Geçmisle Yüzlesmek ve Kabullenmek (2012) (original) (raw)

Geçmişle Yüzleşmenin Koşulsuz Buyruğu

(Adorno, 1959) ve "Auschwitz'in Ardından Eğitim" (1966) adlı iki önemli metninde, özetle ahlaki açıdan anlamlı bir yüzleşmenin ancak bu amaçla yapılacak çalışmaların yeni bir koşulsuz buyruğun zihinlerimize yerleşmesini mümkün kıldığı ölçüde başarıya ulaşabileceğini söylüyor. Bu buyruğa göre tüm toplumsal ilişkilerimizi hafızalarımızda Auschwitz örneğinde somutlaşmış soykırımın "bir daha asla olmamasını" sağlayacak biçimde yeniden gözden geçirip, şekillendirmeliyiz. Birbirini tamamlayan bu iki metinden ilki geçmişle yüzleşmenin ciddi bir anlam kayması tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu öne sürüyor: Yüzleşmeden anlaşılan "geçmişle hesaplaşarak, geçmiş defterleri rafa kaldırmak", "suçluluk kompleksinden" kurtulmak değil, yaşananlar karşısında alınması gereken ahlaki ve siyasi sorumluluk olmalı. Adorno'ya göre bu sorumluluk geliştirilmediği takdirde kurban ve mağdurlar için birincil derecede önem taşıyan adaletin yeniden tesisi yönünde atılacak hukuki tanıma ve onarım tedbirleri de anlamsızlaşacak, araçsal aklın öngördüğü türden, motivasyonunu ahlak-dışı kaygılardan alan bir hesaplaşmaya hizmet edeceklerdir. Adorno'nun her iki metinde de yüzleşmeyi kurban ve mağdurların adalet talepleri perspektifinden değil faillere odaklı bir perspektiften ele almasının nedeni budur. İkinci metinde ise Adorno bu ahlaki ve siyasi sorumluluğun niteliğinin belirlenmesinde birinci derecede önemli bir rol oynadığını iddia ettiği ve eğitim bilimci, psikolog, sosyal hizmet uzmanları ve siyasetçilerin bu sorumluluğun toplumsallaşması için yapacakları çalışmalarda temel almaları gereken en yüksek ahlaki ilkeyi inceliyor. Bu ilke yukarıda da belirttiğim gibi "Bir daha asla!" buyruğu. Bu basit, ilk bakışta negatif, yani bir değilleme aracılığıyla ifadesini bulan ve dolayısıyla bireyin özgürlüklerine mutlak anlamda ahlaki bir sınır çizer görünümündeki buyruğu incelediğimizde Adorno'nun öncelikle bu buyruğa pozitif, özgürleştirici bir anlam kazandırdığını göreceğiz: Adorno, bir daha asla buyruğunu Kant'ın koşulsuz buyruğunun yerine ikame ederek, otonomi düşüncesini yeniden yorumluyor. Ancak yine göreceğimiz gibi Adorno'ya göre Holokost gibi bir felaketle yüzleşebilmek için bu kavramsal müdahale yeterli değil. Otonomi düşüncesi toplum için belirleyici niteliklere sahip pratik ve kurumlarda yer etmediği sürece, sadece bireyler nezdinde ahlaki bir temenni olarak kalmaya mahkum. Adorno'nun bu nedenle yeni koşulsuz buyruğu yüzleşme kavramına içkin olan Hegelci bir anlayışla zenginleştirdiğini göstermeye çalışacağım.

Geçmişle Yüzleşme Siyaseti ve Türkiye

Şimdi tartışacağımız konularla çok uzun zamandır, bir uzmanlık alanı gibi değerlendirerek ilgilenmiş birisi değilim. Yine de, hem Türkiye'nin siyasi sorunları üzerinde düşünen, hem de genel olarak siyaset kuramıyla, feminist kuramla ve son zamanlarda giderek daha fazla psikanalizle ilgilenen birisi olarak, geçmişle yüzleşme siyaseti konusunda bir değerlendirme yapmak istiyorum. Sizlerle daha önce birlikte olan ve bundan sonra birlikte olacak başka arkadaşların çeşitli metinlerini okudum, zaman zaman bunlara göndermede bulunacağım. Birçoğunun söylediklerine katılıyorum ve tekrarlamak istemiyorum. O yüzden, şimdiye kadar okuduğum metinlerde rast gelmediğim, boşluk bırakıldığını düşündüğüm bazı noktalar üzerine eğilme, onları derinleştirme gibi bir yol seçtim.

Edebiyatta geçmişle hesaplaşma: O Geri Döndü

Edebiyatta geçmişle hesaplaşma: O Geri Döndü, 2023

9 30 / Rum eliDE Journ al of Lan gua ge an d Liter at ur e Studies 2 0 2 3 .34 (June) The overcoming of history in the literature: Look Who's Back / Güven, E. B.

Su Gider Kumu Kalır: Mülksüzleşmeyi Açmak (2015)

Büyük barajlar ve mülksüzleşme ilişkisi kağıt üzerinde bu kadar net ve kesinmiş gibi duruyor olabilir. Mülksüzleşme, şüphesiz, birçok yerleşim yeri için hala bu çıplaklığı ve keskinliği ile yaşanıyor. Ancak Türkiye’nin hidro-enerji coğrafyası ve hidrolik yapıları hızla değişiyor, yapılmakta olan hidroelektrik santrallerin yarıdan fazlası küçük HES diye özetleyebileceğimiz 10MW ve altı nehir tipi santraller. Ilısu ve Yusufeli örneklerini bir kenara koyacak olursak, HES karşıtı hareket büyük oranda küçük HES’lerin yaygınlaşmasına paralel olarak gelişti. Geniş rezervuar alanları oluşturmadan, yerleşim alanlarını doğrudan su altında bırakmadan, bir derenin iki noktası arasındaki yükseklik farkını suyu bir boru sistemi ile by-pass ederek kullanan ama yine de büyük tepki ile karşılanan bu yeni nesil HES’ler ne türden mülksüzleşme süreçlerinin yolunu açıyor? Tek bir modele ve ezbere takılı kalmadan açık fikirlilikle bu sorunun cevabı üzerinde kafa yormak sadece analitik ve akademik anlamda değil siyaseten de büyük önem arz ediyor. Mülksüzleşmenin farklı boyutlarını tüm çeşitleri ve veçheleri ile ele almak hem neoliberalizmin sahada nasıl uygulandığına ışık tutuyor ve böylece bir sloganı kanlı canlı karşımızda görmemizi mümkün kılıyor; hem de bizi onunla mücadele yöntemlerini yeniden düşünmeye mecbur bırakıyor.

Kaderle Yüzleşmek

The Journal of Academic Social Sciences, 2019

Ontolojiye göre sanat eseri bir var olandır. Ne ki, o nesneleşmiş bir tinsel varlıktır. Bu bakımdan her sanat eseri heterojen bir yapı gösterir. Heterojen yapı ise reel ve irreel tabakalardan meydana gelir. Sanat eserini böyle bir model analizine tabi tutan Nicolai Hartmann ve Roman Ingarden'dır. İsmail Tunalı, Sanat Ontolojisi adlı kitabında Hartmann ve Ingarden'ın yöntemlerinin bir sentezini yapmıştır. Buna göre edebi eser reel ve irreel olmak üzere iki ana tabakaya ayrılır. Reel tabaka tek bir unsurdan ses tabakasından ibarettir. İrreel tabaka ise anlam tabakası, nesne tabakası, karakter tabakası ve kader tabakası olmak üzere dört unsurdan meydana gelir. Bu yazıda Asaf Hâlet Çelebi'nin "İbrâhîm" adlı şiiri ontolojik eleştiri kuramına göre tahlil edilmiştir. Bunun için Tunalı'nın yöntembilimine yaslanılmıştır. "İbrâhîm"; ses, anlam, nesne, karakter ve kader tabakalarına göre değerlendirilmiştir. Şiirin ses tabakası kelime tekrarları, asonans ve aliterasyon vasıtasıyla ahengin meydana getirildiğini göstermektedir. Anlam tabakasında şiirde kullanılan kelimeler ve bu kelimelerin yaptığı göndermeler bir kültür şiirini açığa çıkarır. Nesne tabakası kutsal kitaplara ve tasavvufa işaret eder. Put yapma ve put yıkma olayı hatırlatılır. Karakter tabakasında İbrâhîm peygamber, Babil kralı Buhtunnasır ve poetik ben "put ve ateş" ortak paydasında buluşur. Karakterler ise kader tabakasındaki temayı ortaya koyar. Buna göre insan nefis putuyla mücadele halindedir.

Geçmiş Geleceğin Çıkmazında

Archaeology progressed in great pace since 1960’s. New archaeology integrated the use of technological innovations such as digital database, GIS, DNA and isotope analysis by encouraging interdisciplinary research and created a vibrant scientific environment. Self-criticism in means of methodology and scientific approach yielded to a drift from positivism and transformed archaeology into an interpretative and dynamic discipline that put emphasis on ethics, public gender, and cultural heritage. In other words archaeology achieved its current understanding not merely by disciplinary experience but also through the changing political and cultural discourses as well as adopting technological innovations. Now archaeology means much more than it used to do and perhaps needs further transformation. In this sense, every archaeological theory emerges with a critical attitude, then being criticised, and in the end enriches the discipline and changes its archaic structure. Either processual or interpretive any conceptual approach has a similar nature of existence; ideas provoke an audience, lose impetus and finally are embraced by more audience and even gets commonplace. In fact any theoretical approach are means that can be used in various ways for learning, knowing and explaining more of the discipline. Theory creates a multi-vocal scientific debate, which is vital for all disciplines. Ignoring the utility and the benefits of theory that changed the fate of archaeology is a senseless opposition that doesn’t go along with the contemporary way of thinking. Beginning with the most basic stage of archaeology, which is sorting out the finds to focus on human factor behind the archaeological things and their functional features, archaeologist has always been an efficient actor in understanding the past and its material culture. Post Processual Archaeology refused the adaptation of general schemes and put great emphasis on individual, bilateral and multifaceted discussion of the past. Recently archaeological theory feels the need to explain more of human-thing interaction and their mutually dynamic relation. The current approach focuses on position of “things” in human life and also how they interact and affect each other in a variety of ways depending on context and other dynamics. This fairly new approach is being discussed profoundly and criticised harshly at the same time, while putting emphasis on “things” more than ever in archaeological context. This paper is aimed at discussing the dynamics that changed the interaction of archaeologists/archaeology with objects; the shifting approaches from archaeology of material culture to “things” and its impact on archaeological research; the source of discourses that shaped the approach on archaeological “things”. Keywords: Archaeological thoughts, archaeology today, past, future, Turkish archaeology

Azınlıklar (2010)

"Azinliklar" , Istanbul Ansiklopedisi, Istanbul, NTV Yayinlari, Kasim 2010, s. 159-165.

Masonlukta Hürlük, Eskilik, Kabul Edilmişlik

2022

Masonlukta geçen özgür ve hür kavramları... Eski denilerek ne denilmek isteniyor? Kabul Edilmiş teriminin anlamı ve kökeni nedir? Hür ve Kaübul Edilmiş ile Eski ve Kabul Edilmiş kavramlarının farkı nedir?