Spinoza'da Beden, Duygular ve Bilinçdışı (original) (raw)

Spinoza'da Ortaklığın İnşası: Spinoza Felsefesinde Duygu ve Akıl İlişkisi

2014

Bu metin, Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde Dr. Aydın Müftüoğlu danışmanlığında hazırlanmış olan “Spinoza’nın Politika Felsefesinde Duygu/Akıl Gerilimi” başlıklı lisans bitirme tezinin bir dizi değişiklik ve düzeltme yapılmış halidir. Temel olarak Spinoza'nın "antropolojisi" (duygu, beden, zihin, akıl üzerine öğretisi) takip edilerek Politik İnceleme eserinde tamamlanmadan kalan "Demokrasi" bölümüne spekülatif bir son icat etme denemesidir.

Spinoza’nın Bilgi Anlayışı: Bir Onto-Epistomoloji Okuması

2022

Spinoza modern felsefenin bütünlüklü felsefe tarzıyla en sistemli filozofları arasında yer alır. Onun eserleri günümüzde dahi birçok sorunun tanımlanması, açıklanması ve çözümlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Bütünlüklü felsefesi, sistematik alanlarının iç içe girmesine neden olmuştur. Bu yüzden onun sisteminde ontolojisi ile epistemoloji, ahlakı ile siyaset, metafizik ile din iç içe girmiş bir şekilde açıklanmaktadır. Onun sisteminde metafiziksel alan ile fizik alan arasında ontolojik bir bütünlük bulunmaktadır. Bu yüzden söylem itibariyle bu dünyaya ait varolanların çokluğundan bahsederken aynı ontolojik zeminde tek olan varlık fikrini ortaya koymaktadır. Spinoza’ya göre bilmek Tanrısal zorunlulukla meydana gelmiş olan modusların, Varolmaktan başka bir özü olmayan Varlığın görünüşleri olduğunu bilmektedir. Algı tarzları olarak da ifade edilen bilgi türleri ontolojik bir temele dayanmaktadır. Makalemizde Spinoza’nın tüm felsefesinde iç içe girmiş ve sistematik bir şekilde açıklanan epistemolojisinin ontolojik temelleri açıklanacaktır. Bu açıdan çalışmamız onto-epistomolojik bir değerlendirme sunacaktır. Onun ontolojisi anlaşılmadan bilgiye dair düşüncelerinin kavranamayacağı ifade edilecektir.

Spinoza'nın Duygu Teorisine Eleştirel Bir Yaklaşım: Duygular, İnançlar ve İnsanın Özgürlüğü

Beytulhikme An International Journal of Philosophy, 2018

Öz: Duygular arzu ve inanç ikili ayağı üzerinde varolan yönelimsel mental du-rumlardır. Spinoza’nın idea kuramının bir tür inanç kuramı olduğu iddiası bir-çok filozof tarafından savunulmuştur fakat Spinoza’nın genel idea kuramının bir parçası olan duygu teorisine gelindiğinde bu nokta genellikle göz ardı edilmiştir. Bu makalede Spinoza’nın idea kuramı ile inanç kavramı arasındaki ilişkiyi ele alarak Spinoza’ya göre her duygunun en temelde bir tür inanç ve arzudan doğ-duğunu göstermeye çalışılacağız. Ayrıca Spinoza’ın duyguları dizginlemek için Ethica’nın beşinci kısmının başında öne sürdüğü terapi yöntemlerinin geçersiz-liğini göstermeye çalışacak, Ethica’nın ilk dört kısmından hareketle sunduğu-muz duygu teorisinin yardımıyla bu terapi yöntemlerinin “daha Spinozacı” ver-siyonlarını sunmaya çalışacağız. Abstract: Affects are intentional structures of beliefs and desires. Many philosophers have plausibly argued that Spinoza’s theory of ideas is a kind of theory of belief by this time yet this claim has rarely been taken into account when it comes to Spinoza’s theory of affects, which is actually a part of his theory of ideas. This paper shows that if this point is taken seriously when regarding Spi-noza’s theory of affects we reach significant results about the fifth part of Ethics. To show this, I shall strive to show that all affects depend on some sort of beliefs by analyzing Spinoza’s theory of affects in terms of his theory of ideas, and in particular an affirmation which an idea naturally involves. From this rev-elation, we will be able to see that Spinoza’s theory of affects appeared in third and fourth part of Ethics is inconsistent with the fifth part of Ethics in so far as three therapy methods given in the beginning of the fifth part of Ethics are considered. Additionally, and suitably to this assertion, I will also show that ar-guments by which soundness of these therapy methods are guaranteed seem ac-tually logically invalid. Finally, I will try to revise Spinoza’s therapy methods by taking all errors and core ideas in Spinoza’s theory of affects into consideration.

Zihnin Bedeni, Bedenin Zihni: Spinozacı Paralelizmin Ontolojisi

ÇOMÜ Yayınları, 2021

ÖZET 17. Yüzyılla birlikte “ruh” kavramı yerine ekseriyetle “zihin” (mens) kavramının ikame edildiğini görmekteyiz. Klasik anlamda, farklı töz anlayışlarına rağmen, insan söz konusu olduğunda bedenin karşısına ya da yanına konulan ve insanın cisimsel olmayan yönünü ifade eden “ruh”, sahip olduğu tüm özellikleriyle (ontolojik, epistemolojik ve aksiyolojik) modern anlamda “zihin” olarak karşımıza çıkmaktadır. Modern felsefenin kurucuları arasında zikredilen Spinoza da insanın cisimsel olmayan yanını ifade etmek için, “ruh” yerine “zihin” kavramını genellikle tercih etmiş ve birkaç yerde de birini diğerinin yerine kullanmıştır. Spinoza’nın Tanrı merkezli felsefesinde, insan zihin ve bedenden oluşur. İnsan zihni, Tanrı’nın bilinen iki sıfatından biri olan “düşünce” (res-cogitans) sıfatının bir tezahürü ya da değişimi olurken, insan bedeni Tanrı’nın bilinen diğer sıfatı olan “yer kaplama”nın (res-extansa) bir tezahürüdür. Tanrı gerçek anlamda tek töz olduğu için ve bilinen iki sıfatı da bu tek tözü nitelediği için, bu iki sıfatın tezahürü olarak insanda yer alan zihin ve beden farklı tözler olmayıp aynı tözü farklı şekilde ifade eden paralel, bir ve aynı şeydir. İnsan zihni, bir yandan bedenin dışarıdan aldığı etkileri (affectus), diğer yandan da bedenin kendi içsel yapısından aldığı etkileri alarak fikirler (ideas) oluşturur. Zihin fikirler oluştururken, daha önce edindiği deneyimlere, fikirler arasındaki bağlantılara, mantıksal çıkarımlara ve duygulara bağlı olarak yeniden eyleme geçme gücünü, sahip olduğu “anlama yetisi”, “hayal yetisi” ve “hafıza yetisi” sayesinde gerçekleştirir. Zihin bir yandan bedenden aldığı etkilerle ve bu etkiler neticesinde meydana gelen duygularla kendi varlığını sürdürürken, diğer yandan tüm bu etkilerden doğan fikirleri, sahip olduğu yetilerin de yardımıyla yeniden düşünür. Zihin, daha önce edindiği fikirler üzerine tekrar düşündüğünde, düşüncesinin nesnesi artık bu ilk fikir olur ve zihin böylelikle “fikrin fikri”ne (ideas of ideas) ulaşarak yeni bir fikir daha meydana getirir. Bu “fikrin fikri” olan ikincil fikirler, “bilinci” (conscious/ness) meydana getirir. Spinoza’da bilinç, zihin-beden paralelinde meydana gelen etkiler ve bu etkilerin taşıyıcısı olan yetiler sayesinde zihnin ulaştığı fikirler üzerine bir tür reflexif düşüncesi demektir. Zihnin bilişsel yönünü ortaya koyan bu reflexif düşünce, öncelikli olarak zihin ve bedenin diğer zihin ve bedenlerle karşılıklı etki alış-verişinden kaynaklanır. Biz bu çalışmada ontolojik doğasına referansla insanda zihin ve bedenin nasıl bir ortaklık inşa ettiğini, birinin diğerine paralel olmasının ne anlama geldiğini tartışacağız. Spinoza’nın düalizm eleştirisi üzerine yükselen monist töz anlayışı, onun ontoloji, epistemoloji ve değer ya da etik alanlarına dair görüşlerini tamamen şekillendirmiştir. Her şeyden önce Spinoza zihin ve bedeni aynı hakikati farklı şekillerde ifade eden bir ve aynı şey olarak görür. Biz burada zihin ve bedeni bir ve aynı olarak görebilmemizi sağlayan temel zeminin Spinoza tarafından nasıl inşa edildiğini ortaya koymaya çalışacağız. Bu temel zeminde, Spinozacı felsefenin pratik yönünü şimdilik erteleyerek meseleyi ontolojik çerçeveden ve ontoloji ile epistemolojinin bir arada olma zorunluluğu gereği epistemolojik çerçeveden inceleyeceğiz. İncelememizde, zihin ile beden arasındaki ilişkinin nasıl bir ilişki olduğu, zihnin bedeni bilme imkânın ne olduğu, bedende etkilerin, zihinde fikirlerin nasıl meydana geldiği, zihin ve bedenin tabi olduğu bir “varoluş süreleri”nin olup olmadığı gibi temel sorulara yanıtlar aranacaktır. Anahtar Kelimeler: Zihin, Beden, Paralelizm, Duygulanış/Etkileniş, Fikir, Zihnin Sonsuzluğu Mind’s Body, Body’s Mind: The Ontology of Spinozist Parallelism Abstract With the 17th century, commonly, we see that the concept of "mind" has been replaced by the concept of "soul". In the classical sense, despite the different conceptions of substance, when it comes to human, the "soul", which is placed against or adjoined to the body and expresses the non-corporeal aspect of the human, appears as the "mind" in the modern sense with all its features and means (ontological, epistemological and axiological). Spinoza, who is mentioned among the founders of modern philosophy, generally preferred the concept of "mind" (mens) instead of "soul" (anima) to express the non-corporeal side of man and used one in place of the other in a few places. In Spinoza's God-centered philosophy, man consists of mind and body. The human mind is a manifestations or appearance of the "thought" (res-cogitans), one of the two known attributes of God, while the human body is a manifestation of the other known attribute of God, "extension" (res-extansa). Since God is literally a single substance, and since both known attributes qualify this single substance, the mind and body in man as the manifestation of these two attributes are not different substances, but are parallel, one and the same thing, expressing the same substance differently. Human mind, on the one hand, constitute ideas by taking the effects of the body, which are receives from the outside and on the other hand, receives the effects of the body, from its own internal structure. While the mind constitute ideas, its realization of its power to act again, depending on the experiences, which it has acquired before, the connections between the ideas, logical inferences and emotions, thanks to its faculties, "intellect", "imagination" and "memory". While the mind preserve its being with the effects it receives from the body and the emotions that occur as a result of these effects, on the other hand, it rethinks the ideas arising from all these effects with the help of its faculties. When the mind rethinks on the ideas it has acquired before, the object of its thought becomes this first idea, and the mind thus creating a new idea, that is "ideas of idea". These "ideas of the idea", which is econdary ideas, form the "conscious-ness". In Spinozas thought, consciousness is a kind of reflexive thought on the ideas that the mind reaches thanks to the effects that occur in the mind-body parallel and the faculties that are the carrier of these effects. This reflexive thought, which reveals the cognitive aspect of the mind, primarily originates from the mutual ex-change of action of the mind and body with other mind and bodies. In this study, we will discuss how human mind and body build a unity in humans, with reference to their ontological nature, and what it means to be one parallel another. Spinoza's monist conception of substance, rising on his critique of dualism, completely shaped his views on ontology, epistemology, and the fields of value or ethics. Become morething, Spinoza sees mind and body as one and the same thing expressing the same truth in different ways. Here we will try to study how the basic ground that enables us to see mind and body as one and the same thing was built by Spinoza. On this basis, we will postpone the practical aspect of Spinozian philosophy for the time being, and we will examine the issue within the ontological framework and the epistemological framework, that is due to the ontology and epistemology one bound to another. In our examination, answers will be sought to basic questions such as what kind of a relationship between the mind and body is; what is the possibility of the mind to know its body; how occur, the effects in the body, and the ideas in the mind; and whether there is a "duration existence" that the mind and body are subject to etc.. Keywords: Mind, Body, Parallelism, Affections, Ideas, Infinity of Mind

Toplumsal Cinsiyetin Gölgesinde Siyaset: Benedictus De Spinoza’da Beden, Hayal Gücü ve Kadın Tahayyülü

Mülkiye Dergisi, 2021

Bu çalışma Benedictus De Spinoza’nın düşüncesinde hayal gücü, toplumsal cinsiyet ve siyaset ilişkisi bağlamında kadının konumunu açığa çıkarmayı amaçlar. Spinoza’nın felsefesi ve toplumsal cinsiyet söylemi arasındaki bağlantının kadının siyasal birlikteki yerine etkisine odaklanır. Eserlerinde genel olarak kadınsı olanı tanımlarken okuyucunun dikkatini çeken Spinoza, Politik İnceleme’nin son kısmında, demokratik siyasal birliği ele alırken kadının doğal olarak erkeğin eşiti olmadığını söyler. Birlikte ve barış içinde yaşam olanağını bu sebeple erkeğin idaresine bağlar. Yani kadını siyasal alandan dışlar. Literatürde feminist tartışmalar dışında dikkate alınmayan bu konu ya Spinoza’nın genel düşüncesi içinde tartışılmadan bırakılır ya da Spinoza’nın dönemine bağlı olarakbu değerlendirmeyi yapmasında bir sorun olmadığı düşünülür. Bu çalışma, Spinoza felsefesinde kadın ve siyaset arasında nasıl bir ilişki kurulduğunun açıklığa kavuşturulmasının, tutarlı bir feminist siyaset bakış açısını üretmek açısından anlamlı olduğunu düşünür. Bu nedenle, öncelikle, Spinoza’nın düşüncesinde beden ve zihin ilişkisinden hareketle akıl, hayal gücü ve bilgi meselelerini ele alır. Spinoza’nın bilgi kavrayışı ekseninde toplumsal cinsiyet söylemi ile hayal gücü arasındaki ilişkiye odaklanan bir sonraki kısım, toplumsal cinsiyeti hayal gücünün işlediği bir alan olarak düşünür. Toplumsal cinsiyetin, Spinoza’nın sonsuz olanaklar kümesi olarak etkinliklerle kurulduğuna işaret ettiği bedenin sınıflandırması ve sınırlandırılması olduğuna işaret eder. Hayal gücünün işlediği bir alan olarak toplumsal cinsiyetin beden tahayyülü ile Spinoza’nın beden kavrayışı arasındaki farkı gösterir. Fakat bu farklılığın Spinoza düşüncesinden toplumsal cinsiyet söyleminin tamamen dışlanması anlamına gelmediğini ileri sürer. Bu düşüncenin izinden giden üçüncü kısım, Spinoza tarafından mutlak belirlenimden yoksun, yani açık bir şekilde kavranan bedenin nasıl kapatıldığını gösterir. Spinoza’nın bilgiyi türlere ayırmasına bağlı olarak insanları da farklılaştırmasının bir sonucu olan bu kapanış, Spinoza’nın kadına ve siyasal birliğe ilişkin bakış açısında belirgin bir şekilde görünür. Bu kapanmadan hareket eden son kısım, düşünürün bedenleri sınıflandırarak kapatması ile kadının siyasal yaşamdan dışlanması arasındaki ilişkiye odaklanır. Sonuçta, Spinoza düşüncesinde, nasıl siyasal alanın toplumsal cinsiyet söyleminin gölgesinde kaldığını gösterir.