Güzel Sanatların Birer Dalı Olarak Cinayet Ve İmgelerarasılık: The House That Jack Built Örneği (original) (raw)
Related papers
Masonlukla Bağlantılı Karındeşen Jack Olayı -I
Mason Dergisi No. 126, 2003
1888 yılında Londra, Karındeşen Jack adındaki seri katilin işlediği vahşi cinayetlerle dehşete kapıldı. Beş kadın, özellikle geceleri ve karanlık saatlerde katilin hedefi oldu. Olaylar, geniş çaplı bir polis soruşturmasına rağmen çözülemedi ve katilin kimliği belirsiz kaldı. Zamanla, cinayetlerin Masonlukla bağlantılı olabileceği yönünde teoriler ortaya çıktı. BBC’nin “The Ripper File” dizisi (1974) ve Stephen Knight’ın “Jack the Ripper: The Final Solution” adlı kitabı (1976), katilin mason olabileceğini öne sürdü. 1978 yapımı “Murder by Decree” filminde ise, Sherlock Holmes, cinayetlerin ardında mason bir katil ve onu koruyan mason polisler olduğu fikrini dile getirdi. Bu tür mason karşıtı teoriler, Alan Moore'un “From Hell” adlı çizgi romanı (1996) ve 2001’de aynı adla çekilen filmde de işlendi; ancak kanıtlar yetersiz kaldı. Mason bağlantısı iddiası üç temel unsura dayanıyor: Cinayetlerin şekli: Kurbanların boğazları kesildi; ancak bu yöntem mason ritüelleriyle bağlantılı olmayan yaygın bir cinayet biçimi olarak değerlendirildi. Olay yerinde bulunan “Juwes” yazısı: Mason efsanesindeki bazı figürlerle ilişkilendirildi; ancak bir masonun kendisini ele verecek bir ipucu bırakması mantıksız bulundu. Polislerin mason olması: Soruşturmada görev alan bazı polislerin mason olduğu ve katili koruduğu iddia edildi fakat bu çıkarım dayanaksız olarak görüldü. Conan Doyle’un yarattığı Sherlock Holmes karakteri, doğrudan Masonlukla ilişkilendirilmese de öykülerinde masonik unsurlar karakter analizi aracı olarak kullanıldı. Ancak Doyle, Holmes’un mason olduğunu ya da mason ritüellerine katıldığını hiçbir zaman belirtmemiş, Masonlukla mesafeli bir duruş sergilemiştir.
Masonlukla Bağlantılı Karındeşen Jack Olayı - II
www.masonpedia.com, 2016
Karındeşen Jack (Jack the Ripper), 1888'de Londra'nın Whitechapel bölgesinde beş kadını vahşice katleden ünlü bir seri katildi. Kimliği uzun yıllar boyunca belirsiz kaldı ve pek çok kişi suçun faili olarak öne sürüldü. 126 yıl sonra, DNA uzmanı Dr. Jari Louhelainen, cinayet mahallinde bulunan bir şal üzerindeki DNA testi sonuçlarına dayanarak katilin Polonya kökenli berber Aaron Kosminski olduğunu açıkladı. Kosminski, Scotland Yard tarafından o dönem sorgulanan şüphelilerden biriydi, fakat delil yetersizliği nedeniyle mahkûm edilmemişti. Karındeşen Jack’ın kurbanları genellikle gece çalışan ve boğazları kesildikten sonra karınları deşilen kadınlardı. Kurbanlardan bazılarının iç organlarının alınması, katilin cerrahi veya anatomik bilgiye sahip olabileceği şüphesini uyandırdı. Bugüne kadar birçok uzman, cinayetlerin bir kısmının başka kişilere ait olabileceğini düşündü; bazı uzmanlar ise olayları tek bir katile bağlamayı tercih etti. Whitechapel cinayetleri arasında, 11 tanesi resmi olarak kaydedilse de başka bazı cinayetlerin de Karındeşen Jack ile bağlantılı olabileceği düşünülmüştür. 2000’den fazla kişi sorgulanmıştır. Dönemin bazı gönüllü halk grupları da şüpheli gördükleri kişileri takip etmişlerdir. Ancak deliller yetersiz kalmış, kapsamlı bir araştırmaya rağmen cinayetlerin failleri tespit edilememiştir. Karındeşen cinayetleri, sansasyonel basının ilk örneklerinden sayılmaktadır. Gazeteler, dedektiflerin açıklama yapmadığı durumlarda tahminler ve spekülasyonlar yayımlamıştır. Katilin kimliği hakkında çok sayıda şüpheli öne sürülse de Jack’ın kim olduğu hiçbir zaman kesin olarak belirlenememiştir.
Sanat ve Tasarım Kavramları Bağlamında İçmimarlığın Yeri
Mesleki ve Teknik Eğitimde Küresel Gelişmeler, The Global Development in Vocational and Technical Education. Uluslararası Mesleki Bilimler Sempozyumu-International Vocational Science Symposium. IVSS2017, 2017
Bu çalışma kapsamında, sanat nesnesi ve tasarım nesnesi arasındaki güçlü bağlantılar analiz edilecek, sanat ve tasarım eylemlerindeki ortak noktaların belirlenmesi, içmimarlık mesleğinin sanat mı? tasarım mı? Olduğu, mesleğin zanaatı nasıl hangi boyutlarıyla ele aldığı? sorularına veri toplama, karşılaştırma ve örnekleme yöntemleri kullanılarak cevap aranacaktır.
Bir İktidar Aracı Olarak Ev: Geriye Kalan ve Öldüren Cazibe'de "Eril Tahakküm" ve "Öteki Kadınlar"
Kadın/Woman 2000, 2020
Öz Bu çalışmada, Geriye Kalan (Çiğden Vitrinel, 2011) ve Öldüren Cazibe (Fatal Attraction, Adrian Lyne, 1987) filmlerindeki kadınların ev alanına ilişkin deneyimleri, Pierre Bourdieu'nün eril tahakküm kavramıyla bağlantı kuran bir kuramsal izlekte, feminist eleştirel söylem analizi perspektifinden yararlanılarak değerlendirilmiştir. Bourdieu, Eril Tahakküm (2002) çalışmasında eril ve dişil olmak üzere cinsiyetlendirilmiş iki alanın iktidar ilişkileri içindeki sembolik yansımalarını inceler. Kadınlar, içselleştirdikleri toplumsal cinsiyet pratiklerini ev içi rutinlerle, aile kurumunda yeniden üretir. Her iki filmde de sembolik şiddet göstergesi evdir; bundan dolayı bu iki film çalışmada yan yana gelebilmiştir. Bu çalışmanın amacı, kadınlar farklı ilgi alanlarına, hayat tarzlarına sahip olsalar ve ev alanını farklı şekillerde deneyimleseler de kadınlar için evin eril tahakkümü güçlendiren bir yer olma özelliğini koruduğunu göstermektir. Bu bağlamda çalışmanın temel sorunsalı, kadın bedeninin bir uzantısına dönüşen ev alanının kadınlar arasındaki sınıfsal farklılıkları şekillendiren temel bir belirleyen olduğu iddiasıdır. Ev alanı, kadınlar arasında, asimetrik sınıfsal bir konum üretmekte ve kadın bedeni bu konuma göre "terbiye" edilmektedir. Temsillerde, birbirine düşmanlaştırılan kadınlar arasındaki ilişki kopmakta, bu ilişkiyi tekrar kurabilme ihtimali ise sembolik tahakkümün sorgulanmasıyla mümkün görünmektedir. Anahtar Kelimeler: eril tahakküm, ev alanı, kadın bedeni, sınıf, toplumsal cinsiyet. In this study, experiences of women related to home space in What Remains (Çiğdem Vitrinel, 2011) and Fatal Attraction (Adrian Lyne, 1987) are evaluated on the basis of Pierre Bourdieu’s masculine domination concept, using feminist critical discourse analysis. Bourdieu examines the symbolic reflections of two gendered fields, masculine and feminine, in the power relations in the study of Masculine Domination (1998). The women reproduce internalized gender practices with domestic routine in family institution. In both films, the home is a sign of symbolic violence, hence these two films are close together in this study. Although women have different interests, lifestyles, or experience the home space in different ways, the home space remains a fixed place that reinforces masculine domination. In this context, the home space that turns into an extension of the female body discloses the class differences between women. The home space produces an asymmetric class position among women and their bodies are “disciplined” according to this position. In the representations, the relation between women who are opponents to each other damages, so the possibility of reconstructing their relationship seems possible by questioning symbolic domination. Keywords: masculine domination, home space, female body, class, gender.
KTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2013
Tel: 0 (462) 377 2022 Dergimiz ASOS Index tarafından taranmaktadır. Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Dergisi; yılda iki kez yayınlanan ulusal, hakemli ve bilimsel bir dergidir. Editör, dergiye gönderilen yazıları yayınlayıp yayınlamamakta serbesttir. Gönderilen yazılar iade edilmez. Derginin her hakkı saklıdır. Bu derginin hiçbir bölümü yazılı ön izin olmaksızın hiçbir biçimde ve hiçbir yolla yeniden üretilemez ve dağıtılamaz. Dergide yayınlanan çalıĢmalardaki görüĢ ve düĢünceler yazarların kiĢisel görüĢleri olup, hiçbir Ģekilde Sosyal Bilimler Enstitüsü'nün veya Karadeniz Teknik Üniversitesi'nin görüĢlerini yansıtmaz.
Mimarlık ve Sinema İttifakının Soykütüğü Üzerine
44 | aktör mekânlar "Soykütük gridir; kılı kırk yarar ve sabırla belgeler. Karmakarışık, silinmiş, üstü karalanmış, defalarca yeniden yazılmış parşömenler üzerinde çalışır... Kılı kırk yarmalı ve rastlantılara takılıp kalmalıdır soykütük. ... Soykütük, felsefenin kibirli ve derin görünüşünün bilginin köstebek bakışına karşıt olması gibi, tarihe karşıt değildir; tersine, o ideal anlamlara ve tanımsız erekselliklerin tarih ötesi açılımına karşıttır. 'Köken' arayışına karşıttır." Michel Foucault Işıl Baysan Serim | Mimarlık ve sinema ilişkisinin miladı nereye ve nasıl tescillenebilir? İnsanın ilk mimari problemi olan mağara duvarlarına çizdiği "hareketli resimler"i köken tayin eden paradigmaların açımladığı gibi, büyünün, bilinmeyenin veya korkulanın görsele tahvili, yani dışarı'yı görüntü aracılığıyla evcilleştirme edimi bir eşik olabilir mi? 1 Ya da Platon'un ünlü mağara metaforunda hakikate ikame edip etmediği soruşturulan zihinsel ve maddi gölgelere mi pay biçilebilir? 2 Gözlerimizle gördüğümüz dünyanın hakiki olmadığını, yalnızca hakikate öykünen temsiller olduğunu söyler Platon. Hakikate ve hakikatliliğe dair aranan o ilksel düşünce, zihnin gölgelerinden doğan birer temsil biçimi olarak her ikisinin de zaten içkin olduğu öz değil midir? Bu yazıyı, mimarlık ve sinema arasındaki bağın soykütüğünü yapmak gerekliliği üzerine inşa etmeyi amaçlıyorum. Sinemayı, modern mimarlığın tarihsel ikiliklerinin ötesine geçebilmesini mümkün kılan veçhelerden biri olarak düşünüyorum. Dışın iç ile, öznenin nesne ile, zihnin ruh ile, mekânın zaman ile, normalin anormal ile, bedenin tarih ile, fiziğin metafizik ile eklemlendiği yerdedir soykütük. Dolayısıyla "şimdinin tarihleri"ni, onun katmanlarını tespit edebilmektir ki, bu da "tarih-üstü tarihten" kurtularak tarihi parçalarına ayırmak, sürek-sizlikleri, heterojen olayları aydınlığa çıkarmak demektir. 3 Çünkü hem sinema hem de mimarlık, düşünsel, bilimsel, estetik, toplumsal, teknolojik ve kurumsal ilişkilerin oluşturduğu, indirgenmesi imkânsız heterojen bir sistemin etkisi olarak mümkündür. İşte bu yüzden "Soykütük tasarlanmış karnaval olarak tarihtir," der Michel Foucault.
The Great Fire of London'da Ölüm Metaforu: Toplumsal Buhran ve Sanat Yapmanın Sıkıntıları
Litera, 2012
Peter Ackroyd'un, Türkçe'si ile Büyük Londra Yangını, The Great Fire of London adlı romanı (1982), o ana kadar reklam ve belgesel çalışmış bir filmcinin ilk sanat filmini çekme çabaları üzerine odaklanırken, art alanda çağdaş İngiliz toplumunun sıkıntılarını yansıtır ve toplumsal bunalımın sanat ve sanatçı üzerine olabilecek kötücül etkisini örnekler. Bu temanın sergilenişinde ölüm, kullanılan başat metaforlardan biridir.