ABBASİLER DÖNEMİ (H.255-270/MS.869-883) BAĞDAT’TA ZENCİ İSYANI ve ALİ B.MUHAMMED’İN ROLÜ (original) (raw)
Related papers
ABBASİ DÖNEMİ TÜRK KOMUTANLARINDAN MUSA B. BOĞA EL-KEBÎR’İN ASKERİ VE SİYASİ FAALİYETLERİ
ABBASİ DÖNEMİ TÜRK KOMUTANLARINDAN MUSA B. BOĞA EL-KEBÎR'İN ASKERİ VE SİYASİ FAALİYETLERİ THE MILITARY AND POLITICAL ACTIONS OF MUSA B. BUGHA THE ELDER WHO WAS THE ONE OF THE TURKISH COMMANDERS IN ABBASID PERIOD Fatih GÜZEL Öz Türklerin etkin bir şekilde İslam coğrafyasına dâhil olmaları Abbasilerin ilk döneminde gerçekleşmiştir. Askeri meziyetleri ile meşhur olan Türkler, devlet yönetimini hegemonyaları altına alan İranlılara karşı denge unsuru olmaları için Abbasi ordusuna dâhil edilmişlerdir. Kısa zamanda Abbasi ordusundaki Türk asker sayısı on binlere ulaşmıştır. Türklerden oluşturulan orduya Hassa ordusu adı verilmiştir. Abbasi ordusunun vurucu gücünü teşkil eden Hassa ordusu, Abbasilerin ilk döneminde iç ve dış düşmanlara karşı mücadele ederek devlete büyük hizmetlerde bulunmuştur. Halife Mütevekkil'in 274/861 tarihinde Hassa ordusu komutanları tarafından öldürülmesiyle başlayan dönem, Abbasi tarihinin ikinci dönemi olarak isimlendirilir. Bu dönemde güçleri azalan halifeler, devlet yönetimine tamamen hâkim olan Türk komutanların isteği doğrultusunda yönetmek zorunda kalmışlardır. Türklerin devlet yönetiminde sultasını kırmak isteyen halifeler, Türk komutanlar tarafından tahttan indirilmiş ve öldürülmüşlerdir. Bu dönemin en etkili Türk komutanlarından biri de Musa b. Boğa el-Kebîr'dir. Altı Abbasi halifesi döneminde askeri ve siyasi faaliyetlerde bulunan Musa b. Boğa, bu dönem içinde halifelerin hilafete getirilmesinde, azledilmesine hatta öldürülmesinde etkin rol oynamıştır. Sadece hilafet merkezinde siyasi olaylara müdahil olmayan Musa b. Boğa, Abbâsî hilafetini korumak için dâhili ve harici düşmanlarla da mücadele etmiştir. Musa b. Boğa, askeri ve siyasi faaliyetleri ile Abbasîlerin Samerrâ döneminin son yirmi yılına damga vurmuş büyük bir Türk komutandır.
2022
The Safavid Shah Abbas wanted to regain the land he had lost under the Ferhad Pasha agrement in 1590. As such he fought against the Ottomans in the Esast. That, in turn, led to both powers signing of the Nasuh Pasha Treaty. However, the Safavid's aggressive attitude meant did not allow peace to last beyond three years. The conflict began on the axis of the Caucasus and resulted in the defeat of the Ottomans and the signing of the Treaty of Serav in 1618. The casefire too was permanent because Safavid Shah Abbas had right claims in Arab Iraq. In fact, the turmoil caused by Bekir Subası in Baghdad and the environs only ended because of Safavid's intervention. Ultimately long-term clashes between the two sides reached their peak when the Safavids captured Baghdad in 1624. Hafız Ahmed Pasha was tried in court for that. He readied his army desert of Diyarbakır for approximately five months (until September 1625) and then marched towards Baghdad Castle, where they besieged it from three sides. In the end, Shah Abbas-under the control of Safavids-eventually pushed the Ottomans out of Baghdad.
I. ABBASÎ DÖNEMİNDE ZÜHD ŞAİRLERİ
doguedebiyati.com
Özet: Zühd kelime olarak rağbet etmemek, dünyaya önem vermemek, az yemek, malı az olmak anlamına gelmektedir. Kavram olarak ise çok geniş bir anlamı vardır. Bu çalışmada, zühdün tarihçesi ve I. Abbasî Döneminde Zühd Şairleri ele alınıp şiirlerinden örnekler verilmeye çalışılmıştır.
ABBASİLER DÖNEMİNDE el-CEZÎRE BÖLGESİNDEKİ HÂRİCÎ AYAKLANMALARI
2018
Tarihte ilk olarak Hz. Osman'a isyanlarıyla gündeme gelen Hâricîler, daha sonra Hz. Ali ve Emevîler döneminde olduğu gibi Abbasîler döneminde de ayaklanmalarını sürdürmüşlerdir. Çalışmamızda Abbasîler döneminde el-Cezîre Bölgesinde meydana gelmiş toplam 17 ayaklanma tespit ettik. Bu ayaklanmaların birçoğunun ortak özelliği, altyapıdan yoksun, tepkisel birer hareket oluşlarıdır. Bu sebeple de ayaklanmalar, çoğu zaman kısa süreli olmuş ve liderin ölümüyle de hareket sona ermiştir. Bu ayaklanmaların çıkış sebebi de genellikle yönetimin İslam dışı bir uygulaması olmuştur. Hâricîlik, Bedevî kabilelerin büyüklerinden olup çoğunlukla el-Cezire bölgesine yerleşmiş olan Şeybanoğulları arasında yaygınlaşmıştır. el-Cezîre Hâricîleri genellikle Sufriyye kolundan olup, bölgeye ilk gelişleri Abdülmelik b. Mervan (65-86/685-705) dönemine rastlamaktadır. Ancak III./IX. Yüzyılda Hâricîlik, yerini önce Hanbelîlere sonra da Malikîlere bırakmıştır. Halife el-Muktedir zamanında (295-320/908-932) Şafiî, XI. Asırda ise Hanefî Fakihlerin getirilmesiyle bölge halkı sunnileştirilmiş oldu. Bölgede 318/930 yılından sonra herhangi bir Hâricî ayaklanmasına rastlayamadık. Hâricîler tarih boyunca enerjilerini Müslümanlarla mücadelede tükettiklerinden dolayı ümmetin geneli tarafından kalıcı bir destek görmemişlerdir. Günümüzde Uman, Zengibar, Doğu ve Kuzey Afrika'da küçük topluluklar halinde yaşayan ve artık Müslüman çoğunluğu tekfîr etmeyen, amaçlarına ulaşmak için de siyasi cinayetlere başvurmayan Hâricîler, İbadî mezhebine bağlı olup sayıları 1 milyondan azdır.
ABBÂSÎ DÖNEMİ ŞAİRLERİNDEN ABDULLAH İBNÜ’L- MÜBAREK’İN DİVANINDA CİHAD
ABBÂSÎ DÖNEMİ ŞAİRLERİNDEN ABDULLAH İBNÜ’L- MÜBAREK’İN DİVANINDA CİHAD, 2019
Türk asıllı bir Tebe-i Tabiîn olan Abdullah İbnü’l- Mübârek, döneminin tanınmış hadisçi ve fakihlerindedir. Ebû Hanife ile görüşmüş, zühd ve takvası ile meşhur olmuş bir âlimdir. Zühd anlayışı “dünya ile alâkayı kesmek değil, dünyaya ve dünyalığa bağlanmamak” olan Abdullah İbnü’l- Mübârek, telif etmiş olduğu Kitâbu’z-Zühd ve’r-Rekâik adlı eserinde tasavvufun temel kavramları olan, hüzün, zikir, huşû, ihlâs, niyet, tefekkür, havf, haya, tevâzû, riyâ, kanaat, rıza, fakr hakkında Peygamberimiz ve sahabenin sözlerine yer vermiştir. Kendisinin İslami ilimlerdeki vukufiyetinin yanı sıra bilinen diğer bir yönü de şairliğidir. Özellikle zühd ve cihad temalı şiirleriyle yaşadığı dönem Müslümanlarını bilinçlendirmeye çalışmış ve özellikle de gençler üzerinde etkili olmuştur. Bir divan haline getirilecek çoklukta şiirleri de olan İbnü’l-Mübârek kendi zühd anlayışını edebi sahaya taşımış ve deyim yerinde ise zühd nesrini nazma tahvil etmekte muvaffak olmuştur. Bu itibarla onun şiiri, zühdün “dünya ile alakayı kesmemek” tanımına uygun düşecek şekilde tanzim edilmiştir. Bir taraftan “Kitâbu’z- zühd” adlı eseri ile Müslümanların iç içe oldukları toplum hayatında manevi hayatlarını henüz Emeviler döneminde baş gösteren ve Abbasiler döneminde de devam eden ahlaksızlık girdabından korumaya çalışırken diğer taraftan Tarsus gibi Bizanslılarla sıcak temas sağlanan cephelere teşvik etmekle isabetli ve ölçülü bir zühd örneği sunmuştur. Diğer çağdaşı zahidlerden bazılarının zühd anlayışını kısmen de olsa eleştirmiş bu duygu ve düşüncelerini şiirlerinde dile getirmiştir.
SABAHATTİN ALİ DAVASI VE BU DAVANIN İZMİR BASININA YANSIMALARI
SABAHATTİN ALİ DAVASI VE BU DAVANIN İZMİR BASININA YANSIMALARI ÖZET Sabahattin Ali, 25 Nisan 1907’de doğmuş ve pek çok kaynağa göre, 2 Nisan 1948’de Türkiye-Bulgaristan sınırında ölmüştür. Yazar, özellikle Atatürk ve İnönü dönemi Türk edebiyatının önemli isimlerinden birisidir. Sabahattin Ali, şüpheli bir şekilde öldürülmüştür. Onun ölümü, 1970’li yıllardan itibaren pek çok kişinin dikkatini çekmiş, bu trajik ölümdeki esrar perdesi kaldırılmaya çalışılmıştır. Kemal Bayram Çukurkavaklı başta olmak üzere, Reşit Ertüzün, Hıfzı Topuz, Alpay Kabacalı gibi araştırmacılar, Sabahattin Ali’nin ölümünü araştırmışlar ve bu çalışmalarını yayımlamışlardır. Bunların dışında yazarın ölümüne dair pek çok makale yazılmış, bu olayı anlatan belgesel ve filmler çekilmiştir. Bu kadar araştırma ve çalışma olmasına rağmen, Sabahattin Ali’nin ölümü üzerindeki esrar perdesi hâlâ tam olarak kaldırılamamıştır. Bu makalede, Sabahattin Ali’in ölümü, Sabahattin Ali Davası ve bu davanın İzmir basınına yansımaları ele alınmıştır. Anahtar Kelimeler: Sabahattin Ali, İzmir Basını, Atatürk dönemi, yazarın ölümü Abstract SABAHATTIN ALI CASE AND THE REFLECTIONS ON THE TRİAL IN IZMİR PRESS Sabahattin Ali, a famous Turkish author, was born on April 25, 1908 and died on 2 April 1948 at the Turkey-Bulgaria border many sources. He is one of the most important names of Turkish literature in the Republic period, especially Atatürk and Inönü Period (1923-1950). Sabahattin Ali was killed in a suspicious manner in 1948. After 1970, many researchers such as Kemal Bayram Çukurkavaklı, Reşit Ertüzün, Hıfzı Topuz, Alpay Kabacalı has interested in his death and has tried to determenine the cause of this tragic death. In addition to this, many papers has published and has made films and documentaries about Sabahattin Ali’s death since 1970 in Turkey. In spite of the books, papers, films and documentaries, the cause of author’s death is stil not resolved. In this paper, Sabahattin Ali’s Case, the development of this trial and the cause of the author’s death has been reevaluated consirering newspapers in Izmir published. Key words: Sabahattin Ali, Izmir Press, Ataturk Period, death of author
TAKLİD-İCTİHAD KAVRAMLARI BAĞLAMINDA İBN ÂBİDÎN'İN TABAKÂTÜ'L-FUKAHÂ'YA DAİR ÖZGÜN YAKLAŞIMI
İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 2019
Ibn Ābidīn (d. 1836) who was one of the prominent representatives of the Hanafi school and one of the late Ottoman jurists lived in a period of time when debates on taqlīd-ijtihād began to increase gradually. He wrote many books especially in the field of fiqh such as Redd al-Muhtār and he was respected by Hanafi people. In this study, it is aimed to establish the evaluations of Ibn Ābidīn in the matter of tabakāt al-fukahā and his original approach in this topic. For this purpose, the evaluations of Ibn Ābidīn on taqlīd and ijtihād will be examined. Because the concepts of taqlīd, ijtihād within madhhab/school and tabakāt al-fukahā are closely each other. When any of these concepts are taken into consideration, others also come to the fore.
HİMMET-ZÂDE ABDÎ’NİN (Ö. 1122/1710) İLÂHİYYÂT ADLI ESERİNDEKİ İLÂHİLER
Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları Dergisi [Journal Of Old Turkish Literature Researches], 2023
Himmet-zâde Abdî (d. 1050/1640 - ö. 1122/1710) Bayrâmiyye tarikatı şeyhlerinden Himmet Efendi'nin (ö. 1684) oğlu olup babasından sonra aynı tarikatın şeyhliğini yapan vaiz, hattat, mutasavvıf bir şair ve musikişinastır. Asıl mesleği vaizlik olan, İstanbul’un muhtelif camilerinde görev alan ve Selâtîn cami kürsü şeyhlerinden sayılan Abdî, aynı zamanda tefsir ve hadis ilimlerini de tahsil ederek kendisini bu alanlarda yetiştirmiş bir âlimdir. Hat sanatının öncü isimlerinden olan Hafız Osman’dan icazet almış, sülüs ve nesih yazmada üstat kabul edilmiştir. Bir tarikat şeyhi olarak tasavvufi edebiyata Bayrâmîlik ve Halvetîlikten özellikler taşıyan yeni eserler kazandırmıştır. Şiirlerinde işlediği konuların başında Allah ve Peygamber sevgisi gelmektedir. Açık ve anlaşılır bir dil kullanan Abdî, sanat kaygısı gütmemiş ve herkes tarafından anlaşılma amacı taşımıştır. Bu amaçla şiirlerinde aruz ölçüsü yanında hece ölçüsü de kullanmıştır. Birçok tercüme eseri de olan şairin şiirleri daha çok gazel ve kaside nazım şekillerindedir. Çalışmamızın konusu olan eser, Himmet-zâde Abdullah Efendi'ye ait ilâhilerin yer aldığı divançe sayılabilecek bir eserdir. Eserin tespit edilen beş nüshası olup bunlarda en fazla on yedi şiir mevcuttur. Genel olarak münacat ve na’t türünde kaleme alınan bu şiirler, çeşitli makamlarda bestelenmiş ve günümüze kadar söylenegelmiştir. Ayrıca şiirlerin bazıları çeşitli mecmualarda ve musiki ile ilgili kaynaklarda yayımlanmıştır. Ancak Himmet-zâde’nin yayımlanan bu şiirleri mecmualarda farklı sayılarda olup bazılarının beyit ve dize sayılarında da eksiklikler tespit edilmiştir. Amacımız şairin ilahilerini bir araya getirip eksikliklerini tamamlamak ve nüsha karşılaştırmalarını yaparak bir bütün halinde ilim dünyasına tanıtmaktır.