“İstanbul’un Fethine ve Gerçekleşme Şekline İşâret Eden Gaybî Haberler”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, LXXIII/436 (Mayıs 2023), s. 10-22 (original) (raw)

“İstanbul’un Fethini Müjdeleyen Hadîsle İlgili Asılsız İddiâların Çağdaş Tarihî Kanıtlar Işığında Çürütülüşü”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, C. LXXI, Sy.: 424 (Mayıs 2022), s. 28-35

Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, C. LXXI, Sy.: 424 (Mayıs 2022), s. 28-35

Dünyâ târihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan İstanbul’un fethi ile ilgili tartışmalar çeşitli dönemlerde farklı sebeplerle gündeme getirilmiş ve aradan asırlar geçmesine rağmen bu konudaki iddiaların ardı-arkası kesilmemiştir. Bu tartışmaların çözümsüz kalışında çağdaş kaynakların yeterince dikkate alınmaması ve kimi zaman taraflar arasında dinî, siyasî ve ideolojik hislerin baskın çıkması kadar, akademi dünyasında “kendini gösterme” amaçlı çığır açma çabalarının da etkili olduğu açık bir gerçektir. Akademik realiteye sığmayan bu tür çabalar kapsamında; son yıllarda fethi müjdeleyen meşhur Fetih Hadîsi’nin güvenilmezliği ve Fâtih’in şehri kuşatırken bu kadîm Peygamber müjdesini önemsemediği yolunda sanal birtakım meseleler, bilinenlere muhâlif çığır açmaya yönelik yeni birer iddiâ olarak gündeme getirilmiştir. Tümü görgü şâhidlerinin ifâdelerine dayanan çağdaş kayıtlar, Fâtih’in kuşatmayı başlatırken gerçekten de İslâm Peygamberi’nin Hadîs’leri, Ak-Şemseddîn’in müjdesi ve Molla Gürânî’nin teşvikleri doğrultusunda “İlâhî bir müjdeye kavuşmayı” amaçladığını kanıtlamakta, “Tribünlere oynayan” muhâliflerin “hamâsî bir tarz”da çizmeye çalıştıkları o “meş‘um, uğursuz” manzaranın tam aksine; genç Sultân’ın, ulemâsının ve askerlerinin o zamanki “fetih” algısının şimdikinden hiçbir farkı olmadığını kesin olarak ortaya koymaktadır. Bu araştırmamızda fethin gerçekleşme sebebine yönelik bu iddiâlar masaya yatırılarak, fethin çağdaşı kaynaklar ve görgü şâhidlerinin ifâdeleri ışığında; benzeri pek çok konuda olduğu gibi, bu konuda da spekülasyonlara boğulmaya çalışılan gerçek târihî perspektif gözle görülür bir biçimde ortaya çıkarılmaya çalışılacaktır.

“Çağdaş Kaynaklardaki Kronolojik Verilere Göre Sultan Orhan’ın İznik Kuşatması ve Fethi”, Bursa Günlüğü, Sy.: XI (Aralık-Ocak-Şubat 2020/2021), s. 62-71

Bursa Günlüğü, XI, 2021

Osman Gâzî’nin oğlu Orhan’la ilk büyük fetihleri olan Bursa’nın alınışını tâkip etmekle birlikte, gerçekte kurucu hükümdârın iki yıl daha öncesinden hedeflediği ve nökerlerini ve akıncılarını özellikle teşvik ettiği “İznik fethi” ideâli, şehrin kuşatılmasını tâkiben meydana gelecek pek çok büyük çatışma ve savaşın da fitilini ateşlemişti. Öyle ki; kuruluş devrinin en önemli olayları arasında sayılan 27 Temmuz 1302’deki Dil/Bapheus Savaşı ve 702 Şevvâl’i/1303 Haziran’ında Kite’de cereyân eden Dinboz Savaşı, hattâ imparatorun gönderdiği Heteriark (ordu komutanı) Sgouras’a yardım ederek bölgedeki dört yerel yöneticiyi Osman’a karşı örgütleyen tekfurunun saldırganlığı yüzünden, 1303 Temmuz’unda Bursa’nın muhâsara altına alınması bile İznik kuşatmasını izleyen olaylar dizisinin birer parçası olarak meydana gelmişti. İznik kuşatmasının başlangıç ve fetihle tamamlanış aşamalarına ışık tutan en önemli kaynak ünlü Berberî seyyah İbn Battuta’nın (ö. 770/1368) şehrin fethinden sadece bir yıl sonra Seyâhat-nâme’sine düştüğü çağdaş kayıtlardır. Orhan Gâzî’nin babasından devraldığı ikinci büyük kuşatma olan İznik muhâsarasının tamamlanış ve fetihle sonuçlanış tarihi hakkında ise, erken Osmanlı ve Bizans Târihî takvimleri ile onlardan kroniklere ve Osmanlı Silsile-nâme’lerine intikâl eden tarihlerin çoğu doğru olarak 731/6839 (m. 1331) yılına işaret etmekle birlikte, kimi zaman aralarında birkaç yıl, kimi zaman ise on yıla kadar varan uzun zaman farkları bulunduğu dikkati çekmektedir. Başlangıçta bir çelişki ya da istinsah hatâsı gibi algılanan, ancak ilginç bir şekilde çoğu kez Osmanlı kaynakları ile Bizans takvim ve kroniklerini aynı noktada buluşturan bu târihlerin, aslında Orhan Gâzî’nin kuşatmayı üstlendiği tarihten başlayıp fetihten hemen sonrasına kadar uzanan İznik fethine odaklı diğer olaylarla doğrudan alâkalı olduğu; bir karışıklık sonucu İznik fethine bağlanmakla birlikte bu farklı verilerin aslında gerçek tarihî birer alt yapısının bulunduğu kolaylıkla tespit edilebilir. Bu araştırmadaki tespitlerimizden çıkan sonuca göre; İznik kurucu ata Osman Gâzî tarafından 700-719/1300-1319 aralığında on dokuz yıl süreyle kuşatılmış; bu târihten sonra kuşatmayı babasına vekâleten tahta geçen Orhan devralmış ve 721/1321 Mart’ında ablukayı şiddetlendirip muhâsarayı hızlandırmış; 10 Haziran 1329’da Pelekanon’da kazanılan zafer sonrası 730/1330’da tamâmen şiddetlenen kuşatma, nihâyet 2 Mart 1331’de İznik’in kesin olarak fethiyle sonuçlanmıştır.

"Belde-i Tayyibe'' İstanbul, Osmanlılar İçin Lanetli Bir Şehir, Fethi de Kıyamet Alameti miydi?

Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sayı: 43, İstanbul , 2020

Bazı araştırmacılar, muasır Osmanlı müelliflerinin İstanbul'un fethini kıyamet alameti olarak gördüklerini, fethe muhalif olduklarını ve şehrin lanetli olduğuna inandıklarını iddia etmektedirler. Bunun yanında şehrin fethini müjdeleyen meşhur hadisin bu müelliflerin malumu olmadığı, mezkûr hadise muahhar müelliflerin atıf yaptıkları ileri sürülmektedir. Bu makalede, önce İstanbul’un fethi ile ilgili âyet ve hadislerin ilk defa 1422 kuşatmasında gündeme geldiği; bu mânâda Emîr Sultan’ın öne çıktığı ileri sürüldü. 1452 yılında fiten hadislerine dayanarak şehrin kuşatmasına karşı çıkanların ise Çandarlı Halil Paşa taraftarı ulema olduğu; Akşemseddin başta olmak üzere fetih taraftarı ulemanın da bu hadisleri şehrin fethedileceğine dair Peygamberî bir müjde olarak yorumladıkları ortaya konulmaya çalışıldı. Makalede müelliflerin, bazıları fiten hadislerine atıf yapsalar da, İstanbul’u uğursuz bir şehir olarak görmedikleri; şehrin fethine muhalif olmadıkları ve büyük bir kısmının Fatih Sultan Mehmed’i övgüyle zikrettikleri ortaya konuldu. Şehri fethedecek emir ve onun ordusunun övüldüğü meşhur hadisin II. Bayezid devrinden itibaren daha fazla gündeme geldiği tespit edildi. Ayrıca bu hadisin Osmanlılar tarafından hem fetihten önce hem de fetihten sonra bilindiği savunuldu. Buna mukabil fiten hadislerine atıf yapılmasının sebeplerinin neler olduğu ve bunların nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde duruldu. Some researchers claim that contemporary Ottoman writers saw the conquest of Istanbul as a sign of doomsday, they were against the conquest and they believed the city was cursed. Besides it is suggested that these writers didin’t know this famous hadith and later writers refered to the aforesaid hadith. This paper argues that the verses and hadiths about the Conquest of Istanbul were distinguished at first in the siege of 1422 and it was Emir Sultan who had prominence in this matter. Also in this paper it has been tried to reveal that the ones who opposed to conquest of Istanbul by using hadiths about doomsday in 1452 were the supporters of Çandarlı (D̲j̲andarlı) Halil Pasha and scholars, notably Akşemseddin (Ak shams al-din), who supported the conquest commented these hadiths as good news that came from the Prophet. In this article, it is claimed that these scholars did not see Istanbul as a cursed city even though they made references to the hadiths about doomsday, they did not oppose the conquest, and most of them spoke highly of Mehmed the Conqueror. It has been proven that the famous hadith that praises the commander and the army who would conquer the city gained currency in Bayezid II’s time. Also it is claimed that Ottomans were aware of this hadith both before and after the conquest. It is also discussed why Ottoman scholars made references to the hadiths about doomsday and how they should be understood.

“Sultan Osmân ve Oğlu Orhan’ın Yeni Bulunan Orijinal Şeceresi ve ‘Kuruluş’u Anlatan En Eski Osmanlı Târihi Metni”, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, C. LXXII, Sy.: 429 (Ekim 2022), s. 18-37

Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, C. LXXII, Sy.: 429 (Ekim 2022), s. 18-37

Yakın zamâna kadar Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Dönemi ve ön kuruluş evresini, özellikle Osmanlılar’ın nesep, soy ve ataları ile ilgili rivâyetlerin literatürel kökenini görmemizi sağlayacak çağdaş hiçbir târihî bulgu ve orijinal materyal ortaya konulamamış; bu orijinal belge ve kanıtların yokluğu ise Osmanlılar’ın aslî etnik kimliği ve “Atalar târihi”ne ilişkin meşhur rivâyetleri yok sayma, spekülasyonlara boğma, keyfî bir çizgide yorumlama ya da istenildiği yönde şekillendirmeye kalkışma… gibi birtakım istismarlara yol açmıştır. Biz, Paris Bibliothèque Nationale’e intikâl etmiş eski belge ve köhne materyaller üzerinde yaptığımız kapsamlı bir araştırma sırasında, yaklaşık iki yüz yıldır devâm eden bu spekülasyon ve çarpıtmaları kökünden izâle edecek, yukarıda saydığımız müphem noktaları güvenilir bir biçimde çözümleyecek nitelikte, Osmanlılar’ın ilk kuruluş yıllarından kalma en eski ve en önemli orijinal belge ile karşılaştık. Kuruluş döneminden günümüze ulaşabilmiş en ilginç ve kayda değer materyal niteliğindeki bu çağdaş vesîka, ilkin henüz hayatta iken kurucu hükümdar Sultan ‘Osmân adına düzenlendiği ve bilâhare yeni ilâvelerle oğlu Sultan Orhan’ın ismi, saltanat ve ömür süreleri de eklenerek revize edildiği anlaşılan ilk ve en eski Osmanlı Soy Şeceresi’dir. Şecere’nin en önemli kısmı, içindeki soy zincirinin “Süleymān Şāh”, “Ṭuġrūl Ḫān”, “es-Sulṭān ʿOs̱mān Ḫān” ve “es-Sulṭān Orḫān”ın isimlerini içeren son dört halkasının sağ tarafına yirmi iki satırlık ayrı bir öbek şeklinde yazılmış olan; Osmanlılar’ın atalarının Anadolu’ya göç ve yerleşimleri, devletlerinin kuruluş şekli, kuruluş coğrafyasındaki ilk fetihleri ve Sultan ‘Osmân’ın saltanat makamına geçiş hikâyesinin özgün bir üslûpla sıcağı sıcağına anlatıldığı çağdaş târih metnidir. Bu mühim çağdaş materyal, şimdiye kadar mevcut veriler üzerinden yaptığımız tüm bilimsel çözümlemeleri kesin kalıcı bir sonuca bağlamakla kalmayacak; literatürde hiç bilinmeyen, bugüne dek hiç işitilmemiş yeni ve önemli daha pek çok ilginç tarihî bilginin de kapısını aralamış olacaktır. Henüz ‘Osmân Gâzî’nin saltanatı zamânında; onun özgün Soy cetveli ve aslî etnik menşei, ataları, göç süreci, dinî ve siyâsî hedefleri, fetihleri ve kavmî liderliğinin mâhiyetine ışık tutacak nitelikteki bilgilerin kayda geçirildiği bu çağdaş Şecere’nin, bu noktada çözüme kavuşturduğu Osmanlı Kuruluş târihinin tartışmalı meseleleri makalede on iki ayrı başlık hâlinde özetlenmiştir.

"Yeni Târihî Bulgular Işığında Bursa’nın Fetih Süreci: Bursa ve Çevresi Ne Zaman Fethedildi?", Bursa Günlüğü, sy.: VIII (Aralık 2019/Ocak-Şubat 2020), s. 14-32

Bursa Günlüğü, VIII, 2019

Kuruluş devri, mevcut kaynak ve belgelerin yok denilecek kadar az oluşu nedeniyle, hiç şüphesiz Osmanlı tarihinin en karanlıkta kalmış olan ve bulunacak yeni çağdaş materyaller ışığında aydınlatılmaya ihtiyaç duyulan dönemidir. İşte literatürde Osmanlılar’ın ilk büyük ve önemli fethi olarak kabul edilen Bursa’nın fethinin hangi tarihte gerçekleştiği meselesi de yakın zamâna kadar Osmanlı tarihlerindeki çelişkili kayıtlar ve manzum bir Bizans kroniğindeki belirsiz atıflar ekseninde, en çok tekrarlanan târihe bakılarak tespit edilmeye çalışılırken, ortaya çıkan çağdaş bulgular ekseninde henüz yeni yeni aydınlanıp çözülmeye başlayan Kuruluş devri Osmanlı tarihinin en önemli tartışmalı meselelerinden birisidir. Osmanlılar’ın Bizans’tan aldıkları ilk büyük şehir olan Bursa (Προύσα)’nın fethinin bilinen yaygın târih olan 726/1326’dan dört yıl önce, 722/1322 yılı ortalarına doğru gerçekleştiği birkaç yıl önce kaleme aldığımız kısa bir makalede ana hatlarıyla gösterilmişti. Bu araştırmamızda ise Bursa’nın fetih tarihine ilişkin mevcut Osmanlı kaynaklarındaki bilgiler ve Bizans takvimlerinde yer alan tarihler daha geniş bir çerçevede ele alınıp birbirleriyle karşılaştırılarak, çağdaş kaynak ve belgelerden aktardığımız daha önceki verilerin yanı sıra, o devre yâhut yakın dönemlere ait eski tarihî takvimler, onlardaki bilgileri esas alan Silsile-nâme’ler ve bilinmeyen nâdir nümismatik materyallerdeki ortak veriler günyüzüne çıkarılarak, bunların tümünü topluca sentezlemek sûretiyle, Bursa kuşatmasının başlangıç tarihinden Bursa Kalesi’nin alınışı ve fethin çevre bölgelere doğru genişleyip tamamlanışına kadarki süreç hakkında ilk kez doğru ve sağlam verilere dayalı kronolojik bir perspektif inşâ edilmeye çalışılacaktır.

"Çağdaş Kaynak ve Belgeler Işığında Sakarya’nın Fethi ve Fethin Bilinmeyen Târihi", Geçmişten Günümüze Sakarya (Tarih-Kültür-Toplum), Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları & OSAMER, Sakarya 2018, s. 75-130

Geçmişten Günümüze Sakarya (Tarih-Kültür-Toplum), 2018

Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkımın eşiğine gelmesini müteakip, 699/1300’de Batı Anadolu’daki pek çok Türkmen beyi ile birlikte istiklâlini ilân etmiş olan Osman Gâzî, bağımsızlığını kazandıktan sonra Bithynia’da gerçekleştirdiği ilk fetihler dizisi olan Bilecik, Yarhisar, İnegöl ve Köprühisar fetihlerinden sonra rotasını doğrudan İznik’e çevirmiş ve büyük oğlu Orhan’ı akıncılarıyla bu bölgeye göndermiştir. Uzun süre devam edecek olan İznik kuşatması sırasında, Osman Gâzî’nin oğlu Şehzâde Orhan’la birlikte Sakarya, Bolu ve İzmit üzerine de peşpeşe akınlar düzenlediği ve bu şehirlerin önemli bir kısmını fethettiği Osmanlı kroniklerinde açıkça belirtilmişse de, çağdaş kaynak ve belge sayısının azlığı ve şimdiye kadar bunlara dayalı ciddî bir çalışmanın ortaya konulamaması nedeniyle fethedilen kale ve bölgelerin yerleri ve kronolojisi belirlenememiş; daha da önemlisi Sakarya’nın tam olarak hangi tarihte fethedildiği tespit edilememiştir. Bu araştırmamızda; Osmanlı kuruluş döneminin en karanlık devrelerinden biri olduğu zannıyla kimi modern araştırmacılar tarafından “kara delik” (black hôle), ya da -tarihî gerçekliği yansıtmadığı savından hareketle- “Osmanlı tarihöncesi” (The Ottoman Prehistory) olarak nitelendirilen Osman Gâzî dönemi fetihleri arasında, istiklâli izleyen ikinci fetihler dizisinin önemli bir ayağını oluşturan “Sakarya fethi”nin gerçek mâhiyeti ve bilinmeyen tarihi, rivâyetlerdeki kısa ve kesik bilgiler üzerinden yürütülen yüzeysel tahminlerin hilâfına ilk kez çağdaş Osmanlı rivâyetleri, belgeleri ve Bizans kroniklerinde yer alan ipuçları ışığında tespit edilmeye çalışılacaktır.

“Çağdaş Tarihî Bir Takvim Işığında Bursa’nın Fetih Târihine Katkı”, Bursa Günlüğü, Sy.: XVI (Nisan-Mayıs-Haziran 2022), s. 72-77

Bursa Günlüğü, XVI, 2022

Bundan yedi yıl kadar önce neşrettiğimiz kısa bir makalede, ilk kez çağdaş bir Seyâhat-nâme’de yer alan özgün kayıtlar, onu te’yid eden Osman Gâzî hayatta iken düzenlenmiş 723/1323 târihli çağdaş bir vakfiye ve ayrıca yine Sultan Orhan adına kaleme alınmış kayıp bir kronikten aktarılan ortak verilere dayanarak şehrin fethinin kesin olarak 1322 yılı Nisan ayı başlarında gerçekleştiğini göstermiş ve o âna kadar peşin sathî bir hükümle doğru kabul edilen “1326” târihinin asılsızlığını bu çağdaş veriler ışığında yeterince ispat etmiştik. Bu makâleden birkaç yıl sonra Bursa Günlüğü’nde yayınladığımız daha geniş bir makalede ise bu çağdaş verileri daha da genişleterek, Bursa’nın çevre kazâlarının fethinin ise 723-724/1323-1324 yılları arasında tamamlandığını bâzı eski takvim kayıtları ve çağdaş nümizmatik kanıtlar ışığında ayrıntılı olarak göstermiştik. Bursa’nın tek bir “fetih târihi” olduğu ve aynı yılı tekrarlayan birbirinden bağımsız çağdaş kaynakların yanılmak gibi bir ihtimâli söz konusu olmadığı için, daha önce 722/1322 yılı etrâfında birleştiğini gösterdiğimiz çağdaş kaynaklara -bekleneceği üzere- zaman ilerledikçe daha da yenileri eklenmekte; bizzat şehrin fâtihi Orhan asrına dek uzanan resmî belge niteliğindeki Târihî Takvîm’lere indiğini tespit ettiğimiz çok eski kayıtlarda da aynı târihin yer alması, Bursa’nın fethinin kesin olarak 722/1322’de gerçekleştiğini diğerleriyle aynı doğrultuda te’yid etmektedir.