Anadolu Selçuklu Çağı Taçkapıları, The Portals of the Anatolian Seljuk Era, Cilt/Volume 2 (original) (raw)
Related papers
ANADOLU UNIVERCITY, 2018
Türk Milli Eğitiminin Temel İlkeleri, 1973 tarih ve 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu’nun 4 ve 17. Maddeleri arasında yer alan 14 adet eğitim öğretim ilkesidir. Araştırma söz konusu 14 eğitim ilkesine dayanarak açılan davaları incelemektedir. Danıştay kararları taranarak 1982- 2013 döneminde açılan 24 adet davaya ulaşılmıştır. Araştırma sonucunda 10 adet ilkeye 27 kez başvurularak toplam 24 dava açıldığı, 4 ilke hakkında ise açılan dava bulunmadığı görülmüştür. Araştırma idari mahkeme kararlarıyla Danıştay kararları arasındaki görüş farklılıklarını ortaya koymaktadır. Diğer yandan benzer sorunlar nedeniyle dava açmak isteyen kişi ve kuruluşlar için bilgi ve veri toplama problemlerini ortaya koymakta ayrıca ulaştığı sonuçlar bakımından başka araştırmalara ışık tutmaktadır.
Türkiye’de Mimarlik Bölümü Birinci Sınıf Öğrencilerinin Öğrenme Stillerinin Belirlenmesi
2015
Bireyler farkli sekillerde ogrenir ve dogal olarak her ogrencinin ogrenme stili bir digerine gore farklilik gosterir. Her ogrenci kendi ogrenme stili baglaminda verilen bilgiyi farkli ortamda ve farkli sekilde alarak kullanir. Tum mesleki egitim alanlarinda oldugu gibi Mimarlik Egitiminde de arzu edilen basariya ulasmada egitmenlerin, ogrencilerin ogrenme farkliliklari konusunda bilgi sahibi olmalarinin onemli ve gerekli oldugu dusunulmektedir. Bilginin ogrenciye dogru bir bicimde aktarilabilmesi ve bunun sonucunda akademik basarinin artirilabilmesi dusuncesi isiginda calismanin ana eksenini Mimarlik Egitimi alan birinci sinif ogrencilerinin ogrenme stillerinin belirlenmesi olusturmaktadir. Bu amacla calisma kapsaminda Turkiye’de Mimarlik Lisans Egitimi veren yedi adet universitede Mimarlik Bolumu ogrencilerinin ogrenme stili arastirilmistir. Kolb’un Ogrenme Stili Envanteri (LSI2) kullanilarak, 442 adet anket toplanmistir. Anketler yuz yuze gorusme teknigi ile uygulanmistir. Toplana...
Türk Kadınlarında Cinsel Davranış: Kayseri Örneği
2018
Bu calismada, Turkiye'deki kadinin cinsel kimligi ve yonelimi incelenmistir. Cinsellik, son yillarda dunya capinda klinik calismalarla daha fazlaca ele alinan bir konudur. Turkiye'de cinsellik uzerine yapilan arastirmalar sinirli ve cogunlukla cinsellik ile ilgili mitler uzerine yapilmistir. Bu calisma ozgun bir Anadolu kenti olan Kayseri'de cinsellik konusunda yapilan bir calisma oldugundan, calismanin ulkemizde yapilacak arastirmalar icin yararli bir kaynak olacagi dusunulmektedir. Kadin cinselligini butunsel bir yaklasimla cinsellik uzerine odaklanan Francois de Carufel’ in Seksuel Islevsellik Teorisi baglaminda ele almistir. Bu teoriye; gore, insan cinselligi, fiziksel butunlugu, cinsel islevselligi, cinsel ve sosyal iletisim boyutlarini iceren bir yapidir. 120 kadin hasta bu calismaya katilmayi kabul etmistir. Katilimcilar amacli ornekleme teknigi ile secilmistir. Veriler, yari yapilandirilmis anketler ile toplanmistir. Anket maddeleri, daha once yapilan arastirmala...
Mülteci Çocukların Türk Eğitim Sistemine Entegrasyonunu Yeniden Değerlendirmek: Konya Örneği
The Migration Conference 2020 Book of Abstract, 2020
Göç konusunun genellikle yetişkinleri ilgilendiren bir mesele olarak ele alınması, mülteci çocuklar ile ilgili politikaların ve çalışmaların çoğunlukla ihmal edilmesine yol açmaktadır. Oysaki zorunlu göçün aktörlerinden biri olarak çocuk mülteciler de hem göç sürecinden etkilenmekte hem de göçü ve sonuçlarını etkilemektedirler. Bu açıdan değerlendirildiğinde, mülteci çocukların yaşam deneyimlerine yakından bir bakış, toplumdaki ihtiyaçlarının ve entegrasyonları önündeki riskler ve fırsatların analizi bakımından önemlidir. Ayrıca çocukların seslerine kulak vererek hazırlanacak politikaların daha sağlıklı ve çocuk dostu olacağı söylenebilir. Buradan hareketle, mülteci çocuklarla ilgili en önemli politika alanlarından biri olarak, eğitim ve bu çocukların eğitime dair deneyimleri bu araştırmanın temel odağını oluşturmaktadır. Çocukların okullaşması (scholling) çocukların nitelikli eğitime erişimlerinde ve topluma uyumlarında tek başına etkili olmayacaktır. Eğitim politikalarının ve uygulamalarının da mülteci çocukların ihtiyaçlarına cevap verir nitelikte olması önemlidir. Bu araştırmada, Türkiye’de mülteci çocukların eğitim sistemine entegrasyonlarına yönelik uygulanan politikaların işlerliğini yerinde gözlemlemek ve konunun aktörleri olarak çocukların ve öğretmenlerinin seslerine kulak vermek için, Konya’da yer alan 2 ortaokulda alan araştırması yürütülmüştür. Araştırma kapsamında, 28 öğretmen (4’ü idareci) ile derinlemesine mülakat; Suriyeli, Afgan ve Iraklı 42 öğrenci ile ise 6 odak grup görüşmesi yapılmıştır. Görüşmeler Ekim-Aralık 2019 tarihleri arasında sürdürülmüştür ve gözlemlerle desteklenmiştir. Araştırma bulguları, okulların çoğunlukla dil öğrenimi merkezleri ve özellikle kız çocukları için sosyalleşme alanları olarak ön plana çıktıklarını göstermektedir. Ancak, yerli ve mülteci çocuklar arasında çatışma ve akran zorbalığı olduğu gözlemlenmiştir. Dil becerisi, mülteci çocukların yerli öğrencilerle ve öğretmenleriyle olan iletişimlerinde ve ders başarılarında en önemli faktör olarak belirmiştir. Öğrencilerin okul başarıları üzerinde etnik kimlikleri, sosyo-ekonomik koşulları ve velilerinin eğitime verdiği önem seviyelerinin de belirleyici olduğu görülmüştür. PICTES kapsamında açılan uyum sınıflarının ise mülteci öğrencilerin kendi aralarında bir ayrışmaya ve etiketlemeye yol açtığı görülmüştür. Bir diğer önemli bulgu ise öğretmenlerin farklı kültürlerden çocuklara aynı anda eğitim vermede yetersiz hissetmeleridir. Sonuç olarak, mülteci çocukların eğitim sürecinin farklı faktörler arası kompleks bir ilişkiler ağı içerisine oturduğu söylenebilir. Kültürel farklılıklar, farklı hayat tecrübeleri, dil becerileri, ekonomik koşullar, veli ilgisi, kent içi ve okul içi deneyimler, akranlar arası ilişkinin niteliği, öğretmen-öğrenci arası iletişim ve kabullenme düzeyleri, öğretmenler arası fikir ayrılıkları, uygulamadaki eğitim politikaları; hepsinin birden çocukların aldığı eğitimin niteliği ve dolayısıyla da hem eğitim sistemine hem de topluma entegrasyonları üzerinde etkili olabildikleri görülmüştür.
2014
TEZ9389Tez (Yüksek Lisans) -- Çukurova Üniversitesi, Adana, 2014.Kaynakça (s. 69-73) var.xii, 74 s. : tablo ; 29 cm.İletişim izlemleri ikinci dil öğrencilerinin Aradil sistemlerindeki konuşmaları boyunca bir sorunla karşılaştıklarında başvurdukları başa çıkma izlemleridir. Aradil birinci dil ve ikinci dil kurallarının fosilleşmesini içerir. Bu fosilleşmenin bir sonucu olarak, dil öğrenicisi ana dili ve hedef dilden farklı olarak kendi yapıları ve kuralları olan farklı bir sistem geliştirir. İkinci dil öğrenicileri tarafından üretilen ifadeler hatalı olma potansiyeline sahip olduğundan, bu öğreniciler hatalarını telafi etmek için iletişim izlemlerinden yarar sağlarlar. Bu kavram geçtiğimiz kırk yıldır ikinci dil edinimi araştırmalarında birçok araştırmacının dikkatini çekmiştir. Bu çalışma, Çukurova Üniversitesi, İngiliz Dili Eğitimi Anabilim Dalı’nda yabancı dil olarak İngilizce öğrenen 48 Türk öğrencinin sözlü anlatımlarındaki iletişim izlemleri olarak tekrarların kullanımındaki İn...
MEJRS 3(1) Suriyelilere Yardım Kapsamında Kriz Yönetimi ve Kadın Liderliği (Ankara Örneği)
MIDDLE EAST JOURNAL OF REFUGEE STUDIES, 2018
Suriye’de 15 Mart 2011’de ayaklanma başladığında, krizin bu boyuta ulaşacağı hiç kimse tarafından tahmin edilemedi. Suriye’den Türkiye’ye, 29 Nisan 2011 günü, 500 kişilik ilk göç grubu, Hatay’ın Yayladağı kapısından girdiğinde Türkiye, bunu geçici bir durum olarak değerlendirdi. Daha sonra büyük bir göç dalgasıyla gelen Suriyeliler, Türkiye’nin, güneydoğudaki sınır şehirleri ve büyükşehirleri başta olmak üzere, birçok şehrine yerleşmeye başladılar. Böyle bir kriz durumuna hazırlıklı olmayan Türkiye, şimdiye kadar çok büyük olay olmadan, bu büyük dalganın getirdiği problemlerle, nispeten olaysız bir şekilde baş edebilmiştir. Suriyeliler, hukuki bakımdan, Türkiye’de sığınmacı olarak kabul edilemeyecekleri için, bu duruma geçici çözüm bulunmaya çalışılmış; 2013 yılında çıkan 6458 Sayılı Kanun ile geçici koruma altına alınmalarına kadar, “misafir” olarak adlandırılmış; bu sebeple 2013 yılına kadar, resmî olarak çok fazla bir şey yapılamamıştır. Bu süreçte sivil toplum kuruluşları ile gönüllü ve bireysel olarak çalışan kişiler, kriz yönetimi konusunda başarılı olarak adlandırılabilecek çalışmalar sergilemişlerdir. Özellikle kadınlar, gerek kadın dernekleri gerekse bireysel olarak hızla organize olmuş ve bu meselenin bir ucundan tutmuşlardır. Bu araştırmada, Ankara’da, krize bireysel olarak çözüm olmak üzere çalışmalara başlamış, daha sonra etrafında eski öğrencilerinden ve arkadaşlarından oluşan yüz kişilik bir gönüllü gruba liderlik ederek krizi yöneten Nezahat Albay’ın kurduğu Gönüllüler Grubu’nun, probleme yaklaşımı, ürettikleri çözüm metotları ele alınmıştır. Kadınlar; olayları, sorunları ve ihtiyaçları daha çok empati kurarak anlamaya çalışmaktadırlar. “Ben olsaydım ne yapardım?”, “Biz de o durumda olabilirdik.” soru ve ifadeleri yaptığımız araştırmada gönüllü kadınların sık sık kullandıkları ifadelerdir. Bu olayda önce empati kurarak ilk adımları atmış, daha sonra yaptıkları çalışmalarla farkındalıkları artmış, en sonunda da toplumda arabulucu rolü oynamaya başlamışlardır. Bu araştırmada “empati”, “farkındalık” ve “arabuluculuk” terimlerinin krizin tespiti ve problemin çözümüne uygulanmasına çalışılacak ve bu uygulamaların kadınların gönüllülük faaliyetlerinde nasıl bir fark ortaya çıkardığı incelenecektir. Olayın anlaşılabilmesi için “kriz nedir”, “nasıl mücadele edilir” sorularına teorik cevaplar arandıktan sonra, etkileşimci ve dönüşümcü liderlik modelleri çerçevesinde kadın liderliği ele alınarak özellikle, kadın liderliğini daha iyi anlatan dönüşümcü liderlik modeli ile grubun krizle nasıl yüzleştiği ve ne tür çözümler ürettiği analiz edilecektir. Çalışma nitel yöntemle, örnek olay incelemesi olarak çalışılmış; veriler, literatür taraması, katılımcı gözlem, odak grup görüşmeleri ve derinlemesine mülakatlarla toplanmıştır. Çalışma Ankara’da yürütülmüştür.
International Symposium on Family Contemporary Opportunities / Threats Towards the Sustainability of Family Institution, 2020
Aile kurumunun bekası, ailenin, özel olarak gözetilmesi gereken üyesi çocuğun bekasından ayrı düşünülemez. Çocuğun ‘çocuk’ olmaktan kaynaklı korunması gereken çıkarları vardır. Bunun temelinde çocuk bireylerin fiziksel ve bilişsel kapasitelerinin bir yetişkine kıyasen geride olması gerçeği yer alır. Bu vakıa uluslararası hukuk tarafından da kabul görmüş ve düzenlenmiştir. ‘Çocuğun üstün yararı’ kavramı ilk defa 1989 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 3. maddesi ile ortaya çıkmış, ancak o zamandan beri kavramın kapsamı ve içeriği ile ilgili tartışmalar süregelmiştir. Daha sonra 1996 Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nin 1/2 maddesi ile de teyit olunan bu kavram üzerinde mutabık olunan husus ise kavramın yeterince somutlaştırılamamış ve detaylı biçimde tanımlanamamış olduğudur. Tanımın netleştirilmemiş olması hukuki öngörülebilirliği ve dolayısıyla kimi zaman hukuki güvenceyi azaltmasına rağmen, olay bazında etkin kılınacak bir formül olarak kavramın esnekliğini ve dinamikliğini sağlamaktadır. Böylece çocuğun menfaatini gözetmenin gerekli olabileceği her durumda yasama organları, kamu ya da özel kurumlar, uygulayıcılar ve mahkemeler yapacakları işlemlerde bu menfaati göz önünde bulundurmakla yükümlü kılınmışlardır. Buna rağmen ulusal hukuklardaki uygulamalarda bu hükmün çocukların uluslararası antlaşmalar ile güvence altına alınan çıkarlarının korunması noktasında yeterliliği şüphelidir. Bu nedenle bu çalışma, sözü edilen kavramın hukuki olarak bir ‘temel ilke’ haline gelmiş olduğu kabulünden hareketle, kavramın derinlemesine incelenerek uygulamacılara ışık tutacak şekilde netleştirilmesini amaçlamaktadır. Bu minvalde kavramın maddi hukuka ilişkin bir içerik sağlamaktan ziyade bir ‘temel ölçüt’ işlevi yerine getirdiği söylenebilir. Dolayısıyla yetişkin bireylerin çocuk bireyler hakkında karar verirken ya da onlar adına herhangi bir işlemde bulunurken göz önünde bulundurmakla yükümlü oldukları usulî bir kuraldır.
Zorunlu Göçe Hegemonik İlişkiler ve İnsan Hakları Bakışı
İçtimaiyat
Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana sığınmacılar, mülteci akışları ve yerlerinden edilmiş insanlar dâhil olmak üzere zorunlu göçmenlerin sayısı önemli ölçüde artmıştır. Ülke içinde ve uluslararası alanda yerinden edilmiş milyonlarca insan ‘mülteci’ olarak kabul edilmektedir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'ne göre, 2021 yılı sonu itibariyla silahlı çatışma, yaygın şiddet, insan hakları ihlalleri ve yoksulluk gibi sebeplerle 89,3 milyon insan zorla yerinden edilmiş durumdadır. Konuyla ilgili araşırmalar, bazen, durumun ‘insancıl' tarafına odaklanmaktan yoksundur. Bu çalışma insan hakları perspektifinin, zorunlu göç çalışmalarında yer alması gereken temel perspektiflerden birisi olduğunu savunmaktadır. Devletler, uluslarüstü kurumlar ve uluslararası kuruluşlar, bu savunmasız insanları ‘koruma’ rolüne sahiptir. Hegemonik ilişkilerin engeli olarak, yardım kuruluşları ve ilgili uluslararası organizasyonlar ne yazık ki insan haklarının korunması konusunda ...