ‘çiçekli bahçeli’ bir gazinonun açıldığını, o akşam Fransız tiyatrosunda ‘Toledad’ [L’Enlevement de la Toledad] piyesi verileceğini, elbiseye (enbise?)2 ihtiyacınız varsa Teryeng mağazasına mürâcaat lazım geldiğini celi [aşikâr] hutut [yazılar] ile enzâra [bakışlara] nümâyân [görünür] eyliyor idi.”3

Ahmed İhsan gördüğü ilanları peşi sıra dökümünü yapar. Bon Marche, günümüzde İstiklal Caddesi’ndeki Odakule’nin yerinde olan dönemin meşhur alışveriş merkezi. Aşağıdaki görsel, az biraz Bon Marche’den Galatasaray’a doğru ilerlediğimizde gördüğümüz manzara. Sağ kısımdaki boş arazi 1910’da inşa edilecek Mısır Apartmanı’nın yeri. Araziyi çevreleyen ahşap duvar üzerinde bir dolu ilan görünüyor. Alman temizlik ürünleri firması Odol ve Verdi’nin La Traviata adlı opera eserinin ilanları uzaktan seçilebilenler. Bunlar dışında grafik tasarımlarıyla gelip geçenin ilgisini çekmeye çalışan diğer ilanlar var. Ahmed İhsan belki de caddede ilerlerken tam da bu duvara göz gezdirip seçti sıraladığı ilanları.

Ahmed İhsan, derginin de aynı bu duvardaki gibi bir işlev görebileceğini hızlıca idrak eden girişimcilerdendir. Servet-i Fünûn yayın hayatına başlamasından kısa bir süre sonra ilanlara sayfalarında yer verir. F harfinde örneklenen fonograf imgeleri bu reklam ilanlarının bir parçasıdır. Yazının kaleme alındığı derginin 303. sayısında henüz tek tük ilan varken, sözgelimi yıl 1902’yi gösterdiğinde iki sayfayı kaplayan fes, dikiş makinesi ve beşik gibi bir dolu ilan aynı sayfaya yerleşir.

İlan sayfası, kaynak: Servet-i Fünûn,
sayı 565, 1902

“Bahçeli çiçekli gazinoya kadar biz de çıktık; Şişli’de en baştaki gazinonun terasaları etrafına camekân takmışlar. Yani yazlık südde [kapı] kışlık esvab [kıyafetler] giydirmişler! Dışarıda buram buram kar yağdığı vakit şu camekân içerisi iyi ısınmış, köşede âheng-endâz [uygun] olması icap eden musikinin nagamâtı [ezgileri] hüsn-i intihâb olunmuş [güzel seçilmiş] olursa ezhâr nemâ [çiçeklerin büyüdüğü] gazino fenâ olmayacak. Bizim gittiğimiz açık havalı cuma gününde ise burası hiç de câzibe-dar değildi.”

İlan amacını gerçekleştirir ve Ahmed İhsan’ı Şişli’ye sürükler. Yazar bu yeni açılan gazinonun ismini veya tam yerini vermese de Ahmed Rasim’in _Şehir Mektupları_’nda kaleme aldığı Binbirçiçek Gazinosu olma ihtimali yüksek: “Aman! Şişli’de Binbirçiçek denilen bir gazino var. İçinde alaturka çalgı çalıyor. Fakat ne binbir çiçek! Nergis, şebboy, ondan başka bir şey yok.”4 Yazara göre ismiyle çelişen bu gazino, havanın kararmasıyla ismini doğrular bir dönüşüm geçirir: “Yalnız akşama doğru Beyoğlu’nun, Galata’nın nevâdir-i ezhârı [nadir çiçekleri] düşüyor. Artık yeşilliği seyredin. Demet demet Bülbülderesi’nden gül, Tatavla’dan sümbül, Yenişehir’den menekşe, Çiçekçi Sokağı’ndan karanfil, Venedik Sokağı’ndan lale, Derviş Sokağı’ndan mine, Timoni Sokağı’ndan kamelya, Fıçıcı’dan sarmaşık, Kalyoncukulluğu’ndan yâsemin, Feriköyü’nden top salata, Kemeraltı’ndan yediveren, Doğruyol’dan gündüzsafa, Dolapderesi’nden hindiba, Samatya’dan papatya, Yedikule’den marul, Papasköprüsü’nden manolya, Binardi Sokağı’ndan ortanca, Taksim’den salkım, Boyacıköyü’nden zambak, fakat kokularından insanın burnu düşer.” Reşad Ekram Koçu, Ahmed Rasim’in bu gazino üzerinden saydığı çiçek adlarının, dönemin şöhret sahibi baştan çıkarıcı kadınlarının takma adları olduğunu yazar. “Samatyalı Papatya, Tatavlalı Sümbül, Papasköprülü Manolya, Boyacıköylü Zambak”, Koçu’nun bildiği isimler.5 Ahmed İhsan belli ki gazinonun canlanan saatlerini görememiştir. O, camekân bilgisiyle ilan ettiği gazinoyu güzel açık havada değil buram buram kar yağarken ziyaret etmeyi ümit etmektedir.

2. İnşaatın İlanı

“Resm-i küşâdı [açılış töreni] icrâ olunan çarşı, şehrimizin –evvelleri olduğu gibi– yine en câzibedar noktası addedilmeye başladı. Dört gün evvel Balmumcular tarafından girdim, bir himmet-i ciddiye [ciddi bir gayret] ile küşâd olunan [açılan] şu bazargâh-ı şöhretşiârı [ünlü çarşısı] Nur-ı Osmaniye Kapısı’na kadar boyladım.”

Ahmed İhsan metnin bu kısmında mekân değiştirir ve Kapalıçarşı’ya geçer. 1894’te gerçekleşen İstanbul depreminde hasar gören yapılardan biri olan çarşının tamiratı 1896’da bitmiştir. Bitmiş inşaatı görmek için yazar çarşı içindeki Kalpakçılarbaşı Sokağı’nı bir baştan bir başa yürür.

“1904 tarihli İstanbul Sigorta Haritası”, kaynak: Charles Edward Goad,
Plan d'assurance de Constantinople.
Vol. I - Stamboul.
No: 14-15-16 (birleştirilmiş), 1904

Dergi, farklı sayılarında yer vermek suretiyle, okurlarını çarşının onarım sürecinden haberdar etmeyi aksatmaz. Bu yönüyle inşaatın hem görsel hem de metinsel bir ilannamesi rolü üstlenir. Tamiratın tüm süratle sürdüğü 1896 Temmuz’unda, yazar inşaat sahasını gezer ve gördüklerini heyecanla kaleme alır:

“İki seneyi mütecâviz [aşan] müddettir kapısından içeri giremediğimiz o bazargâh-ı cesim-i ahiz [büyük tutsak çarşı] ve itaya takarrüp ederken [yaklaşırken] duçâr olduğum [tutulduğum] hafif heyecan, Kalpakçılarbaşı Caddesi’nin Nur-ı Osmaniye cihetine [yönüne] müsâdif [rastlayan] kemerleri altında bulunduğum zaman garip bir tesire münkalip oldu [döndü]; eski hatırât tazelendi. Bana öyle geldi ki güyâ o zelzele felaket-i müdhişesi [ürkütücü felaketi] olmamıştır. Divan Yolu’nun sıcağından kurtulmak üzere çarşı tarafını tercih etmişim. Kapıdan girince mu’tâd olan [alışılmış] kalabalığı, cuş u huruşu [taşıp coşmayı], şamatayı göreceğim, işiteceğim zannettim. Buna mukabil sağımda, solumda tamirâtı hitâm bulmuş [bitmiş] iki sıra dükkânın bomboş hâlini, tavanlara kurulmuş iskelelerin vaziyetini, vaktiyle caddeyi dolduran müşteri kalabalığına mukabil zemini setreden taş, tuğla harç yığınlarını müşâhede etmek [görmek] başka bir tesir icrâ etti.”6

Yazar, çektiği hususi fotoğrafları da aynı sayıya yerleştirerek görsel bir duyurunun yayılmasına da zemin sağlar.

“Çarşı-yı Kebir’de Dükkânların Tamiratı
ve İtmam Edilen Dekakin”,
kaynak: Servet-i Fünûn, sayı 280, 1896

“İnsan her gün geçse bir gün evveline nispeten bir fark görecek, zirâ iki cepheye dizilmiş dükkanlardan her gün birisi açılıyor; hele ortalara doğru çarşı eski hâlini almış, dükkâncılar mallarının envâını, havâssını [keyfiyetlerini] ta’dâd ederek [sayarak] ‘Buyrun’ nidâlarıyla insanı şaşırtıyorlar. Bir fark varsa dükkânların cümlesi yek-tarz. Yek-şekil. Kemerlerin menkuşâtı [boyalı süsleri] tarz-ı zarif-i Arabda [Arap zarafeti tarzında], nereye nasb-nigâh olunsa [bakış saplansa] âsâr-ı intizâm [düzgün eser] müşâhede olunur [görülür]. Müşteri, (?), satıcı kalabalığı ise biraz vakit sonra nam-ı eski şekline rücu’ eyleyecek [dönecek].”

Tamiratı tamamlanmış çarşı içinde günbegün açılan dükkânlar, yazarı çok mutlu eder. Henüz yaşantının başlamadığı bu mekânda sıra sıra dükkânların itinalı ve birbirinin aynı görünmesi, ıslah ve intizam seven yazarımızı daha da bir heyecanlandırır. Tamirat sırasında aldığı görsellerdeki açıya benzer bir fotoğrafı bu kez inşaatın bitişinde tekrar çeker ve okurlara belki çarşının hiçbir zaman bu sadelikte göremeyecekleri bir manzarasını sunar.

“Çarşı-yı Kebir’in Bade’t-tamir
Manzara-i Dâhiliyesi”,
kaynak: Servet-i Fünûn, sayı 309, 1897

3. İlansızlığın İlanı

“Eski şekillerin daha eskisini görmek için, mâlum ya, Yeniçeri Müzehânesi’ne gidilir; bu müzehâne, bizim bildiğimiz, Sultanahmet’te Mekteb-i Sanayi dahilinde idi. Meğer Vezneciler’de bir mahal-i mahsusa nakil olunmuş da haberimiz yok imiş. Nereden haberimiz olacak? Caddeye nazar olan yeni salonun kapısı üstünde bir levha, bir ilânât değil bir ufak varakpare bile yok! Merdivenin başındaki beyaz tenteden ma’mul [yapılmış] masanın önünde oturan bir efendi akşama kadar orada durmakla zahir [belli] ifâ-i hizmet eyliyorum sanıyor.”

Kapalıçarşı’dan sonra gezintisine devam eden Ahmed İhsan, bu kez başka bir vakayla, duyurusu yapılmayan bir yenilikle karşılaşır. 1866’da Hipodrom’un uzantısında bulunan Mekteb-i Sanayi’nin bir kısmında mimar D’Aronco’nun restorasyonuyla Yeniçeri Müzesi kurulur. Müze dahilinde alçı ve balmumundan yapılmış yeniçeri mankenleri ve kıyafetleri sergilenir. Aşağıdaki görselde arkada Mekteb-i Sanayi yapısı, önünde Hipodrom’daki dikilitaşlar ve bir dikilitaşın kaidesi üzerine yerleştirilen müzenin küçük bir Fransızca ilan tabelası seçilir.7 Dikilitaşları seyre gelen turistlerin ilgisini çekmek ve devamında Osmanlı müzesine davet etmek için belli ki müzenin ilanı için burası uygun bulunmuştur.

Dikilitaş üzerinde Yeniçeri Müzesi ilanı, kaynak: Bahattin Öztuncay,
Dersaadet’in Fotoğrafçıları, İstanbul, 2003.

Kapalıçarşı’yı vuran 1894 depremi bu yapıya da hasar verir ve müze buradan taşınarak Ahmed İhsan’ın da belirttiği Vezneciler’de bir binanın ikinci katına taşır. Dikilitaşa yerleştirilen o küçük levha kadar bile bir ilan yerleştirilmemesi ise Ahmed İhsan’ı epey rahatsız eder.

“Yeniçeri Müzesi’nin Vezneciler’e nakil olunduğuna dair bir ilân-ı evrâk havâdiste dahi gözüme ilişmemiş idi. Bereket versin geçen akşam âtılâne bir surette –adeta sallana sallana– Vezneciler’den geçiyordum; oradaki bir lambacı dükkânının camekânında bulunan ispirtolu nev [yeni] icat lambalara bakarken yanı başımda bir zâtın ‘Yeniçerileri çok seyre gelen var mı?’ dediğini işittim; muhaverenin [konuşmanın] devamı müzenin olduğum yerin üst katındaki salona nakil olunmuş olduğunu anlattı. Ben de çıktım seyir ettim ve kıyafet-i atika-i Osmaniye’nin [Osmanlının eski kıyafetlerinin] gayet kıymettar bir yadigârı olan bu müzenin güzergâh bir mahalde güzel bir mevkie nakli iyi ama acaba kapısının üzerine bir levha olsun asılmaması neden? diye düşünerek yola devam eyledim.”

Ahmed İhsan’ın tesadüf eseri yer değişikliğinden haberdar olduğu müzenin bu tarihten sonra geçici kaldığı Vezneciler’den Gülhane’de yapılması düşünülen tek katlı yeni bir binaya taşınması tasarlansa da bu niyet gerçekleşmez. Müze 1900 yılında Sultanahmet’e geri döner; Ziraat, Orman ve Maadin Nezareti Binası’nın hemen yanında Yeniçeri Müzehanesi olarak kendi özerk yerine kavuşur. Servet-i Fünûn da inşaatı tamamlanan yapının fotoğrafını çeker ve kapak sayfasından okurlarına ilan eder.

Ziraat, Orman ve Maadin Nezareti binası, sağ kısmında konumlanan Yeniçeri Müzesi, kaynak: Servet-i Fünûn, sayı 497, 1900.

Ahmed İhsan müzenin içerisini çok tasvir etmez ama İstanbul’a gelen ve 1877 yılında seyahatnamesini yayımlayan İtalyan yazar Edmondo de Amicis bu atmosferi detaylıca anlatır: “Türkiye’nin en meşhur kişilerinin mumyalaşmış olarak bulunduğu bir hayaletler müzesi veya daha ziyade üstü açık bir kabir gibidir. Bunlar tahtadan yapılmış, boyanmış, eski âdetlere göre giyinmiş, sert ve mağrur tavırlar içinde ayakta duran, başı yukarıda, gözleri kocaman kocaman açılmış, ellerini kılıçlarının kabzasına atmış, eski güzel zamanlarda olduğu gibi, kılıç çekip öldürmek için bir işaret bekliyormuş hissini veren kocaman heykellerdir.”8
1900 yılında yeni yapısında iç mekânı görünen bir kartpostalda da Amicis’nin bahsettiği hayaletler görünür.

Yeniçeri Müzesi’nin iç mekânını
gösteren kartpostal

4. Biçareliğin İlanı

“Yolda ‘İdâre-i Abdi’nin Altın Horoz Lokantası isminde bir oyun vererek İsmail Efendi’ye menfaat-i keşide [tertiplenmiş fayda] eylemiş olduğu anladım, ‘Abdi Efendi inşallah horozun altın yumurtlar’ duasını da unutmadım. Altın Horoz –besbelli bir tercüme piyes – olmalı ki ilânnâmesinde bir hayli Marki Markiz isimleri var idi. Oyunun nasıl icrâ edildiğini sorarsanız koca Abdi’yi suflöre tabii ve bir lisân-ı ecnebiden [yabancı dilden] mütercim oyun oynamakla o kadar biçâre kalmış gördüm ki tasavvur edemezsiniz. Udhuke-perdâz-ı şehrimize [meşhur komedyenimize] İbişli Memişli oyunlarından vazgeçmemesini bilhassa tavsiye eylerim.”

Ahmed İhsan, Vezneciler’de müzeyi gezdikten sonra Direklerarası’na doğru yürürken Abdi Efendi’nin tiyatro ilanıyla karşılaşır. Yabancı isimlerle dolu bu ilanname merakını celp etmiş olmalı ki oyunu hemen izler. I harfindeki metinde de olduğu gibi Direklerarası tiyatrolarına karşı memnuniyetsizliğini gösterir ve bir kere daha alay konusu yapar.

Yazar “İbişli Memişli” derken Direklerarası tiyatrolarında Batı komedi geleneğindeki efendi-uşak ikilisinin doğaçlama yoluyla sahneye koyulan figürlerinden bahseder. Uşak tipi Osmanlılaştırılarak İbiş adını almıştır.9 Örneğin Halid Ziya, _Mai ve Siyah_’ın küçücük bir noktasında İbiş’ten bahseder. Romanın başkarakteri Ahmed Cemil, Direklerarası’ndan arabayla geçerken mazisindeki çocukluk anılarını hatırlayarak iç geçirir. Yazarın sesiyle Ahmed Cemil’in masumane nostaljisi şöyle yazılır: “O zaman ne kadar mesut idi! On yaşında çocuklara mahsus daima taşmaya müheyyâ-yı intırâk-ı neşe [gürlemeye hazır neşe] ile o vakit her sözlerini tuhaf bulduğu o oyunculara, hele uzun fesli İbiş’e ne kadar gülmüş idi! Şimdi bunların hepsinden uzak!”10 Edebiyatta Fransız yazarların metinlerine imrenerek uzunca bir süreden sonra eserini tamamlayan Ahmed Cemil, hayallerinin peşi sıra yıkıldığı Direklerarası’ndan geçtiği o an, İbiş karakterinde mutluluğu arar. Çocukluğunda derinliğini kurcalamadan güldüğü bu karakter, ramazan geceleri ona kaybettiği babasını anımsatır ve kendini evinde hissettirir.

“Ramazandan evvel teşkiline gayret edilmekte olan yeni bir Osmanlı operet kumpanyasını kari’lerinize [okurlarınıza] tavsiye eyleyiniz dediler. Rivâyete nazaran müzika ile oyun oynamaya muktedir aktrisler ve aktörler bir araya gelip şarkılı oyunlar vermeye hazırlanıyorlarmış. Geçen sene de böyle bir rivâyet üzerine –birkaç oyunu çocuk oyuncağına çevirdikten sonra geldikleri yere dağılan– bir operet kumpanyasını erbâb-ı mütâlâaya [okurlara] tavsiye ile mahcup olmuştuk. Binâenaleyh şimdi acele etmek istemem. Evvela yeni kumpanyanın hünerini görmeliyiz.”

Ahmed İhsan yazı boyunca hem kendi deneyiminden öğrendiği İstanbul mekânlarını okura ilan eder, hem de kentteki ilanlardan bahseder. Bir yandan da ilan edilmeyen gelişmelerden dem vurur. Metnin sonunda da yaklaşan ramazana istinaden geleceğe ait duyurularını yapar, bu kez temkinli olmak şartıyla. Son cümlesi ise okurları da yanına alarak bu kamusallığı kuracak olan yetkililere sorduğu bir sorudur:

“Vakıa ramazanda Direklerarası’nda hüner göstermeye hazırlananlar çok imiş, bizi eğlencenin adedi değil mükemmeliyeti memnun eyler değil mi?”

1. Uğur Tanyeli, İstanbul’da Mekân Mahremiyetinin İhlali ve Teşhiri: Gerilimli Bir Tarihçe ve 41 Fotoğraf (İstanbul: Akın Nalça Kitapları, 2012).

2. Bu parantez içi soru, yazarın kendi notudur.

3. Metnin buraya kadar olan kısmının transliterasyonunu Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün hazırladığı “Osmanlı Kültür Tarihinde Servet-i Fünûn Dergisi” projesinden edindim.

4. Ahmet Rasim, “160. Mektup”, Şehir Mektupları (İstanbul: Oğlak Yayınları, 2017).

5. Reşad Ekrem Koçu, “Binbirçiçek Gazinosu”, İstanbul Ansiklopedisi, c. 5 (İstanbul: İstanbul Ansiklopedisi ve Neşriyat Kolektif Şirketi, 1961).

6. Ahmed İhsan, “İstanbul Postası”, Servet-i Fünûn, sayı 280, 1896. Bu metnin de transliterasyonu için “Osmanlı Kültür Tarihinde Servet-i Fünûn Dergisi” projesinden yararlandım.

7. Elif Kök, “Yeniçeri Müzesi’ne Ait Yeni Bulunan Bir Çizim”, Akdeniz Sanat Dergisi, c. 13, 2019.

8. Tülin Çoruhlu, “Yeniçeri Müzesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. 7 (İstanbul: Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, 1994).

9. Ayşegül Yüksel, “Modern Türk Tiyatrosunda Arayış ve Gelişmeler”, Tiyatro Araştırmaları Dergisi, 1995’ten aktaran Seval Şahin.

10. Halit Ziya Uşaklıgil, Mai ve Siyah, yay.haz. Seval Şahin (İstanbul: İletişim Yayınları, 2018).

Ahmed İhsan, Gürbey Hiz, ilan, İstanbul, kamusallık, Servet-i Fünûn