İki̇ Büyük Şahsi̇yeti̇n Yol Kesi̇şmesi̇; Sağlik Bakani DR.BEHÇET Uz Ve Mali̇ye Bakani Hasan Polatkan’In 1954-1955 Yillari Arasi Dönemleri̇ Ve Poli̇ti̇kalari (original) (raw)
Related papers
Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, 2023
Öz. Bu araştırmada Cumhuriyet’in ilk yıllarında izlenen sağlık politikaları bağlamında sağlık bilgisini basılı eserler aracılığıyla halka ulaştırabilme çabası değerlendirilmiştir. Osmanlı birikiminin nitel ve nicel eksikliği ile uzun soluklu savaşların yarattığı sosyo-ekonomik problemler salgın hastalıkların etkilerini güçlendirirken yeni nüfus politikalarını da zorunlu kılmıştır. 1920-1938 yılları arasında yeni devletin izlediği sağlık politikaları sağlık çalışanları ile hastane sayılarının arttırılmasına odaklanmanın yanında koruyucu sağlık önlemleri ekseninde bireysel ve kolektif sağlık bilincinin uyandırılmasını da arzulamıştır. Anadolu’daki nüfusun pozitif yönde organizasyonunun aciliyeti her türlü sosyal problemin çözümlenmesini zorunlu kıldığından bilginin sadeleştirilmiş boyutunun çok yönlü yöntemlerle kitlere aktarılması gerekliydi. Bu çerçevede “Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekâletinin” 1922-1939 yılları arasında kitaplar, afişler, broşürler, filmler ve farklı etkinliklerle halkı salgın hastalıklar, çocuk bakımı ve zararlı böcekler konusunda aydınlatmaya çalıştığı görülmektedir. Bu makale 1922-1939 yılları arasında yayımlanan “Annelere Nasihat, Trahom Hakkında Halka Nesayih, Kızamık, Sineklerle Mücadele, Kuşpalazı, Difteri” gibi pek çok kitap ve broşürden yararlanarak halk sağlığı bilgisinin nedenler-önlemler boyutunu, nüfus politikaları boyutunu, bilginin tarihi ve istatistiki aktarım boyutunu ve doğru bilgiye güvenme boyutunu belirginleştirmeye çalışmaktadır. Abstract: This study assessed the effort to disseminate health information to the public through printed publications in the context of health policies implemented in the initial years of the Republic of Türkiye. The qualitative and quantitative inefficiency of the Ottoman Empire's knowledge capacity and the socio-economic issues that originated from the long-term wars amplified the impacts of pandemics and necessitated new population policies. The health policies implemented by the new state between 1920-1938 focused on increasing the number of hospitals and their healthcare professionals, aspiring to raise individual and collective health awareness within the context of preventive health measures. Since the urgency of the positive organization of the Anatolian population obliged the resolution of all kinds of social problems, disseminating the simplified version of the information was vital to the masses with versatile strategies. In this context, the Ministry of Health and Welfare explicitly strived to educate the public about pandemic diseases, childcare, and pests by releasing books, posters, brochures, and making films and various activities between 1922 and 1939. This article, therefore, aimed to concretize the reasons-measures dimensions of public health actions, population policy, historical and statistical information dissemination, and the extent of reliance on the exact information by referring to numerous books, including "Advice to Mothers, Public Advise about Trachoma, Measles, Fighting Against Flies, Diphtheria..." and brochures released between 1922-1939 period.
KÜLTÜR, KİMLİK, ETNİSİTE VE MİLLİYET KAVRAMLARI ÇERÇEVESİNDE BATI BALKANLAR: HOFSTEDE PERSPEKTİFİ
Bu çalışmanın iki amacı vardır. İlki, tek bir Balkan kültürü olup olmadığı soru-suna cevap vermek, diğeri ise yine Balkanlarda kimlik, etnisite ve milliyet kavramlarının birbirleri ve kültürle aralarındaki ilişkilerin varlığını ve boyutunu sorgulamaktır. Bu çerçevede kültürün coğrafya temelli yaklaşımı benimsenmiş ve kültürün aynı/yakın coğrafyalarda benzeşirken değişik coğrafyalarda farklılaşacağı önermesinden yola çıkılmıştır. Balkanlar tarih boyunca " farklılıkların ve uyumsuzlukların içiçe yaşadı-ğı ve birarada olduğu " bir coğrafyadır. Dolayısıyla Balkanlara has bu karakterin genel kültür önermesi ile uyuşup uyuşmadığı cevap bulunmaya çalışılan temel sorundur. Hofste'in kültür tanımı ve bu konuda geliştirdiği ölçek literatürde geniş kabul görmüş bir yaklaşımdır. Bu çalışmada da Hofstede'in kültür perspektifi dikkate alınarak literatür taraması yapılmış, analizlerde söz konusu ölçekle elde edilmiş veriler kullanıl-mıştır. Makalede ilk olarak Batı Balkanlar örneklemi üzerinden; Kuzey Avrupa, Orta Doğu veya Uzak Doğu benzeri tek bir kültür olup olmadığı sorusuna cevap bulunmaya çalışılmaktadır. Hofstede ölçeği yoluyla daha önce elde edilmiş ampirik veriler üzerin-den yapılan karşılaştırma ve analizlerde, karşılaştırma yapılan bölgelerdeki gibi tek bir Balkan kültürü olmadığı ancak verilerin birbirinden tamamen farklılaşmış kültürleri de göstermemesi nedeniyle, ortaya çıkan durumun birbirine yakın, zengin bir kültürel var-lığa işaret ettiği, bu zenginliğin de Türk-Osmanlı dönemine ait önemli bir altyapısının bulunduğu iddia edilmektedir. İkinci tartışma konusu ise yine adı geçen coğrafya örnekleminde ve aynı yön-temle, kimlik, etnisite ve milliyet kavramları arasındaki ilişkileri sorgulamaktır. Yapılan analizlerde bölgede kavramların birbirine yakın, hatta aynı anlama geldiği/aynı anlamda kullanıldığı, bu kavramların da kültürle eşdeğer içeriğe sahip olduğu iddia edilmekte-dir. Analizlerde Hofstede'in kültürler-arası farklılaşma yaklaşımından istifade edilmekte ve özellikle bireysellik-kollektivizm üzerinde durulmaktadır.
Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2017
Bu çalışmanın temel varsayımı, 1949 Çin devrimi öncesinde Sovyetler Birliği ile Çin Komünist Partisi arasında yakın ilişkilerin olmadığı, ilişkilerin devrimle birlikte olumlu bir ivme kazandığıdır. Sovyetler Birliği Çin’de sosyalist bir devrim konusunda pek hevesli değildi ve devrim sürecine katkı sağlamadı. 1949’da devrim gerçekleşti ve Çin Komünist Partisi, Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurdu. Bu gelişmelerle birlikte iki ülkenin dostane ilişkileri başladı. Sovyetler Birliği her alanda Çin Halk Cumhuriyeti’ne destek oldu. Bu bağlamda, çalışmada, öncelikle Çin Komünist Partisi’nin kuruluşundan devrime kadar olan dönemde Sovyetler Birliği ile Çin Komünist Partisi arasındaki ilişkilerin mahiyeti/niteliği incelendi. Tabii bu dönemde, Sovyetler Birliği’nin Çin Hükümeti’ne bakışı da vurgulandı. Ardından, devrimden 1956’ya kadar olan dönemde Sovyetler Birliği-Çin Halk Cumhuriyeti ilişkilerinin genel seyri üzerinde duruldu. Tarafların birbirine yaklaşımının nasıl farklılık gösterdiğini ve bunun ne gibi sebeplere dayandığını ortaya koymak amaçlandı.
Ferdî menfaatin sıfır ve “Kuvay-ı Millîye” ruhunun hâkim olduğu TBMM, ülkenin kurtarıcı makamı gösterilmiş ve meşru hakkın elde edilmesine yönelik işlevi, boyun eğmeyerek de yaşayacakları ve hakiki olarak kalkışmanın Müslümanların hayatlarının kemâle erdirilmesine kadar sürecek bir çaba olduğu tescil edilmiştir. Yürütülen Millî Mücadelede temel amaç siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel vb. her alanda tam bir bağımsızlığa ve hürriyete kavuşmak olan tam istiklâli sağlamak olmuş, ülkenin millî çıkarlarını, prensiplerini himaye ve muhafaza eden politika ön planda tutulmuştur. “Siyasette hissiyata kapılarak değil daima menfaat, mihveri harekâttır” düsturu ile esasını “Millî Bağımsızlık”, “Millî Misak”, “Uluslararası Hukuka Saygı”nın oluşturduğu millî siyaset uygulaması ve gerçeklik; “…Bizim vuzuh ve kabiliyeti tatbikiye gördüğümüz meslekî siyasî, Millî siyasettir. …Tarihin ifadesi budur, ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir” şeklinde ortaya konulmuştur. TBMM üyeleri tarafından arzu edilen mutlu ve refah içinde yaşam; “…Hududu millimizi tam ve kâmil olarak temin edebilmek ve mücahedemizde istihdaf ettiğimiz yegâne gaye, hududu millimiz dâhilinde bir istiklâli tam ve medenî bir millet ve medenî bir idare sahibi olarak yaşamak ve nesli atimizi yaşatmaktan ibarettir” biçiminde ifade edilmiştir. Bu araştırma ile ülke sınırları dâhilinde bulunan insanları hürriyet ve istiklâl fikri etrafında birleştiren TBMM’nin diplomasiye yön veren meşru direnişi ile hak ettiği mesut ve müreffeh yaşam talebi irdelenmiştir. Araştırmada amacı, evrenin özellikleri hakkında bilgi toplamak, kişileri, durumları veya olayları tam ve doğru olarak betimlemek olan araştırma modeli esas alınmış, TBMM zabıt ceridelerinden ve telif-tetkik eserlerden istifade edilmiştir.
Osmanli Mirasi Arastirmalari Dergisi, 2019
Öz: Osmanlı Devleti'ndeki bürokratik sistemin nitelikli kadrolar ile yürütülebilmesi adına Sultan Abdülmecid'in saltanatı zamanında, 1859 yılında, İstanbul'da açılan Mekteb-i Mülkiye Türk eğitim tarihinin en önde gelen, iz bırakan okulları arasında yer almaktadır. Bu okuldan yetişen öğrenciler zamanla Osmanlı bürokrasi ve eğitim sistemi içerisinde önemli vazifeler üstlenmişlerdir. Bununla birlikte farklı tarihlerde alınan kararlarla Mekteb-i Mülkiyede öğrenci kabulü, eğitim düzeni, müfredat gibi başlıklarda birçok kez düzenlemeye gidilmiştir. Bu nedenle Mekteb-i Mülkiyenin, kurucusu Sultan Abdülmecid zamanında farklı, Sultan II. Abdülhamid zamanında farklı, II. Meşrutiyet Dönemi'nde daha başka bir eğitim anlayışı ve müfredat ile hizmet verdiği dikkati çekmektedir. 1908 yılında II. Meşrutiyet'in ilan edilmesinin ardından Sultan II. Abdülhamid devrinin etkilerini azaltmak için Mekteb-i Mülkiyede bir kez daha düzenlemelere gidilmişse de istenilen düzen tam anlamıyla oturtulamamıştır. Çalışmada 1911 yılında Mekteb-i Mülkiyeye müdür olarak atanan Mehmed Hikmet Bey'in hazırlayarak 28 Mayıs 1912 günü Dâhiliye Nezâretine sunduğu bir rapor ele alınmaktadır. Mehmed Hikmet Bey, okulun geçmişten gelen bazı problemlerine dikkat çekmekte ve bu sorunların aşılması için birtakım önerilerde bulunmaktadır. Bununla birlikte Mekteb-i Mülkiye için yeni bir eğitim müfredatının uygulanması gerektiğini savunan Mehmed Hikmet Bey bu konuda kapsamlı bilgiler vermekte ve öğrencilerle ilgili de bazı düzenlemeler yapılması yolunda görüş bildirmektedir. Bu kapsamda söz konusu çalışmada okulun daha faydalı hâle getirilmesi adına müdür Mehmed Hikmet Bey'in kaleme aldığı görüş ve düşünceler, okulda uygulanması önerilen müfredat ile idare-eğitim modeli hakkında bilgiler verilmekte, son bölümde ise layihanın hayata geçirilme durumu ile okul üzerindeki etkileri üzerine değerlendirmelerde bulunulmaktadır.