Nâyî Osman Dede, Kantemi̇roğlu Ve Kevserî Harf Müzi̇k Yazilarinda Di̇kkat Çeken İşaretler (original) (raw)

Nâyî Osman Dede Ve Mi̇’Râci̇ye’Si̇

Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 1981

Makalemizin mevzuunu •xvlll'inci asrın büyük. bestekôr, şair ve hattôtlarından olan Nôyı Osman Dede ve bilhassa onun Mi'rôciye'si teşkil et-mahlaslarıyla şHrler yazmıştır .. Galata Mevlevi-hôn~si'nde uzun za.man meşihat makamında bulunduğundan dolayı da Şeyh ve Dede ünvanlarıyla anıJmıştır. Hamza Dede'den sonra Kut!Jü'n-nôyi olarak isimlendirilen. yegeme neyzen Osman Dede'dir. Sôkıp ve Esrôr Dedeler, şôirin İstanbul'lu olduğunu yazarken (1), Sôlim Efendi onun doğduğu semti «istanbul'dıa Şeyh Vefô kurbünde» diye tavzih ederı(2). Ailesi hakkında fazla bilgi yoktur. Müstakim-zade Süleyman, babasının adının İbrôhim olduğunu söyledikten sonra « ... SülElymôn.ly• e Darü'ş-şifô'sının Reisü'l-hüddômı bir pir-i sôhib-nefes ve hezôr bimar-ı bi-hüşa devô-res• olmuş höcü'l-ha, romeyn bir ~at-, şerif idi.» der (3). . Genç yaşta. dini ilimler, Farsça ve-:• eserlerinden. anladığımıza göremuhtemelen Arcipca öğrenmiş; Galata Mevlevi-hônesi şeyhi, hattat, şôir ve değerli bir. mutasavvıf olan •Gavsi Ahmecf Dede'ye intisôb etmiş (4), ondcin feyz almış; bu tekkede bilhassa musiki ve ney çalmakta üstôd olup (5) on sekiz yıl dergôhın neyzenbaşılık vqzifesini ita etmiştir (6). Aynı yıllarda Gavs1 Dede'nin Mesnevi derslerinde «köriiik» de yapmıştır (7). Bilôh~re, şeyhinin kızı Hatice Hanım ile : evlenmiş (8); bu izdivaçtan • oğlu Sırrı Ab

15. YÜZYIL ŞAİRİ NİZÂMÎ'NİN -UÑ REDİFLİ GAZELİNE YAZILAN NAZİRELER ÜZERİNE BAZI TESPİTLER

KÜLTÜRK Türk Dili ve Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 2024

Nazire, acemi şairler için klasik Türk şiiri geleneğini öğrendikleri bir okul; yetkin şairler içinse hem şairlik yeteneklerini sergiledikleri hem de nazireleştikleri şairlere dostluklarını sundukları bir platform olmuştur. Klasik Türk şiirinde çeşitli nazım şekillerinde nazireler yazılmış olmasına rağmen bunların arasında gazel nazım şekli oldukça rağbet görmüştür. Gazel nazım şekliyle kaleme alınan nazirelerde, istisnalar olmak kaydıyla, şairler model şiirin vezin, kafiye ve redifine bağlı kalarak model şiiri taklit etmişlerdir. Bazı nazireler, şiir geleneği içinde popülerleşerek "nazire ağı" adı verilen yapıyı meydana getirmişlerdir. Péri (2020) tarafından geliştirilen nazire ağı teorisi sağladığı şiirsel bağlam ile şiirlerin hem içerik hem de üslup bakımından benzerliklerinin ve farklılıklarının bütüncül bir şekilde incelenmesine yardımcı olmaktadır. Bu çalışmada Edirneli Nazmî’nin 16. yüzyılda derlediği Mecma’u’n-Nezâ’ir adlı eserinde -uñ redifi etrafında oluşan otuz şiirlik nazire ağı ile söz konusu nazire ağıyla aynı vezin, kafiye ve redifle 18. yüzyılda yazılan iki gazel incelenecektir. Vehbî ve Mirzazâde Sâlim’e ait olan bu iki gazel, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi Türkçe Yazma Eserler Koleksiyonu 3523 numarada kayıtlı şiir mecmuasında yer almaktadır. Elde edilen sonuçlara göre 18. yüzyılda yazılan iki gazel ile 16. yüzyılda ortaya çıkan nazire ağı arasında metinler arası ilişkiler olduğu tespit edilmiştir. İki asır boyunca devam eden nazire ağı klasik Türk geleneği içinde bir gelenek hâline gelmiştir. Nazire ağının anlam dünyasına mahsus motifler, anahtar kelimeler, tamlamalar ve kafiye kelimeleri Vehbî ve Mirzazâde Sâlim'in iki gazelinde mevcuttur.

ALİ UFKİ KANTEMİROĞLU VE KEVSERİ 'NİN UZZAL PEŞREVİ MÜZİK YAZILARI

Türk müzik geleneği, kendine has aktarım aktarılmıştır. Bu aktarımın, daha çok sözlü olarak gerçekleşmiş şekilde sürdüğü rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca aktarılması bakımından da, 17. yüzyıldan itibaren önem görülür. Bu adımlar arasında sayabileceğimiz, b eser vermiş olan Ali Ufkî, Kantemiroğlu ve Kevserî açısından önemli kaynaklar olarak karşımıza ç kaydettiği ve çevriyazısını yaptığımız uzzal peşrev tempo-usûl ve makam başlıkları altında karşılaştırarak bağlamında değerlendirmeye çalışacağız.

Nâyî Osman Dede'nin Nota Defterinden Üç Saz Eserinin Müzik Yazısı Açısından İncelenmesi

Rast Müzikoloji Dergisi, 2017

On yedinci yüzyıl Türk musikisi literatür tarihinde ilk ve en önemli isimlerden birisi Nâyî Osman Dede'dir. Neyzenlikte "Kutbü'n-nâyî" derecesine ulaşmış bestekâr, şair ve şeyh Nâyî Osman Dede'nin hayatı kadar, kendi icat ettiği müzik yazısı ile saz eserlerini kaydettiği defteri hakkında da çok az şey bilinmektedir. Defterin tek nüshası vardır, özel bir kütüphanededir ve sadece birkaç kişi görebilmiştir. Defter ile ilgili çalışma da sınırlı sayıdadır. Nâyî Osman Dede'nin defteri hakkındaki ilk bilgilere Eugenia Popescu-Judetz tarafından, 1996 yılında yayınlanan Türk Musiki Kültürünün Anlamları adlı çalışmasında yer verilmiştir. Bu çalışmasında defterin genel özellikleri, nota işaretleri ve defterdeki saz eserlerinin isimleri bulunmaktadır. Defterden birkaç belge ve bir saz eserinin tıpkıbasımı ise ilk kez Nilgün Doğrusöz tarafından 2006 yılında yayınlanmıştır. Bu çalışmada ayrıca Rauf Yekta Bey'in deftere ilişkin hazırlamış olduğu bir şablon da yayınlanmıştır. Defter özel arşivde olduğu için üzerinde başka çalışma yapılamamıştır. Nâyî Osman Dede'nin defterini elinde bulunduran Rauf Yekta Bey'in torunu Yavuz Yekta Bey, 1996 yılında TRT için hazırlanan "Ney Belgeseli" adlı programda defteri tanıtmış ve bazı sayfalarını da yapılan bu program aracılığı ile yayınlamıştır. Yapılan ön araştırmalara göre yayınlanan bu sayfalarda üç saz eseri olduğu ve daha önce hiç bir araştırmacı tarafından üzerinde çalışma yapılmadığı belirlenmiştir. Bu sayfalarda Nâyî Osman Dede'nin defterinde kullandığı ve diğer araştırmacıların örneklendiremediği nota işaretlerinin bulunduğu görülmüştür. Bu çalışmanın amacı da Nâyî Osman Dede'nin defterinde yer verilen üç saz eserinin tanıtılması, eserlerde kullanılan işaretlerin ortaya konulması, şimdiye kadar tespit edilen bilgilerden de yararlanarak mevcut bilgilerin netleştirilmesi ve genişletilmesi olarak belirlenmiştir.

Klâsik Dönem Metinlerinde Değerli Taşlar ve Risâle-i Cevâhir-nâme

Klâsik Dönem Metinlerinde Değerli Taşlar ve Risâle-i Cevâhir-nâme , 2005

Sidre ile arş ~asınd~,yetmiş hicab vardır. Abdülvasi Çelebi'ye göre ~z. Muhammed ın Mı rac gecesinde arşa ulaşırken geçtiği bu hıcablardan biri altın, diğeri de incidendir: İrişdük anda bir altun hicaba On altun perdenün ardında baba Ana lü'lü' hicabı <lirler uş ad Huda yitmiş hicab itmişdür abad (Akar 1987: 294) ~i'r~ciye'ler~e~i tasvirlere göre Hz. Muhammed, Mi'rac gecesinde dudagı lalden,__ ~ışı mercandan, kulağı yakut, yeşil • zümrüt veya zebercedden, yuzu yakuttan, boynu müşkten, önlüğü gümüşten, kanatları ~ız~l yakuttan, ba~~ '-~!~en, alnı kırmızı yakuttan; ayağı züı:nrutten, tırnağı ıncı~~n,_ ~½a~ı _ıu lu-ı musaffiidan Burak'a biner (Akar 1987: 219). Ab~ulbakı Arı~ın ve _Ab~ülvası Çelebi'nin eserlerinden alınan aşağıdaki beyıtler de bu tür tasvırlerın yapıldığı örnekler arasındadır: Arkası lü'lü'-i musafflidan Sine yakut-ı safhamradan • Dest ü payı olup zümürrüd-gı1n Cünbüşi olmış idi berk-nümı1n (Akar 1987: 220) Getürdiler önüme bir Burakı Başı la'! ü zümürrüdden ayagı Gözi incü dişi incü dınagı Yüzi yakut ü yiili müşkdendür Kızıl yakutdan iki kanadı Muti' ü mukbil ü hiç yok inadı (Akar 1987: 328) Mi'rac ise, fırdevs cennetinden uzatılan,. bir ucu sahra taşının üstünde, bir ucu göklerde bir merdivendir. Altın, gümüş, ak inci ve nurdan örülmüştür. Bir yanı zeberced ve zümrüt, bir yanı yakut veya gümüştendir. Ayakları zümrüt, inci, gümüş, altın, mercan, yakut ve laldendir. Üzeri de yakut ve incilerle süslenmiştir (Akar 1987: 224). Tasvirinde cevherlerin çok kullanıldığı kutsal kavramlardan biri de cennettir. Aşağıdaki beyitlerde anlatıldığına göre cennetin altın kapısının tahtaları lalden, toprağı ve ırmağının taşı lal ve inciden, toprağı ve balçığı miskten, evlerinin kerpici altın ve gümüşten, köşklerinin kubbesi incidendir. Cennetin; bir kerpici altin, bir kerpici gümüşten, sıvası miskten, toprağı zaferandan, taşı/dışı görülmemiş inci ve yakuttan, duvarlarından ikincisi kızıl altından, ,üçüncüsü yakuttan, dördüncüsü ve beşincisi kardan beyaz ve safiı;ıciden; altıncısı hareli zeberceddendir: La'lden tahtaları altun kapu Huriler el kavşurup kılur tapu Çayı taşı la'! ü incü topragı Misk-i ezfer çiçegi hem revnakı En kiçirek evleri bin yıl ucı Biri altun biri gümiş kerpici Balçıgı şol müşk ola kim dirhemi Kokusıyla toldurur bu alemi Kubbeler var incüden yüce ulu İçi kamu hurilerle toptolu (Akar 1987: 273-274) Dedi sudan yaratmıştır dediler kim binası ne Dedi bir kerpici altın biri gümüş durur kim var 4 ıL Sıvası misg-i ezferdir turabı za'ferandandır Taşı lülüyile yakut nazirin görmedi ebsar İkincisi kızıl altın üçüncüsü durur yakut Onun dördüncüsü lülü sanasın aklığı ak kar Beşincisi durur dürden arı cevher durur safi Zeberceddendir altıncı yeşildir mevci hep jengar (Çelebioğlu 1996: 468-469). . Çeşm-i Süleyman düreri cevheri Tagda vü deryada görür serseri Çeşm-i Süleyman a!eyhi's-selam Enver idi hurrem idi dfd-bıim (?) Ka'r-ı bahirde dür-i deryayı o. Cevf-i sadefde görür idi kamu. Kfilıda viranede genc-i nihan Cümle Süleyman'a olurdı a'yan Divlere anı getürdür idi Ma'den-i alem zer ile pür idi (Çakır 1998: 160). Fuzüli'nin Veys Bey medhinde yazdığı kasidenin aşağıdaki beytinde, "div, taht, güher, başda gezdirmek" kelimeleri bir m•ada kullanılmak suretiyle Hz. Süleyman'la devler arasında geçen ve cevherlerin de yer aldığı başka rivayetler de işaret edilir: Dive benzer gezdürür başda Süleyman tahtını Yohsa kandur sahlanur gögsinde kıymetlü güher (Akyüz, Beken .. .1958: 105) Nitekim "Ferheng-i Telmihat"ta, emrine verilen devlerin Hz. Süleyman için binalar kurduğu belirtildikten sonra "Kısiısü'l-Enbiya-yi Nişabüri"de "Kasr-i Cevahir-i Süleyman" başlığı altında yer aldığı belirtilen bir rivayet aktarılır. Buna göre haremi, Hz. Süleyman' dan cevherlerden ve yakutlardan oluşmuş bir köşk ister. O da devlere böyle bir köşk yapmalarını buyurur. Verilen emir üzerine denizden çıkardıkları cevherler ve getirdikleri yakutlarla bir köşk bina eden devler, bu köşkü • havada rüzgarla birlikte taşımaktadırlar (Şeınisa 1369: 338). Diğer rivayet ise, Hz. Süleyman'in altın ve gümüşle dokunmuş bir yaygısı olduğu, yaygının üstünde kızıl yakut, inci ve başka cevherle süslenmiş bir tahtının bulunduğu ve tahtını rüzgarın havada gezdirdiği şeklindedir 8 Bu eserde Hz. Muhammed'in mucizeleri arasında "yerlerde, denizlerde ne kadar defineler, hazineler, inciler, mercanlar ve cevherler varsa hepsini bildiği" de gösterilmektedir (Çörüş 1979: 153). 8