Nasîhatnâmeler, İcmal Defterleri, and the Timar-Holding Ottoman Elite in the Late Sixteenth Century – Part II, Including the Seventeenth Century (original) (raw)
Related papers
Osmanlı ve Timurlu Kaynaklarına Göre Ankara Savaşı
Social Sciences Studies Journal
Timur tarih sahnesinde belirmeye başladığı zaman diliminden günümüze kadar geçen sürede, kazandığı zaferler ile benzersiz bir hükümdar olmuştur. 1360 yılında Türkistan'da başladığı hakimiyet mücadelelerini başarı ile sonuçlandırmıştır. Sınırlarını İran, Afganistan, Hindistan ve kuzeyde Altınorda'ya kadar genişletmiştir. XIII. yüzyılın ortalarından itibaren zayıflayan Anadolu Selçuklu gücünün tersine Osmanlılar Anadolu'daki buhran devrinden istifade etmesini bilmiş ve siyasi nüfuz sahasını Timur'a benzer bir şekilde genişletmeyi başarmıştır. Bu dönemde Osmanlı Devletinin başında Yıldırım Bayezid bulunmaktaydı. Yıldırım Bayezid'in Bitinya Bölgesi'nde faaliyetlerde bulunduğu sırada Timur'un sınırları Anadolu topraklarına kadar uzanmaktaydı. Elbette bu durum, cihan hâkimiyeti iddiası ile yola çıkmış olan bu iki Türk hükümdarını karşı karşıya getirmiştir. Bu hesaplaşma Türk Tarihi açısından önemli sonuçlar doğurmuştur. Anadolu'da Osmanlı ile tekrar sağlanan Türk otoritesi bozulmuş, hanedan üyeleri arasında taht mücadelesi yaşanmıştır. Bu mücadeleler, tarih kroniklerine "fetret dönemi" olarak geçmiştir. Bu dönem, rakamsal olarak 11 yıl sürmüş olsa da siyasi ve sosyal etkisi uzun yıllar devam etmiştir. Ankara Savaşı ve sonrasında yaşanan dönemin tarafların kroniklerine bazı konularda farklı şekilde yansımış olması, savaş sonrası ortaya çıkan durum itibariyle doğaldır.
Et Terkibāt Fî Tabhil- Hulviyyāt Eserinde Yer Alan Seçili Tariflerin Günümüze Uyarlanması
VI. International Gastronomy Tourism Studies Congress, 2022
ÖZET Mutfak kültürünün korunması ve devamlılığı açısından Türk tarihinde yer alan ve yok olma tehlikesiyle karşılaşan tariflerin günümüze uyarlanarak literatüre ve yiyecek-içecek işletmelerine kazandırılması gerekmektedir. Et Terkibāt Fî Tabhil-Hulviyyāt eserinde yer alan tariflerin standart bir hale getirilmesi amacını taşıyan bu çalışma unutulma tehlikesiyle karşı karşıya olan özgün tatlıların standart tariflerinin oluşturulması açısından önemli görülmektedir. Osman Kerim Efendi tarafından 27 Ağustos 1828 tarihinde yazıldığı bilinen Et Terkibāt Fî Tabhil- Hulviyyāt eserinin incelenerek, uzman görüşleriyle seçilen tatlıların özgünlüğüne dikkat ederek günümüz mutfaklarında uygulanmasına yönelik, uygulamalarının yapılması, kullanılan malzemelerin pratik ve birim ölçülerle belirtilmesi, açıklamalar yazılması, hazırlanışının öz bir şekilde basamaklandırılması, fotoğraflanması, porsiyon miktarlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmada uygulaması yapılan 6 tarifte yer alan malzemeler tereyağı, süt, buğday nişastası, yumurta, bal/şeker, pirinç unu, buğday unu, badem, tavuk, tarçın ve kaymak şeklinde sıralanabilir. Bu tatlılarda çırpma, doğrama, yoğurma; kaynar kaynamaz ısıda pişirme, ağartma, tavada/sacda pişirme, kavurma, kızartma teknikleri kullanılmaktadır. İlerleyen çalışmalarda kitapta yer alan bütün tariflerin günümüze uyarlanması önerilmektedir. Anahtar Kelimeler: Osmanlı mutfağı, Et Terkibāt Fî Tabhil- Hulviyyāt, yemek uyarlamaları, gastronomi ABSTRACT In terms of the preservation and continuity of the culinary culture, our recipes, which are in our history and are in danger of extinction, need to be adapted to the present day and brought to the literature and food and beverage businesses. This study, which aims to standardize the recipes in Et Terkibāt Fî Tabhil- Hulviyyāt, is considered important in terms of creating standard recipes for original desserts that are in danger of being forgotten. By examining the work of Et Terkibāt Fî Tabhil- Hulviyyāt, which is known to have been written by Osman Kerim Efendi on August 27, 1828, paying attention to the originality of the desserts selected with expert opinions, making applications for its application in today's kitchens, specifying the materials used in practical and unit measures, writing explanations, cascading the preparation in a concise manner, photographing it. It is aimed to determine the portion amounts. The ingredients in the 6 recipes applied in the study can be listed as butter, milk, wheat starch, egg, honey/sugar, rice flour, wheat flour, almond, chicken, cinnamon and cream. In these desserts, whisking, chopping, kneading; poaching, bleaching, pan/sheet cooking, roasting and frying techniques are used. It is recommended that all the recipes in the book be adapted to the present in future studies. Keywords: Ottoman cuisine, Et Terkibāt Fî Tabhil- Hulviyyāt, food adaptations, gastronomy
Yirminci Yüz Yıl Sonrasında Azerbaycan’da Yapılan Kur’an Tercümeleri-I
Istanbul University - DergiPark, 2003
Qoran Translations in Azerbaijan After 20th Century The act of Qoran translation has been started by the middle ages in Azerbaijan, especially Qoran has been translated in contemporary forms right after the seventy years of Russian repression period. These Azerbaijanian Turkish Qoran translations were formerly published in Arabic letters. However Qoran translations after the decleration of independence in Azerbaijan were in Cyrill and Latin letters except one of them. This article scrutinizes eight of these translations and reveals common and different points of them in a contemporative way. Consequently this article achieved the following results: At first, despite with all negative conditions of this region, fertile studies on Qoran has been effected. Secondly, these translations has been observed as a high level of appropriacy to the scientific criteria. Last but not least, contemporary Azerbaijanian readers are having some understanding difficulties of existing Qoran translations. Because most of them were published either in Arabic or Cyrill Alphabet. Therefore it is extremelly important that, Turkish formal and informal publishers must support publishing of present translations in modern Azerbaijanian Latin alphabet. * Bu makale iki bölümden oluşmaktadır. Okumakta olduğunuz bölüm yalnızca mevcut tercümeler hakkında umumi bilgiler vermekte ve kısaca teknik özelliklerinden bahs etmektedir. İkinci bölüm ise, örnekleriyle birlikte bu tercümelerin Kur'an İlimleri ve Tefsir Usûlü açısından özellikleri ile birbirleri arasındaki farklılıkları ve mevcut hataları üzerinde duracaktır. * * Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Tefsir Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi. 1 Bu arada bir ıstılah olarak tercümenin de bizde hâlâ yaygın bir şekilde kullanılmakta olduğunu unutmayalım. Bkz. Hidayet Aydar, Kur'anı Kerim'in Tercümesi Meselesi, Kur'an Okulu, İstan-bul1996; Salih Akdemir, Cumhuriyet Dönemi Kur'an Tercümeleri (Eleştirel Bir Yaklaşım), Akid yayınları, Ankara1989. 2 Dücane Cündioğlu, Sözlü Kültürden Yazılı Kültüre Anlamın Tarihi, 1. Baskı, Tibyan yayınları, İstanbul1997, s.268. 3 Kur'an tercümesi sıradan bir metnin çevirisi ile aynı şey değildir elbette. Kur'an'a nasıl elle dokunulacağı hakkındaki fıkhî görüşlerin, Kur'an'ın tercümesine dokunulup dokunulamayacağı mevzuunda bile dile getirildiğini hatırlayacak olursak, müslümanlar açısından konunun hassasiyeti daha iyi anlaşılır.
Milli Eğitim kavramıyla Etnopedagoji ve Etnoandragojinin İlişkisi
International Scientific Symposium Heydar Aliyev and Türkiye, 2023
Eğitim, çocuklara temel yaşam becerilerini kazandırıp hayata hazırlamaktan, üst düzey bilişsel stratejiler kullanarak muhakeme ve muhakeme becerilerinin kazandırılmasına kadar geniş bir yelpazede bilgi ve becerilerin kazanılması sürecidir. Bu eğitim evde ve ailede başlar, köyde ya da mahallede devam eder, okulda bilimsel nitelik kazanır ve yaşam boyu devam eder. Eğitim insanlığın başlangıcından beri vardı. Bu eğitim doğası gereği etnopedagojik ve etnoandragojikti. Yazının icadıyla birlikte okul eğitimi başladı ancak çok az kişi okula gidebildi. Sanayi Devrimi'nden sonra okul eğitimi önem kazandı. 19. yüzyılda devletler eğitim konusunda halka karşı sorumluluk üstlenmiş, okullaşma zorunlu ve kitlesel hale gelmiş, yaygınlaşmış, ulusal ve bilimsel bir nitelik kazanmıştır. Ulusal ve bilimsel nitelik kazanması sancılı ve tartışmalı bir süreci ortaya çıkarmıştır. Bu makalede modern toplumda milli eğitim kavramı incelenmekte ve etnopedagoji ve etnoandragoji ile modern okul eğitimi arasındaki ilişki ele alınmaktadır.
Yakın Doğu Üniversitesi Yakın Mimarlık Dergisi, 2021
Öz Vernaküler mimarlık; yapıların, yerel malzeme ve bu malzemelerin kendilerine özgü inşa tekniği ile yapılmasıdır. Mimarsız mimarlık olarak da adlandırılan vernaküler mimarlık, bir bölgenin kendine özgü yaşam kültürü ile biçimlenip gelişen mimari dili olarak da tanımlanmaktadır. Bu çalışmada İzmir'in Şirince, Bayındır ve Alaçatı ilçelerinde bulunan vernaküler yapılar hakkında literatür taraması yapılmış ve elde edilen bilgiler doğrultusunda ilçelerin sokak dokuları, yapıların karakteristik özellikleri ve strüktürel elemanları karşılaştırılarak, analiz edilmiştir. Sonuçta bölgelerin vernaküler mimarilerinde sokak dokusu, yapı inşa sistemleri, kullanılan malzemeler ve cephe karakteristiklerindeki ortak ve farklı yönler ortaya konulmuştur. Çalışmada, seçilen bölgelerde yapılacak olan gelecekteki araştırmalara kaynak oluşturulması hedeflenerek, her biri birer taşınmaz kültür mirası olan bu yapıların öneminin vurgulanması amaçlanmıştır. Çalışma sonucunda, yapıların genellikle yığma yapı yapım sistemiyle inşa edilmiş olduğu ve aynı zamanda ahşap karkas yapım sistemiyle inşa edilmiş yapıların da bulunduğu gözlemlenmiştir. Sokakların şekillenmesi yapıların avlu duvarlarının yapıları çevrelemesiyle oluşmuştur ve organik şekilde sokak biçimlenmesi mevcuttur. Şirince ve Alaçatı'da beyaz badanalı evler gözlemlenirken, Bayındır'da sıvasız ve badanasız yapıların yanında, kısmi sıvalı ve badanalı yapıların bulunduğu izlenmiştir. Şirince'de üç tip cumba kullanılmıştır. Bunlar kısmi cumba, cephe boyunca bir bütün halinde olan cumba ve köşe cumbadır. Bayındır ve Alaçatı'da ise cumbalı ve cumbasız yapılar görülmektedir. Her üç bölgede alaturka kiremit örtü malzemesi ile döşenmiş beşik çatı sistemi kullanılmış, Şirince'de kırma çatı sistemi, Bayındır'da ise düz çatı sistemi izlenmiştir.
TUHED, 2021
Bu çalışma 1930’lardan günümüze Osmanlı tarihçilerinin tedavülünde olan ve Osmanlı tarihinin “altın madeni” olarak değerlendirilen şer‘i mahkeme kayıtları ya da şer‘iyye sicillerinin hangi metodolojik ve teorik çerçeveler dâhilinde kullandıklarının kritik bir değerlendirmesini yapmayı amaçlamaktadır. Gerek alanda itibar görmüş şer‘iyye sicilli temelli çalışmalar gerekse 1990’lı yıllardan itibaren bu çalışmalar üzerine kaleme alınan tarihyazınsal değerlendirmeler bize şer‘iyye sicillerinin şimdiye kadar belli başlı üç yaklaşımla ele alındığını gösterirler. 1) Yapısalcı yaklaşımda, sicillerde bulunan mebzul miktarda veriler, sosyal ve ekonomik yapıları değerlendirmek için yorumlanır. 1960’larda başlayıp 1990’ların ortalarına kadar devam eden bu aşamada, kadı sicilleri toplum ve ekonomideki uzun vadeli yapısal örüntüleri incelemek ve çeşitli bölgelerin, eyaletlerin ve şehirlerin bütüncül tarihini yazmak için kullanılmıştır. 2) 1990’ların ortalarından itibaren ise, sicil temelli tarih yazımında post yapısalcı okumalarda geliştirilen soruların ve yaklaşımların bazılarının dikkate alınıp eleştirel bir şekilde benimsenmesi yoluyla kademeli olarak “kültüre yöneliş” gerçekleşmiştir. 3) Yirmi birinci yüzyılın başlarına gelindiğinde, “kültüre yöneliş” hâlâ devam etmekle beraber bazı Osmanlı tarihçileri kadı sicillerini “sosyo- hukuki (socio-legal)” bir gözlükle okumaya başlamıştır. Kadı sicillerinin sosyo-hukuki perspektiften okunması kültürel yaklaşımlardan ve söylem analizinden büyük ölçüde beslenmekle beraber, sayısal analiz kullandığı için farklıdır. Bu çalışmada yukarıda bahsedilen yaklaşımlar daha ayrıntılı bir şekilde açıklanmakta, ayrıca alandaki bazı dönüm noktaları ve Osmanlı tarih yazımını nasıl şekillendirdikleri ele alınmaktadır. Anahtar Kelimeler: Osmanlı mahkeme kayıtları, şer‘iyye sicilleri, tarihyazımı, yapısalcılık, postmodernizm
Batı Karadeniz'de Heraclea Pontica Yakınlarında Yeni Bir Prehistorik Yerleşim: İnönü Mağarası
2021
ÖZET Anadolu'nun Batı Karadeniz kıyılarını arkeolojik araştırmalar açısından uzun yıllarıdır ihmal edilmiştir. Bölgede yürütülen arkeolojik çalışmaların büyük bir bölümü yüzey araştırmalarından oluşmaktadır. Kastamonu'nun Devrekani ilçesi yakınlarındaki Kınık yerleşiminde yürütülen çalışmalar ve Karadeniz (Kdz.) Ereğli'nin Karadeniz kıyısına yakın bir noktasında bulunan Yassıkaya'da 2000 yılında gerçekleştirilen tek sezonluk kazı, bölgenin tarihöncesi kültürlerinin anlaşılmasına yönelik veri sağlayan kazılar olma özelliklerini uzun yıllar korumuşlardır. 2017 yılında başlayan ve devam etmekte olan İnönü Mağarası kazıları ile birlikte bölgede tabakaya bağlı buluntu elde edilen yerleşimlere bir yenisi eklenmiştir. Bu nedenle, Yassıkaya ve İnönü Mağarası kazıları bölge arkeolojisi açısından önemli bir yere sahiptir. İnönü Mağarası kazıları aynı zamanda Zonguldak ilinde yürütülen ilk çok tabakalı yerleşim yeri kazısıdır. Söz konusu mağarada gerçekleştirilen kazılarda ulaşılan veriler, Batı Karadeniz kıyılarının tarihöncesi kültürler açısından son derece zengin ve özgün bir yapıya sahip olduğuna dair kanıtlar sunmuştur. Arkeolojik bulgular yanında farklı tabakalara ait radyokarbon tarihleri, bölgenin mutlak kronolojisin oluşturulması konusunda nerdeyse ilk verileri oluşturmaktadır. Beş ayrı kültür katmanı tespit edilen İnönü Mağarası'nda gerçekleştirilen kazılarda Kalkolitik Çağ'dan başlayarak aralıklarla Ortaçağ'a kadar uzanan bulgularla karşılaşılmıştır. Farklı uzmanlık alanları tarafından incelenen bu bulgular üzerinde yapılan çalışmalar, bölgenin kültürel gelişimine ve bölgeler arası ilişkilerine ışık tutmaktadır. Bu çalışmada İnönü Mağarası kazılarından elde edilen ilk sonuçların bir sentezi sunulacaktır.
OSMANLI İZMİR’İNDE KENTSEL MEKANDAKİ GÖRÜNMEZ SINIRLAR VE İHLALLERİ
9. Uluslararası Sinan Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 2015
Osmanlı İmparatorluğu'nun 17. yüzyıldan itibaren en önemli liman kentlerinden biri olan İzmir, dış ticaret ve diğer etkenlerin belirleyiciliğiyle her zaman kozmopolit bir kent olagelmiştir. Kentin bu çok kültürlü karakterinin temel bileşenleri olan Türkler, Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler 17. yüzyıldan itibaren kentte bir arada yaşamaya başlamış, 18. yüzyıldan sonra da Levantenler nüfusa katılmıştır. Tüm milletler, dini inanışlarının ve geleneklerinin günlük hayatlarına ve mekanlarına yansımalarının farklılığının yanı sıra birbirlerine karşı olan önyargıları dolayısıyla dönemin bir çok Osmanlı ve Avrupa kentinde olduğu gibi kendi mahallelerinde, kısmen içe kapalı topluluklar olarak yaşamayı tercih etmiş ve 20. yüzyıla kadar da bu durumu sürdürmüşlerdir. Bu senaryonun kentsel mekana yansıması olarak kent, Osmanlı döneminde toplulukların dini/etnik yapılarının belirleyiciliğinde farklı mahallelerden ve çarşı bölgesinden oluşmuştur. Bu mahalleler arasında Avrupa'daki Yahudi gettolarını hatırlatacak biçimde fiziksel bir sınırın bulunduğuna dair herhangi bir bulgu yoktur. Dolayısıyla her ne kadar kentte Türk, Rum, Ermeni, Yahudi, Levanten Mahallesi gibi bölgeler tarif edilse de bunların sınırlarının niteliği ve niceliği zaman zaman değişmiş, farklı değerlendirilmiş, bireysel veya kitlesel olarak farklı karakterdeki davranış modelleriyle ihlal edilmişlerdir. Bu ön kabullerden hareketle bu bildiri, Osmanlı İzmir'inin kentsel mekanındaki bölgelerarası sınırlara odaklanırken onların ihlal edilme modelleri üzerinden kendi aralarındaki farklılıklarını ve tarih boyunca değişimlerini ortaya koymaya çalışmaktadır. Bildiri öncelikle Osmanlı İzmir'inde milletlere ait bölgelerin ve onların arasında kalan sınırların oluşum sürecini özetleyecek, daha sonra bu sınırların ihlal edilme biçimlerine değinecektir. Örnekler incelendikten sonra ihlallerin “uzlaşılmış” ve “çatışmalı” olmak üzere 2 ana başlık altında sınıflandırılabileceği iddia edilecektir. Bildirinin sonunda yukarıdaki sınıflandırmaya dayanılarak, Osmanlı İzmir'inde hatta belki daha da genelleştirerek birbirlerinden yalıtılmış komşuluk ilişkileri yaşamak durumundaki premodern topluluklarda sınır ihlallerinin uzlaşı veya çatışma temelli olabileceği öne sürülecektir. Bu ihlallerin sınırın her iki tarafındaki topluluklara maddi veya manevi çıkar sağlayacak karakterdeyse uzlaşılarak, aksi taktirde çatışmalı olarak gerçekleştiği, her iki durumun da Osmanlı İzmir'inin kentsel yaşamında sıklıkla rastlandığı düşünülmektedir.
Nasîhatnâmeler, İcmal Defterleri, and the Timar-Holding Ottoman Elite in the Late Sixteenth Century
Osmanli Arastirmalari 43, 193-226, 2014
Öz Bu makale, icmal defterlerine göre Osmanlı elitinin bir bölümünün değişen kimliklerini incelemektedir. Çalışmada, XVI. yüzyılın sonlarında siyasetname yazarlarının tımar sisteminin çöküşü ve Osmanlı elitinin kompozisyonundaki değişim hakkında yazdıklarına odaklanılmaktadır. Siyasetname yazarları, tımarlı sipahilerin işlevselliğini kaybetmelerini, sisteme ecnebilerin, yeniçerilerin ve önemli kişilerin hizmetkarlarının dahil olmasına bağlamaktadırlar. Mamafih icmal defterleri 1580 civarında Osmanlı elitinin teşekkül sisteminde ve oluşum sürecinde çok büyük bir değişikliğin olduğunu göstermemektedir. İcmal defterleri, tımar sahiplerinin oğullarının hiçbir şekilde çoğunluğu oluşturmadığını, 1560'larda böyle bir artış gözlense de bu artışa sebep olanların yeniçeriler, eyaletlerdeki askeri sınıflar ya da önemli kişilerin hizmetkarları değil askeri sınıfa mensup olmayan kişilerin oğulları olduğunu göstermektedir. Zaten tımarlı sipahilerin de işlevlerini kaybetmediği sadece kuşatma savaşlarında yeni görevler üstlendikleri ortaya çıkmaktadır.