Bilinçdışı Üzerine Nietzscheci Perspektifler (original) (raw)
Related papers
Bu yazıda Nietzsche’nin özellilke Türkçe literatürde sıklıkla ihmal edilen “perspektivizm” düşüncesini Heidegger’in felsefesinde son derece önemli bir yer tutan “dünya” kavramı ile birlikte Akira Kurosava’nın Raşomon adlı sinema filmi üzerinden okuyacağız. Böylelikle, hem Nietzsche felsefesinin bugün bile geçerliliğini koruduğu söylenebilecek özünü —yani, perspektivizm düşüncesini— açıklayıp yorumlayacağız; hem Heidegger’in “dünya” kavramının Nietzsche’nin perspektivizmi üzerinden nasıl okunabileceğini gösterecek ve onu Nietzsche’nin perspektivist diliyle yeniden anlatacağız; hem de Akira Kurosava’nın Raşomon adlı filminde bu felsefi temaların nasıl görünür kılınıp yeni sorularla derinleştirerek bir “video-felsefe” yaptığını ortaya koyacağız. Bu amaçlar doğrultusunda, ilk bölümde Nietzsche’nin perspektivizm düşüncesinin ne olduğunu anlatıp onu “ne olsa gider” türündeki rölativist anlayışlardan ayıracağız. İkinci bölümde Heidegger’in “dünya” kavramını nasıl incelediğini ve “dünya içinde-varlık” fikrinin neden Nietzsche’deki perspektivizm düşüncesine paralel bir anlayış olduğunu ortaya koyacağız. Son olarak, bu iki düşünceye dair örnekleri Raşomon filminde sergilenen “tanıklık fenomenolojisi” ve bu fenomenolojinin akla getirdiği bazı felsefi pozisyonlar üzerinden birlikte okuyup, filmin bu felsefi tartışmayı nerelere doğru yönelttiğini soruşturacağız.
Nietzsche’nin Nihilizm Söylemi
2020
Nihilizm kavrami Antik Yunan filozofu sofist Gorgias’a kadar geriye goturulebilir. Soz konusu kavram, genel itibariyle ontolojik ve politik anlamlarda kullanilagelmistir. Nietzsche acisindansa nihilizm kavrami “deger” problematigi uzerinden isler. Bu bakimdan ele alindiginda kavram, yasamin anlamiyla ilgilidir. Nietzsche’ye gore nihilizm soylemi, yasam degerlerinin anlamdan dusurulmesini, baska bir deyisle, yasamin herhangi bir anlaminin olmadigini ifade eder. Bu soyleme kosut bir isleyisin Bati metafiziginde suregeldigini ileri suren Nietzsche bu metafizigin “duyu-ustunu” merkezine aldigi icin dunyayi bir yanilsama olarak gordugunu isaret etmektedir. Ona gore, ote dunyadan ya da duyu-ustu bir mekândan bahsedilemez; bahsedilmesi durumundaysa geriye ancak hiclik kalir. Nietzsche bu baglamda neredeyse tum Bati metafiziginin dunyayi degersizlestirerek hiclige surukledigine inanir. Bu arastirma Nietzsche’nin sanildigi gibi nihilist olmadigini, aksine belli bir anlamdaki nihilizme karsi ...
Tanımak, Anlamak ve Yargılamak Üçgeninde ‘Nietzsche ve Babaannem’e Eleştirel bir Bakış
Ayraç Dergisi, 2009
Nietzsche, Sokrates’ten başlayarak, aklı ve insanı putlaştıran bütün bir Batı düşüncesinin bütün putlarını teker teker kırar. Putkıran bir düşünür, nasıl olur da insanın varlık sorununu anlayamamış, özümseyememiş bir hale getirebilinir? Nietzsche, derinlikli bir soy kütüğü ve kazı çalışması yaparak, hem nefes kesici bir Batı düşünce tarihi özeti sunar, hem de geliştirdiği kışkırtıcı, imajinatif ve çığır açıcı üslubuyla çağımızın putlarını birer birer ifşa eder ve tarihe gömer. Nietzsche’nin en çarpıcı özelliklerinden biri, hakikat karşısında dimdik durarak sebat göstermesi, bulunduğu yerden ayrılmayarak insanları hakikatle yüzleşmeye davet etmesidir. Bu ideali, kâinatın sırları karşısında varlığa değer biçtiğimiz her şeyin varoluş arayışı için gerekli olduğu gerçeğini, hatta “tanrı öldü” sloganıyla özetlenen öteki gerçeği çarpıtmamıza, ötekileşen bireyin savrulmadan aynanın karşısına çıkabilmesine, ya da kendisini unutmasına izin vermez. Bu gerçeği Deccal’de şöyle açıklar: Her adımda insan hakikat için boğuşmalıdır; insan, kalbinin, aziz tuttuğu, hayata olan güven ve sevgimizin temeli olan neredeyse her şeyi hakikat uğruna feda etmelidir. Bu, tinin yüceliğini gerektirir: hakikate tapmak tapmaların en zorudur. Zira düşünsel açıdan dürüst olmak ne anlama gelir? İnsanın kendi kalbine karşı sert olması, insanın “güzel duyguları” küçük görmesi, insanın her bir Evet veya Hayır’ı bir vicdan sorunu tapması anlamına!”
Bilinemez Olarak Başkası: Levinas, Sartre ve Husserl
POSSEIBLE Düşünme Dergisi / Journal of Thinking SAYI / ISSUE: 13 BAHAR / SPRING 2018, 2018
Aristoteles'e göre bütün insanlar doğaları gereği bilmek ister. İnsanın en temel bilme konularından biri, yine kendisi yani insandır. Ancak insan, kendini bilmek için yola çıktığında kaçınılmaz olarak, bilinemez olanla karşılaşır. Bu bilinemez olan başka insandır. Başka insan, her ne kadar insan olmak bakımından insanın bir benzeri olsa da, onun karşısında asla tam olarak anlaşılamayacak bir varlık olarak durmakta ve onu şaşırtmaktadır. Emmanuel Levinas, Jean-Paul Sartre ve Edmund Husserl de doğaları gereği bilmek isteyen filozoflar olarak, bu bilinemez olanın izini sürmüş ve bu bilinemezliğin nedenlerini düşünmüştür. Bu çalışmada, bu üç filozofun başkasını bilme olanağına dair görüşleri, felsefi antropolojiyle bağlantılı olarak ele alınarak karşılaştırılacak ve böylece başkası denen bu bulmacanın çözümsüz kalışının nedenleri tartışılacaktır. Abstract According to Aristotle, all men desire to know by their nature. One of the most basic knowledge subjects of human is himself/herself, in other words,human. But human, on the way to knowing himself, inevitably, encounters with the unknowable. This unknowable is the other human. The other human, even though he/she is similar to him/her in terms of being a human, stands and surprises him as an entity that can never be fully understood. Emmanuel Levinas, Jean-Paul Sartre and Edmund Husserl, as philosophers who desire to know by their nature, have also traced this unknowable and thought about the reasons of this obscurity. In this study, the opinions of these three philosophers on the possibility of knowing the other, will be compared in connection with the philosophical anthropology and so that the causes of this unsolved puzzle which is called as the other will be discussed.
Beytülhikme, Eylül 2019, 2019
Varoluşçuluk terimi genellikle özden ziyade varoluşun ve evrensel olan karşısında da bireysel olanın ön plana çıkarıldığı bir düşünce akımı olarak değerlendirilir. Bu bağlamda birçok felsefe tarihçisi, somut insana ve bireye yaptığı vurgu sebebiyle Friedrich Nietzsche’yi varoluşçuluk akımının önemli köşe taşlarından birisi olarak yorumlar. Diğer taraftan Nietzsche’nin felsefe külliyatı, varoluşçuluk düşüncesi ile bağdaşmayan çok sayıda kavrama sahiptir. Bu çalışma Nietzsche’nin felsefi projesinin ne ölçüde varoluşçuluk akımı ile uyuştuğunu nihilizm, üst insan, güç istemi ve ebedi dönüş gibi kavramlardan hareketle tartışmaya açmakta ve en nihayetinde Nietzsche’nin bir varoluşçu olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna ulaşmaktadır.