DINI TECRÜBE BAGLAMINDA HALLAC'IN ENE'L HAKK iFADESİNİN TAHLİLİ (original) (raw)
Related papers
HALĠDE EDĠB'ĠN TÜRK KAHRAMANLARININ YABANCI DĠLĠ KULLANIMI
HALİDE EDİB’İN TÜRK KAHRAMANLARININ YABANCI DİLİ KULLANIMI, 2018
synthesis. This conflict and the synthesis coming with it are reflected in the emotions and thoughts of the characters of her novels. Most female or male characters speak English and/or French-German, and even Greek. In this study, her novels will be examined to determine the purpose of use of the foreign language of the Turkish characters in the novels. This research will attempt to show how the use of a foreign language of an author, who is a college graduate, has written some of his works in English and founded the Department of English Language and Literature at Istanbul University, reflects on the national identity, sense of belonging, cultural and social life.
HALLAC-I MANSUR’DA TANRI-VARLIK ve BENLİK- FERHAT AGIRMAN-BİLAL BEKALP.pdf
'Benlik' fikrinden hareketle Tanrı hakkında bir takım fikirler ileri süren Hallac-ı Mansur'un düşüncesinin merkezini oluşturan 'Enel Hak' ifadesi, onun Tanrıya ve benlik konusuna dair düşüncelerini ortaya koyar. Oldukça tartışmalı bir ifade olan 'Enel Hak' sözü nasıl bir durumda ve hangi yöntemle söylenmiştir? Hallac'ın bu söyleme dayanarak ortaya koyduğu bir anlayış vardır ki, o da varlık da dahil her şeyin Tanrı tarafından öncelenmesidir. Bunun anlaşılması için insanın akıllı ve düşünen bir varlık olması tek başına yeterli değildir. Söz konusu bilincin gerçekleşmesi için aklın yanında en az akıl kadar gerekli olan aşk duygusunun da yaşanması gerekir. Bunları gerçekleştiren birey için artık varlık her şeyin sebebi olan ‹Bir'e ulaşmaktan başka bir şey olmayacaktır. Dolayısıyla bu konuma ulaşan birey kendi benliği de dahil her şeyi Tanrısal 'Benlik' noktasında eriterek gerçekliğe ulaşmış olacaktır. Çünkü Hallac'a göre şeylerin gerçekliğine ancak bu şekilde ulaşılabilir.
Giriş Halk bilimi, belirli ortak değerlere sahip olan birden fazla kişinin oluşturduğu topluluk olarak halkın yaşantısını ve bu yaşantıya bağlı şekillenen soyut ve somut olguları inceleyen bir disiplindir. Dünyada halk bilimi alanındaki ilk çalışmalar, 19. yüzyılda Batı'da gerçekleşen gelişmeler doğrultusunda başlamış ve Türk halk biliminin temelleri de bu gelişmelere bağlı olarak, özellikle 20. yüzyılın başından itibaren yapılan çalışmalarla atılmaya başlanmıştır. Halk biliminin inceleme alanına giren konular üzerinde gerçekleştirilen çalışmalarla gelişimini 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren de hızla sürdüren Türk halk bilimi, 1970 ve 1980 sonrasında yeni bir ivme kazanmıştır. Tüm bu gelişmeler sonucunda, Türkoloji alanında yapılan çalışmalarda, yeni bir disiplin olarak beliren Türk halk biliminin araştırma ve inceleme yöntemlerinden yararlanılmaya başlanmıştır. Özellikle son dönemlerde yapılan çok sayıda çalışma, Türk dili ve edebiyatı tarihi ile bu süreçte ortaya çıkan dil ve edebiyat mahsullerinin sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesinde, Türk halk bilimi çatısı altında toplanan akademik birikimden yararlanmanın önemini tekrar tekrar ortaya koymuştur. Bu doğrultuda Türk halk bilimi, Türk dilinin ve edebiyatının çeşitli dönemlerine ve sahalarına ait malzemelerin " disiplinlerarası " çalışmayı gerekli kılan özelliklerinin ve bunlarda yer alan özellikle halk kültürü unsurlarının incelenmesinde ve çözümlenmesinde başvurulması gereken temel bir disiplin olarak ön plana çıkmıştır. 1 Halk bilimi, toplumların ve bireylerin yaşayışını inceleyen ve bu yaşayışı, çevresinde var olan olgularla ilişkilendirerek açıklayan bir alandır. Çok geniş bir alanı kapsamaktadır.
HOCA, TALEBE: ISABEL DODD'UN KALEMİNDEN HALİDE EDİB ADIVAR
2018
Özet Bu çalışma, Halide Edib Adıvar'a ilişkin literatüre Amerikan Doğu Akdeniz Ticaret Odası yayın organı olan Doğu Akdeniz Ticaret Odası Dergisi'nde yayınlanmış istisnai bir makale üzerinden katkıda bulunmayı hedeflemektedir. Nitekim söz konusu ilgi, dergiye ilişkin yürütülmekte olan farklı bir araştırma sürecinde derginin basım hayatına başladığı tarihten Osmanlı Devleti yıkılıncaya değin yayınlanan sayılarında sadece bir kadın için özel olarak bir makale yayınlandığının görülmesiyle ortaya çıkmıştır. Bahsi geçen kadın ise Halide Edib Adıvar'dır. Dolayısıyla bu istisnanın bir kıymet olduğu düşünülerek mevcut çalışma kaleme alınmıştır. İlgili makaleyi bizce ilgi çekici kılan bir diğer husus ise makaleyi yazan kişinin Halide Edib'in hocası Isabel F. Dodd oluşudur. Dolayısı ile bu çalışmada her iki kadının yollarının kesişmesi, aktardıkları ve kendilerine ilişkin aktarılan bilgilerle birlikte yaşadıkları dönem ve kurumlar temelinde bir dönem boyutunun kısmen kurgulanması hedeflenmiştir.
HEDİYYETÜ’L-MÜŞTÂK (HAK ÂŞIKLARINA REHBER LA’LÎ-ZÂDE ABDÜLBÂKÎ)
HEDİYYETÜ’L-MÜŞTÂK (HAK ÂŞIKLARINA REHBER LA’LÎ-ZÂDE ABDÜLBÂKÎ), 2021
Yayın değerlendirmesini yaptığımız çalışma, 18. yüzyıl Melâmî önderlerinden Sarı Abdulllah Efendi’nin (ö. 1660) Mslekü’l-Uşşâk adlı kasidesine torunu La’lîzâde Abdülbâkî’nin Hediyyetü’l-Müştâk adıyla yazdığı şerhi içermektedir. Bu kaside Bayramî-Melâmî ekolünden Sarı Abdullah’ın kaleminden çıktığı için Melâmîlik’le ilgili önemli bilgiler içermektedir. Hatta eser, Melâmîlik ile ilgili temel kaynaklardan biri olması yönüyle önemlidir. Eser, Lalizâde Abdülbâkî’nin edebî kişiliğini ve eserlerini içeren bir girişten sonra, kasidenin Türkçe tercümesi ve detaylı açıklamasını, son olarak da kasidenin transkripsiyonlu metnini içermektedir. Eserin; dinî-tasavvufî edebiyat ve tarih açısından Melâmî kültür ile konunun Kur’anî dayanaklarını içermesi yönüyle önemlidir.
HORASAN'IN İNCISI HERAT'TA TİMURLULAR DÖNEMİNDE İLMİ FAALİYETLER ÜZERİNE BİR DEGERLENDİRME
Bu çalışmada Türk-İslâm kültür ve medeniyetinin en önemli merkezlerinden biri olan ve tarihi kaynaklarda Horasan'ın incisi, dünya şehirlerinin gözbebeği şeklinde ifadelerle tanıtılarak günümüz Afganistan toprakları içerisinde yer alan Herât şehrinin ticarî, askerî ve göç yollarının kesişme noktasında yer almasına bağlı olarak sahip olduğu stratejik konumunun da vermiş olduğu özelliklere göre Timurlu iktidarındaki ilmî faaliyetleri konu edilmiştir. Bu doğrultuda Timurlu Devleti'nin Herât şehrindeki ilmî faaliyetleri ayrı ayrı başlıklar altında değerlendirilmiştir. Özellikle de Emir Timur döneminden başlayarak devletin yıkıldığı tarihe kadar geçen süreçteki ilmî faaliyetleri dönemin müellif ve çağdaş kaynaklara yansıdığı şekilde incelenirken bu eserlerde yer alan ifadeler büyük oranda irdelenmiştir.
DAĞLARCA’NIN HÜSN Ü AŞK YORUMU: ŞEYH GALİB’E ÇİÇEKLER
Dîvân şiiri geleneği ömrünü tamâmlayıp hayâtiyet dâiresi kapandıktan sonra geleneğin içinden önemli konular ve metinler modern denilen dönemde kimi şâirlerce yeni dil ve yeni formlarla yeniden ele alınıp şiirleştirilmiştir. Şeyh Gâlib'in Hüsn ü Aşk adlı mesnevîsi de, yazıldığı dönemden günümüze kadar pek çok şâire ilhâm kaynağı olmuş, bu çerçevede ayrıca, yeni bir dil, yeni bir form ve bir modern dönem şâirinin şiiraltı ile, yani, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın Şeyh Galib'e Çiçekler adlı şiir kitâbı ile yeniden yorumlanmıştır. Bu makâlede, ilk baskısı 1986 yılında yapılan bu eser Hüsn ü Aşk'a göre konumu açısından değerlendirilecek; Dağlarca'nın, geleneği ve Gâlib'i yorumlayıp yansıtma tarzı karşılaştırmalı olarak ele alınacaktır. After the tradition of divan poetry completed its lifetime and its virtuous life was closed, important topics and texts from within the tradition have been reconsidered by poets in this modern period with new language and new forms. The mesnevi of Şeyh Galib called Hüsn ü Aşk, has been a source of inspiration for many poets from the time it was written to present day, and in this frame, has been reinterpreted with a new language, a new form and a poetical subconscious of a modern poet, that is, a poetry book called Flowers to Şeyh Galib by Fazıl Hüsnü Dağlarca. In this article, this work, which was first published in 1986, will be evaluated in terms of its position with respect to Hüsn ü Aşk; and the tradition of Dağlarca, and his interpretation and reflection of Galib will be discussed comparatively.
HALDUN TANER HİKÂYELERİNDE TOPLUMSAL STATÜ TEZÂHÜRLERİ
Öz İnsanların tekil olmaktan sıyrılarak bir arada yaşama düzenine geçişi, toplum kavramının ortaya çıkışını gerçekleştirmiştir. Toplum kavramı da her bir ülke/bölge içinde kendi aidiyet ve kültür ortamını oluşturmuştur. Ortaya çıkan bu olgu da toplumsal yaşam serüvenini ve bu serüvenin sürerliliğini idame ettirmiştir ve ettirmektedir. Bu çalışmada Haldun Taner'in hikâyelerindeki toplumsal ayrılıkların karakterlere yansıması noktasından hareketle, toplumdaki bireyler üzerinde oluşturduğu tahrip edici unsurlar tartışılacak, bunların, şahısların kişiliklerinde yol açtığı davranış tarzları ortaya koyulacak ve toplumsal ayrılıkların bu şekilde devam etmesi hâlinde bireylerin dönüşebileceği daha farklı davranış biçimlerinin kaçınılmaz olduğu sonucu vurgulanacaktır. Çalışmada aynı zamanda sözü edilen toplumsal ayrılıkların boyutları, siyasi-halk statüsü, zengin-fakir statüsü, kültürlü-kültürsüz statüsü gibi olgular üzerinden örneklenerek ayrıntılandırılmaya gayret gösterilecektir. Bakıldığında her toplumun içinde çeşitli statü farklılıkları ve bunun getirmiş olduğu sorunların bir hakimiyet oluşturmuş olduğu görülmektedir. Bu hakimiyetin Haldun Taner hikâyelerindeki karakterlerde nasıl bir yansıma gerçekleştirdiği, bu doğrultuda izleksel bir örüntü oluşturacaktır. Anahtar kelimeler: Haldun Taner, Toplum, Statü, Düzensizlik, Eşitsizlik. Giriş Haldun Taner hikâyelerini ortaya koyarken toplum içerisinde yer alan bireylerden periyodik izlekler sunmaktadır. Yaşadığı çoğunluk içinde şahıslar; halktan, kırsal kesimden, Avrupalı, siyasetçi, esnaf vb. gibi vasıflılıklarla okuyucu karşısına çıkmaktadır. Haldun Taner bu karakterleri; mizahi, ironik, eleştirel vb. yönleriyle ortaya koymaktadır. Bu bağlamda bakıldığında bireyler farklı fonksiyonlarıyla hareket etmekte ve birbirlerine karşı üstün olma ya da altta kalma gibi sınırlar çerçevesinde yer alabilmektedirler. Sınıfsal ayrımın toplumlar nezdinde büyük bir etkiye sahip olması bu durumu tetiklemektedir. İnsanların bir arada yaşamaya başlamasıyla, zaman içerisinde edinmiş/biçilmiş olduğu misyonlar belirli bir ölçüde ayrışmaya zemin hazırlamıştır. Böyle bir ayrışmanın oluşmasında ve artmasında elbette çeşitli gelişimeler etkili olmuştur. Kölelik, feodalite vb. sistemlerde farklı katmanlar çerçevesinde yer alan insanlar, Fransız Devrimi ve özellikle de Sanayi Devrimi'nden sonra daha değişik ivmelerle kategorize olmaya başlamışlardır. Maddenin ve politik gücün evrensel hayatta egemen olmaya başlamasıyla, onu elde eden bireylerin düzen kurma görevini de elde etmiş oldukları görülmektedir. Bu durum da çoğulluğu barındıran toplum yapısında sözü edilen güçleri kendinde taşıyan bireylerle, taşıyamayan bireyler arasında insan tabiatına aykırı bir hiyerarşi meydana getirmiştir. Böylece her bir toplum içerisinde bir sınıf mücadelesi doğmuştur. Şahıslar da içinde bulunmuş oldukları statülere göre aksiyon almaya çalışarak kendisini en refah hissedebileceği olguya taşımak amacıyla çeşitli geçişlilikler yaşamışlardır ve yaşamaya devam etmektedirler.