Sünnet Sonrası Ağrı Kontrolünde Rektal ve Parenteral Parasetamol Uygulamalarının Karşılaştırılması (original) (raw)
Related papers
Kocatepe Tıp Dergisi, 2022
Hem obezitenin hem de total diz protezi (TDP) uygulamasının artışı ile birlikte, son yıllarda obez hastalarda TDP uygulama sayısı artmıştır. Obezitenin TDP uygulamasında izlenen komplikasyonlar için risk faktörü olup olmadığı tartışmalıdır. Bu çalışmanın amacı TDP uygulaması yapılan hastalarda intraoperatif ve erken postoperatif (hastanede) komplikasyonlar üzerine obezitenin etkisini araştırmaktır. GEREÇ VE YÖNTEM: Hastalar vücut kitle endeksine göre 2 gruba ayrıldı; Grup 1: obez (Vücut kitle endeksi: VKE > 30 kg/m2), Grup 2: Obez olmayan (VKE ≤30 kg/m2). Hastaların dosyaları 4 farklı yönden değerlendirildi (Demografik veriler; Preoperatif, İntraoperatif, Postoperatif bulgular). Parametrik verilerin analizinde T-test, non-parametrik verilerin analizinde Ki-kare testi kullanıldı. P<0.05 değeri anlamlı kabul edildi. BULGULAR: Obez olan ve olmayan hastalar arasında hastanede yatış, operasyon ve turnike süreleri, kan transfüzyonu sayısı, ASA (American Society of Anesthesiologists) puanları, İskemik kalp hastalığı, diyabet varlığı, lokal cilt komplikasyonları ve derin ven trombozu, sepsis, pulmoner emboli, mortalite gibi sistemik komplikasyonlar yönünden fark yoktu. Ancak obez grupta hipertansiyon, hipotiroidizm ve obstrüktif uyku apnesi istatistiksel olarak anlamlı oranda daha sık izlendi. SONUÇ: Obez olan ve olmayan hastalara uygulanan TDP olguları arasında lokal ve sistemik komplikasyonlar yönünden fark yoktur.
Online Türk Sağlık Bilimleri Dergisi
Postoper atif ağr ı ve pediyatr ik delir yum (ED) postoperatif erken dönem negatif davranışlarıdır. Ancak birbirinden ayırt etmek çok zordur. Bu çalışmanın amacı, postoperatif erken dönemde ağrıyı ve ED'yi ayırmada FLACC ve OPS ölçeğinin kullanılabilirliğini karşılaştırmaktır. Materyal ve Metot: Bu pr ospektif çalışma bir üniversite hastanesinde yürütülmüştür. Altmış bir (61) çocuk çalışmaya dâhil edilmiştir. Tüm çocuklara genel anestezi uygulanmıştır. ED insidansı PAED skalası ile ağrı insidansı postoperatif dönemde hem FLACC hem de OPS skalaları ile değerlendirilmiştir. Bulgular: En az bir değer lendir me zamanında, sadece deliryumlu çocuk sayısı 29 (%47,5), ağrısı olan çocuk sayısı 10 (%16,4) ve hem deliryum hem de ağrısı olan çocuk sayısı 25 (%40,9) idi. FLACC için 5. dakikada eğrinin altındaki alan (AUC = 0.914, P = 0.02) ve 15. dakikada eğrinin altındaki alan (AUC = 0.865, P <0.001) yüksekti. Sonuç: FLACC' in pediyatr ik hastalar da postoper atif dönemde ağrı ve deliryumu ayırt etmede kullanılabilirlği OPS'dan daha iyidir.
Cukurova Medical Journal (Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi), 2017
We aimed to analyze effects of esmolol on intraoperative anesthetic-postoperative analgesic requirements, postroperative cortisol and prolactin levels. Material and Methods: Sixty patients have been included. Study groups were as follows; 1: Esmolol infusion was added to propofol and remifentanil, 2: Only propofol and remifentanil, 3: Esmolol infusion was added to desflurane and remifentanil, 4: Only desflurane and remifentanil was used. Preoperative and postoperative cortisol and prolactin levels were measured. Results: Analgesic requirements were significantly lower in group 1 and was lower in group 3 compared to group 4. Heart rates were significantly lower in esmolol groups (group 1 and 3) compared to their controls. Prolactin levels significantly increased postoperatively in all groups compared to preoperative levels. We observed a significant decrease in cortisol levels postoperatively in group 1 compared to preoperative levels. Conclusion: Using adjuvant esmolol during anesthetic maintenance of laparoscopic cholecystectomy patients decreases anesthetic-analgesic requirements without causing any hemodynamic instability, and supresses postoperative cortisol response but does not have any significant effect on postoperative prolactin response. Amaç: Çalışmada esmololün intraoperatif anestezikpostoperatif analjezik gereksinimi, postoperatif kortizol ve prolaktin düzeylerine etkisini araştırmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 60 hasta dahil edilmiştir. Çalışma grupları şu şekilde dizayn edildi; 1: Esmolol infüzyonuna propofol ve remifentanil eklendi, 2: Sadece propofol ve remifentanil, 3: Esmolol infüzyonuna desfluran ve remifentanil eklendi, 4: Sadece desfluran ve remifentanil kullanıldı. Ameliyat öncesi ve sonrası kortizol ve prolaktin seviyeleri ölçüldü. Bulgular: Analjezik gereksinimi tüm gruplar içinde grup 1'de anlamlı olarak düşüktü ve grup 4 ile karşılaştırıldığında grup 3'te düşük bulundu. Kalp hızı esmolol gruplarında (grup 1 ve 3) kontrol gruplarına göre anlamlı olarak daha düşüktü. Prolaktin düzeyleri bütün gruplarda preoperatif değerlere göre postoperatif dönemde anlamlı yüksek bulundu. Ameliyat öncesi seviyelere ile karşılaştırıldığında postoperatif kortizol düzeylerinde grup 1de anlamlı bir azalma gözlendi. Sonuç: Laparoskopik kolesistektomi hastalarında anestezi yönetiminde adjuvan esmolol kullanımı herhangi bir hemodinamik instabiliteye neden olmadan anestezikanaljezik gereksinimini azaltıp postoperatif kortizol yanıtı baskılarken ameliyat sonrası prolaktin yanıtı üzerinde önemli bir etkisi yoktur.
SDÜ Tıp Fakültesi Dergisi, 2021
Amaç Çalışmanın amacı varikosel cerrahisinde kullanılan farklı anestezik tekniklerin postoperatif ağrı kesici ihtiyacı ve hasta yatış süreleri üzerine etkisini değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem Bu çalışmaya 2014-2018 yılları arasında varikosel cerrahisi uygulanmış 299 hasta dahil edildi. Hastalar uygulanan anestezik yönteme göre genel anestezi+lokal anestezi ile (20 mL prilocaine (%2)) cilt infiltrasyonu yapılan hastalar [genel anestezi grubu (grup 1, n=50)], sadece spinal anestezi uygulanan hastalar [spinal anestezi grubu (grup 2, n=142)], Spinal anes-tezi+Tap blok uygulanan hastalar [Spinal+Tap blok grubu (grup 3, n=52)] ve spinal anestezi ve intratekal morfin uygulanan hastalar [Spinal+ITM grubu (grup 4, n=55)] olarak gruplandırıldı. Bulgular Genel anestezi grubunda analjezik kullanım oranlarının spinal anestezi grubu karşılaştırıldığında aralarındaki farkı anlamlı olmadığı (p>0.05) Spinal+Tap blok grubu ve spinal+ITM grubu ile karşılaştırıldığında aralarında anlamlı fark olduğu görüldü (tüm p<0.05). Genel anestezi grubunda ilk analjezik kullanım zamanının diğer gruplarla karşılaştırıldığında anlamlı oranda kısa olduğu görüldü (p=0.001). Sonuç Varikosel cerrahisinde spinal anestezi+TAP blok uygulaması diğer yöntemlerle kıyasla, daha düşük analjezik ihtiyacı ve daha kısa hastanede kalış süresi ile etkin ve güvenilir bir yöntemdir.
Turkish Journal of Pediatric Disease, 2020
Amac: Akut apandisit, cocukluk caginda en sik gorulen cerrahi acil durumdur. Perforasyonla iliskili morbiditeyi onlemek icin erken tani sarttir. Bu calismada, pediatrik apandisit skoru (PAS) ve ultrasonografi (USG) bulgularinin apandisit tanisi koymadaki etkinliklerinin degerlendirilmesi amaclanmistir. Gerec ve Yontemler: Akut karin agrisi sikayeti ile basvuran ve apandisit on tanisi ile yatirilarak takip veya ameliyat edilen hastalar geriye donuk olarak degerlendirildi. Hastalar cerrahi uygulanan (n=288) ve cerrahi uygulanmayan (n=161) olarak iki gruba ayrildi. Tum hastalarin PAS degeri hesaplandi ve 1-4 arasi negatif (dusuk risk), 5-6 arasi supheli (orta risk), 7 ve uzeri olanlar pozitif (yuksek risk) olarak kabul edildi. Calismaya USG yapilmis olan hastalar dahil edildi. Cerrahi uygulanan hastalarin kesin tanisi histopatolojik degerlendirme ile dogrulandi. Bulgular: Akut apandisit on tanisiyla 449 hasta (171 kiz, 278 erkek) yatirildi. Hastalarin 288’ine (% 64) apendektomi uygulan...
Preoperatif Aneminin Hiatal Herni Cerrahisi ve Postoperatif Komplikasyonlara Etkisi
Düzce Tıp Fakültesi Dergisi
Amaç: Anemi, cerrahi geçiren tüm hastalarda artmış mortalite ve morbidite ile ilişkilidir. Bu çalışmada, hiatal herni cerrahisi öncesi aneminin ne ölçüde postoperatif komplikasyonlara neden olduğunu ortaya koymak amaçlandı. Gereç ve Yöntemler: Kliniğimizde, 2015 ve 2019 yılları arasında hiatal herni nedeniyle ameliyat edilmiş olan hastalar geriye dönük olarak incelendi. Hastalar demografik, preoperatif laboratuvar değerleri, preoperatif Charlson komorbidite indeksi skoru, hiatal herni tipi, postoperatif yoğun bakım gereksinimi, postoperatif komplikasyon varlığı, Clavien-Dindo skoru, kan transfüzyon ihtiyacı ve hastanede kalış süresi açısından karşılaştırıldı. Bulgular: Hastaların 109’u kadın ve 83’ü erkek idi. Yaş ortalaması 50,1±9,1 yıl idi. Hastaların 54'ü (%28,2) anemik grupta ve 138'i (%71,8) ise anemik olmayan grupta idi. Cinsiyet dağılımı açısından gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu (p=0,663). Gruplar yaş dağılımı açısından karşılaştırıldığınd...
Selcuk Dental Journal, 2020
Gömülü üçüncü molar cerrahisinden sonra postoperatif rahatsızlığı tahmin etmek için yapay zeka sisteminin geliştirilmesi Amaç: Yapay Sinir Ağı (YSA), tıp alanında farklı amaçlar için kullanılan nispeten insan beyninin sinir yapısına dayanan ham elektronik modeldir. Özellikle belirli bir hastalığın seyrini veya tedavi prosedürünü tahmin etmek için birçok tıp dalında kullanılabilmektedir. Bu çalışmanın amacı, üçüncü molar cerrahisinden sonra postoperatif semptomları tahmin etmek için maksillofasiyal cerrahide YSA kullanmaktır. Gereç ve Yöntemler: Gömülü üçüncü molar dişleri çekilmesi gereken ardışık 175 hastanın ameliyat öncesi ve sonrası bilgileri bir YSA'yı eğitmek için kullanıldı. Eğitim sürecinin ardından; şişme, ağrı, ağız açıklığında azalma, kanama, normal aktiviteye dönme gün sayısı ve aktivite kısıtlama süresi gibi postoperatif semptomları öngörme yeteneğini doğrulamak için 26 vakanın bilgileri kullanılmıştır. YSA'dan elde edilen sonuçlar, hastaların kendi rapor ettiği bilgilerin sonuçlarıyla karşılaştırıldı. Postoperatif hastaların semptomları ile YSA'dan elde edilen sonuçlar arasındaki korelasyon istatistiksel olarak analiz edildi. Bulgular: Ameliyat sonrası ağrı, şişme, kanama, normal aktivitelere dönme gün sayısı ve aktivite kısıtlama süresi üzerine hastaların raporları ile YSA sonuçları arasında yakın ilişki bulundu. Sonuç: Önerilen YSA yaklaşımının, ameliyat sonrası sonuçların yanıtını öngörmek için uygulanması kolay ve uygulanabilirdir. Model, güvenilirliği artırmak için daha fazla değişken ve deneysel veri içerecek şekilde genişletilebilir. ANAHTAR KELİMELER Aktivite kısıtlaması, yapay sinir ağı, postoperatif rahatsızlık, üçünci molar cerrahisi ABSTRACT Development of an artificial intelligence system to estimate postoperative discomfort after impacted third molar surgery Background: Artificial Neural Network (ANN) is relatively crude electronic model based on the neural structure of human brain which was used in the field of medicine in different purposes. It can be used for many medical branches especially for estimating the course of a certain disorder or treatment procedure. The aim of this study is to use ANN in maxillofacial surgery to estimate the postoperative symptoms after third molar surgery. Methods: The pre and post-operative information of 175 consecutive patients who needed extraction of impacted third molar teeth were employed to train an ANN. After the training process, the information of 26 cases was used in order to verify the network's ability to predict the post-operative symptoms such as swelling, pain, decrease of mouth opening, bleeding, number of days to return to normal activities and duration of activity restriction. The results obtained from ANN were compared with the results of patients self-reported information. The correlation between the postoperative symptoms of the patients and outcomes obtained from the ANN were analyzed statistically. Results: Close association was found between the patients' reports and ANN results on post-operative pain, swelling, bleeding, number of days to return to normal activities and duration of activity restriction. Conclusion: The proposed ANN approach is easy to implement and adapted to predict the response of the postoperative outcomes. The model can be further extended to include more variables and experimental data to increase reliability.
KABG Hastalarının Nativ Koroner Arterlerinde Yeni Kronik Total Oklüzyon Gelişimi
2020
ÖZ Amaç: Koroner arter bypas greftleme (KABG) cerrahisi hastalarının postoperatif klinik takibinde preoperatif olarak tam tıkalı olmayan nativ koroner arterlerin kronik total oklüde (KTO) hale gelmesi sık görülse de, seyriyle ilgili veriler kısıtlıdır. Çalışmamızın amacı postoperatif dönemde nativ koroner arterlerde yeni KTO gelişim sıklığını ve bu konuda rol oynayan faktörleri araştırmaktır. Yöntem: Başkent Üniversitesi Hastanesi Alanya Uygulama ve Araştırma Merkezi'nde gerçekleştirilen tüm KABG operasyonları bilgisayar sisteminden tarandı ve postoperatif ilk 6 aylık dönemden sonra rekürren koroner anjiyografi (KAG) prosedürü uygulanan hastalar çalışma grubuna alındı. Rekürren KAG görüntüleri yeni KTO gelişimi açısından değerlendirildi ve nativ koroner arterlerde yeni KTO gelişimine yol açan demografik ve anjiyografik özellikler lojistik regresyon analizi kullanılarak test edildi. Bulgular: Rekürren KAG yapılmış olan 73 KABG hastası istatistiksel analize dahil edildi (Ortalama yaş 65.2 ± 9.8 yıl; erkek cinsiyet %76.7). Preoperatif olarak tam tıkalı olmayan ve greftlenmiş olan 218 nativ koroner arter incelendi ve 119'unda (%54.5) yeni KTO saptandı. Preoperatif proksimal darlığın ≥%90 olması 3 kat daha fazla yeni KTO gelişimi ile ilişkili bulundu (%67.8 vs. %22.2) (p<0.001). İkili antiplatelet tedavisinin nativ koroner arterlerin açıklığını koruyucu rolü olduğu tespit edildi (HR:-0.259; %95 CI:-0.475'den-0.017'ye; p=0.036). Sonuç: Nativ koroner arterlerde postoperatif yeni KTO gelişimi CABG hastalarında sık görülmektedir. Preoperatif darlığın daha ciddi olması ve ikili antiplatelet tedavinin yokluğu yeni KTO gelişimi için temel faktörler olarak bulundu.
Online Türk Sağlık Bilimleri Dergisi, 2020
Çalışmamızda lidokain ve lidokain+ ketamine ile intravenöz rejyonel anestezi (İVRA) uygulanan hastalardaki elektrokardiyografik değişiklikleri karşılaştırmayı amaçladık. Materyal ve Metot: Çalışmamız prospektif, gözlemsel, randomize ve çift kör olarak yapıldı. İVRA altında kol ve önkol operasyonu geçirecek ASA I-II statüsünde 18-60 yaş arası 70 hasta çalışmaya alındı. Çift kaflı turnike opere edilecek ekstremiteye yerleştirildi. Hastalar randomize ve olarak 2 gruba ayrıldı. Group 1: % 0,5 Lidokain+Ketamin 0,8 mg/kg; 40 ml. Group 2: % 0,5 Lidokain 40 ml olarak belirlendi. Enjeksiyondan 20 dakika sonra distal kaf şişirilerek proksimal kaf 3 dakikada bir 50 mmHg hızda indirildi. Zaman periyodları turnike indirilmesinin başlamasından itibaren 0, 5, 10, 15, 30, 45, 60. dakika ve turnike indirilmesinden 10 dakika sonra olarak belirlendi. İnvaziv olmayan kan basıncı değerleri, kalp atım hızı, puls oksimetre değerleri kaydedildi. Elektrokardiyografik kayıtlar alınarak PR, RR, QT intervalleri, QTc değerleri kaydedildi. Bulgular: Lidokain+ketamin grubunda QT basal değerleri QT5. dk, QT10. dk, QT15. dk , QT30. dk, QT45. dk, QT60. dk ve QTtur10 değerlerinden düşük bulundu. QTc bazal değerleri grup lidokain + ketamin QTctur10 değerlerinden daha düşük bulundu (p <0,001). Sonuç: Lidokain grubunda belirgin bir değişiklik gözlenmedi. Turnike indirilmesinden sonra lidokain+ketamin grubunda QT, QTc değerlerinde ve özellikle noninvaziv kan basıncı değerlerinde belirgin artış gözlendi.