Mevlananın Düşünce Dünyası Üzerine Edebi Yazılar (original) (raw)

Edebî Bir Tür Olarak Mevlitler -Şekil Özelliklerine Dair Bazı Değerlendirmeler

2010

Islamiyet’le birlikte, Musluman toplumlarda yeni edebi turler ortaya cikmistir. Hz. Muhammed’in dogumunu esas alan mevlit turu de bunlardan biridir. Ilk orneklerine Arap edebiyatinda rastlanilan mevlit turu eserler, kisa sure sonra Turk edebiyatinda da kendini gostermistir. Edebiyatimizdaki en meshur ornegi ise suphesiz Suleyman Celebi’nin Vesiletu’n-Necât’i olmustur. XV. yuzyilda Suleyman Celebi ile acilan mevlit cigiri, zamanla yuzlerce mevlidin kaleme alinmasina da vesile olmustur. Edebi eserlerimiz icerisinde kayda deger bir sayiya sahip olan mevlit turu eserler, sekil ve muhteva yonunden bir hayli edebi malzemeyi barindirmaktadirlar. Bu calismada, oldukca genis bir konu olan mevlit turunun dogusu, gelisimi ile mevlitlerin sekil ozelliklerine dair degerlendirmelerde bulunulmustur

Düşünce Dünyası ve Erkeklik1

Uzun yıllardır, akademisyen ve entelektüellerden oluşan, düşünce dünyası diyebileceğimiz bir dünyanın içinde yaşıyorum. Düşünce dünyasından kastım, bu dünyada düşüncenin kendi içinde bir değer ve hatta amaç olması. Bu dünyaya giren kişiden düşünce hayatı yaşaması, yani hayatının merkezine düşünme faaliyetini koyması, düşüncenin açıklayıcı ve dönüştürücü gücüne inanması beklenir. Bu, düşüncesini sürekli genişletmesi ve derinleştirmesi, düşüncenin önündeki çeşitli engelleri aşmaya çalışması ve eğer gerekirse düşüncesi uğruna – düşünceyi ciddiye aldığı için– belli riskleri göze alabilmesi anlamına geliyor. Bunlara itiraz olarak, böyle bir dünyanın gerçek Dünya'da olmadığı, kimsenin böyle saf bir düşünce hayatı yaşamadığı, düşünme faaliyetinin diğer faaliyetlerin ve kaygıların hep arkasından geldiği ve düşüncelerini geliştirmek uğruna risk alanların her yerde ve zamanda çok küçük bir azınlık olduğu söylenebilir. Ayrıca düşünme faaliyetinin kendisinin çoğu zaman görünmez olan içsel duvarların arasında gerçekleştiği, yani düşünen kişinin düşüncesinin duygusal, sınıfsal, dinsel, cinsel, etnik sınırlar tarafından farkında olmaksızın sınırlandırıldığı da düşünülebilir. Fakat bir ideal olarak düşünce dünyası bu türden itirazları da ciddiye alır, irdeler ve düşünce hayatı süren öznenin diğer dünyalarla birlikte kendi dünyasını ve hatta kendisini de nesneleştirmesini bekler. Bu ideal, en azından Sokrates'ten beri ve özellikle de düşünce dünyasının topluma ve devlete karşı belli bir özerklik kazandığı son iki yüzyıldır güçlü ve saygın bir şekilde hayatını sürdürüyor. Bahsi geçen saygınlığın ve itibarın kendine has gücünü, tam tersinden bakarak, örneğin bu ideale karşı saldıran kişilerin ve siyasal hareketlerin bayağı olarak görünmesinden ve tarihe adını öyle yazdırmasından da anlayabiliyoruz. Ben kişisel olarak bu özel dünyaya, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde (SBF) asistan olduğum 1999 yılının sonlarında girdim. O yılların SBF'si, Tuğrul Eryılmaz'ın bu seride çıkan yazısında2 bahsettiği 1960 ve 1970'lerin SBF'sinden epey farklıydı. Kadın öğrenci ve öğretim üyesi sayısı çok artmış, oran olarak yüzde ellilere ulaşmıştı. Fakat sayısal artıştaki değişimden daha önemlisi, kadın akademisyenlerin önemli bir bölümünün feminist olmasıydı. Feminizmle ilk gerçek karşılaşmam böyle bir ortamda, hatırladığım kadarıyla asistan olmamdan birkaç ay sonra gerçekleşti. Öğlen yemeğinden sonra kahve-sigara içip sohbet ederken bir şeyler söylüyordum ama kullandığım bir sözcük dışında ne konuştuğumu hatırlamıyorum. O sözcüğü hatırlıyorum, çünkü benim gibi asistan olan feminist bir arkadaşım beni sert bir biçimde, " bayan demeyeceksin, kadın diyeceksin! " diye terslemişti. O andan aklımda kalan ve unutması mümkün olmayan başka bir şey yaşadığım utanç. Kulaklarıma kadar kıpkırmızı kesilmiştim. Fakat bu sertlik, o günlerin utancı dışarıda tutulursa, kişisel olarak bana iyi geldi. Hızlandırılmış bir ders gibi düşündüğüm bu azar sayesinde, kelime seçiminin basit bir seçim olmadığını, arkasında devasa bir tarih ve güç hiyerarşisinin olduğunu, dolayısıyla o kelimenin yerine başka bir kelime kullanmayı seçerek, o tarihin bir parçası olmayı bırakma ve yeni bir dünyanın parçası olma kararı alındığını anlamaya başladım.

Halikarnas Balıkçısı’nın Düşün Yazılarına Kültür ve Medeniyet Perspektifinden Bakış

Asia Minor Studies, 2023

Öz Azra Erhat"ın Halikarnas Balıkçısı"nın mektuplarından derlediği Düşün Yazıları adlı eserde kültürel ve tarihsel konularda bilgiler yer almaktadır. Onun bu eseri Halikarnas Balıkçısı"nın edebî eserlerinin fikrî zeminini oluşturmaktadır, denilebilir. Çünkü edebî eserlerinde kullandığı derin tarih bilgisi ve kültür bilinci incelendiğinde yazarın köklü bir bilgi birikimine sahip olduğu ortaya çıkacaktır. Bu bilgilerini roman formatında değil, mektup şeklinde sıralayan yazar, tarih ve edebiyata farklı bakış açıları getirir. Tarih, din, kültür, inanışlar ve diğer konuları farklı bakış açılarıyla ve özgün yorumlarla izah eder. Onun bu yaklaşımı bilgi birikimini edebî hazla birleştirerek aktarma çabasında aranmalıdır. Yazarın mektuplarında konuşma üslûbuyla ve daldan dala atlayarak dağınık bir şekilde vermesi okuyucunun dikkatini canlı tutma isteğine bağlanabilir. Onun bu yazıları incelendiğinde gerek Türk tarihine ve gerekse Akdeniz havzası medeniyetine dair yeni çıkarımlar yaptığı görülebilecektir. Tarih kitaplarında rastlamadığımız ve daha çok mitolojik bilgilerle süslenmiş bilgileri sıralarken kaynak vermekten kaçınan yazar ele aldığı düşünceleri halk kültüründen ve halkın kullandığı sözcüklerden hareketle ispatlama yoluna gider. Onun bu tavrı mektuplarına işlediği konuları özgün ve ilginç bir hâle getirmektedir.

Mevlana Metafiziğinde Akıl

This article aims to point out a common understanding that we think it is wrong about Rūmī's views on intellect. According to this misconception, Rūmī sees intellect as inadequate in metaphysical matters. It can be said that this misunderstanding arises from four reasons: The first is the confusion caused by his expressions that praise and ostensibly criticize intellect at the same time. However, with a careful reading, it is possible to reach the conclusion that Rūmī did not really criticize the intellect. Because, it should be said that if Rūmī criticize it, he will contradict himself first. Because the thoughts he put forward are, in a way, the product of the intellect. The second, more important reason, is based on the commentators' inability to adequately understand the gradual/tashkīkī structure of the mind. According to this, there is another level above each level of intelligence, and the lower minds must be connected to the higher minds and be inspired by them. For this reason, people follow experts in the field in which they are not experts. For example, a patient goes to the doctor for treatment. Based on this and similar narratives of Rūmī, commentators have concluded that he sees intellect as something that is absolutely inadequate. However, it should be said that in cases where Rūmī externally vilifies the mind, he denounces the fact that the minds at the lower level of existence are not subject to the higher minds. The third reason is based on the interpretation of the commentators that reason and love are contradictory to each other. However, Rūmī introduces the most powerful and superior state of mind as love, which means that the particular mind (the self) sacrifices itself to God. Because, as long as the particular mind, which can be expressed as self-consciousness, remains in duality and separation, it is not possible for a person to fully attain knowledge, peace, comfort and perfection. Then, in order for this to happen, the mind must become conscious of what false multiplicity, temporary separation, and true perfection are. This is the state of consciousness-at least epistemologically-the very essence of love, the pinnacle of reason, and the realization of unity in existence. The fourth reason is that it cannot be seen that man is mistaken, not the mind, since man is a composite being. That is to say, man, as a composite entity, consists of many powers such as mind, soul, intelligence, body, delusion, lust and fear. Generally, it is seen that people prefer pleasures and benefits that they reach with reason. For this reason, Rūmī does not condemn the mind itself, but the human being. Otherwise, there is no higher existence than reason in terms of ontological and epistemology, and it is not possible for him to be wrong. Among the types of reasoning, Rūmī uses analogy method mostly. It should be said that his basic distinction about the mind is the distinction between universal and particular mind. He uses the universal mind in the sense of absolute intellect. He regards particular intellect as a reflection, a relative aspect, a kind of manifestation and manifestation of the universal mind. He does not call a mind that is not subject to higher minds. In this case, pride, arrogance, ignorance and selfishness will prevail. Rūmī states that delusion is the opposite of reason. He also talks about a false mind resembling a mind, which is the sophistry ego who cheats and deceives. Rūmī equates the mind with the angel. He introduces the prophets, especially the Prophet Muhammad, and the imam of the time/Mahdī as the universal mind. In addition, miracles are the perfection of the soul and its transformation into mind and angel. In short, the most important quality of the mind is that it can perceive the objective world and determine its own position and degree there. In fact, metaphysical knowledge can be considered as a product of this determination. In that case, contrary to popular belief, it is understood that the mind is sufficient and competent in the metaphysical realm in an absolute sense. It can be said that love, which is the peak of the mind and the last point of its competence, is the realization of the unity of existence and reaching annihilation.

Di̇van Edebi̇yatinda Levendî Mahlasli Şai̇rler Ve Musullu Levendî

2020

Türk edebiyatının önemli bir bölümünü klasik Türk edebiyatı oluşturur. Divan edebiyatı olarak da nitelendirilen bu süreçte şairler, birçok manzum ve mensur eser kaleme almışlardır. Bu evrede şiir yazan ve eserleri bulunan şairlerin büyük bir bölümü hakkında kaynaklarda bilgiler mevcuttur. Fakat bir kısmının şiirleri hâlen günümüze ulaşamamıştır. Bu eserlerin bazıları, edebiyat için önemli ir kaynak mahiyeti taşıyan yazma şiir mecmualarında geçmektedir. Bu şiirlerin varlığı ancak bu mecmuaların okunması ve tanıtılması ile mümkündür. Bundan dolayı da özellikle Arap harfli olarak kaleme alınmış metinlerin gün yüzüne çıkarılması önem arz etmektedir. Özellikle edebî metinleri ve manzumeleri ihtiva eden mecmua çalışmalarının yoğunlaştığı günümüzde, her yeni mecmua, yeni bir şaire veya bunların günümüze ulaşmayan şiirlerine ulaşılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Mecmualar arasında önemli bir yeri olan eser de Kâsımî Mecmuası'dır. Eser, Kâsımî tarafından M 1625 yılında derlenmiştir. Kâsımî Mecmuası'nda kaynaklarda adına rastlanmayan birçok şaire veya adı bilinip şiir örnekleri bulunmayan birçok şairin şiirlerine ulaşmak mümkündür. Edebiyat kaynaklarımızda Levendî mahlasını kullanan şairler hakkında çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Bunlardan bir kısmı tezkirelerde bir kısmı da mecmualarda geçmektedir. Bu kaynaklarda şairlere ait şiir örnekleri de bulunmaktadır. Çalışmamızda, edebiyat kaynaklarındaki Levendî mahlaslı şairler hakkındaki bilgilere ve şairlere atfedilen diğer şiir örneklerine yer verilmiştir. Kâsımî Mecmuası'nda Musullu olarak tanıtılan Levendî'ye ait şiir örnekleri tespit edilip yeni yazıya aktarılmıştır.

Ziya Osman Saba’nın Şiirlerinde Duygu ve Düşünce Dünyası

Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2021

Ziya Osman Saba'nın şiirlerine yansıyan özlem ve arzular tematik açıdan hatıralar ve hayallerle ilişkilidir. Şairin duygu ve düşünce dünyasında "çocukluk ve gençlik yıllarına duyulan özlem, muhayyel belde özlemi; tabiat, şehir, ev ve aile; Allah, teslimiyet, kendini bilme; hayat, ölüm ve öte âlem" gibi konular izleklere dönüştürülmüştür. Sanat anlayışı öz-saf şiire dayanan Saba, hayata ve insanlara merhamet duygusu ve iyimserlikle yaklaşmıştır. Şiirlerinde mutlu aile tabloları çizmiştir. Sükûta ve beyaz renge şiirlerinde ayrı bir önem veren Saba, şiirlerinde yeşillikler ve denizle iç içe 'o belde'lere yer vermiştir. Şair için birer kaçış yeri de olan o belde'ler, öte hayata geçmiş tanıdıkların, anne-baba, eş ve çocuklardan oluşan aile bireylerinin de içinde mutlulukla yer alacağı mekânlardır. Saba, ölümü kaçınılmaz bir son, ölülere kavuşturan bir köprü, yeniden diriliş durağı, Tanrı çağrısı olarak şiirleştirmiştir. Tabiata ve insanlığa karşı her zaman iyiliği salık veren Saba, II. Dünya Savaşı yıllarında kaleme alınmış şiirlerinde ise savaş ve militarizm eleştirisinde bulunmuştur.