[Ş]: Şamata (original) (raw)

A’dan Z’ye Servet-i Fünûn Manzaraları

[Ş]: Şamata

Ş harfindeki kavram şamata. Arapça kökenli bu kelimenin orijinal anlamı “birinin sıkıntısıyla eğlenmek”tir. Alay etme gibi bir anlama sahip olmasına rağmen 1900 yılı Şemseddin Sami’nin Kamûs-ı Türkî sözlüğünde bugün Türkçede de kullanımda olan gürültü, patırtı, yaygara, velvele kelimeleri ile karşılık bulur.1 Servet-i Fünûn içerisinde de bu gibi olağan durumlardan daha çok gürültü patırtının koptuğu ortamlar için bu kavram kullanılır. Sözgelimi dergi, 1899 yılı Şubat ayında İstanbul sokaklarına taşan karnaval coşkusunu tarif ederken şamata kelimesine yer verir. Diran Çırakyan imzalı karnavalı gösteren bir illüstrasyonun altında şu yazar: “Karnavalın lâzım-ı gayr-ı mufârıkı [çok lüzumlusu] olan Pierro [Pierrot] önce, kâğıt fenerini yakmış, siyah takkesinin altından pudralı çehresini gösteriyor; arkası sıra kurun-ı vustâ [orta çağlar] kıyafetinde, şeytan kisvesinde, köylü kılığında maskaralar, şamatalı bir meserret [sevinç], neşeli bir cuşiş ile [coşkunlukla] koşuyorlar. Yan tarafta haşarı, şeytan bir çocuk şunların hâline gülerek, gıpta ile bakıyor... Biz geçen akşam bu manzarayı gördüğümüz zaman ressamımız Diran Efendi yanımızdaydı; levha muktedir [yetenekli] ressamımızın kaleminden kurtulamadı.”2

“Karnaval” kaynak: Servet-i Fünûn, sayı 414, 1899

Çırakyan, karnaval zamanı, birbirinden farklı kıyafetlerle sokağa çıkan insanları çizerken kalabalıkla kopan şamatayı temsil etmek için görselin etrafına hareketli çizgiler yerleştirir. Çizer, geçiş sırasında gıpta ile bakan çocuğu da sağ tarafa çizerek bir nevi dergi okuyucularına da bu şamatanın izleyicisi olma pozisyonunu kazandırır. Karnaval şamatasının aksine bu yazı kapsamında ele aldığım anlatının gürültü kurucuları ise insanlar değil. 393 sayılı 22 Eylül’de 1898’de yayımlanan, Ahmed İhsan’ın kaleme aldığı, “Osmanlı Kibritleri: Küçükçekmece Fabrikasını Bir Ziyaret” başlıklı yazı içerisinde şamatayı yayanlar makineler. Bu gürültülü ortamdan aldığı hazzı gizlemeyen yazar için gerçekleştirdiği fabrika ziyareti, bir hayli heyecan vericidir. Biz de onun heyecanına tanık olmak üzere şamatanın içerisine doğru sürüklenebiliriz.

1. Zarif Salonlarda Nazik Karşılaşmalar

“Busketo Oteli’nin zarif salonunda bana Mösyö Taverniye’yi takdim eyledikleri zaman çehresine ilk nasip eylediğim nazar ile bu sevimli ihtiyarın meclubu [tutkunu] olmuştum. Fransa’nın en kibar ve nazik halkından olduğu görünüyordu; gayet tatlı bir sadâsı, hoş bir tarz-ı ifadesi vardı. Sözümüz tabii olarak derhal müessisi [kurucusu] bulunduğu Küçükçekmece Osmanlı Kibrit Fabrikası’na intikal eyledi [geçti]. Vâkıa Mösyö Taverniye memleketimizde kibrit fabrikası inşa etmek üzere istihsâl-i müsâade ederek [izin alarak] bir Osmanlı anonim şirketi teşkil eylemiş ve cesim [büyük] bir fabrikayı Küçükçekmece Gölü’yle Edirne demiryolunun arasında vücuda getirmiştir.”

Busketo Oteli, Ö harfindeki Ödül yazısında da adı geçen Ahmed İhsan’ın Büyükada kayık yarışlarına gitmeden önce bahsettiği Yeşilköy’de bulunan bir otel. Yazar bu semtte ikamet ettiği için bu otel sıklıkla gittiği bir yer gibi görünür. Büyükada yarışları metninin Küçükçekmece fabrikası ziyareti metninden üç sayı önce yayınlandığı düşünüldüğünde ise özellikle 1898 yazında bu otel, Ahmed İhsan’ın İstanbul’un elitleri ile kaynaştığı bir işleve sahiptir. Mösyö Taverniye de belli ki bu kişilerden biridir ve işlemeye başlayan yeni fabrikasıyla Ahmed İhsan’ın hemen ilgisini çeker.

“Ne yalan söyleyeyim; gazeteci olmak sıfatıyla ayıp ama, Mösyö Taverniye ile kesb-i ülfet edinceye [dostluk kazanıncaya] kadar memleketimizde bir kibrit fabrikasının işlemekte olduğundan haberdar değildim; yalnız biliyordum ki Küçükçekmece’de bir fabrika yapıyorlar, Acaba yapıldı, bitti mi? Mahsul çıkarıyor mu? Buraları mâlumum değildi. Hâlbuki fabrika geçen sene Mart’ının ikinci gününden beri işliyor, yevmiye [günlük] on beş sandık kibrit çıkarıyormuş; beher [her bir] sandıkta yedi bin iki yüz kutu ve beher kutuda elli kibrit bulunduğu nazar-ı dikkate alınınca tam 56275000 kibrit eder. Bu kadar kibrit iki yüz kadar amele elinden geçerek on sekiz türlü ameliyât sayesinde meydana gelmektedir. İşte şu makalemizde her gün yakmakta bulunduğumuz kibritlerin bu on sekiz ameliyât sayesinde nasıl meydana geldiğini anlayacağız.”

Ahmed İhsan’ın fabrikanın akıbetini bilmemesi normaldir. Bu fabrika bir süredir planlanmaktadır. 1880’lerin ortasından beri yürürlüğe girmesi için yürütülen çalışılmalar ve akabinde inşa süreci, yeni binaların kente katılışını merakla takip eden yazarın kaçırdığı bilgilerdir.3 Dolayısıyla, üretime başladığını öğrenince hiç vakit kaybetmez ve fotoğraf makinesini kaparak fabrikaya ziyaretini gerçekleştirir. Çektiği fotoğraflardan ikisini “hususi fotoğraflarımızdan” ibaresiyle beraber derginin kapağına bir mizanpaj yaparak yerleştirir.

“Küçükçekmece’de inşa ve küşad olunan Osmanlı Kibrit Fabrikası’nın manzara-i hariciye ve dahiliyesi”, kaynak: Servet-i Fünûn, sayı 393, 1898

“Fabrika Çekmece istasyonunun on dakika kadar ilerisinde, Çekmece Gölü’nün mahreci [dışarıya bağlanan] sahilinde, düzlük bir noktadır. Biz Ayastefanos’tan [Yeşilköy’den] oraya hayvanlarla gitmiştik; şimdi teftişât-i seneviyesini [senelik araştırmalarını] ifâ ederek [yerine getirerek] Paris’e avdet etmiş [dönmüş] olan müessis Mösyö Taverniye’den başka orada fabrikanın dâhiliye müdürü Mösyö Ceym ve umur-ı ticariye müdürü Aleksanyan Efendi ve mühendislerden Mösyö Onore bizi karşıladılar.”

Fabrika, Küçükçekmece Gölü’nü Marmara Denizi’ne bağlayan dere kenarında inşa edilir. 19. yüzyıl yarısından itibaren Haliç kıyısı, Boğaz ve Marmara Denizi sahilinde bu fabrika gibi sanayi yapıları da gemi sevkiyatını öngörerek su kıyısına yapılmaya başlanmıştır.4 Kibrit fabrikası ise hem deniz taşımacılığı için uygunluğu hem de tren hattına yakınlığı nedeniyle bu stratejik konumu seçmiştir.

Fabrikanın günümüz hava fotoğrafında konumu

Fabrikanın günümüz hava fotoğrafında yakından görünüşü

2. Şamatanın Lezzeti

“Asıl kapıdan içeri girdiğimiz zaman bütün darüssınâilere [fabrikalara] mahsus bir şemâtet-i sâfiyâne [saf şamata] kulaklarımızı doldurdu, kuvve-i buhariyenin [buhar kuvvetinin] sevkiyle dönüp durmakta olan birçok makinelerden çıkan bu şamata hakikaten pek ziyadeydi.5 Bilemem nedendir; ben fabrikalara mahsus bu gürültüyü çok severim; her an bir mahsul çıkaran bir yığın âlât-ı cedidiyenin [yeni aletlerin] hareket-i dâimesinden [sürekli hareketinden] nazarım çok mütelezziz [lezzetli] olur. Onun için fabrika heyet-i idaresinin biraz istirâhat edelim diye ettikleri teklife bakmadım, derhal destgâhlar [tezgahlar] arasına doğru ilerledim. O zaman Mösyö Taverniye elimden tuttu:

— Burası kibritlerin meydana geldiği destgâhdır, ta baştan başlayalım.

dedi, dört büyük daireden ibaret olan fabrikayı baştan başa kat’ ederek arka kapıdan çıktık. Burası iskele idi, kayıklarla gelmiş birçok kütükleri depoya taşıyorlardı. Mösyö Taverniye gülerek:

— Şimdi şu sigaramı yaktığım kibrit ile kutusu dahi dün böyle bir kütüğün bir kısmını teşkil eyliyordu.”

Fabrikaya girdiği gibi kulaklarını dolduran şamatanın keyfini süren Ahmed İhsan’ın gezisini bölecek herhangi bir istirahate tahammülü yoktur. Dur durak bilmeden çalışan bir dolu makinenin çıkardığı gürültü, yazar için lezzet uyandıran bir deneyimdir. Yazarın çocukça bir duyguyla hızlıca bu şamatanın içerisine izleyici olarak dalma heyecanını, fabrikanın sahibi frenler. Çünkü bu şamata temaşasının adeta tiyatro oyunlarındaki perdeler gibi sırayla akması gereken bir izleme deneyimi mevcuttur. Kütükten kibrite dönüşümün performansı bir dolu işlemin sıralı takibini gerektirir.

“Vâkıa kavak ve ıhlamur ağacından ibâret olan bu kütükler uğradıkları ameliyât-ı muhtelife [çeşitli işlemler] sayesinde birkaç saat zarfında kutu içine yerleşmiş kibrite tahavvül eyliyorlar [dönüşüyorlar], biz de onları çakıp –eğer tiryaki isek sigaramızı yakıp– keyfimize bakıyoruz. Şimdi biz de on sekiz kısımdan ibaret olan ameliyâtı görecektik. Derc ettiğimiz [topladığımız] resimler bu ameliyâttan mühimlerini ve fabrikanın manzara-i hâriciyesiyle dâhiliyesini [iç ve dış manzaralarını] gösteriyor.”

Ahmed İhsan, bu paragrafından sonra aynı A harfindeki metinde olduğu gibi ameliyat kavramını kullanarak kütüklerin kibrite dönüştüğü on sekiz işlemi uzun uzadıya yazar. Bu yazı kapsamında epey bir yer işgal edeceği için yazarın kelimeleri yerine daha genel bir anlatımla özetlemek mümkün görünmektedir. Öncelikle kavak ve ıhlamur kütükleri iskeleden depoya taşınır, testerelerle her biri kesilir ve balta yardımıyla kabukları sıyrılır. Sonrasında şekilleri muntazam olmayan kütükler makinelerle inceltilerek silindir hâline getirilir. Bu işlemden sonra kütükler başka bir makineye girerek kâğıt gibi ince bir yüzeye kavuşur. Ağacın bir kâğıda benzeyen forma dönüşmesi yazarın ilgisini çekmiş olmalı ki fabrika içerisinden bu işlemi gösteren bir fotoğrafı dergiye yerleştirir.

“Küçükçekmece Osmanlı Kibrit Fabrikası manzaralarından: Ağaç kütüklerin kâğıt gibi tabaka-i rakika hâline vazı”, kaynak: Servet-i Fünûn, sayı 393, 1898

Devamında, bu kâğıt gibi ahşap yüzeyler hareketli bir bıçak sayesinde kibrit boyu olacak kadar kesilir. Kibritler, yazarın taklak makinesi dediği sıcak hava çıkaran silindir bir makineye girerek rutubetlerinden kurtulur. Aynı zamanda kibrit kutularını da aynı ağaçlardan üreten fabrika, kutuların boyuna uygun olacak şekilde de parçalar üretir. Kutuların şekillerini bulması işleminde kadın işçiler görevlidir, tek tek önlerindeki makinelerin işleyişini kontrol ederler. Kameraya poz veren sıra hâlindeki kadınların çehrelerinde yazarın coşkuyla hissettiği şamata heyecanı seçilmez.

“Küçükçekmece Osmanlı Kibrit Fabrikası manzaralarından: Kutuların imâli”, kaynak: Servet-i Fünûn, sayı 393, 1898

Kutuların üzerine yine makineler sayesinde fabrikanın ismini içeren etiketler yapıştırılır. Taklak makinesinden çıkan kibritlerin boyları uygun olmayanları veya kırılanları elekte ayrılır. Karmakarışık olan kibritler, bir makinede sıralanır ve akabinde kimyahaneye gönderilerek yanmaya hazır hâle gelecek şekilde eczalanır. Ahmed İhsan bu işlemin de fotoğrafına yer verir. Kadın işçilerin aksine bu fotoğraftaki erkekler –ki muhtemelen daha üst rütbede görev alanlardır– kameraya makinelere yaslanarak rahat birer poz verir.

“Çenberlere alınmış kibritlerin eczalanması”, kaynak: Servet-i Fünûn, sayı 393, 1898

Hazır olan kibritler, bir sonraki işlemde kutuların içerisine yine makine sayesinde sıkı sıkıya yerleştirilir. Her bir kutuda elli tane kibrit vardır. Son olarak kutuların iki tarafı da yanmaya elverişli olacak şekilde eczalanır ve artık paketlenip sevk edilmeye hazır olurlar.

“Küçükçekmece Osmanlı Kibrit Fabrikası manzaralarından: Kutulara kibrit doldurulması”, kaynak: Servet-i Fünûn, sayı 393, 1898

Ahmed İhsan’ın on sekiz işlem boyunca anlattığı bu şamata disipliner bir rutinle meydana gelir. Neyin ne zaman nasıl olacağı bellidir ve daima işleyen makineler bir ahenkle performansını gerçekleştirir. Karnavaldaki gibi olağan dışı hâller makbul değildir. Bittabii bu şamatanın mekânı da aynı disipliner kurgudadır. Fotoğraflarda beliren peşi sıra kolonlar, pencereler, makineler ve insanlar –özellikle kadın işçiler– bu şamatanın keyif veren gürültüsünü üreten adeta notaları gibidir.

3. Tehlikesiz Bir Şamata

“(...) Şuraya kadar verdiğimiz izâhât Osmanlı kibritlerinin nasıl imâl olunduğunu anlattı, biraz da alelumum [genel olarak] kibritler hakkında malumât verelim noksanımız kalmasın. Kibritler üç nevidir. Ulaşımda imâli hemen metruk olan [bırakılmış] beyaz fosforla yapılır kibritler vardır. Bunların imâl ve istimali [kullanımı] pek mühliktir [öldürücüdür]. Yakıldığı vakit daima etrafa sıçrar, yapıştığı yeri yakar ve sönmez. Sâniyen [ikinci olarak] rast gelen yere sürüldüğü zaman ateş alan kırmızı fosforlu kibritler gelir ki herkesçe mâlumdur, dâima kullanılır. Bunların sürülünce yanmak faydasına mukabil [karşılık] kendileri semdârdır [zehirlidir]; üstüne basınca, güneşte, harârette kalınca tutuşmasından dolayı ekseriya yangın tehlikesini tevlid eder [doğurur]. Ancak pek ucuz çıktığı için ticarette ekseriya bu cins sürülür. Sâlisen [üçüncü olarak] yalnız muhâfazasına sürülünce yanan kibritler vardır ki Küçükçekmece Osmanlı Fabrikası işte bundan imâl eyliyor. Bunları ağzınıza alıp çiğneseniz bile ziyân vermez; üzerine bassanız, harârette bıraksanız yanmaz; ancak muhâfazasına sürülünce alev olur. Neşr ettiği [yaydığı] koku da teneffüse kat’â [asla] zarar iras etmez [sebep olmaz]. Bundan dolayıdır ki tehlikesiz kibrit diye yâd olunan bu üçüncü nev’ gittikçe revaç bulmaktadır; kırmızı fosfordan mâmul [yapılmış] âdi kibritler ise Avrupa’da ucuzluğuyla beraber çokluk sürülmüyor.”

Yazısının sonunda kibrit teknolojisi hakkında kısaca bir özete yer veren Ahmed İhsan, Küçükçekmece fabrikasının en yeni kibritleri ürettiğini yazar. Keyifli bir şamata da olsa kibrit gibi aleviyle kolayca tehlike yaratabilecek bir nesnenin üretimini yapan fabrikanın on sekiz işlemi için “Esna-i ameliyatta hiç tehlike yoktur” yazar. Yıllar içerisinde Ahmed İhsan, fabrika gezilerini sürdürmeye devam eder. Sözgelimi 1906 yılında çuka ve fes üreten Hereke Fabrika-i Hümayunu’nu ziyaretini de yine fotoğraflarla dergide yayımlar. Küçükçekmece fabrikasından farklı olarak bu kez şamatadan yoksun ve makinelerin adeta heykel gibi durağan olduğu ıssız manzaralar vardır. Bu fotoğrafların hususi olarak _Servet-i Fünûn_’a ait olup olmadığı bilgisi yazmasa da belli ki yazar, yıllar geçtikçe çocuksu şamata ruhunu kaybetmiş ve fabrikayı daha profesyonel sayılabilecek imgelerle dergiye basmayı tercih etmiştir.

“Hereke’de Çuka Fabrika-i Hümayunu’nun dairelerinden birinin manzarası”, kaynak: Servet-i Fünûn, sayı 794, 1906

1. Nişanyan Sözlük

2. Diran Çırakyan, “Karnaval”, Servet-i Fünûn, sayı 414, 1899. Ayrıca metnin transliterasyonunu Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün hazırladığı “Osmanlı Kültür Tarihinde Servet-i Fünûn Dergisi” projesinden edindim.

3. Adile Binnur Kıraç, Burcu Selcen Coşkun ve Didem Erdoğan, “Küçükçekmece Osmanlı Kibritleri Fabrikası’nın Endüstriyel Miras Kapsamında Değerlendirilmesi”, Megaron 13(1) (2018): 67-84,

4. Agm.

5. Ana metnin buraya kadar olan kısmının transliterasyonunu adı geçen “Osmanlı Kültür Tarihinde Servet-i Fünûn Dergisi” projesinden edindim.

Ahmed İhsan, Gürbey Hiz, kibrit kutusu, Servet-i Fünûn, şamata