Nihal ŞAHİN UTKU | Marmara University (original) (raw)
Papers by Nihal ŞAHİN UTKU
İslam Öncesi Arap Toplumunda Kadın, 12
KADEM Kadın Araştırmaları Dergisi, 2020
Allomaternal breast feeding and wet nursing have a history that dates back to the prehistoric per... more Allomaternal breast feeding and wet nursing have a history that dates back to the prehistoric period. It is seen that this institution of allomaternal nursing of the baby has survived in all human populations from the tiniest nomadic tribes to the largest civilizations, with small differences among these diverse cultures. This study attempts to analyze in a comparative manner how this institution worked, how it was perceived, and the responsibilities it shouldered in different settings throughout Antiquity and the Middle Ages. Noting that there are diverse perceptions concerning women and children in different cultures, one would be inclined to assume that the concept of wet nursing would fluctuate from one geography and period to the other. However, it is seen that there are more commonalities than differences, especially with regards to wet nursing as an occupation. Even though there are variations in societies’ perception regarding wet nursing, it is also seen that wet nurses are usually held in higher esteem then the class that they come from. The major differences are seen in the responsibilities attributed to wet nurses and the impact of suckling the same breast on the relations and kinship of the milk siblings.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2019
Öz: Tarih boyunca diğer birçok alandaki ilerlemelere nispetle oldukça az gelişme gösteren yelken ... more Öz: Tarih boyunca diğer birçok alandaki ilerlemelere nispetle oldukça az gelişme gösteren yelken teknolojisi açısından Latin yelkeni, gemilerin manevra kabiliyetlerini arttıran ve rüzgara karşı ilerlemelerini sağlayan en önemli gelişme olarak görülmüş ve bu gelişmenin de Akdeniz’e Araplar tarafından aktarıldığı ileri sürülmüştür. Ancak bu tez hem Akdeniz’de hem de Okyanusya’da elde edilen bazı görsel ve arkeolojik bulgularla sorgulanmıştır. Latin yelkenin teknik olarak kullanımına ve tarihî gelişimine odaklanan bu çalışma, aynı zamanda medeniyetler arası teknoloji transferinde bir tartışma alanı olan bu konu etrafındaki farklı tezleri tarih metodu ve tasarımı açısından değerlendirmektedir. Bu çerçevede hem bu bulguların hem de araştırmacıların fikri duruşlarının inşa etmeye çalıştıkları tarih kurgusu üzerindeki etkilerini incelemektedir.
Abstract: It has been argued that the Lateen sail has been a major development in sail technology, which has actually developed rather slowly compared to technologies in other areas, because it allowed ships to move against the wind and also because it provided additional maneuverability. It has also been discussed that this technology was brought to the Mediterranean by the Arabs. This has been disputed due to some visual and archaeological findings and studies in the Mediterranean and the Oceania. This paper studies the Lateen sail both from a technical and a historical perspective. It also examines the arguments concerning the origin of the Lateen sail in the light of the methodology and conceptualization of history. Within this framework, we will look not only to the meaning of the presence of the findings upon which these different versions of history are built upon, but also the
impact of the findings and the positions taken by the historians on the reconstruction efforts.
Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Cilt-Sayı 55, 2018
Hz. Ali’nin üçüncü oğlu Muhammed b. Hanefiyye’nin ismi, İslam tarih kaynaklarında özellikle Kerbe... more Hz. Ali’nin üçüncü oğlu Muhammed b. Hanefiyye’nin ismi, İslam tarih kaynaklarında özellikle Kerbelâ hadisesi ile Emevîlere karşı halifeliğini ilân eden Abdullah b. Zübeyr’in vefatı arasındaki kargaşa döneminde karşımıza çıkmaktadır. Modern tarihçiler arasında her ne kadar onun şahsiyeti ve düşüncelerine dair ortak bir kanaat oluşmuşsa da, aynı dönemde Kûfe’de isyan başlatan ve onu mehdi olarak niteleyen Muhtâr ile ilişkisinin mahiyeti konusunda tutarlı bir izah ortaya konamamıştır. Zira bazı rivayetler, Muhammed b. Hanefiyye’nin bu harekete en azından tarafların onay gibi algıladığı bir destek vermiş olduğunu ima ederken, diğer bazı rivayetlerde ise onun Muhtâr’ın hareketini açık bir şekilde eleştirdiği, hatta ona karşı belli bir mesafe koyduğu yönünde bir intiba oluşmaktadır. İbnü’l-Hanefiyye’nin bu dönemde yaşanan gelişmeler karşısında tutarsız gibi gözükmesine yol açan bu rivayetler, tarihçilerin de onu farklı şekillerde değerlendirmelerine yol açmıştır.
Söz konusu rivayetlerle onun Kerbelâ öncesi ve Abdullah b. Zübeyr’in vefatı sonrasındaki duruşu hakkında ipuçları veren az sayıdaki malumatı birleştirdiğimizde, onun pasif direniş diye tasvir edebileceğimiz bir duruş sergilediğini söyleyebiliriz. İnanç ve düşüncelerini, Müslümanlar arasında çatışma ve fitneye yol açmayacak, ama her türlü baskıyı da göze alabilecek bir mukavemetle savunan İbnü’l-Hanefiyye’nin bu duruşu, bilahare oğlunun fikir babası olduğu Mürcie tarafından da belli ölçüde benimsenmiştir. Tavır ve ifadelerinden onun ümmetin genelinin kabul ettiği alternatif bir isim olmadıkça kendisine bir kez biat edilmiş bir halifeyle çatışmayı ve ona verilen biatı bozmayı doğru bulmadığı anlaşılmaktadır. Bu tarz bir düşünceye sahip olan birinin Muhtâr gibi isyankâr ve bilahare uç inanışlarla tanınacak olan bir kişiye ve onun hareketine nasıl destek verdiği anlaşılması güç bir durumdur. Bu makale, onun bu dönemde niçin bu kadar ön plana çıktığını ve söz konusu hareketle ilişkisini tutarsız gibi gözüken rivayetler ışığında açıklamaya çalışmaktadır. Dönemin gelişmeleri, bahse konu olan rivayetler ve rivayetlerde adı geçen râvi ve şahıslarla bir arada değerlendirildiğinde, onun tutum ve davranışlarının tutarlı bir şekilde izahı mümkün olabilmektedir.
Muhammed b. Hanefiyye’nin bu dönemde tüm Hâşimoğullarının lideri pozisyonuna geldiği ve ailenin onun sancağı altında birleştiği belirgin bir şekilde göze çarpmaktadır. Gelişmeleri detaylıca okuduğumuzda, onun aynı zamanda Muhtâr’a da açık bir izin verdiği görülmektedir. Ancak bu izin, Muhtâr’a güvendiği ve onun Kûfe’de kendi namına bir kalkışma başlatmasına müsamaha gösterdiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Daha ziyade Ehl-i Beyt’in intikamının alınmasına yönelik bir onay olarak değerlendirilmelidir. İbnü’l-Hanefiyye, muhtemelen Muhtâr’ın zaten böyle bir girişim için hazırlanan Tevvâbûn hareketine katılmak veya destek vermek arzusunda olduğunu düşünüyordu. Toplumda oluşan infialin ve Muhammed b. Hanefiyye’nin en yakınlarını kaybetmiş olmasının tetiklediği bir ruh hâleti içinde verildiğini düşündüğümüz bu onayın, onun genel olarak iktidar ile çatışmama prensibiyle çatışmadığını düşünüyoruz. Nitekim Muhtâr’ın hırsı onu daha heterodoks ve daha da önemlisi daha politik bir yola soktuğu zaman, İbnü’l-Hanefiyye onu eleştirmiş ve Muhtâr’dan gelen destek tekliflerini açıkça geri çevirmiştir. Sadece Abdullah b. Zübeyr’in kendisine biat etmediği gerekçesiyle diğer Hâşimoğulları ile birlikte onu da hapsedip ölümle tehdit etmesi üzerine Muhtâr’dan destek almaya rıza göstermiş ve bu durumda dahi Müslümanlar arasında bir çatışma çıkmaması için elinden geleni yapmıştır. Nihayetinde de kendisini kurtarmaya gelen orduyu beraberlerinde getirdikleri paralarla birlikte dağıtmıştır.
Muhammed b. Hanefiyye her ne kadar Muhtâr ile ilişkisine belli bir mesafe koymuş olsa da, etrafında önemli bir kısmı Kûfe menşeli insanlardan oluşan bir taraftar kitlesi teşekkül etmiştir. Bunların bir kısmı, onu kurtarmak amacıyla Medine’ye gelen ordunun içinden çıkmış, diğer bir kısmı da Kerbelâ’nın intikamını almak üzere adına beyatın alındığı bu şahsiyetin yanına önceden gelenlerden veya onun bu dönemde gösterdiği duruştan etkilenerek onun talebesi veya taraftarı olmayı seçenlerden oluşmuştur. Oldukça heterojen olan ve farklı geçmiş ve kültürlerden gelen bu topluluğun büyüklüğünün zaman içinde değiştiğini ve önemli bir kısmının onun ölümüyle birlikte dağıldığını tahmin edebiliriz. Bununla birlikte muhtemelen daha mutedil olanlardan bir kısmının oğlu Hasan’dan ilim tedris ettiklerini ve böylece Mürcie’nin ilk teşekküllerinden birini başlattıklarını, daha radikal düşüncelere sahip olanların ise İbnü’l-Hanefiyye’nin büyük oğlu Ebû Hâşim’e intisap ettiklerini düşünebiliriz. Bilindiği gibi bu ikinci grup bilahare Abbasî ihtilalini başlatan fırka ile ilişkilendirilmiştir.
Muḥammad b. al-Ḥanafiyya, the third son of ‘Alī b. Abī Ṭālib, is a name that appears in the chaotic period between the event of Karbala and the demise of ‘Abd Allāh b. al-Zubayr. While there seems to be a general agreement on the character of Muḥammad b. al-Ḥanafiyya, there are contradicting views on his role during this period of history. Al-Mukhtār al-Thaqafī, who also emerged as a leader during this period, is known to have appropriated the name of Muḥammad b. al-Ḥanafiyya to call the Kufans to arms, identifying Ibn al-Ḥanafiyya as the Mahdi; in fact, al-Mukhtār was probably the first in history to utilize this label with such a connotation. The accounts given about Muḥammad b. al-Ḥanafiyya seem to suggest both that he supported this movement, at least in a very subtle way, and censured it to the degree of condemning it. This inconsistency of his political stance arising from different narrations has caused many historians to judge him with little sympathy and understanding.
From what can be gathered from the scant information we have on him prior to the above mentioned period, his political views and practical stance can be described as passive resistance, where a person stands his ground without actually resorting to violence, especially against fellow Muslims. He appears to have promoted that the pledge given to a caliph should not be broken without serious cause and he seems to have believed that opposing views are of value only as long as they are nonviolent and reasonably within the generally accepted set of beliefs. It has therefore baffled the historians as to why and how his name was used by al-Mukhtār during his rebellious movement and that it continued to be glorified among later ultra-heterodox factions. This article attempts to understand why Muḥammad b. al-Ḥanafiyya rose to the forefront in this period, it seeks to clarify his political stance, and to determine the consistency of his relationship with the movement of al-Mukhtār, within the context of a range of ac- counts that could be interpreted quite differently. Through evaluation of these historical accounts and partially looking into the narrators and the names that are seen in these accounts, the article comes to the conclusion that a reasonable and consistent explanation of his behavior could be ascertained for this historical period.
It is important to note that Muḥammad b. al-Ḥanafiyya became only highly visible as a figure with his political stance at this specific period of his life, after Karbala, at a time when not just the ‘Alīds, but most of Banū Hāshim were traumatized. This leadership role of his is seen to have peaked during the Hajj of the year 68 AH, when all of Banū Hāshim gathered under his banner. From the details of the narrations and the narrators, it also seems reasonable to assume that he gave a clear consent to al-Mukhtār, not nec- essarily because he trusted him, but instead as an approval for al-Mukhtār go to Kufa to try to avenge the death of his family in Karbala, probably assuming he would participate with or at least work with the Tawwābūn, i.e. the penitents, who were seeking revenge for Karbala or death on the path of trying to repent. Ibn al-Ḥanafiyya’s position towards al-Mukhtār is seen as consistent with his general political stance and this soft style of approval of his was limited with such a mission. Furthermore, Muḥammad b. al-Ḥanafiyya denied al-Mukhtār any support when al-Mukhtār’s ambitions set him forth as a more heterodox figure, and more importantly, on a more politically emphasized route. He rejected al-Mukhtār’s suggestions of both material and military support, except during the final dire situation which ‘Abd Allāh b. al-Zubayr put him into when he resisted to acknowledge him as the caliph of the Muslim ummah. The support sent by al-Mukhtār, probably with the help of the people of Mecca saved him, but the same material and mil- itary support was later dispersed by Ibn al-Ḥanafiyya.
Even with such a limited relationship, it is clear from the historical sources that a small, loose and diverse group of people did gather around Ibn al-Ḥanafiyya. It is reasonable to assume that a certain portion of the Kufans who came to save him from Ibn al-Zubayr’s threats, stayed with him along with others who either became his students or aficionados due to the political and moral ground he displayed during this stage. It is possible that this was a small heterogeneous gathering that grew during the pilgrimage months and that probably dispersed generally after his death. However, it can be safely assumed based upon the historical sources that a certain portion of his followers stayed with ei- ther of his two famous sons: Ḥasan, whose students established the Murji’a school (the basics of which can be found in Ibn al-Ḥanafiyya’s stance), and Abū Hāshim, whose more radically oriented followers seem to have given rise to Hāshimiyya, the faction that seems to have been very instrumental during the Abbasid revolution.
İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2018
Tarih boyunca yerleşim yerleri arasında ulaşım, taşıma ve haberleşme imkânı sağlayan yolların yap... more Tarih boyunca yerleşim yerleri arasında ulaşım, taşıma ve haberleşme imkânı sağlayan yolların yapımı ve bakımı, yerleşim bölgeleri içindekilere nispetle daha farklı bir organizasyon ve çaba gerektirmiştir. Bu çalışma, söz konusu çaba ve teşkilatlanmanın farklı dönem ve coğrafyalardaki tezahürlerini genel anlamda derlemeyi ve bu konuda ortak dinamiklerin olup olmadığını tespit etmeyi amaçlamaktadır. İlgili dönem boyunca farklı şekillerde oluşmuş veya inşa edilmiş yol ve güzergâhlar değerlendirilmiş ve bunların farklı amaçlarla seyahat edenlerin kullanımına nasıl sunulduğu ele alınmıştır. Yolların yapımı ve bakımı hususunda hem devletlerin hem de farklı paydaşların girişimleri olduğu görülmüş ve bunların büyük ölçüde coğrafi ve iklimsel şartlar, toplumsal ve vergisel düzenekler ve menfaatler tarafından şekillendirildiği teyit edilmiştir.
Throughout history, the construction and maintenance of the roads, the conduits of travel, communication, and transportation, between towns have required a different type of organization and effort than required for those within towns. This study attempts to reconcile in a general manner the different manifestations of such organizations and efforts seen in different periods and geographies, and to determine whether there are common dynamics. We have evaluated the different types of roads, whether natural or constructed, and how these were put into service of travellers on the road for different purposes. It has been observed that both the states and other stakeholders have invested in building and maintaining roads and that these efforts depended essentially on the geographical and climatic conditions, as well as social and tax related orders and benefits.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013
Hz. Muhammed'in biyografisi için kullanılan siyer, İslam tarih yazıcılığının temelini oluşturur. ... more Hz. Muhammed'in biyografisi için kullanılan siyer, İslam tarih yazıcılığının temelini oluşturur. Bu sebeple İslam geleneğinde biyografi, Batı literatüründeki tarihle ilişkisine nispetle, daha ziyade tarih yazımının bir parçası olarak görülmüştür. Bu çalışma, tarih yazımı çerçevesinde biyografi türünün Batı geleneği içindeki gelişimini ve ona eşlik eden metodolojik problemleri ele almakla; bununla birlikte bu problemlerin, tarihçilerin yüzyüze geldiği benzer problemlerin bir uzantısı olduğunu ortaya koymaktadır. Çalışmada, Batı'da biyografinin gelişimi ve bu dal etrafındaki tartışmalar, İslam tarih yazıcılığındaki durumla karşılaştırılmış; ardından biyografiyle ilgili problemlerin siyer yazımı açısından anlamı değerlendirilmiştir. Siyerin odağındaki kişinin (Hz. Peygamber) tabiatı gereği siyer yazarlarının objektif olamayacağı ileri sürülmekle birlikte, tarihçilerin ellerindeki belli yöntemlerin yine de kullanılabileceği sonucuna varılmıştır.
Sirat, Prophet Muhammed's biography, is the starting point on which Islamic historiography is based upon. This has caused the biographic genre to be seen more a part of historiog- raphy in the Islamic tradition, especially when compared to the genre's relation with history in the Western literature. This article explores the development of the biographic genre in the Western tradition within the framework of historiography and highlights the methodological problems attributed to it. These problems, however, are shown to be an extension of similar prob- lems facing historians. The development of and the discussions around biography in the West are also compared to the case in the Islamic historiography. The problems attributed to biography are then extended to their implications for Sirat writing and it is proposed that due to the nature of the person around which this biography tradition has developed, it would be impossible to ap- proach the subject objectively, although certain methods available to historians could still be used.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2013
Hint Okyanusu’ndaki gemi çeşitleri ve gemi yapım teknikleri, Akdeniz bölgesindeki gemicilik gelen... more Hint Okyanusu’ndaki gemi çeşitleri ve gemi yapım teknikleri, Akdeniz bölgesindeki gemicilik geleneğinden oldukça farklı bir şekilde gelişmiştir. Bu çalışma, Portekizlilerin bölgeye gelmesiyle birlikte önemli bir değişim yaşamış olan Ortaçağ Hint Okyanusu gemicilik geleneği ile Akdeniz denizcilik geleneği arasındaki farkları ve bu farklılıkların ardında yatan gerekçeleri öz bir şekilde ele almaktadır. Çalışmada, bu farklılıkların, sadece kara ve deniz coğrafyaları arasındaki farklılıklarla anlaşılamayacağı, aynı zamanda siyasi ve kültürel etkilerin de dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu çerçevede, gemicilik açısından Akdeniz’de siyasi etkenler, Hint Okyanusu’nda ise zorlu iklim ve coğrafya ön plana çıkmaktadır. Sonuç olarak, bu örnek üzerinden teknolojik ve teknik gelişmeleri inceleyen benzer nitelikli karşılaştırmalı analizlerin, bu süreçte etkili olan maddi, kültürel, sosyal ve siyasi etkileri de hesaba katmaları gerektiği ifade edilmiştir.
The shipbuilding techniques of the Indian Ocean were different in history than the ones in the Mediterranean in the period until the arrival of the Portuguese to region. We explore these differences and summarize the reasons behind these traditions. The study proposes that these differences cannot be unders- tood by just contrasting the geographical factors, but that political and cultural conditions must also be compared. Accor- dingly, it is seen that while political conditions were especially important in the development of ships in the Mediterranean, ships in the Indian Ocean were essentially designed with the climate and the geography in mind. In conclusion, it is expressed that similar studies on technology development should also consider material, cultural, social and political factors.
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2014
ÖZET Bu çalışma, Kızıldeniz sahilinde kurulmuş, ancak zaman içinde yok olmuş limanların kısa tari... more ÖZET Bu çalışma, Kızıldeniz sahilinde kurulmuş, ancak zaman içinde yok olmuş limanların kısa tarihlerinden hareketle gelişimleri ve düşüşlerini ele almakta ve özellikle kayboluşlarını belirleyen ortak dinamikleri ortaya koymaktadır. Şüphesiz ki, her liman şehrinin kendine has bir gelişim ve gerileme süreci ve bu süreci etkileyen gerekçeleri vardır. Bununla birlikte gelişme sürecinde özellikle Doğu ile Batı arasındaki baharat ticaretinin kendi serüveni ile İslam dünyasının merkezi olan kutsal şehirlere ulaşım ve bu beldelerin iaşesi, iki ana tema olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölgeler arası transit ticaretin güzergâhı ve hacmindeki değişimler, bu limanların kaderlerini de belirlemiştir. Büyüme dönemlerinde bu limanların coğrafi ve iklimsel özellikleri çok ön plana çıkmamış, ancak gerileme sürecinde bu unsurlar kendilerini belirgin bir şekilde hissettirerek, limanların kayboluşlarında etkili olmuşlardır.
ABSTRACT This study looks into the development and the fall of the abandoned port cities of the Red Sea by analyzing the short history of these cities and tries to understand the dynamics especially behind their fall. There is no doubt that each port has its own story of growth and downfall and its own reasons behind these developments. But it is seen that two dynamics, namely the history of the spice trade between the East and the West and the need for transportation to and feed the holy cities of Islam, have especially been important in the growth of these ports. The changes in the route and the volume of the interregional trade have shaped the destiny of these cities. During the growth phase, the geographical and the climatic features of these ports have not been very significant, but these factors are seen to be instrumental during the decline of these cities and in their final abandonment.
Books by Nihal ŞAHİN UTKU
Hz. Abdullah b. Ömer, 2024
Bu çalışma, Araplar nezdinde denizin taşıdığı ve çağrıştırdığı tüm ürperti ve dehşet tanımlamalar... more Bu çalışma, Araplar nezdinde denizin taşıdığı ve çağrıştırdığı tüm ürperti ve dehşet tanımlamalarına rağmen, İslam'ın ortaya çıkmasıyla birlikte önemli bir etkileşim alanı oluşturan Kızıldeniz'in tarihine ve bu havzada buluşan toplumların bu denizle denizcilik, ticaret ve yerleşim ekseninde kurdukları yakın etkileşime odaklanmıştır. Roma İmparatorluğu'nun Kızıldeniz'e hakim olduğu bir çağdan başlayıp, Avrupa'nın Haçlılar aracılığıyla Kızıldeniz'e indiği çağa kadar uzanan geniş bir zaman diliminde, kendine has özel şartları içinde kendi tarihini yazan Kızıldeniz'de oluşan bu birikimin ele alınmasında, sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinden istifade edilmeye özen gösterilmiştir.
Conference Presentations by Nihal ŞAHİN UTKU
ISHE 2023 - IX Uluslararası Tarih Eğitimi Sempozyumu Bildiri Özet Kitapçığı, 2023
İslam Öncesi Arap Toplumunda Kadın , 2022
AVRUPA TARİH YAZIMINDA BİZANS KOMPLEKSİ/BYZANTINE COMPLEX in EUROPEAN HISTORIOGRAPHY Avrupa’... more AVRUPA TARİH YAZIMINDA BİZANS KOMPLEKSİ/BYZANTINE COMPLEX in EUROPEAN HISTORIOGRAPHY
Avrupa’nın Orta Çağ’dan çıkışı her ne kadar coğrafi keşifler, askerî yayılma, Reform, Rönesans ve Aydınlanma ile anılsa da bu dönem aynı zamanda Batı’nın kendi içindeki fiilî ve fikrî çatışmalarının da tarihidir. 20. yüzyılın ortalarına kadar devam bu süreçte Avrupa hem kendi geçmişine ve kilise merkezli bilgi hegemonyasına hem de diğer medeniyetlere karşı acımasız ve tepeden bakan bir tavır sergilemiştir. Bu yaklaşımla dünya tarihini kendisini merkeze koyan bir anlayışla yeniden kaleme alırken, Orta Çağ, din ve Batı-dışı medeniyetleri ise egzotik, masalsı ve ilkel olarak nitelemek suretiyle ötekileştirmiştir.
Aydınlanmanın Orta Çağ’a ve Hristiyanlığa yönelik bu küçümseyici ve mağrur tavrından Bizans da nasibini almıştır. Dönemin önemli düşünürlerinden Voltaire ve Montesquieu’dan Roma’nın yüceltilen tarihini yazan Lebeanu ve Gibbon’a kadar birçok Avrupalı aydın Bizans’ı itibarsızlaştırma yoluna gitmiştir. Bizans İmparatorluğu Roma’nın çöküşü olarak görülmüş, sıklıkla Şark despotizmini temsil ettiği vurgulanmış ve İslam’ı dizginleyemediği için suçlanmıştır. Bu önyargılı yaklaşım, dünyada Bizans çalışmalarının yapılmasına da engel teşkil etmiştir.
Bu tebliğ, Batı Avrupa'nın Bizans algı ve kompleksi üzerine odaklanmaktadır. Kapsam olarak 17. – 20. yüzyıllar arasında yaşamış Montesquieu, Voltaire, Lebeanu ve Gibbon gibi Batılı tarihçi ve aydınların görüşleri üzerinde durulacaktır. Amacımız, Batı Avrupa'nın Bizans algısının oluşumu, nedenleri, algıdaki değişim ile bu algının Bizans çalışmalarını ne ölçüde etkilediğini ortaya koymaktır.
BYZANTINE COMPLEX in EUROPEAN HISTORIOGRAPHY
Although Europe's transition from the Middle Ages is marked with the Renaissance and the Enlightenment, this period was also a period when Europe displayed a ruthless and contemptuous attitude towards its own past, the church, and other civilizations. Europe rewrote world history with an understanding that puts itself in the center, while marginalizing its own Middle Ages, religion and non-Western civilizations describing them as exotic, fictional, and primitive.
Byzantium also got its share of this derogatory attitude of the Enlightenment which looked down on the Middle Ages and displayed a hostile demeanor towards Christianity. Many European intellectuals, from Voltaire and Montesquieu to Lebeanu and Gibbon discredited Byzantium. The Byzantine Empire was seen as the collapse of Rome, representing Eastern despotism and was blamed for not being able to restrain Islam. This prejudiced approach hindered the development of Byzantine studies.
This paper focuses on the Byzantine perception of Europe and the biased views held towards Byzantium. The coverage includes the views of some Western historians and intellectuals between the 17th and 20th centuries. Our aim is to reveal the formation of Western Europe's perception of Byzantium, its causes, the change in perception and to what extent this perception affected Byzantine studies.
The Role of the Muslim Merchant in the Interaction between the East and the West in the Indian O... more The Role of the Muslim Merchant in the Interaction between the East and the West in the Indian Ocean in the Middle Age
Muslim merchants were spread out into the Indian Ocean within just a single century of the emergence of Islam in the Arabian Peninsula. Commercial relations, which have started by the expedition of 3 different Arab merchant caravans into China, have been instrumental in the development of the interactions between the East and the West. The transfer of technical and cultural concepts such as the numerical system that had originated in India but is known in the West as the “Arabic numbers” and the Chinese compass have been carried to Europe by the hands of merchants.
Islamic travel literature mentions that there existed a populous Muslim community in Hangzhou, which was an important center of the trade between China and the Islamic countries, that the Muslim population would come together in the mosques, especially during the Eid festival prayers, that their numbers had grown to such a degree that the regional authorities had started to become about their presence and that the Friday prayer sermons would be given in the name of the Buddhist Chinese emperor in order to allay such fears. Islam had found acceptance on the coastal towns and to a lesser degree in certain regions of China, mainly due to the Muslim colonies established in China, India, Indonesia, and Malay Islands for commercial reasons.
The global East-West trade have brought Christians and Muslims together under partnerships and commercial contracts and the commercial ships that have thus sailed have carried not only goods, but also people of all religious affiliations. Muslims have been pioneers in introducing many exotic fruits and spices of economic value of Indian origin to the West, starting from Iran and Lower Mesopotamia and extending to Egypt, North Africa and finally to the Mediterranean world. They have also transferred the agricultural and watering systems of the Near East to Europe.
The trade routes have also been carriers of diverse products and production techniques, shipbuilding and navigation techniques, faiths,
307
ideas, languages, fashion, foods, dishes, lifestyles, literary and aesthetic tastes, commercial methods and architectural styles. Thus, Indian Ocean commercial relations have fostered the interaction between the Eastern and the Western civilizations.
As such, in the Middle Age, when trade could only grow as long as all parties involved mutually benefitted, the Muslim merchants have established festivals and markets, built logistics centers and harbors to enhance transit trade and have come into close contact with the locals. The peace and the prosperity that these activities brought have not only brought together the antique civilization centers, but also has been instrumental in merging a common cultural background. As such both Europe and the Far East has been affected by the Islamization of the trade routes in the Middle Age.
Siyer - Edebiyat İlişkisi - Siyer Atölyesi Tebliğler Kitaplığı, 2010
Birçok kültürde yaygın bir kabul gören beklenen kurtarıcı inancı, toplumsal hayatın muhtelif alan... more Birçok kültürde yaygın bir kabul gören beklenen kurtarıcı inancı, toplumsal hayatın muhtelif alanlarına sirayet etmiş olmakla birlikte en ciddi karşılığını siyasette bulmuştur. Kavramın tabiatı ve sembolik anlamları, bu inancın özellikle toplumsal muhalefet hareketlerinde belli bir yer edinmesine yol açmıştır. İslam tarihine baktığımızda da, bu inancın belirgin olduğu hareketlerin, diğerlerine nispetle mistik, romantik veya tabiatüstü diyebileceğimiz inançları daha fazla benimsedikleri görülmektedir. Benzer şekilde beklenen kişinin kimliğinin ve geleceğine inanılan zamanın meçhul olması, bu hareketlerde vekalet olgusunu güçlendirmekte ve söz konusu vekillerin önemli ölçüde yüceltilmelerine dikkat çekmektedir. Bu hareketler, sürekli bekleme durumunu bir umut kaynağı olarak kullanabilmekte, aynı zamanda daha uzun bir vadede gizli bir şekilde gelişen teşkilat yapıları ile de dikkat çekmektedirler.
İslam tarihinin ilk siyasi kitle hareketlerinin bazılarında tüm bu özellikleri bulmak mümkündür. Bu özellikler daha ziyade Muhtar ve Keysaniye gibi Şii cereyanlarda karşımıza çıksa da, Sünni bir yönetim olarak bilinen Abbasilerin devrim hareketinin temellerinde de yer almıştır. Abbasi ailesinin esasında Şii sayılabilecek bir yapı olan Haşimiyye içindeki yükselişi ve ihtilalle sonuçlanan örgütlenmesi, beklenen kurtarıcı kavramının etrafındaki mistik haleyi etkili bir şekilde kullanmıştır. Oldukça muğlak bir kavram olan “Âli Beyt’ten Rıza” sloganıyla bir kişi yerine bir kavrama velayet ederek biat toplayan ve yer altında yayılan bu gizli teşkilat, hem mutedil hem de uç sayılabilecek bazı aşırı unsurları bir arada bünyesinde barındırmıştır. Bir taraftan pasif bir kitleyi yavaş yavaş kendisini destekleyen bir çemberin içine çekerken, diğer taraftan da ancak has militanların anlayabileceği sembolleri ile farklı inançlardaki aktivistleri, uygun bir zamanda başlatılacak bir kıyama hazırlamıştır. Hareketin başarısı, başta İsmailîler olmak üzere daha sonraki mehdi temalı bir çok girişime de örneklik teşkil etmiştir.
Talks by Nihal ŞAHİN UTKU
Muslim merchants were spread out into the Indian Ocean within just a single century of the emerge... more Muslim merchants were spread out into the Indian Ocean within just a single century of the emergence of Islam in the Arabian Peninsula. Commercial relations, which have started by the expedition of 3 different Arab merchant caravans into China, have been instrumental in the development of the interactions between the East and the West. The transfer of technical and cultural concepts such as the numerical system that had originated in India but is known in the West as the " Arabic numbers " and the Chinese compass have been carried to Europe by the hands of merchants. Islamic travel literature mentions that there existed a populous Muslim community in Hangzhou, which was an important center of the trade between China and the Islamic countries, that the Muslim population would come together in the mosques, especially during the Eid festival prayers, that their numbers had grown to such a degree that the regional authorities had started to become about their presence and that the Friday prayer sermons would be given in the name of the Buddhist Chinese emperor in order to allay such fears. Islam had found acceptance on the coastal towns and to a lesser degree in certain regions of China, mainly due to the Muslim colonies established in China, India, Indonesia, and Malay Islands for commercial reasons. The global East-West trade have brought Christians and Muslims together under partnerships and commercial contracts and the commercial ships that have thus sailed have carried not only goods, but also people of all religious affiliations. Muslims have been pioneers in introducing many exotic fruits and spices of economic value of Indian origin to the West, starting from Iran and Lower Mesopotamia and extending to Egypt, North Africa and finally to the Mediterranean world. They have also transferred the agricultural and watering systems of the Near East to Europe. The trade routes have also been carriers of diverse products and production literary and aesthetic tastes, commercial methods and architectural styles. Thus, Indian Ocean commercial relations have fostered the interaction between the Eastern and the Western civilizations. As such, in the Middle Age, when trade could only grow as long as all parties involved mutually benefitted, the Muslim merchants have established festivals and markets, built logistics centers and harbors to enhance transit trade and have come into close contact with the locals. The peace and the prosperity that these activities brought have not only brought together the antique civilization centers, but also has been instrumental in merging a common cultural background. As such both Europe and the Far East has been affected by the Islamization of the trade routes in the Middle Age.
İslam Öncesi Arap Toplumunda Kadın, 12
KADEM Kadın Araştırmaları Dergisi, 2020
Allomaternal breast feeding and wet nursing have a history that dates back to the prehistoric per... more Allomaternal breast feeding and wet nursing have a history that dates back to the prehistoric period. It is seen that this institution of allomaternal nursing of the baby has survived in all human populations from the tiniest nomadic tribes to the largest civilizations, with small differences among these diverse cultures. This study attempts to analyze in a comparative manner how this institution worked, how it was perceived, and the responsibilities it shouldered in different settings throughout Antiquity and the Middle Ages. Noting that there are diverse perceptions concerning women and children in different cultures, one would be inclined to assume that the concept of wet nursing would fluctuate from one geography and period to the other. However, it is seen that there are more commonalities than differences, especially with regards to wet nursing as an occupation. Even though there are variations in societies’ perception regarding wet nursing, it is also seen that wet nurses are usually held in higher esteem then the class that they come from. The major differences are seen in the responsibilities attributed to wet nurses and the impact of suckling the same breast on the relations and kinship of the milk siblings.
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2019
Öz: Tarih boyunca diğer birçok alandaki ilerlemelere nispetle oldukça az gelişme gösteren yelken ... more Öz: Tarih boyunca diğer birçok alandaki ilerlemelere nispetle oldukça az gelişme gösteren yelken teknolojisi açısından Latin yelkeni, gemilerin manevra kabiliyetlerini arttıran ve rüzgara karşı ilerlemelerini sağlayan en önemli gelişme olarak görülmüş ve bu gelişmenin de Akdeniz’e Araplar tarafından aktarıldığı ileri sürülmüştür. Ancak bu tez hem Akdeniz’de hem de Okyanusya’da elde edilen bazı görsel ve arkeolojik bulgularla sorgulanmıştır. Latin yelkenin teknik olarak kullanımına ve tarihî gelişimine odaklanan bu çalışma, aynı zamanda medeniyetler arası teknoloji transferinde bir tartışma alanı olan bu konu etrafındaki farklı tezleri tarih metodu ve tasarımı açısından değerlendirmektedir. Bu çerçevede hem bu bulguların hem de araştırmacıların fikri duruşlarının inşa etmeye çalıştıkları tarih kurgusu üzerindeki etkilerini incelemektedir.
Abstract: It has been argued that the Lateen sail has been a major development in sail technology, which has actually developed rather slowly compared to technologies in other areas, because it allowed ships to move against the wind and also because it provided additional maneuverability. It has also been discussed that this technology was brought to the Mediterranean by the Arabs. This has been disputed due to some visual and archaeological findings and studies in the Mediterranean and the Oceania. This paper studies the Lateen sail both from a technical and a historical perspective. It also examines the arguments concerning the origin of the Lateen sail in the light of the methodology and conceptualization of history. Within this framework, we will look not only to the meaning of the presence of the findings upon which these different versions of history are built upon, but also the
impact of the findings and the positions taken by the historians on the reconstruction efforts.
Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Cilt-Sayı 55, 2018
Hz. Ali’nin üçüncü oğlu Muhammed b. Hanefiyye’nin ismi, İslam tarih kaynaklarında özellikle Kerbe... more Hz. Ali’nin üçüncü oğlu Muhammed b. Hanefiyye’nin ismi, İslam tarih kaynaklarında özellikle Kerbelâ hadisesi ile Emevîlere karşı halifeliğini ilân eden Abdullah b. Zübeyr’in vefatı arasındaki kargaşa döneminde karşımıza çıkmaktadır. Modern tarihçiler arasında her ne kadar onun şahsiyeti ve düşüncelerine dair ortak bir kanaat oluşmuşsa da, aynı dönemde Kûfe’de isyan başlatan ve onu mehdi olarak niteleyen Muhtâr ile ilişkisinin mahiyeti konusunda tutarlı bir izah ortaya konamamıştır. Zira bazı rivayetler, Muhammed b. Hanefiyye’nin bu harekete en azından tarafların onay gibi algıladığı bir destek vermiş olduğunu ima ederken, diğer bazı rivayetlerde ise onun Muhtâr’ın hareketini açık bir şekilde eleştirdiği, hatta ona karşı belli bir mesafe koyduğu yönünde bir intiba oluşmaktadır. İbnü’l-Hanefiyye’nin bu dönemde yaşanan gelişmeler karşısında tutarsız gibi gözükmesine yol açan bu rivayetler, tarihçilerin de onu farklı şekillerde değerlendirmelerine yol açmıştır.
Söz konusu rivayetlerle onun Kerbelâ öncesi ve Abdullah b. Zübeyr’in vefatı sonrasındaki duruşu hakkında ipuçları veren az sayıdaki malumatı birleştirdiğimizde, onun pasif direniş diye tasvir edebileceğimiz bir duruş sergilediğini söyleyebiliriz. İnanç ve düşüncelerini, Müslümanlar arasında çatışma ve fitneye yol açmayacak, ama her türlü baskıyı da göze alabilecek bir mukavemetle savunan İbnü’l-Hanefiyye’nin bu duruşu, bilahare oğlunun fikir babası olduğu Mürcie tarafından da belli ölçüde benimsenmiştir. Tavır ve ifadelerinden onun ümmetin genelinin kabul ettiği alternatif bir isim olmadıkça kendisine bir kez biat edilmiş bir halifeyle çatışmayı ve ona verilen biatı bozmayı doğru bulmadığı anlaşılmaktadır. Bu tarz bir düşünceye sahip olan birinin Muhtâr gibi isyankâr ve bilahare uç inanışlarla tanınacak olan bir kişiye ve onun hareketine nasıl destek verdiği anlaşılması güç bir durumdur. Bu makale, onun bu dönemde niçin bu kadar ön plana çıktığını ve söz konusu hareketle ilişkisini tutarsız gibi gözüken rivayetler ışığında açıklamaya çalışmaktadır. Dönemin gelişmeleri, bahse konu olan rivayetler ve rivayetlerde adı geçen râvi ve şahıslarla bir arada değerlendirildiğinde, onun tutum ve davranışlarının tutarlı bir şekilde izahı mümkün olabilmektedir.
Muhammed b. Hanefiyye’nin bu dönemde tüm Hâşimoğullarının lideri pozisyonuna geldiği ve ailenin onun sancağı altında birleştiği belirgin bir şekilde göze çarpmaktadır. Gelişmeleri detaylıca okuduğumuzda, onun aynı zamanda Muhtâr’a da açık bir izin verdiği görülmektedir. Ancak bu izin, Muhtâr’a güvendiği ve onun Kûfe’de kendi namına bir kalkışma başlatmasına müsamaha gösterdiği şeklinde yorumlanmamalıdır. Daha ziyade Ehl-i Beyt’in intikamının alınmasına yönelik bir onay olarak değerlendirilmelidir. İbnü’l-Hanefiyye, muhtemelen Muhtâr’ın zaten böyle bir girişim için hazırlanan Tevvâbûn hareketine katılmak veya destek vermek arzusunda olduğunu düşünüyordu. Toplumda oluşan infialin ve Muhammed b. Hanefiyye’nin en yakınlarını kaybetmiş olmasının tetiklediği bir ruh hâleti içinde verildiğini düşündüğümüz bu onayın, onun genel olarak iktidar ile çatışmama prensibiyle çatışmadığını düşünüyoruz. Nitekim Muhtâr’ın hırsı onu daha heterodoks ve daha da önemlisi daha politik bir yola soktuğu zaman, İbnü’l-Hanefiyye onu eleştirmiş ve Muhtâr’dan gelen destek tekliflerini açıkça geri çevirmiştir. Sadece Abdullah b. Zübeyr’in kendisine biat etmediği gerekçesiyle diğer Hâşimoğulları ile birlikte onu da hapsedip ölümle tehdit etmesi üzerine Muhtâr’dan destek almaya rıza göstermiş ve bu durumda dahi Müslümanlar arasında bir çatışma çıkmaması için elinden geleni yapmıştır. Nihayetinde de kendisini kurtarmaya gelen orduyu beraberlerinde getirdikleri paralarla birlikte dağıtmıştır.
Muhammed b. Hanefiyye her ne kadar Muhtâr ile ilişkisine belli bir mesafe koymuş olsa da, etrafında önemli bir kısmı Kûfe menşeli insanlardan oluşan bir taraftar kitlesi teşekkül etmiştir. Bunların bir kısmı, onu kurtarmak amacıyla Medine’ye gelen ordunun içinden çıkmış, diğer bir kısmı da Kerbelâ’nın intikamını almak üzere adına beyatın alındığı bu şahsiyetin yanına önceden gelenlerden veya onun bu dönemde gösterdiği duruştan etkilenerek onun talebesi veya taraftarı olmayı seçenlerden oluşmuştur. Oldukça heterojen olan ve farklı geçmiş ve kültürlerden gelen bu topluluğun büyüklüğünün zaman içinde değiştiğini ve önemli bir kısmının onun ölümüyle birlikte dağıldığını tahmin edebiliriz. Bununla birlikte muhtemelen daha mutedil olanlardan bir kısmının oğlu Hasan’dan ilim tedris ettiklerini ve böylece Mürcie’nin ilk teşekküllerinden birini başlattıklarını, daha radikal düşüncelere sahip olanların ise İbnü’l-Hanefiyye’nin büyük oğlu Ebû Hâşim’e intisap ettiklerini düşünebiliriz. Bilindiği gibi bu ikinci grup bilahare Abbasî ihtilalini başlatan fırka ile ilişkilendirilmiştir.
Muḥammad b. al-Ḥanafiyya, the third son of ‘Alī b. Abī Ṭālib, is a name that appears in the chaotic period between the event of Karbala and the demise of ‘Abd Allāh b. al-Zubayr. While there seems to be a general agreement on the character of Muḥammad b. al-Ḥanafiyya, there are contradicting views on his role during this period of history. Al-Mukhtār al-Thaqafī, who also emerged as a leader during this period, is known to have appropriated the name of Muḥammad b. al-Ḥanafiyya to call the Kufans to arms, identifying Ibn al-Ḥanafiyya as the Mahdi; in fact, al-Mukhtār was probably the first in history to utilize this label with such a connotation. The accounts given about Muḥammad b. al-Ḥanafiyya seem to suggest both that he supported this movement, at least in a very subtle way, and censured it to the degree of condemning it. This inconsistency of his political stance arising from different narrations has caused many historians to judge him with little sympathy and understanding.
From what can be gathered from the scant information we have on him prior to the above mentioned period, his political views and practical stance can be described as passive resistance, where a person stands his ground without actually resorting to violence, especially against fellow Muslims. He appears to have promoted that the pledge given to a caliph should not be broken without serious cause and he seems to have believed that opposing views are of value only as long as they are nonviolent and reasonably within the generally accepted set of beliefs. It has therefore baffled the historians as to why and how his name was used by al-Mukhtār during his rebellious movement and that it continued to be glorified among later ultra-heterodox factions. This article attempts to understand why Muḥammad b. al-Ḥanafiyya rose to the forefront in this period, it seeks to clarify his political stance, and to determine the consistency of his relationship with the movement of al-Mukhtār, within the context of a range of ac- counts that could be interpreted quite differently. Through evaluation of these historical accounts and partially looking into the narrators and the names that are seen in these accounts, the article comes to the conclusion that a reasonable and consistent explanation of his behavior could be ascertained for this historical period.
It is important to note that Muḥammad b. al-Ḥanafiyya became only highly visible as a figure with his political stance at this specific period of his life, after Karbala, at a time when not just the ‘Alīds, but most of Banū Hāshim were traumatized. This leadership role of his is seen to have peaked during the Hajj of the year 68 AH, when all of Banū Hāshim gathered under his banner. From the details of the narrations and the narrators, it also seems reasonable to assume that he gave a clear consent to al-Mukhtār, not nec- essarily because he trusted him, but instead as an approval for al-Mukhtār go to Kufa to try to avenge the death of his family in Karbala, probably assuming he would participate with or at least work with the Tawwābūn, i.e. the penitents, who were seeking revenge for Karbala or death on the path of trying to repent. Ibn al-Ḥanafiyya’s position towards al-Mukhtār is seen as consistent with his general political stance and this soft style of approval of his was limited with such a mission. Furthermore, Muḥammad b. al-Ḥanafiyya denied al-Mukhtār any support when al-Mukhtār’s ambitions set him forth as a more heterodox figure, and more importantly, on a more politically emphasized route. He rejected al-Mukhtār’s suggestions of both material and military support, except during the final dire situation which ‘Abd Allāh b. al-Zubayr put him into when he resisted to acknowledge him as the caliph of the Muslim ummah. The support sent by al-Mukhtār, probably with the help of the people of Mecca saved him, but the same material and mil- itary support was later dispersed by Ibn al-Ḥanafiyya.
Even with such a limited relationship, it is clear from the historical sources that a small, loose and diverse group of people did gather around Ibn al-Ḥanafiyya. It is reasonable to assume that a certain portion of the Kufans who came to save him from Ibn al-Zubayr’s threats, stayed with him along with others who either became his students or aficionados due to the political and moral ground he displayed during this stage. It is possible that this was a small heterogeneous gathering that grew during the pilgrimage months and that probably dispersed generally after his death. However, it can be safely assumed based upon the historical sources that a certain portion of his followers stayed with ei- ther of his two famous sons: Ḥasan, whose students established the Murji’a school (the basics of which can be found in Ibn al-Ḥanafiyya’s stance), and Abū Hāshim, whose more radically oriented followers seem to have given rise to Hāshimiyya, the faction that seems to have been very instrumental during the Abbasid revolution.
İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2018
Tarih boyunca yerleşim yerleri arasında ulaşım, taşıma ve haberleşme imkânı sağlayan yolların yap... more Tarih boyunca yerleşim yerleri arasında ulaşım, taşıma ve haberleşme imkânı sağlayan yolların yapımı ve bakımı, yerleşim bölgeleri içindekilere nispetle daha farklı bir organizasyon ve çaba gerektirmiştir. Bu çalışma, söz konusu çaba ve teşkilatlanmanın farklı dönem ve coğrafyalardaki tezahürlerini genel anlamda derlemeyi ve bu konuda ortak dinamiklerin olup olmadığını tespit etmeyi amaçlamaktadır. İlgili dönem boyunca farklı şekillerde oluşmuş veya inşa edilmiş yol ve güzergâhlar değerlendirilmiş ve bunların farklı amaçlarla seyahat edenlerin kullanımına nasıl sunulduğu ele alınmıştır. Yolların yapımı ve bakımı hususunda hem devletlerin hem de farklı paydaşların girişimleri olduğu görülmüş ve bunların büyük ölçüde coğrafi ve iklimsel şartlar, toplumsal ve vergisel düzenekler ve menfaatler tarafından şekillendirildiği teyit edilmiştir.
Throughout history, the construction and maintenance of the roads, the conduits of travel, communication, and transportation, between towns have required a different type of organization and effort than required for those within towns. This study attempts to reconcile in a general manner the different manifestations of such organizations and efforts seen in different periods and geographies, and to determine whether there are common dynamics. We have evaluated the different types of roads, whether natural or constructed, and how these were put into service of travellers on the road for different purposes. It has been observed that both the states and other stakeholders have invested in building and maintaining roads and that these efforts depended essentially on the geographical and climatic conditions, as well as social and tax related orders and benefits.
Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013
Hz. Muhammed'in biyografisi için kullanılan siyer, İslam tarih yazıcılığının temelini oluşturur. ... more Hz. Muhammed'in biyografisi için kullanılan siyer, İslam tarih yazıcılığının temelini oluşturur. Bu sebeple İslam geleneğinde biyografi, Batı literatüründeki tarihle ilişkisine nispetle, daha ziyade tarih yazımının bir parçası olarak görülmüştür. Bu çalışma, tarih yazımı çerçevesinde biyografi türünün Batı geleneği içindeki gelişimini ve ona eşlik eden metodolojik problemleri ele almakla; bununla birlikte bu problemlerin, tarihçilerin yüzyüze geldiği benzer problemlerin bir uzantısı olduğunu ortaya koymaktadır. Çalışmada, Batı'da biyografinin gelişimi ve bu dal etrafındaki tartışmalar, İslam tarih yazıcılığındaki durumla karşılaştırılmış; ardından biyografiyle ilgili problemlerin siyer yazımı açısından anlamı değerlendirilmiştir. Siyerin odağındaki kişinin (Hz. Peygamber) tabiatı gereği siyer yazarlarının objektif olamayacağı ileri sürülmekle birlikte, tarihçilerin ellerindeki belli yöntemlerin yine de kullanılabileceği sonucuna varılmıştır.
Sirat, Prophet Muhammed's biography, is the starting point on which Islamic historiography is based upon. This has caused the biographic genre to be seen more a part of historiog- raphy in the Islamic tradition, especially when compared to the genre's relation with history in the Western literature. This article explores the development of the biographic genre in the Western tradition within the framework of historiography and highlights the methodological problems attributed to it. These problems, however, are shown to be an extension of similar prob- lems facing historians. The development of and the discussions around biography in the West are also compared to the case in the Islamic historiography. The problems attributed to biography are then extended to their implications for Sirat writing and it is proposed that due to the nature of the person around which this biography tradition has developed, it would be impossible to ap- proach the subject objectively, although certain methods available to historians could still be used.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2013
Hint Okyanusu’ndaki gemi çeşitleri ve gemi yapım teknikleri, Akdeniz bölgesindeki gemicilik gelen... more Hint Okyanusu’ndaki gemi çeşitleri ve gemi yapım teknikleri, Akdeniz bölgesindeki gemicilik geleneğinden oldukça farklı bir şekilde gelişmiştir. Bu çalışma, Portekizlilerin bölgeye gelmesiyle birlikte önemli bir değişim yaşamış olan Ortaçağ Hint Okyanusu gemicilik geleneği ile Akdeniz denizcilik geleneği arasındaki farkları ve bu farklılıkların ardında yatan gerekçeleri öz bir şekilde ele almaktadır. Çalışmada, bu farklılıkların, sadece kara ve deniz coğrafyaları arasındaki farklılıklarla anlaşılamayacağı, aynı zamanda siyasi ve kültürel etkilerin de dikkate alınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu çerçevede, gemicilik açısından Akdeniz’de siyasi etkenler, Hint Okyanusu’nda ise zorlu iklim ve coğrafya ön plana çıkmaktadır. Sonuç olarak, bu örnek üzerinden teknolojik ve teknik gelişmeleri inceleyen benzer nitelikli karşılaştırmalı analizlerin, bu süreçte etkili olan maddi, kültürel, sosyal ve siyasi etkileri de hesaba katmaları gerektiği ifade edilmiştir.
The shipbuilding techniques of the Indian Ocean were different in history than the ones in the Mediterranean in the period until the arrival of the Portuguese to region. We explore these differences and summarize the reasons behind these traditions. The study proposes that these differences cannot be unders- tood by just contrasting the geographical factors, but that political and cultural conditions must also be compared. Accor- dingly, it is seen that while political conditions were especially important in the development of ships in the Mediterranean, ships in the Indian Ocean were essentially designed with the climate and the geography in mind. In conclusion, it is expressed that similar studies on technology development should also consider material, cultural, social and political factors.
Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 2014
ÖZET Bu çalışma, Kızıldeniz sahilinde kurulmuş, ancak zaman içinde yok olmuş limanların kısa tari... more ÖZET Bu çalışma, Kızıldeniz sahilinde kurulmuş, ancak zaman içinde yok olmuş limanların kısa tarihlerinden hareketle gelişimleri ve düşüşlerini ele almakta ve özellikle kayboluşlarını belirleyen ortak dinamikleri ortaya koymaktadır. Şüphesiz ki, her liman şehrinin kendine has bir gelişim ve gerileme süreci ve bu süreci etkileyen gerekçeleri vardır. Bununla birlikte gelişme sürecinde özellikle Doğu ile Batı arasındaki baharat ticaretinin kendi serüveni ile İslam dünyasının merkezi olan kutsal şehirlere ulaşım ve bu beldelerin iaşesi, iki ana tema olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölgeler arası transit ticaretin güzergâhı ve hacmindeki değişimler, bu limanların kaderlerini de belirlemiştir. Büyüme dönemlerinde bu limanların coğrafi ve iklimsel özellikleri çok ön plana çıkmamış, ancak gerileme sürecinde bu unsurlar kendilerini belirgin bir şekilde hissettirerek, limanların kayboluşlarında etkili olmuşlardır.
ABSTRACT This study looks into the development and the fall of the abandoned port cities of the Red Sea by analyzing the short history of these cities and tries to understand the dynamics especially behind their fall. There is no doubt that each port has its own story of growth and downfall and its own reasons behind these developments. But it is seen that two dynamics, namely the history of the spice trade between the East and the West and the need for transportation to and feed the holy cities of Islam, have especially been important in the growth of these ports. The changes in the route and the volume of the interregional trade have shaped the destiny of these cities. During the growth phase, the geographical and the climatic features of these ports have not been very significant, but these factors are seen to be instrumental during the decline of these cities and in their final abandonment.
Hz. Abdullah b. Ömer, 2024
Bu çalışma, Araplar nezdinde denizin taşıdığı ve çağrıştırdığı tüm ürperti ve dehşet tanımlamalar... more Bu çalışma, Araplar nezdinde denizin taşıdığı ve çağrıştırdığı tüm ürperti ve dehşet tanımlamalarına rağmen, İslam'ın ortaya çıkmasıyla birlikte önemli bir etkileşim alanı oluşturan Kızıldeniz'in tarihine ve bu havzada buluşan toplumların bu denizle denizcilik, ticaret ve yerleşim ekseninde kurdukları yakın etkileşime odaklanmıştır. Roma İmparatorluğu'nun Kızıldeniz'e hakim olduğu bir çağdan başlayıp, Avrupa'nın Haçlılar aracılığıyla Kızıldeniz'e indiği çağa kadar uzanan geniş bir zaman diliminde, kendine has özel şartları içinde kendi tarihini yazan Kızıldeniz'de oluşan bu birikimin ele alınmasında, sosyal bilimlerin farklı disiplinlerinden istifade edilmeye özen gösterilmiştir.
ISHE 2023 - IX Uluslararası Tarih Eğitimi Sempozyumu Bildiri Özet Kitapçığı, 2023
İslam Öncesi Arap Toplumunda Kadın , 2022
AVRUPA TARİH YAZIMINDA BİZANS KOMPLEKSİ/BYZANTINE COMPLEX in EUROPEAN HISTORIOGRAPHY Avrupa’... more AVRUPA TARİH YAZIMINDA BİZANS KOMPLEKSİ/BYZANTINE COMPLEX in EUROPEAN HISTORIOGRAPHY
Avrupa’nın Orta Çağ’dan çıkışı her ne kadar coğrafi keşifler, askerî yayılma, Reform, Rönesans ve Aydınlanma ile anılsa da bu dönem aynı zamanda Batı’nın kendi içindeki fiilî ve fikrî çatışmalarının da tarihidir. 20. yüzyılın ortalarına kadar devam bu süreçte Avrupa hem kendi geçmişine ve kilise merkezli bilgi hegemonyasına hem de diğer medeniyetlere karşı acımasız ve tepeden bakan bir tavır sergilemiştir. Bu yaklaşımla dünya tarihini kendisini merkeze koyan bir anlayışla yeniden kaleme alırken, Orta Çağ, din ve Batı-dışı medeniyetleri ise egzotik, masalsı ve ilkel olarak nitelemek suretiyle ötekileştirmiştir.
Aydınlanmanın Orta Çağ’a ve Hristiyanlığa yönelik bu küçümseyici ve mağrur tavrından Bizans da nasibini almıştır. Dönemin önemli düşünürlerinden Voltaire ve Montesquieu’dan Roma’nın yüceltilen tarihini yazan Lebeanu ve Gibbon’a kadar birçok Avrupalı aydın Bizans’ı itibarsızlaştırma yoluna gitmiştir. Bizans İmparatorluğu Roma’nın çöküşü olarak görülmüş, sıklıkla Şark despotizmini temsil ettiği vurgulanmış ve İslam’ı dizginleyemediği için suçlanmıştır. Bu önyargılı yaklaşım, dünyada Bizans çalışmalarının yapılmasına da engel teşkil etmiştir.
Bu tebliğ, Batı Avrupa'nın Bizans algı ve kompleksi üzerine odaklanmaktadır. Kapsam olarak 17. – 20. yüzyıllar arasında yaşamış Montesquieu, Voltaire, Lebeanu ve Gibbon gibi Batılı tarihçi ve aydınların görüşleri üzerinde durulacaktır. Amacımız, Batı Avrupa'nın Bizans algısının oluşumu, nedenleri, algıdaki değişim ile bu algının Bizans çalışmalarını ne ölçüde etkilediğini ortaya koymaktır.
BYZANTINE COMPLEX in EUROPEAN HISTORIOGRAPHY
Although Europe's transition from the Middle Ages is marked with the Renaissance and the Enlightenment, this period was also a period when Europe displayed a ruthless and contemptuous attitude towards its own past, the church, and other civilizations. Europe rewrote world history with an understanding that puts itself in the center, while marginalizing its own Middle Ages, religion and non-Western civilizations describing them as exotic, fictional, and primitive.
Byzantium also got its share of this derogatory attitude of the Enlightenment which looked down on the Middle Ages and displayed a hostile demeanor towards Christianity. Many European intellectuals, from Voltaire and Montesquieu to Lebeanu and Gibbon discredited Byzantium. The Byzantine Empire was seen as the collapse of Rome, representing Eastern despotism and was blamed for not being able to restrain Islam. This prejudiced approach hindered the development of Byzantine studies.
This paper focuses on the Byzantine perception of Europe and the biased views held towards Byzantium. The coverage includes the views of some Western historians and intellectuals between the 17th and 20th centuries. Our aim is to reveal the formation of Western Europe's perception of Byzantium, its causes, the change in perception and to what extent this perception affected Byzantine studies.
The Role of the Muslim Merchant in the Interaction between the East and the West in the Indian O... more The Role of the Muslim Merchant in the Interaction between the East and the West in the Indian Ocean in the Middle Age
Muslim merchants were spread out into the Indian Ocean within just a single century of the emergence of Islam in the Arabian Peninsula. Commercial relations, which have started by the expedition of 3 different Arab merchant caravans into China, have been instrumental in the development of the interactions between the East and the West. The transfer of technical and cultural concepts such as the numerical system that had originated in India but is known in the West as the “Arabic numbers” and the Chinese compass have been carried to Europe by the hands of merchants.
Islamic travel literature mentions that there existed a populous Muslim community in Hangzhou, which was an important center of the trade between China and the Islamic countries, that the Muslim population would come together in the mosques, especially during the Eid festival prayers, that their numbers had grown to such a degree that the regional authorities had started to become about their presence and that the Friday prayer sermons would be given in the name of the Buddhist Chinese emperor in order to allay such fears. Islam had found acceptance on the coastal towns and to a lesser degree in certain regions of China, mainly due to the Muslim colonies established in China, India, Indonesia, and Malay Islands for commercial reasons.
The global East-West trade have brought Christians and Muslims together under partnerships and commercial contracts and the commercial ships that have thus sailed have carried not only goods, but also people of all religious affiliations. Muslims have been pioneers in introducing many exotic fruits and spices of economic value of Indian origin to the West, starting from Iran and Lower Mesopotamia and extending to Egypt, North Africa and finally to the Mediterranean world. They have also transferred the agricultural and watering systems of the Near East to Europe.
The trade routes have also been carriers of diverse products and production techniques, shipbuilding and navigation techniques, faiths,
307
ideas, languages, fashion, foods, dishes, lifestyles, literary and aesthetic tastes, commercial methods and architectural styles. Thus, Indian Ocean commercial relations have fostered the interaction between the Eastern and the Western civilizations.
As such, in the Middle Age, when trade could only grow as long as all parties involved mutually benefitted, the Muslim merchants have established festivals and markets, built logistics centers and harbors to enhance transit trade and have come into close contact with the locals. The peace and the prosperity that these activities brought have not only brought together the antique civilization centers, but also has been instrumental in merging a common cultural background. As such both Europe and the Far East has been affected by the Islamization of the trade routes in the Middle Age.
Siyer - Edebiyat İlişkisi - Siyer Atölyesi Tebliğler Kitaplığı, 2010
Birçok kültürde yaygın bir kabul gören beklenen kurtarıcı inancı, toplumsal hayatın muhtelif alan... more Birçok kültürde yaygın bir kabul gören beklenen kurtarıcı inancı, toplumsal hayatın muhtelif alanlarına sirayet etmiş olmakla birlikte en ciddi karşılığını siyasette bulmuştur. Kavramın tabiatı ve sembolik anlamları, bu inancın özellikle toplumsal muhalefet hareketlerinde belli bir yer edinmesine yol açmıştır. İslam tarihine baktığımızda da, bu inancın belirgin olduğu hareketlerin, diğerlerine nispetle mistik, romantik veya tabiatüstü diyebileceğimiz inançları daha fazla benimsedikleri görülmektedir. Benzer şekilde beklenen kişinin kimliğinin ve geleceğine inanılan zamanın meçhul olması, bu hareketlerde vekalet olgusunu güçlendirmekte ve söz konusu vekillerin önemli ölçüde yüceltilmelerine dikkat çekmektedir. Bu hareketler, sürekli bekleme durumunu bir umut kaynağı olarak kullanabilmekte, aynı zamanda daha uzun bir vadede gizli bir şekilde gelişen teşkilat yapıları ile de dikkat çekmektedirler.
İslam tarihinin ilk siyasi kitle hareketlerinin bazılarında tüm bu özellikleri bulmak mümkündür. Bu özellikler daha ziyade Muhtar ve Keysaniye gibi Şii cereyanlarda karşımıza çıksa da, Sünni bir yönetim olarak bilinen Abbasilerin devrim hareketinin temellerinde de yer almıştır. Abbasi ailesinin esasında Şii sayılabilecek bir yapı olan Haşimiyye içindeki yükselişi ve ihtilalle sonuçlanan örgütlenmesi, beklenen kurtarıcı kavramının etrafındaki mistik haleyi etkili bir şekilde kullanmıştır. Oldukça muğlak bir kavram olan “Âli Beyt’ten Rıza” sloganıyla bir kişi yerine bir kavrama velayet ederek biat toplayan ve yer altında yayılan bu gizli teşkilat, hem mutedil hem de uç sayılabilecek bazı aşırı unsurları bir arada bünyesinde barındırmıştır. Bir taraftan pasif bir kitleyi yavaş yavaş kendisini destekleyen bir çemberin içine çekerken, diğer taraftan da ancak has militanların anlayabileceği sembolleri ile farklı inançlardaki aktivistleri, uygun bir zamanda başlatılacak bir kıyama hazırlamıştır. Hareketin başarısı, başta İsmailîler olmak üzere daha sonraki mehdi temalı bir çok girişime de örneklik teşkil etmiştir.
Muslim merchants were spread out into the Indian Ocean within just a single century of the emerge... more Muslim merchants were spread out into the Indian Ocean within just a single century of the emergence of Islam in the Arabian Peninsula. Commercial relations, which have started by the expedition of 3 different Arab merchant caravans into China, have been instrumental in the development of the interactions between the East and the West. The transfer of technical and cultural concepts such as the numerical system that had originated in India but is known in the West as the " Arabic numbers " and the Chinese compass have been carried to Europe by the hands of merchants. Islamic travel literature mentions that there existed a populous Muslim community in Hangzhou, which was an important center of the trade between China and the Islamic countries, that the Muslim population would come together in the mosques, especially during the Eid festival prayers, that their numbers had grown to such a degree that the regional authorities had started to become about their presence and that the Friday prayer sermons would be given in the name of the Buddhist Chinese emperor in order to allay such fears. Islam had found acceptance on the coastal towns and to a lesser degree in certain regions of China, mainly due to the Muslim colonies established in China, India, Indonesia, and Malay Islands for commercial reasons. The global East-West trade have brought Christians and Muslims together under partnerships and commercial contracts and the commercial ships that have thus sailed have carried not only goods, but also people of all religious affiliations. Muslims have been pioneers in introducing many exotic fruits and spices of economic value of Indian origin to the West, starting from Iran and Lower Mesopotamia and extending to Egypt, North Africa and finally to the Mediterranean world. They have also transferred the agricultural and watering systems of the Near East to Europe. The trade routes have also been carriers of diverse products and production literary and aesthetic tastes, commercial methods and architectural styles. Thus, Indian Ocean commercial relations have fostered the interaction between the Eastern and the Western civilizations. As such, in the Middle Age, when trade could only grow as long as all parties involved mutually benefitted, the Muslim merchants have established festivals and markets, built logistics centers and harbors to enhance transit trade and have come into close contact with the locals. The peace and the prosperity that these activities brought have not only brought together the antique civilization centers, but also has been instrumental in merging a common cultural background. As such both Europe and the Far East has been affected by the Islamization of the trade routes in the Middle Age.
Divan: Journal of Interdisciplinary Studies , 2022
Carolina Greensboro'da çalışan Alyssa Gabbay'in kaleme aldığı Gender and Succession in Medieval a... more Carolina Greensboro'da çalışan Alyssa Gabbay'in kaleme aldığı Gender and Succession in Medieval and Early Modern Islam adlı çalışma, kadının modern öncesi İslam toplumlarındaki konumunu, özellikle nesep (soy ve kanla gelen güçlü özelliklerin aktarımı), halefiyet (iktidar gücünün aktarımı) ve miras (maddi gücün aktarımı) bağlamlarında ve büyük ölçüde Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fâtıma üzerinden okumaya çalışmaktadır. Kadınla ilgili mezkûr alanlardaki geleneksel yaklaşımların
Din ve Coğrafya Sempozyumu II, 2024
Tarihteki birçok yerleşim yerinin kaderi, o mekândan geçen insan ve emtia trafiğinin seyrine bağl... more Tarihteki birçok yerleşim yerinin kaderi, o mekândan geçen insan ve emtia trafiğinin seyrine bağlı olarak şekillenmiştir. Bu durum liman şehirleri söz konusu olduğunda daha bariz bir şekilde kendini göstermiştir. İnsan ve mal aktarımında merkezî bir rol oynayan liman şehirleri, karasal yerleşimlere kıyasla çok daha hızlı bir şekilde gelişip gerileyebilmiştir. Kızıldeniz limanları da bu dinamiklerin en çarpıcı örneklerinden birini sunar. Sınırlı sayıda koyu, gemileri tehdit eden mercan kayalıkları, ters akıntılarıyla seyrüseferi zorlaştıran suları, sert iklimi, nüfusun ihtiyaçlarını karşılayacak yeterli besin ve su kaynaklarından yoksun kara coğrafyası nedeniyle Kızıldeniz limanları, ticaretin olmadığı dönemlerde varlık gösterememiştir. İnsan ve emtia trafiği ise hem yerel gelişmelere hem de Doğu ile Batı’yı tarih boyunca birbirine bağlayan ticaret güzergâhlarındaki değişimlere bağlı olarak şekillenmiştir.
Kızıldeniz üzerinden geçen trafiği ve buna bağlı olarak bölgedeki liman şehirlerinin gelişimini etkileyen en önemli siyasi faktörlerden biri, Abbasî–Fâtımî rekabetidir. Hem siyasi hem dinî hem de ekonomik boyutları olan bu rekabetin, Kızıldeniz ile Basra Körfezi güzergahındaki ticaret üzerinde ciddi bir etkisi olmuştur. 4./10. yüzyıldan itibaren yoğunlaşan bu mücadele, Abbâsîler döneminde yükselişe geçen Basra Körfezi üzerinden gerçekleşen ticaretin önemli bir kısmını Kızıldeniz’e kaydırmıştır. Mısır merkezli ilk bağımsız Müslüman devletini kurarak Abbâsîlerin İslam coğrafyasının batısıyla olan bağlantısını zayıflatan Fâtımîler, Asya ile Avrupa arasındaki deniz ticaretini de büyük ölçüde Kızıldeniz–Mısır–Akdeniz hattına kaydırarak Abbâsî ekonomisine ağır bir darbe indirmiştir. Bunun yanı sıra Abbâsî hanedanının güç, debdebe ve ilim merkezi olan Bağdat’a karşılık, sarayları, camileri, medreseleri ve kütüphaneleriyle şöhret bulan Kahire’yi öne çıkarmış ve Mısır şehirlerini dünya ticaretinin en önemli merkezlerinden biri haline getirmişlerdir.
Fâtımîler döneminde deniz ticaret hattının İran Körfezi’nden Kızıldeniz’e kaydırılması, Mısır başta olmak üzere Kızıldeniz’in her iki sahili üzerinde yer alan limanlarda büyük bir canlılığa imkân sağlamıştır. Kızıldeniz üzerindeki hâkimiyetlerini güçlendirmeyi hedefleyen Fâtımîler, Yemen ve Hicaz’ı da kontrol altına almak amacıyla Abbâsîlerle, Mekke şerifleriyle ve Yemen melikleriyle yoğun bir mücadeleye girişmişlerdir. Bu süreçte Hicaz şeriflerinin desteğini kazanmak için onlara hediyeler göndermiş ve bölgedeki hâkimiyetlerini pekiştirmek amacıyla donanma gücünden yararlanmışlardır. Bu sayede Abbâsîlerin denizcilik merkezleri olan Basra, Siraf ve Sihar’la rekabet edecek, hatta onları gölgede bırakacak yeni limanların ortaya çıkmasını sağlamışlardır. Bu dönemde Kızıldeniz’in limanları arasında Aden öne çıkarken, kuzeyde Kulzüm de benzer bir yükseliş yaşamıştır. Ancak Kulzüm’ün zirvedeki dönemi kısa sürmüş; Mısır deltasında yaşanan kuraklık ve salgın hastalıklar ile Haçlıların Lübnan ve Filistin toprakları üzerinden Kızıldeniz’in kuzeyini kontrol altına almaları, limanın trafiğini ciddi ölçüde azaltmış ve zamanla limanın kumla dolmasına neden olmuştur. Kulzüm’ün düşüşü, güneydeki Ayzab limanına yaramış ve burası merkezî ticaret hatlarından uzakta olmasına rağmen önemli bir ticaret trafiğini devralmıştır.
Bu tebliğ, Abbâsî ve Fâtımî rekabetinin Kızıldeniz’in başlıca liman şehirleri üzerindeki etkilerini ele almakta ve fizikî ve beşerî coğrafyanın insan yerleşimlerinin kaderini belirleyen önemli bir dinamik olduğunu ortaya koymaktadır.
Port Cities Whose Fate Changed Due to the Abbasid-Fatimid Rivalry in the 4th-6th/10th–12th Centuries
The fate of many historical settlements has been shaped by the flow of human and commodity traffic passing through them. This phenomenon is particularly evident in port cities, which have played a central role in the movement of goods and people. Unlike inland settlements, port cities have experienced much faster cycles of growth and decline. The ports of the Red Sea exemplify these dynamics in striking ways. With limited natural harbors, coral reefs that posed dangers to ships, strong currents complicating navigation, harsh climatic conditions, and a lack of sufficient food and water resources to sustain large populations, the Red Sea ports struggled to survive in the absence of active trade. The flow of human and commodity traffic, however, was shaped by both local developments and changes in trade routes that historically connected the East and West.
One of the most significant political factors influencing traffic through the Red Sea and the development of its port cities was the Abbasid–Fatimid rivalry. This competition, with its political, religious, and economic dimensions, profoundly impacted trade routes passing through the Red Sea and the Persian Gulf. Intensifying from the 4th/10th century onward, this rivalry redirected a significant portion of the trade that had flourished under the Abbasids in the Persian Gulf towards the Red Sea. By establishing the first independent Muslim state in Egypt, the Fatimids weakened the Abbasids’ connections to the western Islamic world.
Moreover, they shifted maritime trade between Asia and Europe predominantly to the Red Sea–Egypt–Mediterranean route, dealing a severe blow to the Abbasid economy. In addition to this, the Fatimids positioned Cairo, with its palaces, mosques, madrasas, and libraries, as a rival to Baghdad, the Abbasid capital renowned for its power, splendor, and scholarship. Consequently, Egyptian cities emerged as some of the most significant centers of global trade.
During the Fatimid era, the redirection of maritime trade from the Persian Gulf to the Red Sea brought significant vitality to the ports along both coasts of the Red Sea, particularly in Egypt. Seeking to consolidate their control over the Red Sea, the Fatimids engaged in fierce struggles with the Abbasids, the Sharifs of Mecca, and Yemeni rulers to assert dominance over Yemen and the Hejaz. To gain the favor of the Hejaz Sharifs, they offered valuable gifts, while also leveraging naval power to strengthen their influence in these regions. This strategy facilitated the emergence of new ports capable of rivaling, and even surpassing, the Abbasid maritime hubs of Basra, Siraf, and Sihar. Among the Red Sea ports, Aden rose to prominence during this period, while the northern port of Kulzum also experienced a significant surge. However, Kulzum's period of prosperity was short-lived due to droughts and epidemics in the Nile Delta and the Crusaders' attempts to control the northern Red Sea through Lebanon and Palestine. These challenges severely reduced the port's traffic and eventually led to its silting. Kulzum's decline, in turn, benefited the southern port of Aydhab, which, despite its distance from central trade routes, managed to assume a significant share of maritime activity.
This study examines the impact of Abbasid–Fatimid rivalry on the major port cities of the Red Sea, highlighting the critical role of physical and human geography in shaping the destinies of human settlements.
Müslüman Kadının Tarihi-1, 2021
Hac ve Hac Seyahatnâmeleri, 2023
Müslüman Kadının Tarihi, 2021
Cahiliye Araplarında kadının konumu büyük ölçüde dönemin toplumsal şartlarına bağlı olarak şekill... more Cahiliye Araplarında kadının konumu büyük ölçüde dönemin toplumsal şartlarına bağlı olarak şekillenmiştir. Zorlu iklim şartları, düşük zirai üretim ve sürekli savaş ortamı, erkeklere emeğin, zor elde edilmiş mülkün, atalardan devralınan dinî anlayış ve geleneklerin ve nihayetinde iktidarın taşıyıcısı olarak merkezî bir yer vermiştir. Mızrakla çarpışmayan, kabilesini, toprağını müdafaa edemeyen, ganimet toplayamayan kız çocukları ise insan ömrünün kısa, çocuk ölümlerinin fazla olduğu bir dünyada neslin devamını sağlamakla yükümlü tutulmuştur.
Cahiliye’de kadının konumu hür/köle, göçebe/şehirli oluşuna ya da kabile ve servetinin durumuna göre farklılıklar göstermiştir. Kadınlar genellikle geri planda olsalar da komutan, kâhin, hâkim, şair ve tüccar kimlikleriyle önemli mevkilere yükselebilen kadınlar da dikkat çekmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, 2020
Diyanet İşleri Başkanlığı, 2019
İslam tarihçiliğinin temelini oluşturan ve Hz. Muhammed’in hayatını ele alan siyer yazımı, büyük ... more İslam tarihçiliğinin temelini oluşturan ve Hz. Muhammed’in hayatını ele alan siyer yazımı, büyük ölçüde İslam öncesi Arap ve Sami ırkın tarihi ile Hicaz bölgesinin topografyası bağlamında ele alınmakta ve dünya tarihinden kopuk bir tema içine yerleştirilmektedir. Hayatı bu kadar detaylıca bilinen az sayıdaki tarihî şahsiyetten biri olan Hz. Muhammed’in yaşam tecrübesinin İslam medeniyetinin sonraki dönemlerinin şekillenmesinde önemli bir etkisi olduğu düşünüldüğünde, siyer ve ilk dönem İslam tarih yazımının böylesine dar bir çerçevede ele alınması büyük bir eksikliktir. Ortaya çıkışının üzerinden bir asır bile geçmeden dönemin iki büyük imparatorluğunun hüküm sürdüğü geniş bir coğrafyada hızla yayılma başarısı gösteren; Hıristiyan, Yahudi, pagan, Mecusi, Maniheist ve Mazdek inanç mensuplarını yeni bir din ve kültür ortamında buluşturan bu dinin başarısını ve bu başarıyla gelişen karşılıklı etkileşimin sonuçlarını ortaya koyabilmek, ancak interdisipliner bir metotla mümkün olmaktadır. Salt dinî hassasiyetlerle yazılan siyer eserleri inananlara ilham kaynağı olsa da, söz konusu dönemin gelişme ve dinamiklerini açıklamakta yetersiz kalmaktadır.
Bu tebliğ, İslam tarihi boyunca yazılagelmiş siyer eserlerinin bu bakımdan eksik kaldığını ortaya koymakta ve bu tür bir yazımın yol açtığı sonuçları değerlendirerek siyeri daha geniş bir çerçeve içine yerleştirme imkanlarını aramaktadır. Bu yaklaşımın sağlayacağı faydaları da tespite yönelen tebliğ, tarih yazımı ve eğitimi çerçevesinde ve yöntemleriyle ele alınmıştır.
The historiography of Siyer, the biography of the prophet Muhammed, which constitutes the basis of Islamic history, is usually only approached within the context of pre-Islamic Arab and Samite history and the topography of Hijaz and very much isolated from the history of the rest of the world. As one of the few historical figures whose life has been meticulously noted, the Prophet’s life experience has been very influential in shaping the Islamic civilisation of later periods. As such, this narrow framing of Siyer and early Islamic history seems to be a major deficiency. In order to evaluate the success of the new religion in spreading rapidly into a wide geography ruled by the two big empires of the period within a century of its outset and in merging the believers of Christian, Jewish, pagan, Zoroastrian, Manichaeist, and Mazdakist faiths within a new religious and cultural melting pot, and to trace the consequences of mutual interaction that came with this success, we should instead be using an interdisciplinary method. While it is possible that Siyers within with only religious sensitivities will continue to be a source of inspiration for the believers, they are inadequate in explaining the events and dynamics of this period.
This study puts forth that classical Siyers lacks such a wider perspective and tries to evaluate the consequences of such a historiography and the possibilities of expanding it into a more comprehensive and comparative framework. The study, which seeks the determine the benefits of such an approach, is based on the framework and methods of historiography and the teaching of history.
Unpublished Masters Thesis, 1996