Polemik Erike 18.07. (original) (raw)
İslam ilim geleneğinde bütün disiplinlerin ortak tutumlarından birisi de, kabul ve iddialarını tashih mercii olarak görülen kutsal bir referansa dayandırma çabasıdır. Fıkıh, Hadis, Kelam, Tasavvuf hatta Felsefe, hepsi bu tutumu sergilemişlerdir. Şüphesiz bunda belirleyici olan çeşitli etkilerden söz etmek mümkündür. Ancak, İslam ilimler tarihi şöyle bir gözden geçirilecek olursa esasta, biri doğal, diğeri insiyaki iki unsurun yattığı gözlenir. Doğal olanı, İslam'ın varlık (ontoloji) anlayışının, bilgi (epistemoloji) telakkisine de yansımış olmasıdır. İslam inancına göre Allah (c.c), her şeyin kaynağıdır. O, Varlığın ve mevcudatın menşei olduğu gibi, bilginin de kaynağıdır. Binaenaleyh, herhangi bir düşüncenin, fikrin İslam nezdindeki meşruluğu bu kaynağın tasdik edip etmemesi ile ölçülür. Bunun insanlar elindeki yegâne mihengi de Kur'an'dır. Bilgi kaynağı ile doğrudan temas halinde olan Peygamber (s.a) ise ikinci tashih merciidir. İşte bu tabii kabul dolayısıyla her Müslüman, görüş, düşünüş ve tercihinde bu iki kaynağa başvurma zarureti hissetmiştir. İkinci unsura gelince; Hz. Peygamber'in dâr-ı bekâya irtihallerinden sonra Müslümanlar, yeni çevre, yeni kültür ve yeni düşünce sistemleri ile karşı karşıya gelmişlerdir. Bu karşılaşmada hem içe, hem de yeni unsurlara dönük bir sorgulama, anlama, özümseme ve sentezleme durumu söz konusu olmuştur. Bu çerçevede, bilginin yegâne tespit ve tashih mercii olarak görülen Kur'an'ın dahi anlaşılmasında farklı tercihler ortaya çıkmıştır.1 Keza aynı şey, ikinci kaynak Peygamber'e (s.a) atfedilen rivayetler için de mevzubahistir.2 Diğer taraftan yeni karşılaşılan her türden beşerî olgu karşısında nasıl bir tutum takınılacağı da önemli bir sorun teşkil etmiştir. Bunlar değişik tercihleri gündeme getirmiştir. Kimi çevreler yeni (bid'atmuhdes) olarak görülen her şeye karşı çıkmış, bunların gayr-ı meşru olduğu tezini ileri sürmüştür. Fakihlerle hadisçiler, hadisçilerle tasavvuf ve kelamcılar ve nihayet kelamcılarla felsefeciler arasındaki sonu gelmez polemiklerin temelinde işte bu yatmaktadır. Her bireri saf İslamı kendilerinin temsil ettiğini ileri sürmüş ve tabii bu iddialarını ispat sadedinde de yukarıda işaret ettiğimiz iki kaynağa müracaat etmişlerdir. Çeşitli yorum ve tevillerle hem müessese olarak kendilerinin meşruiyetlerine ve hem de fikir ve tezlerinin meşruluğuna bu iki kaynaktan referanslar göstermişlerdir. Bazen de bunu karşı tezleri çürütmek için yapmışlardır.