İsrâfil'in Fetretü'l-Vahy Döneminde İndirdiği el-Kelimete ve'ş-Şey' Vahyi (original) (raw)

Şerhu'l-Mevâkıf: Kelam İlminin Son Büyük Klasiği

Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, 2018

Seyyid Şerîf el-Cürcânî'nin (ö. 816/1413) Şerhu'l-Mevâkıf adlı eseri, sadece Türkiye yazma kütüphanelerinde iki yüze yakın nüshasının varlığından da anlaşılacağı üzere, yazıldığı h. 807 tarihinden bu yana kelam tarihinin en etkili birkaç eserinden biridir. Adudüddîn el-Îcî'nin (ö. 756/1355) el-Mevâkıf adlı eserinin şerhi olan bu kitap, Cürcânî'den sonra yirminci yüzyıla gelinceye değin İslâm dünyasında kelâm ve felsefenin beş yüzyılına damgasını vurmuş ve şerhi olduğu metnin ününü gölgede bırakmıştır. Bu nedenle de bir yazım türü olarak şerhin en iyi örneklerinden biridir. Pekâlâ, Şerhu'l-Mevâkıf'ı böylesine önemli ve etkin kılan şey nedir? Bu soruya birincisi, Şerhu'l-Mevâkıf'ı hazırlayan kelam ve felsefe geleneklerini, ikincisi de bizzat Seyyid Şerîf el-Cürcânî'nin kendi katkısını dikkate alarak iki yönden cevap vermek mümkündür.

Îcî'nin er-Risâletü'l-vaz'iyye'sinin İlk Şerhi ve Nispet Sorunu

İslam Araştırmaları Dergisi, 2024

Lafızların anlamlarına delaletinin temel ilkesini oluşturan vaz' olgusu, bir lafzın anlamın karşısına-bizzat kendisinin delalet-etmesi için tayin edilmesini ifade etmektedir. İlimleşme sürecini diğer dil ilimlerine nazaran geç tamamlayan vaz'ın bir olgudan ilme dönüşme sürecinde, bu olgu etrafında şekillenen mesâilin fıkıh usulü, mantık, nahiv ve belagat gibi sahalardan bağımsızlaşarak müstakil telif geleneğinin başlamasında Adudüddin el-Îcî'nin (ö. 756/1355) er-Risâletü'l-vaz'iyye adlı risalesi dönüm noktasını teşkil etmektedir. Zira mezkûr risale bu açıdan ilk olma özelliğini taşımaktadır. Yaklaşık iki varaktan oluşan risalenin müphem lafızların vaz'ına dair ortaya koyduğu vaz' yöntemi, vaz' ilminin mesâili noktasında önemli bir çığır açmıştır. Bu yönüyle risale, yazıldığı dönemden itibaren birçok şerhe konu olmuştur. er-Risâletü'l-vaz'iyye üzerine yazılan şerhlerin vaz' olgusunun ilmî bir hüviyet kazanmasındaki katkıları yadsınamaz niteliktedir. Ancak halen çoğu yazma eser halinde bulunan şerhlerden bazılarının yazarlarına aidiyeti noktasında problemler olduğu tespit edilmiştir. Özellikle er-Risâletü'l-vaz'iyye'nin ilk şerhi olarak kabul edilen ve özel bir adı olmayıp kaynaklarda Şerhu'r-Risâleti'l-vaz'iyye olarak geçen eserin, farklı müelliflere nispeti söz konusudur. Nitekim Osmanlı medrese müfredatında yer alan şerhin, Hoca Ali es-Semerkandî (ö. 860/1456), Ali Kuşçu (ö. 879/1474) ve Ebü'l-Kāsım Ali el-Leysî es-Semerkandî'ye (ö. 889/1484) nispet edildiği tespit edilmiştir. Bu bağlamda makalede, vaz' ilmi literatürü açısından oldukça önemli bir eser olan Şerhu'r-Risâleti'l-vaz'iyye'nin adı geçen müelliflerle ilişkisi ve buna dair tartışmalar gündeme getirilip eserin kime ait olduğunun tespiti hedeflenmiştir.

" el-Cezire " Üzerine Bir Literatür Çalışması (Fethinden Abbasilerin İlk Dönemine Kadar

"el-Cezire" Üzerine Bir Literatür Çalışması (Fethinden Abbasilerin İlk Dönemine Kadar) ismiyle ele alınan bu çalışmada, el-Cezire bölgesiyle bu bölgeyi oluşturan Diyar-ı Bekr, Diyar-ı Mudâr, ve Diyar-ı Rabi'a bölümleriyle bunların merkezlerinin tarihini, coğrafyasını ve kültürel yapısını konu edinmiştir. Bu çalışma, İslam fetihlerinden Abbasilerin ilk dönemine kadar geçen süreci kapsar. Çalışmada başta el-Cezire ve onu oluşturan üç bölgenin tarihsel önemi vurgulandıktan sonra bölgelerin sınırlarıyla ilgili bilgilendirmeler yapılmış ve bu alandaki kaynakların tespitine geçilmiştir. Ayrıca imkânlar ölçüsünde bölge ile ilgili başta Taberî, İbn Esir ve İbn Kesir gibi temel İslam tarih kaynakları olmak üzere son yıllarda yapılan akademik araştırmaların yanı sıra, bölgeyi konu edinen müstakil çalışmaların da bilgileri verilmiştir.

İsrāfīl’in Fetret Döneminde Vahiy Getirdiğini Bildiren Rivayetin Tefsir ve Siyer Anlatılarına Etkisi

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2024

ʿĀmir eş-Şaʿbī’den (ö. 104/722) mürsel olarak nakledilen rivayete göre Kur’an vahyinin kesintiye uğradığı ilk fetret döneminde İsrāfīl elçi olarak görevlendirilmiş, üç yıl boyunca Rasulullah’ın nübüvvetine eşlik etmiş ve bu süre zarfında Rasulullah’a el-kelimete -mine’l-vaḥyi- ve’ş-şey’ (vahiy olan sözler ve bilgiler) indirmiştir. Fetretu’l-vaḥy döneminin anlaşılmasında önem arz eden rivayet sened ve metin açısından sahih kabul edilmiş, sahih kanallarla nakledildiği belirtilmiş, muhaddisler tarafından itibar atfedilmiştir. Erken dönemde metin farklılıkları görülse de söz konusu rivayet birçok kaynakta yer alarak manen şöhret kazanmıştır. Diğer yandan rivayetin müdrec ifadelerine, şerhlerine ve muhteva analizi yapılarak ulaşılan verilere göre Rasulullah’a nübüvvet makamının görev ve sorumlulukları fetret döneminde öğretilmiş, O’nun bilgi, amel ve adab bakımından tekamülüne yönelik eğitim yine bu dönemde verilmiştir. El-Māverdī (ö. 450/1058) gibi bazı müfessirler rivayette indirildiği bildirilen el-kelimete -mine’l-vaḥyi- ve’ş-şey’’in “…Allah sana Kur’an’ı ve hikmeti indirmiştir…” (4/en-Nisā’: 113) ayetinde buyurulan hikmet olabileceği üzerinde durmuşlardır. Rivayet, ihtiva ettiği bu bilgilerle vahiy meleği, İsrāfīl’in görevleri, fetret döneminde Rasulullah’ın intiharı düşünmesi, fetret döneminin süresi gibi birçok meselenin yeniden düşünülmesini gündeme getirmiş, çeşitli tartışmaların doğmasına sebebiyet vermiştir. Bu itibarla çalışmada ilk fetret döneminin anlaşılmasında öneme sahip rivayetin etkilediği tefsir konuları ve siyer meseleleri araştırılmaktadır. Böylece çalışmanın Kur’an tarihinin yanı sıra tefsir ve siyer disiplinlerinin ilgili meselelerine de katkıda bulunması amaçlanmaktadır. Tarihsel verilerin dökümü ve kronolojik olarak mukayesesi yöntemleri uygulanarak tamamlanan araştırma sonucunda rivayetin tefsir alanında 10/Yūnus: 16, 16/en-Naḥl: 2, 16/en-Naḥl: 102, 26/eş-Şuʿarā: 193 ayetlerinin tefsiri ile fetretu’l-vaḥy, vahiy çeşitleri ve vahyin indirildiği dil konularında istihdam edildiği; siyer alanında ise Mekke-Medine dönemlerinin tarihlendirilmesi, gizli ve açık davet dönemlerinin belirlenmesi, Rasulullah’ın şirk, küfr, intihar gibi günahlardan korunması meseleleri ile İsrāfīl’in elçiliğine dair yaklaşımlara etki ettiği görülmektedir.

ZEMAHŞERÎ'NİN el-KEŞŞÂF İSİMLİ ESERİNDE ŞİÎLERE YÖNELİK ELEŞTİRİLERİ

Mahmud b. Ömer ez-Zemahşerî, doğduğu yere nispetle Zemahşerî nisbesiyle bilinmektedir. İtikatta Mu'tezile mezhebine mensuptur. Amelde ise pek çok Mâveraünnehir ulemâsı gibi o da Hanefîdir. Kaleme aldığı altmışa yakın eserinin yanı sıra tefsirde dirâyet metodunun en iyi örnekleri arasında gösterilebilecek olan el-Keşşâf isimli eseriyle tanınan Zemahşerî'nin söz konusu eserinde kullandığı kavramlar ve nitelendirmeler kendisinden sonrakiler açısından da önemlidir. Nitekim mezhebi aidiyeti bilinmesine rağmen diğer fırkalar müellifin eserlerinden özellikle de el-Keşşâf'tan müstağni kalamamışlardır. Dolayısıyla Zemahşerî'nin söz konusu eseri vasıtasıyla kendisinden sonraki literatür üzerinde güçlü bir tesirinden bahsedilebilir. Bunlardan birisi de tefsir ilmine kazandırdığını düşündüğümüz "bida'ı't-tefâsîr" ya da "bida'ı't-tefsîr" kavramlarını kullanmış olmasıdır. Nitekim dijital kaynaklar üzerinden yaptığımız taramalarda kendisinden önce bu kavramın kullanıldığına rastlamadık. Yaklaşık yirmi yerde geçen bu nitelendirmelerin bir kısmında diğerlerinden farklı olarak doğrudan bir mezhebe ait telakkîlerin hedef alındığını görmek mümkündür. Mezhebin ismi ise kimi yerde "birtakım Râfızîler" (Ravâfiza) olarak geçerken kimi yerde ise isim belirtilmeden direkt olarak görüş ya da düşünce reddedilmektedir. Böyle durumlarda da eleştiriye mahal olan düşüncenin hangi fırka tarafından savunulduğunu anlamak zor değildir. Öte yandan Mu'tezile ile Şîa yakınlaşması ya da zamanla Mu'tezile'nin Şîa mezhebiyle ayniyet kazanıp ayrıca müstakil kimliğini muhafaza edemediğine dair ileri sürülen birtakım iddialar ileri sürülmüştür. Yapılan bu çalışmayla söz konusu iddialarda Zemahşerî'nin her hangi bir dahlinin olup olmadığı meselesi de vuzuha kavuşmuş olacaktır.

Ortaçağ İslam Coğrafyacılarına Göre el-Cezire ve İdari Taksimatı

2009

Kaynaklarını Doğu Anadolu bölgesi dağlanndan alan Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı topraklar, ilk medeniyetlerin ortaya çıktığı, insanlık tarihinin en eski yerleşim merkezlerinden biridir. Grekler, bu bereketli topraklara "iki nehir arası" anlamına gelen Mezopotamya adını verirken; Araplar da, aynı bölgeyi iki kısma ayırarak, güneyine yani Aşağı Mezopotamya'ya Sevad veya Irak, kuzeyine yani Yukarı Mezopotamya'ya da el-Cezire demişlerdir. Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan topraklann kuzeyini ifade eden el-Cezfre, İsHim'ın zuhurundan hemen önce başlayan ve fetihlerden sonra da hızlanarak devam eden Arap kabile göçleri neticesinde, bir süre sonra buralara yerleşen Arap aşiretlerin adını taşıyan üç tarihi ınıntıkaya bölünmüştür. Rebfa, Mudar ve Bekr adindaki Arap aşiretlerine nispet edilen bu mıntık:alar; bölgenin doğu ve güneydoğusunda Diyar Rebfa, batısında Diyiir Mu dar ve en kuzeyin4e deDiyar Bekr' dir 1 • Bu makale ortaçağ İslam coğrafyacılarından hareketle söz konusu bu süreci ortaya koyarak adı geçen mıntıkalann tarihi coğrafyalarına dair bazı tespitlerde bulunmayı amaçlamaktadır.