İbn Hazm'A Göre Şîa (original) (raw)

Yüksek Lisans Tezi - İmâmiyye Şîası Kaynaklarına Göre Hz. Âişe

In the Islamic world, every sect and faction that emerged has generally sought to interpret the Qur'an, Sunnah, and historical events in accordance with the principles of their respective schools of thought. It is natural for the authors of Shia Imamiyyah works to reflect their own thoughts and ideologies in their writings. However, the specific interpretations and narratives regarding Aisha, the wife of Prophet Muhammad, have not been fully elucidated in these sources. Therefore, this study aims to examine the information, interpretations, and narratives about Aisha found in Shia Imamiyyah sources. The first section will focus on Aisha's activities during the time of Prophet Muhammad according to Shia beliefs. It will explore Aisha's warnings from Prophet Muhammad regarding the imamate and caliphate of Ali, as well as the Shia authors' approach to the incident of "ifk" and its reflection in the foundational Shia sources. The second section will delve into Aisha's life and political activities in the period following Prophet Muhammad's demise, again from the perspective of Shia beliefs. The claims that Aisha conspired with her father and Umar to usurp the caliphate that rightfully belonged to Ali will be examined. Furthermore, Aisha's political activities during the reign of Uthman and her role during the Battle of the Camel and the Battle of Siffin will be presented from a Shia perspective. Throughout this study, the interpretations and narratives of Shia scholars regarding Aisha will be examined in a chronological and systematic manner, spanning from her birth to her passing. It has been noted that certain ideas within Shia history have been forgotten, while others have endured with even greater intensity up to the present day. The assessments made on each topic will be shared in their respective contexts and presented coherently as a whole.

İbn Hazm’ın Mûcize Anlayışı

KADER, 2023

Zâhiriyye ekolünün en büyük temsilcisi olan Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Hazm el-Endelüsî (öl. 456/1064) fakih, muhaddis, tarihçi, edip ve şair kimliği ile önemli eserler vermiş bir âlimdir. Diğer dinlere karşı İslamiyet’in üstünlüğünü savunduğu gibi, İslam düşüncesi içinde ortaya çıkan mezheplere karşı da Ehl-i sünnet anlayışını ısrarlı bir şekilde savunmuştur. Eserlerinde kelam ilminin hemen her konusuna yer vermiş, bu bağlamda nübüvvetin imkânı, Hz. Muhammed’in peygamberliği ve nübüvvet halkasının son temsilcisi olduğuyla alakalı konularla yakından ilgilenmiştir. Bu çalışma, el-Fasl başta olmak üzere el-Usûl ve’l-fürû‘, ed-Dürre fî mâ yecibu i‘tikâduhu ve İlmü’l-kelâm alâ mezhebi Ehli’s-sünne ve’l-cemâ‘a adlı eserlerinden hareketle İbn Hazm’da nübüvvetin imkanı, Hz. Muhammed’in peygamberliği ve bunun ispatında mûcizenin yeri ve önemi gibi konulara yer verilmiştir. İslam âlimlerinin hemen hepsi peygamberlerin tanınmasında sistemlerini mûcize delili üzerine kurmuşlardır. Onlara göre peygamberlik iddiasında bulunan bir kimsenin bu iddiasını teyit edecek olağanüstü bir delil/deliller getirmesi gereklidir. Muhataplarını dinen sorumlu tutabilmesi için bunu yapması zorunludur. Bir hadisenin peygamberlik iddiasında bulunan şahsı tasdik eden bir delil olabilmesi ve mûcize diye isimlendirilebilmesi için; ilâhî bir fiil olması, olağanüstü bir tarzda zuhur etmesi, peygamberlik iddiası ve tehaddî ile birlikte meydana gelmesi, iddiadan hemen sonra zuhur etmesi gibi özellikler taşımalıdır. İşte bu özelliklere sahip olan bir delilin, başkaca delillere ihtiyaç duymadan iddia sahibinin doğruluğunu ispat edeceği kabul edilir. Kelamcılar, peygamberin doğru sözlü olduğunu gösteren onlarca delilin arasında sadece tehaddî özelliği bulunanlara mûcize adını vermişlerdir. Dolayısıyla mûcize kavramının kelamcılar tarafından icat edilmiş özel bir kavram olduğunda şüphe yoktur. Çalışmanın omurgasını oluşturan İbn Hazm’ın konu hakkındaki görüşlerine bakıldığında şunları ifade etmek gereklidir. İbn Hazm, öncelikle nübüvvetin imkân dâhilinde olduğunu, yüce Allah’ın insanlar arasından elçiler seçip göndermesinin tarihen vuku bulduğunu ve inanç esasları bakımından peygamberler arasında bir fark olmadığını açıklamıştır. İbn Hazm, peygamberlerin tanınıp bilinmesinde mûcize faktörüne ağırlık vermiş, bir bakıma sistemini bu esas üzerine inşa etmiştir. Ancak o, mûcize kavramını kelamcıların kabul ettiği şekilde kullanmaya pek özen göstermemiş, kelam kitaplarında gördüğümüz şekilde mûcizenin özelliklerini ya da vasıflarını açıklamak ve sıralamak gibi bir hedefi olmamıştır. O, uzun bir zaman diliminde kavramlaşan mûcize terimini –söz konusu hassasiyetleri dikkate almadan- peygamberlere ait her bir hârikulâde olay için kullanmıştır. İbn Hazm’ın mûcize anlayışıyla alakalı olarak en fazla dikkat çeken husus, mûcizenin bir şartı olarak tanımlanan tehaddî vasfını zorunlu görmemesidir. O, tehaddî şartını mûcizenin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edenleri eleştirmiş ve böyle bir anlayışın Hz. Peygamber’in mûcizelerini sınırlandıracağını ileri sürmüştür. Şayet tehaddî bir şart olarak kabul edilirse, bu durumda yiyecek ve içeceklerin bereketlenmesi, mescitteki kütüğün inlemesi, bazı hayvanların gelip şikâyetlerini açıklamaları gibi olağanüstü olaylar mûcize kapsamı dışında kalacaktır. Bu da Hz. Muhammed’in peygamberlik delillerini sınırlandırmak anlamına gelecektir. Ona göre hârikulâde hadiselerin yaratıcısı yüce Allah’tır ve bunları sadece elçilerini tasdik etmek için yaratır. Peygamber olmayanlardan zuhur eden hadiseler ise hârikulâde olarak isimlendirilemez. Dolayısıyla peygamberlik iddia eden bir kimsenin elinde gerçekleşen hârikulâde olaylar, mûcize olarak kabul edilmelidir. Bu sebeple olacak ki peygamberlerden zuhur eden her bir hadiseyi bağlamına ve mahiyetine bakmaksızın mûcize diye isimlendirmiştir. Netice olarak İbn Hazm’a göre tabiatta vuku bulan hadiseler iki türlüdür; olağan hadiseler ve hârikulâde hadiseler. Bu ikinci türe mûcize demiş ve bunları sadece peygamberlerin elinde zuhur eden olaylarla sınırlandırmıştır. Bunlar –ister tehaddî vasfı taşısınlar isterse taşımasınlar- mûcize olarak isimlendirilmelidir. Peygamberlerin dışındaki insanlardan zuhur eden hadiseler ise hârikulâdelik özelliğine sahip değillerdir. Eğer bu hadiselerin hârikulâde olduğu iddia edilirse, peygamberlerin delilleri sakatlanmış olur. Bundan dolayı yüce Allah, sadece elçileri için bu hadiseleri yaratmıştır. Şu halde İbn Hazm’ın düşüncesinde kerâmet, sihir, istidraç, maûnet gibi kavramların bir karşılığı yoktur. Doğrusu onun bu tutumu Mu‘tezilî gelenekle örtüşmektedir. O, hârikulâde olayları sadece nebilere tahsis ederek mûcizeye yöneltilebilecek eleştirileri baştan önlemeye çalışmıştır.

Hazâ Ki̇tâbu Şefâ'At-Nâme

Osmanli araştirmalari, 2006

Şefaat, bir kimsenin yüce makam sahibinden bir dileğinin kabu1 edilmesini, bir suçunun affedilmesini sağlamak için o yüce makam sahibine daha yakın olduğuna inandığı bir şahsı aracı yapmasıdır.I İnsanlar özellikle geçmişte tarikat ehli olanların, sufilerin, ermişlerin yatırlarından medet umup, kendilerine şefaatçi olacaklarına inanmaktaydılar. Bu sebeple de şefaat dilemek için türbelere veya yatırlara gidilip adaklar adanması, kurbanlar kesilmesi, paralar atılması, bez parçaları bağlanması, dua edilmesi, namaz kılınması en çok görülen davranış biçimleriydL Bu şekilde, Allah'a yakın ve Allah'ın sevgili ku1ları olduğuna inanılan bu kimselerin ruhundan şefaatçi olmaları istenirdi.

İbn-i Hazm’ın Düşünce Dünyasında Hadis

MİLEL VE NİHAL inanç, kültür ve mitoloji araştırmaları dergisi, 2009

Özet: İbn Hazm'ın düşünce örgüsünü teşkil eden ana eksende hadisin kayda değer bir önemi haiz olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle zahirî düşünceye katılmayan âlimlerden farklı olarak benimsemiş olduğu bazı kanaatleri dikkat çekicidir. Bunlar arasında sünneti/sahih hadisi de tıpkı Kur'an gibi vahy-i mervî kapsamında değerlendirmesi, haberi-i vâhidle mütevatir arasında bir ayrım gözetmemiş olması, aksine bir delil olmadıkça fiilî sünneti farziyet olarak değil, sadece örnek alma kabilinden mendubiyet ve mubahâta hasretmesi, kütübü sitte müel-liflerinin eserlerinde geçen kimi hadisleri kendi kanaatine ve usûlüne uymadığı gerekçesiyle eleştiri konusu yapması dikkat çeken hususlardandır.

İbn Hazm (in Turkish, English and Arabic)

2010

Bu kitap, Bursa'da Ekim 2007 yılında yapılan Uluslararası Katılımlı İbn Hazm Sempozyumu'nun bildiri ve müzakerelerinden oluşmaktadır. Felsefe, kelam, fıkıh, dinler tarihi ve diğer görüşleri olmak üzere beş bölümden oluşan kitap, yirmi sekiz tebliğ metnini ve on sekiz müzakereyi içermekte; Prof. Dr. Süleyman Uludağ'ın değerlendirmesiyle sona ermektedir... İslâm hakkında size her şeyi söyleyecek bir kaynak olarak tek bir kişiyle sınırlandırılma durumunda kalsaydınız, tercihiniz İbn Hazm olurdu. O, her alanda bilgi sunar, bizatihi kendisi bir ansiklopedidir; fakat ansiklopediden farklı olarak, İbn Hazm sıkıcı özetler değil, ilginç detaylar verir. O edip ve şair, fakîh ve tarihçi, rasyonalist ve ilâhiyatçı, gelenekçi, filozof ve ahlâk ilmi uzmanı, mantıkçı ve muallim, eğitimci, teorisyen, fizikçi ve soy bilimci, biyografi ve otobiyografi yazarıdır. (Prof. Dr. Muhammed Ebû Leyle) İslâm tarihinin ilk beş asırlık dönemi boyunca İslâm tarihçileri arasında yazdıklarında tarihî eleştiriyi onun kadar kullanan birini görmediğimi burada belirtmeliyim (Prof. Dr. Abdülhalim Uveys) İbn Hazm'a Orta Çağ'ın en büyük düşünür ve şairlerinden herhangi birinin emsali olarak bakılabilir. Şayet eserlerini Latince ya da Yunanca yazmış olsaydı, adı Dante ya da St. Thomas Aquinas kadar iyi bilinirdi (Claudio Sánchez-Albornoz) İbn Hazm'ın Milel ve'n Nihal'i, kendisine özgü bir bakış açısıyla, İslâm kelâmının mükemmel bir anlatımıdır ve sırf üslûbu bakımından, Arap literatürünün olağanüstü bir eseri olarak görülebilir. -Israel Friedlaender- (Tanıtım Bülteninden) Türkçe 880 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 16 x 24 cm İstanbul, 2010, 1. Basım ISBN : 9786055623456

Bânet Süâd Üzerine Yazılan Şerh-Hâşiye Geleneğinde İbn

Usul İslam Araştırmaları Dergisi, 2021

Öz Kaʿb b. Züheyr (ö.24/645), Bânet Süâd ve Kasidetü'l-Bürde adlarıyla bilinen kasidesini, peygamberden özür dileyip onu övmek için yazmıştır. Konusu ve edebî üslûbu ile dikkat çeken bu kaside üzerine birçok şerh, hâşiye, tahmis ve taştîr kaleme alınmıştır. Yazılan bu eserler arasında İbn Hişâm (ö. 761/1360) şerhi, aldığı atıfların çokluğu, yaygın etkisi, Abdülkâdir el-Bağdâdî (ö. 1093/1682)'nin hâşiyesi, el-Lahmî eş-Şâtibî (ö. 790/1388) ve Cemâleddin el-Ümyûti (ö. 790/1388)'nin ihtisâr çalışmaları ile öne çıkmıştır. Bu makalenin iddiası, İbn Hişâm'a ait Bânet Süâd şerhinin, Kasidetü'l-Bürde şerh-hâşiye geleneğindeki kurucu rolünü ortaya koymaktır. Bu bağlamda çalışmada öncelikle Bânet Süâd kasidesinin yazılış gayesi ve muhtevasını içeren bir giriş yapıldıktan sonra birinci başlıkta, İbn Hişâm şerhinin içeriği ve önemine dair bilgi verilmiştir. Son olarak ikinci başlıkta İbn Hişâm şerhini diğer Bânet Süâd şerhleri arasında öne çıkaran özellikler üzerinde durulmuş, Kasidetü'l-Bürde şerhhâşiye geleneğindeki kurucu rolü ortaya koyulmuştur. İbn Hişâm şerhinin uygulamalı bir nahiv kitabı şeklinde yazılması, ihtilâflı nahvî meselelerin tartışılıp görüş beyân edilmesi gibi kendine özgü bir takım özelliklerine işaret edilmiştir.

İbn Sinân El-Hafâcî'ye Göre Fesâhat

Marife Dini Araştırmalar Dergisi, 2011

İbn Sinân el-Hafâcî, fesahat konusunu ayrıntılı ve sistematik bir şekilde Arap belagatçileri arasında ilk kez ele alan kişidir. Bu işe girişirken kendisine edebi ve dini olmak üzere iki amaç belirlemiş, edebiyatla ilgilenenlere fesahatin ne olduğunu öğretmek amacıyla konuları yeterli sayılan ve kusurlu bulunan örneklerle açıklayarak eserini tam anlamıyla bir ders kitabı haline getirmiştir. Yaptığı taksim ve öne sürdüğü görüşler bazı istisnalar bulunmakla birlikte kabul görmüş ve ken-disinden sonra gelenleri etkilemiştir.<br><br><b>Purity of Language According to Ibn Sinan al-Khafaji</b><br>İbn Sinân al-Khafaji discussed the subject matter of purity and perfection of language in detail and systematically in the Arabic literature for the first time. Embarking this work, he determined literary and religious goals; and expressing the subjects with examples considered adequate and imperfect, he formed his work as a complete coursebook with the aim of teachin...