Roma Hukuku’nda Şirket (Societas) Akdi ve Bunun Türk Hukuku’na Etkisi (original) (raw)

COVID-19 Salgının Sirketler Toplulugu Hukukundaki Etkileri

2019 yılının sonlarına doğru Çin Halk Cumhuriyeti'nde ortaya çıkarak tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgını modern dünyayı alışmış olduğu düzenin dışına çıkarmış ve insanların hayatlarını birçok açıdan etkilemiştir. Salgının hukuki boyutu yönünden de etkileri olmuş ve birçok düzenleme getirilmiştir. Her ne kadar salgın açısından özel bir düzenleme getirilmemiş olmasa da salgının da şirketler topluluğu açısından raporların hazırlanması, bilgi alma hakkının kullanılması, hâkimiyetin kullanılmasının sonuçları ve güvenden doğan sorumluluk bakımından etkileri olabilecektir.

Roma Hukukunda Kamulaştırma

Marmara üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, 2017

Roma Hukuku'nda mülkiyet hakkının pek çok şekilde sınırlandırıldığı görülür. Bu sınırlamalar özel hukuk kaynaklı olabileceği gibi kamu hukuku kaynaklı da olabilmektedir. Öğretide mülkiyet hakkına yönelik kamu hukuku kaynaklı sınırlamaların özel hukuk kaynaklı sınırlamalar kadar çeşitli olduğu belirtilmektedir. Kamu hukuku kaynaklı bu sınırlamalardan birisi de kamulaştırmadır. Bu çalışma kapsamında ilk önce kamulaştırma kavramı öz olarak açıklanacak, ardından Roma Hukuku'nda kamulaştırma yoluyla mülkiyete müdahale edilmesi hususu irdelenecek, son olarak da Roma Hukuku'ndaki durum Türk Hukuku ile karşılaştırılacaktır.

" Osmanlı Devleti’nde Yabancı Şirketlerin Hukuki Statüleri ve Tüzel Kişilikleri: The Oriental Carpet Manufacturers Ltd Örneği."

TÜRK HUKUK TARİHİ SEMPOZYUMU BİLDİRİLER KİTABI, 25 - 27 Ekim 2021, Ankara, Türkiye Adalet Akademisi Yayınları. , 2023

Batı’da özellikle Sanayi Devrimi sonrasında görülen sosyal ve ekonomik gelişmelerle ilişkili olarak gelişme gösteren şirketleşme olgusu, Osmanlı’da daha çok bir tür emek ve sermaye ortaklığı olan Mudârebe sistemine dayanmaktaydı. Bununla beraber 19. yüzyılda yaşanan gelişmelere bağlı olarak Tanzimat Dönemi’nden itibaren şirketleşme hukuki bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda 1850 yılında Fransız Ticaret Kanunu iktibas edilerek Ticaret Kanunu (Kanunnâme-i Ticaret) meydana getirilmiştir. Ticaret Kanunu’nda şirketler kolektif, komandit ve anonim olmak üzere üç gruba ayrılıp bunların işlev ve tanımlamaları yapılırken yabancı şirketlerle ilgili hukuki mevzuata ne ticaret kanununda ne de Mecelle’de yer verilmiştir. Osmanlı hukuki mevzuatında yabancı şirketlere yer verilmemesi yabancı şirketlerin kapitülasyonlar kaldırılıncaya kadar devletin onay ve iznine gerek duymaksızın Osmanlı coğrafyasında faaliyette bulunabilmesine zemin hazırlamıştır. Bildirimiz bu tür yabancı şirketlerden biri olan ve halıcılıkta bir tekel haline gelen The Oriental Carpet Manufacturers Limited [OCM]’i incelemektedir. 1907 yılında bir İngiliz şirketi olarak Londra’da kurulan OCM, 1 Ocak 1908 tarihi itibariyle Anadolu coğrafyasındaki ticari faaliyetlerine başlamakla beraber Osmanlı Devleti tarafından gayr-i musaddak addedilmiş ve bu durum bu önemli şirket için hukuki anlamda ciddi sorunlara sebep olmuştur. Osmanlı Devleti, her ne kadar yürürlüğe koyduğu yönetmelik ve nizamnamelerle OCM’yi Osmanlı hukukunun normlarına uygun bir şirket haline getirmeye çalışmışsa da tespit edebildiğimiz kadarıyla bunu 1918 yılına kadar yapamamıştır. Bildirimizde OCM’nin yabancı bir şirket olarak Osmanlı’nın hukuki norm ve değerlerine uymadan ve resmi anlamda kayıtlı olmadan Osmanlı topraklarında nasıl ve ne şekilde varlığını devam ettirdiği ve Osmanlı Devleti’yle olan ilişkileri de incelenecektir. Bu şekilde bir şirket özelinden yola çıkarak, yabancı şirketlerin Osmanlı’da hukuki statülerinin genel özellikleri ortaya çıkarılmaya ve devletin son yıllarına kadar tüzel kişiliğe sahip olmadan Anadolu topraklarında varlıklarını nasıl devam ettirdikleri açıklanmaya çalışılacaktır. Anahtar Kelimeler: Şirket, Yabancı Şirketler, Nizamname, OCM, Tüzel Kişilik

Tahkim Müessesesinin Roma, İslâm ve Günümüz Türk Hukuklarındaki Görünümü

İstanbul Medeniyet Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2023

Tahkim, tarafların aralarındaki uyuşmazlığın çözümünü hakeme tevdi ettikleri bir sözleşmedir. Uyuşmazlığın güvenilir üçüncü bir kişiye tevdi edilmesine ilişkin uygulamalar tahkimin kurumsal olmayan ilk örneklerini teşkil eder. Roma hukukunda ve İslâm hukukunda da tahkim, bu örnekler üzerinden ele alınmıştır. Bilhassa İslâm hukukunun klasik doktrininde tahkime ilişkin dönemin koşulları çerçevesinde bir teori oluşmuştur. Günümüzde ise tahkim, kurumsal ve uluslararası boyutlarda ele alınmakta ve giderek yaygınlaşmaktadır. Tarihsel süreçte tahkimin bir uyuşmazlık çözüm yolu olarak taşıdığı değer giderek artmıştır. Günümüzde tahkim pek çok açıdan tasnif edilmektedir. Bu çalışmada ihtiyarî ve iç tahkime odaklanılmıştır. Tarafların aralarındaki uyuşmazlığı hakeme tevdîi, genel olarak tahkim sözleşmesi ve hakem sözleşmesi üzerinden ele alınmaktadır. İslâm hukukunda hakem sözleşmesi müstakil bir sözleşme olarak ele alınmadığı için İslâm hukuku açısından konu, hakeme ilişkin özellikler şeklinde incelenmektedir. Tahkim sözleşmesinin hukukî niteliği, tahkime elverişlilik, şart ve süre, sona erme hâlleri ve kanun yolları tahkim sözleşmesi açısından öne çıkan başlıklardır. Hakemlere ilişkin özellikler bağlamında da hakemlerin nitelikleri ve sayıları ile kararlarının niteliğinin incelenmesi gerekmektedir. Bu çalışmada esas itibariyle Roma, İslâm ve günümüz Türk hukuku benzerlikler ve farklılıklar yönüyle mukayese edilirken; diğer yandan da Roma hukukunun günümüz Türk hukukuna etkisi, İslâm hukuk sistemi ile günümüz Türk hukuku üzerinden Kıta Avrupası hukuk sisteminin mukayesesi, İslâm hukukunda tahkim teorisinin geliştirilmesi hususlarına ilişkin çeşitli çıkarımlar elde edilmiştir.

Anonim Ortaklıkların Haklı Nedenle Feshi - Mukayeseli Hukuk Kapsamında Türk Hukuku Açısından Değerlendirmeler

Türk Dünyası 1. Hukuk Kurultayı", 3-5 Haz. 2010-Kadir Has Üniversitesi, 2010

I-Haklı Neden Kavramı ve Niteliği Türk Hukukunda haklı neden çeşitli şekillerde ifade edilmektedir. Borçlar Kanunu'nun 264 m. ile 286 'de «mühim sebeplerden dolayı fesih», 344 m. ve 517 m.'lerde «muhik sebep» terimi kullanılmıştır. BK. 535/7 m.'de adi ortaklıkların sona erme nedenleri sayılırken, «Haklı sebep» denilmiştir. «Haklı sebep» terimi genellikle Ticaret Kanunu tarafından tercih edilmiştir. Haklı nedenle fesih, sürekli borç ilişkilerinde, tarafların tersine anlaşma yaparak ilişkiyi devam ettiremeyecekleri hallerde, sözleşmeye son verebilme yetkilerini ifade etmektedir. Kanun koyucu, bütün sürekli borç ilişkilerinde 'haklı nedenlerle fesih imkanını taraflara tanımaktadır. İster tarafların şahsını ilgilendiren olgular olsun, isterse tarafların dışındaki etkenlerin değişmesi olsun, bunlar bir taraf için ilişkiye devamı çekilmez hale getiriyorsa olağanüstü fesih hakkını doğururlar. II-Ortaklıkların Haklı Nedenle Feshi 1) Adi ortaklığın haklı nedenle feshi BK m. 535 b. 6'da bir adi ortaklığın, bir ortağın fesih bildirimi ile iki halde son bulacağı belirtilmiştir: • 1) Bu hak ortağa ortaklık sözleşmesinde tanınmışsa • 2) Adi ortaklık belirsiz (sınırsız) süreli olarak kurulmuşsa. BK m. 525 b. 7'de "haklı sebeplerden dolayı fesih için verilen mahkeme ilamıyla" ortaklığın sona ereceği belirtilmiştir. "Haklı sebeplerden dolayı mukavelede muayyen müddetin hitamından evvel ve eğer şirket muayyen olmayan bir müddet için akdedilmiş ise evvelce ihbara hacet olmaksızın şirketin feshi talep edilebilir." 2) Ticaret ortaklıklarının haklı nedenle feshi Kollektif ortaklıklarda, ortaklar arasındaki karşılıklı güveni sarsarak ortaklığın devamını olanaksızlaştıran, hiç değilse ortakların birlikte çalışmalarını ciddi şekilde güçleştiren olayların doğması halinde ortaklardan her birinin (bu olayı doğuran 1 Bu çalışma, "Türk Dünyası 1. Hukuk Kurultayı", 3-5 Haz. 2010-Kadir Has Üniversitesi-İstanbul'da tebliği olarak sunulmuştur.

Roma Hukukunda Eser Sözleşmesi̇nde İfa İmkansizliğinin Hükümleri̇ Ve Türk Hukukunu Etki̇leyen Yönleri̇

2018

Roma hukukunda eser sozlesmesi, locatio conductio adi verilen ve kira, hizmet, eser sozlesmelerini icine alan ozel bir sozlesme tipidir. Locatio conductio’nun hukuki niteligi tartismalidir. Baskin goruse gore, locatio conductio, Roma’da kullandirma borcu doguran sozlesmelere olan ihtiyaci karsilamistir. Locatio conductio icinde yer alan sozlesmelerden biri olan eser sozlesmesinde ifa imkansizligi, eserin teslimine ya da tamamlanmasina engel fiziksel ya da hukuksal bir durumun ortaya cikmasidir. Bu imkansizlik, sozlesmenin kurulusundan once veya sonra ortaya cikabilir. Sonradan imkansizlik halinde, eger yuklenici kusurlu ise, yuklenici zarari gidermek zorundadir; eger kusurlu degilse, borc iliskisi sona erecek ve yuklenici borcundan kurtulacaktir. Kusursuz imkansizlik halinde hasar problemi ortaya cikar. Roma hukukunda eser sozlesmesinde hasar, bazi metinlerde yukleniciye bazi metinlerde is sahibine ait kabul edilmistir. Bu nedenle metinler arasinda celiski var gibi gorunur. Ancak bi...

Şirketlerin Ekonomik Bütünlüğü ve Buna Bağlanan Hukuki Sonuçlar

TİCARET HUKUKU SEMPOZYUMU SORUNLAR ve ÇÖZÜM ÖNERİLERİ 09-12 Şubat 2021 BİLDİRİ ÖZETLERİ KİTABI, 2021

Ortak bir merkezin kontrolünde bulunan şirketler, kendi menfaatleri yerine ortak menfaatler doğrultusunda faaliyet ve geleceklerini belirleyerek topluluk politikalarını izlemek durumunda kalır. Bağımsız hukuki yapılarına rağmen karar ve faaliyetlerinde bağımsızlığı olmayan bu şirketlerin bağımsız şirket dogmasına göre değerlendirilmesi, yöneticiler, pay sahipleri ve alacaklıların hukuki açıdan korumasız kalmasına ve sorumluluk rejimi açısından hakkaniyete aykırı sonuçlara neden olurken; bağlı şirketlerin aracı olarak kullanılması veya grup içi işlemler yoluyla kanuna karşı hileye girişilmesinin de önünü açmaktadır. Bu nedenle çeşitli araçlarla kontrol altında olan ve karar bağımsızlığı bulunmayan şirketler bir arada değerlendirilerek “ekonomik bütünlük” içinde tek bir grup kabul edilirler. Ticari hayatın bir gerçeği olan şirketlerin ekonomik bütünlüğü yabancı hukuk sistemlerinde olduğu gibi , hukukumuzda da yükümlülükler, sorumluluklar ve koruyucu mekanizmalar bakımından düzenlenmiş; ayrıca yaptıkları işlemler kendi yapılarına özgü çeşitli usul ve esaslara tabi kılınmıştır. Ancak Türk hukukunda şirketlerin ekonomik bütünlüğüne farklı mevzuatta ilgili düzenlemelerin getiriliş amacıyla sınırlı şekilde hükümler getirildiği görülmektedir. Bu bağlamda ekonomik bütünlük içindeki şirketler için bağlı şirket, yavru şirket, hâkim şirket, hâkim teşebbüs, şirketler topluluğu, grup, grup şirketleri, topluluk şirketi gibi birçok farklı terimle karşılaşılmaktadır. Nitekim 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile ilk defa düzenlenen Şirketler Topluluğu’na ilişkin hükümlerde hâkim ve bağlı şirket ile hâkim teşebbüs gibi kavramlara yer verilirken (TTK md. 195 vd.) ; 6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu ve ikinci mevzuatında kapsamında ana ortaklık ve bağlı ortaklık (Ör. SPK md. 21/1 ve II-26.1 sayılı Tebliğ md. 18/1) ve 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun ve ikincil mevzuatı kapsamında ekonomik bakımdan bütün teşkil eden birimler (RKHK md. 3) şeklinde düzenlemeler bulunmaktadır. Farklı mevzuattaki hükümler beraberinde hepsinde kontrol kavramı ön plana çıksa da ekonomik bütünlüğün tespiti için ayrı düzenlemeleri (veya yollamaları) getirmektedir. Türk Ticaret Kanunu kapsamında ya “Bir ticaret şirketi, diğer bir ticaret şirketinin, doğrudan veya dolaylı olarak; oy haklarının çoğunluğuna sahipse veya şirket sözleşmesi uyarınca, yönetim organında karar alabilecek çoğunluğu oluşturan sayıda üyenin seçimini sağlayabilmek hakkını haizse veya kendi oy hakları yanında, bir sözleşmeye dayanarak, tek başına veya diğer pay sahipleri ya da ortaklarla birlikte, oy haklarının çoğunluğunu oluşturuyorsa” ya da “Bir ticaret şirketi, diğer bir ticaret şirketini, bir sözleşme gereğince veya başka bir yolla hâkimiyeti altında tutabiliyorsa” hâkim ve bağlı şirket söz konusu olacak ve şirket topluluğuna ilişkin hükümlere tabi olunacaktır (TTK md. 195/1). Ayrıca “bir ticaret şirketinin başka bir ticaret şirketinin paylarının çoğunluğuna veya onu yönetebilecek kararları alabilecek miktarda paylarına sahip bulunması” da hâkimiyet ilişkisinin bulunduğu yönünde karine teşkil etmektedir (TTK md. 195/2) . Sermaye Piyasası Kanunu’nda bağlı ortaklıklar terimine sadece ismen yer verilmesine karşılık şirketlerin ekonomik bütünlüğüne ilişkin hüküm ve sonuçların öngörüldüğü ikincil mevzuatında ise Türkiye Muhasebe Standartları/ Türkiye Finansal Raporlama Standartları’nda (TMS/TFRS) tanımlanan ana ortaklık ve bağlı ortaklık tanımlarına yollama yapılmıştır. Rekabet Hukuku mevzuatında ise doğrudan bir tanımlama yapılmamakla beraber Kurul kararlarında 2010/4 sayılı Rekabet Kurulundan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ hükümlerinde yer verilen hükümlerin ve kontrol kavramının dikkate alındığı görülmekte ayrıca şu açıklamaya yer verilmektedir : “Bu açıklamalar ve bahse konu içtihatlar doğrultusunda ekonomik bütünlük olgusunun tanımlanması için izlenebilecek yol şu şekilde olmalıdır: 1) Kişiler ve/veya gruplar arasında ekonomik ve ailesel bağların bulunup bulunmadığının tespiti, 2) Ekonomik bağların temelleri, niteliği, büyüklüğü ve bunların -varsa- bağımsız faaliyetlerle karşılaştırılması, 3) Bu tespitlere dayanarak kişilerin çıkar birliği (unity of interest) içinde olup olmadıklarının tespiti”. Şirketlerin ekonomik bütünlüğünün hukuki sonuçları bakımından bakıldığında da, her mevzuat kapsamında farklılıklar söz konusu olmaktadır. Türk Ticaret Kanunu kapsamında bakıldığında, şirketler topluluğu içerisinde hâkim şirkete hâkimiyet hakkı ile bağlı şirketlerin yönetiminde söz sahipliği tanınmakta ve bağlı şirketleri kanuni çerçeve içerisinde kalmak kaydıyla yönlendirebilmektedir. Bu bağlamda Türk Ticaret Kanunu ile grup içi ilişkiler ve hâkimiyet hakkına karşılık sağlanan korumalar ile getirilen yükümlülükler ve sorumluluklar düzenlenmektedir (TTK md. 198 vd.). Oysa Rekabet ve Sermaye Piyasası Hukuku mevzuatları kapsamında ekonomik bütünlük içerisindeki şirketlerin bir bütün olarak kabul edilmesine ilişkin hüküm ve sonuçların düzenlendiği ve tek işletme sorumluluğu teorisinin uygulama bulduğu görülür. Sermaye Piyasası mevzuatı kapsamında bakıldığında önemli nitelikteki şirket işlemlerinin değerlendirilmesinde ana ortaklık konsolide finansal tabloları açısından önemlilik ölçütlerini sağlayan ve bağlı ortaklıklarca yapılan işlemler, ana ortaklık açısından önemli nitelikteki işlem kabul edilmektedir (II-23.3 sayılı tebliğ md. 6/4). Rekabet hukuku kapsamında bakıldığında ise, ekonomik bütün teşkil eden birimlerin tek bir teşebbüs sayılmasına bağlı olarak Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 4, 6 ve 7. maddelerinde düzenlenen rekabet ihlallerine açısından kavramın özel önem taşımaktadır . Buna göre, öncelikle bir işlem veya davranışın rekabeti ihlal edip etmediğinin değerlendirilmesinde ekonomik bütünlük içerisindeki şirketler ayrı ayrı değerlendirilmez; dolayısıyla grup içi işlemler 4. madde kapsamında değerlendirilmez. Bunun yanı sıra ekonomik bütünlük içerisindeki teşebbüslerin tek bir teşebbüs olarak nitelendirilmesi nedeniyle 6. ve 7. maddeye ilişkin değerlendirilmelerde hâkim durumun kötüye kullanılması veya mevcut hâkim durumun güçlendirilmesi hususları bağlı şirketler birlikte dikkate alınarak gerçekleştirilebilecektir. Öte yandan bir şirketin gerçekleştirmiş olduğu rekabet ihlali sebebiyle bu şirketi kontrol eden şirketlerin de sorumluluğu gündeme gelebilecektir. Yukarıda açıkladığımız hususlar bağlamında çalışmamızda Ticaret, Sermaye Piyasası ve Rekabet Hukuku mevzuatı kapsamında şirketler açısından ekonomik bütünlük kavramı ve şirketlerin ekonomik bütünlüğün tespitinin nasıl yapıldığı hususu incelenecek; ayrıca şirketlerin ekonomik bütün olarak kabul edilmesine bağlanan hüküm ve sonuçlar ele alınacaktır.