GÜLFERİ AKIN ERTEK | ORDU UNIVERSITY (original) (raw)
Uploads
Papers by GÜLFERİ AKIN ERTEK
Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, 2021
FATSA’NIN TARİHİ ESERLERİ ÜZERİNE BİLİMSEL ÇALIŞMALAR, 2024
“Ev” bir ya da daha çok insanın ikamet ettiği yer, konut olarak tanımlanmaktadır. İnsan hayatının... more “Ev” bir ya da daha çok insanın ikamet ettiği yer, konut olarak tanımlanmaktadır. İnsan hayatının temel gereksinimlerinin karşılandığı bu mekânlar, içerisinde yaşayan ailenin mahremiyeti için de önemli bir kavramdır.
Osmanlı mimarisinde tespit edilebilir olan konutların erken örnekleri, XVII. yüzyıldan itibaren görülmeye başlamıştır. Birkaç konuttun bir araya geldiği ve aralarında düzensiz, dar sokakların bulunduğu mahallelerde yer alan bu konutların genellikle sofa, avlu, ahır ve tabhane gibi bölümlerden meydana geldikleri bilinmektedir. Osmanlı dönemi konutlarında bazen harem odası, odunluk, su kuyusu ve bahçe gibi bölümlerle de karşılaşılmaktadır. Büyük şehirlerde evler genellikle tek veya iki katlı inşa edilmektedir. Özellikle XIX. yüzyılda zengin ailelerin bahçe içerisinde iki veya üç katlı köşkleri bulunmaktadır. Erken dönemlerde inşa malzemesi olarak genellikle ahşap tercih edilmiştir. Sonraki dönemlerde ise ahşap ile birlikte tuğla ve taş gibi dayanıklı malzemeler de yapı inşaları için kullanılmaya başlamıştır. Zemin katlar kâgir, üst katlar ise ahşap malzemeli olarak inşa edilmişlerdir. Osmanlı’nın son döneminde ise cephe tasarımlarında geleneksel yönelimin yanında batılı üsluplar da kendini göstermiştir. Kadın ve erkekler için ayrılmış alanlar yerine toplu olarak kullanılacak bütüncül mekân anlayışı hâkim olmaya başlamıştır. Batılılaşma sürecinin paralelinde yaşanan ve Cumhuriyetin ilanı sonrasında da devam eden modernleşme sürecinin yansıması olarak ise malzeme ve açıklık şekillenişlerinde farklılıklar gözlemlenebilmektedir. Yuvarlak köşeler, yataya vurgu yapan açıklıklar ve büyük boyutlarda ele alınmış giriş ve balkon düzenlemeleri takip edilmektedir. Konutların fonksiyonel olabilmesi için yer aldıkları yöre ve iklim kuşağına göre inşa edilmesi gerekmektedir. Karadeniz Bölgesi’nin coğrafi yapısı, iklimi ve kültürel farklılıkları kendine özgü mimari yapılar oluşumunda önemli birer etken olarak görülmektedir. Bu bağlamda çalışmada Fatsa sınırları içerisinde yer alan mahallelerdeki tarihi ev örnekleri genel itibariyle tanıtılmaya çalışılmıştır. Evler sahiplerinin ya da banilerinin isimleriyle adlandırılmıştır
FATSA’NIN TARİHİ ESERLERİ ÜZERİNE BİLİMSEL ÇALIŞMALAR, 2024
Kentler toplumun kültürünün takip edilmesinde en önemli somut verileri barındırmaktadır. Bu bağla... more Kentler toplumun kültürünün takip edilmesinde en önemli somut verileri barındırmaktadır. Bu bağlamda bir toplumun gelişiminin incelenmesinde bu kültürel kayıtların takip edilmesi önemli verilerin elde edilmesine olanak sağlamaktadır. Özellikle kentlerin merkezleri kültürün oluşumu ve etkileşimi konusunda çekirdek bölgeyi teşkil etmektedir. Bu merkezler kentlerin var olmaya başladığı tarihlerden itibaren siyasi, dini, ticari ve kültürel nedenlerde toplumun etkileşime geçtiği kent meydanı, agora, forum çarşısı gibi isimlerle anılan büyük meydanlardan gelişmiştir. Bu meydanlar Antik Yunan kentlerinde büyük olasılıkla ticaretin yapıldığı ilk kentsel mekanlar olan
agoralardan itibaren ticaretin gelişiminde de merkezi rol oynamıştır. Süreç içerisinde bu ticaret mekanları fiziksel olarak çok çeşitli biçimlerde şekillenmiştir. Türk şehircilik tarihinde başlarda belirli aralıklarla ve geçici nitelikte kurulan bölgesel pazarların yerini zamanla daimî yerleşime bağlı
olarak gelişen pazarlar almıştır. Hatta bu pazar yerlerinin zamanla şehir yerleşimleri haline geldiği bilinmektedir. Selçuklu ve akabinde Osmanlı dönemlerinde çarşılar geleneksel Türk ve İslam şehircilik anlayışına göre şekillenmiştir. Bu dönemlerde dini yapıların kentin toplanma alanı olarak ön plana çıkması paralelinde çarşının bu tür yapıların çevresinde ve kentlerin giriş-çıkış noktalarını belirleyen kapıların yakınında konumlandığı takip edilebilmektedir. Osmanlı hukukunda bir bölgenin kent sayılabilmesi için gerekli kıstaslardan biri olan çarşıların bir cami ya da bedesten etrafında geliştiği ve iç kaleye yakın olan ilk bölümde yer aldığı kaynaklardan takip edilebilmektedir.
XIX. yüzyılda yaşanan kentleşme ve kentleşmeye bağlı birtakım değişiklikler paralelinde ise çarşıların morfolojik yapısında da yeni unsurların yer almasına neden olmuştur. Şehirlerde “yerel esnaf” ve “yeni ticari merkez” şeklinde mekân ayrışmaları meydana gelmiştir.
Bu çalışmada günümüzde aktif olarak kullanıma devam eden ancak geleneksel dokusunu büyük oranda yitirmiş olan Fatsa Çarşısı’nın tarihsel süreci dönem fotoğrafları ve elde edilen belgelerle aktarılmaya çalışılmış, günümüze ulaşabilen tarihi dükkanlar sanat tarihi disiplini içerisinde tanıtılmıştır.
Tarihi ve Kültürel Boyutlarıyla Fatsa, 2024
XVIII. yüzyılda Lale Devri ile başlayan süreçle birlikte Osmanlı’nın çeşitli alanlarında meydana ... more XVIII. yüzyılda Lale Devri ile başlayan süreçle birlikte Osmanlı’nın çeşitli alanlarında meydana gelen değişim-dönüşüm sanat alanında da kendini göstermiş, sırasıyla Rokoko-Barok, Neoklasisizm ve Eklektisisizm gibi Batılı üsluplar gerek başkentte gerekse taşrada inşa edilen birçok binanın tasarımında yerlerini almıştır.
Bu bağlamda bir taşra şehri olan Fatsa’da Osmanlı’nın Batılılaşması ekseninde cephe yüzeylerinde kendini gösteren bezeme ve tasarım ögelerinin tanımlanması çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.
Academic Literature the Journal of Social Sciences Research, 2024
İnsan hayatının en temel gereksinimlerinin karşılandığı konutlar, içerisinde yaşayan ailenin mahr... more İnsan hayatının en temel gereksinimlerinin karşılandığı konutlar, içerisinde yaşayan ailenin mahremiyeti için de önemli bir gerçekliktir. Toplumlar çevre koşulları, iklim özellikleri ve malzeme seçenekleri gibi imkânlarla, belli noktalarda birbirinden ayrılan ya da birbiriyle benzeşen barınma mekânlarını meydana getirmişlerdir. Bulunduğu yerin tarihini ve toplumun geleneklerini aydınlatan dinamikler olarak da karşımıza çıkan bu yapıları, sosyolojik koşullar ve onu kullanan kişilerin ekonomik durumu ile statüsü, bazı yönlerden şekillendirmiştir. Toplumdaki ortak görüş ve estetik yönelimler de evleri kimi özellikleri bakımından etkilemiş olsa da genel olarak bu yapılarda ortak bir mimari düzen hâkimdir. Bu makalede yukarıda sözü edilen mimari ortamda yaratılan, XIX. yüzyılın geleneksel konut dokusu içerisinde ortaya konulduğu düşünülen, Ordu’nun Altınordu ilçesinde yer alan Kâmil Furtun Konağı, günümüze ulaşabilmiş mevcut hali ve farklı tarihlere ait dönem fotoğrafla-rından hareketle hazırlanan plan, mimari, bezeme ve malzeme ile inşa tekniği açı-sından değerlendirilmeye çalışılmıştır. Eski fotoğraflarından tespit edilen mimari karakteri dolayısıyla XIX. yüzyıla tarihlendirilen, 2006 yılında çıkan bir yangın sonucunda yalnızca bodrum ve zemin kat beden duvarları, çamaşırhane ve mutfak olarak kullanılan yan mekân ve batı duvara eklenen ıslak hacimleri günümüze ulaşan yapıya ait dokümanlar ve sözlü kaynaklardan hareketle restitüsyon önerisinde bulunulmuştur. Zira gerek tarihi kaynaklar, arşiv belgeleri ve sözlü kaynaklar ve gerekse Ordu’nun tarihi kent dokusu dikkate alınarak Kâmil Furtun Konağı’nın restore edile-rek ayağa kaldırılması geçmişle gelecek arasındaki köprülük vazifemizin de bir sonucu olacaktır.
Tıpkı bir insan gibi, yaşayan bir varlık olduğu düşünüldüğünde, ülkelerin çağdaşlarıyla sürekli b... more Tıpkı bir insan gibi, yaşayan bir varlık olduğu düşünüldüğünde, ülkelerin çağdaşlarıyla sürekli bir ilişki içerisinde oldukları izlenmektedir. Bu ilişkiler savaş gibi negatif ya da olumsuz yönde olabilmekte veya karşılıklı iyimser politikalar üzerine yani olumlu istikamette de kurulabilmektedir. Aynı şekilde ortak geçmişinde çok yoğun bir çatışma ve savaş ortamında bulunan iki ülke, bugün iyi ilişkiler içerisinde olabilmektedir. Tarihsel süreç içerisinde değerlendirildiğinde Osmanlı ile Avusturya arasındaki ilişkilerin i. Dünya Savaşı'na kadar karşılıklı mücadeleler şeklinde seyrettiği, bu dönemle birlikte ise ittifaka dönüştüğü görülmektedir. Özellikle 1924 yılında Türkiye ile Avusturya arasında imzalanan Dostluk Antlaşması iki millet arasındaki bağı kuvvetlendiren ana unsur olmuştur. Bu çalışmada, Avusturya ile Türkiye arasındaki dostluğun nişanesi olan Viyana Yunus Emre Çeşmesi'nin inşa süreci ve mimarisi, sanat tarihi disiplininde değerlendirilmiştir. Çeşme, Türklerin Avrupa'da bu amaç için inşa ettiği ilk çeşme olması bakımından önem taşımaktadır. Viyana'da Türkçe öğretmenliği yapan Baki Bilgin'in girişimleri ile hem Avusturya hem de Türk kurumları tarafından 1991 yılında inşa ettirilen çeşme, form bakımından dört yüzlü meydan çeşmesi tipinde tasarlanmıştır. Cephe tasarımı ve bezeme bakımından Osmanlı'nın Lale Devri'nde inşa edilen çok çeşitli meydan çeşmelerinin örnek alındığı izlenebilmektedir. Çeşmenin tasarımında gelenekselci bir anlayışın takip edilmesi, kültürel belleğin çağımıza yansıması bakımından değerlendirildiğinde özgün, tarihi derinliği olan ve mimari açısından da hayli değerli bir sanat eserinin ortaya çıkarıldığı düşünülmektedir.
Fatsa ve Yöresi Tarihi, Cilt II, 2022
Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyılda başta askeri alanda olmak üzere birçok alanı iyileştirmek maksad... more Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyılda başta askeri alanda olmak üzere birçok alanı iyileştirmek maksadıyla batıyla olan bağlantısını kuvvetlendirmiş ve modernleşme yoluna gitmiştir. Batılılaşma çabalarıyla ve Avrupa'daki uygulamalara dayanarak devletin her mekanizmasını revize etmeye çalışmıştır. Bu çerçevede batılılaşma çabalarının sanatsal tezahürü de XVIII. yüzyıldan itibaren görülmeye başlamıştır. Mimaride, batılı üsluplar öncelikle başkent İstanbul'da bir müddet sonra da taşrada inşa edilen dini, sivil ve askeri yapı gruplarında etkisini göstermiştir.
XVIII. yüzyıl Avrupası’nda Fransız Devrimi’nin sonucunda ortaya çıkan milliyetçilik olgusu, geçmi... more XVIII. yüzyıl Avrupası’nda Fransız Devrimi’nin sonucunda ortaya çıkan milliyetçilik olgusu, geçmişi arama adına atılan adımların en önemlileri olan arkeolojik kazıların hız kazanmasına ve özellikle Antik Yunan ve Roma medeniyetlerini ait kültür kalıntıları gün yüzüne çıkarılmasına neden olmuştur. Sanayi Devrimi sonrasında ulaşımdaki gelişmelere paralel olarak düzenlenen Büyük Tur’un etkisiyle de insanlar, medeniyetlerinin yeşerdiği coğrafyaları ziyaret ederek ataları olarak kabul ettikleri Antik Yunan ve Roma medeniyetlerinin kalıntılarını yerinde görme fırsatı bulmuşlardır. Bu gelişmelerin paralelinde XVIII. yüzyılda Avrupalılar, Antik Yunan ve Roma’nın mimarideki gelişmiş biçimlenişlerini, köken aidiyeti olgusuna bağlı olarak tekrar tercih etmeye başlamıştır. Bu uygulamalar yalnızca Avrupa’da değil, yine onların uygulamalarıyla hemen hemen tüm Dünya’ya yayılarak mimarlık ve sanat tarihinde “Neoklasisizm” olarak adlandırdığımız uluslararası bir üslup halini almıştır.
Osmanlı Devleti'nin yönetimi altındaki kentler, tarihi süreçte kozmopolit bir toplumsal yapıya sa... more Osmanlı Devleti'nin yönetimi altındaki kentler, tarihi süreçte kozmopolit bir toplumsal yapıya sahip olmuştur. Osmanlı'nın XIX. yüzyılda siyasi ve sosyal alanlarda sürdürdüğü batılılaşma girişimleri bağlamında ilan ettiği Tanzimat (1839) ve özellikle de Islahat Fermanı'ndan (1856) sonra bu toplumsal yapının parçasını oluşturan gayrimüslimlere ait ibadet mekânları çoğalmıştır. Hristiyanlığın mezheplere ayrılmasıyla Anadolu topraklarında yoğun biçimde Ortodoks cemaatin varlığından söz edilebilse de önceleri daha az görülen farklı mezhebe mensup kişilerin nüfusu, batılılaşma sürecinde verilen çeşitli imtiyazlar ile artmıştır. Batılılaşma döneminde yapılaşma üzerinde etkili olan Hristiyanlardan Katolik mezhebine mensup Kapusenler de misyonerlik faaliyetleri kapsamında Anadolu'ya gelerek inşa faaliyetlerine girişmiştir. Fakat Katolik mezhebi ve ona tabi cemaatler, Ortodoks mezhebine kıyasla daha az kilise inşa edebilmiştir. Çalışmanın konusunu Katoliklerin hamisi Fransa Devleti'nin desteğiyle XX. yüzyılın ilk çeyreğinde inşa ettirilmiş Karadeniz Bölgesi'ndeki nadir kilise örneklerinden olan Giresun Kapusen Kilisesi oluşturmaktadır. Katoliklere ait Barok, Neoklasik, Neogotik ve benzeri üsluplarla tasarlanarak çeşitli bölgelerdeki kentler içerisinde Avrupalı kimliği sergileyen kiliseler bilinmektedir. Ancak Karadeniz bölgesi bazında benzerine rastlanmayan Giresun Kapusen Kilisesi, Neogotik üslup ağırlıklı eklektik tarzıyla farklılık göstermektedir. Çalışma kapsamında Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinden erişilen belgelerde geçen yazışma detayları ve yapıya ait çizimler ile kilisenin inşa süreci ve dönemindeki tasarımı değerlendirilmiş, günümüzdeki mimari özelliği tanıtılmıştır.
Bu makale araştırma ve yayın etiğine uygun hazırlanmıştır intihal incelemesinden geçirilmiştir
AMİSOS, 2020
XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde Avrupalıların antik sanata duydukları özlem sonucunda ortaya çı... more XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde Avrupalıların antik sanata duydukları özlem sonucunda ortaya çıkan Neoklasisizm aynı yüzyıl içerisinde ülkeler arasında yayılmış, Almanya’nın başkenti Berlin’de de kendini göstermiştir. Dönemin sosyo-kültürel tüm alanlarında etkinlik gösteren akımın, mimaride Antik Yunan ve Roma’yı örnek alarak şekillendiği bilinmektedir.
Bu makalede, Neoklasik mimarinin hangi koşullarda ve nelerden ilham alınarak ortaya çıkarıldığı, diğer ülkelere nasıl sıçradığı, Almanya için üslubun değerinden bahsedilerek Berlin’de Neoklasik tarzda, XVIII. yüzyıllarda inşa edilen kiliselerin değerlendirilmesi yapılarak üslubun Berlin mimarisindeki yeri saptanmaya çalışılmıştır.
Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi, 2021
FATSA’NIN TARİHİ ESERLERİ ÜZERİNE BİLİMSEL ÇALIŞMALAR, 2024
“Ev” bir ya da daha çok insanın ikamet ettiği yer, konut olarak tanımlanmaktadır. İnsan hayatının... more “Ev” bir ya da daha çok insanın ikamet ettiği yer, konut olarak tanımlanmaktadır. İnsan hayatının temel gereksinimlerinin karşılandığı bu mekânlar, içerisinde yaşayan ailenin mahremiyeti için de önemli bir kavramdır.
Osmanlı mimarisinde tespit edilebilir olan konutların erken örnekleri, XVII. yüzyıldan itibaren görülmeye başlamıştır. Birkaç konuttun bir araya geldiği ve aralarında düzensiz, dar sokakların bulunduğu mahallelerde yer alan bu konutların genellikle sofa, avlu, ahır ve tabhane gibi bölümlerden meydana geldikleri bilinmektedir. Osmanlı dönemi konutlarında bazen harem odası, odunluk, su kuyusu ve bahçe gibi bölümlerle de karşılaşılmaktadır. Büyük şehirlerde evler genellikle tek veya iki katlı inşa edilmektedir. Özellikle XIX. yüzyılda zengin ailelerin bahçe içerisinde iki veya üç katlı köşkleri bulunmaktadır. Erken dönemlerde inşa malzemesi olarak genellikle ahşap tercih edilmiştir. Sonraki dönemlerde ise ahşap ile birlikte tuğla ve taş gibi dayanıklı malzemeler de yapı inşaları için kullanılmaya başlamıştır. Zemin katlar kâgir, üst katlar ise ahşap malzemeli olarak inşa edilmişlerdir. Osmanlı’nın son döneminde ise cephe tasarımlarında geleneksel yönelimin yanında batılı üsluplar da kendini göstermiştir. Kadın ve erkekler için ayrılmış alanlar yerine toplu olarak kullanılacak bütüncül mekân anlayışı hâkim olmaya başlamıştır. Batılılaşma sürecinin paralelinde yaşanan ve Cumhuriyetin ilanı sonrasında da devam eden modernleşme sürecinin yansıması olarak ise malzeme ve açıklık şekillenişlerinde farklılıklar gözlemlenebilmektedir. Yuvarlak köşeler, yataya vurgu yapan açıklıklar ve büyük boyutlarda ele alınmış giriş ve balkon düzenlemeleri takip edilmektedir. Konutların fonksiyonel olabilmesi için yer aldıkları yöre ve iklim kuşağına göre inşa edilmesi gerekmektedir. Karadeniz Bölgesi’nin coğrafi yapısı, iklimi ve kültürel farklılıkları kendine özgü mimari yapılar oluşumunda önemli birer etken olarak görülmektedir. Bu bağlamda çalışmada Fatsa sınırları içerisinde yer alan mahallelerdeki tarihi ev örnekleri genel itibariyle tanıtılmaya çalışılmıştır. Evler sahiplerinin ya da banilerinin isimleriyle adlandırılmıştır
FATSA’NIN TARİHİ ESERLERİ ÜZERİNE BİLİMSEL ÇALIŞMALAR, 2024
Kentler toplumun kültürünün takip edilmesinde en önemli somut verileri barındırmaktadır. Bu bağla... more Kentler toplumun kültürünün takip edilmesinde en önemli somut verileri barındırmaktadır. Bu bağlamda bir toplumun gelişiminin incelenmesinde bu kültürel kayıtların takip edilmesi önemli verilerin elde edilmesine olanak sağlamaktadır. Özellikle kentlerin merkezleri kültürün oluşumu ve etkileşimi konusunda çekirdek bölgeyi teşkil etmektedir. Bu merkezler kentlerin var olmaya başladığı tarihlerden itibaren siyasi, dini, ticari ve kültürel nedenlerde toplumun etkileşime geçtiği kent meydanı, agora, forum çarşısı gibi isimlerle anılan büyük meydanlardan gelişmiştir. Bu meydanlar Antik Yunan kentlerinde büyük olasılıkla ticaretin yapıldığı ilk kentsel mekanlar olan
agoralardan itibaren ticaretin gelişiminde de merkezi rol oynamıştır. Süreç içerisinde bu ticaret mekanları fiziksel olarak çok çeşitli biçimlerde şekillenmiştir. Türk şehircilik tarihinde başlarda belirli aralıklarla ve geçici nitelikte kurulan bölgesel pazarların yerini zamanla daimî yerleşime bağlı
olarak gelişen pazarlar almıştır. Hatta bu pazar yerlerinin zamanla şehir yerleşimleri haline geldiği bilinmektedir. Selçuklu ve akabinde Osmanlı dönemlerinde çarşılar geleneksel Türk ve İslam şehircilik anlayışına göre şekillenmiştir. Bu dönemlerde dini yapıların kentin toplanma alanı olarak ön plana çıkması paralelinde çarşının bu tür yapıların çevresinde ve kentlerin giriş-çıkış noktalarını belirleyen kapıların yakınında konumlandığı takip edilebilmektedir. Osmanlı hukukunda bir bölgenin kent sayılabilmesi için gerekli kıstaslardan biri olan çarşıların bir cami ya da bedesten etrafında geliştiği ve iç kaleye yakın olan ilk bölümde yer aldığı kaynaklardan takip edilebilmektedir.
XIX. yüzyılda yaşanan kentleşme ve kentleşmeye bağlı birtakım değişiklikler paralelinde ise çarşıların morfolojik yapısında da yeni unsurların yer almasına neden olmuştur. Şehirlerde “yerel esnaf” ve “yeni ticari merkez” şeklinde mekân ayrışmaları meydana gelmiştir.
Bu çalışmada günümüzde aktif olarak kullanıma devam eden ancak geleneksel dokusunu büyük oranda yitirmiş olan Fatsa Çarşısı’nın tarihsel süreci dönem fotoğrafları ve elde edilen belgelerle aktarılmaya çalışılmış, günümüze ulaşabilen tarihi dükkanlar sanat tarihi disiplini içerisinde tanıtılmıştır.
Tarihi ve Kültürel Boyutlarıyla Fatsa, 2024
XVIII. yüzyılda Lale Devri ile başlayan süreçle birlikte Osmanlı’nın çeşitli alanlarında meydana ... more XVIII. yüzyılda Lale Devri ile başlayan süreçle birlikte Osmanlı’nın çeşitli alanlarında meydana gelen değişim-dönüşüm sanat alanında da kendini göstermiş, sırasıyla Rokoko-Barok, Neoklasisizm ve Eklektisisizm gibi Batılı üsluplar gerek başkentte gerekse taşrada inşa edilen birçok binanın tasarımında yerlerini almıştır.
Bu bağlamda bir taşra şehri olan Fatsa’da Osmanlı’nın Batılılaşması ekseninde cephe yüzeylerinde kendini gösteren bezeme ve tasarım ögelerinin tanımlanması çalışmanın konusunu oluşturmaktadır.
Academic Literature the Journal of Social Sciences Research, 2024
İnsan hayatının en temel gereksinimlerinin karşılandığı konutlar, içerisinde yaşayan ailenin mahr... more İnsan hayatının en temel gereksinimlerinin karşılandığı konutlar, içerisinde yaşayan ailenin mahremiyeti için de önemli bir gerçekliktir. Toplumlar çevre koşulları, iklim özellikleri ve malzeme seçenekleri gibi imkânlarla, belli noktalarda birbirinden ayrılan ya da birbiriyle benzeşen barınma mekânlarını meydana getirmişlerdir. Bulunduğu yerin tarihini ve toplumun geleneklerini aydınlatan dinamikler olarak da karşımıza çıkan bu yapıları, sosyolojik koşullar ve onu kullanan kişilerin ekonomik durumu ile statüsü, bazı yönlerden şekillendirmiştir. Toplumdaki ortak görüş ve estetik yönelimler de evleri kimi özellikleri bakımından etkilemiş olsa da genel olarak bu yapılarda ortak bir mimari düzen hâkimdir. Bu makalede yukarıda sözü edilen mimari ortamda yaratılan, XIX. yüzyılın geleneksel konut dokusu içerisinde ortaya konulduğu düşünülen, Ordu’nun Altınordu ilçesinde yer alan Kâmil Furtun Konağı, günümüze ulaşabilmiş mevcut hali ve farklı tarihlere ait dönem fotoğrafla-rından hareketle hazırlanan plan, mimari, bezeme ve malzeme ile inşa tekniği açı-sından değerlendirilmeye çalışılmıştır. Eski fotoğraflarından tespit edilen mimari karakteri dolayısıyla XIX. yüzyıla tarihlendirilen, 2006 yılında çıkan bir yangın sonucunda yalnızca bodrum ve zemin kat beden duvarları, çamaşırhane ve mutfak olarak kullanılan yan mekân ve batı duvara eklenen ıslak hacimleri günümüze ulaşan yapıya ait dokümanlar ve sözlü kaynaklardan hareketle restitüsyon önerisinde bulunulmuştur. Zira gerek tarihi kaynaklar, arşiv belgeleri ve sözlü kaynaklar ve gerekse Ordu’nun tarihi kent dokusu dikkate alınarak Kâmil Furtun Konağı’nın restore edile-rek ayağa kaldırılması geçmişle gelecek arasındaki köprülük vazifemizin de bir sonucu olacaktır.
Tıpkı bir insan gibi, yaşayan bir varlık olduğu düşünüldüğünde, ülkelerin çağdaşlarıyla sürekli b... more Tıpkı bir insan gibi, yaşayan bir varlık olduğu düşünüldüğünde, ülkelerin çağdaşlarıyla sürekli bir ilişki içerisinde oldukları izlenmektedir. Bu ilişkiler savaş gibi negatif ya da olumsuz yönde olabilmekte veya karşılıklı iyimser politikalar üzerine yani olumlu istikamette de kurulabilmektedir. Aynı şekilde ortak geçmişinde çok yoğun bir çatışma ve savaş ortamında bulunan iki ülke, bugün iyi ilişkiler içerisinde olabilmektedir. Tarihsel süreç içerisinde değerlendirildiğinde Osmanlı ile Avusturya arasındaki ilişkilerin i. Dünya Savaşı'na kadar karşılıklı mücadeleler şeklinde seyrettiği, bu dönemle birlikte ise ittifaka dönüştüğü görülmektedir. Özellikle 1924 yılında Türkiye ile Avusturya arasında imzalanan Dostluk Antlaşması iki millet arasındaki bağı kuvvetlendiren ana unsur olmuştur. Bu çalışmada, Avusturya ile Türkiye arasındaki dostluğun nişanesi olan Viyana Yunus Emre Çeşmesi'nin inşa süreci ve mimarisi, sanat tarihi disiplininde değerlendirilmiştir. Çeşme, Türklerin Avrupa'da bu amaç için inşa ettiği ilk çeşme olması bakımından önem taşımaktadır. Viyana'da Türkçe öğretmenliği yapan Baki Bilgin'in girişimleri ile hem Avusturya hem de Türk kurumları tarafından 1991 yılında inşa ettirilen çeşme, form bakımından dört yüzlü meydan çeşmesi tipinde tasarlanmıştır. Cephe tasarımı ve bezeme bakımından Osmanlı'nın Lale Devri'nde inşa edilen çok çeşitli meydan çeşmelerinin örnek alındığı izlenebilmektedir. Çeşmenin tasarımında gelenekselci bir anlayışın takip edilmesi, kültürel belleğin çağımıza yansıması bakımından değerlendirildiğinde özgün, tarihi derinliği olan ve mimari açısından da hayli değerli bir sanat eserinin ortaya çıkarıldığı düşünülmektedir.
Fatsa ve Yöresi Tarihi, Cilt II, 2022
Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyılda başta askeri alanda olmak üzere birçok alanı iyileştirmek maksad... more Osmanlı Devleti, XVIII. yüzyılda başta askeri alanda olmak üzere birçok alanı iyileştirmek maksadıyla batıyla olan bağlantısını kuvvetlendirmiş ve modernleşme yoluna gitmiştir. Batılılaşma çabalarıyla ve Avrupa'daki uygulamalara dayanarak devletin her mekanizmasını revize etmeye çalışmıştır. Bu çerçevede batılılaşma çabalarının sanatsal tezahürü de XVIII. yüzyıldan itibaren görülmeye başlamıştır. Mimaride, batılı üsluplar öncelikle başkent İstanbul'da bir müddet sonra da taşrada inşa edilen dini, sivil ve askeri yapı gruplarında etkisini göstermiştir.
XVIII. yüzyıl Avrupası’nda Fransız Devrimi’nin sonucunda ortaya çıkan milliyetçilik olgusu, geçmi... more XVIII. yüzyıl Avrupası’nda Fransız Devrimi’nin sonucunda ortaya çıkan milliyetçilik olgusu, geçmişi arama adına atılan adımların en önemlileri olan arkeolojik kazıların hız kazanmasına ve özellikle Antik Yunan ve Roma medeniyetlerini ait kültür kalıntıları gün yüzüne çıkarılmasına neden olmuştur. Sanayi Devrimi sonrasında ulaşımdaki gelişmelere paralel olarak düzenlenen Büyük Tur’un etkisiyle de insanlar, medeniyetlerinin yeşerdiği coğrafyaları ziyaret ederek ataları olarak kabul ettikleri Antik Yunan ve Roma medeniyetlerinin kalıntılarını yerinde görme fırsatı bulmuşlardır. Bu gelişmelerin paralelinde XVIII. yüzyılda Avrupalılar, Antik Yunan ve Roma’nın mimarideki gelişmiş biçimlenişlerini, köken aidiyeti olgusuna bağlı olarak tekrar tercih etmeye başlamıştır. Bu uygulamalar yalnızca Avrupa’da değil, yine onların uygulamalarıyla hemen hemen tüm Dünya’ya yayılarak mimarlık ve sanat tarihinde “Neoklasisizm” olarak adlandırdığımız uluslararası bir üslup halini almıştır.
Osmanlı Devleti'nin yönetimi altındaki kentler, tarihi süreçte kozmopolit bir toplumsal yapıya sa... more Osmanlı Devleti'nin yönetimi altındaki kentler, tarihi süreçte kozmopolit bir toplumsal yapıya sahip olmuştur. Osmanlı'nın XIX. yüzyılda siyasi ve sosyal alanlarda sürdürdüğü batılılaşma girişimleri bağlamında ilan ettiği Tanzimat (1839) ve özellikle de Islahat Fermanı'ndan (1856) sonra bu toplumsal yapının parçasını oluşturan gayrimüslimlere ait ibadet mekânları çoğalmıştır. Hristiyanlığın mezheplere ayrılmasıyla Anadolu topraklarında yoğun biçimde Ortodoks cemaatin varlığından söz edilebilse de önceleri daha az görülen farklı mezhebe mensup kişilerin nüfusu, batılılaşma sürecinde verilen çeşitli imtiyazlar ile artmıştır. Batılılaşma döneminde yapılaşma üzerinde etkili olan Hristiyanlardan Katolik mezhebine mensup Kapusenler de misyonerlik faaliyetleri kapsamında Anadolu'ya gelerek inşa faaliyetlerine girişmiştir. Fakat Katolik mezhebi ve ona tabi cemaatler, Ortodoks mezhebine kıyasla daha az kilise inşa edebilmiştir. Çalışmanın konusunu Katoliklerin hamisi Fransa Devleti'nin desteğiyle XX. yüzyılın ilk çeyreğinde inşa ettirilmiş Karadeniz Bölgesi'ndeki nadir kilise örneklerinden olan Giresun Kapusen Kilisesi oluşturmaktadır. Katoliklere ait Barok, Neoklasik, Neogotik ve benzeri üsluplarla tasarlanarak çeşitli bölgelerdeki kentler içerisinde Avrupalı kimliği sergileyen kiliseler bilinmektedir. Ancak Karadeniz bölgesi bazında benzerine rastlanmayan Giresun Kapusen Kilisesi, Neogotik üslup ağırlıklı eklektik tarzıyla farklılık göstermektedir. Çalışma kapsamında Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivinden erişilen belgelerde geçen yazışma detayları ve yapıya ait çizimler ile kilisenin inşa süreci ve dönemindeki tasarımı değerlendirilmiş, günümüzdeki mimari özelliği tanıtılmıştır.
Bu makale araştırma ve yayın etiğine uygun hazırlanmıştır intihal incelemesinden geçirilmiştir
AMİSOS, 2020
XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde Avrupalıların antik sanata duydukları özlem sonucunda ortaya çı... more XVIII. yüzyılın ikinci çeyreğinde Avrupalıların antik sanata duydukları özlem sonucunda ortaya çıkan Neoklasisizm aynı yüzyıl içerisinde ülkeler arasında yayılmış, Almanya’nın başkenti Berlin’de de kendini göstermiştir. Dönemin sosyo-kültürel tüm alanlarında etkinlik gösteren akımın, mimaride Antik Yunan ve Roma’yı örnek alarak şekillendiği bilinmektedir.
Bu makalede, Neoklasik mimarinin hangi koşullarda ve nelerden ilham alınarak ortaya çıkarıldığı, diğer ülkelere nasıl sıçradığı, Almanya için üslubun değerinden bahsedilerek Berlin’de Neoklasik tarzda, XVIII. yüzyıllarda inşa edilen kiliselerin değerlendirilmesi yapılarak üslubun Berlin mimarisindeki yeri saptanmaya çalışılmıştır.