TEZ (YAYINLANMAMIŞ) - AĞRI AYAKLANMASI VE XOYBUN ÖRGÜTÜ (original) (raw)

TEZ, TEZ DANIŞMANLIĞI VE YAYINDA ETİK

Bilindiği gibi yüksek lisans, doktora ya da tıpta uzmanlık gibi lisans sonrası eğitimlerde öğrenci bir tez hazırlayarak bulunduğu alanın "uzman" ya da "doktoru" olmaktadır. Tezler, bir araştırmacının gurur kaynağıdır; onunla hayat bulur ve kimlik kazanır. Hazırlanan tez, öğrencinin ilerideki akademik yöneliminin aynasıdır. Benim burada değinmek istediğim konu tez öğrencisinin, tezden yararlanarak yaptığı yayınlarda tez danışmanını da yazarlar arasında göstermek zorunda kalmasıdır. Türkiye'de doğru olarak algılanan bu uygulama aşağıda da belirteceğim gibi etik yönden doğru bir tutum değildir.

ÖZNELLİĞİN YASI ve KENDİLİĞİN BİLMEZLİK TUTKUSU

Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2023

Freud açısından yas süreci, sevilen bir kişinin kaybıyla ya da kaybedilen kişinin yerine ikamet eden kavramların kaybına verilen tepkidir fakat kişinin öznelliğinin kaybı nedeniyle tuttuğu yas sıra dışıdır. Kişinin öznelliğini kaybetmesi demek o öznelliği oluşturan ve onu bir arada tutan imajların, niteliklerin, anıların, duygu ve düşüncelerin dağılması demektir. Toplumsal yapı sayesinde bedenlenerek benlik sahibi olan özne ötekinin yetkesiyle yetkilenerek irade-söz sahibi olur. Yetkilenme-bedenlenme sürecinin öznesi bu süreçlerin düğümlendiği bedenlenme ve yetkilenme ağını yitirdiğinde öznelliğini kaybedebilmektedir. Bu çalışmada kişinin yitirilen öznelliğinin yas süreci ele alınarak öznenin kendi hakikatine yaklaştığı bedenlenme ve yetkilendirme süreçlerinin ontolojik ve epistemolojik yönleri ortaya konulacaktır. Bedenlenme ve yetkilenme süreçlerinin kesiştiği uzamsal alan, hakikatin açığa çıkabildiği Lacancı bilmezlik tutkusu olgusuyla ele alınacaktır. Öznelliğin bilmezlik tutkusuyla olan mantığının gösterilebilmesi için sahih olan ile olmayan arasında gidip gelen itirafın epistemolojik formu ele alınacaktır. Böylelikle yası tutulan öznelliğin sahihliği ve neliği ele alınabilecektir. Bu yas sürecini anlamlandırabilmek adına Camus’nun Düşüş adlı metninden yola çıkılarak kendiliğin yitirilişine ve bu kayba karşı tutulan yasın kavramsallaştırılması gerçekleştirilecektir. Sahih olan ve olmayan arasındaki diyalektik bağlam Lacancı psikanalizdeki bilmezlik tutkusu kavramıyla ele alınarak yitirilen öznelliğe karşı kendiliğin yine de sahip olduğu imkânsız şey tartışmaya açılacak ve farklı bir bedenlenme ve yetkilenme sürecine işaret edilecektir.

ARAP EDEBİYATI OTOBİYOGRAFİ YAZIN GELENEĞİ: TAŞKÖPRÜZÂDE ÖRNEĞİ

2021

Öz Modernite öncesi Arapça otobiyografi yazımı hakkında Batı’da yazılmış ilk ciddi eser olan Franz Rosenthal’ın kaleme aldığı Die arabische Autobiographie adlı makale, Batı’nın “bireyselcilik” ve “öz-farkındalık” olgularının Arapça otobiyografi eserlerinde bulunmadığını dayanak göstererek, diğer kültürlerin “gerçek” otobiyografiden yoksun olduğunu savunmuştur. Batı’da yazılmış daha sonraki eserlerin kahir ekseriyeti, Rosenthal’ın Arap otobiyografi yazınına layık gördüğü bu yeri benimsemiştir. Son dönemlerde kaleme alınmış olan konuya dair eserler ise, modern-Batı hari-cindeki kültürlere ait otobiyografi eserlerinde bireyselciliğe dair yazılı ifadelerin bulunmayışının, ‘bu insanların kendilerine has şahsiyetlerinin olmadığından kaynaklandığı’ fikrine şüpheyle yakla-şarak, daha önceden bilinmeyen çok sayıdaki Arapça otobiyografik yazma eseri gün yüzüne çı-karmıştır. Bu çerçevede yazılan bu makale, 16. yüzyıl Osmanlı âlimlerinden Taşköprüzâde Ahmed Efendi’nin el-Şekâʾik el-Nuʾmâniyye fî ʿUlemâʾi’d-devle ʿOsmâniyye adlı biyografi eserinin sonuna eklediği otobiyografisinin Arapça otobiyografi yazın geleneği çerçevesinde bir değerlendirmesidir ve bu otobiyografinin açıklamalı bir tercümesini de sunmaktadır. Taşköprüzâde örnekliğinde, Arapça otobiyografi yazını hakkındaki önceki genel kabulün tek kelimeyle yanlış olduğunu ortaya koymaktadır. Özelde Batı ilim dünyasının Arapça ve Osmanlı Türkçesi otobiyografi yazın gelene-ğine karşı zamanla değişen tutumu gibi ülkemizde bâkir olan bir sahayı konu edinmesi, genelde Oryentalizm’in zamanla değişen çeşitli safhalarına ışık tutan mevcut eserlere katkı sunacak yeni bir halka olması hasebiyle, bu makalenin ilim dünyasında önemli bir boşluğu dolduracağına ina-nıyoruz. Son olarak bu çalışma, Osmanlı’nın seçkin alimlerinden Taşköprüzâde’nin kariyerine dâir sunduğu bilgiler sayesinde, son dönemlerde Batı üniversitelerinde de eğitime dahil edilmeye baş-lanan medrese eğitiminin daha iyi anlaşılmasına da yardımcı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Arapça otobiyografi, Taşköprüzâde, Bireyselcilik, Oryantalizm, Medrese eği-timi. Autobiographical Writing in the Arabic Literary Tradition: The Case of Taşköprüzâde

SÜREÇ İÇESİNDE TRİBÜN KAVRAMI VE BİÇİMLENİŞİ

Özet Geçmişten günümüze kadar yaygın kullanımı ile tribün sözcüğü TDK'da (2017) "spor salonu, stadyum, hipodrom vb. yarışma ve gösteri yapılan yerlerde seyircilerin oturduğu koltuklu veya basamaklı bölüm, sekilik" olarak tanımlanmaktadır. Ancak değişen ihtiyaçlar ve teknoloji doğrultusunda tribün kavramı da değişmiş ve çok çeşitli boyutlar almıştır. Oturma amaçlı yapılan bu donatı artık seyir anlamıyla birlikte yeni yaşama kültürüne kendini adapte etmiştir. Bir diğer değişle farklı mekanlarda farklı biçimlenmeler ile mekana hizmet eder hale gelmiştir. Özellikle son yıllarda ofislerde, kütüphanelerde, okullarda, müzelerde ve daha birçok farklı mekanlarda seyir kullanımıyla birlikte özelikle oturma eylemine yönelik biçimlenmeler ile görülmektedir. Erken dönemlerde oldukça basit ve kalıcı olmayan malzemelerle inşa edilen ilkel tribünler, daha sonraları yeterli paranın temin edilebildiği zengin kentlerde maliyeti oldukça yüksek ve yüzyıllar boyu ayakta kalabilecek kesme taşlardan inşa edilmiştir (Uzunaslan, 2010). Tribün kavramının başlangıç noktası, antik tiyatrolardan binlerce yıl öncesine, insanların ayin niteliği taşıyan av törenlerine kadar dayanmaktadır. İlk kullanımlarını antik tiyatrolarda gördüğümüz tribünler, yamaçlara yaslandırılarak inşa edilmekte olup alanı çevrelemesi ile yapıya şeklini vermiştir (Türedi, 1998). Daha sonraları ise tiyatro binaları dışında alt noktasından yukarıya doğru sıralanmış kademelerden oluşan stadyum yapılarında da tribün kavramının önemini görmekteyiz (Saltuk, 1995). Bu yapıların hepsinde temel amaç seyir üzerine kuruludur. Özetle süreçteki kullanımlarına bakıldığında tribün, yapıların genel kurgusuna yön veren bir donatı olarak tarihin en eski zamanlarından günümüze kadar gelmiş olsa da özellikle son yıllarda kullanım amacına yeni öncelikler eklenerek zengin bir çeşitliliğe sahip olmuştur. Artık sadece bir sahneyi ya da bir alanı seyir etme nedeniyle değil, farklı eylemlere yönelik olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bugün tribün; hem mekanının kendisini tanımlayabilmekteyken aynı zamanda mekanın içindeki bir öğeyi de oluşturabilmektedir. Hem boyutsal hem de işlevsel açıdan değişen tribün biçimlenişi, araştırma konusunun amacını oluşturmaktadır. Bu bağlamda çalışmada, mekansal boyuttaki biçimleniş, mekanın kullanım amacını tanımlamakta olup, tribün kurgusunun kendisini oluşturmaktadır. İşlevsel açıdan ise kullanımı mekan öğesi ise donatı kavramı ile ifade edilmiş ve bir alanı seyir etmekten çok bekleme, oturma vb. amaçlarda sabit yada hareketli donatı olarak iki farklı kullanım şekli ile ele alınmıştır (Şekil 1). Yapılan irdelemede, ortaya çıkan tüm biçimlenişlerin iç ve dış mekan kullanımlarına göre şekillendiği görülmüş, bu nedenle her biri bu kapsamda ele alınmıştır. Şekil 1. Tribün Kullanım Şeması 525

ÖZBEK SÖZLÜ DESTAN GELENEĞİNDE DEĞİŞİM VE TÜR SORUNU

turkoloji.cu.edu.tr

Sözlü halk kültürü ürünleri; yaratıcıları, dinleyicileri ve işlevleri bakımından dinamik bir yapıya sahiptir. Dinamik bir yapıya sahip olan bu yaratmalarda görülen en belirgin özellik, bu ürünlerin yaratıldıkları toplumda meydana gelen sosyal, ekonomik ve kültürel değişmelere paralel olarak, bazı özelliklerinin veya çoğu özelliğinin değişebilir nitelikte olmasıdır. Başka bir ifadeyle söylemek gerekirse, sözlü ürünleri yaratan toplumun değişen hayat şartlarına ve zamanla ortaya çıkan ihtiyaçlarına uygun olarak, bu ürünlerde de değişim kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkar.

AVRUPA BİRLİĞİ'NİN DOĞU ORTAKLIĞI ANLAŞMASI VE "DOĞU"DAKİ VAZGEÇEMEDİĞİ ORTAĞI - Hazel ÇAĞAN ELBİR

18-19 Ekim 2017 tarihlerinde Brüksel’de Ermenistan’ın Dışişleri Bakanı Edward Nalbandian’ın da konuşmacı olarak katıldığı Dördüncü Avrupa Ermeni Kongresi düzenlenmiştir. Kongrenin organizasyonu “Adalet ve Demokrasi için Avrupa Ermeni Federasyonu” (The European Armenian Federatiopn for Justice and Democracy – EAFJD) tarafından üstlenilmiştir . Nalbandian toplantıda Avrupa Birliği ile Kasım ayında yapacakları anlaşmanın Ermenistan’a sağlayacağı olanaklardan bahsetmiştir.

TEÂRUZ VE TERCİH KONUSUNDA SADRÜŞŞERÎA İLE RÂZÎ- İBNÜ'L-HÂCİB KARŞILAŞTIRMASI

Choıce and Conflict Sezai BEKDEMİR  Özet İki denk hüccetin tekâbül etmesi ve iki zıt hükümde birinin diğerine üstünlüğü olmaması şeklinde tanımlanan teâruz ve amel açısından bu delillerden birinin tercihi konusu fıkıh usûlü kitaplarında genişçe tartışılmıştır. Sadrüşşerîa es-Sânî'ye (747/1346) göre şer'î deliller arasında tenakuzun varlığı Şâri' için muhal olduğundan şer'î delillerde zatta ve hakikatte teâruz söz konusu değildir. Teâruz ancak zahiren tasavvur olunur. Nassların hangisinin önce hangisinin sonra münezzel olduğunu bilmeyen nasslar arasında tenakuz ve teâruz olduğu vehmine kapılır. Önce vârid olan mensuh, sonra vârid olan nâsihtir. Şer'î deliller üzerinde düşünülmesi, nasih-mensuhun bilinmesi, nassın indiriliş yerinin anlaşılması, meydana gelen vak'aların bilinmesi buradaki sorunu çözer. Sadrüşşerîa'ya göre teâruz anında kuvvetli delille amel edip zayıf olanı terk etmek vaciptir. Kuvvette eşit iki delilde, eşitlik sayıdaysa tercih şart değildir. Teâruz iki kıyâs veya kıyâs ile idrak edilebilen sahâbî kavli ile kıyâs arasında vaki olduğunda müctehid dilediğini tercih eder. Abstract Teâruz (conflict) which is described as correspondence of two proofs and not being superior of two opposite hukms and the selection of one of the proofs with regards to good deeds has always been argued in the books of Uṣūl al-fiqh

'TERCEME-İ AKRABÂDÎN'DE TERKİPLER VE ADLANDIRILMALARI

Anadolu Selçuklu Devleti zamanında Arapça ve Farsça eser veren müellifler, 14. yüzyıldan itibaren Anadolu Türkmen beylerinin talepleri doğrultusunda Türkçe eserler vermeye başlamışlardır. Bir yandan daha önce Arapça telif ettikleri eserleri Türkçe’ye aktarırken diğer taraftan da yeni eserler yazmışlardır. Anadolu Türk tıbbına kaynaklık eden Arapça ve Farsça eserlerden bir kısmı bu dönemde Türkçe’ye kazandırılmıştır. Böylelikle, Türkçe’nin, dönemin tıp terimlerini karşılayabilen yapısı gözler önüne serilmiştir. Bu çalışmada, 15. yüzyılın önemli tıp eserlerinden Terceme-i Akrabâdîn incelenecektir. Bu farmakoloji eseri, Sabuncuoğlu Şerefeddin tarafından Cürcânî’nin Zahîre-i Harzemşâhî adlı eserinin ‘Akrabâdîn’ bölümünün tercümesiyle oluşturulmuş ve Türkçe’nin tıp terimlerini ifade etmedeki yetkinliğini ortaya koyması bakımından önemlidir. Eser, çeşitli ilaç terkiplerinin hazırlanış ve kullanılış biçimleriyle, terkiplerin hangi hastalıkların tedavisinde kullanılabileceğini açıklamaktadır. Bu çalışmada, Terceme-i Akrabâdîn’deki terkipler hakkında bilgi verilecek ve bunların nasıl adlandırıldığı örneklerle açıklanacaktır. Anahtar sözcükler: Terkip adlandırmaları, Sabuncuoğlu Şerefeddin, Terceme-i Akrabâdîn, Eczacılık terminolojisi, Eczacılık tarihi. The naming of pharmaceutical forms in Sabuncuoğlu Serefeddin’s ‘Terceme-i akrâbâdîn’ (15th c.) The compilers of Arabic and Persian written works during the time of Anatolian Seljuk dynasty, started to create Turkish written works by following the demands of Anatolian Turcoman governors from the 14th century on. Beside translating the Arabic treatises into Turkish, they also wrote new works. Some parts of Arabic and Persian written works, which were the sources of Anatolian Turkish medicine, were translated into Turkish. The linguistic structure of Turkish provided for the development of contemporary medical terminology. In this study, one of the important pharmaceutical works of the 15th century, Sabuncuoğlu Şerefeddin’s Terceme-i Akrabâdîn, which is translated from Zahîre-i Harzemşâhî by Cürcânî, will be reviewed. The significance of this text derives both from its terminology and description of compounds. The manuscript includes information about the preparation and usage of drugs and their indications. The terminology in this akrabâdîn (pharmacopaea) will be examined and detailed information about the naming of compounds will be presented. Key words: Pharmaceutical terminology, Pharmacopea, history of pharmacy, Sabuncuoğlu Şerefeddin, Terceme-i Akrabâdîn, Turkey.

ÖZBEK TÜRKÇESİNDEKİ -ÅḲ/-YÅḲ ENKLİTİĞİ ÜZERİNE

2018

Postpositional suffix (enclitic) is the structure that phonetically connects to the element coming before itself and affects it in various ways such as emphasis, limitation, metaphor, affirmation, separation, and estimating; and, while it limits the structure it is connected in some cases, it can enhance the structure in other cases. In Turkish grammar, different terms such as postpositional suffix, post-suffix, post-coming, emphatic, and intensifier are used for this postposition. The same structure is called loading in Uzbek grammar. In this paper, the structure of –å®/-yå® in Uzbek Turkish, which is the extension of emphatic postposition of ok/ök that was densely used in Old Turkish, is analysed. In the scanning for the identification of this structure, six works from Uzbek literature is selected. These works are selected from different years, and the usage rate of this structure in these years is determined. The analysis part is carried out in accordance with historical periods as being Orhon-Uyghur, Karakhanid, Khorezm-Kypchak, Chagatay, and Old Anatolia; and then, the situation of the suffix in Uzbek language, which is successor of Chagatai that is one of the old dialects, is identified. In addition to this, the profile of this postpositional suffix in contemporary dialects is briefly mentioned. After the historical process of the suffix is given in this way, the changes occurred in the field of usage in the mentioned periods are identified; and, it is compared to the field of usage in Uzbek language. In the last part, functions of the analysed structure both in historical and contemporary periods, and the functional differences in the usage of this suffix in these periods, as far as it is confirmed, are emphasized.