VEHB B. MÜNEBBİH’İN KUR’ÂN’A DAİR TARİHÎ RİVAYETLERİ/HISTORICAL NARRATIONS OF WAHB B. MUNABBİH ABOUT THE QURAN (original) (raw)
Related papers
MUHÂSİBÎ’NİN KİTÂBU FEHMİ’L-KUR’ÂN VE ME‘ÂNÎHİ ADLI ESERİNDE KUR’ÂN TASAVVURU VE NESİH TARTIŞMALARI
Yüksek Lisans Tezi , 2024
Araştırmada Hâris el-Muhâsibî’nin (öl. 243/857) hayatı ve Fehmu’l-Kur’ân adlı eserinde ağırlıklı olarak ele aldığı nesih konusu incelenerek müellifin hem Kur’ân’a hem de nesih olgusuna bakışı gözlemlenmiştir. Muhâsibî'nin, Fehmu’l-Kur’ân adlı eserinde neshi on beş çeşide ayırması dikkatimizi çektiğinden bunlar arasında ne gibi farklar ve benzerlikler bulunduğu, Kur’ân’ı anlamaya nasıl bir bakış kazandırdığı problem edilmiştir. Çalışmada metnin içerik analizi yapılırken, yazıda birçok tutarsızlık fark edilmiştir. Buna rağmen Muhâsibî’nin nesih konusuna tebdîl, beyân, ref‘, izâle, nakil, tahsis ve istisna açısından çok geniş bir perspektif kazandırdığı tespit edilmiştir. Ayrıca Muhâsibî'nin, haberlerde neshin caiz olmadığı ve Allah kelâmının değişmezliği görüşünü ısrarla vurguladığı ancak eser boyunca sistemli bir şekilde bu görüşlerin ilerlemediği de tespit edilmiştir.
KUR’AN AYETLERİ VE SURELERİ ARASINDAKİ TENASÜB (Fahruddin Razi‘nin Tefsiri Mefatihu’l- Gayb Örneği)
2015
One aspectof them iraculous of the Qur'an is too composition of the Qur'an is extra ordinary to be in harmony. These subtle ties in the composition of the Qur'an and this branch of science that studies the in tricacies of the Qur'an is in the Tafseer metodoloji is called “Therelation ship between verse sand sures of the Qur'an.” We examined this issue in our article in the context of Fakhruddin al Razi's Tafseer Mefatihu’l- Gaybby giving examples.
Abdulbârî Âdem Çelebi ve “Mu’înü’l Hıfz” Adlı Suverü’l Kur’ânı
Suverü'l-Kur'ânlar, klasik Türk şiirinde Kur'ân-ı Kerîm'deki sure isimlerinin daha kolay öğrenilmesi için yazılmış manzum bir türdür. Bu türde yazılan eserlerde, Kur'ân'daki sureler ve bunların sahip oldukları bazı özellikler beyitler hâlinde çeşitli anlam ilgileri de gözetilerek dile getirilir. İlk örneği 16. yüzyıl şairlerinden Latîfî tarafından kaleme alınan bu türdeki eser sayısı oldukça sınırlıdır. Şimdiye kadar yapılan çalışmalarda Şeyhülislam Yahyâ, Dâ'î, Senâyî, Seyyid Muhammed ve Şâkir Ahmet Paşa'nın da suverü'l-Kur'ân sahibi olduğu bilinmektedir. Yapılan inceleme ve araştırmalar neticesinde birçok türde olduğu gibi zamanla bu türdeki yazılmış bilinmeyen eserler de gün yüzüne çıkmaktadır. Yaptığımız eser taramaları neticesinde 18. yüzyıl şairlerinden Abdulbârî Âdem Çelebi'ye ait bilinmeyen bir suverü'l-Kur'ân metni tespit edilmiştir.
Bitlis İslamiyat Dergisi / Journal of Bitlis Islamic Studies , 2023
İslam, Hz. Muhammed tarafından tebliğ edilen Allah’ın insanlığa gönderdiği son ilahi dindir. Bu din ortak kabul etmeyen, tek ve gerçek otorite olan Allah’a (cc) itaatin şart olduğu tevhit temeline dayalıdır. İslamiyet öncesinde ise Mekke’de yüce bir Allah inancı olmasına rağmen insanların hayatında bu yaratıcı onların inancına göre edilgen bir durumdaydı. Bunun bir sonucu olarak adına konuşanların otorite sayıldığı bir toplum yapısı hâkimdi. Böyle bir topluma Allah, içinde bulundukları hali değiştirmeleri ve bozulan tevhit inancının yeniden inşası için Kitap ve Peygamber gönderdi. Şirk içerisinde yaşayan bu topluma Allah, yirmi üç yıl boyunca tedricen ve bir düzen içerisinde vahyetti. Mekkeli müşriklerin, vahyin başlamasıyla beraber hem Kur’an’a hem de Allah resulüne şiddetli itirazlarının nedeni ellerinde tuttukları otoriteyi kaybetme korkusuydu. Esasen Hz. Peygamber’e itirazları da onun şahsına yapılan itirazlar değil, ulaştırdığı Allah kelamınaydı. Vahyin devam ettiği süreç boyunca vahyin otoritesi arttıkça onların itirazlarının şiddeti de arttı. Yaşanılan durumlara göre nazil olan Allah kelamı, bu itiraz ve düşmanlıklara karşı anında cevaplar vermekteydi. Bu vahiy-sîret birlikteliği müşriklerin itirazlarına cevap verdiği gibi Hz. Peygamber ve inananlar için de bir teselli ve yol gösterici özellikteydi. Kur’ân, o zaman ve mekânı (hicaz bölgesi), orada yaşayan toplumun dünya görüşünü ve varlık tasavvurlarını bir enstrüman olarak kullanmaktadır. Bu minvalde tasviri bir dil kullanan Kur’ân’ın kullandığı enstrümanlardan birisi de kıssalardır. Bu makalenin amacı Nûh kıssası örneği ile Kur’ân’ın içerisinde ihbarî ifadeler bulunsa da aslında bir bütün olarak inşaî olduğunun ortaya konması ve bununla da Kur’ân’ın anlaşılması meselesine bir katkı sağlanmasıdır. Kıssaların sîret ile ilişkisinin tespitinde ise sûre ve âyetlerin tarihlendirilmesi meselesi ortaya çıkmaktadır. Makalede Nûh kıssasının, sîret bağlamında anlaşılmasına, nassın mesajının ve inceliklerinin saptanmasına, hangi konu ve döneme ilişkin bir vasıta olarak kullanıldığının tespitine çalışılacaktır. Genel olarak Kur’ân’ın peyderpey indirilmesinin hikmeti olarak teşrideki konular ifade edilse de Kur’ân’ın tedriciliğinin sadece teşride değil tüm süreçte olduğu iddiası ile Nûh kıssanın inananları hicret olgusuna tedricen hazırladığının işaretleri ortaya konulacaktır.
İSLÂM TARİHİ KAYNAKLARINA GÖRE HZ. PEYGAMBER SONRASI SÜREÇTE KUR’ÂN TARİHİ (THE HISTORY OF THE QUR’ĀN AFTER THE PROPHET MUHAMMAD ACCORDING TO THE SOURCES OF ISLAMIC HISTORY), 2023
Genel kabule göre 610 yılında indirilmeye başlanan Kur’ân-ı Kerîm, takriben yirmi üç yıl boyunca farklı zaman aralıklarında Cebrâil aracılığı ile Hz. Muhammed’e indirilmiş, ilk andan itibaren ezber ve yazı yoluyla kayıt altına alınmış, Hz. Ebû Bekir döneminde cem‘ edilmiş, Hz. Osman’ın hilâfet yıllarında çoğaltılmış, Emevîler zamanında imlası tamamlanmış ve bugüne kadar orijinalliği bozulmadan gelmiş tek kutsal kitaptır. Ancak bu genel kabul, diğer kutsal metinlerde olduğu gibi söz konusu kitabın otantikliği ya da özgünlüğü tartışmalarına engel olamamıştır. Farklı gayelerle yapılan bu tartışmaların birçoğunda tarafların kendi görüşünü desteklemek için değişik bilgi ve belgeleri kendi bakış açıları doğrultusunda kullandığı görülmektedir. Bu çalışmada ise ilgili tartışmalara temas edilmeden yalnızca Müslüman tarihçilerin eserlerinde Kur’ân’ın Hz. Peygamber sonrası tarihi ile ilgili ne tür rivayetlere yer verildiği ve bu rivayetlerden nasıl bir sonuç elde edilebileceği konu edilecektir. Çalışmamız, “Kur’ân’ın Cem‘ Edilmesi, Kur’ân’ın Çoğaltılması, Kur’an’ın Noktalanması ve Harekelenmesi” olmak üzere üç ana bölümde ve yalnızca meğâzî, siyer, genel tarih, şehir tarihi, futûhât, ensâb, tabakât ve vefeyât türündeki İslâm tarihinin ana kaynaklarından istifade edilerek kaleme alınmıştır. Zira ele aldığımız konu hakkında İslâm tarihçilerinin ne söylediklerini ve bu söylenenler üzerinden nasıl bir Kur’ân tarihi algısı ortaya çıktığını gözler önüne sermek ana hedefimizdir. Bununla birlikte gerekli durumlarda, bir tarihçinin ana kaynakları hiyerarşisinin ilk sıralarında yer alan tefsir ve hadis ilimlerinin ilk kaynaklarından da istifade edilmiştir. Ancak söz konusu kaynaklara, daha çok tarihçilerin onlara yapmış oldukları atıfları teyit etmek, tarih kaynaklarında yer alan bir takım bilgilerin kökenine inmek veya sağlamasını yapmak için müracaat edilmiştir. Yine son dönemde yazılmış araştırma-inceleme türü çalışmalardan da önemine binaen zaman zaman yararlanılmıştır. Müslüman tarihçilere göre Kur’ân’ın cem‘ edilmesi, Hz. Ebû Bekir’in hilâfet yıllarında vuku bulmuştur. Uhud’dan sonra Müslümanların en çok kayıp verdiği Yemâme Savaşı’nı müteakiben Hz. Ömer’in teklifiyle başlayan çalışmalar, Zeyd b. Sâbit ve Hz. Ömer’in koordinesinde yürütülmüş ve hakkında şüphe duyulan âyetler için iki şahit istenmiştir. Adına es-Suhuf denilen iki kapak arasına alınmış bu Kur’ân, halifeye teslim edilmiş ve söz konusu mushaf, Hz. Ebû Bekir’in ölümünden sonra ikinci halifeye, onun vefatının ardından da Hz. Ömer’in kızı ve aynı zamanda Allah Resûlü’nün eşi Hz. Hafsa’ya geçmiştir. Kur’ân’ın çoğaltılması ile ilgili ilk girişim Hz. Osman döneminde gerçekleşmiştir. Bu dönemde baş gösteren Müslümanlar arasındaki kıraat farklılıkları, Huzeyfe b. Yemân tarafından halifeye aktarılmış ve onun önerisiyle Müslümanlar arasındaki bu ayrılığı sona erdirmek için Zeyd b. Sâbit başkanlığında 12 kişilik yeni bir heyet oluşturulmuştur. Hz. Osman’ın talimatları doğrultusunda Hz. Hafsa’nın elindeki mushaf ve Kureyş lehçesi esas alınarak büyük şehirlere gönderilmek üzere yeni mushaflar yazılmıştır. Hazırlanan mushaflar İslâm coğrafyasındaki eyalet başkenti statüsündeki şehirlere gönderilmiş ve Müslümanlardan ellerindeki diğer mushafları imha edilmek üzere teslim etmeleri istenmiştir. Heyetin çalışmalarının ardından Hz. Hafsa’ya iade edilen mushaf da onun vefatından sonra Medine valisi Mervân b. Hakem tarafından ortadan kaldırılmıştır. Kur’ân’ın imlâsına dair ilk çalışmalar ise Irak valisi Ziyâd b. Ebîh tarafından Ebü’l-Esved ed-Duelî’ye yaptırılmıştır. Bu doğrultuda Kur’ân’daki kelimelerin sonlarına harekelerini belli etmek üzere noktalar konulmuştur. Fakat yapılan bu çalışmalar da bir süre sonra yanlış okumaların önüne geçememiştir. Bu defa da Abdülmelik b. Mervân’ın Irak valisi Haccâc b. Yûsuf es-Sekafî önderliğinde Nasr b. Âsım ile Yahyâ b. Ya‘mer birbirine benzer harfleri noktalayarak yeni mushaflar yazmış ya da yazdırmışlar ve hazırlanan bu mushaflar Haccâc tarafından büyük şehirlere ve Medine’ye gönderilmiştir. Sonraki süreçte ise Halîl b. Ahmed günümüzde de kullanılmakta olan harekeleri ve diğer noktalama işaretlerini geliştirmek suretiyle mushaf çalışmalarına hemen hemen son halini vermiştir. According to the general acceptance, the Qur’ān, which began to be revealed in 610, was revealed to Prophet Muhammad through Jabrā’il at different time intervals for about twenty three years, recorded by memorization and writing from the first moment, collected during the reign of Caliph Abu Bakr, reproduced during the caliphate of Uthman, spelled during the Umayyad period, and its originality was preserved until today. However, this general acceptance has not prevented the discussions about the authenticity or originality of this book, as is the case with other sacred texts. It is seen that in many of these debates held for different purposes, the parties use different information and documents from their own perspectives to support their own views. In this study, without touching on the relevant discussions, only what kind of narrations about the post-Prophet history of the Qur’ān are included in the works of Muslim historians and what kind of results can be obtained from these narrations will be discussed. Our study has been written in three main sections, “Compilation of the Qur’ān, Copying of the Qur’ān, Orthography of the Qur’ān” and only by making use of the main sources of Islamic history such as magāzi, siyar, general history, city history, futūhāt, ansāb, tabaqāt and wafayāt. Because it is our main goal to reveal what Islamic historians have said about the subject we are discussing and what kind of perception of the history of the Qur’ān emerges based on what has been said. However, when necessary, it has also been used in the first sources of tafsir and hadith sciences, which are at the top of a historian’s main sources hierarchy. However, these sources were mostly applied to confirm the references made by historians to them, to get to the root of some information in the historical sources or to provide them. Again, due to the importance of research-examination type studies written recently, it has been benefited from time to time. According to Muslim historians, the compilation of the Qur’ān took place during the years of Abu Bakr’s caliphate. Following the Battle of Yamāmah, in which Muslims suffered the most casualties after Uḥud, the studies started with the proposal of ‘Umar, was carried out under the coordination of Zayd b. Thābit and ‘Umar and two witnesses were requested for the verses about which there was doubt. This Qurʾān, which was enclosed between two covers and called al-Suhuf, was handed over to the caliph. After the death of Abu Bakr, it was passed on to the second caliph, and after his death to Hafsa, Umar’s doughter and the wife of the Messenger of Allah. The first attempt to reproduce the Qur’ān took place during the reign of Caliph ‘Uthman. The recitation differences that emerged among the Muslims in this period were communicated by Hudhayfah b. Yemān to the Caliph Uthman. Upon his suggestion, a new committee of 12 people was formed under the chairmanship of Zayd b. Thābit in order to end the differences in recitation among the Muslims. In line with Caliph ‘Uthman’s instructions, new mushafs were written to be sent to big cities based on the mushaf in Hafsa’s hand and the Quraysh dialect. The prepared mushafs were sent to the cities in the status of provincial capitals in the Islamic geography and the Muslims were asked to hand in their other mushafs for destruction. The mushaf, which was returned to Hafsa after the work of the committee, was also destroyed by Marwan b. Hakam, the governor of Medina, after her death. The first studies on the orthography of the Qur’ān were commissioned by the governor of Iraq, Ziyād b. Abīh, to Abū al-Aswad al-Duelī. In this direction, dots were placed at the end of the words in the Qur’ān to indicate their letters. However, these studies could not prevent misreadings after a while. This time, under the leadership of Hajjāj b. Yūsuf al-Saqafī, the governor of Iraq of ‘Abd al-Malik b. Marwan, Nasr b. ‘Asim and Yahyā b. Ya‘mer wrote or dictated new mushafs by punctuating similar letters, and these mushafs were sent to the big cities and Medina by Hajjāj. In the following period, Khalīl b. Ahmad almost finalized the works of the mushaf by improving the spellings and other punctuation marks that are still used today.
The Qur'anic texts, as other sacred texts, had been revealed in an environment which was formed by some certain religious, historical and social conditions. Therefore, we observe that the Qur'ân has criticized great religious, political, economical and cultural systems which formed the reason of their people. Rooted religious systems surrounding the environment of the revelation had received the greatest portion of these criticisms. So, while the Qur'an criticized the Judaism and Christianity the greatest religions of the past and present day, It refers to their cultural codes which were adopted in the process of their historical formation. These codes must be decoded in order to place these criticisms on a proper and correct ground. This can be achieved by having enough knowledge about linguistic, historical and cultural structures of those religions. Otherwise, it will be difficult to define and explain some names, titles and references expressed in the Qur'ân. In this article, we wanted to study nearly 'rabbanniyyun' and 'ribbiyyûn' titles mentioned in the Qur'ân and translation issue of the titles into Turkish.
Marife.2011_3. KUR’ÂN’DA EFDALİYYET MESELESİ /THE MATTER OF SUPERRİORİTY İN THE QURAN , İsmail Aydın
Müslümanlar için Kur’ân, özellikle dînî konularda en temel başvuru kaynağıdır. Savunulan düşüncenin haklılığını ispat etmenin en sağlam yolu Kur’ânî referanslara dayanmaktır. Bu durum bazen bir nasstan birbirine muhalif iki düşüncenin ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Farklı iki anlayışın ortaya çıktığı konulardan biri de “efdaliyyet”tir. Bu tartışmanın temel konusu Kur’ân’daki sureler ve ayetler arasında üstünlük olup olmadığı hususudur. The Quran is the main application source for Muslims, especially on religious subjects. The strongest way proving the rightfulness of defended idea is based on the Quranic referances. This situation may sometimes causes appearance of two idea which are opposed to each other in the same text of the Quran. One of the subjects about which two different understanding appear is superiority. The main issue of this discussion is whether there is superiority on the verses and parts of the Quran or not.
Her dinin kendine ait eğitim anlayışı vardır ve dinlerin ana kaynakları bu anlayışın belirlenmesinde önemli role sahiptir. Dinlerin kendi mensuplarına ve diğer insanlara nasıl bir eğitim öngördüğünü eğitim felsefesi bağlamında ele alan bu makale, Yahudilik ve Hıristiyanlığın bu konudaki yaklaşımlarını özetlemekte ve İslam’ın yaklaşımını belirlemek için de Kur’an’daki tebliğ, davet ve emir-nehiy kavramlarını incelemektedir. Buna göre Yahudilik, din eğitimini sadece Yahudi olanlara özgüleştirirken, Hıristiyanlık kendi mensuplarına yapılacak din eğitimini ve diğer bütün insanlara dinin sunulmasını birbirinden farklı tutar. İslam dini de aynı şekilde bu iki hedef kitleyi birbirinden ayrı değerlendirir. Eğitime konu olan dini bilgiler ve bunların hangi yaklaşımlarla öğretileceği İslam’a göre değişiklik gösterir. Kur’an’daki eğitimle ilgili olduğu düşünülen tebliğ kavramı İslam öğretisinin tüm insanlara ulaştırılması anlamına gelir. Davet ise Müslüman olmayanların hiçbir zorlama yapmaksızın dine çağrılması, davet edilmesi için kullanılan kavramdır. İyiliği emretme ve kötülüğü yasaklamaya gelince bu, özellikle Müslüman olanlara dinin öğretilme biçimini ifade eder. Every religion has its education philosophy and the religions main sources have a great importance in determining this conception. This paper discusses how religions recommend education to their own members and others. For this, it summarizes the approach of Judaism and Christianity and evaluates the Qur’anic terms “Tablig (preaching), Dawa (invitation), amr-nahy (command-prohibition)” for introducing Islam’s viewpoint. While Judaism dedicates education to only his own members, Christianity differs between its own members and others in education. In Islam the issue is completely different in issues of religious information and how to teach it. The Qur’anic term Tablig means to let the Islamic principles reach all the people. Dawa (invitation) is to invite non-muslim to Islam with no compulsion. Amr bi’l-maruf and Nahy ani’l-munker (command of the good- prohibition of the bad) is especially used for teaching Islam to the muslims.