Hitaynâme'Ye Göre Çi̇n Kanunlari (original) (raw)
Related papers
Eskiçağda Kanunlar (Hititlere Kadar)
“Hukukun ilk ve asıl kaynağı örf ve adetler; ikinci kaynağı ise kanunlardır” (Gürgen 2018: 334). Gelgelelim insanlık tarihinin uzun bir dönemi boyunca “[y]azının kullanılmasından önce [de mevcut olan ve] örf-adet diye isimlendir[ilen,] aile ve toplum düzenini sağlayıp bireylerin haklarını koruma” altına alan sözlü kurallar (334), tek başına toplumu düzenlemiş, yazılı kanunların meydana gelmesi ise çok sonradan gerçekleşmiştir. Nüfusa ve medeniyete bağlı değişimler ve bireyler arasındaki münasebetlerin gittikçe karmaşık bir hale gelmesi neticesinde bu şifahi kurallar bütününün yazıyla kayıt altına alınması ihtiyacı doğmuş ve nihayetinde yazılı kanunlar ortaya çıkmıştır (Gökçek ve Akyüz 2013: 2). Bu tabii gelişimin ilk kez takip edilebildiği mekân ise milattan önce üç binlerden itibaren oluşmaya başlayan siyasi müesseseleri ve çivi yazısı sayesinde yazılı hukukun gelişimine sahne olan Mezopotamya’dır (Gürgen 2018: 334). Bu topraklara sonradan gelmiş ve yerleşmiş olan Sümer topluluğunda evvela insanlar arasındaki münasebetler incelip çeşitlenmiş, bunun yanı sıra yazı ve dil de bu gelişme seyrini takip etmiş ve neticede ise ilk kez bunlarda “hukukî muamelelerin ve münasebetlerin de vesikalarla tespitine” rastlanmaya başlanmıştır (Bilgiç 1963: 106). Böylece “Mezopotamya’da hukuk ve kanun yazma geleneği Sümerler ile” başlamış ancak bu sahada kullanılan “üslup, ifade ve formüller” konusundaki kalıplaşmış sistemler “zamanla Mezopotamya’da yaşamış tüm toplumları etkile[yerek]” (Işık 2018: 57) hukukun, kanunun ve devlet anlayışlarının bu coğrafyadaki tüm kavimleri birleştirici bir unsur olmasına sebep olmuştur (Tosun 1973: 561). Bu bölgede yaşayan bütün topluluklar “çivi yazısını kullandıkları gibi hukuki ve iktisadi vesikalarını da Sümer-Babil örneklerine göre tanzim etmişler”, böylece “bu belgeler, kavramlar şekil bakımından Sümer-Babil örnekleriyle esaslı benzerlikler göster[mişlerdir]” (561-562). Kanunlar açısından da aynı şey söylenebilir. “[K]ralın tanrılara ve gelecekteki krallara, hatta insanlara sunduğu bir vasiyeti ve kendi iktidar döneminde yaptıklarına ilişkin bir savunması” (Işık 2018: 58) olan bu kanunlar, Sümerler Mezopotamya’ya hâkimken Sümerce yazılmış, yeni kavimlerin göç ve istilasından sonra ise Akadça kanun metinleri de yazılmaya başlanmıştır (Arslantaş ve Septioğlu 2016: 3). Dikkati çeken husus ise “bir kısmı tabletlere bir kısmı da steller üzerine” çeşitli hukuki hükümlerin karışık şekilde yazıldığı (Arslantaş ve Septioğlu 2016: 3) bu kanunların dil açısından farklılaşsalar da Sümerlerden itibaren hep aynı formüller ve kalıplar çerçevesi içerisinde kaleme alındığıdır. “[B]u kanunlarda önce bir prolog, sonra hükümleri içeren bir kanun metni ve en sonunda da epiloğu bulunmaktadır” (Işık 2018: 58). Ayrıca “temeli Sümerlere dayanmakla beraber, tüm Sümer ve Sami kökenli krallar tarafından belli bir din ve devlet anlayışı[nın]” tesiriyle kullanılan ve kralın tanrılardan aldığı emirle adaleti ve özgürlüğü sağladığını ve bu şekilde tanrıların sözlerini yerine getirdiğini anlatan ifadeler de bu kanun metinlerindeki en önemli benzerliklerdendir (58). Sümerlerden itibaren Hammurabi Kanununa kadar yazılmış yaklaşık 6 adet kanun ve kanun sayılabilecek metin mevcuttur. Bu çalışmada da evvela bunlara, sonra Hammurabi Kanuna değinilecek ve en nihayetinde Hitit Kanunlarına bakılarak öncekilerle bunun arasında mukayeseler yapılacaktır.
Hanefi̇lere Göre Hi̇beden Dönmeni̇n Şartlari
2020
Ozellikle insanin sosyal yonu ile ozunde tasidigi yardimseverlik ve comertlik duygularindan beslenen hibenin insanlik tarihi kadar uzun bir gecmisi vardir. Tarihi surecte hemen her toplumda farkli isimler ve sekiller altinda yaygin bir uygulama alani bulmus ve cesitli hukuki duzenlemelere konu olmustur. Bu sebeple Islam hukuku da hibe olgusuyla yakindan ilgilenmis konu ile ilgili hukuki duzenlemelere yer vermistir. Bu baglamda Islam hukukculari hibe konusuna eserlerinde yer vermis; hibenin mahiyeti, kurulus sartlari, gecerlilik sartlari ve hibeden donulup-donulemeyecegi hususlarinda Kur’an ve Sunnet delilleri isiginda degerlendirmeler yapmislardir. Hanefiler her hangi bir karsilik beklenmeksizin bir malin sahibi tarafindan hayatta iken bir baskasina temlikini ifade eden hibede “hibe edenin bir karsilik almamis olmasinin hibe ettigi mal uzerinde hala bir tasarrufta bulunabilecegi” yaklasimini benimsemislerdir. Bu sebeple hibe edenin hibesinden donebilecegi gorusunu esas almislardir. ...
Kur’Ân'Dan Evrensel Sosyoloji̇k Kanunlar Çikarmanin İmkâni
İslam Medeniyeti Araştırmaları Dergisi
Kâinatta her şey gibi toplumlar da değişmektedir. İbn Haldûn'dan itibaren insanlar bu değişimin yönünü belirleyen kuralları önceden tespit etmek için çabalamaktadırlar. Batıda ancak 19. yüzyılda sosyoloji ilminin ortaya çıkmasıyla birlikte toplumlarda görülen değişimleri açıklamayı amaçlayan teoriler öne sürülmüştür. Onlar bu teorileri belirlerken kutsal kitapları bir tarafa bırakarak kendi gözlemlerine ve tarihi verilere dayanmışlardır. İslam dünyasında batıya göre daha erken dönemlerde geçmiş toplumlardan bahseden ayetler merkeze alınarak bütün toplumlar için geçerli evrenler yasaların tespit edilebilme ihtimali tartışılmıştır. Çünkü insanlar bu kuralları tespit ettikleri ölçüde geleceklerine yön verebilecektir. Bu tartışmalarda "sünnet/sünnetullah" kavramları ön plana çıkmıştır. Bazı ilim adamları sünnetullah'ın toplumların hayat aşamalarıyla ilgili evrensel kanunlar olduğunu söylerken bazıları ise Kur'ân'ın bilgi değil hidayet amaçlı gönderilmiş bir kitap olmasından hareketle bu terimin daha çok günahkâr toplumların akıbetlerinden bahsettiğini ileri sürmektedir. Biz bu çalışmamızda Kur'ân'da toplumların tarihinden, onların geçirdikleri aşamalardan bahseden ayetler, özellikle de "sünnet/sünnetullah" kavramı ile toplumların kaderi arasındaki bağlantıyı ve bireylerin toplumların geleceğini belirlemedeki etkilerini inceleyerek ilgili ayetlerden genel geçer sosyal kaideler çıkarmanın imkânı üzerinde duracağız.
ÖZET Tâcüddîn İbnü's-Sübkî (ö. 1370) cerh ta'dîl ilmi usûlüne dair bilgileri Kâıde fi'l-Cerh ve't-ta'dîl adlı risâlesinde ilk defa derli toplu bir araya getirmekle tanınır. Onun devrine kadar bu konu, birçok hadîs âlimi tarafından elbette incelenmiştir. Ancak o, vermiş olduğu bilgilerle hem ricâl, tabakat ve hadîs usûlü ilminde hem de fıkıh ilmine ilişkin tezkiye adıyla râvî tenkîdinde metodolojik bir yaklaşım göstermektedir. Tespitlerinde cerh ta'dîl bilgisini fakîh kimliğiyle bir araya getirdiği görülür. Bu makalede onun cerh ta'dîl ilminin temel ilkelerine yönelik yaklaşımları-özellikle râvî tenkîdine dair tespitleri bağlamında-ele alınacaktır. Bir hadîs tenkitçisinin uyması gereken bu kurallar, adı geçen eseri yanı sıra Cem'u'l-cevâmi' adlı kitabından da istifâde edilmek sûretiyle örneklerle izah edilecektir. İbnü's-Sübkî'nin gerek Kâıde fi'l-cerh ve't-ta'dîl ve gerekse Cem'u'l-Cevâmi' eserleri, hadis tenkitçisinin özelliklerine dair yazılmış müstakil birer çalışma değildir. Ancak İbnü's-Sübkî bu eserlerinde aynı zamanda bir fakîh olarak, muaddil râvînin temel özelliklerini öne çıkartmaktadır. Tanık olduğu güncel meselelerden yola çıkarak cerh ve ta'dilin pratik sonuçlarına işaret eder. Bu konuda geçmiş ulemaya bağlıdır; ancak katı bir tutum içinde değildir. Geçmiş âlimlerin taassup içinde yapmış oldukları tartışmaları doğru değerlendirmenin gereğine değinir. Bunun hem dini hem de pratik yönleri râvî tenkidi yapan bir muhaddis için önem arz etmektedir. Zira muhaddis râvîyi cerh ve ta'dile tabi tutarken şüphe ile hareket etmemeli ve kat'i delillere sahip bulunmalıdır.
Hanefî Fıkhında Fitne Gerekçesine Dayalı Hükümler ve İstihsân Delili ile İlişkisi
Fitne' (çoğulu 'fiten'), Arapça 'f-t-n' fiil kökünden türetilmiş bir mas-tar olup sözlüklerde ifade edilen ilk anlamı "imtihan etmek"dir. 1 An-cak kelime, asıl olarak altın ve gümüşü cürufundan ayrıştırmak için ateşe atma fiilini tasvir etmektedir. 2 Daha sonra kelime altın/gümüş-ateş ile fiilin muhatabı arasındaki ilişkinin farklı boyutlarını ifade etmek üzere, cezb etmek/olmak, denenmek/denemek, musibete düşmek/düşürülmek, işken-ceye uğramak, ateşe atılmak, kargaşa ve savaş anlamlarını kazanmıştır. 3 Bu anlam genişlemesinin kelimenin semantik gelişimine paralel olarak yük-lendiği mecazi anlamlar sayesinde mümkün olduğu söylenebilir. Ateşe atıl-mak olgusu, kişinin iddia ve inançları karşısındaki tutumu bakımından 'deneme/denenme/imtihan", verdiği acı ve ızdırap bakımından "musibet", Journal of Islamic Research 2011;22(1) 55 Hanefî Fıkhında Fitne Gerekçesine Dayalı Hükümler ve İstihsân Delili ile İlişkisi Ö ÖZ ZE ET T Çalışmamızda fitne kavramının Hanefî fıkhındaki kullanımı ve hükümlerin kaynaklarıyla (deliller) ilişkisi tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu amaçla kavramın etimolojik değerlendirmesinin yanı sıra Hanefî fıkhındaki kullanımı gözden geçirilmiştir. İbadet, muamelat ve kadınlara özgü düzenlemelerde fitne kavramına dayanan hükümler incelenmiştir. Kavramın, Hanefî fıkhında genel ahlak ve sosyal/siyasal düzenin korunması amacını temsil ettiği görülmüştür. Bu haliyle kavramın irtibatlı olduğu düşünülen istihsân delili incelenmiş ve fitne gerekçesine dayalı hükümlerin istihsân ile verilen hükümler cinsinden olduğu değerlendirilmiştir. A An na ah h t ta ar r K Ke e l li i m me e l le er r: : Fıkıh; istihsân; fitne; kıyas A AB BS S T TR RA AC CT T The subject matter of the present study, to explore the use of concept of fitnah in the Hanafi fiqh and to determinate its relations with sources of provisions. For this purpose, in addition to etymological assessments of the concept of Fıtnah, its applications in Hanafi doctrine were also examined. The adjudications based on the concept of fitnah such as; worship, rules of law and the unique legal arrangements related to women were synchronized in this study too. It was explored that in Hanafi fiqh, the concept of Fıtnah stands for, to protect the public morality and the so-cial/political order. İn this context, the proof of istihsān were also investigated, since it is related to the Fıtnah. Furthermore it was found out that the provisions based on avoidance of fitnah are one of the ways of adjudication with istihsān.
Fati̇h Dönemi̇ Merkezî Ve Umumî Kanunnâmeleri̇n Di̇li̇ Üzeri̇ne Bi̇r İnceleme
The Journal of Academic Social Science Studies, 2019
Kanunnâme, Osmanlı döneminde belirli bir konuya dair hukukî maddeleri ortaya koyan padişah hükümleridir. Osmanlı kanunnâmeleri, başta Osmanlı tarihi ve hukuk sistemi olmak üzere, Osmanlı sosyal ve siyasal hayatı açısından son derece önemli belgelerdir. Özellikle Osmanlı hukuk sisteminde Fatih dönemi ayrı bir yere sahiptir. Zira Fatih Sultan Mehmed tedvin edilmiş bir kanunnâme yayımlayan ilk Osmanlı padişahıdır. Osmanlı döneminde daha sonra yayımlanan merkezî kanunnâmeler, bazı değişikliklerle birlikte Fatih dönemi kanunnâmelerinin devamı niteliğindedir. Osmanlı kanunnâmeleri başta hukuk ve tarih olmak üzere birçok alanda çalışmaya konu olmuştur. Ancak bu kanunnâmeler dil özellikleri bakımından ya hiç incelenmemiş ya da yapılan incelemeler çok sınırlı kalmıştır. Hâlbuki her metin bir dil malzemesidir. Bu bakımdan Osmanlı Devletinde malî, hukukî ve diplomasi alanında yazılmış tüm vesikaların da bir dil malzemesi olarak ele alınıp değerlendirilmesi kuşkusuz Osmanlı Türkçesi çalışmalarına önemli katkı sağlayacaktır. Bu durum çalışmanın yapılmasında belirleyici olmuştur. Fatih dönemi kanunnâmeleri dönem ve dil hususiyetleri bakımından Eski Anadolu Türkçesinin özelliklerini taşımaktadır. Bu bakımdan Fatih dönemi kanunnâmelerini XV. yüzyıl Eski Anadolu Türkçesinin bir kaynağı olarak değerlendirmekteyiz. Fatih dönemi kanunnâmeleri XV. yüzyıl metinleridir. Bu metinler daha önce dil özellikleri bakımından incelenmemiştir. Çalışmada kanunnâmeler ilk defa fonetik, morfolojik ve söz varlığı bakımından incelenecektir. Bu yönüyle çalışmanın özgün olduğu söylenebilir.
Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2021
Osmanli Devleti, Hanefi mezhebinin goruslerini uygulama konusunda uzun sure israrci olmustur. Ilk donemlerinden itibaren Osmanli Devleti, genelde Hanefi mezhebinin goruslerini ihtiva eden muteber fikih ve fetva kitaplarini yasama ve hukuk islerinde kullanmistir. Bu nedenle diger mezheplerin goruslerine mumkun mertebe muracaat edilmemistir. Hukuk-i Âile Kararnâmesinde yuzyillarca tavizsiz bir sekilde uygulanan Hanefi mezhebinin bazi goruslerinden vazgecilip diger Sunni mezheplerin gorusleri kanunlastirilmistir. Bu nedenle Hukuk-i Âile Kararnâmesinde Hanefi mezhebinin gorusleri disinda kanunlastirilan fikhi goruslerin tespiti ve duzenlemenin yapilis gerekcelerinin tespiti onem arz etmektedir. Bundan dolayi kanun cikarilirken Hanefi mezhebi disinda yararlanilan gorusleri tespit etmek ve bu goruslerin kabulune yol acan etkenleri irdelemek benzeri calismalar icin yol gosterici olacaktir. Bu nedenle Osmanli Devleti’nin son donemlerinde yapilan hukuki calismalarin bu acidan degerlendirilme...