M. Metehan Çiftçi | University College London (original) (raw)
Uploads
Papers by M. Metehan Çiftçi
Resources, Conservation and Recycling, 2024
Increasing the recycling of metals reaching their end-of-life (EoL) is a vital circular economy a... more Increasing the recycling of metals reaching their end-of-life (EoL) is a vital circular economy approach to meet the growing demand for metals and reduce reliance on mining. To assess the potential of recycling strategies in fulfilling future metal demand and replacing primary production, we develop a novel dynamic probabilistic material flow analysis (MFA) model. Unlike previous MFA studies, our model explicitly explores the potential of recycling to reduce metal mining activities while considering uncertainties in future EoL collection and recycling rates. Focusing on copper, a critical mineral for low-carbon technologies, the model dynamically estimates the future copper stocks and flows under three different demand scenarios and probabilistic EoL collection and recycling assumptions. Our analysis reveals that the share of EoL secondary supply of overall copper demand, which currently stands at 23 \%, will even under the scenario with the lowest future copper demand only be averaging 33.4 \% over the next three decades. In addition, even under the most optimistic circumstances with lower than expected copper demand and very high collection and recycling rate growth, the annual share of EoL secondary supply of overall copper demand would only reach 49.6 \% in 2050. Thus, primary copper extraction is expected to rise significantly until at least 2040 and under 87 \% of all 30,000 modelled outcomes, primary production of copper in 2050 will still be above 2020 production levels. Consequently, we emphasise the need for alternative circular economy strategies beyond recycling, such as demand reduction and mitigating the harmful impacts of primary metal production.
Asırlardır üzerinde Dünyanın en güçlü devletlerinin güç mücadelesi içinde bulunduğu Kırım Yarımad... more Asırlardır üzerinde Dünyanın en güçlü devletlerinin güç mücadelesi içinde bulunduğu Kırım Yarımadası, bugün dahi uluslararası ilişkiler bakımından önem teşkil ediyor. Türkiye’nin bu bölgeyle yüzyıllardır sıkı bağlarla örülmüş ilişkilerinin yanında buradaki gelişmelerin Avrasya devletleri arasındaki dengeleri yakından ilgilendirmesi, Kırım’ı günümüzde de Türk Dış Politikası açısından son derece mühim bir coğrafya kılmaktadır.
XIX. yüzyılın siyasal gelişmelerinin anlaşılması bakımından ise Kırım Harbi ve akabinde gerçekleşen Paris Andlaşması, Türkiye ve Dünya tarihçileri ile siyaset bilimcileri tarafından üzerinde durulması gereken bir mesele olarak görülmüştür. Avrupalı büyük devletlerin ve kıta kamuoyunun, -her ne kadar farklı bir mezhebin temsilcisi olsa da- Hıristiyan Rusya’ya karşı, Müslüman hükümdarlarca yönetilen ve geçmişte bu devletleri kendisine karşı birleşip akınlar düzenlemeye mecbur etmiş Osmanlı İmparatorluğunun yanında bulunması, bu harbin ilgi çekici yanlarından sadece ilkidir (Ortaylı, 2014: 79). Gerek savaşın sonunda meydana gelen önemli siyasi ve ekonomik gelişmeler ve gerekse Kırım Harbi süresince sağlık, medya ve telekomünikasyon gibi alanlarda geçirilen evrimler de uluslararası ilişkiler alanı dâhilinde bu önemli vakanın kayda değer olduğunu ortaya koymaktadır (Ortaylı, 2014: 71).
Öte yandan Kırım ve Doksan Üç Harpleri arasında, özellikle Avrupa’da meydana gelen birtakım gelişmeler, hem birçok coğrafyada önemli yeniliklere ortam hazırlamış, hem de yaklaşık yirmi senelik bir süreçte ve sonrasında doğrudan Osmanlıya tesir eden bazı etkiler doğurmuştur. Bu olaylar içine hiç şüphesiz daha başkaları da dâhil edilebilir ancak bizler bu çalışmada, hususiyetle İtalya ile Prusya’nın milli birliklerini kurmaları ve Avrupa’da zuhur eden demokratik ve siyasal gelişmelerin üzerinde duracağız. Bu gelişmeler doğrudan Osmanlı toprakları üzerinde ortaya çıkmasa da İmparatorluğun Kuzeyinden Güneyine bütün coğrafyalarında ciddi önemi haiz değişimlerin yaşanmasına öncülük etmiş ve Avrupa haritasına da büyük savaşlar öncesinde büyük ölçüde şekil vermişlerdir; bundan mütevellit çalışmamızda hem Osmanlı dış politikası, hem de Avrupa dengeleri bakımından incelenmeleri söz konusu olmuştur.
Drafts by M. Metehan Çiftçi
Afin de comprendre des processus de la démocratisation et du développement, Daron Acemoglu et Jam... more Afin de comprendre des processus de la démocratisation et du développement, Daron Acemoglu et James Robinson développent récemment une théorie qui est basée sur l’analyse des institutions politiques et économiques d’un pays. Cette nouvelle approche constitue également le cadre théorique de notre recherche et elle sera utilisée pour analyser le processus des réformes économiques et politiques de la Turquie de l’après 1999.
Depuis l’époque de l’Empire ottoman, le caractère absolutiste du régime politique en Turquie s’est perpétué. Cependant, depuis le déclenchement du processus d’adhésion à l’Union européenne avec le Sommet d’Helsinki en 1999, l’on observe des changements considérables dans les institutions de la Turquie. Néanmoins, étant donné le ralentissement du rythme des réformes et la montée des tendances autoritaires depuis quelques années, le point final de ce processus demeure incertain.
1945-1960 dönemi, Türk dış politikası ve dış ekonomik ilişkileri adına hem geçmişten gelen bazı s... more 1945-1960 dönemi, Türk dış politikası ve dış ekonomik ilişkileri adına hem geçmişten gelen bazı siyasi, ekonomik ve kültürel paradigmaların geçerliliğini koruduğu, hem de 1945 sonrası kurulan yeni dünya düzeni içerisinde Ankara’nın konumlanmasına bağlı olarak temel değişimlerin yaşandığı bir 15 seneyi ifade etmektedir.
Kökenleri aslında CHP’nin 1945-1950 arası iktidarına kadar götürülebilecek olan yeni, liberal ve dışa açılmacı ekonomik anlayış ve Batı yanlısı politika, ilerleyen dönemde Türkiye’nin bu alanlarda atacağı birçok adımın da temel belirleyicisi ve dönüm noktası olacaktı. Geçmişte kaldığı düşünülen hatalar ileride yeniden tekrarlanacak ve bunlar sonucu, örneğin Türk halkının 1960’a doğru tanışmış olduğu “IMF önlemleri”, enflasyon, devalüasyon gibi ifadeler 1980 ve 1990’ların Türkiye’sinde rutin birer deyim haline gelecekti.
articles by M. Metehan Çiftçi
The surging demand for lithium-powered electric vehicles and energy storage systems, driven by th... more The surging demand for lithium-powered electric vehicles and energy storage systems, driven by the low-carbon energy transition, is explored in this study regarding its impact on socio-environmental lithium conflicts up to 2019. We show the limitations of applying resource curse models for this enquiry due to unique characteristics of lithium cases and discrepancies between economic (demand, price and production) and conflict data. Combining quantitative political ecology methods with the explanatory power of ethnographic insights from critical resource geography, this paper builds and investigates a dataset encompassing 13 lithium and 41 non-transition-related resource (‘NTR’) conflicts in Argentina and Chile, mainly using data from Environmental Justice Atlas. Findings reveal distinct patterns between the two conflict types, with lithium conflicts experiencing increased initiation and intensification during 2010–2019 when all of the core conflict events, i.e., human, indigenous and environmental rights violations \& reported health hazards, legal actions, mass mobilisations and violent events took place. Forms of mass mobilisations, such as protests and roadblocks, were commonly observed in both lithium (15 events) and NTR (19 events) cases with higher intensity per case in the former whereas rights violations (1 vs 13 events) and legal actions (5 vs 34) were less common in lithium conflicts. We then discuss the impacts of the demand pressure on governments, companies and indigenous residents, with their responses to these influences. We demonstrate that, while State actors became more active in the economic sphere of lithium mining, they abandoned their role as the guarantor of indigenous citizens’ rights until 2019. Economic opportunities, uncertainties and the ‘green discourse’ fuelled by the transition demand led the State and private actors to neglect indigenous concerns, rights and lifestyles. In the absence of state support, indigenous communities asserted their agency through mainly protests and roadblocks navigating the socio-environmental impact landscape amidst evolving state-company-community dynamics.
Resources, Conservation and Recycling, 2024
Increasing the recycling of metals reaching their end-of-life (EoL) is a vital circular economy a... more Increasing the recycling of metals reaching their end-of-life (EoL) is a vital circular economy approach to meet the growing demand for metals and reduce reliance on mining. To assess the potential of recycling strategies in fulfilling future metal demand and replacing primary production, we develop a novel dynamic probabilistic material flow analysis (MFA) model. Unlike previous MFA studies, our model explicitly explores the potential of recycling to reduce metal mining activities while considering uncertainties in future EoL collection and recycling rates. Focusing on copper, a critical mineral for low-carbon technologies, the model dynamically estimates the future copper stocks and flows under three different demand scenarios and probabilistic EoL collection and recycling assumptions. Our analysis reveals that the share of EoL secondary supply of overall copper demand, which currently stands at 23 \%, will even under the scenario with the lowest future copper demand only be averaging 33.4 \% over the next three decades. In addition, even under the most optimistic circumstances with lower than expected copper demand and very high collection and recycling rate growth, the annual share of EoL secondary supply of overall copper demand would only reach 49.6 \% in 2050. Thus, primary copper extraction is expected to rise significantly until at least 2040 and under 87 \% of all 30,000 modelled outcomes, primary production of copper in 2050 will still be above 2020 production levels. Consequently, we emphasise the need for alternative circular economy strategies beyond recycling, such as demand reduction and mitigating the harmful impacts of primary metal production.
Asırlardır üzerinde Dünyanın en güçlü devletlerinin güç mücadelesi içinde bulunduğu Kırım Yarımad... more Asırlardır üzerinde Dünyanın en güçlü devletlerinin güç mücadelesi içinde bulunduğu Kırım Yarımadası, bugün dahi uluslararası ilişkiler bakımından önem teşkil ediyor. Türkiye’nin bu bölgeyle yüzyıllardır sıkı bağlarla örülmüş ilişkilerinin yanında buradaki gelişmelerin Avrasya devletleri arasındaki dengeleri yakından ilgilendirmesi, Kırım’ı günümüzde de Türk Dış Politikası açısından son derece mühim bir coğrafya kılmaktadır.
XIX. yüzyılın siyasal gelişmelerinin anlaşılması bakımından ise Kırım Harbi ve akabinde gerçekleşen Paris Andlaşması, Türkiye ve Dünya tarihçileri ile siyaset bilimcileri tarafından üzerinde durulması gereken bir mesele olarak görülmüştür. Avrupalı büyük devletlerin ve kıta kamuoyunun, -her ne kadar farklı bir mezhebin temsilcisi olsa da- Hıristiyan Rusya’ya karşı, Müslüman hükümdarlarca yönetilen ve geçmişte bu devletleri kendisine karşı birleşip akınlar düzenlemeye mecbur etmiş Osmanlı İmparatorluğunun yanında bulunması, bu harbin ilgi çekici yanlarından sadece ilkidir (Ortaylı, 2014: 79). Gerek savaşın sonunda meydana gelen önemli siyasi ve ekonomik gelişmeler ve gerekse Kırım Harbi süresince sağlık, medya ve telekomünikasyon gibi alanlarda geçirilen evrimler de uluslararası ilişkiler alanı dâhilinde bu önemli vakanın kayda değer olduğunu ortaya koymaktadır (Ortaylı, 2014: 71).
Öte yandan Kırım ve Doksan Üç Harpleri arasında, özellikle Avrupa’da meydana gelen birtakım gelişmeler, hem birçok coğrafyada önemli yeniliklere ortam hazırlamış, hem de yaklaşık yirmi senelik bir süreçte ve sonrasında doğrudan Osmanlıya tesir eden bazı etkiler doğurmuştur. Bu olaylar içine hiç şüphesiz daha başkaları da dâhil edilebilir ancak bizler bu çalışmada, hususiyetle İtalya ile Prusya’nın milli birliklerini kurmaları ve Avrupa’da zuhur eden demokratik ve siyasal gelişmelerin üzerinde duracağız. Bu gelişmeler doğrudan Osmanlı toprakları üzerinde ortaya çıkmasa da İmparatorluğun Kuzeyinden Güneyine bütün coğrafyalarında ciddi önemi haiz değişimlerin yaşanmasına öncülük etmiş ve Avrupa haritasına da büyük savaşlar öncesinde büyük ölçüde şekil vermişlerdir; bundan mütevellit çalışmamızda hem Osmanlı dış politikası, hem de Avrupa dengeleri bakımından incelenmeleri söz konusu olmuştur.
Afin de comprendre des processus de la démocratisation et du développement, Daron Acemoglu et Jam... more Afin de comprendre des processus de la démocratisation et du développement, Daron Acemoglu et James Robinson développent récemment une théorie qui est basée sur l’analyse des institutions politiques et économiques d’un pays. Cette nouvelle approche constitue également le cadre théorique de notre recherche et elle sera utilisée pour analyser le processus des réformes économiques et politiques de la Turquie de l’après 1999.
Depuis l’époque de l’Empire ottoman, le caractère absolutiste du régime politique en Turquie s’est perpétué. Cependant, depuis le déclenchement du processus d’adhésion à l’Union européenne avec le Sommet d’Helsinki en 1999, l’on observe des changements considérables dans les institutions de la Turquie. Néanmoins, étant donné le ralentissement du rythme des réformes et la montée des tendances autoritaires depuis quelques années, le point final de ce processus demeure incertain.
1945-1960 dönemi, Türk dış politikası ve dış ekonomik ilişkileri adına hem geçmişten gelen bazı s... more 1945-1960 dönemi, Türk dış politikası ve dış ekonomik ilişkileri adına hem geçmişten gelen bazı siyasi, ekonomik ve kültürel paradigmaların geçerliliğini koruduğu, hem de 1945 sonrası kurulan yeni dünya düzeni içerisinde Ankara’nın konumlanmasına bağlı olarak temel değişimlerin yaşandığı bir 15 seneyi ifade etmektedir.
Kökenleri aslında CHP’nin 1945-1950 arası iktidarına kadar götürülebilecek olan yeni, liberal ve dışa açılmacı ekonomik anlayış ve Batı yanlısı politika, ilerleyen dönemde Türkiye’nin bu alanlarda atacağı birçok adımın da temel belirleyicisi ve dönüm noktası olacaktı. Geçmişte kaldığı düşünülen hatalar ileride yeniden tekrarlanacak ve bunlar sonucu, örneğin Türk halkının 1960’a doğru tanışmış olduğu “IMF önlemleri”, enflasyon, devalüasyon gibi ifadeler 1980 ve 1990’ların Türkiye’sinde rutin birer deyim haline gelecekti.
The surging demand for lithium-powered electric vehicles and energy storage systems, driven by th... more The surging demand for lithium-powered electric vehicles and energy storage systems, driven by the low-carbon energy transition, is explored in this study regarding its impact on socio-environmental lithium conflicts up to 2019. We show the limitations of applying resource curse models for this enquiry due to unique characteristics of lithium cases and discrepancies between economic (demand, price and production) and conflict data. Combining quantitative political ecology methods with the explanatory power of ethnographic insights from critical resource geography, this paper builds and investigates a dataset encompassing 13 lithium and 41 non-transition-related resource (‘NTR’) conflicts in Argentina and Chile, mainly using data from Environmental Justice Atlas. Findings reveal distinct patterns between the two conflict types, with lithium conflicts experiencing increased initiation and intensification during 2010–2019 when all of the core conflict events, i.e., human, indigenous and environmental rights violations \& reported health hazards, legal actions, mass mobilisations and violent events took place. Forms of mass mobilisations, such as protests and roadblocks, were commonly observed in both lithium (15 events) and NTR (19 events) cases with higher intensity per case in the former whereas rights violations (1 vs 13 events) and legal actions (5 vs 34) were less common in lithium conflicts. We then discuss the impacts of the demand pressure on governments, companies and indigenous residents, with their responses to these influences. We demonstrate that, while State actors became more active in the economic sphere of lithium mining, they abandoned their role as the guarantor of indigenous citizens’ rights until 2019. Economic opportunities, uncertainties and the ‘green discourse’ fuelled by the transition demand led the State and private actors to neglect indigenous concerns, rights and lifestyles. In the absence of state support, indigenous communities asserted their agency through mainly protests and roadblocks navigating the socio-environmental impact landscape amidst evolving state-company-community dynamics.