Meti̇nlerarasilik Bağlaminda Mevlânâ’Nin Mesnevî’Si̇ İle Beydebâ’Nin Keli̇le Ve Di̇mne’Si̇ (original) (raw)
Related papers
Mevlânâ’nın Mesnevi’sinde Dedikodu Hakkında Geçen Beyitlerin Göstergebilimsel Çözümlemesi
2021
Dedikodu Kitab›; Tanp›nar'›n, Halide Edip'in Hüseyin Rahmi'nin romanlar›nda, mesnevilerde, Anadolu menk›belerinde dedikodunun çehresini incelemektedir. Eski Türkçede dedikodu yapmak anlam›nda söz sab elet-"laf ve söz iletmek", etin ye-"etini yemek" gibi deyimler kullan›lm›flt›r, dedikodu kelimesi 17. yüzy›l itibariyle varl›k göstermektedir. Anadolu a¤›zlar›nda dedikodu anla-m›na gelen-çañ çañgara etmek gibi-zengin bir sözcük repertuar› vard›r. Dedikodu bir iletiflim yoludur. Dedikodu yapan taraflar› birbirine yak›nlaflt›r›r, dostlu¤u pekifltirir, ahlaki de¤erlerin benimsenmesinde etkin bir rol oynar. Ama s›r kals›n diye anlat›lanlar› aç›k etmek ahde vefas›zl›k say›l›r.
Mevlânâ’nin Mesnevî’sinde Nefis Kavrami
Sosyal Bilimler Dergisi, 2011
Günümüzde daha ziyade "öz varlık ve kişilik" kavramı ile ifade edilen "nefis" Kur'ân-ı Kerim'de birçok âyete konu edilmiştir. Kutsal Kitaplar, ahlak öğretileri ve felsefi araştırmaların muhatabı olan insanın kuşkusuz temel sorularından biri kendisini tanımasıdır. Bireyin istek, arzu, hırs, nefret vb. duygular aracılığıyla içsel yönünü oluşturan nefis, İslam kültüründe ağırlıklı olarak insanın negatif yönü olarak değerlendirilmiştir. Kur'an âyetleri başta olmak üzere dini literatürün hemen hepsi nefsi; "insanın kötü içsel istek ve dürtüleri" olarak tarif etmiştir. O, insanın mânevi olgunlaşmasının önündeki en büyük engeldir. Bu yüzden onun isteklerinin ve arzuların tersine hareket ederek insan kendini gerçekleştirmelidir. Biz de bu hedef doğrultusunda İslâm coğrafyası tarafından önemli bir tasavvufî kaynak kitap olarak görülen Mesnevî'den hareketle nefis kavramı ve nefis terbiyesi üzerinde durmağa çalışacağız. Ayrıca başta Kur'an-ı Kerim ve diğer dini ve tasavvufi eserlerden de istifade edilmiştir.
Celîlî’nin Leylâ vü Mecnûn Mesnevisinde Mekan
DergiPark (Istanbul University), 2023
Edebî metinlerde mekân olayların yaşandığı yerlerdir. Mekân birçok amaç doğrultusunda kullanılmaktadır. Karakterlerin ruh tasvirlerini ve olayların gidişatını belirlemede büyük bir öneme sahiptir. Edebî eserlerde mekânlar, iç mekân ve dış mekân olmak üzere iki kısımda incelenmektedir. Aynı zamanda mekân, çevresel ve olgusal olarak da yorumlanabilmektedir. Celîlî'nin Leylâ vü Mecnûn mesnevisinde gerçek dünyadaki şehirler veya ülkeler bulunmamaktadır. Eserde olaylar daha çok çöl, bağ ve bahçe üzerinde geçmektedir. Bunun yanı sıra sadece Leylâ'nın kabilesinin adı "Benî-hay" ve çöldeki dağın adı "Necd Dağı" belirtilmiştir. Mesnevilerdeki mekânlar hakkında birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalardan bazıları ise çevresel ve olgusal çerçevede hazırlanmıştır. Bu makale de yapılan çalışmalara bir yenisini daha ekleyip literatüre katkıda bulunmak amacıyla hazırlanmıştır. Bu çalışmada, 16. yy. şairlerinden olan Celîlî'nin "Leylâ vü Mecnûn" mesnevisindeki mekânlar ve bu mekânların karakterler üzerindeki etkisi incelenip açıklanmaya çalışılmıştır.
İki İstanbul: Meş’um ve Mev’ud Arasında Bir Payitaht
Fetih ve Kıyamet
Bundan sekiz yıl önce yayımladığım ama arka planı 1990’lı yıllara inen Fetih ve Kıyamet 1453 başlıklı kitabımın ilk bölümü fetih arifesinde muhtelif kesimlerin zihnindeki İstanbul imajını anlamaya çalışmak üzerine kuruluydu. Kitabımın ilk bölümünde daha önce yaptığım çalışmaları toparlarken bunları yeniden gözden geçirip hangi maksatla bir bölüm haline getirildiğini ve kitabın başlığına yansıyacak kadar niçin önemli olduğunu vurgulamıştım. Fetih ve Kıyamet kavramları, şehrin tarihî olayları içinde oluşan/gelişen imajlarının veciz bir yansıması olarak çok iyi bilinen ve sürekli benzeri bilgileri tekrarlanan Fetih hadisesinin daha iyi anlaşılmasına yarayacak bir yaklaşımı ortaya koymayı amaçlamaktaydı. Kitabın bu bölümü hakkında nedense aradan sekiz yıl geçtikten sonra ortaya çıkan akademik kılıklı yazılar, ne demek istediğimin bazılarınca -ilmî endişelerin tamamen uzağında- ya samimi ya da maksatlı olarak anlaşılmak istenmediğini göstermiş oldu. O kadar ki bazıları kaleme aldıkları gazete yazılarında tam tersini söylemiş, akademik bakışın nasıl olması gerektiğini belirtmiş olmama rağmen kitaptaki herkesçe bilinen konulardaki görüşümü açık şekilde çarpıtmaktan geri durmadılar. Bu yazı söz konusu çarpıtmalara karşı gerçekte neyi ifade etmek istediğimi okuyuculara yansıtmaya yönelik olarak kaleme alınmıştır
Merâhi̇lü’S-Sâli̇kîn Bağlaminda Seyr U Sülûk Mertebeleri̇
DergiPark (Istanbul University), 2022
Bu çalışma, 19. yüzyıl Rifâiyye-Sayyâdiyye şeyhlerinden Muhammed Bahâuddin er-Ravvâs'ın (öl. 1287/1870) Merâhilü's-sâlikîn isimli eseri bağlamında sâliklerin aşması gereken merhaleleri incelemeyi hedeflemektedir. Uzun yıllar Sultan II. Abdülhamid'in danışmanlığını yapan Ebü'l-Hüdâ Efendi'nin (öl. 1328/1909) şeyhi olan Ravvâs, İslâm'a ve tasavvufa sokulan bid'atleri ortadan kaldırarak İslâm'ı tecdid etme maksadıyla yazdığı bu eserinde tasavvuf yolunda aşılması gereken merhaleleri yaygın olan tasniflerden farklı olarak İslâm'ın şartları, sohbet, Allah'ı tanıma (mârifetullah), açlık, ahlâk, farz olan ilimleri öğrenme, Allah'tan korkma, O'nun rahmetini ümit etme, sabır ve şükür şeklinde on aşamaya taksim etmiştir. Müellif, eserinde sadece Rifâiyye mensuplarını değil, bütün Müslümanları muhatap almakta; İslâm'ı mükemmel şekilde yaşamanın Hanefî, Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinden birine uymakla, tasavvuf yolunda kemale ermeninse ancak kâmil bir şeyhe intisap etmekle mümkün olacağını savunmaktadır. Bu bulgular bütün sûfîler gibi Ravvâs'ın da şeriata öncelik veren bir sûfî olduğunu göstermektedir. Eser bu yönüyle incelemeye değer görülmüştür. Doküman inceleme yönteminin kullanıldığı bu çalışma sözü geçen eserin İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Atatürk Kitaplığı'ndaki nüshası ile tahkikli neşri mukayese edilerek gerçekleştirilmiştir.
Mevlânâ ve Kierkegaard’da Benliğin Gelişimi
Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 2017
Mevlânâ ve Kierkegaard'da Benliğin Gelişimi Öz İlk bakışta, koyu bir Hıristiyanlık eğitimi almış Danimarkalı bir 19. Yüzyıl filozofu ile Anadolu Selçuklu döneminde yaşamış bir İslam mistiğinin düşünceleri arasında benzer yaklaşımlar olabileceğini düşünmek oldukça güçtür. Ancak Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Søren Kierkegaard, insana ve onun sahip olduğu olanaklara bakış açılarıyla farklı çağlardan benzer düşünceleri dile getiriyor görünmektedirler. Bu makalenin amacı Mevlânâ ve Kierkegaard düşüncesindeki muhtemel benzerlikleri, benlik kavramı ve benliğin gelişim aşamaları bağlamında varoluşçu bir bakış açısıyla ele almaktır.
Süleyman Nahîfînin Mevlıdün-Nebî Mesnevîsi
Journal of Turkish Research Institute, 2000
İşit n'oldı sebeb bu nazma iy yar Çü gördüm mevlidini Mustafa'nufi Ki geldi sUrete güftar-ı efkar Ki yazmış nicesi ehl-i safanuff olmalıdır. Çünkü bir esere zeyillerin yazılabilmesi, onu meydana getiren sanatkardan istifade ihtimalinin yok olduğunu düşündürmektedir. (Köprülü-zade Mehmed Fuad ve Şahabeddin Süleyman, Yeni Osmanlı Tarfh-i Edebiyyatı, İst., 133211914, s.149-150). Fakat "Vefdt-ı Fatıma" metninin Millet Kütüphanesi'ndeki başka bir nüshasında yazılış yılı olarak 897/1491 tarihi gösterilmiştir. Bu tarihlerden birinin yanlış olduğu muhakkaktır.