İSLÂM ÖNCESİ ARAP TARİHİNİ YANSITMASI BAKIMINDAN NESEPLER (original) (raw)
Related papers
İSLÂM ÖNCESİ ARAP TARİHİNİ YANSITMASI BAKIMINDAN KAYA RESİMLERİ
civarında kaya resmi alanı keşfedilmiştir. Yarımadanın farklı yerlerinde ortaya çıkan bu zengin miras, birçok kaya yüzeyinde belirgin veya yarı belirgin şekilde durarak ulusal kimliğin tespiti de dâhil olmak üzere çeşitli konularda işe yarayacaktır. Dolayısıyla bu çalışmada İslâm öncesi Arap tarihini gün yüzüne çıkarmada kaya resimlerinin konumunu belirlemek amacıyla kaya resimleri tabirinden başlayarak ören yerleri, kayalarda bulunan şekil ve yazıların değerlenmesi ile bunların tarihe olan katkıları üzerinde durulacaktır. Arkeolojik buluntular henüz yeni bir uğraş olduğundan araştırmada daha çok güncel kaynaklardan ve web sitelerinden yararlanılacaktır.
İSLÂM ÖNCESİ ARAP YARIMADASINDA KABİLE DIŞI UNSURLAR: SA‘ÂLÎK GRUPLARI
2019
Cahiliye dönemi Arap siyasî düzeni, yarımadanın kuzey ve güney bölgelerinde tarihin belirli döneminde ortaya çıkan krallıklar hariç, kabile hayatı üzerine kuruluydu. Kabile düzeni yarımadanın sakinlerini kuşatan koruyucu bir zırh ve kalkandı. Haseb, nesep, asabiyet ve taassup duygularıyla yoğurulan kabilecilik, fertlerin ihtiyaçlarını karşılamaktaydı. Kabile, fertlerini sımsıkı bağlarla birbirine bağlayan ve haklarını savunmada hassas olan, bu arada şemsiyesi altına aldığı herkese hak ve sorumluluklar yükleyen, gerektiğinde savaş ve barış anlaşmaları yaptıran askerî ve siyasî yapıydı.
İSLÂM ÖNCESİ DÖNEMDEN HZ. PEYGAMBER’İN VEFATINA KADAR ARAP YARIMADASI’NDA KERVANCILIK
Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020
Caravans have been one of the oldest means of transportation of people throughout history. Caravan trips were made for different reasons such as trade, worship and migration. Very important historical roads like Silk Road, Fur Road and Royal Road were used by caravans. In this study, the subject of caravan activities carried out in the Arabian Peninsula from the Pre-İslâmic period until the death of the Prophet was discussed. In consequence of the study, it was seemed that Arabs living in Arabian Peninsula and in the historical process stated above, were very active in caravan organization and observed that political events encountered in the peninsula effect the caravan organization positively or negatively.
İSLÂM DÜŞÜNCE TARİHİNDE FELSEFE KARŞITI TAVIRLAR
İSLÂM DÜŞÜNCE TARİHİNDE FELSEFE KARŞITI TAVIRLAR Özet İslam dünyasında felsefeye karşı takınılan tavırları üç başlık altında özetleyebiliriz. İlk grup, felsefeyi bir bilim faaliyeti olarak kabul edip savunanlardır. Bu bağlamda İbn Sînâ ve Fahreddîn er-Râzî gibi başlıca filozoflar esas alınacaktır. İkinci grup ise felsefeye karşı olanlardır ki bunların değişik gerekçeleri ve farklı felsefe tanımları vardır. Çalışmada Gazzâlî ve İbn Teymiye gibi belli başlı düşünürler üzerinden konuyu ele almak istiyoruz. Üçüncü grup ise eklektik olanlar yani felsefe ile İslami ilimleri uzlaştırmaya çalışanlardır. Fahreddîn er-Râzî, Kelam lehine bu faaliyeti yürütürken; İbn Rüşd'ün tavrı felsefeden yana olmuştur. Bir başka ifade Fahreddîn er-Râzî, Metafizik ve Mantık gibi ilimleri Kelam başta olmak üzere İslami ilimlere dahil ederken; İbn Rüşd, Kelam'ın aleyhine olarak Metafizik ve Mantığı savun-muştur. Makalede ayrıca Descartes ve Kant örneği üzerinden Yeniçağ batı felsefe-sinde tartışılan "felsefe anlayışı"ndan hareketle son dönemde ülkemizde yapılan bazı tartışmalara da temas etmeyi amaçlıyoruz. Çalışmada filozofların kendi eser-leri esas alınacak; ihtiyaç halinde ikinci kaynaklara başvurulacaktır. Abstract We can summarize the attitudes taken towards the philosophy in the Islamic world under three headings. The first group represents the aspects of those who accept philosophy as a scientific activity. In this context, the main philosophers such as Ibn Sina and Fakhr al-Din al-Razi will be taken as the basis. The followers of the second group are those who are against philosophy, and who have different reasons and different philosophical definitions. We would like to discuss this group through the major thinkers such as Gazzali and Ibn Taymiyyah. The representatives of the third group are those who are eclectics, trying to reconcile Islamic religi
Erken Dönem İsrailoğulları Tarihinde Rahipliğin
Öz Tevrat'ta Tanrı'nın, Sina'da İsrailoğulları arasından Levilileri özel olarak kendi hizmetine seçtiği ve Levililerin bir kolu olan kohenlerin de (Harun soyu) bu hizmetin ayrıcalıklı boyu kabul edildiği bilgisi yer almaktadır. Buna göre Yahudi geleneği, İsrailoğullarında rahiplik uygulamasının, Harun'un Sina'da Musa tarafından kutsanmasıyla tesis edildiğini ileri sürmektedir. Daha sonra Birinci Mabed'in Başkoheni Ṣadoḳ döneminde rahiplik kurumsallaşmış, İkinci Mabed döneminde son halini almıştır. Ancak Kitab-ı Mukaddes eleştirisi kapsamında yapılan çalışmalar, İsrailoğulları tarihinde rahiplik sistemine ait evrelerin Tanaḫ'ın bu geleneksel yorumundan farklı biçimde geliştiğine işaret etmektedir. Bu makale, söz konusu eleştirilerden yararlanarak erken dönem İsrailoğulları tarihinde, Ṣadoḳīler, Musacılar ve Harunîler diye isimlendirilebilecek üç rahip ocağının varlığına işaret etmekte ve Yahudi geleneğinde kabul gördüğü şekliyle kohenliğin gelişim sürecini yeniden yorumlamaktadır. Makalenin temel iddiası, İkinci Mabed rahipleri olan Ṣadoḳīlerin, Musacıları ve Harunîleri soy esaslı rahiplik sistemi içinde erittikleri ve esas payeyi kendilerine veren bir soy üstünlüğüyle rahipliğin geleneksel yorumunun mimarı oldukları şeklindedir. Abstract An Alternative View to the Development of Priesthood in Ancient Israel In the Torah, it is mentioned that God chose the Levites, among children of Israel in the Mount Sinai, to serve Himself and that the Kohens/Priests (descendants of Aaron), who represented a branch of the Levites, had priority for this service. So, the Jewish tradition affirms that the priesthood among children of Israel was formed with Aaron's blessing by Moses in Mount Sinai. During the time of Zadok, the chief priest of the First Temple, the priesthood became institutionalized and acquired its mature form during the period of the Second Temple. However, the critical studies on the Holy Bible indicate that the phases of the system of priesthood in the history of children of Israel had a course different from what this traditional interpretation of the Tanakh entails. Relying on the findings of these studies, this article revisits the process of the development of the priesthood, as accepted in the Jewish tradition, and suggests that there were three priest hearths, namely, descendants of Zadok, Moses and Aaron. The article argues that the priests of the Second Temple, descendants of Zadok constructed the traditional narrative of the development of the priesthood based on lineage, which underlined the privileged status of this group, and suppressed the memory of the roles of descendants of Moses and Aaron for this service.
YAKUBİ'NİN TARİH'iNDE İSLAM ÖNCESİ HÜKÜMDARLAR
Müellif Uluslararası Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, 2024
Ya'kûbî'nin “Tarih” adlı eserinden bazı pasajları daha önce yayınlamıştık . İslâm Tarihi alanında çalışma yapan arkadaşlarımızın ihtiyacına binaen, bu çalışmamızda İslâm öncesi dönem hükümdarlarına dair bölüme yer vereceğiz. Ya'kûbî'nin eseri genel İslâm tarihi türünde bir eserdir. Olayları yaratılıştan itibaren anlatır ve konuları olayları izah etmeye çalışır ve konuları Abbasî Halifesi Mu'temid-Alellah‟a kadar getirir. Hz. Peygamber dönemine kadar peygamberler tarihi şablonuyla Dünya tarihini anlatır. Süryânî hükümdarlar, Musul, Nineva, Bâbil ve Hind hükümdarları, Yunanlılar, Yunan ve Rum hükümdarları, Fars hükümdarları ve Çin hükümdarları bunlardandır. Bu açıdan bakıldığında Ya'kûbî'nin eseri İslâm öncesi dünyayı tanımak ve anlamak isteyenler için önemli bir kaynaktır. Eser bir yönüyle dünya tarihi niteliği taşırken, diğer yönüyle İslâm tarihinin geniş bir periyodu hakkında bilgi vermektedir.
İBNÜ'L-ARABÎ'NİN NİYAZÎ-İ MISRÎ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ: RİSÂLE-İ VAHDET-İ VÜCÛD ÖRNEĞİ
Uluslararası İbnü’l Arabi Sempozyumu İnsanlığın Hakikat Arayışı ve İbnü’l Arabi, 2018
İslam tarihinin teşekkül sürecinden günümüze değin dinî, iktisadî ve ilmî muvacehelerle öne çıkmış şehirler vardır. Şehirleşmeler Hicaz coğrafyasında Medine ile başlamış, Müslümanların Akdeniz havzasına inmesiyle birlikte Irak’ta Bağdat, Şam, Basra; Mısır’da Kahire, Fustat; Endülüs’te Zehra, İşbiliye, Tuleytula (Toledo) ve Anadolu’da Konya, Kayseri ve İstanbul gibi şehirlerle İslam düşüncesi Ortaçağ dünyasına yayılmıştır. Nitekim Malatya da bu zengin atmosfere katkı sağlayan şehirlerden biridir. İbnü’l-Arabi, Sadreddin Konevî, Niyazî-i Mısrî gibi birçok mutasavvıfa ev sahipliği yapmıştır. Şüphesiz oluşan bu tasavvufî hava gerek şehre gerekse şehrin sakinlerine sirayet etmiştir. Tebliğimizde aynı zamanı paylaşmasalar da aynı şehri ve metafiziksel zemini paylaşan İbnü’l-Arabî’nin Niyazî-i Mısrî üzerindeki etkisi üzerinde duracağız. Muhyiddin İbnü’l-Arabî (638/1240) Endülüs’te doğmuş, doğduğu yerde durmayıp birçok beldeye seyahatte bulunmuştur. İsmi gibi gittiği yerleri diriltmiştir. Bu coğrafyalar arasında Malatya sayılı bir yer tutmaktadır. Malatya’nın irfanî geleneğinin müessisi denilse yeridir. İbnü’l-Arabî etkisi asırlar boyu devam etmiş, birçok kişinin düşünce dünyasına nüfuz etmiştir. Bunlardan biri de Malatya’da doğup Diyarbakır, Mardin, Mısır, Bursa, İstanbul ve birçok Arap ve Rum diyarını gezip nihayet bugün sınırları Yunanistan’da olan Limni’de sürgündeyken 1105/1694 yılında vefat eden Niyazî-i Mısrî’dir. Her iki mutasavvıfın da birer ilim ve irfan ummânı olmaları hasebiyle bu etkiyi Niyazî-i Mısrî’nin Risâle-i Vahdet-i Vücûd adlı eseri ile sınırlandıracağız. Eser ismiyle müsemma olup vahdet-i vücuda dair bilgileri ihtiva etmektedir. Niyazî-i Mısrî, İbnü’l-Arabî’nin sistemleştirmiş olduğu vahdet-i vücûd nazariyesi üzerinde durmuş birçok ayeti ve hadisi bu düşünce ile tefsir edip açıklamıştır. Bunun yanında başta kendi şiirleri olmak üzere Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Nesîmî, Mevlânâ Hüdavendigâr gibi mutasavvıf şarihlerin Farsça ve Türkçe şiirleriyle sözü geçen ayet ve hadislere yapmış olduğu tefsirlerin etkisini pekiştirmiştir. Özellikle İbnü’l-Arabî’nin sıfat nazariyesini ele alan yazar özelde insanı genelde bütün âlemleri bu sıfatların tecellileri olarak işlemiştir.