Muhammed Usame ONUŞ | Marmara University (original) (raw)
Announcements by Muhammed Usame ONUŞ
Papers by Muhammed Usame ONUŞ
Din ve Hayat Dergisi, 2023
İslam Araştırmaları Dergisi, 2022
Hanbelî mezhebinin günümüze ulaşan mütekâmil ilk usûl-i fıkıh eseri V. (XI.) asrın ortalarında ka... more Hanbelî mezhebinin günümüze ulaşan mütekâmil ilk usûl-i fıkıh eseri V. (XI.) asrın ortalarında kaleme alınmıştır. Bu tarihten sonra usûl-i fıkıh eserleri önceki döneme nispetle daha yoğun bir şekilde kaleme alınmış olsa da söz konusu eserler Mu‘tezilî ve Eş‘arî kaynaklara sıklıkla müracaat etmiş, tedris ve telif faaliyetlerine konu olmak açısından mezhepte yeterince ilgi görmemiştir. Fakat İbn Kudâme’nin (ö. 620/1223) Ravzatü’n-nâzır adlı eseri önceki usûl-i fıkıh eserlerinin aksine tedris faaliyetlerinde kullanılmış ve mezhepteki usûl-ı fıkıh telifatına kaynaklık etmiştir. Eş‘arî geleneğinin önemli temsilcilerinden olan Gazzâlî’nin büyük oranda el-Mustasfâ adlı eserinden istifade edilerek kaleme alınmış olmasından dolayı Ravzatü’n-nâzır’ın da önceki eserler gibi ilgi görmemesi beklenebilir. Fakat İbn Kudâme, bazı tasarruflarla eserini el-Mustasfâ’dan ayrıştırmaya çalışmıştır. Bu çalışmada İbn Kudâme’nin Ravzatü’n-nâzır’ı el-Mustasfâ’nın standart bir ihtisarı olmaktan çıkaran ve Hanbelîler’in geleneksel tavırlarına daha yakın bir eser haline getiren tasarrufları üzerinde durulacaktır. Ravzatü’n-nâzır’daki usul görüşleri ile kelamî uzantıları olan meselelere dair yaklaşımlar, eserde takip edilen sistematik ve kullanılan kaynaklar el-Mustasfâ ile karşılaştırılarak analiz edilecektir.
The Hanbali school of law has, since its formation, been distinct in its approach to the juristic methodology and theology. While the juristic activities of the other schools of law can be traced back to early Islamic history, the first remarkable juristic effort of the Hanbali school appeared only in the first half of the fifth/eleventh century. The first complete work on the principles of Islamic jurisprudence, titled al-ʿUddah fī uṣūl al-fiqh by Abū Yaʿlā al-Farrāʾ, was a product of this effort. Farrāʾ’s students advanced this effort; Abu al-Khaṭṭāb al-Kalwadhānī’s (d. 510/1116) al-Tamhīd fī uṣūl al-fiqh and Abū al-Wafāʾ Ibn ʿAqīl’s (d. 513/1119) al-Wāḍiḥ fī uṣūl al-fiqh grew into prominent works within the school. These three works, which did not have a long-lasting impact on the Hanbali school, seem to have been written based on works in the Muʿtazilī and Ashʿarī traditions. In addition, we do not have sufficient information to determine whether these sources were adopted as textbooks or were the subject of commentary or summary. This fact may be because these works include certain issues that contradict the distanced attitude of the Hanbalis to theological problems or because they were based on certain books authored by scholars and groups who have traditionally been opponents of the Hanbalis. In addition to these three works, many works on the principles of Islamic jurisprudence were authored by Hanbali scholars, a majority of whom were Farrāʾ’s students, until Muwaffaq al-Dīn Ibn Qudāma (d. 620/1223) wrote Rawḍat al-nāẓir. However, as these works have not survived to the present, we find limited information on their contents in relevant sources. This fact shows that the focus by “Farrāʾ and his students” on the principles of Islamic jurisprudence should not be viewed as representative of the general Hanbali school of law, and that a lack of interest in legal issues mixed with theological issues still persists. The fact that Ibn Qudāma’s Rawḍa was based on al-Mustaṣfā by al-Ghazālī, who was one of the most prominent representatives of the Ashʿarī school, raised questions on the nature of Ibn Qudāma’s use of al-Mustaṣfā. While some scholars hold that Rawḍa was a summary of al-Mustaṣfā, some view it as more than merely a summary of al-Mustaṣfā despite an extensive resemblance between the two texts. In any case, all concur that Rawḍa was principally based on al-Mustaṣfā. Therefore, one may expect that Rawḍa would receive similar reactions as previous works on the principles of Islamic law because of its reliance on a work in the Ashʿarī school. However, even though Ibn Qudāma has been criticized for his inclusion of an introduction on logic by following Ghazālī, Rawḍa, unlike previous works, was received positively by the school and was adopted as a textbook in teaching. This could be because the author tried to save Rawḍa from the shadow of al-Mustaṣfā by making interventions related to its content and classifications; he thereby dressed up his work with a Hanbali identity. He chose to be selective in addressing issues with theological connotations and respected the sensitivities of his school. He reordered issues discussed in al-Mustaṣfā and added previous Hanbali scholars’ views on the principles of Islamic law. The most remarkable interventions in Rawḍa were related to theological issues. Even though Ibn Qudāma quoted from Ghazālī on many occasions, he disregarded Ghazālī and remained selective while discussing certain issues with theological connotations. This attitude distinguishes Rawḍa from the works penned by previous Hanbali scholars. Considering the fact that previous works containing theological discussions held a marginal place within the school, one of the most critical factors for Rawḍa’s positive reception and its adoption as a textbook may have been that Ibn Qudāma wrote a book on the principles of the Islamic law by observing the Hanbali principle of believing by “sukūt (silence)” and “bilā kayf (without asking ‘how’).” Therefore, a book on the principles of the Islamic law that conformed with the school’s traditional line appeared for the first time. Further, Ibn Qudāma’s reliance on a work in the Ashʿarī school can be explained by the fact that Ashʿarī thought held a unique place as a field for intellectual discussions among the Sunnis. In addition, a scholarly milieu shaped by the powerful Shāfiʿī scholars existed in the time and place Ibn Qudāma lived.
Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2021
İslam coğrafyasında V . (X ) asrın son yarısı ile V . (X ) asrın ilk yarısında görülen siyasi kar... more İslam coğrafyasında V . (X ) asrın son yarısı ile V . (X ) asrın ilk yarısında görülen siyasi karışıklıklar ve yaklaşan Moğol tehlikesi ulemanın batıya doğru göç etmesine ve Dımaşk ile Kahire’nin dört mezhebi de barındıran hareketli ilim merkezleri haline gelmesine yol açmıştır. Bu karışıklıklara rağmen telif faaliyetlerinin yoğun bir şekilde devam ettiği görülmektedir. Bağdat ve Kudüs’ten göç ederek Dımaşk’ın merkezi ile Kasyûn dağının eteklerinde bulunan Salihiyye bölgesine yerleşen Hanbelî fakihler de telif faaliyeti açısında yoğun bir mesai içine girmiştir. Farklı telif türlerinde eserler veren Hanbelîler, fıkıh meselelerinin tamamını içeren eserlerin yanında fıkhın bir konusuna yönelik risale ve kitaplar da kaleme almışlardır. Bu literatürün tespiti, özelliklerinin ortaya konması ve ilgi yoğunlukları açısından yapılacak değerlendirmeler gerek Hanbelilerin fıkhî faaliyetlerinin mahiyeti gerekse söz konusu dönemde ve bölgede yaşayan ulemanın gündemi hakkında ipuçları vermesi açısından önemlidir.
Hanbelîlerin Dımaşk’taki varlığı . ( X) asra kadar götürülebilir. Fakat V. (X ) asrın ikinci yarısına kadar Hanbelîlerin burada düzenli bir ilmî faaliyette bulunduğunu söylemek zordur. Buna dair kayda değer ilk faaliyet Şirazî ailesinin V. (X ) asrın ikinci yarısında Dımaşk’a göç etmesiyle görülmeye başlamıştır. Şirazî ailesi Dımaşk’ta Hanbelîlere ait düzenli bir ders halkası oluşturmuş ve tedris faaliyetlerinin yürütülebileceği bir medrese inşa etmeye başlamıştır. Böylece mezhep Dımaşk’ta istikrar kazanmaya başlamış ve ilmî faaliyetlerin yürütülebilmesi için müsait bir alan bulmuştur.
Dımaşk’taki Hanbelî ulema, fıkhın birçok alanına dair eser kaleme almıştır. Bu dönemde fıkıh ilminin temel iki disiplini olan fürû ve usûl alanında eserlerin kaleme alınmasının yanında hilaf ile alakalı eserlerin yazımı da Hanbelî ulemanın gündeminde olmuş ve hatta bu telif faaliyetleri daha da hususileştirilerek fıkıh eserlerinde işlenen bir konuyu müstakil olarak ele alan eserler de ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu dönemdeki telif faaliyetleri müstakil bir mahiyet arz eden eserleri içerdiği gibi farklı eserleri merkeze alarak ortaya çıkarılmış şerh ve haşiye türlerini de kapsamaktadır.
Söz konusu zaman diliminde yazılmış eserler arasında en fazla göze çarpanlar füru fıkıh eserleridir. Kapsam olarak bu eserlerin bir kısmı tedris faaliyetlerinde kullanılmak gibi pratik amaçlar gözetilerek kaleme alınan muhtasarlardır. Bir kısmı ise Hanbelî mezhebinin yanında diğer mezhep görüşlerini de barındıran ansiklopedik eserlerdir. Bunların yanında fıkıh meselelerini manzum bir şekilde ortaya koyan ve ahkama dair rivayetleri toplayan eserler de bulunmaktadır. Mezkûr dönemde fıkıh usulüne dair eserler de kaleme alınmasına rağmen fıkıh usulü gerek telif edilen eserler gerekse ilmî gündemi meşgul etmesi açısından füru fıkıh ile karşılaştırıldığında daha düşük bir yoğunluğa sahip olmuştur. Buna rağmen önceki dönemle kıyaslandığında fıkıh usulüne dair daha müspet bir tavrın geliştiğini söylemek mümkündür. Ayrıca iki kapak arasına girmediği halde kaynaklarda nakledilmiş olan mektup ve fetvalar da dönemin ilmî tartışmalarını yansıtabileceği için literatür olarak değerlendirilmiş ve çalışmaya dahil edilmiştir.
İçerik açısından bakıldığında bir meseleye yoğunlaşan eserler, fetvalar ve mektuplar dönemin canlı tartışma alanlarına dair ipuçları vermektedir. Ayrıca Hanbelîler ile Eşʽariler arasında önceki dönemlere dayanan çekişmelerin, bahsi geçen tartışmaların ve eserlerin ortaya çıkmasında etkili olduğu anlaşılmaktadır. İsim ve eserlere yapılan atıflara bakıldığında ise fürû fıkıhta Hırakî’nin İbn Kudâme öncesindeki etkisini bir süre daha devam ettirdiği, İbn Kudâme’nin ise kaleme aldığı eserlerle etkin bir hale geldiği görülmektedir. Fıkıh usulü açısından Ferrâ’ya yapılan atıflar önceki dönemlerde usul eseri kaleme almış olan Kelvezânî ve İbn Akîl’e göre daha baskın bir yoğunluğa sahip olmuştur.
The political turmoil in the last half of the 6th (12th AD) and the first half of the 7th (13th AD) century in the Islamic world and the approaching Mongol threat caused the ulama to migrate to the west. Thus, Damascus and Cairo became vibrant centers of ilm that included all four madhahib. Despite these confusions, it is seen that literary enterprises continue intensively. Hanbali jurists who immigrated from Baghdad and Jerusalem and settled in the center of Damascus and the Salihiyya region at the foot of Mount Kasyun also engaged in intense work in terms of literary enterprise. Hanbalis, who produced works in different types of literature, wrote treatises and books on spesific subjects of fiqh, along with works containing general fiqh issues. The determination of this literature, revealing its characteristics and an evaluation of their interests are important because they provide clues about the nature of the fiqh activities of the Hanbalis and the agenda of the ulama living in the said period and in the region.
The presence of Hanbalis in Damascus can be traced back to the 3rd (9th) century. But until the second half of the 5th (11th) century, it is difficult to say that Hanbalis had a regular scholarly activity there. The first significant activity in this regard started with the migration of the Shirazi family to Damascus in the second half of the 5th (11th) century. The Shirazi family formed a regular class circle belonging to the Hanbalis in Damascus and started to build a madrasah where teaching activities could be carried out. Thus, the madhhab started to gain stability in Damascus and found a suitable environment for scholarly activities to be carried out.
Hanbali ulama in Damascus wrote works on many fields of fiqh. In this period, besides the works in the field of “füru” and “usul”, which are the two main disciplines of fiqh, boks and treaties related to khilaf was also on the agenda of Hanbali scholars, and even these literary activities were further specialized and works that dealt with a subject covered in fiqh works independently emerged. In addition, the literary activities in this period included the works of an independent nature, as well as the types of commentary (sharh) and annotation (hashiya) that were revealed by putting different Works in the center of the study.
Among the works written in the mentioned time, the most striking ones are the works of furu fiqh. In terms of scope, some of these works are compendiums written for practical purposes, for example, to be used in teaching activities. Some of them are encyclopedic works that contain the views of other madhahib besides the Hanbali madhhab. In addition to these, there are also works that present the issues of fiqh as poetry and collect the narrations about the ahkam. Despite the fact that works on the usul al-fiqh were also written in the aforementioned period, the usul al-fiqh had a lower density compared to the furu fiqh, both in terms of literary activities and the place it occupied on the scholarly agenda. Despite this, it is possible to say that a more positive attitude towards the usul al-fiqh has developed when compared to the previous period. In addition, letters and fatwas that were transmitted in the sources were evaluated as literature and included in the study as they could reflect the scholarly discussions of the period.
In terms of content, works that focus on a spesific issue, fatwas, and letters provide clues about the lively discussion areas of the period. In addition, it seems that the conflicts between Hanbalis and Ash‘aris based on previous periods were effective in the emergence of the aforementioned discussions and works. When we look at the references to names and works, it is seen that Khiraqi continued his influence before Ibn Qudama for a while, and Ibn Qudama became active with the works he wrote. In terms of usul al-fiqh, the references to Farra have had a more dominant density than Kalwadhani and Ibn Aqil, who wrote on usul al-fiqh in the previous periods.
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi (TALİD), 2017
İslam tarihinin hemen her döneminde bir şekilde kendine alan bulabilmiş olan selefî söylemler, öz... more İslam tarihinin hemen her döneminde bir şekilde kendine alan bulabilmiş olan selefî söylemler, özellikle XVIII. yüzyıldan sonra Müslüman coğrafyanın farklı bölgelerinde görülen siyasî, askerî ve kültürel bunalımlar ve bunlara yönelik çözüm arayışları sebebiyle gündemi daha fazla meşgul etmiştir. Bu döneme şahit olmuş birçok şahsiyet ve hareket “selefe ittibâ” söylemini öne çıkarmış ve İbn Teymiyye ile öğrencisi İbn Kayyim’i düşünce ve iddialarında referans olarak kullanmışlardır. Cumhuriyet döneminden önce Anadolu coğrafyasında da bu gelişmelerin yansımaları görülmüş, fakat tek partili yıllarda İslam dünyasının diğer coğrafyaları ile bu çerçevedeki etkileşim sekteye uğramıştır. 1960’lı yıllardan itibaren bu kopukluk telafi edilmeye çalışılmış ve selefî iddiaları ile öne çıkan çağdaş isimlerden yoğun bir şekilde tercümeler yapılmış, bazı bölgelerde selefî söylemleri iddialarının bir parçası haline getiren hoca çevreleri oluşmaya başlamıştır. 1980’li yıllardan itibaren İbn Teymiyye ve İbn Kayyim’in eserleri yoğun bir şekilde tercüme edilmiş ve buna paralel olarak bu iki isim üzerine yapılan akademik çalışmalarda da artış görülmüştür.
Salafi discourse, which can be encountered in nearly any period of Islamic history, became a major part of the public discourse, especially after the political, military and cultural crises and the varying attempts at remedy in different regions of the Islamic World starting in the 18th century. Many figures and movements of the period used the discourse of the adherence to the salaf and used Ibn Taymiyya and Ibn Qayyim as references in their thought and claims. Reverberations of these developments had also been seen in Anatolia before the republican period; however, during the one-party years the links to other Islamic regions had been severed, hindering further developments. After the 60s, there were some attempts to bridge this gap; translations were made from prominent contemporary supporters of the salafi rhetoric and in some regions circles started to form around teachers who absorbed the salafi discourse as part of their claims. After the 80s, there was a profuse translation of Ibn Taymiyya and Ibn Qayyim’s texts and at the same time there was a noticable increase in academic research on these two figures.
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi (Talid), 2017
İslam tarihinin hemen her döneminde bir şekilde kendine alan bulabilmiş olan selefî söylemler, öz... more İslam tarihinin hemen her döneminde bir şekilde kendine alan bulabilmiş olan selefî söylemler, özellikle XVIII. yüzyıldan sonra Müslüman coğrafyanın farklı bölgelerinde görülen siyasî, askerî ve kültürel bunalımlar ve bunlara yönelik çözüm arayışları sebebiyle gündemi daha fazla meşgul etmiştir. Bu döneme şahit olmuş birçok şahsiyet ve hareket “selefe ittibâ” söylemini öne çıkarmış ve İbn Teymiyye ile öğrencisi İbn Kayyim’i düşünce ve iddialarında referans olarak kullanmışlardır. Cumhuriyet döneminden önce Anadolu coğrafyasında da bu gelişmelerin yansımaları görülmüş, fakat tek partili yıllarda İslam dünyasının diğer coğrafyaları ile bu çerçevedeki etkileşim sekteye uğramıştır. 1960’lı yıllardan itibaren bu kopukluk telafi edilmeye çalışılmış ve selefî iddiaları ile öne çıkan çağdaş isimlerden yoğun bir şekilde tercümeler yapılmış, bazı bölgelerde selefî söylemleri iddialarının bir parçası haline getiren hoca çevreleri oluşmaya başlamıştır. 1980’li yıllardan itibaren İbn Teymiyye ve İbn Kayyim’in eserleri yoğun bir şekilde tercüme edilmiş ve buna paralel olarak bu iki isim üzerine yapılan akademik çalışmalarda da artış görülmüştür.
Salafi discourse, which can be encountered in nearly any period of Islamic history, became a major part of the public discourse, especially after the political, military and cultural crises and the varying attempts at remedy in different regions of the Islamic World starting in the 18th century. Many figures and movements of the period used the discourse of the adherence to the salaf and used Ibn Taymiyya and Ibn Qayyim as references in their thought and claims. Reverberations of these developments had also been seen in Anatolia before the republican period; however, during the one-party years the links to other Islamic regions had been severed, hindering further developments. After the 60s, there were some attempts to bridge this gap; translations were made from prominent contemporary supporters of the salafi rhetoric and in some regions circles started to form around teachers who absorbed the salafi discourse as part of their claims. After the 80s, there was a profuse translation of Ibn Taymiyya and Ibn Qayyim’s texts and at the same time there was a noticable increase in academic research on these two figures.
Book Reviews by Muhammed Usame ONUŞ
Dîvân Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, 2013
İslam medeniyetini anlamaya yönelik akademik çalışmalar günden güne artış göstermektedir. Bu çalı... more İslam medeniyetini anlamaya yönelik akademik çalışmalar günden güne artış göstermektedir. Bu çalışmalar farklı açılardan bu amaca
İstanbul: İSAM Yayınları, 2014, 300 sayfa.
Thesis Chapters by Muhammed Usame ONUŞ
VI.-VII. Asırlarda Dımask Hanbeliligi, 2020
The political turmoil in the Islamic world in the second half of the 6th century AH and the first... more The political turmoil in the Islamic world in the second half of the 6th century AH and the first half of the 7th century AH, and the approaching Mongolian danger caused the ulama to migrate eastward, and Damascus and Cairo to become a vibrant scientific center accommodating all four madhhabs. The scientific activities carried out by the
Hanbelî mezhebinin diğer mezheplere nazaran daha geç bir dönemde bağımsız bir bütünlüğe kavuşmuş ... more Hanbelî mezhebinin diğer mezheplere nazaran daha geç bir dönemde bağımsız bir bütünlüğe kavuşmuş olmasına rağmen diğer fıkıh çevrelerine paralel bir mezhepleşme süreci geçirdiği görülmektedir. Mezhebin teşekkülünü tamamlayıp klasik döneme girmesi, mezhebin kendi dönemine kadarki fıkhî birikimini sistematik bir biçimde, gelişen fıkıh diliyle ifade eden, Ebu?l-Kasım el-Hırakî (334/946) tarafından kaleme alınan ve mezhebin ilk el kitabı olarak kabul edilen el-Muhtasar isimli eserle gerçekleşmiştir. Bu eser Ahmed b. Hanbel?den kendisine kadar daha ziyade rivayet diliyle ve klasik dönemdeki fıkıh sistematiğinden uzak bir şekilde tedvin edilen fıkhî malzemeyi klasik dönemde görmeye alıştığımız üslûp ve sistematiğe yaklaştırarak yeniden ifade etmiştir.Gerek üslûp gerekse sistematik açıdan taşımış olduğu özellikler el-Muhtasar?ın mezhep çalışmalarında merkezî bir konumda olmasına sebep olmuştur. Eserin telif edildikten çok kısa bir süre sonra şerh edilmesi, sonraki dönemlerde nazmedilmesi, esere zevâid yazılması ve benzeri birçok çalışma onun telif geleneği oluşturma noktasında etki gücünü göstermektedir. Tabakat ve tarih kaynaklarında eserin ezberlendiğine, rivayet edildiğine ve çoğaltıldığına dair kayıtlar tedris faaliyetlerinde yoğun bir şekilde kullanılmış olduğuna işaret etmektedir. Eserdeki ibare ve cümle yapılarının mezhep eserlerinde aynı şekilde veya kısmî değişikliklerle kullanılmış olması da eserin muhtasar metin telifindeki etki gücünü göstermektedir. Eserin bu kadar yaygın bir etki gücüne sahip olması ve öncesinde bu özellikleri hâvî bir eserin bulunmaması sebebiyle el-Muhtasar, Hanbelî mezhebi için teşekkül döneminin sona erip klasik devrin başlamasının sembolü olarak edilebilir.
Although the Hanbalite madhab has reached its independent integrity in a later period compared to other madhabs, its formation process has been paralel to these other legal circles. Abu?l-Q?sim al-Khiraq??s work al-Mukhtasar, the Hanbalite madhabs first acknowledged handbook, has formulated the accumulated legal knowledge up until its own time in a sophisticated legal language, and has defined the end of the formation period and the beginning of the classical period of the Hanbalite madhab. The accumulated legal knowledge from Ahmad ibn Hanbal up until al-Khiraq? which was primarily codified in a narrative language and far from using the systematic approach from the classical period, is in this work, brought closer to the latters form and style.Its stylistic as well as its systematic features are the main reason that al-Mukhtasar became the focal point of the following activities within the madhab. The production of annotations shortly after its being written, and in later periods its being transferred into verse (nazm), zaw?id type works being based on it and other kinds of works all point to its potency in forming a literary tradition. Biographical and historical records which show that the work was memorized, narrated and copied, also point to its intensive use in educational activities. al-Mukhtasar expressions and sentence structures which are used identically or partially in subsequent madhab works, also show its impact on the production of texts. Because of its widespread impact and the lack of a work with similar features before it, al-Mukhtasar can be easily seen as symbolizing the end of the Hanbalite madhabs formation period and the beginning of its classical period.
Teaching Documents by Muhammed Usame ONUŞ
İslam Araştırmaları Dergisi, 2017
Yakın zamana kadar Türkiye’deki akademik İslâmî ilimler çalışmalarında Osmanlı dönemi genellikle ... more Yakın zamana kadar Türkiye’deki akademik İslâmî ilimler çalışmalarında Osmanlı dönemi genellikle ihmal edilmiş, bu konuya asgari düzeyde değinen çalışmalar ise Osmanlı’nın sön döneminde kendisini daha belirgin bir şekilde hissettiren ve söz konusu dönemde İslâmî ilimlerin gelişimi açısından olumsuz kanaatleri bildiren bazı yargıları desteklemekten öteye geçememiştir. Bu yargıların belki de en yaygın olanı, İslâmî ilimlerin V-VI. (XI-XII.) asırdan sonra gerilemeye başladığı veya daha iyimser bir ifade ile durağanlaştığı şeklindedir. Fakat son dönemlerde yapılan sınırlı sayıdaki çalışmanın sağladığı veriler bile aslında bu genel geçer iddiaların sıhhatine şüpheyle yaklaşılması gerektiğini göstermiştir.
Books by Muhammed Usame ONUŞ
Tuhfetü't-Türk: Tarsusi'nin Siyasetnamesi, 2018
Mir'râcü'l-Eyâle: Aşık Çelebi'nin Siyasetnâmesi, 2018
Kitap kültürü çalışmaları nispeten yeni bir konu olduğu halde akademide ve entelektüel camiada so... more Kitap kültürü çalışmaları nispeten yeni bir konu olduğu halde akademide ve entelektüel camiada son zamanlarda artan bir ilgiye mazhar olmaktadır. Ne var ki bu artan ilgiden Osmanlı kitap kültürünün yeterince nasiplendiğini söylemek güç görünmektedir. Osmanlı kitap kültürüne dair sınırlı sayıdaki çalışmalar da daha ziyade matbu eserler üzerinden gelişmiştir. Elinizdeki kitap bir 17-18. Yüzyıl Osmanlı alimi ve kadısı olan Cârullah Efendi'nin kütüphanesi üzerinden Osmanlı yazma kitap kültürünü ele almaktadır. Çalışmada halen Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan 2200 civarında eserden müteşekkil koleksiyondaki kitap derkenar notları vesile kılınarak eserlerde yer alan ilimler ve onlara yansıyan kitap kültürü tahlil edilmiştir.
Elinizdeki kitabın bir başka katkısı da hiç şüphesiz hakkında neredeyse hiçbir bilgi bulunmayan Cârullah Efendi gibi çok kıymetli bir âlim, müderris, kadı, kütüphaneci ve bibliyofilin ilim âlemine lâyıkıyla tanıtılmış olmasıdır.
2013-2014 yıllarında İlmi Etüdler Derneği'nde yürütülen bir araştırma projesinin neticesinde ortaya çıkan bu kitapta değişik ilim dalları açısından kitap kültürünü ele alan 14 yazı yer almaktadır.
Conference Presentations by Muhammed Usame ONUŞ
Din ve Hayat Dergisi, 2023
İslam Araştırmaları Dergisi, 2022
Hanbelî mezhebinin günümüze ulaşan mütekâmil ilk usûl-i fıkıh eseri V. (XI.) asrın ortalarında ka... more Hanbelî mezhebinin günümüze ulaşan mütekâmil ilk usûl-i fıkıh eseri V. (XI.) asrın ortalarında kaleme alınmıştır. Bu tarihten sonra usûl-i fıkıh eserleri önceki döneme nispetle daha yoğun bir şekilde kaleme alınmış olsa da söz konusu eserler Mu‘tezilî ve Eş‘arî kaynaklara sıklıkla müracaat etmiş, tedris ve telif faaliyetlerine konu olmak açısından mezhepte yeterince ilgi görmemiştir. Fakat İbn Kudâme’nin (ö. 620/1223) Ravzatü’n-nâzır adlı eseri önceki usûl-i fıkıh eserlerinin aksine tedris faaliyetlerinde kullanılmış ve mezhepteki usûl-ı fıkıh telifatına kaynaklık etmiştir. Eş‘arî geleneğinin önemli temsilcilerinden olan Gazzâlî’nin büyük oranda el-Mustasfâ adlı eserinden istifade edilerek kaleme alınmış olmasından dolayı Ravzatü’n-nâzır’ın da önceki eserler gibi ilgi görmemesi beklenebilir. Fakat İbn Kudâme, bazı tasarruflarla eserini el-Mustasfâ’dan ayrıştırmaya çalışmıştır. Bu çalışmada İbn Kudâme’nin Ravzatü’n-nâzır’ı el-Mustasfâ’nın standart bir ihtisarı olmaktan çıkaran ve Hanbelîler’in geleneksel tavırlarına daha yakın bir eser haline getiren tasarrufları üzerinde durulacaktır. Ravzatü’n-nâzır’daki usul görüşleri ile kelamî uzantıları olan meselelere dair yaklaşımlar, eserde takip edilen sistematik ve kullanılan kaynaklar el-Mustasfâ ile karşılaştırılarak analiz edilecektir.
The Hanbali school of law has, since its formation, been distinct in its approach to the juristic methodology and theology. While the juristic activities of the other schools of law can be traced back to early Islamic history, the first remarkable juristic effort of the Hanbali school appeared only in the first half of the fifth/eleventh century. The first complete work on the principles of Islamic jurisprudence, titled al-ʿUddah fī uṣūl al-fiqh by Abū Yaʿlā al-Farrāʾ, was a product of this effort. Farrāʾ’s students advanced this effort; Abu al-Khaṭṭāb al-Kalwadhānī’s (d. 510/1116) al-Tamhīd fī uṣūl al-fiqh and Abū al-Wafāʾ Ibn ʿAqīl’s (d. 513/1119) al-Wāḍiḥ fī uṣūl al-fiqh grew into prominent works within the school. These three works, which did not have a long-lasting impact on the Hanbali school, seem to have been written based on works in the Muʿtazilī and Ashʿarī traditions. In addition, we do not have sufficient information to determine whether these sources were adopted as textbooks or were the subject of commentary or summary. This fact may be because these works include certain issues that contradict the distanced attitude of the Hanbalis to theological problems or because they were based on certain books authored by scholars and groups who have traditionally been opponents of the Hanbalis. In addition to these three works, many works on the principles of Islamic jurisprudence were authored by Hanbali scholars, a majority of whom were Farrāʾ’s students, until Muwaffaq al-Dīn Ibn Qudāma (d. 620/1223) wrote Rawḍat al-nāẓir. However, as these works have not survived to the present, we find limited information on their contents in relevant sources. This fact shows that the focus by “Farrāʾ and his students” on the principles of Islamic jurisprudence should not be viewed as representative of the general Hanbali school of law, and that a lack of interest in legal issues mixed with theological issues still persists. The fact that Ibn Qudāma’s Rawḍa was based on al-Mustaṣfā by al-Ghazālī, who was one of the most prominent representatives of the Ashʿarī school, raised questions on the nature of Ibn Qudāma’s use of al-Mustaṣfā. While some scholars hold that Rawḍa was a summary of al-Mustaṣfā, some view it as more than merely a summary of al-Mustaṣfā despite an extensive resemblance between the two texts. In any case, all concur that Rawḍa was principally based on al-Mustaṣfā. Therefore, one may expect that Rawḍa would receive similar reactions as previous works on the principles of Islamic law because of its reliance on a work in the Ashʿarī school. However, even though Ibn Qudāma has been criticized for his inclusion of an introduction on logic by following Ghazālī, Rawḍa, unlike previous works, was received positively by the school and was adopted as a textbook in teaching. This could be because the author tried to save Rawḍa from the shadow of al-Mustaṣfā by making interventions related to its content and classifications; he thereby dressed up his work with a Hanbali identity. He chose to be selective in addressing issues with theological connotations and respected the sensitivities of his school. He reordered issues discussed in al-Mustaṣfā and added previous Hanbali scholars’ views on the principles of Islamic law. The most remarkable interventions in Rawḍa were related to theological issues. Even though Ibn Qudāma quoted from Ghazālī on many occasions, he disregarded Ghazālī and remained selective while discussing certain issues with theological connotations. This attitude distinguishes Rawḍa from the works penned by previous Hanbali scholars. Considering the fact that previous works containing theological discussions held a marginal place within the school, one of the most critical factors for Rawḍa’s positive reception and its adoption as a textbook may have been that Ibn Qudāma wrote a book on the principles of the Islamic law by observing the Hanbali principle of believing by “sukūt (silence)” and “bilā kayf (without asking ‘how’).” Therefore, a book on the principles of the Islamic law that conformed with the school’s traditional line appeared for the first time. Further, Ibn Qudāma’s reliance on a work in the Ashʿarī school can be explained by the fact that Ashʿarī thought held a unique place as a field for intellectual discussions among the Sunnis. In addition, a scholarly milieu shaped by the powerful Shāfiʿī scholars existed in the time and place Ibn Qudāma lived.
Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2021
İslam coğrafyasında V . (X ) asrın son yarısı ile V . (X ) asrın ilk yarısında görülen siyasi kar... more İslam coğrafyasında V . (X ) asrın son yarısı ile V . (X ) asrın ilk yarısında görülen siyasi karışıklıklar ve yaklaşan Moğol tehlikesi ulemanın batıya doğru göç etmesine ve Dımaşk ile Kahire’nin dört mezhebi de barındıran hareketli ilim merkezleri haline gelmesine yol açmıştır. Bu karışıklıklara rağmen telif faaliyetlerinin yoğun bir şekilde devam ettiği görülmektedir. Bağdat ve Kudüs’ten göç ederek Dımaşk’ın merkezi ile Kasyûn dağının eteklerinde bulunan Salihiyye bölgesine yerleşen Hanbelî fakihler de telif faaliyeti açısında yoğun bir mesai içine girmiştir. Farklı telif türlerinde eserler veren Hanbelîler, fıkıh meselelerinin tamamını içeren eserlerin yanında fıkhın bir konusuna yönelik risale ve kitaplar da kaleme almışlardır. Bu literatürün tespiti, özelliklerinin ortaya konması ve ilgi yoğunlukları açısından yapılacak değerlendirmeler gerek Hanbelilerin fıkhî faaliyetlerinin mahiyeti gerekse söz konusu dönemde ve bölgede yaşayan ulemanın gündemi hakkında ipuçları vermesi açısından önemlidir.
Hanbelîlerin Dımaşk’taki varlığı . ( X) asra kadar götürülebilir. Fakat V. (X ) asrın ikinci yarısına kadar Hanbelîlerin burada düzenli bir ilmî faaliyette bulunduğunu söylemek zordur. Buna dair kayda değer ilk faaliyet Şirazî ailesinin V. (X ) asrın ikinci yarısında Dımaşk’a göç etmesiyle görülmeye başlamıştır. Şirazî ailesi Dımaşk’ta Hanbelîlere ait düzenli bir ders halkası oluşturmuş ve tedris faaliyetlerinin yürütülebileceği bir medrese inşa etmeye başlamıştır. Böylece mezhep Dımaşk’ta istikrar kazanmaya başlamış ve ilmî faaliyetlerin yürütülebilmesi için müsait bir alan bulmuştur.
Dımaşk’taki Hanbelî ulema, fıkhın birçok alanına dair eser kaleme almıştır. Bu dönemde fıkıh ilminin temel iki disiplini olan fürû ve usûl alanında eserlerin kaleme alınmasının yanında hilaf ile alakalı eserlerin yazımı da Hanbelî ulemanın gündeminde olmuş ve hatta bu telif faaliyetleri daha da hususileştirilerek fıkıh eserlerinde işlenen bir konuyu müstakil olarak ele alan eserler de ortaya çıkmıştır. Ayrıca bu dönemdeki telif faaliyetleri müstakil bir mahiyet arz eden eserleri içerdiği gibi farklı eserleri merkeze alarak ortaya çıkarılmış şerh ve haşiye türlerini de kapsamaktadır.
Söz konusu zaman diliminde yazılmış eserler arasında en fazla göze çarpanlar füru fıkıh eserleridir. Kapsam olarak bu eserlerin bir kısmı tedris faaliyetlerinde kullanılmak gibi pratik amaçlar gözetilerek kaleme alınan muhtasarlardır. Bir kısmı ise Hanbelî mezhebinin yanında diğer mezhep görüşlerini de barındıran ansiklopedik eserlerdir. Bunların yanında fıkıh meselelerini manzum bir şekilde ortaya koyan ve ahkama dair rivayetleri toplayan eserler de bulunmaktadır. Mezkûr dönemde fıkıh usulüne dair eserler de kaleme alınmasına rağmen fıkıh usulü gerek telif edilen eserler gerekse ilmî gündemi meşgul etmesi açısından füru fıkıh ile karşılaştırıldığında daha düşük bir yoğunluğa sahip olmuştur. Buna rağmen önceki dönemle kıyaslandığında fıkıh usulüne dair daha müspet bir tavrın geliştiğini söylemek mümkündür. Ayrıca iki kapak arasına girmediği halde kaynaklarda nakledilmiş olan mektup ve fetvalar da dönemin ilmî tartışmalarını yansıtabileceği için literatür olarak değerlendirilmiş ve çalışmaya dahil edilmiştir.
İçerik açısından bakıldığında bir meseleye yoğunlaşan eserler, fetvalar ve mektuplar dönemin canlı tartışma alanlarına dair ipuçları vermektedir. Ayrıca Hanbelîler ile Eşʽariler arasında önceki dönemlere dayanan çekişmelerin, bahsi geçen tartışmaların ve eserlerin ortaya çıkmasında etkili olduğu anlaşılmaktadır. İsim ve eserlere yapılan atıflara bakıldığında ise fürû fıkıhta Hırakî’nin İbn Kudâme öncesindeki etkisini bir süre daha devam ettirdiği, İbn Kudâme’nin ise kaleme aldığı eserlerle etkin bir hale geldiği görülmektedir. Fıkıh usulü açısından Ferrâ’ya yapılan atıflar önceki dönemlerde usul eseri kaleme almış olan Kelvezânî ve İbn Akîl’e göre daha baskın bir yoğunluğa sahip olmuştur.
The political turmoil in the last half of the 6th (12th AD) and the first half of the 7th (13th AD) century in the Islamic world and the approaching Mongol threat caused the ulama to migrate to the west. Thus, Damascus and Cairo became vibrant centers of ilm that included all four madhahib. Despite these confusions, it is seen that literary enterprises continue intensively. Hanbali jurists who immigrated from Baghdad and Jerusalem and settled in the center of Damascus and the Salihiyya region at the foot of Mount Kasyun also engaged in intense work in terms of literary enterprise. Hanbalis, who produced works in different types of literature, wrote treatises and books on spesific subjects of fiqh, along with works containing general fiqh issues. The determination of this literature, revealing its characteristics and an evaluation of their interests are important because they provide clues about the nature of the fiqh activities of the Hanbalis and the agenda of the ulama living in the said period and in the region.
The presence of Hanbalis in Damascus can be traced back to the 3rd (9th) century. But until the second half of the 5th (11th) century, it is difficult to say that Hanbalis had a regular scholarly activity there. The first significant activity in this regard started with the migration of the Shirazi family to Damascus in the second half of the 5th (11th) century. The Shirazi family formed a regular class circle belonging to the Hanbalis in Damascus and started to build a madrasah where teaching activities could be carried out. Thus, the madhhab started to gain stability in Damascus and found a suitable environment for scholarly activities to be carried out.
Hanbali ulama in Damascus wrote works on many fields of fiqh. In this period, besides the works in the field of “füru” and “usul”, which are the two main disciplines of fiqh, boks and treaties related to khilaf was also on the agenda of Hanbali scholars, and even these literary activities were further specialized and works that dealt with a subject covered in fiqh works independently emerged. In addition, the literary activities in this period included the works of an independent nature, as well as the types of commentary (sharh) and annotation (hashiya) that were revealed by putting different Works in the center of the study.
Among the works written in the mentioned time, the most striking ones are the works of furu fiqh. In terms of scope, some of these works are compendiums written for practical purposes, for example, to be used in teaching activities. Some of them are encyclopedic works that contain the views of other madhahib besides the Hanbali madhhab. In addition to these, there are also works that present the issues of fiqh as poetry and collect the narrations about the ahkam. Despite the fact that works on the usul al-fiqh were also written in the aforementioned period, the usul al-fiqh had a lower density compared to the furu fiqh, both in terms of literary activities and the place it occupied on the scholarly agenda. Despite this, it is possible to say that a more positive attitude towards the usul al-fiqh has developed when compared to the previous period. In addition, letters and fatwas that were transmitted in the sources were evaluated as literature and included in the study as they could reflect the scholarly discussions of the period.
In terms of content, works that focus on a spesific issue, fatwas, and letters provide clues about the lively discussion areas of the period. In addition, it seems that the conflicts between Hanbalis and Ash‘aris based on previous periods were effective in the emergence of the aforementioned discussions and works. When we look at the references to names and works, it is seen that Khiraqi continued his influence before Ibn Qudama for a while, and Ibn Qudama became active with the works he wrote. In terms of usul al-fiqh, the references to Farra have had a more dominant density than Kalwadhani and Ibn Aqil, who wrote on usul al-fiqh in the previous periods.
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi (TALİD), 2017
İslam tarihinin hemen her döneminde bir şekilde kendine alan bulabilmiş olan selefî söylemler, öz... more İslam tarihinin hemen her döneminde bir şekilde kendine alan bulabilmiş olan selefî söylemler, özellikle XVIII. yüzyıldan sonra Müslüman coğrafyanın farklı bölgelerinde görülen siyasî, askerî ve kültürel bunalımlar ve bunlara yönelik çözüm arayışları sebebiyle gündemi daha fazla meşgul etmiştir. Bu döneme şahit olmuş birçok şahsiyet ve hareket “selefe ittibâ” söylemini öne çıkarmış ve İbn Teymiyye ile öğrencisi İbn Kayyim’i düşünce ve iddialarında referans olarak kullanmışlardır. Cumhuriyet döneminden önce Anadolu coğrafyasında da bu gelişmelerin yansımaları görülmüş, fakat tek partili yıllarda İslam dünyasının diğer coğrafyaları ile bu çerçevedeki etkileşim sekteye uğramıştır. 1960’lı yıllardan itibaren bu kopukluk telafi edilmeye çalışılmış ve selefî iddiaları ile öne çıkan çağdaş isimlerden yoğun bir şekilde tercümeler yapılmış, bazı bölgelerde selefî söylemleri iddialarının bir parçası haline getiren hoca çevreleri oluşmaya başlamıştır. 1980’li yıllardan itibaren İbn Teymiyye ve İbn Kayyim’in eserleri yoğun bir şekilde tercüme edilmiş ve buna paralel olarak bu iki isim üzerine yapılan akademik çalışmalarda da artış görülmüştür.
Salafi discourse, which can be encountered in nearly any period of Islamic history, became a major part of the public discourse, especially after the political, military and cultural crises and the varying attempts at remedy in different regions of the Islamic World starting in the 18th century. Many figures and movements of the period used the discourse of the adherence to the salaf and used Ibn Taymiyya and Ibn Qayyim as references in their thought and claims. Reverberations of these developments had also been seen in Anatolia before the republican period; however, during the one-party years the links to other Islamic regions had been severed, hindering further developments. After the 60s, there were some attempts to bridge this gap; translations were made from prominent contemporary supporters of the salafi rhetoric and in some regions circles started to form around teachers who absorbed the salafi discourse as part of their claims. After the 80s, there was a profuse translation of Ibn Taymiyya and Ibn Qayyim’s texts and at the same time there was a noticable increase in academic research on these two figures.
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi (Talid), 2017
İslam tarihinin hemen her döneminde bir şekilde kendine alan bulabilmiş olan selefî söylemler, öz... more İslam tarihinin hemen her döneminde bir şekilde kendine alan bulabilmiş olan selefî söylemler, özellikle XVIII. yüzyıldan sonra Müslüman coğrafyanın farklı bölgelerinde görülen siyasî, askerî ve kültürel bunalımlar ve bunlara yönelik çözüm arayışları sebebiyle gündemi daha fazla meşgul etmiştir. Bu döneme şahit olmuş birçok şahsiyet ve hareket “selefe ittibâ” söylemini öne çıkarmış ve İbn Teymiyye ile öğrencisi İbn Kayyim’i düşünce ve iddialarında referans olarak kullanmışlardır. Cumhuriyet döneminden önce Anadolu coğrafyasında da bu gelişmelerin yansımaları görülmüş, fakat tek partili yıllarda İslam dünyasının diğer coğrafyaları ile bu çerçevedeki etkileşim sekteye uğramıştır. 1960’lı yıllardan itibaren bu kopukluk telafi edilmeye çalışılmış ve selefî iddiaları ile öne çıkan çağdaş isimlerden yoğun bir şekilde tercümeler yapılmış, bazı bölgelerde selefî söylemleri iddialarının bir parçası haline getiren hoca çevreleri oluşmaya başlamıştır. 1980’li yıllardan itibaren İbn Teymiyye ve İbn Kayyim’in eserleri yoğun bir şekilde tercüme edilmiş ve buna paralel olarak bu iki isim üzerine yapılan akademik çalışmalarda da artış görülmüştür.
Salafi discourse, which can be encountered in nearly any period of Islamic history, became a major part of the public discourse, especially after the political, military and cultural crises and the varying attempts at remedy in different regions of the Islamic World starting in the 18th century. Many figures and movements of the period used the discourse of the adherence to the salaf and used Ibn Taymiyya and Ibn Qayyim as references in their thought and claims. Reverberations of these developments had also been seen in Anatolia before the republican period; however, during the one-party years the links to other Islamic regions had been severed, hindering further developments. After the 60s, there were some attempts to bridge this gap; translations were made from prominent contemporary supporters of the salafi rhetoric and in some regions circles started to form around teachers who absorbed the salafi discourse as part of their claims. After the 80s, there was a profuse translation of Ibn Taymiyya and Ibn Qayyim’s texts and at the same time there was a noticable increase in academic research on these two figures.
Dîvân Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, 2013
İslam medeniyetini anlamaya yönelik akademik çalışmalar günden güne artış göstermektedir. Bu çalı... more İslam medeniyetini anlamaya yönelik akademik çalışmalar günden güne artış göstermektedir. Bu çalışmalar farklı açılardan bu amaca
İstanbul: İSAM Yayınları, 2014, 300 sayfa.
VI.-VII. Asırlarda Dımask Hanbeliligi, 2020
The political turmoil in the Islamic world in the second half of the 6th century AH and the first... more The political turmoil in the Islamic world in the second half of the 6th century AH and the first half of the 7th century AH, and the approaching Mongolian danger caused the ulama to migrate eastward, and Damascus and Cairo to become a vibrant scientific center accommodating all four madhhabs. The scientific activities carried out by the
Hanbelî mezhebinin diğer mezheplere nazaran daha geç bir dönemde bağımsız bir bütünlüğe kavuşmuş ... more Hanbelî mezhebinin diğer mezheplere nazaran daha geç bir dönemde bağımsız bir bütünlüğe kavuşmuş olmasına rağmen diğer fıkıh çevrelerine paralel bir mezhepleşme süreci geçirdiği görülmektedir. Mezhebin teşekkülünü tamamlayıp klasik döneme girmesi, mezhebin kendi dönemine kadarki fıkhî birikimini sistematik bir biçimde, gelişen fıkıh diliyle ifade eden, Ebu?l-Kasım el-Hırakî (334/946) tarafından kaleme alınan ve mezhebin ilk el kitabı olarak kabul edilen el-Muhtasar isimli eserle gerçekleşmiştir. Bu eser Ahmed b. Hanbel?den kendisine kadar daha ziyade rivayet diliyle ve klasik dönemdeki fıkıh sistematiğinden uzak bir şekilde tedvin edilen fıkhî malzemeyi klasik dönemde görmeye alıştığımız üslûp ve sistematiğe yaklaştırarak yeniden ifade etmiştir.Gerek üslûp gerekse sistematik açıdan taşımış olduğu özellikler el-Muhtasar?ın mezhep çalışmalarında merkezî bir konumda olmasına sebep olmuştur. Eserin telif edildikten çok kısa bir süre sonra şerh edilmesi, sonraki dönemlerde nazmedilmesi, esere zevâid yazılması ve benzeri birçok çalışma onun telif geleneği oluşturma noktasında etki gücünü göstermektedir. Tabakat ve tarih kaynaklarında eserin ezberlendiğine, rivayet edildiğine ve çoğaltıldığına dair kayıtlar tedris faaliyetlerinde yoğun bir şekilde kullanılmış olduğuna işaret etmektedir. Eserdeki ibare ve cümle yapılarının mezhep eserlerinde aynı şekilde veya kısmî değişikliklerle kullanılmış olması da eserin muhtasar metin telifindeki etki gücünü göstermektedir. Eserin bu kadar yaygın bir etki gücüne sahip olması ve öncesinde bu özellikleri hâvî bir eserin bulunmaması sebebiyle el-Muhtasar, Hanbelî mezhebi için teşekkül döneminin sona erip klasik devrin başlamasının sembolü olarak edilebilir.
Although the Hanbalite madhab has reached its independent integrity in a later period compared to other madhabs, its formation process has been paralel to these other legal circles. Abu?l-Q?sim al-Khiraq??s work al-Mukhtasar, the Hanbalite madhabs first acknowledged handbook, has formulated the accumulated legal knowledge up until its own time in a sophisticated legal language, and has defined the end of the formation period and the beginning of the classical period of the Hanbalite madhab. The accumulated legal knowledge from Ahmad ibn Hanbal up until al-Khiraq? which was primarily codified in a narrative language and far from using the systematic approach from the classical period, is in this work, brought closer to the latters form and style.Its stylistic as well as its systematic features are the main reason that al-Mukhtasar became the focal point of the following activities within the madhab. The production of annotations shortly after its being written, and in later periods its being transferred into verse (nazm), zaw?id type works being based on it and other kinds of works all point to its potency in forming a literary tradition. Biographical and historical records which show that the work was memorized, narrated and copied, also point to its intensive use in educational activities. al-Mukhtasar expressions and sentence structures which are used identically or partially in subsequent madhab works, also show its impact on the production of texts. Because of its widespread impact and the lack of a work with similar features before it, al-Mukhtasar can be easily seen as symbolizing the end of the Hanbalite madhabs formation period and the beginning of its classical period.
İslam Araştırmaları Dergisi, 2017
Yakın zamana kadar Türkiye’deki akademik İslâmî ilimler çalışmalarında Osmanlı dönemi genellikle ... more Yakın zamana kadar Türkiye’deki akademik İslâmî ilimler çalışmalarında Osmanlı dönemi genellikle ihmal edilmiş, bu konuya asgari düzeyde değinen çalışmalar ise Osmanlı’nın sön döneminde kendisini daha belirgin bir şekilde hissettiren ve söz konusu dönemde İslâmî ilimlerin gelişimi açısından olumsuz kanaatleri bildiren bazı yargıları desteklemekten öteye geçememiştir. Bu yargıların belki de en yaygın olanı, İslâmî ilimlerin V-VI. (XI-XII.) asırdan sonra gerilemeye başladığı veya daha iyimser bir ifade ile durağanlaştığı şeklindedir. Fakat son dönemlerde yapılan sınırlı sayıdaki çalışmanın sağladığı veriler bile aslında bu genel geçer iddiaların sıhhatine şüpheyle yaklaşılması gerektiğini göstermiştir.
Tuhfetü't-Türk: Tarsusi'nin Siyasetnamesi, 2018
Mir'râcü'l-Eyâle: Aşık Çelebi'nin Siyasetnâmesi, 2018
Kitap kültürü çalışmaları nispeten yeni bir konu olduğu halde akademide ve entelektüel camiada so... more Kitap kültürü çalışmaları nispeten yeni bir konu olduğu halde akademide ve entelektüel camiada son zamanlarda artan bir ilgiye mazhar olmaktadır. Ne var ki bu artan ilgiden Osmanlı kitap kültürünün yeterince nasiplendiğini söylemek güç görünmektedir. Osmanlı kitap kültürüne dair sınırlı sayıdaki çalışmalar da daha ziyade matbu eserler üzerinden gelişmiştir. Elinizdeki kitap bir 17-18. Yüzyıl Osmanlı alimi ve kadısı olan Cârullah Efendi'nin kütüphanesi üzerinden Osmanlı yazma kitap kültürünü ele almaktadır. Çalışmada halen Süleymaniye Kütüphanesi'nde bulunan 2200 civarında eserden müteşekkil koleksiyondaki kitap derkenar notları vesile kılınarak eserlerde yer alan ilimler ve onlara yansıyan kitap kültürü tahlil edilmiştir.
Elinizdeki kitabın bir başka katkısı da hiç şüphesiz hakkında neredeyse hiçbir bilgi bulunmayan Cârullah Efendi gibi çok kıymetli bir âlim, müderris, kadı, kütüphaneci ve bibliyofilin ilim âlemine lâyıkıyla tanıtılmış olmasıdır.
2013-2014 yıllarında İlmi Etüdler Derneği'nde yürütülen bir araştırma projesinin neticesinde ortaya çıkan bu kitapta değişik ilim dalları açısından kitap kültürünü ele alan 14 yazı yer almaktadır.