“Çağdaş Kaynak ve Belgelere Göre Bursa’nın Gerçek Fetih Târihi ‘1322’ mi, ‘1326’ mı?”, Şehrengiz Tarih ve Kültür Dergisi, XIV/140 (Mart-Nisan 2023), s. 8-19 (original) (raw)

Şehrengiz Tarih ve Kültür Dergisi, XIV/140 (Mart-Nisan 2023), s. 8-19

Osmanlılar’ın kuruluş devrinde ele geçirdikleri büyük beldeler arasında özellikle Bursa’nın fethi, şehrin gerek stratejik konumu, gerekse iktisâdî, zîrâî ve ticârî faaliyetlerin en aktif merkezi oluşu nedeniyle, devletin ayağa kalkması ve daha sağlam temeller üzerine oturtulması açısından çok önemli bir dönüm noktası olmuş; bu durumun farkında olduğu anlaşılan Seyyid Lokman ‘Aşûrî Ḳıyāfetü’l-İnsāniyye’sinde yazmış olduğu bir manzûmenin sonuna, Osmanlılar’ın fethettiği ilk büyük şehir oluşu nedeniyle Bursa’nın fethine “ ام الفتوحين : Ümmü’l-fütūḥīn” (Fetihlerin anası) târihini düşürme yolunu tutmuştu. Bursa’nın ne zaman fethedildiği ve Osman Gâzî’nin bu fethi görüp-göremediği meselesi Osmanlı müverrihleri arasında öteden beri tartışılmaya devam etmiş; çağdaş hiçbir bulgunun ortada olmaması nedeniyle, bozulmuş ortak bir Taḳvīm’den Fâtih ve II. Bâyezîd dönemlerinde yazılmış birkaç kroniğe aktarılan ve daha sonra geç târihli birkaç Bizans kroniğinde de tekrarlanan “1326” târihi, modern târih yazımında kolaycı bir yaklaşımla diğerlerinden daha doğru ve güvenilir kabul edilmiştir. Tümü XV. yüzyılda kaleme alınmış ikincil kaynak mesâbesindeki tüm Osmanlı kroniklerinde Bursa’nın Osmanlılar tarafından fethediliş târihi, çoğu kez istinsah hatâları ve Osman’ın ölüm, Orhan’ın cülûs târihlerindeki karışıklıklar sebebiyle, 1310-1327 gibi birbirinden tamâmen kopuk ve alâkasız uzun bir zaman aralığına yerleştirilmiştir. Geç dönem Osmanlı kroniklerine tek bir kaynak grubunun sürekli tekrârı sonucu giren ve yanlış bir şekilde literatüre yerleştikten sonra, onların etkisinde kalmış birkaç Bizans kroniğine de aynen intikâl eden, ancak bugüne kadar çağdaş tek bir materyalle dahi te’yid edilemeyen 726/1326 târihinin tam aksine, tüm çağdaş belge ve kaynakların Bursa’nın 722/1322 yılında fethedildiği noktasında birleştikleri âşikârdır. 724/1324 yılı Haziran ayında Bursa’ya gelip Sultan Orhan’ı sarayında ziyâret eden Hacı Kāsım el-Bağdâdî, Seyāḥat-nāme’sinin daha önce ilkin XVII. yüzyılda kopyalanmış rulo nüshasına ve bilâhare 750/1350’de oğlu tarafından yazılmış orijinal nüshasına dayanarak yayınladığımız çağdaş kayıtlarında , Neşrî’nin kesin te’yidle verdiği 722/1322 târihini bir görgü şâhidi olarak kesin bir ifâdeyle te’yid eder. Müellif şehre gelişinden birkaç ay önce vefât etmiş olan ‘Osmân Gâzî’den المرحوم المغفور “el-merḥūmü’l-maġfūr” ifadesiyle söz ettiği ilgili satırlarında, “ بعد فتح البورصا : Būrṣā fetḥi sonrası” 724/1324 yılında geldiği şehrin bu târihten iki yıl önce alındığına açıkça işâret eder. Bu çağdaş Seyāḥat-nāme’nin XVII. yüzyılda istinsah edilmiş rulo nüshasından sonra, 750/1350’de Haydar bin Kāsım tarafından yazılan orijinal nüshasını da çoktan neşrettiğimiz ve iki nüsha arasında hiçbir ifade farkı bulunmadığını açıkça gösterdiğimiz hâlde, bu neşri bilerek dikkatlerden kaçırıp XVII. yy.’da istinsah edilen önceki nüshayı bilinçli bir şekilde ön plâna çıkararak, bizzat yazarı ve derleyicisi tarafından “Seyāḥat-nāme” olarak adlandırılan bir esere keyfî bir mantıkla “Menāḳıb-nāme” yaftası vurarak yok etmeye çalşanlar; ondaki kayıtları doğrulayan Asparuça Hâtûn Vakfiyesi, İbn Battûta Seyāḥat-nāme’si, Tāriḫī Taḳvīm’ler ve onlarla örtüşen kroniklerdeki diğer verileri de neye dayanarak asılsız göstermeye çalıştıklarını, doğru olduğunu savundukları “1326” târihinin buna benzer hangi çağdaş kaynak ya da belgelere dayandığını peşinen ispatlamakla yükümlüdürler. Zîrâ spekülatif yorumlar ve bilimsel esâsa dayanmayan mesnedsiz iddiâlar zaman içinde yok olup çürümeye ve literatürden silinmeye mahkûmdur; çağdaş kaynak ve belgelerin ise ne zamanla değişmesine, ne de yerine alternatif başka bir “gerçeğin” inşâ edilmesine imkân yoktur.