Liberallere Karşı Ütopya Düşüncesi (original) (raw)

Liberalizmin "Ütopyacı" Toplum Tasarımı

Sivas Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2002

Bu çalışmada, liberal anlayışın öngördüğü toplum tasarımının ve bu tasarımın temelinde yer alan piyasa sisteminin çelişkili doğası ele alınmakta ve piyasa sisteminin kendi kendisini yeniden üretmek için gereksindiği kurumsal yapı ile rasyonel "iktisadi" birey tipinin giderek bu yeniden üretimi zora sokacak eğilimleri yarattığı düşüncesi savunulmaktadır. Bu tasarımın "ütopyacı" niteliğini göstermek için, her toplum tasarımının çözmesi gereken üç temel sorunu, yani iktisadi nitelikteki kaynak dağılım sorunu, birey özgürlüğünün sağlanması sorunu ve toplumsal düzenin açıklanması sorunlarına sunduğu çözümler irdelenmekte ve liberal teorinin sunduğu bu çözümlerin gerçekleşmekten uzak oldukları vurgulanmaktadır.

Özgürlük Bir Ütopya mıdır?

Dil ve Edebiyat, 2023

Dergiye yazılar elektronik posta yoluyla gönderilir. Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yayın Kurulu dergiye girecek yazılarda gerekli gördüğü düzeltme ve değişiklikleri yapabilir.

Ütopya ile Gerçek Arasındaki Kafdağı

Jineps Gazetesi, 2022

Her ne kadar Kafkas coğrafyası, yalçın ve sarp dağları, derin vadileri ve sayısız ırmaklarıyla aynı kökenden gelen Kafkas halkını birbirinden ayırmışsa da tarihin en eski devirlerinden beri aynı coğrafyada aynı tarih ve kültür birliğinin uzantısı olarak yaşayan halklar arasında ufak tefek şekilsel farklılıkların dışında bir ayırım söz konusu değildir. Kafkas kültürü özde birdir. Bu kültürü oluşturan en önemli unsurlardan birisi insan, diğeri de tabiattır. Kafkas kültürünün oluşmasında birinci derecede etkili olan Kafkas insanını, Kafkas coğrafyası en güzel biçimde şekillendirmiş, yalçın dağlara, güç tabiat koşullarına uygun dayanıklılık, güçlülük, çeviklik ve cesaretle donatmıştır.

Ütopya Üzeri̇ne Genel Bi̇r İnceleme

İstanbul üniversitesi sosyoloji dergisi, 2012

Be~ klslmlJ bu yalJ~ma, titopya kavraml ve konusu tizerine genel bir inceleme yapmaYI amaylamaktadlr. ilk klSlmda titopya kavrammm ortaya ylkl~ma ve etimolojisine baktlmakta; ikinci klSlmda kavramm Thomas More'daki ve gtintimi.izdeki tamml tizerinde durulmaktadlr. Otopyamn tarihi bir sonraki kIsmm konusudur. Otopyanm ti.irlerine degindikten soma, i.itopyanm ve titopyaclhgm ele~tirisi ve degeri ortaya konulmaya yah~Ilmaktadlr. 'Kakotopya', 'distopya' ve 'kar~l-i.itopya'ya klsaca deginmekle birlikte, yalt~mamlz temel olarak 'titopya' i.izerinde yogunla~ml~tlr. Bundan dolaYl 'i.itopya' ile baglantlsl olan 'heterotopia' ve diger kavramlar 9ah~mamn dl~mda blrakllml~tlr. Aynca sadece yazlh titopyalar incelemeye altnml~tlr. Gorsel i.itopyalar (film, yizgi film, yizgi-roman vd.) bu 9ah~maya diihil edilmemi~tir.

Ütopya ve Distopya Arasında Bir Ara Durak: Frankfurt Okulu

Ütopya ve Distopya Arasında Bir Ara Durak: Frankfurt Okulu, 2021

: Ütopya kavramı, “olmayan” anlamına gelen “au”, “mükemmel olan” anlamına gelen “eu” ve “yer/toprak/ülke” anlamına gelen “topos” sözcüklerinden türemiştir. Ütopyalar genellikle ideal bir mekan tasviri olarak karşımıza çıkarlar. Platon’un Devlet adlı eserinde bir ülke, Thomas More’un Ütopya (1516) adlı eserinde, ana karaya olan toprak bağının kopmasıyla oluşmuş aynı adlı bir ada ütopya örnekleridir. Ütopyalar 16. yüzyılda Rönesans’la birlikte Aydınlanma’nın refah, eşitlik, adalet tasavvurlarını yansıtan düşünsel eserler olarak ortaya çıkarlar. Bu dönemden örnek gösterilebilecek başlıca ütopyalar Francis Bacon’un Yeni Atlantis’i (1638) ve Tomasso Campanella’nın Güneş Ülkesi’dir (1602). Bu ütopyaların her birinde toplum mükemmel bir biçimde planlanmış, toplumdaki bireyler refah içinde, adalet duygusuyla yaşamaktadır. Ütopya elbette yaşanılan toplumdan azade olarak düşünülemez. Ütopyalar çıktıkları toplumun içindeki toplumsal yaşayışların nüvelerini barındırırlar. Adı geçen ütopyalardan Devlet Antik Yunan’ın ülkülerini (vision) barındırırken, diğer eserler Rönesans Avrupa’sının ülkülerini barındırmaktadır. Karl Marx ve Friedrich Engels de kuramlarında, her ne kadar devrimden sonrası için pek az şey söylemiş olsalar da ütopik bir toplumun tasavvurunu yapmışlardır. Edmund Wilson’a göre onların gelecek ütopyalarını nasıl hayal ettikleri, doğrudan ve açık seçik biçimde Viktorya dönemi Manchester’ının kültürel algısını yansıtmaktadır. Distopya ise ütopyaların zıttını ifade etmekten ziyade, geçmişte ve şimdide yaşayan toplumlarda nüvesi bulunan korku, adaletsizlik ve totalitaryanizmin geleceğe yansıtılmasıdır. Aslında distopya, ütopyanın zıttı olarak mükemmelce tasarlanmış adaletsiz bir toplumu tasvir eder. Ancak distopya ve ütopyayı bir yok-yer olarak ele almak onları tarihsel bağlamından koparıp aşkınlaştırma işlevi görür. Oysa ütopya ve distopyayı şimdide ve geçmişte nüveleri bulunan ve geleceğe yansıtılan tasarımlar olarak ele almak, tarihsel olarak içinden çıktıkları toplumun bilgisine ulaşmak açısından önemlidir. Böylelikle ikisinin zıt aşkın tasarımlar olarak değil, içinden çıktıkları toplumun bilgisini sıra dışı ve kahinsel bir biçimde geleceğe yansıtan tasarımlar olarak ele almak daha akla yatkındır. Distopya kavramı ilk olarak edebiyatta ortaya çıkmıştır. Totaliter bir rejimin anlatıldığı ve mahremiyetin ortadan kalktığı ilk örneği Yevgeni Zamyatin’in Biz (1923) romanıdır. Romanın Sovyetler Birliği’nde yasaklanıp İngiltere’de basılmasıyla George Orwell’in totaliter ve yozlaşmış bir toplumu tasvir ettiği 1984’üne (1949) ve Aldous Huxley’in, Biz gibi 26. yüzyılda geçen, Cesur Yeni Dünya’sına (1939) ilham vermiştir. Distopyanın ortaya çıkış tarihlerine bakılacak olursa, dünyada ortaya çıkan emperyalist dünya savaşlarının yarattığı adaletsizlik, liberal ve sosyalist düşüncenin vaatleri ve reel politikadaki görünümlerinin bahsi geçen romanlara temel oluşturduğu söylenebilir. Ancak her ne kadar makalenin başlığı Ütopya ile Distopya Arasında Bir Ara Durak: Frankfurt Okulu adını taşısa da, bu makalede ütopya ve distopyanın çizgisel zamanda ortaya çıkmış iki uğrak nokta olarak ele alınmadığı söylenmelidir. Keza distopyanın ortaya çıktığı tarihlerde Walter Benjamin ütopyacı düşüncelere dayanan kuramını ortaya atıyordu. Öte yanda 68 öncesinde yayın yapan Herbert Marcuse’un ütopyacı düşüncelerden nasibini aldığı açıktır. Tıpkı Frankfurt Okulu düşünürleriyle yolu kesişen Ernst Bloch’un düşüncesinin iskeletinin ütopyaya dayanması gibi. O halde bu çalışmanın amacı distopik bir toplumun ilk nüvelerinin ortaya çıktığı dönemde, kapitalizmin geldiği noktanın aydınlanmayı mitsel bir güzergaha yöneltmesine itirazlarını ve distopik bir toplumda ütopik özlemlerini, kapitalizmin yarattığı distopik topluma, gelişen teknolijinin, kültür endüstrisinin haz vaatlerine şerhle yaklaşarak açıklayan Frankfurt Okulu düşünürlerinin distopya ve ütopya arasındaki salınımlarını keşfetmek olacaktır. Öte yandan “Bir Ara Durak” ifadesi, bu salınım her ne kadar sonlanmış olmasa da, 21. yüzyılın enformasyon toplumunun aksını açıkça distopik bir paradigmaya bırakmasına, bu paradigmayı kahinsel bir biçimde sezen ve onun için önlemler öneren Frankfurt okulunun özgün karakterine gönderme yapmaktadır. Çalışmanın girişten sonraki ilk bölümü olan Frankfurt Okulu’nun Ütopyacı Temelleri: Benjamin bölümünde Walter Benjamin’in niçin Frankfurt Okulu için kilit önemde olduğu, onun Marksizm ve Yahudi mistisizminden gelen ütopyacı kuramı ve bu kuramın Frankfurt Okulu’na nasıl bir etkide bulunduğu açıklanmaya çalışılacaktır. İkinci bölüm olan Distopyalar İçin Bir Önlem: Aydınlanamanın Diyalektiği Horkheimer ve Adorno’nun kapitalizmin ve kültür endüstrisinin Aydınlanma’yı nereye götürdüğünü sezen ve buna itiraz eden yaklaşımlarının distopik bir paradigmaya yönelen toplum için nasıl bir önlem aldığını açıklamaya ayrılacaktır. Yolu Frankfurt Okuluyla Kesişen Bir Ütopyacı: Bloch adlı üçüncü bölümde yolu Frankfurt Okulu’yla, özellikle de Benjamin’le kesişen, ütopyacı fikirleri olan düşünür Ernst Bloch’un kuramına ayrılacaktır. Nihayet, 68’in Ütopyacı Ruhu ve Eleştirel Teori’nin Açıklığı ve Sınırlılıkları adlı bölümde 68’in ütopyacı ruhu, Marcuse’nin ütopyan düşünceleriyle nasıl kesişiyor tartışılacak, Frankfurt Okulu’nun düşünceyi açık bırakan kapatmayan tavrının bugün açısından değeri ve Eleştirel Teori’nin sınırları ele alınıp sonuca bağlanacaktır.