The Theory of Will in Ibn Rushd and The Relationship Between Will and Politics (original) (raw)

DEVLET İDARESİNE DAİR KONULARA FIKIH ESERLERİNDE AZ YER VERİLMESİNİ İBN HALDUN’UN REALİST SİYASET TEORİSİ EKSENİNDE DEĞERLENDİRME The Evaluation Of Insufficiency Of The Subjects About Government Of State In Fıqh Literatures Based On Ibn Haldun’s Realist Political Theory

türkiye din eğitimi araştırmaları dergisi, 2018

Öz İbn Haldun, devleti yöneten iktidarın güce dayandığını ve toplumu kendisine itaate zorlama kudretine sahip olduğunu savunmaktadır. Hukuk da, yaptırım gücünü iktidarın bu niteliğinden almaktadır. İlgili husus, fıkıh eserlerinde devletin kuruluş ve işleyişiyle ilgili kuralların nadir bulunmasını açıklayıcı niteliğe sahip gözükmektedir. İktidarların zor kullanılarak savaş yoluyla ele geçirildiği monarşilerde yaşayan İslam hukukçularının hukukun en önemli unsurlarından olan yaptırım gücünü itibara alarak üstünde hiçbir gücün bulunmadığı iktidarlara kural koymanın pratik yarar sağlamayacağı kanaatine vardıkları ve bilinçli olarak ilgili alanı boş bıraktıkları söylenebilir. Anahtar Kelimeler: İbn Haldun, siyaset, realist, devlet, fıkıh. Ibn Haldun supports that the power that govern state based on strenght and have ability to force society to obey it. Law obtains its sanction power from this.We think that this point explains the insufficiency of rules related to the establishment and functioning of state. In my opinion, Islamic jurists who lived in monarchies that the powers forcibly seized by wars, consider that the establishment of rules about the state is not beneficial regarding the sanction power that is one of important elements of law and that there is not any superior organisation to enforce rules against power. Keywords: Ibn Haldun, policy, realist, state, fiqh

A Holistic Approach to Some Koranic Comments of al-Ash’ari on Will.

Eskiyeni, 2015

RAl-Ashari was undoubtedly one of the leading scholars who played an impor- tant role in the growth of Islamic culture and thought in the early 4th century hegira. A lot of criticism has been directed against al-Ashari himself and the Ashari school by Islamic as well as Western scholars. It has been claimed that the Ash’ari teology school contributed greatly to the spread of a strong pre-determinist perception of fate (al-Cab- riyya) among Muslim societies. In this article, while examining al-Ashari’s opinions about will and his comments of Quranic verses, we usually look at the context from which his comments were made. While al-Ashari has agreed that human action has an existence, he could not take up a clear position about human’s role in his action. As a consequence of his overreaction against Mutazila, he made statements which amounted to restricting human’s freedom of action and stripped human of his power to choose his actions.

İbn Rüşd’de İrade Teorisi ve İrade-Siyaset İlişkisi

Mütefekkir

İbn Rüşd’ün irade kavramına yüklediği anlam teolojisini, ontolojisini, epistemolojisini, ahlâk felsefesini ve üzerinde duracağımız siyaset felsefesini etkilemiştir. İradenin kaynağının ne olduğu ya da özgürlükle olan ilişkisinin ne olduğu sorusundan sonra belki de onun en önemli boyutu pratik/eylem ile doğrudan ilişkili olmasıdır. Pratik boyut bireysel planda ve toplumsal planda karşımıza çıkmaktadır. Bireysel planda daha ziyade ahlâk temelinde tartışılan iradenin toplumsal boyutta ilişkili olduğu en önemli konu ise siyasettir. Gerek İslâm dünyasında gerek Batı’da filozofların siyaset ile ilgili felsefî yapıtlar ortaya koymaları felsefenin toplumdan kopuk bir alan olmadığını gösteren önemli bir işarettir. Aslında siyaset, değer alanının temel sorusu olan “Nasıl mutlu olabilirim?” sorusunun “Nasıl mutlu olabiliriz?” şeklinde toplumsal düzeyde sorulduğu ve cevabının arandığı bir alandır. Makalede İbn Rüşd’ün irade anlayışı, irade ile siyaset arasında kurduğu ilişki ve siyaset felsefes...

Ibn Jamâa’a Thought on Politics and Governance

Tasavvur / Tekirdağ İlahiyat Dergisi, 2021

Siyasetname ve nasihatname türü eserler, siyaset, devlet ve yönetim hakkında önemli bilgi, ıslahat, nasihat ve öğütler içerirler. Bu eserlerde devlet başkanından en alt devlet görevlisine kadar devlette yönetici ve diğer görevlilerin nitelik, görev ve sorumlulukları hatırlatılır; yanlış ve bozulmalar ortaya konularak çözüm önerileri getirilir. Bedreddin İbn Cemâa tarafından kaleme alınan Tahrîrü’l-Ahkâm fî Tedbîri Ehli’l-İslâm adlı eser de insanlığın ortak siyaset görüşü birikimini teşkil eden siyasetname kapsamında görülebilecek ve ele alınabilecek bir kitaptır. Bedruddîn İbn Cemâa, İslam siyaset ve yönetim düşüncesi tarihinde görüşleriyle dikkat çeken önemli isimlerdendir. Son tahlilde İbn Cemâa, araştırmacılar, bilhassa siyaset ve yönetim alanında çalışanlar için hazine değerinde bir eseri miras bırakmıştır. Muhaddis ve fakih olarak İbn Cemâa, müderris vasfıyla hocalık yapmış ve birçok öğrenci yetiştirmiş bir ilim insanıdır. Bu araştırmanın problemi, İbn Cemâa’nın siyaset ve yöne...

The Question of whether Partial Will is Subject to God’s Creation according to Sadr al-Sharī‘a and Ibn al-Humām

Kader, 2020

Cüz'î irâde ve kulların fiillerinin yaratılışı kader inancıyla bağlantılı iki konudur. Günümüzde tartışma götürmeyecek kadar açık şekilde insanda irâdenin var olduğu kabul edilmektedir. İnsanda meydana gelen irâde ve fiilin oluşum basamakları hakkındaki ihtilâf ise çözülecek gibi gözükmemektedir. Mâtürîdîlerin insana fiillerinde bir hürriyet alanı tanıma amacıyla ortaya koydukları, cüz'î irâde ve fiillerde yaratılmamış veya yaratmaya konu olmayan bir unsurun bulunduğu şeklindeki açılımları ise bazen tam anlaşılamamıştır. Bu türden yanlış anlaşılmalar söz konusu olduğunda Hanefî-Mâtürîdî kelamcılarından Sadruşşerîa ve İbnü'l-Hümâm'ın ismi geçmektedir. Her iki kelâmcı da Hanefî-Mâtürîdî ekolünde derin izler bırakan önemli şahsiyetlerdendir. Ortaya koydukları özgün fikirleriyle kendilerinden sonra gelen pek çok âlimi etkilemişlerdir. Buna rağmen gerek Sadruşşerîa gerekse İbnü'l-Hümâm insana fiillerinin yaratıcısı gözüyle bakmadıkları halde sanki Allah'ın mutlak yaratıcılığına halel getirmişler gibi bir ithamla karşı karşıya bulunmaktadırlar. Bu sebeple Sadruşşerîa'nın herhangi bir fiilin oluşumuyla ilgili ortaya koyduğu "Dört Mukaddime" ile İbnü'l-Hümâm'ın "Azm-i Musammemin İcadı" ve "Cüz'î İrâdenin Tahsisi" hakkındaki düşüncelerinin ortaya konulması büyük önem arz etmektedir.

The Role of Politics in the Philosophy of al-Farabi

İslami Araştırmalar Dergisi, 2005

Farabi'nin siyasi düşüncesi, Eflatun, Aristo ve İslami fikirlerin bir sentezini temsil eder. Düşünce yapısını sağlam Farabici temeller üzerinde kuran İbn Rüşd. büyük selefinin teorilerine kesinlik, açıklık ve sistem getirir. Daha da önemlisi, o, pratik tecrübesini, bu teoriler ve onların Eflatuncu -Aristocu kaynaklan üzerine kullanır ve siyasi realizmini, çağdaş Müslüman devletlere eleştirel bir bakış açısıyla uygular. Onun bu eleştirisinin kökleri, Eflatun'un Politics'deki fikirlerine dayanır ve prensiplerini ondan alır.

Ahde Vefâ and Nakz-i Ahd in our Political Culture

Özet Ahde Vefâ ve Nakz-i Ahd Osmanlı Devleti'nin diğer devletlerle ilişkilerinde en hassas olduğu ilkelerdendi. Bunun temelinde ahde vefânın öneminin ayet ve hadislerle vurgulanmış olması yatmakta idi. Osmanlı Devleti'nin Ahde vefâ hassasiyetinin altında yatan bir diğer sebep de töredeki söz namustur düsturu idi. Osmanlı Devleti kuruluşundan itibaren bu iki ilkeyi diğer devletler ile olan ilişkilerinde bir devlet geleneği haline getirmiş ve bunlardan taviz vermemiştir. Böylece dost düşman devletler katında sözüne sâdık olma güvenilirliğini kazanırken dostluğunu kazanmak isteyen devletlerde de ahde vefâ özelliğini aramıştır. Osmanlı Devleti sözün muhatabını ayırt etmemiştir. Yani Müslüman devletlere verdiği ahde ne kadar vefâlı ise Hıristiyan devletlere karşı da ahdinde o derece vefâlı idi. Osmanlı Devleti kendisi Nakz-i Ahdde bulunmamaya azamî derecede ihtimam gösterirken muhatablarının Nakz-i Ahdde bulunmalarını da savaş sebebi saymıştır. Osmanlı Devleti'nin yüzyıllar boyunca hassasiyetle uyguladığı Ahde Vefâ ilkesi bir taraftan siyaset kültürümüzün önemli düsturlarından biri haline gelirken diğer taraftan modern uluslararası diplomasi de pacta sunt servanda şeklinde yerini almıştır. Abstract Ahde Vefâ and Nakz-i Ahd were the principles to which the Ottoman State was the most sensitive at her relationships with other states. This sensitivity came from the Quranic Verses and Traditionals of Prophet Mohammed emphasizing the importance of Ahde Vefâ and Nakz-i Ahd. Another reason underlying the sensitivity of Ahde Vefâ of the Ottoman State was the principle " promise is honour " at her custom. As from her foundation, the Ottoman State didn't compromise on these two principals at her relationships with other states. In this way, while she was attaining reliability of faithfulness to her promise in the eyes of her friends and enemies, she looked for characteristic of Ahde Vefâ from the states asking for her friendship. The Ottoman State didn't differentiate addressee of her promise. How much faithful she was to her promise given to the Muslim states so much faithful she was to her promise given to the Christian States. While the Ottoman State was taking care of keeping her promise at maximum degree, she regarded dishonouring addressee's word as cause of war. On the one hand, as the principle of Ahde Vefâ practised by the Ottoman State sensitively throughout centuries was becoming one of the most important principles of our culture of politics on the other hand, it has taken its place in the style of Pacta Sunt Servanda in the contemporary international diplomacy.

İbn Haldun'da Siyasal Gücün Kullanılmasında 'Asa-biyet'in Önemi

Beytulhikme Felsefe Dergisi

The importance of "asabiyya" in the use of political power in Ibn Khaldun. Social life is necessary for human existence. This makes it necessary to their organization and establish the state. To organize, it is a political institution created by individuals to reach collective goals. The state is the political status of a people whose borders are organized on a certain territory. Ibni Khaldun thinks that the state is based on two bases. One of them is "asabiyya". Secondly, the state is the money needed to pay all expenses. "Asabiyya" is the unity that nations have to protect their homeland from the attacks of strangers, to invade the invaders and to expand their territory. It builds the foundation of the political power necessary to establish and govern the state. According to Ibn Khaldun, it is necessary to be noble to have a strong "asabiyya". Therefore, state founder, to become ruler to be, the person makes it essential to preserve and maintain the unity of their lineage. Because the "asabiyya" deterioration means that the political power necessary for the state and the ruling is to demolition.