SELİM ÇINAR - SERAMİK GELENEĞİNİN NFT KRİPTO SANAT İLE DİJİTAL DÖNÜŞÜMÜ (original) (raw)

SANATTA MİNİMALİZM VE GÜNÜMÜZ SERAMİK SANATINA YANSIMALARI

PhD. Thesis , Dokuz Eylül University ,Institute of Fine Arts, 2008

Minimalism that occured in the '60s, has important place in the art history as a latest effective attack of Modernist movements. After Second World War, art was influenced fundemental revolutions in social structure, thus Minimalism takes place in the art area as a alternative attitude against to Abstract Expressionist movement. At first, Minimalism was strongly criticized and resisted but later accepted by the critics and audience. Ceramics get rid of its traditional roots during Modernism and takes a contemporary aspect, with the own special qualities both formal and conceptial . The study aims to investigate Minimalism in the historical context and the reflections on the Contemporary Ceramic Art. 1960’lı yıllarda ortaya çıkan ve Modernist hareketin son etkili hamlesi olarak ele alabileceğimiz Minimalizm, sanat tarihinde önemli bir yere sahiptir. II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika’da toplumsal yapıda yaşanan köklü değişimler sanatı etkilemiş, bunun sonucunda Minimalizm, Soyut Dışavurumcu harekete karşı, alternatif bir söylem olarak sanat alanında kendini göstermiştir. Başta ciddi eleştiri ve direnişe maruz kalan Minimal Sanat, zaman içinde eleştirmenler ve izleyici gözünde kabul görmüş ve güçlü bir yapıya kavuşmuştur. Modernizmle birlikte geleneksel köklerinden kurtulup, bir çağdaşlaşma süreci yaşayan seramik, malzemenin kendine özgü kimliğiyle hem formal hem de kavramsal açıdan yeni anlatım biçimlerine kavuşmuştur. Bu çağdaşlaşma ve değişim sürecinde etkili olan temel dinamikleri irdeleyen bu çalışmanın amacı, Minimalizm’in tarihsel süreç içinde yapılanmasını ve günümüz seramik sanatına etkilerini incelemektir.

ÇİN SERAMİK SANATINDA KÜLTÜR, SEMBOLİZM VE ZANAATKÂR

2018

Doğaya bağımlı kültürlerde, biçim içeriğin aynasıdır" 1 Giriş Sanat Tarihçisi Jale Nejdet Erzen Çoğul Estetik adlı kitabında, güzel olanın iyi olduğu yargısının doğru olması durumunda, en büyük iyi olan tanrı imgesinin en üstün güzellik kaynağı olabileceğini dile getirmekte ve ardından konuya şu şekilde devam etmektedir. "Dünyadaki güzellik tanrının bir göstergesi ya da onun eserinin büyüklüğü, muhteşemliğidir. Tanrı ile ya da kutsal olanla ilgili her şey güzelleştirilir, süslenir, tanrıya, kutsala layık kılınır. İnsan değer verdiği şeylere bu değeri öncelikle onları güzelleştirerek, süsleyerek, güzel bir şey vererek gösterir. Demek ki güzel değer verilenin ifadesidir. Bundan ötürü bütün sanatların başlangıcında öncelikle tanrılara layık olanın, onlara şükranın, onlara yakınlaşmanın bir göstergesi ve ifadesi olmuştur güzel. Tanrılarla ilgili bütün ifadelerde onları en güzel şekilde temsil etmek o kültürün sanatının da başlıca gayesi olmuştur. Tapınaklar, dini resimler, heykeller öncelikle güzel olmak durumundadırlar, zira tanrının mükemmelliği bu güzellik temsili ile ortaya konulur. Güzel, tanrıya yakın olduğu için de iyidir" (Erzen, 2016: 91). Bu tanım kültür, nesne ve doğa arasındaki güçlü bağa dair önemli ipuçları sunmaktadır. Tanımda da belirtildiği gibi, güzel olana ulaşma ya da onu kavrayabilme isteği, özellikle antik çağlardan günümüze değin zanaatçılar/sanatçılar tarafından üzerinde durulan bir konu olmuştur. Özellikle Antik Yunan'da "mimetik" kavramı ile ortaya çıkan, Rönesans ile birlikte doruğa ulaşan doğa nesnelerinin taklit edilmesi ve hatta bu eserlerin haddinden fazla Tanrı'nın güzelliğine yaklaşması Michelangelo'da durumu gösterir. Onun bile resimlerinde bu kadar inandırıcı bir görüntü yarattığı için Tanrı ile rekabet ettiği evhamına kapılarak ondan 1 Nejdet Erzen, Çoğul Estetik, Metis Yayınları, 2011, s. 23 af dilediği rivayet edilmektedir (Erzen, 2016: 22). Güzel olana, doğaya veya tanrıya olan bu yöneliş sonucu zanaatçı/sanatçılar tarafından onun mükemmelliğine yakınlaşabilmek adına sayısız eser üretilmiştir. Bu çalışmada batı sanatının aksine, özellikle doğu zanaatı/sanatındaki doğanın, tanrının veya güzelin nasıl tasvir edildiği ve zanaatçı/ustaların bu yaratımları hangi değerler etrafında şekillendirdikleri açıklanmaya çalışılacaktır. Bu bağlamlar kültürel bir nesne olarak Çin seramikleri üzerinde birleştirilecektir. Zanaatın ve sanatın kesiştiği bir nokta olarak Çin porseleni özellikle bu çalışmanın ana materyalidir. Çin porselenini açıklamaya

SİNEMADA KONSANTRE GRAFİK FORMLAR İLE FİLME DÖNÜK TASARIM PERSPEKTİFİ OLUŞTURMA

5th International Congress Of Art, Design and Fashion, 2021

Bugün film jeneriği tasarımları, yaratıcı düşünce çevresinde şekillenen disiplinlerarası birlikteliklerin göze çarptığı bir çalışma alanıdır. Bu konsantre sinematik ve grafik formlar sinema sanatı ve film endüstri içerisinde düşünülerek anlamlandırılsalar da tümüyle bunlardan bağımsız olarak estetik bir unsur olarak da öne çıkmaktadır. Sinematik evrende meydana gelen gelişmeler, estetik ve grafik dile dair ilerlemeler ivme kazandırmıştır. Rafine olarak çeşitlendirilmiş sözcük, grafik ilişkisi sinemada yeni yaratım ve üretim biçimlerine olanak tanımıştır. Tüm bu gelişmeler ışığında jenerik tasarımları, her geçen gün filmsel anlatıya derinden katkılar sunmaya devam etmektedir. Bu alanın film izleme pratiğine doğrudan etkileri ve filmin yapısıyla örtüşen görselleştirmelerin filme yönelik teması arttırdığı göze çarpmaktadır. Bu noktada jenerik tasarımları film prodüksiyonunun türünü ve anlatının hedeflerini yakalamada estetik bir bilinç ile hareket eder. İzleyiciye kavramsal düşünmeye iterek, filme yönelik maksimum görüntü deneyimi sunarken, bu konsantre formların film anlatısına yaptığı açılımlar merak konusudur. Metin ve imgeyi aynı algısal düzlem üzerinde sunan jenerik tasarımları, her geçen gün grafik tasarımın yeni ve geniş ifade biçimleri ile, minyatür yapılar olarak gelişimini sürdürmektedir. Filmsel biçimlerin grafik unsurlar ile uzlaştırıldığı, var olan birlikteliklerin yeniden kurulduğu bu deneysel uygulama alanında, tasarım ve sinemanın heterojen dili yakından incelenmelidir.

SERMAYENİN VERİMLİ KULLANIMINDA İNŞAAT – SANAYİ ÇELİŞKİSİ

Türkiye'de düşük seviyede olan tasarrufların, gayrimenkulde yoğunlaşması sorununu irdeleyen bir çalışmadır. Tasarrufların hem miktarının hem de döviz kazandırıcı işlevinin artırılması ile yurt içindeki konut fiyat yükselişlerinin azaltılmasına ilişkin politika önerilerine yer verilmiştir. Tasarrufların döviz kazandırıcı işlevinin artırılması için yapılan öneri, marka destek programlarına, özellikle TURQUALITY programına ilişkindir. Türkiye'deki konut kredileri ile sabit sermaye (konut) yatırımları arasındaki çarpık ilişkiyi ortaya çıkaran ilk çalışma olması sebebiyle önemli bir çalışmadır.

ÇAĞDAŞ SANAT FELSEFESİNİ SİNEMATOGRAFİK ANLATI ÖRNEĞİNDE TARTIŞMAK

ECSAC Proceedings Book, 2019

Sanatın, "görünen dünyanın yansıması", "maddi yaratım süreci ile bu sürece eklemlenen estetik beceri"; "işin/üretimin gösterilip paylaşıldığı hatta yer yer ve zaman zaman eğitsel kanallar kullanılarak da aktarıldığı eylemler bütünü" ya da "bilinmezliğin somutlaştırıldığı, özgül değerler ve göstergeler sistemi" olarak tanımlanması, olgunun/pratiğin anlam felsefesi düzleminde yeniden kavranmasını ve tartışılmasını zorunlu kılmaktadır.

TANZİMAT'TAN SERVET-İ FÜNÛN'A KLÂSİK-MODERN TARTIŞMALARI ÜZERİNE BAZI TESPİTLER

Düzce Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (DÜSOBED), 2015

18. asır, Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri, siyasi, ekonomik ve bürokratik anlamda değişiminin yanı sıra, kültür ve edebiyat alanlarında da kendini sorgulamaya başladığı bir dönemdir. Bu asırda, Klâsik edebiyatımızın bir çıkmaza girdiği görülür. Bu çıkmaz, yeni/ modern bir edebiyatın habercisi olur. 19. asırla beraber, devletin diplomatik ilişkilerinin düzgün bir biçimde yürümesi amacıyla, 1821’de Tercüme Odası kurulur. Burada yetişen isimler, sadece devlet bürokrasisinde önemli yerlere gelmemişler, aynı zamanda bu isimlerden bazıları Batı’yı ve Batı edebiyatını tanıma ve tanıtma imkânı bulmuşlardır.Mustafa Reşid Paşa himâyesindeki Şinasi, Ziya Paşa, Nâmık Kemal, Ahmet Vefik Paşa gibi isimler, edebiyatımızın modernleşmesi ve dilin ıslahı konusunda çalışmalar yaparlar. Yazdıkları makaleler ve eserlerle modernleşme konusundaki düşüncelerini ifade ederler. Tanzimat’ın ikinci kuşak sanatçıları da -Recaizade Ekrem, Muallim Naci vd.- zaman zaman fikrî ayrılığa düşseler de aynı yolu izlemişlerdir. Onlardan sonraki kuşağı oluşturan Servet- Fünûn dönemi sanatçıları ise, tamamen Batılı bir edebiyat ortaya koymaya çalışırlar. Bazı sanatçılar modern/yeni/Batılı bir edebiyat taraftarı iken, bazıları klâsik edebiyattan yararlanmaya devam ederler. Böylece, Tanzimat’tan başlayarak Servet-i Fünûn’u da içine alan dönemde, edebiyatımızda bir takım klâsik/ modern tartışmaları görülür. Söz konusu tartışmalar sadece bahsi geçen dönemde değil, tartışmaların muhtevası değişmekle beraber, günümüzde de görülmektedir. Pek çok bilim ve sanat alanında olduğu gibi edebiyatta değişim ve gelişim kaçınılmazdır. Bu çalışmada, edebiyatta modernleşme hareketlerinin ilk kez somut bir biçimde ortaya çıktığı Tanzimat Dönemi ve Batılı anlayışta bir edebiyatın amaçlandığı Servet-i Fünûn döneminde, edebiyatımızda görülen klâsik/modern tartışmaları irdelenmeye çalışılmıştır. Ele alınan polemikler vasıtasıyla, edebiyatçıların ve münevverlerin, modern edebiyat yolunda yaşadığı edebî, fikrî ve kültürel çıkmazların ve gelgitlerin yansımaları, dönemin edebî anlayışına etkileri tespit edilmeye çalışılmıştır.

FOTOĞRAFIN YENİ SERÜVENİ ve PROTAGONİST SANATÇILAR: BİR MÜLKİYET VE SERGİLEME BİÇİMİ OLARAK NFT

Fotografya Dergisi, 2022

1992 yılında yazar Neal Stephenson Snow Crash isimli romanında, ilk defa metaverse kavramını kullanırken, aynı yıl Steve Tesich'in post-truth kavramını ortaya atması aslında bir tesadüften daha fazlası olabilir mi? Dijital dünyanın, yaşam içerisindeki tüm katmanlara hızlıca dâhil olmaya başlaması ve hakikat sonrası çağın dijitalle eş zamanlı olarak anılacak olması, aslında metaverse ve post truth kavramlarının da ortaklık bağını ortaya koyuyor. Hiro Protagonist isimli kahramanın, kartvizitinde adresini metaverse olarak tanımladığı Snow Crash romanında, bugünün metaverse ortamı aslında tam tanımını vermiş durumda: "Hiro aslında burada değil. Bilgisayarının, gözlüklerine çizim yolladığı ve kulaklıklarına ses pompaladığı, bilgisayar ürünü bir evrende. Bu hayali yer, metaverse olarak bilinir. Hiro, Metaverse'de çok zaman geçiriyor… Aslında burası gerçekten yok. Ancak şu anda milyonlarca insan orada bir yukarı bir aşağı yürüyor… Serbest hackerların sonuncusu olan Hiro Protagonist hackliyordu… Metaverse'de gördüğünüz her şey ne kadar gerçekçi, güzel ve üç boyutlu olursa olsun, basit bir metin dosyasına indirgenen ve bunu destekleyen kodlara dönüşürdü" (Stephenson, 2003, s. 27-425). Romandaki karakterin isminin Hiro Protagonist olması da pek tesadüf değil. Antik Yunan Tiyatrosu'nda ana kahraman olarak tanımlanan protagonist kavramı, hikâyeye yön veren ve olayların akışını elinde tutan kişi olarak tanımlanır. Yunan tragedyasını 'yaşamın daha iyi bir taklidi' olarak tanımlayan Aristoteles protagonist'i, taklit edilen yaşam içerisinde, olduğundan daha iyi gösterilmesi gereken, saf iyi değil ancak tercihlerinin sonucunda iyiyi önde tutan baş kahramanlar olarak tanımlıyordu (Aristotle, 1996, s. 25). Bu anlamda, Snow Crash'teki Hiro Protagonist'i ele alarak, aslında metaverse evrenindeki her bireyin kendi hikâyesi içinde baş kahraman olduğunu ve evren ötesi mekânda olaylara akış veren tek kişi olabileceğini söyleyebiliriz. Yazar Stephenson, bugünkü metaverse'ü öngördü mü bilinmez ama Snow Crash'te bahsi geçen evren ötesi mekân, aslında doksanlı yılların sonlarından itibaren tohumlarını atmıştı. 2003 yılında sanal bir evrende oyuncuların avatar olarak var olduğu Second Life, üç boyutlu olarak sanal dünyanın kapılarını gerçek hayatlarla birleştiriyordu. Bugün metaverse evreni, bizlere sanat dünyası, sosyal yaşam ve emlak alım satımı gibi çoğu etkileşimi, ağ aktörlerine dayalı hayali bir sanal ekosistemde sağlıyor. Metaverse aslında tek bir sanal evrenden ziyade, çoklu evrenlerin bir bireşimi; tıpkı post truth çağın çoklu hakikatleri temsil edip, hakikat ve gerçekliği eğip bükerek onu dönüştürdüğü gibi. 'Övünme Hakkı' ve Mülkiyet Temsili' Postmodern dönemin 5. endüstri çağında, post-truth çağın tam ortasında ve hiper gerçekliğin hakikatin dönüşümüyle sentezlendiği dijital dönemde, sanatın da temsil ve üretim biçimleri bunların tam içerisinde bulunuyor diyebiliriz. Artık, sanal gerçeklikle oluşturulmuş mekânlardaki simülasyon deneyimleri, dijital dünyadan ayrı düşünülemez durumda. O halde tüm eylemlerin, sanallık içerisindeki eski alışkanlıkları yeni deneyimlerle buluşturduğu metaverse evreni, sanatsal yaratımlarda nasıl şekillendi sorusunu düşünebiliriz. Sanatın içerisinde de konumlanan dijital dünya, resim, fotoğraf, illüstrasyon gibi yapıtların NFT olarak satışa çıkarılmasının önünü açtı. Non-Fungible Token (değiştirilemez/takas edilemez jeton/para) olarak adlandırılan NFT, aslında eserin sanal dünyadaki bir temsili. Kripto, blockchain teknolojisi gibi sanal bir cüzdan aracılığıyla ağlarda satışa çıkan sanat eserleri, dijital cüzdan sayesinde satın alımı yapılabilen yeni bir galeri mekânına dâhil olduğu serüvenler evresini yaşıyor. NFT olarak satışa sunulan sanat yapıtları, dijital ortamda kopyalanabilir olmasına rağmen, onları bu şekilde biricik kılan aslında eser sahibinden dijital token karşılığında telifini satın almak gibi bir mülkiyet durumu yaşatıyor. Burada, 'telif hakkını satın almak gibi' diyoruz çünkü aslında sanatçı telifini devretmiş olmuyor. NFT yapıta ücreti karşılığında sahip olmak, aslında bir koleksiyonerlik deneyimi olarak görülebilir. Bu anlamda da NFT'ler, birer yatırım aracı olarak sanal pazar yerlerinde alıcılarla buluştuklarında, sanatçı telif hakkını teslim etmeden eseri üzerinden kâr elde etmeye başlar. Belgesel fotoğrafçı ve akademisyen Doç. Mustafa Bilge Satkın, NFT olarak satışa sunulan fotoğrafları, mülkiyet temsili açısından şöyle yorumluyor: "NFT'lerin kopyalanması mümkün olmayan dijital bir imzaya sahip olmaları, onları fiziksel sanat eserlerinden ayıran bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Bu özelliğiyle, NFT'ye çevrilmiş bir sanat eserine sahip olan koleksiyonerin, biricik dijital bir parçayı koleksiyonuna eklediğini söyleyebiliriz. Blockchain üzerindeki akıllı sözleşmeler yardımıyla eserdeki mülkiyet temsili, eserin devrinden önce sözleşmelerle belirlenmiş durumda. Eser yaratıcısı, mülkiyet temsilinin sınırlarının belirlendiği akıllı sözleşmeleri kendisi hazırlayabileceği gibi, NFT satış platformlarının sağladığı standart akıllı sözleşmeleri de kullanabiliyor. Bu sözleşmeleri, eserin yaratıcısı ve sahibi arasındaki noter sözleşmesi gibi de görmek mümkün. Genel olarak fotoğraf içerikli NFT'lerde tam mülkiyet devri kullanılamıyor. NFT sahibi, bu dijital dosyayı NFT satış platformlarında satabilir ve kendisinin kullanması şartıyla baskısını alabilir.

SANATSAL YARATIMIN DOĞASI BAĞLAMINDA ANSELM KIEFER'İN SANATI

2024

Sanat kendi ifade biçimine uygun aracıyla yaratılan bir uzam-zaman meselesidir. Sanatsal form zihnin yaratıcı işlevinin sonucu duygu formudur. Sözle ifadesi mümkün olmayan duygu-düşünce deneyiminin somutlaşmış hâlidir. Zihnin işleyişiyle ilgili bellek, düşünme, imgelem gibi kavramlar sanatsal yaratımın temelini oluşturan kavramlardır ve yaratımın insani doğasına ilişkindir. Postmodern süreçte ise sanatın kavramsallaşması ve söylemin önemli hâle gelmesiyle yaratım zihin temelli, kavramlardan gücünü alan bir olguya dönüşmüştür. Yaratım, zihnin estetik deneyiminden bağımsız, sadece, sanat eserine dışarıdan atfedilen anlamlarla tanımlanır hâle gelir. Sıradan bir nesnenin dahi sanat eseri olarak kabul görebildiği postmodernizmle birlikte sanat eseri varoluşsal özü bakımından noksan ve kavramsal bakımdan deşifre edilebilir dilsel yüzeyler hâlini alır. Teknik, malzeme ve ifade biçimlerindeki zenginlikle birlikte geleneksel temsil anlayışı değişime uğramış olsa da yaratım ve düşünce ilişkisini sanatın insani doğası bağlamında sorgulamak ve anlamak, söz konusu soruna yönelik çözümler üretmeye olanak verebilir. Bu noktada, Anselm Kiefer'in yaratım süreci ve eserleri sanatsal yaratımın insani doğasını somut olarak örneklemesi bakımından önem taşır. Varlığa ilişkin anlam arayışı yoğun olarak duyumsanan çalışmalarında Kiefer, kullandığı çağdaş malzeme, teknik ve yöntemlerle kolektif belleğe ilişkin izler sunarken aslında kişisel belleğini yeniden kurgular. Dolayısıyla bu çalışma postmodernizmle birlikte değişen temsil olgusuna değinir ve sanatsal yaratımın varoluşsal özünün önemini vurgular. Anselm Kiefer'in varlığa ilişkin anlam arayışının somut örnekleri olan eserlerini ele alır.

SİVAS İLİ KANGAL-ÇARTIL YÖRESİ KROMİT CEVHERLERİNİN GRAVİTE ZENGİNLEŞTİRME DEVRESİNİN TANE KARAKTERİZASYONU VE ZENGİNLEŞTİRMEYE ETKİSİNİN İNCELENMESİ

2021

Particle shape is of importance in gravity concentration as well as particle size and density. Besides, it affects on the behavior of particles in the process. There are a lot of lab-scale studies related to optimization of affecting parameters (feed flow rate, slope, stroke, wash water flow rate, etc.) on shaking table concentration. However, the quantitative examination of particle shapes in streams of shaking table of an industrial concentration plant is lacking. The purpose of this study is to characterize the particles from the collected samples of coarse and fine shaking table circuits in the chromite concertation plant of Aksu Mining near Kangal district by using dynamic image analysis (DIA). The averages were of 3 consistent measurements given by counting more than 10.000 particles using various aspect ratio parameters (BRAR, EAR, FAR). DIA results have shown that, concentrate particles of both course and fine shaking table streams have the lowest aspect ratio, i.e, concentrate products have the most rounded particles while tailing products have the most elongated particles. This was due to round and elongated particles moving as rolling and sliding, respectively on the deck. DIA results from each sample were statistically significant at 95% confidence internal by ANOVA tests. In addition, DIA results are suitable for SEM and stereo microscope images. This work helps to increase separation recovery by shaking table according to required shapes of particles produced by selected grinding system.

BABASININ OĞLU: SİNEMANIN SANATSAL DİLİNİ KULLANAN BİR ANLATI OLARAK DEXTER: YENİ KAN DİZİSİNDE FREUDYEN ÖDİPAL KARMAŞA

LIKE FATHER, LIKE SON: THE FREUDIAN OEDIPAL COMPLEX IN DEXTER NEW BLOOD TV SERIES AS A NARRATIVE USING ARTISTIC LANGUAGE OF CINEMA, 2022

Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sanat Yazıları, Sayı 47, Kasım 2022 Öz İnsanlığın kültürel temelinin en önemli simgesel miraslarından olan kurgusal anlatılar, tarih boyunca toplumların anlam evrenini zenginleştirmiştir. Söz konusu anlatıların üretimi, sinema ve televizyonu da içeren bugünün dijital olanakları dâhilindeki görsel/işitsel mecralarda sürmektedir. Kendinden önceki sanatların birtakım niteliklerini ‘filmsel’ hale getiren ve ‘sanat’ olarak kabul edilen sinema, anlatım kodları meydana getirerek öyküler anlatmaya muktedir bir mecradır. Öte yandan, televizyon ise, genellikle bir ‘iletişim aracı’ olarak kabul görür. Bununla birlikte, televizyonun özelliklerinden biri, tıpkı sinema gibi ‘öykü-anlatıcısı’ olmasıdır. Bu, sinemada ele alınan psikolojik temaların televizyon içeriklerinde de görülebileceği anlamına gelir. Bir seri katili konu alan Dexter: Yeni Kan da bu televizyon içeriklerinden birisidir. Freudyan psikanaliz bağlamında çözümlenebilecek karakter inşası ve anlatı yapısına sahiptir. Bu çalışma, sinematik anlatım tekniklerini kullanan televizyon serisi Dexter: Yeni Kan üzerine yoğunlaşmıştır. Yöntembilim bakımından niteliksel analiz metodu tercih edilmiş ve göstergebilimsel çözümleme yöntemlerinden biri olan dizisel ve dizimsel kodlara dayalı bir analiz gerçekleştirilmiştir. Bu doğrultuda, serideki baba-oğul karakterler arasındaki anlatısal ilişki, Freud’un Oidipus Kompleksi kuramı bakımından uygun veriler sağlamıştır. Abstract Fictional narratives which is one of the most important symbolic legacies of humankind’s cultural foundation have enriched semantic universe of societies throughout history. The production of narratives at issue has been continuing in audiovisual media within today’s digital facilities including cinema and television. Cinema is accepted as an art and gives ‘filmic’ notion to some qualities of previous arts. It renders itself as a medium which can tell stories by generating narration codes. For his reason, it is admitted as ‘communication medium’ in general. However, one of the features of television is the ‘story-teller’ just as cinema. This means that psychological themes presented in cinema can also be seen in television contents. One of these is Dexter: New Blood which is about a serial killer. It has character and narrative construction analyzed as part of Freudian psychoanalysis. This essay has concentrated on Dexter: New Blood television series using cinematic narration styles. As methodology, qualitative visual text analysis has been preferred and an analysis based on sequential and syntagmatic codes from semiotic analyze has been carried out. Accordingly, narrative connection between father and son characters in this TV series has provided pertinent data in terms of Freudian Oedipal Complex.